16. Bölüm

Bolum 12,3

nuperi
nuperi

Bir an için pencereme baktım gece karanlığı şehrin üstüne kara bir örtü misali serilmişti. Sabah olunca gözlerim pencereye kaydı, bıraktığım gibiydi herşey. Dayanamayarak kalkıp aynaya baktım. Yüzümdeki yorgunluk izleri, gece boyu uykusuz geçen saatlerin kanıtıydı. Derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. “Sakin ol, Aslı,” dedim kendi kendime. “O burada değil, her şey kontrol altında.”

Ama içimde bir his vardı. Toprak’ın bu işin peşini bırakmayacağını biliyordum. Onun dünyasından ne kadar kaçmaya çalışsam da, o bir şekilde benimkine adım atmaya devam ediyordu.

Telefonuma baktım. Bildirim yoktu, fakat bu beni rahatlatmadı. O mesaj atmayacak, aramayacak kadar soğukkanlıydı. Onun yöntemleri hep daha karmaşıktı.

Mutfaktan gelen kahvaltı kokuları ve annemin sesleri, gerçek dünyaya dönmemi sağladı. Yüzümü yıkayıp aşağı indim. Ama ailemin yanında otururken bile, aklım hâlâ geceye takılı kalmıştı. Toprak’ın söyledikleri, onun bakışları… Hepsi beynimin içinde yankılanıyordu ve fark ettim ki, Toprak’tan kaçmak istesem de, onun bıraktığı izler beni çoktan yakalamıştı.

Mutfaktan gelen taze ekmek ve kızarmış peynir kokusu, uykulu gözlerimi tamamen açmamı sağladı. Annemin neşeli sesleri ve kahvaltı hazırlarken çıkardığı tabak sesleri, beni gerçek dünyaya geri çekiyordu. Yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Soğuk suyun yüzüme çarpmasıyla biraz kendime geldim, ama aklım hâlâ geceye, Toprak’a ve onun söylediklerine takılı kalmıştı. Aynadaki yansımama bakarken, onun o keskin bakışlarının zihnimin bir köşesine kazındığını fark ettim. Ondan kaçmaya çalışsam da, bıraktığı izler peşimi bırakmıyordu.

Derin bir nefes alıp merdivenlerden aşağı indim. Mutfakta ailemin yanında otururken, her zamanki gibi kahvaltı masasının etrafında bir telaş vardı. Annem çayları dolduruyor, küçük kardeşim aceleyle reçel sürmeye çalışırken ekmeği düşürüyordu. Babam gazeteyi bir kenara koyup bana döndü.

“Aslı,” dedi, ciddi bir ses tonuyla. “İlaçlarını içtin mi bugün?”

Başımı kaldırıp babama baktım. Onun endişeli gözleriyle karşılaşınca bir an duraksadım. İlacımı almayı unuttuğumu hatırladım, ama söylemek istemedim.

“Tabii ki içtim, baba,” dedim, hafif bir gülümsemeyle. Ama babam beni tanırdı, bakışlarından anladım.

“İyi,” dedi sadece, ama yüzündeki şüphe silinmemişti.

O sırada annem, masaya bir tabak daha koyarken söze karıştı:

“Bugün biraz solgun görünüyorsun, kızım. İyisin, değil mi?”

“İyiyim, anne,” dedim hızlıca. İkisine de endişelenecek bir şey olmadığını söylemek istiyordum, ama içimde bir yerlerde, onlardan bile saklayamadığım bir karmaşa vardı.

Toprak’ın söyledikleri zihnimde yankılanmaya devam ediyordu. O kahvaltı masasında otururken bile, aslında başka bir yerde, başka bir anın içinde yaşıyordum.

Kahvaltı masasında sessizlik yerini annemin sorularına ve kardeşimin çatalla tabağına vuruşlarına bırakmıştı. Yavaşça çayımdan bir yudum aldım, tabağımdaki zeytine uzandım ama her lokma, boğazımdan zor geçiyordu. Aklımda dönen düşünceler, masadaki konuşmalardan çok daha baskındı. Toprak’ın söyledikleri ve o keskin bakışları… Hepsi zihnimin bir köşesinde yankılanıyordu. Ama ailemin yanında, her şey yolundaymış gibi görünmek zorundaydım.

Babam bir kez daha bakışlarını gazeteden kaldırıp bana döndü. “Aslı, biraz dalgınsın. Her şey yolunda mı?”

Başımı hafifçe sallayıp zorlama bir gülümsemeyle cevap verdim. “Evet, baba. Sadece biraz yorgunum.”

Annem, çayını karıştırırken araya girdi. “İlaçlarını ihmal etmediğine emin ol. Dün gece geç yatmış gibi görünüyorsun.”

“İçtim, anne,” dedim, ama sesim biraz daha alçak çıkmıştı. Babam, beni dikkatlice izlemeye devam ediyordu.

Annem bir şey demedi ama yüzünden tatmin olmadığını anlayabiliyordum. Bir süre sessizlik oldu. O sırada küçük kardeşim ekmeğini reçele batırırken çayına damlattı ve annemin tepkisiyle ortamdaki gerilim bir anda dağıldı. Derin bir nefes aldım. Bu sabah, her zamanki gibi bir günmüş gibi davranmak istiyordum, ama içimde kopan fırtınalar bunu zorlaştırıyordu.

Tabağımdaki son lokmayı da bitirip, masadan kalktım. “Anıl ile okula gideceğim, geç kalmayayım,” dedim, sesimi mümkün olduğunca sakin tutarak.

Annem arkamdan seslendi. “Kahvaltını bitirmen iyi oldu. Hadi, montunu al da çık.”

Anıl, beni kapıda bekliyordu. O her zamanki gibi neşeliydi. Montumu giyip yanına gittim. “Geç kaldık mı?” diye sordu, elindeki telefonuna bakarak.

“Hayır,” dedim, yüzümde hafif bir gülümsemeyle. Anıl’ın enerjisi, biraz olsun ruh halimi toparlamama yardım ediyordu.

Yola çıktığımızda hava serin ama güzeldi. Sokaklarda hafif bir esinti vardı. Anıl yanımda konuşup duruyordu, ama söylediklerinin çoğunu duymuyordum. Aklım, gece olanlarda ve Toprak’ın söylediklerinde takılı kalmıştı. Anıl, bir şeyler fark etmiş olacak ki omzuma dokundu.

“Ne bu hal? Dalıp gitmişsin yine,” dedi.

Başımı çevirip ona baktım. “Yok bir şey, sadece biraz yorgunum,” dedim.

“Yorgunluk değil bu. Belli ki bir şey seni rahatsız ediyor,” diye karşılık verdi. Anıl her zaman böyleydi; detayları kaçırmazdı.

Derin bir nefes aldım ve konuyu değiştirmek için onun telefonundaki bir mesaja işaret ettim. “Kimle yazışıyorsun? Yeni birisi mi var?”

Anıl gülümsedi. “Konu değiştirme konusunda ustasın, abla valla.” dedi ardından. “Yok, ben ciddiyim o kızı istiyorum çok kararlıyım. Şimdilik anlatabileceğim pek bir şey yok hala peşinden koşturuyor ama detayları sonra anlatırım.” dedi hevesli hevesli.

Anıl, yanımda yürürken kendi meselelerinden bahsediyordu. Neşesi, soğuk havada bile bir sıcaklık yayıyordu. Onun bu enerjisi genelde beni rahatlatırdı, ama bugün zihnim o kadar meşguldü ki söylediklerinin çoğu bana bir uğultu gibi geliyordu. Fakat bir an durdu, kolunu omzumdan çekip yüzüme baktı.

“Abla, ben bir şey soracağım ama sakın sinirlenme, tamam mı?” dedi, biraz tereddütle.

Kaşlarımı kaldırıp ona döndüm. “Ne oldu yine, Anıl? Yine başını belaya mı soktun?”

“Yok, yok, bu sefer değil,” dedi gülerek. Ama ardından ciddileşti. “Okulda bugün konuşulan bir şey duydum. Hocalar bizim sınıfın sınavlarını erken bitirdiği için veli toplantısı yapacaklarmış. Senin sınavlar daha başlamadı, değil mi?”

Bir an duraksadım. “Hayır, başlamadı. Peki, niye bu kadar erken yapıyorlar toplantıyı?”

Anıl omuz silkti. “Bilmiyorum, galiba bizim sınav sonuçlarını açıklayacaklar ve biraz da velilerle bire bir konuşmak istiyorlar. Benim sınıfın durumu pek iyi değilmiş zaten.” dedi.

Derin bir nefes aldım. Anıl’ın bu konuyu açması beni rahatsız etmişti, çünkü sınavlar, toplantılar, veliler… Hepsi beni daha fazla strese sokuyordu. Yine de belli etmemeye çalıştım.

“Peki, senin durumun nasıl? Notların iyi mi?” diye sordum.

“İyi gibi,” dedi Anıl, ama gözlerini kaçırdı. Bu, yalan söylediği anlamına geliyordu. Onu fazla sıkıştırmak istemedim.

“Bak Anıl,” dedim durup ona dönerek. “Notların kötüyse bu kadar rahat olmamalısın. Annem ve babam senin için endişeleniyorlar. Eğer gerçekten zorlanıyorsan, birlikte çalışabiliriz.”

Anıl derin bir iç çekti. “Biliyorum, abla. Ama bu işler o kadar kolay değil. Ben çalışıyorum, cidden. Ama bazen… bilmiyorum, olmuyor işte.”

Onun bu içten itirafı, kalbime bir ağırlık oturttu. Anıl, genelde her şeyi şakaya vururdu. Ama bu defa gerçekten üzgün görünüyordu. Elimi omzuna koyup gülümsedim.

“Bak, sen elinden geleni yapıyorsun, değil mi?” dedim.

“Yapıyorum,” dedi, ama sesi biraz kırılmıştı.

“Tamam o zaman. Sadece pes etme. Annemle babam bazen fazla baskıcı olabilir, ama seni sevdiklerini ve desteklediklerini biliyorsun. Ben de buradayım, ne zaman yardıma ihtiyacın olursa, bana söyle.”

Anıl bana minnetle baktı. “Abla, sen çok iyisin ya. Gerçekten. Ama bu toplantıda kesin beni şikayet edecekler. Sen söyleyince destek oluyorsun ama hocalar pek de öyle değil.”

Gülümseyerek ona vuracak gibi yaptım. “Abartma. Hocaların seni şikayet etmeye değil, destek olmaya çalışacaklarını düşünüyorum. Hem kim bilir, belki toplantı senin için iyi bir şey olur.”

Anıl, bu sözlerime şüpheyle baktı ama karşı çıkmadı. Okulun kapısına geldiğimizde, yüzündeki ifade hala endişeliydi.

“Her neyse,” dedi, bir süre sessizce yürüdükten sonra. “Beni düşünme, sen de kendine dikkat et. Bugün biraz farklı gibisin. Eminim, her neyse seni üzen şey, geçip gidecek.”

Onun bu sözleri, beni hem şaşırttı hem de duygulandırdı. Anıl, bazen dalgın ve şakacı görünse de, aslında insanları çok iyi anlayan biriydi.

Hava soğuktu ama güneş bulutların arasından yüzünü göstermeye çalışıyordu. Sokaklar her zamanki gibi kalabalıktı, çocuklar koşturuyor, marketlerin önünde insanlar sohbet ediyordu. Ama benim içimde garip bir sessizlik vardı. Bu sessizliği Anıl’ın sürekli konuşmaları bozuyordu tabii.

“Abla, biliyor musun?” dedi birden, ciddileşmiş bir yüz ifadesiyle. “Hayat bazen çok garip geliyor bana. Hani, neden bu kadar çok şeyle uğraşıyoruz ki? Dersler, sınavlar, toplantılar… Ne için? Büyüyüp işe gireceğiz, sonra bir bakmışsın yaşlanmışız.”

Onun bu sözlerine istemsizce gülümsedim. “Anıl, sen daha on yedisindesin. Hayatı çözmeye çalışmak için erken değil mi sence?”

Anıl omuzlarını silkti. “Belki de öyle. Ama bazen düşünüyorum, insanlar niye bu kadar ciddiye alıyor ki her şeyi? Hocalar, veliler, herkes… Sürekli bir koşuşturma. Sanki bir an durup nefes almak yasakmış gibi.”

“Belki de,” dedim, biraz düşünceli bir şekilde. “Ama bu koşuşturma olmasa da hayat anlamını kaybederdi. Bir amaç için uğraşmak bizi insan yapıyor, değil mi?”

Anıl kaşlarını çattı. “Amaç mı? Abla, sence herkesin bir amacı var mı gerçekten? Bence bazen insanlar sadece bir şeyler yapıyor, çünkü yapmak zorunda olduklarını düşünüyorlar. Aslında ne istediklerini bile bilmiyorlar.”

Bu sözler, beni biraz sarstı. Çünkü derinlerde bir yerde, Anıl’ın haklı olabileceğini hissediyordum. Ben de hayatımı hep bir şeyleri başarmak üzerine kurmuştum. Ama gerçekten ne istediğimi biliyor muydum? Yoksa sadece olması gerektiğini düşündüğüm şeyleri mi yapıyordum?

 

Bölüm : 14.03.2025 22:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...