
Beni dikkatle izliyordu. Boğazım kurudu. Birdenbire sırtımdan aşağı soğuk bir ürperti geçti.
“Böyle bir durumda ne yapardın?” diye sordu Uğur, sesi neredeyse fısıltı kadar alçak.
Bir an için nefes almayı unuttum. İstemeden bir şeye tanık olmak…
Kalbim hızlandı. O an fark ettim ki Uğur’un bu sorusu sadece sıradan bir merak değil, belki de benden duyacağı cevaba ihtiyacı vardı. Ama ben… kendi cevabımı bile bilmiyordum.
Titrek bir nefes aldım ve gözlerimi kaçırarak, “Bilmiyorum,” dedim. “Sanırım duruma göre değişir.” Uğur başını salladı, ama bakışları üzerimde uzun süre kaldı. Sonra bir şey olmamış gibi gülümsedi. “Saçma bir soru sordum, değil mi?” Zoraki bir gülümsemeyle başımı salladım. “Biraz.” Ama içimde, boğazıma düğümlenen bir his vardı.
Belki de Uğur’un sorusu sandığım kadar saçma değildi. Uğur’un sorusu havada asılı kalmış gibiydi. O an, gerçekten neyi ima ettiğini bilmiyordum ama içimde tuhaf bir rahatsızlık vardı. Birkaç saniye daha bekledikten sonra, “Ben gideyim,” deyince Uğur, başını salladı. “Tamam, görüşürüz.” Arkamı dönüp yürümeye başladım, attığım her adımda içimde büyüyen huzursuzluğu bastıramıyordum. Okulun kapısından çıktığımda telefonumu çıkarıp saate baktım. Eve gitmek istemiyordum. İçimde tuhaf bir sıkışmışlık hissi vardı ve bunu bir şekilde dağıtmam gerekiyordu.
Öylece yürüdüm...
Hava serindi ama çok soğuk değildi. Sokak lambaları yanmaya başlamıştı. Şehrin bu saatlerdeki hâlini seviyordum—ne çok kalabalık ne de çok ıssız. Ama bu sefer yolun nereye çıktığını umursamadan yürüyordum. Ayaklarım kaldırımlara ritmik bir şekilde vuruyordu, sanki zihnimdeki düşünceleri düzenlemeye çalışan bir metronom gibi. Hava tam sevdiğim gibiydi—üşütmeyecek kadar serin ama tenimi uyanık tutacak kadar canlı.
Etrafıma bakındım. Sokaklar hafifçe nem kokuyordu, belki gün içinde yağan hafif yağmurun kalıntılarıydı, belki de şehrin kendi soluyuşuydu. Birkaç kafenin ışıkları hâlâ açıktı, içeride oturan insanlar camın buğusunun ardında siluetlere dönüşmüştü. Kimisi yalnız, kimisi iki kişilik masalarda konuşmalara gömülmüş.
Ama ben, yönsüzdüm…
Adımlarım beni nereye götürüyordu bilmiyordum, umursamıyordum da. Sadece yürüyordum. Sessizliği dinleyerek, ara sıra yanımdan geçen arabaların motor sesine kulak vererek, her şeyden çok, kendi içimdeki o garip boşluğu hissederek. Aklıma ara ara gelen resim öğretmenimin söyledikleri sızıyor lakin çok geçmeden kayboluyordu.
Bir sokağın köşesine vardığımda, hiç düşünmeden döndüm. Tanımadığım bir caddeye açıldı yolum. Sokak lambalarının ışığı biraz daha solgundu burada. Birkaç eski bina, pencere aralıklarından sızan sıcak sarı ışıklarla bana bakıyordu. Sanki içinde bir yerlerde tanımadığım ama hikâyelerini merak ettiğim hayatlar yaşanıyordu.
Sonra bir an durdum.
Düşüncelerim resmim ve Uğur’un sorusu arasında gidip geliyordu. İstemeden bir şeye tanık olmak… Uğur neden böyle bir şey sormuştu? Sadece laf olsun diye mi, yoksa gerçekten bildiği bir şey mi vardı?
Ne demek istemiş olabilir?
Biraz ilerledikten sonra kendimi küçük bir parkta buldum. Oturacak bir yer ararken, karşımdaki eski ahşap banka yöneldim. Üzerine oturup derin bir nefes aldım. Belki de iç sesimi dinlemem gerekiyordu, kim bilir? Omzumu silktim. Sonra çantamdan küçük eskiz defterimi çıkardım. Elimde olmadan kalemi sayfanın üzerine koydum ve rastgele çizgiler çizmeye başladım. Tıpkı o derste olduğu gibi, ne yaptığımı düşünmüyordum. Kalem kendi kendine hareket ediyormuş gibiydi. Dakikalar geçti. Farkına bile varmadan kendimi tamamen çizime kaptırmıştım. Ama çizim tamamlandığında, elimde tuttuğum sayfaya bakınca içimde soğuk bir şey kıpırdadı. Çizimde ne yaptığımı bilmiyordum. Ama gölgeler yoğundu. Karışık, dağınık çizgiler vardı. Ve tam ortada…
Bir çift göz. Karanlık, rahatsız edici ve boş bakan bir çift göz.
Elim titredi. Çizime neden bu kadar yoğunlaştığımı anlamıyordum ama bir şey kesindi—bu gözler bana bir şey anlatmaya çalışıyordu. Yutkunarak başımı kaldırdım.
Ve işte o an, parkın biraz ilerisinde, birinin beni izlediğini fark ettim.
Kalbim hızlandı. Gözlerimi kırpıştırıp tekrar baktım. Parkın loş ışıkları yüzünden siluet tam olarak seçilmiyordu ama orada biri vardı. Bana bakıyordu.
İlaçlarım.
Hayal olabilir miydi? Hayır, hayal olamayacak kadar gerçek bu karanlık gözler.
Soğuk bir ürperti omurgamdan aşağı süzüldü. Elimde olmadan defterimi kapattım ve çantama koydum. İçimde garip bir his vardı—ne korku ne de tamamen huzursuzluk. Daha çok… tetikte olma hissi.
Yavaşça ayağa kalktım. Gölgelerin içindeki kişi hareket etmedi. Derin bir nefes aldım. Belki de sadece rastgele biriydi. Kendimi sakinleştirmeye çalışarak adımlarımı hızlandırdım. Ama tam parkın çıkışına yaklaştığımda, göz ucuyla o siluetin dağılmadığını gördüm.
Peşimden mi geliyordu? Ceketimin cebine elim soktum, parmaklarımı telefonumun kenarında gezdirdim. Arasam mı birini? Ama kimi?
Sokak lambalarının altına çıktığımda biraz daha rahatladım. İnsanlar vardı. Arabalar geçiyordu. Hızlı adımlarla kaldırıma çıkıp yürümeye başladım. Ama içimdeki huzursuzluk bir türlü kaybolmuyordu. Bir süre sonra arkama bakmadan yürüdüğümü fark ettim. Ayak seslerini duymuyordum ama bu, takip edilmediğim anlamına mı geliyordu?
Belki de paranoyaklaşıyorum.
Ama içimdeki ses bana tam tersini söylüyordu.
Arkana bakma.
Ama bakmak zorundaydım. Derin bir nefes aldım ve hızlıca arkamı döndüm.
Kimse yoktu.
Omuzlarım gevşedi ama içimdeki garip his hâlâ geçmemişti. Sanki biri beni görmüyormuş gibi değil de, saklanıyormuş gibi hissediyordum.
Yutkunarak yoluma devam ettim. Adımlarımı hızlandırdım. Kalbim normalden hızlı atıyordu ama korkudan mı, yoksa sadece gerildiğim için mi bilmiyordum.
Sokağın köşesine vardığımda tekrar duraksadım. Etraf sessizdi. Havanın serinliği yüzüme vuruyor, etraftaki apartmanlardan gelen ışıklar kaldırıma düşüyordu.
Bir an için, gerçekten sadece kendi kuruntularımın kurbanı olduğumu düşündüm. Aslı, kendini boşuna paranoyaklaştırıyorsun. Ama içimdeki huzursuzluk öylece kaybolmadı.
Nefesimi kontrol altına alıp yürümeye devam ettim. Sokağın köşesini döndüğüm anda bir şey fark ettim—az önce durduğum noktadan birkaç metre ötede, bir gölge kıpırdadı.
İçimdeki her şey alarma geçti.
Biri vardı.
Ama orada durmadım. Durursam, onun da duracağını hissediyordum. Bir oyun gibi. Kimin önce pes edeceğiyle ilgili garip bir oyun. O yüzden hızlanarak yürüdüm.
Adımlarımı net bir şekilde duyuyordum ama asıl korkutucu olan, kendi adımlarımın arasına karışan hafif, neredeyse duyulmayacak kadar dikkatli basılan diğer adımların sesiydi.
Takip ediliyordum. Daha önce de edilmiştin…
İçimden bir sürü ihtimal geçti. Biri beni mi gözlüyor? Sadece rastgele biri mi? Yoksa… yoksa bu gerçekten bir şeyin başlangıcı mı? Kaçırılacak mıyım? Öldürül… hayır devamını getir eyeceğım. Öldürülmeyeceğım.
Dudaklarımı ısırdım. Telefonumu cebimden çıkarıp hızla mesaj ekranını açtım. Uğur’a ya da bir başkasına mesaj atmalı mıydım? Ama ne diyecektim? “Biri beni takip ediyor.” Eğer gerçekten takip edilmiyorsam, kendimi aptal gibi hissedecektim.
Ama ya katilse? İçgüdülerime güvenerek sokağın köşesinden dönerken refleksle bir dükkânın önünde durup, vitrinde kendi yansımama baktım. Sanki camı inceliyormuş gibi yaparak arkada olup biteni kontrol etmek istedim.
Ve işte o an, gördüm. Karşı kaldırımda, sokak lambasının soluk ışığı altında biri duruyordu.
Tamamen siyah giyinmişti. Yüzü belli belirsizdi ama orada durup bana baktığından emindim. Sırtımın soğuk terle kaplandığını hissettim.
Ve işte o an, o kişi hafifçe başını yana eğdi. Sanki benim fark ettiğimi fark etmişti.
Gözlerimi camdan kaçırıp hızla yürümeye devam ettim. Şimdi artık emin olduğum bir şey vardı. Bu işte bir şeyler dönüyordu. Soğuk terler boynumdan aşağı süzülüp kuyruk sokumumda son buldu.
Ellerim korkudan titriyor olan biteni anlamakta güçlük çekiyordum. Evime az kalmıştı, neredeyse birkaç sokak ama her adımımda içimde büyüyen korkuyu bastırmakta zorlanıyordum. Ellerim terlemişti, nefesim düzensizdi.
Takip edilmek… Hayatım boyunca hiç böyle bir şey yaşamamıştım.
Bu geceyi unutabilecek miydim?
Sanırım ASLA! Arkamdan gelen ayak seslerini duyamıyordum artık ama bu, o kişinin peşimi bıraktığı anlamına mı geliyordu? Yoksa daha dikkatli mi davranıyordu?
Evin bulunduğu sokağa vardığımda artık neredeyse koşacak hale gelmiştim. Elimi cebime atıp anahtarımı çıkardım ve hızla kapıya yöneldim. Titreyen ellerimle kilidi açmakta zorlanıyordum.
Hadi… Hadi, açıl! Sonunda anahtarı yuvasına oturtup çevirdim. Kapıyı hızla itip içeri girdim ve arkamdan sertçe kapattım. Bir saniye bile düşünmeden sırtımı kapıya yaslayıp derin derin nefes aldım. Kalbim kaburgalarımı sarsarcasına çarpıyordu.
Ama içerisi sessizdi. Koridordaki ışık açıktı, evin içinde her şey yerli yerindeydi. Güvendeydim.
Yavaşça kapının deliğinden dışarı baktım.
Sokak… bomboştu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |