23. Bölüm

Bolum 13,5

nuperi
nuperi

Kimse yoktu. Bir an için rahatladığımı hissettim ama sonra içimdeki huzursuzluk geri döndü. Görünürde kimse yoktu. Derin nefeslerim artık bedenime yetmiyordu.

Bu neydi şimdi? Düşüncelerim birbirine karışıyordu. Önce öğretmenin sözleri, sonra Uğur’un garip sorusu, en son da parkta gördüğüm kişi… Hepsi bir şekilde bağlanıyor muydu, yoksa sadece yorgun olduğum için her şeyi fazla mı büyütüyordum?

Hayır, Uğur saçma bir bağdaştırma oldu. Kafayı sıyırdın iyice Aslı!

Çantamı yere bırakıp odama çıktım. Yatağıma oturduğumda aklım hâlâ o çizimdeydi. Bilinçsizce çizdiğim o gözler… Ve o gözlerin bana hissettirdiği şey. Telefonumu çıkardım ve istemeden de olsa mesajlarımı açtım. Toprak’a yazıp yazmamayı düşündüm. Belki de ona sormalıydım.

Ama sonra vazgeçtim. Telefonu masaya koyup derin bir nefes aldım. Çok düşünüyorsun, Aslı. Ama içimde, düşünmeyi bırakamayacağımı fısıldayan bir his vardı. Toprak’ı ara…

Olmaz arayamam. Hem..arayıp ne söyleyeceğim? Telefonun ekranı kapandı ama zihnimde hâlâ Toprak’ın ismi yankılanıyordu. Aramalı mıydım? Yoksa bu tamamen saçmalık mıydı? Belki de hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Belki de sadece günün yorgunluğu üzerimdeydi ve ben olmayan bağlantılar kuruyordum. Ama ya gerçekten bir şeyler ters gidiyorsa? Yatağıma iyice gömüldüm, elim istemsizce tekrar telefona gitti. Parmaklarım Toprak’ın isminin üzerinde durdu. Bir mesaj yazabilirdim. Belki de çok basit bir şey…

Ama sonra ne olacağını bilemiyordum.

Toprak’ı aramak, içeri girmemem gereken bir kapıyı açmak gibi olurdu. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Ama içimdeki huzursuzluk bir türlü dinmiyordu.

Güvendesin…

Şimdi güvendesin Aslı… Kimse gelmiyor, kimse bulamıyor ve bulamayacakta. Ya bulursa? Beni de bulup sonum o adamdan kötü olursa? Dudaklarım titredi. Keskin acı burun deliklerimi sızlattı. Ellerimi sıktım. O an aklıma gelen her şeyi susturmak istedim.

Güvendeydim. Öyle değil mi?

Ama içimdeki korku, vücuduma sinmiş gibi gitmiyordu. Sanki biri, beni hiç fark ettirmeden izliyordu. Sanki gölgelerde biri vardı ve nefes alışımı dinliyordu. Dizlerimi göğsüme çekip battaniyeye sarıldım. Kimse gelmeyecek. Kimse beni bulamayacak.

Ama ya bulursa? Ya ailemi de tehlikeye attıysam?

Onlara zarar verir miydi? O adamın yüzü gözlerimin önüne geldiğinde içim çekildi. Onun sonu korkunçtu ama ya benimki daha da kötüsü olursa?

Dudaklarım titredi. Keskin acı burun deliklerimi sızlattı. Gözlerimi sımsıkı kapattım.

Kendi kendime fısıldadım: “Sakin ol Aslı, sadece düşünüyorsun. Hepsi kafanın içinde. Kimse gelmeyecek. Kimse sana zarar veremez.”

Ama kalbim inanmıyordu. Tam gözlerimi kapatıp kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ki, aniden evin zili çaldı. Bütün vücudum irkildi. Kalbim göğsümde sert bir şekilde atmaya başladı. Sert, aceleci ve keskin bir tınısı vardı. Ding-dong! İlk basışta bir yankı gibi evin içinde dolandı, duvarlara çarpıp geri döndü. Sonra bir kez daha… Ve bir kez daha… Sanki kapının diğer tarafındaki kişi, sabırsızca içeri girmeyi bekliyordu. Belki de beklemek istemiyordu bile. Zil sesi kulaklarımda çınladı, midemde tuhaf bir sıkışma hissettim.

Ev bir anda sessizleşti. Salondaki saat bile o an durmuş gibi geldi. Annemin mutfaktaki hafif hareketleri, babamın televizyonun karşısında çıkardığı o küçük sesler… Her şey silinmişti sanki.

Sadece kapı zilinin yankısı kalmıştı geriye.

Zil sesi evin içinde yankılanırken, soğuk bir ürperti omurgamdan aşağı kaydı. Ellerimi battaniyenin içine sıkıca gömdüm. İçimdeki korku, sanki o zil sesiyle birlikte odama dolmuştu.

Zil tekrar çaldı. Bu sefer daha uzun, daha sabırsız bir şekilde.

Yutkundum. Kim? Annem biriyle mi buluşacaktı? Anıl mı gelmişti? Ya da…

Gözlerim kapıya kaydı. Odanın içi sessizdi, ama evin dışında biri vardı. Biri kapının önünde bekliyordu. Ayağa kalkmalı mıydım? Aşağı inip bakmalı mıydım?

Zil üçüncü kez çaldığında, nefesimi tuttum. Zil sesi, evin duvarlarında yankılanarak içimi kemiren sessizliği parçaladı. İçimden bir ses, sakın hareket etme diye fısıldıyordu. Ama bir diğeri, aşağı inip kimin geldiğini öğrenmem için beni zorluyordu. Zil tekrar çaldı. Daha sert, daha sabırsız. Oturduğum yerde kalakaldım. Sanki evin içindeki hava bir anda ağırlaşmıştı. Perdeler kıpırdamıyordu ama odadaki her şey, nefesini tutmuş gibi hissediliyordu. Kapının önünde biri vardı. Ve gitmeye niyeti yok gibiydi. Elimi battaniyeye daha sıkı doladım. Kalbim, göğüs kafesimi yumrukluyormuş gibi çarpıyordu. Boğazımda tanıdık bir yanma…Zil beşinci kez çaldığında, titreyen parmaklarımla telefonumu aldım. Ne yapmalıyım? Kalbim deli gibi atıyordu. Nefes alışlarım hızlanmış, ellerim terlemişti. Annemin titreyen sesi kulaklarımda yankılanıyordu. “Olamaz…”

Bir an, her şeyin bittiğini sandım. İçimdeki korku, soğuk bir bıçak gibi kalbime saplandı. Beni buldu…

Beni bulduysa, ailemi de buldu. Ayağım geri gitti, kaçmam gerektiğini düşündüm. Ama sonra… annemin sesinin devamını duydum. Babama döndü, kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra tekrar konuştu. Ama sesi, ilk baştaki korkunun aksine, şimdi rahatlamıştı.

“Ah, siz… Şey, bir an başka biri sandım.”

Bir anlığına duyduğum korku yerini hafif bir şaşkınlığa bıraktı. Kapının önündeki kişiye dikkatlice baktım. O değildi.

Derin bir nefes aldım. Boğazıma düğümlenen korku yavaşça çözüldü. İçimi huzursuz eden şeyin, aslında sadece yanlış bir anlama olduğunu fark ettiğimde, bacaklarımın titrediğini hissettim. Ne saçmalıktı… Kendi gölgemden bile korkar hale gelmiştim.

“Kim sandın?” dedi sorarcasına. Sesin sahibine doğru döndüm, ama yüzüne bakacak cesareti kendimde bulamadım. Ellerimi sıktım, boğazımı temizleyip derin bir nefes aldım. Kaşlarım çatıldırken onun burada, benim evimde ne işi olduğunu anlamaya çalıştım.

“Kimseyi.” dedim hızlıca, belli belirsiz bir gülümsemeyle. Sanki içimde kopan fırtınaları saklamaya çalışıyordum. Ama sesimdeki titremeyi fark etmemiş olamazdı. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordum. O kadar kısa sürede aklımdan neler geçmişti… Ölüm, tehdit, kaçış… Gerçekten bu hale mi gelmiştim? Kendi kendime kurduğum bu labirentten çıkamayacak mıydım?

“Ne düşündüğünü bilmiyorum ama buradasın, güvendesin.” dedi yumuşak ama bir o kadar da merak dolu bir sesle. Bir an duraksadım. İçimde bir yerlerde hâlâ bir şeylerin yanlış olduğunu fısıldayan bir his vardı. Ama belki de sadece yorgundum. Belki de gerçekten güvendeydim… Şimdilik. Ceren kapının önünde duruyordu. Yanında annesi ve babası da vardı. Üçü de her zamanki gibi sıcak gülümsüyordu. Ceren’in elinde bir pasta vardı, annesi ise içeriye girmeye hazırlanıyordu. Her şey tamamen normaldi.

Ama bir şey… bir şey farklıydı.

Ceren’in gözleri aniden değişti. Koyu kahverengi gözleri, siyaha çalan bir boşluğa dönüştü. Babasının yüzü gölgeler içinde kaybolmaya başladı. Annesinin elleri garip bir şekilde büküldü, tırnakları uzayıp sivrildi.

Gözlerimi kırptım. Hayır, bu gerçek olamazdı. Ama onlar şekil değiştirmeye devam ediyordu.

Ceren’in gülümsemesi gereğinden fazla genişledi. Ağzı açıldıkça açıldı, dişleri jilet gibi parlıyordu. “Aslı…” diye fısıldadı, sesi boğuk ve yankılıydı.

Geriye doğru birkaç adım attım ama ayaklarım sanki yere yapışmış gibiydi.

Onlar artık insan değildi. Karanlık gölgeler vücutlarını sardı ve tamamen korkunç yaratıklara dönüştüler. Ceren’in uzayan parmakları bana doğru uzanırken bir çığlık attım—

Ve bir anda gözlerimi açtım. Nefes nefese kalmıştım. Kalbim deli gibi çarpıyordu, alnımdan terler süzülüyordu. Gözlerim hızla odayı taradı. Her şey normaldi. Yatağımdaydım. Dolabım, koltuğum, eşyalarım… Her şey yerli yerindeydi, zihnim dışında. Kafam patlayacak gibi beynime bası uyguluyordu. Elimi kalbime götürdüm. Derince bir nefes çektim içime. Bu sefer yatağımı net hissedebiliyordum hemde ruya olamayacak kadar gerçek. Ama tam o anda… Kahretsin ya! Kabuslar peşimi bırakmıyordu işte! Parmaklarım terden ıslanmış tutamların arasına daldı, sinirle geriye doğru taradım. Kendi bedenimde sıkışıp kalmış gibiydim. Sonra kapı… Tekrar çaldı. Donakaldım. Göğsüm inip kalkarken başımı yavaşça kapıya çevirdim. Rüya… sadece bir rüyaydı, değil mi?

Bu sefer daha dikkatli dinledim. O soğuk ürperti yerini dikkat kesilmiş bir tedirginliğe bıraktı. Rüya mıydı, değil miydi, artık bununla ilgilenmiyordum. Biri gerçekten kapıdaydı. Ayağa kalktım. Ayaklarım zemine değdiğinde vücudumun titrediğini hissettim. Mutfaktan bir ses gelip gelmediğini anlamak için duraksadım ama ev sessizdi. Bu beni biraz rahatlattı.

Titreyen ellerimle kapının koluna uzandım ve yavaşça açtım. Anıl…

Karşımda Anıl duruyordu. Yüzünde her zamanki umursamaz gülümseme vardı ama gözleri beni inceliyordu. “İyi misin?” diye sordu, sesi olması gerekenden daha yumuşaktı. Tam cevap verecekken içimde bir huzursuzluk daha peyda oldu. Midem bulanıyordu, başım dönüyordu. Gözlerimi kaçırdım ve derin bir nefes aldım.

İlaçlarım…

Bunu unutmamalıydım. Ama önce…

“Gel içeri.” dedim, sesi titremeyen bir tonla. Bilmiyordum, belki de biraz güvenli hissetmek için çağırıyordum onu. Belki de sadece yalnız kalmak istemiyordum.

“Abla, hayalet görmüş gibisin.” dedi alayla. Gözlerimi devirdim. “Daha çok çocuk görmüş gibiyim.” dedim. Mutfağa yürürken, ayaklarımın altındaki zemini hissederek gerçek dünyaya biraz daha dönmeye çalıştım. Burası benim evimdi, benim mutfağım. Burada tehlikede değildim. En azından öyle olduğuna inanmak istiyordum. Anıl arkamdan içeri süzüldü ve sandalyeye oturdu. Rahattı, belki de gereğinden fazla. Ellerini masaya koydu, gözleri mutfağı tarıyordu.

“Bayağı sessiz burası.” dedi, laf olsun diye. Anneme babam erken kalkacakları için çoktan yatmaya gitmişlerdi.

“Gece üç.” dedim, bardağa su doldururken. “Bundan daha canlı bir ortam beklemiyordun herhalde.” Anıl hafif gülümsedi. “Bilmiyorum, seni böyle görünce insan bir şeylerin ters gittiğini düşünüyor.” Gözlerimi kıstım. “Ben hep böyleyim.” Başıyla onayladı ama gözlerindeki ifade değişmedi. Üstü kapalı bir şeyler sormak istediğini hissedebiliyordum. Ama doğrudan sormayacaktı, çünkü cevabı kaldıramayacağımı biliyordu. Suyumu içip mutfak tezgahına yaslandım. O ise sandalyesinde hafifçe geriye yaslandı. “Hadi.” dedim, kollarımı kavuşturup ona baktım. “Sormak istediğin şeyi sor.” Gözleri gözlerime kilitlendi. “İyi misin?” Küçük bir kahkaha attım. “Bunu soracağını biliyordum.” Omuz silkti. “Ne yapayım? Doğrudan sorsam muhtemelen duvarlarını daha da yükseltecektin.” İçimde bir şeyler kıpırdadı. Aslında haklıydı. Birileri bana fazlasıyla doğrudan yaklaştığında içgüdüsel olarak geri çekiliyordum. Ama Anıl farklıydı. Konuşmaya çalışıyor, etrafında dolanıyordu.

Derin bir nefes aldım. “İyiyim.” dedim, ama kelime havada asılı kaldı.

Anıl kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Gerçekten mi?” Gözlerimi kaçırdım. Bardaktaki suya baktım.

Gerçekten mi?

Cinayeti görmüştüm. O adamın gözlerindeki boşluğu, vücudunun yere düşüşünü, soğuyan havayı… Bunları hatırlamadan bir gün geçiremiyordum. Uyandığımda bile gözlerimin önüne geliyordu. Ama bunları söyleyemezdim.

“Evet.” dedim, başımı kaldırarak. “Gerçekten.” Anıl bana bir süre baktı. Sonra başını hafifçe salladı. “Tamam.” dedi, sesinde yumuşak ama belli belirsiz bir şüpheyle. Anıl, sandalyede biraz daha rahat bir pozisyona geçti, ama gözlerini benden ayırmadı. Sanki zihnimde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. O an, bu kadar dikkatli bakmasa her şeyin daha kolay olacağını düşündüm.

Bakışları elime kaydı, “Elindeki bardağı çatlatacaksın.” dedi bir anda.

Ne dediğini anlamam birkaç saniye sürdü. Sonra fark ettim—parmaklarım, bardağın etrafında sımsıkı kenetlenmişti. O kadar sıkıyordum ki elim beyazlaşmıştı.

Hızlıca gevşettim. Derin bir nefes aldım. Normal görünmeye çalışarak tezgaha bıraktım bardağı. “Dalgınmışım.” dedim, ama sesim o kadar da inandırıcı çıkmamış olmalı ki Anıl’ın bakışları daha da keskinleşti. Bir şey diyecekti, ama sustu. Bunun yerine sandalyesini biraz geriye itti, kollarını masaya koydu.

“Sana bir şey söyleyeceğim ama kızmayacağına söz ver.” Kaşlarımı kaldırdım. “Garanti veremem.” Hafif güldü. “Olsun, deneyeyim.”

Bir an durdu, sonra gözlerini bana dikti. “Bence iyi değilsin, abla.” İçimde bir şeylerin sarsıldığını hissettim. O kadar basit bir cümleydi ki. Ama nasıl bu kadar etkili olabiliyordu?

 

Bölüm : 26.03.2025 21:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...