
Oturduğu yerden ayaklandığında çoktan odamın yolunu tutmuştum. “Abla…” dedi. “Dur, valla özür dilerim.” Umursamadan odama girip kapıyı kapadım. Sessizce, kimsenin uyanmasını istemiyordu, kapıyı tıklattı. “Abla!” dedi fısıltıyla. Cevap vermeyip kulaklığımı takıp müzik listemde her dinlediğimde beni rahatlatan şarkılarımdan rastgele birine bastım.
Anıl bir süre daha kapının önünde bekledi ama içeriden hâlâ hiçbir tepki gelmiyordu. İç çekip başını iki yana salladı. “Tamam, tamam, pes ediyorum.” dedi kendi kendine ve sessizce uzaklaştı. Ben ise müziğin ritmine kendimi kaptırmış, her şeyden uzaklaşmıştım. Gözlerim odamın köşesinde duran o tabloya kaydı. Uzun zamandır elimi sürmemiştim ona. Bir yanım, hiçbir şey olmamış gibi devam etmem gerektiğini söylüyordu, diğer yanım ise tekrar başlamam için beni zorluyordu. Ayağa kalktım, ağır adımlarla tabloya doğru ilerledim. Üzerinde ince bir toz tabakası oluşmuştu. Parmaklarımı yüzeyinde gezdirirken içimde garip bir huzursuzluk hissettim. Devam etmeli miydim? Yoksa bu sadece anlık bir dürtü müydü? Gözlerimi tablonun üzerinde gezdirdim. Renkler hâlâ canlıydı ama bana eskisi gibi hissettirmiyordu. Sanki yarım kalmış bir cümle gibiydi—ne anlatmak istediğini biliyordum ama bitirmek için yeterince cesaretim var mıydı, emin değildim.
Parmaklarımı hafifçe yüzeyinde gezdirdikçe garip bir elektriklenme yaşadım. Ellerimden başlayan bu elektriklenme neredeyse tüm vücuduma yayıldı. Fırça darbeleri sertti, aceleyle yapılmış gibiydi. O an ne hissettiğimi hatırlamaya çalıştım ama bulanıktı. Belki de devam etmek için önce o duyguyu geri getirmeliydim. Ama ya artık aynı hissettirmiyorsa? Bir süre öylece durdum. Sonra yavaşça tabloyu yerine bırakıp geri çekildim. Şimdilik dokunmasam daha iyi olurdu, yatağıma geri döndüm. Bazen, bir şeyleri zorlamamak gerekiyordu. Müziğin sesini biraz daha açıp gözlerimi kapattım.
Müziğin ritmi kulaklıktan odamın duvarlarına çarpıp yankılanırken, zihnimdeki bulanıklık dağılır mı diye bekledim. Ama ne tabloyu tamamlamak için içimde o eski heyecan vardı ne de hissettiklerimi kelimelere dökebilecek gibiydim. Belki de bazı şeyler geri gelmezdi…Belki de hissettiğim o an, sadece o zamana aitti. Gözlerimi açtım ve tavana baktım. Müziğin melodisi içimde bir yerlere dokunuyordu ama yine de boşluk hissi geçmiyordu. Toprak’ın sözleri zihnimde yankılandı. O bakışları, sesinin o karanlık tonu… İçim sıkıştı. Müziği birden kapattım. Sessizlik anında her şeyi daha da gerçek hale getirdi. Yerimden kalkıp tekrar tabloya döndüm. Bir an tereddüt ettim ama sonra fırçayı elime aldım.
Bakalım, hala eskisi gibi hissediyor muyum? Fırçayı tuvalin üzerine dokundurduğum an, parmaklarımdan başlayarak tüm vücuduma yayılan o eski tanıdık hisse ulaşmaya çalıştım. Ama boşunaydı. Renkler… Dokular… Fırça darbeleri… Hepsi yerli yerindeydi ama içimde bir şey eksikti. Sanki bu tablo artık benim değildi. Ya da ben, onu tamamlayacak kişi değildim. Derin bir nefes aldım. Belki de gerçekten bazı şeyler, sadece yaşandığı ana aitti. Zorlamak, o anı geri getirmezdi. Fırçayı tekrar palete bıraktım. Tablonun karşısına geçip ellerimi kollarıma sardım.
Elimi sağ gözüme götürüp kaşıdım. Uykusuzluktan mı, yorgunluktan mı bilmiyorum ama göz kapaklarım ağırlaşmıştı. Bir anlam çıkarmaya çalıştım ama neyi anlatmak istediğimi sanki ben bile unutmuştum. İçimi tuhaf bir huzursuzluk kapladı. Kaşlarımı hafifçe çattım. Neydi bu his? Aklımın bir köşesinde Toprak vardı. Onun gözleri, sözleri, üzerimde bıraktığı o iz… Başımı iki yana salladım. “Saçmalıyorsun,” diye fısıldadım kendi kendime. Ama bu düşünceyi susturmak kolay değildi.
Onun dokunuşları… ellerinin sıcacık bedenimde bıraktığı hissi garip bir şekilde özlediğimi fark ettim. Bu…bu his çok yanlıştı. Kahretsin!
Derin bir nefes aldım ama yetmedi. İçimdeki huzursuzluk, sıkışmış bir halde göğsümde büyüyordu. Toprak’a duyduğum her şey, olması gerekenin dışına çıkıyordu sanki. Onu düşünecek en son kişi ben olmalıydım.
Ama zihnim bana ihanet ediyordu. Elimi boynuma götürüp hafifçe ovuşturdum, sanki bu düşünceleri oradan silebilirmişim gibi. Bunu yapamazdım. Böyle hissetmemeliydim. Ayağa kalkıp odada bir aşağı bir yukarı yürümeye başladım. Bu düşünceleri susturmalıydım. Toprak, benim dünyamda yeri olmaması gereken bir adamdı. Ama neden içimde bir yerlerde onu hala istiyordum? Neden…neden Aslı? Neden?
Gözlerim istemsizce bilgisayarıma kaydı. Sanki içimde birisi bana onun ellerinin kirli olduğunu söylüyordu. Orada olan bilgiler bana onun iğrenç biri olduğunu hatırlatıp duruyordu. Bilgisayarımın ekranı kapalı olsada sanki açıkmışçasına gözlerim uzaklara daldı. Orada, ekrana yansıyan bilgiler… Hepsi bana gerçeği hatırlatıp duruyordu. Toprak’ın iğrenç biri olduğunu. Boğazım kurudu. Parmaklarımı masanın kenarında gezdirdim, bir an için fareye uzanmayı düşündüm ama sonra geri çektim. O dosyalara tekrar bakmaya cesaretim yoktu. Gerçek oradaydı, inkâr edemeyeceğim kadar açıktı. Ama içimdeki diğer ses… O sesi nasıl susturacaktım? Ellerim yumruk oldu. Bir adım geri çekildim, ekrana daha fazla bakamadım. Toprak hakkında bildiklerimi mi önemsemeliydim, yoksa hissettiklerimi mi?
Gözlerim ekrandan kaydı, düşüncelerim karıştı. Bu kadar karmaşanın içinde nasıl bir yol seçeceğimi bilemiyordum. Her şey o kadar belirsizdi ki, sağduyum beni bir yere götürmüyordu. Toprak’ın yanında olmak, beni bazen korunduğum hissine sürüklüyordu, ama bir diğer yanda hissettiklerim bana onun içindeki karanlıkları hatırlatıyordu. O kadar iç içe geçmişti ki, ne doğruyu bulabilmek ne de hislerimle yüzleşmek mümkündü. Bir an gözlerimi masanın üstündeki birkaç kağıda çevirdim. Bu, benden çok şey alacak bir yola benziyordu. O dosyalar, çok fazla şeyi saklıyordu. Birinin bana bir şeyler söylemesi gerekirdi, belki de kimse söyleyemezdi. Her şeyin içinde kaybolmuşken, nasıl çıkabilirdim? İçimdeki kaos, vücudumun her noktasına yayılmıştı. Toprak’a yakın olmak… Bu, kaçış mıydı, yoksa bana yeni bir yol gösterir miydi? O an, bu soruya cevap bulamamıştım. Ama yine de geri adım atmak zor oluyordu. Neden? Çünkü ona dair hislerim, içimi saran bir sıcaklık gibiydi. Ama bildiklerim… O bildiklerimle mi devam etmeliyim? Bir süre daha bakakaldım ama bu defa bir şey değişmedi. Hissettiklerimi görmezden gelemem fakat onları kabul etmek, kendimi daha da derin bir çıkmaza sokmak olurdu. Ne kadar zorlayabilirdim ki?
Elim aniden midemin üzerinde durdu. Kendimi kusmamak için zor tutuyordum. Elim, midemin üzerinde sabit kaldı. Hissettiğim baskıyı bastırmak için birkaç kez derin nefes aldım. Ama bu, hislerimi yok saymak için yetmedi. Ne kadar direnç göstersem de, duygularım beni ele geçiriyordu. Bu çıkmazda ne kadar zorlayabilirdim ki? Her şeyin beni boğmasına, her şeyin bana rağmen büyümesine izin veremezdim. Zihnim o kadar yorgundu ki. Gözlerimi kapatıp, bir süre sessiz kaldım. Sadece kendimi dinledim, o karmaşanın içinde bir nebze rahatlamaya çalıştım. Ama biliyordum… Hislerim hep geri dönecekti. Odamın sıcak atmosferi ve yatağımın hayli sıcak olması sebebiyle yumuşak bir uyku beni kolları arasına yavaşça sardı, vücudumun gerginliği yavaşça çözülmeye başladı. Kendi nefesimi dinleyerek, içimdeki o karmaşayı bir anlığına susturabilmeyi umuyordum. Zihnim bir labirent gibi, beni oradan oraya sürüklüyordu. Adımlarımın sesini duyabiliyordum, ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Kaşlarımı çattım, bilinçaltımda oluşan görüntülerden kaçmaya çalıştım. Ama ne kadar kaçarsam kaçayım, onları silmek mümkün olmuyordu. Bir süre sonra bedenim iyice ağırlaştı, rüyaların o bulanık dünyasında kaybolmaya başladım. O an, gerçekten dinlenip dinlenmediğimi bilmiyordum. Ama bir şey kesindi: Sabah olduğunda, aklımdaki sorular hala orada olacak ve hiçbir şey çözüme kavuşmamış olacaktı.
***
Göz kapaklarım ağır ağır aralanırken, odanın soluk mavi duvarları gözlerimin önünde belirdi. Tavana asılı lambanın etrafındaki ince örümcek ağına takıldı gözüm. Annem görse çoktan temizlerdi ama ben fark ettiğim hâlde günlerdir dokunmamıştım. Ne gereği vardı ki?
Yan odadan gelen tabak çanak sesleri, annemin mutfakta olduğunu söylüyordu. Mutlaka kahvaltıyı hazırlıyordur. Babam ve kardeşim ise hâlâ uykudadır muhtemelen. Burnuma kızarmış ekmek ve demlenen çayın kokusu karıştı. Eskiden bu kokular içimi ısıtırdı, şimdi ise sadece bir sabah rutininin parçasıydı. Battaniyemi itip yataktan doğruldum. Pencerenin önüne yürüdüm, ince tül perdenin ardından sokağa baktım. Komşumuzun çocuğu, bisikletiyle dar kaldırımlarda hız yapıyordu. Karşı apartmandaki yaşlı kadın, her zamanki gibi camdan dışarıyı izliyordu. İnsanlar ne kadar da aynıydı… Her sabah aynı yüzler, aynı sesler, aynı kokular.
Odamın köşesinde üst üste yığılmış kitaplarıma göz attım. Kapağı açık olan defterimin içinde buruşturulmuş birkaç kâğıt vardı. Dün gece bir şeyler karalamıştım ama devam ettirmemiştim. Zihnim darmadağındı. Dışarıdan bakınca her şey normaldi belki ama içimde fırtınalar kopuyordu. Birkaç esneme hareketi yapıp banyoya yöneldim. Aynada kendime baktım. Gözlerimin altı hafif morarmış, saçlarım karışmıştı. Soğuk suyu avuçlarıma doldurup yüzüme çarptım. Belki de suyun ferahlığı, içimdeki sıkışmışlığı biraz olsun alırdı. Ama hayır… Her şey aynıydı. Birkaç dakika sonra mutfağa indim. Annem, ocaktaki çaydanlığa su ekliyordu. Elinde bir çay kaşığı vardı, gözleri dalgındı. Babamın telefonuna gelen mesaj sesi duyuldu. Kardeşim hâlâ ortalıkta yoktu. Annem bana kısaca baktı.
“Erken kalkmışsın,” dedi hafif şaşkınlıkla. Ben de omuz silktim. Uyumak artık huzurlu bir şey olmaktan çıkmıştı. Masaya oturdum, çayımı doldurdum. Camdan dışarı bakarken içimde büyüyen huzursuzluk hissini bastırmaya çalıştım. Bir sabah rutiniydi işte… Ama ben her geçen gün, bu rutinin içinden sıyrılıp gitmek isteyen biri gibi hissediyordum. Çayımdan bir yudum alırken mutfaktaki her sesi daha net duymaya başladım. Çaydanlığın hafif fokurtusu, bıçağın tahta kesme tahtasında çıkardığı tıkırtılar… Annem tereyağını ekmeğin üzerine sürerken yüzüme kısa bir bakış attı. O an, içinden geçenleri az çok tahmin edebiliyordum. Bana bir şeylerin yolunda gitmediğini sormak istiyordu, ama sormuyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |