
DOLUNAY'DAN
Sır saklamak zordur. Hele ki bu sır en derinlerde sakladığımız korkularımızdan ibaretse ve birilerini üzecekse daha zordur. Telefon kapandığında anlaşmışız gibi kimse konuşmadı. Ben ve Ulaş arabayı kim sürecek diye kavgaya tutuşmadık. Doğu, Yansı için uydurduğu takma isimlerle ona sinir krizi geçirtmedi. Yansı yaptığı herhangi bir planını anlatmadı. Mert ve Deniz birbirlerine bakmadı. Sessizce evlere dağılmış hatta birbirimize düzgünce iyi geceler diyerek vedalaşmıştık. Kavga yoktu, gürültü yoktu sanki sadece biz vardık ve kendimizle umulmaz bir çatışmaya girmiştik. Biz dışardan bakan insanlar için normal görünebilirdik fakat bu durum bizim yaşamadığımızı belli ediyordu. Kapıyı kapattığımızda anca yıkılabilmiştik hiçbirimiz birbirimizin ağlayışlarına dayanamazdık. Ağlayarak uyuduğum gecenin sabahına gözlerimi açmıştım. Neden birbirimize anlatmamıştık? Birlikte büyüdüğün dostların bile acılarımıza yabancıydı. Günün sonunda hep bir yabancıydık. Belki de hepimiz birer yalandık. Her zaman yan yana olduğunuz insanların bilmediğiniz yaşanmışlıklarını öğrendiğinizde insan bunu sormadan edemiyor. Telefonuma baktığımda Yansı'nın yeniden doğduğunu anlamak çok uzun sürmemişti. Buluşmamızı söyleyen mesajı okuduğumda daha çok rollerimize bürünmemiz gerektiğini hissettim.
Birbirimizi gördüğümüzde dün akşam hiçbir şey öğrenmemişiz gibi sohbet etmeye başladık. Gözlerimiz birbirini ele verirken dilimizle konuşmaya gerek görmüyorduk. Diyorum ya bazen yalan gibiydik
Kendi aramızda çetin bir tartışmaya girmiştik ve konumuz her zamankinden farklı değildi. Efarit kim? Sıradaki görevimiz ne? Hepimizin kendince bir fikri vardı. Ortamdaki gürültüyü Yansı'nın masanın ortasına adeta fırlattığı dosya bölmüştü.
"Konuş kovanımızın kraliçe arısı. Bizi böyle susturabilecek tek kişi sensin !" Yansı Ulaş'tan aldığı övgüyle saçlarının bir kısmını kulağının arkasına atıp gülümsediğinde ben göz devirdim.
"Takmış takıştırmış yine.'' Kırmızı renkte, üzerinde beyaz çiçek desenleri olan elbisesi dizinin altında bitiyordu. Açık bıraktığı saçlarının arasına yanlardan iki tane örgü örmüş ve kırmızı fiyonklu tokalarını bağlamıştı. Ona uygun kırmızı renkte yine fiyonk desenli sallana küpelerinin yanında, başının üzerine koyduğu aynı renkte çerçeveli gözlüklerle Doğu'nun ona hayranlıkla bakmasını normal karşıladığınız gibi peşinde bir katil olan grubun toplantısı için fazla ciddiyetsiz bir kombin olduğu gerçeğini pek de normal karşılayamıyordunuz.
Tokalarıyla oynayıp yüzündeki sırıtışla " Kıskanma tokalarımı çok tatlılar bir kere aynı benim gibi. " dediğinde ona yapmacık bir şekilde gülümsedim. En azından benim içim dışım birdi. Kendimi mutsuz hissediyordum. Buna uygun olarak da kot pantolonumu ve siyah yarım kol tişörtümü giyip birbirine karışan saçlarımı siyah şapkamın arasına saklamıştım. Berbat duygular içerisinde olduğumu kıyafetimle gösteriyordum.
Yansı ciddiyete büründüğünde biz de pür dikkat onu dinlemeye başladık
"Plan değişti Kaya'yı en sona bırakıyoruz. Vakit kaybetmeden takibe başlayacağız. Efarit'in son bir hamlesi kaldı."
"Son hamle derken? " dediğimde bir elini salladı.
"Siz ceza kısmını bana bırakın odaklanmanız gereken şüpheliler var. Dolunay iyi haber Melike'den başlıyoruz. Bunu duyduğum an yüzümde olan sırıtışa engel olamamıştım. Mert konuşmak için izin almak adına elini kaldırdığında Yansı gözünü açıp kapatarak izin vermişti "Şimdi Efarit Kaya'nın intikamını alan biri değil mi? O zaman bizim Kaya'yı seven birilerinin peşine düşmemiz gerekmez mi?"
"Güzel soru peki Efarit'in sizce bu sınıftan ulaşıp iş birliği içine girdiği birileri yok mudur?"
Mert biraz düşününce Yansı'nın söyledikleri aklına yatmış olacak ki başını salladı. Yansı bana döndüğünde ben ellerimi ovuşturuyor Melike için aklımdan geçen fikirlere gülüyordum ta ki benim gibi gülümseyen Yansı sinirlerimi bozana kadar.
"Erkenden sevinme Melike'nin takibi sen de değil. Sen ve Ulaş Can'ı takip edeceksiniz."
Bunu söylediği an sinirle konuşmaya başladım. "Neden? Ulaş çok sevdiği totemiyle gitsin onu takibe"
Bunu söylememle Mert'in öfkeli gözlerinin hedefi olmuştum. İkidir Ulaş'ın totemi yerine koyulmak hoşuna gitmemiş olmalı.
''Can'ın fabrikası yeni işçi alıyor siz de bir süreliğine orada çalışacaksınız. Şu sıralar yoğun oldukları için sizi fark edeceğini sanmıyorum fakat siz onu bulup izlemelisiniz.''
Fabrikada sıradan bir çalışanken nasıl bizim üstümüzde çalışan görevliye kendimizi fark ettirmeden takip edeceğimizden bahsetmemişti. Sanırım o kısmı bize bıraktı. En önemli kısmı!
"Yansı onu bu işe bulaştırma ben gider icabına bakarım. Başıma bela filan açar. Bir de ona bakıcılık yapmayayım. " Ulaş'ın sözleri üzerine Yansı dudağını ısırıp gözlerini kapatmış ağzının içinden "Kan çıkacak." dediğini duymuştum. Benimse Ulaş'ın söyledikleri yüzünden sinirlerim tepeme çıkmıştı "Ulaş benim senin korumana ihtiyacım yok fakat Yansı'ya hak veriyorum senin gibi bir kan emiciyi dizginlemek her yiğidin harcı olmadığı için bizi yan yana getirmesi pek de şaşırtıcı değil. " Dediğimde Yansı'nın elini dudağına götürüp " İkiniz de birbirinizi dizginlersiniz diye düşünmüştüm yani tam olarak dediğinden değil ama sen öyle mutlu olacaksan..."dese de duymazlıktan gelip sinirle Ulaş'a bakmaya devam ediyordum.
Bakışlarımı ondan çekip Yansı'ya döndüm az önceki ciddiyetimin aksine şikayet etmeye başlamıştım.
''Ben bir daha girmem fabrika ortamlarına. En son kavga ederek ayrılmıştık hatırlıyorsan.'' Üniversitedeyken gündelikçi olarak fabrikaya gidip çalışıyorduk ve pek çok kişiyle kavga etmiştik. Bazen haksızlık yapıldığını düşünüyorduk bazen de taciz olayları oluyordu ve benim kavga etmediğim kişi kalmamıştı. Kavgacı olduğumdan değil haklı olduğumdan.
''Sen her ortamda kavga ediyorsun. Bu yüzden yanına Ulaş'ı veriyorum. Kardeş kardeş kavga edersiniz.''
Doğu istemsizce yanına oturan Yansı'nın kulağına eğilip yine bizim duymadığımızı zannederek bizim hakkımızda konuşuyordu.
''Sultanım ikisini yan yana vermen dışardaki insanlar için daha tehlikeli değil mi?''
''İkisini yan yana getiriyorum ki birbirleriyle kavga etmekten dışarıya vakit bulamasınlar.''
''Anladım, çok zekisin bal peteğim.''
''Biliyorum Doğu ama bir daha bana bal peteğim dersen işte o zaman ne olacağını bilemiyorum.''
Doğu ondan uzaklaşan Yansı'nın söylediklerine rağmen ona hayranlıkla bakmaya devam ediyordu. Ben ve Ulaş olsak çoktan yüzüne bir yumruk indirmiştim.
Bizi bırakıp Deniz ve Mert'in takip edeceği Melike hakkında konuşmaya başladı. ''Melike butiği için erken saatlerde bir iş kadınıyla buluşacak kadının fotoğrafı ve mekanın ismi burada evinden takip etmeye başlarsınız.''
Yansı fotoğrafı yakınında duran Deniz'e uzattığında aniden sandalyesini yaklaştırıp fotoğrafı gösterirken heyecanla konuşmaya başladı.
"Yalnız kadın çok güzel. " Bir anda konuyu dağıtmasına alıştığımız için herhangi bir tepki vermeyip Deniz'in elindeki fotoğrafı aldım. Ne saçma ayrıntılara takılıyor. Bize ne buluşacağı kadından. Kesin kadının dedikodusunu yapalım diye fotoğrafını çıkardı.
"Estetik var belli. Yine de kadın doğru estetikle güzelliği yakalamış. Öyle abartmamış olayı." desem de buna çok takılmamıştım
Deniz de beni onayladı. "Herkesin kendi tercihi mesela ben de doğallıktan yana olmasam dudaklarımı yaptırmak isterdim. " dediğinde kolunu dürtüp "Yok be! Böyle güzelsin ama dediğin gibi bir olayda ben de burnumu yaptırmak isterdim. " diye onu destekledim.
Tabi bu sırada bizi dinleyen erkeklerden bir haberdik. Onların bu tarz konuları anlayabilecek son insanlar olduğunu düşünürsek birilerinin gereksiz çıkışması şaşırtıcı değildi.
"Delirtmeyin adamı kimi neyi yaptırıyor? " Ulaş'ın karşı çıkmasına sinirlenip "Sana ne oluyor be? Yaptıracak olan biziz istersek baştan aşağı yaptırırız. Her şeye maydanoz vampir ya! "Yansı tuhaf bakışlarıyla beni süzüp '' Doğu bile benzetme konusunda bu kadar düşemezdi." dediğinde yüzümü buruşturup arkama yaslandım.
Deniz fotoğrafı eline alıp bir süre inceledikten sonra Mert'e gösterdiğinde aklından bir hinlikler geçtiğini anlamam çok uzun sürmedi. Mert hissetmiş gibi daha Deniz kafasını çevirmeden ona bakmaya başlamıştı. İlişkilerini asla anlayamadığım bir ikili daha!
Bizim kız gözlerini kısıp elini çenesinin altına koyarken dirseğini masaya dayamıştı. Fotoğrafı gözleriyle işaret ederek ''Kadın güzel değil mi?'' diye sorduğunda göz devirdim. Mert'te aynı Deniz gibi durup yüzünü ona yaklaştırdığında cevap verdi.
''Senden güzeli mi var?'' Deniz verdiği yanıta gülümserken gözlerini kapatıp başını eğdiğinde Mert onu izleyerek gülmeye başlamıştı. Deniz gülünce Mert daha çok gülüyordu.
''Şarkıdan alıntı yapma azıcık yaratıcı ol!'' dedi Deniz.
''İnsaf be kadın! Ne şiirler yazdık sana lisede!''
''İşte lisede yazdın şimdi niye yazmıyorsun?'' Allah başka dert vermesin.
''O kadar güzel söz nereye gidiyor acaba? Sana yazdıklarımı yayınlasaydım şimdiye kaçıncı kitabım çıkıyordu Allah bilir.'' Mert'in cümlesi üzerine Deniz kaşlarını çatıp ona bakıp ''Hele bir yap öyle bir şey-'' demesine kalmadan Mert araya girdi.
''Yapmam yapmam onlar sana özel. Ben hiç başkasına sana yazdığım şiirleri okutur muyum? Ne şiirler yazdık biz sevdamızdan çekmecelerde kaldılar.''
''Kim demiş çekmecede kaldı? Ben onları kalbimde taşıyorum.'' Kusacağım şimdi!
Deniz ne dediğini yeni fark etmiş kocaman açılmış gözlerle Mert'e baktığında kendisine anlamlı bir tebessümle baktığını gördü.
Mert gözlerini ondan ayırmayarak hafifçe başını sallayıp ''Biliyorum.'' dedi.
Oluşturdukları bu atmosfere benden önce Ulaş isyan ederek ona minnetle bakmamı sağladı.
''Ya susun artık be! Bir kadına güzel dediler nerden nereye geldi mevzu!'' Hemen ona destek oldum.
''Bunlar nasıl alakalı alakasız her yerde birbirlerine aşkını ilan edip cilve yapabiliyorlar?''
''Anı mı kolluyorlar anlamadım ki.'' dedi Ulaş' ta bıkmış bir halde.
''Gidin evinizde ilanı aşk edin ya bizi bir salın romantik değiliz biz!'' diyerek içimdekileri sonuna kadar açığa vuruyordum.
''Doğru, kıskançsınız.'' dedi Mert
Ulaş ve ben aynı anda cevap verdik.
''Hayır haklıyız!''
Konunun daha fazla dağılmasına müsaade etmeyen Yansı hemen toparlamaya başladı. ''Ben Burhan'ı Doğu ise Arda'yı takip edecek. Bir haftamız var arkadaşlar. Bir hafta içerisinde bu kişilerde sezdiğimiz herhangi bir garipliği. Gizli bir konuşmayı kesinlikle dikkate alacağız. Hiçbir şeyi gözden kaçırmayın.''
Sıkıntılı bir nefes verdim nerede saçma bir olay varsa kendimizi içinde bulmamız artık garip gelmiyordu.
''Allah aşkına Kıraç'ı arayıp onları takip ettirsek olmaz mıydı? Biz ne anlarız birini izlemekten!'' dediğimde Yansı göz devirirken Doğu açıklamaya girişti.
'' Her olaya polis müdahil olacaksa biz hiç yer kaplamayalım kitapta.'' Yansı'nın yine kitap perileri gelirken Doğu eliyle sakin olmasını işaret edip açıklamaya koyuldu.
''Yine benim polis olmamı es geçip direkt Kıraç'a haber verme isteğiniz bir tarafa. Onu sözde şüpheli listemizin peşine düşmesi için nasıl ikna edeceğiz? Çünkü oluşturduğumuz bu listenin çoğunluğu bizim önceden husumetli olduğumuz kişiler ve Kıraç bunu çok iyi biliyor da ondan soruyorum.''
Kendisinin sürekli hatırlattığı küçük ayrıntıya sinir olduğum için kollarımı bağlayıp arkama yaslandım.
''Onu da sen bul polis bey!'' dediğimde göz devirdi.
''Eğer biz onu arayıp peşlerine birilerini takmasını istesek bize deli olduğumuzu ve böyle bir işe kalkışmayacağını söyler. Emin olmadan ona kimseyi takip ettiremeyiz. Kişisel duygularımızı karıştırdığımızı düşünür ''
Doğu'nun açıklamasıyla tatmin olmasam bile üzerinde durmayıp devam ettim.
''Peki bizi hemen alacaklarından emin misin? Daha başvuru bile yapmadık.'' dediğimde Yansı ile göz göze gelip sırıttı.
''Biz onu hallettik yarın başlıyorsunuz ikinizi de aynı duraktan alacaklar sakın geç kalmayın akşam yine hatırlatırım size.'' Yansı'nın söyledikleriyle el mecbur onu onayladım. Hepimize tek tek bakıp tekrara ayağa kalkıp yumruk yaptığı elini kalbinin üstüne koyup başını eğerek selam verirken ''Gazamız mübarek olsun!'' dedi. Kesin dün gece tarihi dizi izleyip kendini gaza getirmişti. Ne diyelim? Sonumuz hayır olsun.
----------------------------------------
''Yapabilirsin Dolunay! Sadece sakin olacaksın. Sen neleri başarmışsın Ulaş'a mı katlanamayacaksın?''
Derin bir nefes aldım kendimi sakinleştirmeye çalıştığım gibi içimden kimseyle kavga etmemek için dua ediyordum. Daha doğrusu Ulaş ile kavga edip ağzını burnunu kırmamak için kendimi telkin ediyordum. Öyle bir olay gerçekleşirse planı mahvettiğim için Yansı benim başımın etini yerdi. Ben kendimi motive etmeye çalışırken yanımda beliren bedenle irkildim.
"Evet, ne yapıyoruz? "
Başparmağımla ön dişimi iterken ters ters ona baktım
"Ödümü patlattın! Ne diye zebani gibi dikiliyorsun? "
"Bir dahakine geleceğimi megafonla haber ederim Dolunay?! "
"Bir zahmet! İnsan yanında kan emici bir vampir görmeden önce haberi olsun istiyor. "
Bana doğru bir adım atarken "Bana bak Ay!" dediğine bende ona bir adım yaklaştım.
"Dalga geçmek için şunu söyleyip durma!"
Çattığı kaşları düz bir hal alırken bir anda alaylı tavrına bürünmüştü.
"O kadar belli oluyor muydu ya?"
"Ne? "
Yüzünde sinir bozucu bir sırıtışla bana baktı. "Dalga geçtiğim. " dedikten sonra ellerini cebine koyup önüne döndü.
Çıldıracağım! Kendi kendime sabır diliyordum
"Bugün düşmanlık yok Dolunay. Bugün müttefikiz unuttun mu?" Ona baktığımda ciddi görünüyordu.
''Mümkünse birbirimizi tanımıyormuş gibi yapalım. Yani pek konuşmayalım demek istiyorum.'' dedim. Hemen itiraz etti.
''Olmaz!''
''Neden?''
'''Yansı öyle yapın demedi. Planın dışına çıkınca kızıyor biliyorsun. Eğer ısrar edersen bir çocuk misali mızıkçılık yaptığın için seni ona şikayet ederim uğraşır durursun.''
''Bir tehdit edilmediğim kalmıştı. Ne zamandan beri Yansı'nın her dediğine boyun eğer oldun?''
''Ben uyumlu bir insanım bizde kadının üstüne söz söylenmez. En fazla söyleyebileceğimiz söz 'haklısın' olabilir.''
''Ay ne kadar incesin!''
Biz konuşurken yakınımızdan gelen korna sesiyle oraya döndük. Dün akşam mesajla atılan plakaydı. Kısa bir an Ulaş ile birbirimize bakıp araca bindik. Çalan türkü direkt kulaklarımızı esir aldı. Ortalarda bir kızın yanı boştu onun yanına geçtim. Ulaş ise arkaya geçip oturdu. Yolculuğumuz başladığında üzerimde bir gerginlik vardı. Parmaklarımla oynuyordum. Böyle iş yerlerinde bazı yetkilere sahip kişiler sıkı bir denetim yapabilirdi. Kabaca lavaboya giderken bile hesap verir hatta sırayla gidebilirdiniz. Disiplin sağlamaya çalıştıklarını zannederek yanılgıya düşerdik çünkü bu kurallar sadece belirli kişiler için geçerliydi. Ekmeğinizin peşinde koşarken sekiz saat boyunca aynı yerde tıkılı kalıp akıl sağlığınız korumakta zorlandığınız yetmezmiş gibi bir de böyle insanlarla uğraşırdınız. Sürekli orada çalışan insanlarda peygamber sabrı olmalıydı.
Yanımda oturan kız hiç konuşmadı benim için sessiz bir yolculuktu. Yeni işe girdiğimiz için kıyafetlerimizi verip bölümlerimizi söylediler. Ulaş ve ben farklı bölümlerde çalışıyorduk. Telefonlarımızı yanımızda tutmamıza izin veriyorlardı. İçeri girdiğimizde Ulaş'a döndüm.
''Dikkat et Dolunay! Molalarda inatçılık edip yanıma gelmemekte inat etme. Can ile karşılaşırsan onu görmezden gel!'' diye beni çocuk gibi uyardığında baygın gözlerle ona bakmadan edemedim.
''Tamam Ulaş, çocuk gibi uyarıp durma anladım.'' Tam gideceğim sırada beni yine durdurmuştu ''Mümkünse kimseyle kavga etmezsen sevinirim.'' Dişlerimi sıkmış ona kızacağım sırada yanımdan uzmanlardan biri yanımıza geldiği için ağzımı açamamıştım.
Beni kendi bölümüme götürüp kısaca işi anlattığında daha önce tecrübem olduğundan yapılan işe yabancı değildim. Allah'ın aşkına burada insan çalışmaktan kafasını kaldıramaz. Kaldı ki biz Can'ı takip edecektik. Bu karışıklıkta onu bulursak neden olmasın? Üstelik hadi diyelim Can tuhaf davranıyor olsun. Adamı nasıl takip edeceğiz? Burası insan takip edilecek bir yer değil ki. Bir kozmetik fabrikasındaydık ve ben paketleme yapıyordum. Saate baktığımda öğleye geliyordu. Evet bu zamana kadar Can'a dair herhangi bir olay yaşamamış olmam Yansı'nın gerçekten para kazanalım diye bizi buraya gönderdiğine dair şüphelerimi güçlendiriyordu.
''Yeni mi başladın?'' yanımdaki masada çalışan sarışın kızdan gelmişti bu soru. Buranın kurallarında makyajın yasak olduğu yazıyordu sanırım kızın gözündeki eylenir ve fondötene batırdığı yüzünü makyajdan saymıyorlardı. Makyaj anlayışlarını merak ettim. İşte bundan bahsediyordum.
Kafamı sallayıp gülümseyerek ''Evet.'' dedim.
''Servise birlikte bindiğin çocuğu tanıyor musun?'' Babamın oğlu olur kendisi. Dakika bir gol bir be kardeşim!
Yanaklarımı ısırıp ''Evet tanıyorum.'' Devamını getirmek istediğim ama gaza geldiğimi anladığım için kendimi frenlediğim anlardaydım. Burada sarışınları yolmak suç sayılıyor mu?
''Sevgili misiniz?'' Sabahtan beri asıl sormak istediğin soru buyken ne diye kıvrandın?
Tam cevap vereceğim sırada hemen arkasında gördüğüm kişiyle gözlerim kocaman açıldı. Elinde tuttuğu telefonla Can bir hışım önümden geçip gitmişti. Bu kadar acil olanın ne olduğunu anlamayarak ona dikkat kesildiğimde yanımdaki kızı duymuyordum.
Gözümü onun üzerinden ayırmazken ''Ben lavaboya gidip geliyordum.'' dedikten sonra yanından ayrılmıştım bile.
Onu takip ettiğim tenha bir köşeye gelmişti. Onu duyabileceğim bir mesafede durup dinlemeye koyuldum.
''Anlamıyor musunuz? Gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Başka bir yol bulmalıyız.''
Neden bahsediyordu?
''Tamam ama biri fark ederse ne olacak?''
Kim neyi fark edecekti? Konuşmalar tek taraflı ilerlediği için hiçbir bilgi alamıyordum.
''Peki iki gün sonra saat gece iki de arkaya gelirsiniz.''
Telefonu kapattığını anladığımda beni görmemesi için hareketlenip arkamı döndüğüm zaman çarptığın bedenle neye uğradığımı şaşırdım. Kim olduğuna bakmak için başımı kaldırdığımda Ulaş ile göz göze gelmenin beni bu kadar rahatlatacağını düşünmemiştim.
''Siz ne yapıyorsunuz burada?'' Hiç şaşmaz hemen yakalanırız!
Can'ın tükürüğüme bile değmeyecek yüzünü gördüğüm zaman yüzümü buruşturmamak için kendimi çok zor tuttum. Tuhaf bir ifadesi vardı biraz endişeli duruyordu. Bu hali bizi görmenin şaşkınlığından mı yoksa az önceki konuşmasını duyma ihtimalimizden mi bilemiyorum.
Yüzümdeki yapmacık gülümsemem bir tarafa sesimin titrememesi için girdiğim çabayla üzerimizdeki iş kıyafetlerini göstererek ''Çalışıyoruz. Görmüyor musun?'' diyebilmiştim.
Suratımıza ciddi olamazsınız gibi bakarken ''Yanlış bilmiyorsam Ulaş'ın spor salonu vardı.'' dediğinde içimden saydırıyordum. Ne spor salonuymuş arkadaş? Bu herif de zengin olacak zamanı buldu. Beni sorgulamaması normaldi şu an evden çalışıyordum. Yansı ile birlikte dijital işlere sarmıştık.
Aklıma bir anda gelen fikirle ağzımdan çıkanlara mani olamadım ''Ekonomi kötü.'' dedim. Bence gayet inandırıcıydı.
Yüzüme inanamayarak bakıyordu bense Ulaş'ı dürtüyor bana yardım etmesini işaret ediyordum. Suratına baktığımda bu kıvranan halimden eğleniyor gibi bir ifadeyle bana bakıyordu. Kaşlarımı çattığımda sinirden yanaklarımı ısırıyordum.
Bana doğru bir adım atıp ''Ne işler çeviriyorsunuz bilmiyorum fakat kısa zamanda kendi isteğinizle defolup gitseniz iyi olur yoksa ben sizi gönderirim.'' dediğinde tehditkar tavrına karşılık Ulaş' ve ben aynı anda öfkeyle ona bakmıştık.
Ulaş önüme geçip ona doğru bir adım atarken ''Can adımlarının yönüne dikkat et bu sefer sandalye ya da sırayı kafanda kırmakla kalmam!''
Can sertçe yutkunup ona baktığında Ulaş'ın bu herifin üzerinde kırdıklarının iyi bir etki bıraktığını anlıyordunuz. Yine de geri adım atmayıp başını dik tuttu.
''Dediğim gibi mümkün oldukça karşılaşmayalım.'' Az önce defolup gidin diyen adama bakın. Aralarına girme gereği duymuyordum çünkü ikisinin arasında anlam veremediğim bir sürtüşme vardı. Yanımızdan bir hışımla çekip gittiğinde arkasından bakmakla yetinmiştim.
Ulaş aniden bana döndüğünde birkaç adım geriledim. ''Sana tek başına bir işe kalkışma dedim.''
''Ne yapsaydım? Hızlı adımlarla önümden geçip gittiğinde peşine düştüm. Sana haber verecek zamanım yoktu. İyi ki de peşine düşmüşüm az önce telefon konuşmasını duydum. İki gün sonra saat gece iki de birine söz verdi ama konunun ne olduğunu tam anlamadım. Birilerinin fark etmesinden endişeliydi.''
Ulaş söylediklerimle kısa bir sessizliğe bürünürken az sonra konuşmaya başladı.
''Sonra detaylıca konuşuruz bunları. Şimdi sen bir daha bensiz hareket etmiyorsun anlaşıldı mı?''
Yürürken aynı zamanda konuşuyorduk. Daha fazla ortalarda olmamamız dikkat çekebilirdi.
''Tamam be! Sen de zengin olacak zamanı bulmuşsun doğru düzgün yalan söyleyemiyoruz. Kim inanır senin para için buraya geldiğine?''
Yürümeyi bırakıp şaşkınca bana baktı.'' Param olduğu için kavga ediyorsun benimle farkında mısın?''
''Evet farkındayım. Ben yalan söylemek için kırk takla atıyorum beyefendi pişmiş kelle gibi sırıtıyor.''
Tekrar yürümeye başlamadan önce yanaklarını ısırmıştı. Gülmemek için kendini zor tuttuğuna eminim.
''Sırıtmıyordum.''
''Yüz ifadeni gören herkes içinden kahkahalar attığını anlardı.'' dedikten sonra yanından ayrıldım. Eski yerime geldiğimde kız bir arkadaşıyla sohbet ediyordu. Adımı bile sormadan Ulaş'ı sorduğu için tanışamadık kendisiyle. Öğle arasında girdiğimizde hemen telefonuma sarılıp Yansı'yı aradım. Birkaç çalışta açtığında lafı dolandırmadan konuya girmiştim.
''Yansı, Can bizi gördü.''
''Gördü derken nasıl gördü?'' Yansı'nın gülerek söylediği sözlerinin altında yatan imayı anlamak çok zor olmadı.
''Müstehcen düşünceleri sil aklından! Öyle bir görmekten bahsetmiyorum. Bizi fark ettiğini söylüyorum.''
Az önceki imasının gerçek olmadığını anladığında sesindeki hayal kırıklığını gizleyememişti.
''Tabi görecekti. Siz ne sandınız? Gerçekten sizi fark etmeyeceğine inanmış olamazsınız. Ben onu öylesine söylemiştim.''
''Bizimle dalga geçme! Kendisini takip ederken fark etti. Sanırım onu izlediğimizi anladı. Ne yapacağız şimdi?''
''Tavırları nasıldı?''
''Ne?''
''Sizi fark ettiğinde nasıl davrandı?''
Biraz düşünüp cevap verdim.
''Başta doğal olarak afalladı. İşte neden burada olduğumuzu sordu. Bizde ekonomik kötü dedik. Buradayken çalışalım boş durmayalım diye bahane uydurduk.''
Yansı dalga geçerek ''Ekonominin kötü olmasının bizim işimize yaraması yüzünden insanlar sinir krizi geçiriyordur şimdi.'' dediğinde yine kitap palavrasına geçmesine karşın dişlerimi sıktım. Yangın var diye bağıracağım az kaldı!
''Kafanın içinden uydurduğun insanlar sinir krizi geçiriyor mu bilmem ama ben şimdi telefonun ucundan sinir patlaması yaşayacağım.''
''Tamam sakin olun. Bir iki gün daha gittiğinizde size karşı temkinli olmayı bırakmazsa demek ki onda bir tuhaflık vardır.''
''Tabi kesinlikle geçen gün ağzı ile burnun yerini değiştiren adamla aynı yerde çalışmaktan doğan memnuniyetsizliği yüzünden bize dikkat kesilmiş olmayacaktır.''
Yansı'nın yeni aklına gelen olayla şaşkınlığı sesine yansımıştı. ''Ay doğru! Biz onları dövmüştük değil mi? Ben unutmuşum o kısmı.''
Yüzüm ağlamaklı bir hal aldı. ''Ne kadar küçük bir ayrıntı değil mi?''
''Ulaş yanında mı?''
''Hayır!''
''Onun yanından ayrılma diye kaç kere söyleyeceğim?''
''İlk defa söyledin.''
Şu an afalladığına emindim. ''Tamam baştan alalım. Onun yanından ayrılma. Yapışık ikiz gibi gezin sanırım orada bizim tahminimizden daha büyük bir olay dönüyor. Size söylemedik çünkü emin değildik ama bugün emin olduk.''
''Nasıl yani?''
''Fabrikanın sahibi Vedat Çiğil!''
''Ne?''
''Öyleymiş, sizi oraya göndermemizin tek sebebi Can değil. Bu olay bir tesadüf olamaz herhalde. Bu yüzden gözünüzü dört açın ve birbirinizi kollayın.''
''Peki bunu niye şimdi söylüyorsun eşek arıcığım?''
Ona takma at takmama bozulduğu için Doğu'ya saydırarak konuşmaya başladı.
''Doğu grupta lanet bir akım başlattı. Şöyle ki kağıt üstündeki isimler farklı ama bağlantılar bizi Vedat'a gönderiyor. Bunu bulmamız da hayli zamanımızı aldı. Yani sizin koca fabrikada sadece Can'ı takip etmeniz saçma bir bahaneydi. Vakit kazanmak adına sizi içeri soktuk. Bunu niye hiç sorgulamadığınızı anlamadım. Koca yerde nasıl onu takip etmeyi planlıyordunuz?''
''Hay ben böyle işin-'' diyeceğim sırada ne ara geldiğini anlamadığım Ulaş karşımda belirip elini dudaklarımın üstüne koymuştu.
''Küfür yok Dolunay!''
''Fabrika Vedat Çiğil'e ait.'' dediğime şaşırmış bir halde yüzüme bakarken benimle aynı tepkiyi verdi.
''Hay ben böyle işin-'' cümlesini tamamlamasına izin vermede elimi ağzının üstüne koydum.
''Küfür yok Ulaş!''
''Niye birbirinize engel oluyorsunuz ne güzel küfür edecektiniz ben de iddiayı kazanacaktım.''
Lisedeyken kendi aramızda çok küfür ederdik ve Yansı sonunda dayanamayıp bir kural koymuştu fakat bunun bizim üzerimizde bir etkisi olmadığını fark edince olayı bir oyuna çevirdi. Başta yan yana olduğumuz her an küfür etmek yasaktı fakat erkekler buna itiraz edince Yansı durumu biraz daha yumuşattı. Erkekler kadınların kadınlarda erkeklerin yanında küfür ederse oyunu kaybedip bir gün boyunca Doğu'nun kölesi olacaktı. Bu korkunç bir ceza olduğu için hepimiz ağzımızdan çıkanlara dikkat etmeye başlamıştık. Biz kız kızayken küfür edecek bir ortam pek oluşmadığında bu oyundan itibaren neredeyse hiç küfür duymaz olmuştuk. Eğer Doğu iddiayı kaybederse bir gün boyunca Ulaş ne derse onu yapacaktı. İkisinin iyi anlaşamadığını göz önünde bulundurursak Doğu adına felaket bir durumdu.
Yansı'nın bir dolu uyarısıyla telefonu kapattık. Öğle molasının ardından geri kalan gün normal geçmişti. Arada Can ile karşılaşsak bile birbirimize düşmanca bakmaktan ileri gitmemiştik. Ben yeni insanlarla tanışmıştım. Geçi başta iyi olanlar sonradan kötü olabilirdi çoğu zaman kimin nasıl biri çıkacağını bilemiyordunuz.
Sonraki gün biraz daha rahattık. Hatta Ulaş beyefendi kendine ortam bile yapmıştı. Erkeklerin bu konulardaki rahatlığı insanı bitirirdi. Ne ara okey oynayacak kıvama geliyorlar insan anlam veremiyordu.
''Dolunay?'' Çay molasına çıkmıştık ben de dışarda diğerleriyle birlikte oturup sohbet ediyordum. Adımı duymamla sesin geldiği yere kafamı çevirdim. İlk geldiğim gün adımdan önce Ulaş'ı soran kızdı. Onlar olmazsa olmaz zaten.
''Efendim?''
Beni baştan aşağı süzdükten sonra lütfetmiş gibi yanıma oturmuştu.
''Ulaş'ı soracaktım. Siz yakın görünüyorsunuz. Arkadaş mısınız?'' Zoraki bir gülümseme yüzümde asılı almıştı.
Bakışlarımı kaçırırken ağzımın için ''Aynen askerlik arkadaşım.'' cümlesi dökülmüştü. Neyse ki duymamıştı.
''Evet arkadaşım olur kendisini çok iyi tanırım.''
''Hayatında biri var mı?'' İlk defa erkek görüyor gibi davranmıyorlar mı gel de kriz geçirme!
Az önce kurduğu cümlenin devamıyla onun dışında her yere bakan gözlerim sadece ona kilitlenmişti. ''Bana fark etmez de yine de sorayım dedim.'' Sinirden kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırıyor yanaklarımı şekilden şekile sokuyordum. Bu zamanlarda korkunç göründüğüme emindim.
''Hayatında kimse yok çünkü doğru düzgün bir hayatı yok. Yapayalnız, dümdüz bir adam ama sen görünüşe aldanma kendisi pek tekin biri değildir. Böyle belalı biridir. Sinir bozucudur üstelik kasları da gerçek değil hep kullandığı ilaçlardan. Hatta tefeciye bile borcu var. İçki sigara kumar ne kadar illet varsa vücuduna toplamış. Tabi yine senin kararın sen sordun diye anlatıyorum bunları. Uzaktan temiz birine benziyor fakat işte böyle kandırıyor insanları. Kaç tane zengin kadını böyle ağına düşürdüğünü bilemezsiniz. Bugünlerde işleri pek yolunda gitmemişse demek ki kendini burada buluvermiş. Biz aynı mahallede yaşıyoruz ben oradan biliyorum. Tesadüf benimle aynı gün işe başlayası tutmuş çok durmaz burada birine takıldım mı uçar gider.'' Bir solukta uydurduğum yalanlarla bende inanamıyordum.
Kıza baktığımda ağzı açık benim söylediklerimi dinlediğini fark ettim. Bir ihtimal kötü birini bekliyor olabilirdi ama bu kadarını benim gibi o da tahmin etmiyordu sanırım.
''Sağ ol canım!'' derken transa girmiş duruyordu. Böyle kalacağı kadar da büyük bir mesele değil. Abartıyor. Ne dedim sanki?
----------------------------------------------------------------
Bugün Can'ın telefonda bahsettiği gündü. İşten çıktıktan sonra Ulaş ne olur ne olmaz diye arabasıyla bizi tekrar fabrikaya getirmişti. Sadece ikimiz vardık çünkü diğerleri takip ettikleri kişilerle ilgileniyorlardı. Çok gelmek isteseler de mecburen oldukları yerde kalmışlardı. Doğu herhangi bir olumsuz durumda direkt polisi arayıp kendisine haber vermemizi söylemişti. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk.
"Sen arabada kalıyorsun."
Alayla güldüm. ''Ciddi olamazsın. " dediğimde arabadan inerken "Şansımı deneyeyim dedim. " dediğini duymuştum.
Gecenin kör vakti sessiz adımlarla ilerliyorduk. Fabrika hala çalışıyordu ve biz tam olarak nereye gideceğimizi bilmesek de Can'ı bulursak onu takip ederek neler döndüğünü anlayabileceğimizi düşünüyorduk.
''Dolunay iş hayatın nasıl gidiyor?'' Ulaş'ın bir anda sorduğu soruya anlam verememiştim. Sırası mıydı şimdi?
''Neyin içine düştüğümüzü bilmediğimiz bir durumda oturup dedikodu mu yapacağız?''
''Çok doğru bir kelime 'dedikodu' dünden beri fabrikada benim hakkımda dönen dedikodular aklıma geldi. Sahi sence kim çıkardı söylentileri?''
Neyse ki arkası bana dönük olduğu için gözlerimi kaçırdığımı görmüyordu.
''Ben ne bileyim canım? Hava bugün daha mı sıcak?''
''Benim bir tahminim var aslında. Hava gayet iyi.'' Yutkunup nefesimi dışarıya üfledim.
''Öyle mi? Neymiş tahminin? Bana niye bu kadar sıcak geliyor?' '
''Böyle saçları sarı, mavi gözleriyle etrafa çipil çipil bakan balık etli, ufak tefek, özellikle benim asabımı bozacak her işe burnunu sokmaya meraklı biri. Tanıdık geldi mi?"
Sessizce arkasından yürümeye devam ediyordum
"Düşündüm de çıkaramadım. Kim acaba? "
"Belki de kaçacak yerin olmadığı için bir sıcak basmıştır seni. "
Bütün oyunculuk performansımı kullanarak sesimi şaşkın tutmaya çalışıyordum.
"Ne münasebet? Sen başına taş düşse benden bilirsin. Nereden çıkardın ben olduğumu? "
Bir anda durup bana döndüğünde bir adım geriledim. "Bir bakalım. Biri benim için kadınları parmağında oynatan tefeciye borcu olan lanet bir herif olduğum söylentisini yayıyor. Emin ol bunları duyduğum an senin yaptığını anlamam pek uzun sürmedi. Tam senin ayaküstü uyduracağın türden yalanlardı."
Az önceki gergin halimi bir tarafa bırakıp bu sefer umursamaz bir tavır takınmıştım.
"Ne olmuş? Ben biraz kızlarla eğleneyim diye söylemiştim. Ciddiye aldılarsa onların suçu. "
"Pes vallahi pes. Burnun düşse yerden almaz benim kabahatim yok kendisi düştüyse kalksın dersin sen!"
"Bir de eğilip alacak mıydım? Oldu paşam! Burnum bu nadide bedeni terk ettiyse kendi kabahati. Ben niye peşine düşecekmişim? "
"Düşme Dolunay sen hiçbir zaman peşine düşme! " dedikten sonra yürümeye devam etti. Bu tavırları benim sergilemem gerekiyor. Can'ın görüş alanımıza girmesiyle önceden giyinme yeri olarak kullanılan konteynırlardan birinin arkasına saklanıp izlemeye başladık. Can beyaz bir kamyonetin önünde kirli sakallı simsiyah gözlü orta boylarda bir adamla konuşuyordu.
''Çok boşladın bu sıralar Can.''
''Fabrika dikkat çekmeyelim diye 24 saat çalışıyor kimseye göstermemek için kırk takla atıyoruz haliyle.''
''Bu iş süreklilik ister öyle bir kerelik bir olay değil. Biz burayı işletelim diye kurmadık. Anlıyor musun?''
Can kafasını salladıktan sonra oradan uzaklaşıp içeri girmişti. Yanındaki adamda arkasını döndüğünde Ulaş ile birbirimize bakıp başımızı sallayarak onay vermemizin ardından etrafı iyicene kolaçan edip hemen Can'ın peşine takılmıştık. Uzun ve dar koridorda bir süre yürümesinin ardından sağa dönmüştü. Bir kapıdan içeri girerken biz kapıyı ardından kapıyı kilitlemişti. İçerde ne yaptığını anlamk için kulağımızı kapıya dayadığımızda kısa bir süre sonra sesler kesilmişti.
Ulaş kolumdan tutup beni saklanmak için kenara çekerken ''En iyisi çıkmasını bekleyelim.'' dedi. Kafamı sallayıp onu onayladım. Biraz sonra Can çıktığında kapıyı kilitlemişti. Uzaklaştığından emin olunca yavaşça saklandığımız yerden çıktık.
''Şimdi ne yapacağız? Kapıyı kilitledi. Kırmak çok ses çıkarır.''
Kafamdaki tel tokalarından birini çıkartıp kendime alan açmak için onu kenara iterken ''Bir gün de bir yeri kırma Ulaş.'' dediğimde omuz silkip ''Huyum kurusun.'' diye cevap vermişti. Bıkkın bir nefes verip kilide eğildim. Uzun uğraşlarım sonucundan kapıyı açtığımda elimle içeriyi gösterip zafer pırıltılarıyla ona bakıyordum. ''Birileri arabada kalmamı söylüyordu.'' diye imayla konuştuğumda içeri geçerken yakasını çekiştirip ''Hava da nem çok bugün.'' benim gibi geçiştirdiğinde arkasından girerken gülmeden edememiştim.
İçeri girdiğimizde beklediğimizin aksine etraf fazla normaldi. Küçük bir odada temizlik malzemeleri ve birkaç ıvır zıvır dışında pek de göze çarpan bir durum yoktu. Can'ı burada uzun süre tutacak bir neden olmadığı gibi. Oda bakacak çok fazla yer olmadığından. Ayağımızın altından gelen gıcırtı sesleri kulaklarımızı tırmalamaya başlamıştı. Tam odadan çıkıp gidecekken ikimizde aynı anda durup öce birbirimize sonra yere baktık. Yerde tozdan rengi belli olmayan bir kilim serilmişti. Önce onu kaldırdık. Parkeleri tek tek kontrol ederken ufak bir çıkını dikkatimi çekti. Ona doğru elimi uzattığımda bir tarafının havaya kalkmasıyla yerden bir ses gelmesi bir olmuştu.
''Dolunay aşağıya bak.'' diye Ulaş ile yere baktığımda gizli bir kapıyı açtığımız anlamam çok uzun sürmemişti. Ayağa kalkıp iyicene yaklaştığımda aşağıya uzanan bir merdiven karşımıza duruyordu. Buradan içerde ne olduğunu görmek mümkün görünmüyordu çünkü aşağısı kapkaranlıktı. Ulaş ve ben birbirimize baktığımda başka çaremiz olmadığını anlamamız uzun sürmemişti. Daha fazla canımız yanmadan Efarit'ten kurtulmak istiyorduk. Sonu bilinmeyen saçma oyunları ailelerimize bulaşabilirdi bunu görmektense bu karanlık çukura girip bilinmeyen bir yolculukta kaybolmayı yeğlerdik. Biraz abartılı bir tanım olsa da canımız yanacağına canımızı vermeyi tercih ederdik.
Ulaş elimi tuttuğunda itiraz etmedim. Önden ilerlediğinde bende arkasından aşağıya inmeye başladım.
''Dolunay elimi sakın bırakma ve sesini çıkarma. Burada ne olduğunu bilmiyoruz. Telefonunun ışığını da açma bu karanlıkta aşağıda birileri varsa dikkat çekebilir. Ufak da olsa bir ihtimal yakalanmama şansımız var.''
Onun söylediklerini inledikten sonra sadece ''Kapı.'' diyebildim.
''Efendim?'' dedi anlamayarak.
''Kapıyı kapatmadık.'' dedim. Sessiz kaldı sanırım düşünüyordu. Bu karanlıkta kapının içeren nasıl kapanacağını bilemiyor olabilirdi. Birimiz geride kalamayacağına göre arkamızdan kimsenin odaya girmemesi için dua etmekten başka çaremiz yoktu.
Aşağıya indikçe etraf bir nebze aydınlanıyordu. Yavaş yavaş ayaklarımızı görmeye ve nihayet merdivenler bittiğinde tamamen etraf görünür hale gelmişti. Çevremize şaşkınlıkla bakıyorduk. Burası indiğimiz merdivenleri düşününce yerin altı için fazla düzgün bir yerdi. Yolda ilerledikçe duvara asılı beyaz lambalar yanmaya başlıyor beton dar bir yolda ilerlemeye başladığımızı anlıyorduk. Yolun sonuna geldiğimizde geniş camla kaplı bir kapı önümüzde duruyor ve yol ikiye ayrılıyordu.
Camın arkasından gördüklerimizle neye uğradığımızı şaşırdık. Sınırsız mikroskoplar, deney tüpleri, sıra sıra dizilmiş farklı renkte sıvılar, bembeyaz bir yer... Şüphesiz burası bir laboratuvardı. Fabrikanın altında bir laboratuvar vardı. Bunlar ne halt ediyordu?
İçeri girmek için bir hamle yaptığımda arkamdan gelen gürültüyle yerimden sıçradım. Döndüğümde ışıklar sensörlü olduğu için sönmüştü. Birinin çırpındığını düşündüğüm sesini duyduğumda ''Ulaş!'' diye korkuyla seslendim. Işıklar geri açıldığından rahat bir nefes vermiştim çünkü Ulaş iyiydi hatta birini havaya kaldırmış boğazını sıkıyordu. Bir dakika ne yapıyordu? Kafamı tekrara kaldırmam pek uzun sürmemişti.
Ulaş'ın duvara yasladığı adamın kim olduğuna baktığımda yabancı olmadığını görmek içimi ferahlattı. Zaten ona yakalanmayacağımızı düşünmek hataydı. Can Ulaş'tan kurtulmak için çırpınırken Ulaş öfkeyle ona bakıyordu.
''Söylesene Can ne haltlar dönüyor burada?' 'diye sordu sıktığı dişlerinin arasından.
Can zar zor yakaladığı sesiyle ''Nefes almama izin verirsen söyleyeceğim.'' dedi.
''Senin gibi birinin nefes almaya hakkı yok ya neyse!'' Ulaş onun yakasını bıraktığında öksürük krizine girmiş boğazını tutuyordu.
Kendine gelmeye çalışırken bize bakarak ''Siz ne yapıyorsunuz burada? Biri gördü mü?'' diye sordu.
Göz devirip kollarımı önümde bağladım.
''Sence biri görse burada olur muyduk?''
Kendini tam toparlayamadan aceleyle ''Kimse görmeden çıkmalısınız buradan!'' dedi.
''Sen bize burada neler döndüğünü anlatmadan bir yere kımıldayacağımızı sanmıyorum.''
''Anlamıyorsunuz başınızı derde sokacaksınız.'' Başımız yeterince dertteydi bence. Bunu bize söylemesi komik.
Uyarır bir tonda ''Can!'' dedik aynı anda.
Ellerini teslim olurcasına havaya kaldırıp hızlı hızlı konuşmaya başladı.
''Önce şöyle kenara geçelim kimse bizi görmesin.''
Önden ilerlediğinde temkinli adımlarla onu takip ettik. Laboratuvardan çıktığımızda sağ taraftaki yoldan yürüdük. Tenha bir yere geldiğimizde bize dönüp konuşmaya başladı.
''Neden buradasınız?''
''Bence şu an soruları ilk senin soracağın bir konumda değiliz. Bu laboratuvarda ne işler dönüyor?''
''Bana inanmayacağınızı biliyorum ama ben de bilmiyorum. Ne ürettiklerine dair zerre fikrim yok. Ben sadece teslim edilmesinden ve buranın güvenliğinden sorumluyum.''
İş sağlığı ve güvenliği derken bunu kast ettiklerini sanmıyorum.
''Nasıl bulaştın peki?''
''Ben en başta burada uzman olarak işe başladım. Sonra bir anda bana burayı gösterdiler. Böyle bir işe bulaşmak istemediğimi binlerce kez söylememe rağmen dinlemediler. Sonunda pis işler döndüğünü anladım fakat artık kaçışım yoktu bende bu işe girmiştim ve artık bir suç ortağı sayılırdım.''
İnandırıcı değildi yine de şu durumda ona inanmaktan başka şansımız yoktu.
''Efarit diye birini tanıyor musun?'' diye sorduğumda yüzü bembeyaz kesilmiş. Gözleri yuvalarından fırlayacakmışçasına açılmıştı.
''Sizde mi tanıyorsunuz?'' bize cevap verme fırsatı vermeden atılmıştı. ''Ah tabi! Başka türlü neden buraya gelesiniz? Sizin buraya gelmenizi de kendisi sağladı. Bu alçak her kimse cidden işini çok iyi yapıyor. Farkındaysanız küfür etmedim.''
Yaşadığı aydınlanmayı izlerken gözlerimi kısıp ''Efarit'ten ne kadar korktuğunu buradan anlayabiliyoruz.'' dedim.
''Bütün bunlar onun yüzünden oluyor. Beni bu işe kendisi bulaştırdı. Burada işe girmem ve bütün bunlarla karşılaşmam tesadüf değildi hepsini ince ince planlayan bir manyak.''
''Seninle sürekli iletişim kuruyor mu?''
''Hayır sadece bir kere bu işe bulaştığım zaman bana bir mesaj gönderdi.''
''Peki madem istemeyerek bu işe girdin bize ürettikleri maddeden numune getir biz de sana inanalım. Ha yok ben yapamam sizi de ispiyonlarım dersen...'' cebimdeki telefonu çıkarıp yüzüne tutarken devam ettim.
''Bu ses kaydını arkadaşlarımıza gönderdik bile polisin eline geçmesi de zor olmaz. Emin ol bu kayıt üzerinde harika düzenlemeler yapacak insanlar tanıyorum. Şimdi bize bir numune getir ve güvenle buradan çıkmamızı sağla.'' Zaferle gülümserken Ulaş yaptığımı takdir eden bir edada bana bakıyordu.
''Aklıma gelmişken buranın birkaç fotoğrafını istiyorum.''
''Şu an mümkün değil ama daha sonra getiririm tamam mı?'' Onu baştan aşağı küçümseyen bakışlarla süzerken başımı salladım. Bize burada kalmamızı söyleyip yanımızdan ayrıldı. Arkasından bakarken Ulaş'a döndüm.
Ellerimi arkamda birleştirirken sırtımı duvara yaslayıp ''Sen inandın mı?'' diye sordum.
''Pek değil!'' bir süre geçtikten sonra bize doğru gelen Can'ı gördüğüne cümlesini tamamladı.
''Ama başka çaremiz yok gibi duruyor.''
-------------------------------------------------
Arabayı sahil kenarına çekmiştik. Arasak da Yansı açmamıştı biz de öğrendiklerimizi sindirmek için buraya gelmiştik. Biraz sonra tekrar aramaya karar vermiş arabadan inip banka oturmuştuk. Şimdi karşımızda duran yıldızlarla kaplı denizi ve ona eşlik eden sessizliği dinliyorduk. Biraz önce yaşadıklarımızı yanında şu an ki sessizlik fazla tuhaf geliyordu. Şaşırdığım konuyu açmadan edememiştim.
''Can'ın bizi koruyacağını hiç düşünmemiştim. Bazen beklenmedik insanlar beklenmedik davranışlar sergiliyor.''
''Bence suçluluk psikolojisinden kurtulmak istiyor.'' Düşünceli çıkan sesiyle onun yüzünü inceledim. Ne olduğunu hiçbir zaman anlatmamıştı. Cevap vermeyeceğini bilerek merakla ''Can sana ne yaptı Ulaş?'' diye sormuştum.
''Geçmişte kaldı Dolunay bırak orada dursun.'' dediğinde her borcumuzu geçmişe yığmak canımı sıkmaya başlamıştı. Artık bugün bazı olaylarla yüzleşmeli ve yaşamalıydık. Geçmiş geçmişte kalmamış bugün peşimize düşmüşken bizim hala ısrarla her yaşadığımızı geçmişe bırakmamız yanlış geliyordu. Zamanla girdiğimiz bu savaşta yaşadıklarımızı geride bırakarak galip çıkacağımıza inanıyorduk. Hiçbir olayı yaşamamışız gibi yaparak onu yenebileceğimize inanmak ve yüzleşmekten kaçmak budalalıktı. Dayanamadım ve ilk ateşi ben yaktım.
Cevabını yıllar önce aldığım bir soruyu tekrar sordum. ''O zaman sevmiyordun beni değil mi?'' Tam ağzını açacakken ne söyleyeceğini hissedip elimi istemsizce dudaklarına götürdüm. ''Yalan söyleme sevmiyordun işte!''
Hiç şaşırmamıştı. Neden sordun? Sırası mı şimdi? Dememişti. Bu anın ansızın geleceğini biliyormuşçasına karşımda duruyordu. Bu anı bekliyordu, anlamıştım. Önce dudakları üzerindeki ellerime baktı sonra tutup parmak uçlarımdan öptü. Cevabını verdiği soruyu tekrar cevapladı.
''Ne fark eder?''
''Sevilmeyen sen değil bendim. Benim için çok şey fark eder.''
''Geçmişte kaldı.'' dediğini komik bulup sesli gülmüştüm. Az önceki düşüncelerim aklıma geldiğinde gülüşlerim biraz daha artmıştı. Artık gözümden yaş geldiğinde parmaklarımla gözümün kenarlarını silip ''Geçmişte kaldı dediklerimiz gerçekten kalsaydı bugün burada olmazdık.'' dedikten sonra başımı denize çevirdim. ''Ulaş sana niye kızdım biliyor musun?'' Soruma soruyla karşılık verdi.
''Seni sevmediğim için?''
''Hayır, beni sevmediğin için değil. Ben seni seviyorum diye sen beni sevmek zorunda değilsin. Kendini üzdüğün için yanlış birini sevip kendi canını yaktığın için sana öfkeliyim. Tabi sen de haklısın insan sevdiğini seçemiyor.'' Alaylı ama bir o kadar acınası bir gülümsemeyle devam ettim. ''Gerçi seçebilseydik ben yine seni seçerdim. O, benim sevgimden olsun. Sen yine beni seçmezdin o da senin kaybın olsun."
Beni izlediğini biliyordum. Rüzgar estiğinde gözüme gelen saç tutamlarımı geriye itecekken onun titreyen ellerini hissetmiştim. Ona baktığımda göz bebeklerinin de elleri gibi titrediğini fark ettim. ''Benim senin sevgini seçmemem ancak benim kaybım olurdu. İyi dedin gökyüzünün kızı.'' Gülüşlerimiz acılarımıza göre şekil alıyordu. Belli belirsiz bir tebessüm sonra ben yine gözlerimi kaçırdım. Temiz havayı içime çekerken Ulaş'ın sesi rüzgara eşlik etti.
''Peki nasıl alıştın?'' Beni sevmemesine ve bunu bilerek yaşamaya nasıl alıştığımı soruyordu.
''Çok üzüldüm ama sonra hayatın benim üzülmemi beklemediğini fark ettim.''
Elimi kaldırıp gökyüzünü gösterdim. ''Gördün mü Ulaş? Bizden ötesi de varmış.'' dediğimde benim gibi pırıl pırıl olan gökyüzüne bakarken ben konuşmamı sürdürdüm. ''Bazen yaşananların hepsi birer yalanmış gibi geliyor. Biz birer yalanmışız gibi... Birbirimizin her anında yanında olduğumuzu düşünürken şimdi baktığımda sadece iyi anlarda bir aradaymışız. Çocukluğumuza bakıyorum kötü anlar çok az. Biz bir aradayken hep iyiymişiz Ulaş. Gerçek olamayacak kadar tıpkı bir yalan gibi. Biz neden bir aradayken kötü olamıyoruz Ulaş? Hani insan kendi olabildiği yerde mutluydu? Biz neden o kadar mutluyduk? Neden sakladıklarımız hiç aklımıza gelmeyecek kadar gülümsüyorduk? Ben düşünüyorum sizin yanınızda hiç yalandan gülmedim. Kahkahalarım hep gerçekti biz hep çok güzeldik. Bu gerçek olabilir mi Ulaş? Biz bu kadar güzel olabilir miyiz? Birbirimize hep iyi mi geldik yani? Biz daha birkaç gün önce birbirimizden neler sakladığımızı öğrendik sonra da yaşanmamış gibi davrandık. Söylesene bu bizim bir yalan olduğumuzu göstermez mi? Doğrular can acıtır Ulaş insana iyi gelmez. Biz yalan olduğumuz için iyiyiz.''
Sessizce içimde sakladığım ve bir türlü dilime dökemediğim hislerimi dinlemişti. Sonra biraz bekleyip kendi düşüncelerini söyledi.
''Hepimizin sonunu birbirimiz getirmedik mi? Hani biz esas hikayenin sonrasıydık. Birbirimizin sonu da olmadık mı?
Bazı anlar vardır üzerine ne yaşarsanız yaşayın onu son olmaktan kurtaramazsınız ve hep sonun sonrası olursunuz. İyiydik, hoştuk ama sonduk. Birbirimizin sonuyduk. Bu bizi birbirimiz için kötü de yapmaz mı Dolunay? Bizi birbirimiz için gerçek yapmaz mı? Biz sonu düşünüyoruz, mutsuz biten sonumuzu ve üzülerek veda ediyoruz geçmişe. Son diyoruz çünkü hiçbir zaman o zamanlar kadar mutlu olamayacağız. Mutlu zamanlarımızı birbirimiz sona erdirdik. Bu yüzden ona son diyoruz mutlu zamanlarımızın hüzünlü sonu. Daha fazla bitmiş bir hikayenin üzerine konuşmak istemiyoruz ne yaşadıysak mutsuz biten hikayemize bırakıyoruz.''
Kendimi ''Sonsuza kadar mutsuz sonumuzda mı kalacağız? Sonra mutlu yaşasak bile mi?'' diye sorarken bulmuştum.
''Sonra mutlu yaşarsın tabi ama bu sonunu değiştirmez.'' söyledikleriyle düşüncelere dalmıştım. İçimde yalan olduğumuza dair doğan şüpheler şimdi bir nihayete eriyor kendine tutunacak bir dal bulamadıkça beni terk ediyordu. Benim atladığım bir kısma değinmişti. Doğruydu biz birbirimizin sonu da olmuştuk öyle değil mi? Bu bizi gerçek yapardı.
''Geç oldu biliyorum ama manolya sevmediğim için özür dilerim.''
Gözlerim dolduğunda dudaklarımı ısırdım. Bir damla gözlerimden firar edip hızlıca yere düştüğünde yüzümü silerken tekrar gülümsedim.
''Üzülme Ulaş. Sen gülleri seviyordun ben manolyaya aşıktım. Biz ancak bu kadar olabilirdik.''
Düşünceler silsilesi peşimi bırakmazken ben dalgınlıkla tekrar Yansı'yı aradım. Bu sefer birkaç çalışta açmıştı.
''Neredesin sen? Seni arıyoruz açmıyorsun. Biz açmasak ciddiye almıyoruz diye fırça atardın.'' Kafamda hala beni yiyip bitiren şüpheleri nihayete erdirirken Yansı ile sanki hiçbir düşüncem yokmuş gibi konuşuyordum. Onun buz gibi sesini duyana kadar hepimizi darmaduman edecek ve birbirimize yalan ya da gerçek fark etmeksizin bu denli ihtiyaç duyacağımızı düşünmemiştim.
Ulaş endişeli gözlerle beni süzerken ben telefonun tek bir cümlenin ardından kapandığını bile anlamayacak bir şok dalgası içerisindeydim. Elimden kayıp giden telefonu umursamayarak ısrarla ne olduğunu soran Ulaş'a bizi tarumar edecek kara haberi hala üzerimden atamadığım şaşkınlıkla ancak verebilmiştim.
Biz artık nasıl bir oyunun içinde olduğumuzu çok iyi biliyorduk Efarit'in her birimize ödetecek bir hesabı vardı ve bunu bize zarar vererek yapmayacaktı.
-------------------------------------------------
BÖLÜM SONU
YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!
YAZIM VE NOKTALAMA HATALARI İÇİN ÜZGÜNÜM.
ZAMAN AYIRIP OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.
Olaylar ve zamanlar arasında fazla keskin geçişler yaptığımı biliyorum. Bu bölüm bazı sahneleri daha uzun tutmalıydım. İlerleyen zamanlarda düzenleyebilirim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 109 Okunma |
54 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |