20. Bölüm

16. BÖLÜM "NASILSINIZ?"

Nur Peri
nurperi287

 

Öncellikle şunu açıklayayım burada yazanlar kurgu arkadaşlar benim kafamdan uydurduğum bir dünyada gerçekleşen olaylar. Tabi ki gerçekle bağlantısı olan yerler de var ama bunların hayal ürünü olduğunu da belirtmek isterim.

 

Birini sonunuz olacağını bilerek sevebilir miydiniz?

 

Bazen sadece iyi olmak isteriz herkes kötü olmak zorunda değildi herkes büyük acılar çekecek değil ya! Dünyanın yükünü taşımış insanlar varken güzel hayatlar yaşadığına inanan insanlar iyiyim demek ister. Oysa unutuyorduk bazen küçük acılar büyük yaralar açabilirdi çünkü her insanın yüreğinde taşıyabileceği yük bir değildir.

 

Hava güneşliydi, ağaçlar çiçek açmıştı. Erik çiçekleri çoktan ağaçları terk ederken yerini mayhoş meyvesinin almasının üzerinden hayli zaman geçmişti. Pırıl pırıl gökyüzüne eşlik eden kuşların sesi şarkı söylercesine birbiriyle uyumluydu. İnsanlar sahillere doluşmuş gençler tatilinin tadını çıkarmaya uğraşırken hayat koşturmacasının içinde kaybolmamak adına savaş veriyordu. Parklarda oynayan çocukların neşesi onları izleyen insanlara bulaşacak kadar güçlüydü. Yürüdüğümüz taşlı patika yolda etrafımız ağaçlarla çeviriliyken içimize çektiğimiz hava bizi ferahlatan cazibeye ev sahipliği yapıyordu. Bir cenaze için fazla güzel bir gündü. Göz yaşlarımızı saklayacak bir yağmurun olmaması ise fazla acımasız...

 

Başta olması gereken şekilde ilerleyen cenaze merasimi sonlara doğru eski sınıf arkadaşlarımızın suçlamalarıyla uğraşmakla geçmişti. İkinci kez aynı durumun içinde kendimizi bulmamız onların saldırılarına zemin hazırlıyordu. Tartışmalar son bulup herkes evlerine dağıldığında tek bir kişi mezarın başında oturup kalmıştı. Aldığı erguvanları mezarına özenle dizerken geri kalanımıza sarı güller aldırmıştı. Biraz ilerde duran mezarın üstündeki aynı renkte çiçekler dikkatimi çektiğinde mezar taşının üstündeki yazıyla kime ait olduğunu anlamıştım. Ona doğru yaklaştığımda utanmadan edemedim. Kaya'nın mezarını ziyaret edebilmek için birinin ölmesi mi gerekiyordu? Burhan'ın mezarına gelebilmek için de mi birinin feda edilmesi gerek? Elimde duran son suyu mezarına döktüğümde gözümden akan bir damla yaşında toprağına karışmasına mani olamadım. Onunla konuşmadım çünkü konuşacak yüzüm yoktu fakat dua ettim. Tekrardan Burhan'ın mezarına baktığımda Yansı hala aynı yerdeydi yanına gittiğimde omzuna elimi koyup hafif sıktım.

 

"Nasılsın Yansı?" Ne diyeceğimi bilemediğim için aklımdan geçen ilk soruyu soruvermiştim.

 

Kısa bir süre hiç cevap vermedi sonra başını kaldırıp bana baktığında gülümsüyordu ama ben gözlerinin içine baktığımda ağladığını biliyordum. Nefesini dışarı üflediği sırada ayağa kalkıp üstünü temizledi, kendinden emin duruşu ve keskin gözlerle bana bakıp "İyiyim." dedi. Sesimi çıkarmadım.

 

Elimi omzundan çekmiştim. Kaya'nın Burhan'a uzak ama aynı hizada duran mezarına baktığını gördüm. Orada birini görmüşçesine yüzündeki ifade değişti buruk bir gülümsemeyle "Bir gün bende sarı güllerle geleceğim." dediğinde sesi az öncekine nazaran hüzünlüydü. Devamında söyledikleri benim az önceki düşüncelerimdi.

 

"Bir hiç uğruna iki arkadaşımızı toprağa verdik. Kurtarabilirdik ama ikisine de yetişemedik. Gözümüzün önünde mahvoldular göremedik. O kadar benciliz ki birinin mezarına ancak diğeri ölünce geldik. Acaba bir dahaki gelişimiz kimin için olacak? Ne kadar kötü insanlarız Deniz." Sitemkar olmakta o kadar haklıydı ki sözlerine bir karşılık veremedim.

 

"Deniz hani hep bir kitapta olduğumuzu söylüyorum ya! Bu kitabın tek bir gerçeği var. O da ölüm. İçerisinde birinin öldüğü her olayın altında bir gerçeklik yatıyor biz buna üzülüyoruz."

 

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum. Arkamızda bizi izleyen diğerleri de dahil hiçbirimiz ne yapmamız gerektiğini bilmiyorduk.

 

"Benim oyunumu oynayacağız ama ondan önce gitmemiz gereken bir yer var."

 

O zamandan sonra Yansı başka bir söz söylemedi. Verdiği adrese gitmek için yola çıktığımızdan beri sadece pencereden dışarıyı izliyordu. Hiçbirimiz konuşmuyorduk. Hepimiz bir kenarda duruyor olanları düşünüyorduk. Günlerdir düzgün bir uyku uyumamıştık. Yorgun gözlerimizde ağlamaktan hal kalmamıştı bir köşede hepimiz bir kaybın yasını tutuyorduk. Kaybettiğimiz zaman için kendimize kızıyorduk. Neden onunla daha fazla zaman geçirmedik? Sözde arkadaştık. İnsan arkadaşını görmeye gelmez mi? Onunla oturup bir fincan çay içmez mi? Hadi hepsini geçtim insan bazen arkadaşını arayıp hal hatır sormaz mı? Bu kadar mı vefasızdık? Bu soruların hepimizi yiyip bitirdiğine emindim. Kendimizi suçluyorduk. Kaybettiğimiz zaman için, Burhan'ı fark edemediğimiz için, Efarit'in sonraki adımını tahmin edemediğimiz için... Yansı'ya baktım Derin düşüncelere dalıp gittiğinin farkındaydım. Gözlerini kapattığında kendini hep o anda bulduğunu biliyordum. Üç olmuştu. Yansı üç keredir aynı yerden vuruluyordu.

 

"Yansı." diye seslendim bakmadı. Tekrardan seslendiğimde bu sefer irkilerek bana döndü.

 

"Efendim?"

 

"Nasılsın?" Neden ona seslendiğimde söyleyecek çok sözüm olduğu halde her gözlerine baktığımda tüm sözlerimi yutup sadece bu soruyu sorduğumu bilmiyordum ama ağzımdan sadece bu soru çıkıyordu.

 

"İyiyim." dedi. Başka biri olsa yüzündeki gülümsemeye bakıp gerçekten iyi olduğuna inanırdı. Ben onu tanıyordum. Sesi öncekinden daha alçak çıkmıştı. Dudaklarının az da olsa titremesine mani olamamıştı. Gözlerine baktım. Hayır çığlık değildi bu. İnsanın kalbini sızlatan bir acıydı, insanda içten çığlık atmasına bile mani olan bir acı... Hikayeler benzerdi acılar da öyle. Ben de gülümsedim.

 

Sokağın başında inip yürümeye başladığımızda en önde Yansı vardı. Taşlı yolda yürürken etrafımızda dizilmiş renk renk evlere eşlik eden pencerelerin önündeki saksı çiçekleri insanı bu güzel yaz gününde harika bir manzara sunuyordu. Buna rağmen sokakta pek kimse yoktu. Biz burada ne yaptığımızı bilmezken Yansı sonunda bir evin önünde durduğunda bizde gerisinde durmuştuk. Ev sahipleri kapıyı açtığında karşılarında sadece onu göreceklerdi. Ne yaptığını bilmediğimiz gibi bize sadece uzakta durmamızı ve bunu tek başına yapması gerektiğini söyledi. Sorgulamadık. Zaten Burhan'ın ölüm haberi geldiğinden beri hiçbirimiz olması gereken şekilde davranmıyorduk.

 

Zili çaldığında az sonra kapı açılmıştı. Çok hoş bir kadın kapısını çalan bu yabancıyı sorgulayan bakışlarla süzerken Yansı'da onu süzüyordu. Kestane rengi upuzun saçlarına eşlik eden açık kahverengi iri badem gözleri vardı. Tombul yüzünün ortasına fındık kalan burnu, ona yakışan biçimli dudakları karşısındaki kadına yabancı bir tebessümü misafir ediyordu. Ona baktığınızda üzerine giydiği yer yer beyaz renkteki desenlere sahip mavi elbise hamilelikten belli olan karnını ortaya çıkarmıştı. Muhtemel hamileliğinin son aylarını geçiriyordu.

 

"Buyurun?" dedi tatlı bir sesle.

 

Bir an Yansı'nın afalladığını fark etmiştim. Her lafa cevabı olan kızı ilk defa bu denli ne söyleyeceğini bilemez halde görüyordum.

 

Geldiğimizden beri elinde tuttuğu hediye paketini uzatıp "Bade siz misiniz?" diye sordu.

 

Kadın kafası karışmış durumda bir uzatılan hediyeye bir de karşısında duran Yansı'ya bakıyordu. Başını salladı "Evet benim siz kimsiniz?" diye sordu.

 

"Ben Burhan'ın bir arkadaşıyım. Ben onun bana emanet ettiği bir hediyeyi ve söylememi istediği bir sözü size iletmeye geldim."

 

Adını az önce öğrendiğimiz Bade hediyeyi aldı.

 

"Anlıyorum. Peki o nerede?"

 

Sorusuna karşın Yansı sertçe yutkunup zar zor çıkardığı sesle gözlerini kaçırıp "Artık aramızda değil." diyerek cevapladı onu.

 

Bade şaşkınlıkla gözlerini açtığında elini dudağına götürürken bedenini pervaza dayadı.

 

"Burhan sizi çok sevdiğini ve bu hediyeyi kabul etmenizi istediğini söyledi. Ayrıca herkeste sizi arıyormuş ama bir türlü bulamıyormuş." Yansı ne kadar bunları dümdüz söylese de karşısında duran kadının gözlerinden bir damla yaş düşmüştü.

 

Sadece "İyi insanlar çabuk gidiyor. Allah rahmet eylesin. " diyebildi.

 

Parmakları hediyeye uzandığında yavaşça paketinden kutuyu çıkardı. Daha sonra kutuyu açıp içindekini çıkardığında kendime mani olamayıp ağlamaya başlamıştım. Bu mavi renkte küçük bir bebek ayakkabısıydı. Bade'nin güzel gözlerinden yaşlar bir bir akarken evden gelen yabancı bir erkek sesi bizi mahvedecek asıl olayın gelmekte olduğunu gösteriyordu.

 

"Kimmiş hayatım?" İçerden bizim yaşlarımızda bir erkek çıktığında olayı çözüp şok olmamız uzun sürmemişti.

 

Bade belli belirsiz bir gülümsemeyle "İyi bir insandan güzel bir hediye." diyebilmişti.

 

Yansı'nın nasıl bir ifade takındığını bilmiyorum kimseye bir laf etmeden yürümeye başladı. Arkasından yavaş yavaş yürürken birkaç adım sonra dizlerinin üstüne çökmüştü. Doğu tam yanına gideceği sırada Dolunay onu tuttu. Yanına yaklaştım tekrardan omzunda elimi koyduğunda bedenimi ona doğru eğdim. Alacağım cevabı bilerek "Nasılsın Yansı?" diye sordum.

 

Söyleyecek onca söz olmasına rağmen inatla bu soruyu sormamın sebebini artık anlıyordum.

 

Bir süre yüzünü bana dönmedi. Kafasını kaldırıp bana baktığında ise gözlerinden akan yaşları gördüm. Titreyen dudaklarını ısırırken hıçkırıkların arasından "İ-iyi-yim." diyebilmişti. Başını eğip önüne döndüğünde artık ağlaması şiddetlenmişti.

 

İki eliyle yüzünü kapatmadan önce "Ben bir hikayeyi yarım bırakacağımı düşünmüştüm Deniz ama hiç başlamamış ki!" dediğinde dayanamayıp ona sarıldım. Başının üstünden öptüğümde yüzünü göğsüme gömüp sımsıkı bana sarılmıştı. Biliyorum bu yıkımı tek başına yaşamak istiyordu ama daha fazla dayanamamıştım. Dolunay'da diğer tarafına geçip sarılırken üçümüz nerede olduğumuzu unutmuş göz yaşlarımızı akıtıyorduk. Bitmemiş hikayesi için Burhan'a, anlayamadığımız Kaya'ya, seslerini duyamadığımız insanlara...

 

-------------------------------

 

"Lafı uzatmayacağım. Efarit beni aradı. Şirket üzerinden yasadışı işler yapmamı istiyor. Bu herifin istekleri gittikçe bize karşı koz kazanmaya yönelik olmaya başladı. Geçen sanki Mert ve diğerlerinin geldiğinden haberimiz yokmuş gibi davranarak onları kışkırtmamızı istedi. Ben artık onun saçma isteklerine boyun eğemem."

 

"Tamam da Burhan ne yapmayı planlıyorsun ya bizi öldürürse? Benden de otele sokulacak bazı malların girişini yapmamı istedi. Bence o malların ne olduklarını gayet iyi biliyoruz." Arda'nın sesi Burhan'ın aksine daha rahat geliyordu.

 

"Farkında mısın? Bizi bir suç çetesi haline getirmeye çalışıyor?"

 

"Ne olmuş yani?" Arda'nın bu rahatlığı bizi bile sinir etmişken Burhan sakin tutmaya çalıştığı sesiyle onu uyarmaya çalışmasına hayret ediyorduk.

 

"Arda, başımız belaya girecek. Gel polise gidip her şeyi anlatalım. Bir hal çaresi bulunur. Diğerlerine de söyledim ama kimse beni dinlemiyor. Mert ve diğerleri sence buraya çok sevdikleri sınıf arkadaşlarıyla yemek yemek için mi geldiler? Onları Efarit buraya getirdi. Tıpkı bizim kavga çıkarmamızı söylemesi gibi. Belki onlarla beraber bu duruma bir son verebiliriz." demişti.

 

"Burhan sence mesele bu kadar basit çözülebilir mi? Efarit hepimizin elini kolunu bağladı. Ne yaparsak yapalım ondan kurtulamıyoruz. Şimdilik oluruna bırakalım olur mu?"

 

Konuşmalar burada bitiyordu. Mert sinirle "Ya biz boşuna uğraşıyoruz ya da Efarit bunları iyi besliyor." demişti.

 

"Bize de para versin o kadar oyun oynayıp görevleri yapıyoruz. Hadi sizi geçtim benim Can'da, Arda'dan ne farkım olabilir?." Doğu'nun saçma yakınması üzerine Ulaş kafasına vurup eliyle masayı işaret ederek "Dikkatini ver lan! Daha büyük bir problemimiz var." dedi.

 

Mert konuşmaya başladı. "Yüksek ihtimal Dolunay ve Ulaş'ın bulduğu laboratuvarda mallar üretiliyor içeriye de kıyafet ve kozmetik taşıma bahanesiyle otele sokuluyor fakat Efarit bunun neresinde? Onunla direkt iletişim kurabilen birine ihtiyacımıza var."

 

Doğu otelin adı geçmesiyle bir anda parlayıvermişti.

 

"Otel demişken içini dışını süsleyeceklerine keşke yangın merdivenini dışarıya çıkan şekilde yapmayı akıl etselerdi. Depreme bile dayanaklı değil!"

 

Hepimiz şaşırarak ona baktık. Hayretle "Yangın merdiveni dışarıda değil mi?" diye sordum

 

Doğu bu anı bekliyormuşçasına sesini yükselterek konuştu. "Değil! Milletin tatil için geldiği otelin yangın alarmı bile doğru düzgün çalışmıyor. Yorumlara da yazmışlar gitmeyin diye hadi oteli yapan da akıl yoktu gelende de akıl yok! "

 

Mert'in yüzünde hatırladığı bir anının getirdiği alaycı bir gülümseme peyda olmuştu. "Hatırlıyor musunuz? Böyle bir olay olmuştu. Bir otel yanmıştı arkasında uçurum vardı. Baştan aşağı tahtadan yapılmıştı. Cenaze gecikmesin diye bir tavuk markasının arabası gelmişti. Bunu yapması gerekenler yine yerinde yoktu. Herkes suçu birbirine atıyordu. Çok güvendiğimiz siyasiler bile... Daha komiği otel yüzsüzce konaklama ücreti talep etmişti. Keşke şerefte parayla satılsaydı ülkede alıcısı çok olurdu. Bir gün şeref moda olursa pahalı da olsa alıcı olur. Dedin ya az önce gelende de akıl yok diye. O zaman otelin yanmayan kısmı için rezervasyon yaptırmak isteyenler olmuş. Bazen ülkedeki pislikler temizlensin diye her yere böcek ilacı sıkasım geliyor." Doğu, Mert'in sakin konuşmasının aksine olan biteni yerinde görmenin sinirini taşıyordu. "Birde tatil yerinde olacak iş değil! Yazın ortasında bir yangın çıksa millet bitti demektir. Herkesin hayatını tehlikeye atmaları daha sinir bozucu. Bu durumu hemen düzeltmeliyiz. Kimi batıracaksak batıralım. Bunun için Efarit'i bulmamız gerekiyorsa bulalım ama aralarından birinin Efarit'i görüp görmediğini bile bilmiyoruz."

 

"Helin ve Ece'den ne haber?" diye sordu Dolunay.

 

Doğu telefonundan bir video açıp ortaya koydu. Videolarında reklamını yaptıkları ürünleri gördükçe bu işin artık hızlıca büyüdüğünü görmüştük.

 

Dolunay tepki vermekte gecikmemişti. "Yok artık bildiğin çete olmuş bunlar." Tanıttıkları kozmetik ürünler ve kıyafetlerin kaynağı aynı yerde buluşuyordu.

 

"İşin reklam boyutunu da ikisinin sosyal medyasına bırakmış. Kısa sürede bol takipçi kazanmalarının akasında bit yeniği olduğu belliydi."

 

"Bu saatten sonra Efarit'i biliyorlarsa bile söylerler mi? Bu yaptıkları için kesin ödeme alıyorlardır. Bildiğin bilerek suç işletiyor ilerde bırakmak isterlerse elinde delil de olacağından onları tehdit ederek kendisine bağlı kılabilirler ayrıca işe Vedat Çiğil'de girdiğinde bir gün bütün bu olayları patlatıp hepsini komple hapse gönderebilir. Şu an çoğu bu olayın farkında olmayarak ellerine geçen parayla ilgileniyor. Önce hepsini bulutların üstüne çıkaracak sonra düşüşlerini zevkle izleyeceğine eminim. Ben Efarit'i bilmediklerine inanmıyorum en azından içlerinden biriyle görüşmüş olmalı."

 

"Ayrıca Efarit her şey apaçık ortadayken bütün bu tabloyu göremeyeceğimizi mi düşündü gerçekte? Belki de bunların hepsini bizi oyalamak için yapıyor. Attığımız her adımın ona hizmet edip etmediğini bilemeyiz."

 

"Bunu nasıl öğreneceğiz?"

 

"Ben bir yolunu biliyorum fakat ondan önce Kaya'nın ailesi ile görüşmeliyiz. Geçen konuştuğumuz gibi ilerleyeceğiz."

 

Hepimiz ayaklandık.

 

"O zaman ben ve Mert annesiyle konuşmaya gidiyoruz." Yansı başını sallayıp Doğu'nun yanında durdu.

 

"Biz de kız kardeşinin yanına gideceğiz. Ulaş, siz de Dolunay ile babasının yanına gidin. Bakalım ayrı ayrı ne söyleyecekler?"

 

Hepimiz dağıldığımızda ben ve Mert yürümeye karar vermiştik. Evi fazla uzakta değildi hava güzeldi ve benim temiz bir havaya ihtiyacım vardı.

 

"Yansı iyi mi sence?" Salına salına yürürken Mert'in sorusuyla ona baktım.

 

"Bilmiyorum ama iyi olabilmek için bize ihtiyacı var. Bence biz yıkılmayalım diye böyle duruyor çünkü biz yıkılırsak toparlanamayacağını düşünüyor."

 

"En azından ağladı. Ağlamasaydı daha fena olurdu."

 

Onu onaylamak için ağzımı açtığım sırada bir an gözüm kararmıştı. Elim tutunacak bir yer ararken başka bir elin sıcaklığını hissetim.

 

"Deniz iyi misin?" endişeli sesi kulağıma geldiğinde kendime gelmiştim bile.

 

"İyiyim çok kısa bir an gözüm karardı."

 

"Kahvaltı etmedin değil mi?" Oturacak bir yer olmadığı için beni kaldırıma oturttuğunda hala elimi sımsıkı tutuyordu.

 

"Sana bir su alayım." yanımdan kalkacağı an ona engel oldum.

 

"Hayır Mert iyiyim. Şu an ihtiyacım olan birinin bana sarılıp bütün bu olayların biteceğine dair beni teselli etmesi." İhtiyacım olan Mert'ti ve şu an benim yanımdaydı. Hiçbir söz etmedi başımı göğsüne yasladığında saçlarımı okşayıp tekrar tekrar aynı cümleleri kurmaya başladı.

 

İyi olacak, geçecek, ben yanındayım...

 

Bu sözleri duydukça içimdeki ağlama isteğime mani olamadım. Konuştukça rahatlıyordum ve rahatladıkça ağlayıp ruhumdaki birikmişten kurtuluyordum. Biraz sonra ağlamam dinmişti. Bedenimi ondan uzaklaştırıp gözlerine baktım

 

Ayağa kalktığımızda hala elimi bırakmamıştı. Gülümseyerek tuttuğu elimi çevirdiğimde bana baktı.

 

"Ne oldu? Niye güldün?"

 

"Özlemişim." dedim bir çırpıda. Sanırım onunla böyle konuşmayı da özledim.

 

Ellerimize baktığında ne demek istediğimi anlamıştı.

 

"Mert bize ne olacak bilmiyoruz bir ihtimal kısa olan zamanımızı böyle ikilemlerle harcamamalıyız." ne demek istediğimi anladığında gözlerindeki parıltıyı görmüştüm. Elimi daha sıkı tutup beni yanına çektiğinde yürümeye başladık.

 

Kenetlenmiş ellerimize bakarken "Sen, seni seviyorum demesen de olur Mert." demeden edemedim. Bana bakıp "Ne dedin?" diye sordu geçiştirdim "Hiç öylesine konuşuyordum." Önüne döndüğünde ellerimizi ileri geri sallamaya başlamıştı. Liseli aşıklara dönmüştük.

 

"Duymuştum zaten!" dediğinde bakışları benim ışıma her yerde geziniyordu. Dudaklarında her yaramazlık yaptığında aşina olduğum utanmaz gülümsemesi yer edinmişti. Kıkırdadım bedenimin yarısını hızlıca ona dönüp "Biliyordum zaten." dediğimde tekrardan önüme dönmüştüm. O da bana bakıp gülümsedi.

 

Az sonra Kaya'nın evinin önüne gelmiştik. Buraya da gelmeyeli çok olmuştu. Gerçi mezarına bile gitmeyen bizden ailesinin evini ziyaret etmesini bekleyemezdik. Onun ölümüne yakıdan şahit olup mezarına gidip göz yaşı dökmek sandığımız kadar normal bir durum değildir. Mert zili tereddütle çaldığında biraz bekledik. Biz bir çırpıda geldik ama kadın evde miydi? Yanı bu saatlerde hep evde olduğunu söylemişti. Bugün yakınlarda kurulan bir pazarda yoktu ama olur ya komşuya gidesi filan tutmuştur. Neyse ki açılan kapı beni yanıltmıştı. Haliyle önce şaşırdı ama kısa bir merhabalaşmanın ardından bizi evine davet etti.

 

"Hoş geldiniz içeri geçin lütfen." Beklemediğimiz bu sıcak karşılamaya karşın teşekkür ederek içeri girdik.

 

"Size bir çay getireyim." Tam itiraz edecekken çoktan gitmişti bile.

 

Mert kolumu dürttüğünde ne olduğunu anlamadım. Gözleriyle işaret ettiği yere baktığımda fotoğrafları gördüm. Çoğu Ankara'daki evde duran fotoğraflara benziyordu.

 

"Ocakta çayım vardı buyurun." Sevim Teyze seslenene kadar fotoğraflara dalıp gittiğimi yeni fark ediyordum.

 

O da anlamış olacak ki karşımıza oturmadan önce baktığım fotoğraflardan birini eline aldı.

 

İç çektiğinde elini fotoğrafın üstüne koyup özlemle severken "Çok güzel gülümsemiş değil mi?" diye sorduğunda bunu daha çok kendine söyleyen bir hali vardı.

 

"Tatlı bir çocuktu Kaya. Hep çok sessiz ve çekingendi bu yüzden çok zorluk çekti. Lisede ki halini biliyorsunuz. Siz arkadaş oldunuz ona sonra başka arkadaşlarda edindi ama gözlerine baktığımda anlamlandıramadığım bir yalnızlık vardı hep. Bazen insanlar yalnızlık hissiyle doğuyor sanırım. Bu birinin sinirli olması gibi bir durum diye düşünüp normalleştirdim hep. Belki de daha fazla üzülmemek için kendimi teselli ediyordum."

 

Biz sormadan anlatmaya başladığında lafını hiç kesmedik. Bu durum işimizi kolaylaştırmıştı.

 

"Bazen Ankara'ya giderdik. Orayı çok severdi. Kardeşinin pek hoşuna gitmiyordu bir kere deniz yoktu ama o severdi. Sanırım Ankara ona mutlu çocukluğunu hatırlatıyordu. Geçen sefer hırsız girdiğini öğrenince hepimiz telaşlansak da neyse ki bir eşya çalmadan yakalamışlardı. Biraz rahatsız olduğum için gidemedim sağ olsun oradaki yakınlarımız evle ilgilendiler."

 

Söyledikleri üzerine Mert ile birbirimize kaçamak bakışlar attık. Demek Kıraç olayın üzerini böyle örtmüştü.

 

"Geçmiş olsun rahatsızlığınız nedir?"

 

"Evlat acısı diyorum ben ama doktorlar kalp hastalığı diyor."

 

"Kız kardeşi Selen rehabilitasyon merkezindeymiş. Öyle duyduk." dedim.

 

Derin bir nefes aldığında açıklamaya başladı.

 

"Abisinin ölümü yıprattı onu. Kızamıyoruz da hepimiz bir ölümle dağıldık. Bir yerde hep kendimizi suçladık."

 

"Neden? Yani yanlış anlamayın biz hiçbir zaman bu duruma anlam veremedik. Kaya'nın vazgeçişi o kadar aniydi ki... Son zamanlarda onu yıpratan bir olay mı oldu?"

 

Bir an duraksadı gözlerini bizden kaçırdığında bir yalanın geleceği apaçık ortadaydı.

 

"Hep durgun bir çocuktu ne hissettiğini hiç çözemezdik ki. En son yanında siz varmışsınız. Ne söyledi size?"

 

Derin bir nefes aldığımızda ne diyeceğimizi bilemeyerek birbirimize baktık. Az önce kendi ayağımıza sıkmıştık şimdi ise doğruyu mu söylemeliydik emin değildik. Bir bildiğimiz olup olmadığını anlamak için sorulmuş bir soruydu. O zamanlar sormaya fırsat bulamamıştı.

 

Tam o sırada imdadımıza kapının çalması yetişmişti. Selma Teyze yanımızdan gittiğinde rahat bir nefes aldık.

 

Kapıyı açtığında şaşkın sesini duyduk.

 

"Aa hoş geldiniz hiç bahsetmediler sizin de geleceğinizden?" Dolunay ve Ulaş'ın geldiğini anladık. İçeriye Kaya'nın babası Faruk Bey'in girmesiyle ayağa kalkıp selam verdik. Bizi burada gördüğüne şaşırmıştı.

 

"Hoş geldiniz çocuklar." dedi sevecen bir tavırla.

 

"Hoş bulduk." diye karşılık verdiğimizde arkasından Ulaş ve Dolunay'da girmişti. İnandırıcı olmayan ama en başından söylemeyi kararlaştırdığımız bir yalan söylemeye karar verdik.

 

"Selma Teyze kusura bakma Dolunay ve Ulaş'ın da geleceğini söylemeyi unuttuk. Yansı ve Doğu'da gelmeyi çok istedi ama burada yapacak işlerimiz olduğundan pek vakit bulamıyoruz. O yüzden onlar da Kaya'nın kız kardeşini ziyarete gittiler."

 

İkisinin de durumu normal karşılamadığı belliydi fakat hiçbir söz etmediler. Dolunay yanıma oturduğunda birbirimize bakıp ters bir durum olup olmadığını kontrol ettiğimizde planladığımız gibi ilerlediğimizi anladım. Az sonra ben boğazımı temizleyip lavaboya gitmek için izin istedim. Amacım Kaya'nın odasına gitmekti. Daha önce eve geldiğim için yerini biliyordum. Umarım odayı bozmamışlardır diye dua ederek içeri girdiğimde hemen ardımdan kapıyı kapattım. Etrafa baktığımda eşyalar olduğu gibi duruyordu. Şükrettim. Burada işimize yarayan bir eşyayı unutmuşlardır diye ümit ediyordum. Çekmeceleri karıştırırken ancak üstü kapalı arıyordum. hem bozduğum yerleri düzeltmek hem de hızlı olmaya çalışmak işimi güçleştiriyordu. Gözden kaçırdıklarım muhakkak olacaktı ama ayrıntılarıyla inceleyecek zamanım yoktu. İşimize en çok yarayacak eşyayı almalıydım. Dolabın kapağını açtığımda kıyafetlerin arkasına bile baksam elle tutulur bir eşya bulamamıştım. Fotoğraf albümleri kitaplar kıyafetler herkesin odasında olan sıradan aksesuarlar vardı. Gözüm yatağının üstünde asılı duran fotoğrafa takıldı. Hepimiz bu fotoğrafta vardık. Bunun ne zaman çekildiğini biliyordum. Kendime engel olamayarak elime aldım. Bu hepimizin birlikte gittiği karaoke kafesinden kalan bir anıydı. O gün aklıma geldiğinde gülümsemeden edemedim.

 

Düşüncelerimden sıyrılıp geri yerine koyacağım sırada ufak bir çıkıntı dikkatimi çekti. Duvarla aynı renkte olduğu için neredeyse belli olmayan ufak bir dolaptı. İçimden kilitli olmaması için dua ederken elimi ufak tutacağına tutup kendime doğru çektim. Şükür ki kilitli değildi. İçine baktığımda sadece tek bir defter vardı İçini açmak istesem de yapamadım çünkü şifreyle kilitlenmiş kalın kahverengi kapaklı eski bir defterdi.

 

"Deniz!" İçerden Selma Teyze'nin sesini duymamla aceleyle kapağı kapatıp çerçeveyi geri astım. Defteri de kazağımın altına sakladığımda geriye odadan çıkmak kalmıştı.

 

"Selma Teyze sen dur ben bakarım."

 

Dolunay'ın beni ipten aldığını anladığımda tuttuğum nefesimi üfledim.

 

"Deniz çıkabilirsin." Dolunay'ın fısıltıyla çıkan sesini duymamla yavaşça odadan çıktım. Kapıyı ardımdan kapattığımda ona sadece kısa bir açıklama yapabilmiştim. Defteri çabucak çantama attığımda içeri girdik. Kaya hakkında ufak tefek anılardan bahsediyorduk. Sohbetimiz bittiğinde sonunda vedalaşma faslına geçmiştik. Evden çıktığımda rahat bir nefes alabilmiştim. Birinin evinden benim olmayan bir eşyayı almış olmak kendimi kötü hissettirmişti. Ulaş ve Mert'e bulduğum defterden bahsettiğimde Mert cebinden telefonunu çıkartıp "Yansı'yı arayalım." dedi. Onlarda Doğu ile Kaya'nın kız kardeşine gitmişlerdi. Buluşup bulduklarımızı tartışırken defterde yazanlar hakkında konuşmalıydık.

 

Mert hoparlöre aldığından birkaç çalışta açılan telefonla Yansı, Dolunay ve ben aynı anda konuşmuştuk.

 

"Buluşmamız lazım."

 

GEÇMİŞ ZAMAN

 

Doğu eline aldığı topu havaya kaldırıp atacağı sırada karşısında duran Yansı ellerini yüzüne siper etmişti. Doğu bunu gördüğünde topu tutan eli havada kalmış tereddüt ediyordu.

 

Bunu gören Ulaş "Doğu vursana!" diye bağırdığında Doğu yavru köpek bakışlarıyla ona bakıp "Vicdansız mısınız? Nasıl vurayım?" dedi.

 

Mert'te bu duruma dayanamayıp araya girmişti.

 

"Lan alt tarafı oyun oynuyoruz!"

 

"Benim elimde değil. Kıyamıyorum." Yansı Doğu'nun söyledikleriyle kızarırken ben ve Dolunay birbirimize baktığımızda ikimizde yüzümüzü buruşturmuştuk.

 

Yıldız sonunda isyan edip iki elini havaya kaldırarak ileriye götürürken "Bir daha sizinle oyun oynarsam namerdim." dedi.

 

Ulaş topu onun elinden alıp sertçe bize atınca kaçınmaya başlamıştık. Bunların ortası yok ki.

 

Sonrakinde Yansı pas yakaladığında tekrar Doğu'ya dönüp atacağı an o da tereddüt edince yere çökmüştüm. Biz böyle akşama kadar oyunu zor bitirirdik.

 

"Sen vur beni bir tanem. Ben dayanırım." Bunu söyleyen Doğu'ya karşın Ulaş bir çırpıda ona dönüp keskin bakışlarının hedefi haline getirirken yukarı bakıp "Allah'ım hainlerle oyun oynuyorum." diye sitem etmişti.

 

Yansı'da bunun üzerine "Kıyamam ki!" deyip topu bana attığında oyundan iyicene soğumuştuk.

 

"Bir daha sizle oyun oynayanın-" cümlemi tamamlayamadan hepsinin keskin bakışlarını üzerimde hissetmemle yerime sindim.

 

"Allah yardımcı olsun diyecektim." Özellikle Doğu'nun hevesi kursağında kalırken diğerlerinin de morali bozulmuştu Eğlence çıkacak ya kendilerine!

 

Sonunda Yıldız dayanamayıp "Şurada karaokeye gitmeden biraz top oynayalım dedik. Duygusal aşk sahnesine çevirdiler ortalığı." dedi.

 

"Kız romantizmden o kadar bir haber ki romantik bir dizinin duygusal sahnesi bile diyemedi. Yürüyün gidelim sizinle top oynanmaz!"

 

Doğu bunu söyleyip yanımızdan ayrıldığında ağzımız açık kalmış bir halde arkasından bakakalmıştık. Ulaş'ın ise derdi bambaşkaydı kolunu Yıldız'ın omzuna atıp "Aferin kuzen böyle bir haber ol! En çok bu huyunu seviyorum." dediğinde Yıldız ona tersçe bakıp kolunu tuttuğu gibi sırtına sabitlemiş ve "Sende kamyon hayranıyız diye beni tavla arkadaşın sanma!" demişti.

 

Ulaş'ın acıyla inlemiş diğer elini havaya kaldırıp "Tamam tamam." diyerek onu yatıştırmaya çalışmıştı. Yıldız yüzündeki ifadeyi değiştirmeden onu serbest bırakıp yürümeye başladığında Yansı arkasından bakarak yanıma yaklaşıp "Bu kızda herkese ağzının payını verip kimseye cevap verme hakkı tanımıyor." dedi.

 

"En çok bu tarafını seviyorum Ulaş'a haddini benden iyi bildiriyor. Bazen Ulaş'a en çok hangimiz daha gıcık oluyoruz emin olamıyorum." ne zaman yanımda bittiğini anlamadığım Dolunay hayranlıkla konuştuğunda Yansı ve benim Ulaş'a ondan daha çok kimsenin gıcık olamayacağı başlık yazımızı manidar bakışlarımızla iletiyorduk.

 

Aramızda az bir mesafe kalana kadar diğerlerine yetiştiğimizde Ulaş sabahtandır sormadığımızı soruyu sormuştu.

 

"Bu karaoke olayı nereden çıktı Allah aşkına? Bu kadar insanız aramızda sesi güzel olan tek bir kişi bile yok."

 

"Baktık her bölüm neredeyse şarkı üzerine yazılıyor olacak gibi değildi bizde bir seferde tüm şarkıları aradan çıkaralım dedik." diye cevapladı onu Doğu.

 

"Sen bir süre sus Doğu sen konuştukça aklıma daha bir topa vuramadığın geliyor."

 

Doğu, Ulaş'ın ona çıkışması üzerine başını eğip derdini anlatmaya başladı.

 

"Geçen gün kitaplığın üst rafındaki kitabı almak için merdiveni kullandığında dengesini sağlayamadığı için düşüp kolunu incitmişti nasıl vurabilirdim?" Böyle söylediğinde onun Yansı'ya duyduğu bu sevgiyi hiçbirimizin çözemeyeceğini daha iyi anladım. Ulaş ve Mert'in adımları durmuş yanından giden arkadaşının arkasından bakıyor muhtemel benim gibi onun Yansı'ya duyduğu sevgiyi çözmeye çalışıyorlardı.

 

İkisi de adımlarını durduğunda Mert "Cidden Doğu-" derken lafını kesmesinin sebebi ne diyeceğini bilemeyişindendi Doğu onlara dönüp seslendiğinde ikisi de kendilerine gelip yanına varmış iki taraftan bir kollarını omzuna atıp sarılarak yürümeye başlamışlardı. Arkalarından gülümseyerek bakarken Dolunay'ın sesini duydum.

 

"Sana inanamıyorum Yansı alt tarafı topu atacaktın."

 

Dolunay hala Yansı'yı azarlarken az önceki tablo tekrarlanıyor gibiydi. Yansı dudaklarını büzüp elleriyle oynadığı sırada ayaklarını yere sürte sürte geliyordu.

 

"Geçen gün üst raftaki bir kitabı almak için merdivenle yukarı çıkmıştım. Dengemi sağlayamayıp üstüne düştüğümde beni koruyayım derken belini sakatlamıştı. Nasıl vurayım?"

 

Bu ikisini anlamak mümkün değildi. Dolunay bile ne söyleyeceğini bilemeyen bir haldeydi ama üzerindeki etki geçtiğinde kolunu Yansı'nın omzuna atıp "Böyle sevmeyin birbirinizi insanı gerçek olmadığımıza inandırıyorsunuz." diyebilmişti.

 

Burhan Karaoke yapacağımız yerin önünde bizi bekliyordu. Kaya'nın birazdan geleceğini söyledi. Ulaş'ın onu tekrar sürüklemesini istemediği için bu sefer bir çağrışımda gelmeyi kabul etmişti. İşi varsa gelmeyebileceğini söylediğimizde Ulaş hemen atılıp annesini arayarak ödevlerini bitirdiğini ve işi olmadığı için gelmesi gerektiğini söyleyince itiraz edememişti. Bu zorlayıcı tavrı için ona ne kadar kızsam da başka türlü onun gelmeyeceğini söylemekle yetinmişti.

 

İçeri girdiğimiz andan itibaren Yıldız tuhaf davranmaya başlamış tavşan kulaklı pembe kapüşonunu kafasına geçirip iplerini çekerken kendini saklamaya çalışan bir hali vardı. Ne olduğunu sormaya fırsat bulamadan orada çalışan gençlerden biri onu tanıyıp.

 

"Aa Yıldız Abla sende mi geldin?" Hepimiz yavaşça başımızı Yıldız'a çevirdiğimizde kendimizden aşina olduğumuz suçlu gülümsemesi yüzünde belirmişti.

 

Ulaş şüpheyle ona bakan gözleri ayırmadan iğneleyici bir tonda "Ne zaman geldi ki Yıldız Ablan buraya?" diye sordu. Yıldız ufak ufak kaçmaya başlamıştı bile.

 

"İşte buraların devamlı müşterisi olur kendileri. Burada onu tanımayan esnaf yok. Bulduğu kim varsa tutup buraya getiriyor. Sayesinde bir sürü öğrenci müşterimiz oldu. Artık esnaf arasında VIP müşteri oldu." Yıldız iğreti bir gülümsemeyle başını kaşıyıp kendisine kaşlarını çatmış bakan Ulaş'a harika bir savunma yaptı.

 

"Esnafa destek olayım demiştim."

 

Burhan kendi kendine konuşur gibi "Bizde diyoruz neden okuldaki herkes burayı öneriyor?" dediğinde fark etmeyerek ateşi harlamıştı.

 

"En son ne zaman geldi bu VIP müşteri." Ulaş VIP'nin üstüne basarak konuştuğunda çocuk hemen cevap verdi.

 

"Bu hafta Salı günü."

 

"Saat kaçta?" Ulaş soru sordukça Yıldız'ın çıkışa doğru giden adımları büyüyordu.

 

"İşte saat 11 gibi. Zaten okul saati dışında gelmez pek." Bu bardağı taşıran son damlaydı. Yıldız yakalandığını anladığında hemen "Benim yemeğimde ocak vardı unutmuşum." deyip kaçacağı sırada Ulaş istifini bozmadan kulağından tutup geriye çektiğinde "Acıyor acıyor!" diye sızlanmaya başlamıştı.

 

"Acısın kuzen. Buradaki esnafın reklamını yaptığın için yediğini içtiğini bedavaya da getirmişsindir sen!"

 

Çalışan çocukta hayretle "Aa nereden bildin abi?" deyince gerçek olduğunu anlamış biz de inanamamıştık.

 

"Kuzen ne güzel işte masrafsız okuldan kaçıyordum. Üstelik esnafı da canlandırıyordum. Kendi okul harçlığımı çıkarmış oluyordum. Ne yapsaydım? İzin verseydim de kapitalizim mi kazansaydı? Bırak artık acıyor ya!"

 

Yansı dayanmayıp "Kim ona kapitalizmin çoktan kazandığını söylemek ister?" deyince Dolunay göz devirip "Ya Yansı bir dur ortalık yangın yeri zaten." deyip kenara itmişti onu.

 

Sözleri Ulaş'ın üzerinde istediği etkiyi bırakmamış hatta kulağını daha çok çekmesine sebep olmuştu.

 

"Okula gidiyormuş gibi okul harçlığı çıkarıyorum diyor. Okuldan kaçarak mı harçlığını çıkarıyorsun? İstediğin kadar kaç Yıldız. Ne kadar sınıf tekrarı yaparsan yap. Öyle ya da böyle o okul bitecek anladın mı beni? Bundan kaçışın yok!"

 

"Ya kuzen ben anladım benden adam olmaz verin beni sanayiye! Söyle anama babama da boşa yatırım yapmasınlar! Benim okumakta gözüm yok, gittiğim yol yol değil!"

 

"Canım kuzenim sen merak etme ben annen ile babana çok güzel haberler vereceğim. Kızınız okuldan kaçıyormuş ona vereceğiniz en büyük ceza okula göndermek olur diyeceğim. Her teneffüs yanıma gelip rapor vermezsen seni eve almamalarını da söyleyeceğim. Artık bahçenizdeki köpeğin kulübesine bakıp onun bile başını soktuğu bir ev olduğunu görüp ağladığında aklın başına gelir belki. Ayrıca harçlık kontrolünü de seve seve bana devredeceklerini düşünüyorum. Kuzen şunu anla okuldan yazı da gelse, bütün ülke senin adam olmayacağını söylese hatta Birleşmiş Milletler bu kız okumaz diye karar çıkarsa, eğitim bile senden vazgeçse ben seni kolundan tuttuğum gibi o okula götürürüm."

 

Sözlerini söyledikten sonra kulağını bırakmıştı. Ulaş'ta ki bu kararlılık o kadar korkutucuydu ki ne söylerse aynen yapacağına hepimiz inanmıştık. Bu kızı Ulaş zorla okutur üniversiteye gönderir isterse doktora bile yaptırırdı. Doğu gözlerinden ateş çıkan Ulaş'ın yanından korkuyla ayrılıp Mert'in yanına gelmişti.

 

"Mert biz nasıl biriyle büyüdük böyle?"

 

"Dur Doğu bende korktum şu an!"

 

"Sen korkma Mert! Sen de korkarsan kim koruyacak beni Burhan mı?" Dalga geçercesine söylediğinde Burhan gözlüklerini düzeltirken yanaklarını ısırmış ona bakıyordu.

 

"Bozulma Burhan ama haklıyım. Kaya artık çıkabilirsin kader ortağım." Ne zaman içeri girip Burhan'ın arkasına saklandığını bilmediğimiz Kaya önce başını çıkartıp etrafın güvenli olup olmadığına emin olduktan sonra tamamen ortaya çıkmıştı.

 

Şimdi çocukta haklı dışardayken içeri girip Ulaş'ın kızgın boğa halini bende görsem saklanacak delik arardım.

 

"Siz de ne ödleksiniz!" Dolunay ikisine kızıp Ulaş'ın yanına gidip zıplayarak ensesine bir tane şaplak atmıştı.

 

Bir an gözüm çalışan çocuğa kaydığında korkulu gözlerle bize bakıyordu. Yüksek ihtimal polisi arayıp aramama noktasında kararsız kalmıştı.

 

"Sende bırak lan kızı!" Beklemediği bu darbeyle Ulaş sonunda Yıldız'ın kulağını serbest bırakmıştı. Bunu fırsat bilen Yıldız kendini savunacak birini bulmanın mutluluğuyla hemen Dolunay'ın arkasına geçti. Az önce ortalığı ayağa kaldıran kendisi değilmiş gibi Ulaş'a dil bile çıkartmıştı. Tabi tekrardan Dolunay'ın sırtıyla yüzünü gizlemesi de uzun sürmemişti.

 

"Dolunay sen karışma! Sep bizden yüz buluyor da yapıyor bu yaramazlıkları. Milleti haraca bağlamış hala mı onu savunuyorsun?"

 

Yıldız duyduklarıyla başını kaldırıp "Üstüme iyilik sağlık ne haracı? Asıl bana dua etsinler. Buraya dadanıp haraç kesen çetelerin hepsini ben çökelttim. Polis olarak doğacakmışım da yanlışlıkla kamyoncu olmuşum işte!" dedi. Ulaş'ın duyduklarıyla daha da gözü dönerken dayanamayıp bu sahneyi kasanın olduğu masaya bedenini yaslamış gülümseyerek izleyen Mert'i dürtmüştüm.

 

Omuz silkip "İzliyoruz işte kızım gel sen de aşırı zevkli. Bir darbukacı eksik." dediğinde. Darbukacı ne alaka? Diye düşünsem de es geçtim.

 

"Git de aralarını yap! Baksana olay büyüyecek."

 

İşaret parmağıyla önce kendini sonrada onları gösterip "Ben bu iki keçinin üstünde tepinip durdukları köprü olacağım öyle mi? Tamam bizim Denizimizsin dedik ama o kadar da değil." dediğinde gözlerimi kısıp ona baktım. Sonra üstelemenin bir işe yaramayacağını anlayıp dudağımı büzdüğümde ilk silahımı kullanmaya başladım.

 

"Mert ben bugün karaoke yapacağız diye çok heveslenmiştim. Bak senin bana hediye aldığın kazağı bile giydim. Onlar böyle kavga etmeye devam ederlerse bizi atarlar. Denizin bugün şarkı söylemeden boynu bükük eve mi gitsin yani?" dediğimde parmaklarımla oynarken bir ayağımı ileri geri sürtüyordum. Arada kaldırdığım gözlerimle Mert'e baktığımda numara yaptığımı bilse bile buna kanmaya devam ediyordu. Beni baştan aşağı inanmadığını belli eden gözleriyle süzse de bıkkın bir nefes verip "Yapma şöyle Deniz beni ateşe attığını bilmeme rağmen inanıyorum. İyi tamam!" demesinin ardından istemeye istemeye kavga eden iki keçinin arasına girmişti. Şimdi gerçekten aynı sahne canlanıyor gibiydi.

 

"Kız yapmış bir hata düzeltiriz elbet. Sanki sen hiç kaçmıyor musun okuldan?"

 

"Dolunay; ben ve o bir miyiz? Benim karşımda durmak için onu savunma! Bunu söyledim diye cinsiyetçilik yaptığımı iddia edip üste çıkmaya da çalışma!"

 

"Peki böyle davranınca çözülecek mi problemimiz? Kızı tehditlerle mi okula getireceksin?"

 

"Savunduğun eşek kadar kızın seve seve okula gelmeye niyeti var da ben arada sıkıldığım için tehditle getirmeye çalışıyorum." Ulaş'ın alaylı ama bir o kadar sinirli konuşmasının üstüne Dolunay bir laf edecekken Mert olaya müdahil olmuştu.

 

"Tamam ikinizde şu kavgayı bitirin. Yıldız sen de bir daha okuldan kaçma. Bundan sonra hepimiz ona göz kulak oluruz ailesiyle de konuşuruz olur biter. Kaç gün devamsızlığı olduğunu da öğrenir müdüre ne yapabileceğimizi de sorarız."

 

Ulaş'a dönüp devam etti.

 

"Ulaş olmuşla ölmüşe çare yok. Bu saatten sonra bizim yapacağımız bir daha tekrarlanmamasını sağlamak. Genç kız düşmüş bir gaflete bu kadar üstüne gitme. Dolunay da haklı tehditle kızı okutamazsın."

 

Mert'in biz de liseye gitmiyormuşuz gibi konuşmasına gülmeden edemedim.

 

Dolunay'a dönüp onu da uyaracağı sırada yanımda duran Yansı "Bana söyleseydin bende aynı konuşmayı yapardım." dediğinde göz devirdim "Sen daha çok ortalığı karıştırırdın. Kaostan beslendiğini bilmeyen yok!" Hınzır bir gülümsemeyle yerinden kıpırdandı "Tamam haklısın ikisine de gaz verirdim." dedi.

 

Tekrar onlara baktığımızda Mert sinirli gözlerini Ulaş'tan çekmeyen Dolunay'a kızıyordu.

 

"Ayrıca Dolunay sen de Ulaş'a bu kadar kızma! Kardeşi gibi görüp endişelenmesi normal. Şimdi bu saçma iyi abi pozlarıma bir son veriyorum. Artık içeri girerek şu lanet şarkıları bağıra bağıra söyleyebilir miyiz? Bu saf saf konuşan kişinin ben olduğuma inanamıyorum. Burhan bozulma ama bu konuşmayı sen yapmalıydın."

 

Burhan şakayla yapılan iğnelemelere dayanmayıp "Bozuluyorum artık Mert." dediğinde Mert gülümseyip ona sarılarak içeri sürüklemişti.

 

Doğu'da Kaya'nın iki omzundan ittiriyordu "Yürü bakalım kader ortağım dertli şarkılar söyleyeceğiz. Bu gece bize ağlayalım." Kaya'nın yanımdan geçerken yüzündeki yardım isteyen bakışlarını görsem de iki elimi Doğu'yu engelleyemeyeceğimi göstermek için havaya kaldırmıştım.

 

Yansı'da Dolunay'ın koluna girip "Hadi Dolunay gidip Manga şarkıları söyleyip Manga nasıl birinci olamadı diye ağlayalım." diyerek onu sürüklemişti.

 

Dolunay sanki az önce yaşananları unutmuşçasına hemen Yansı'ya karşılık verip "Taylor Swift de dinleyelim." demişti.

 

En sona Ulaş ve Yıldız kaldığında birbirlerine düşmanca bakıyorlardı. Kavga etmelerini izlemek istemediğim için ikisini de kolundan tutup içeriye adeta uçurmuştum. İnşallah düşmüşlerdir.

 

Hepsi tek tek giderken ben yine en sona kalmıştım. Arkalarından içeri girdiğimde hepimiz bir taraftan az önceki olayın üstünü kapatmaya çalışıyorduk. Mide fesadı geçirene kadar yediğimiz abur cuburlar, içtiğimiz içecekler, kahkahalar ve bol bol fotoğraf. Her yerden çıkan telefon kamerası hepimizde bugün için en az bir tane anı bırakacak kadar çok fotoğraf çekilmesini sağlamıştı

 

"Hadi topluca bir tane çekilelim. Az önce neredeyse polisi arayacak çocuktan rica ettim. Bu sefer çekileceğimiz fotoğraf hepimizde olacak ona göre poz verin." dedi Dolunay uyarır bir tonda.

 

Kameranın karşısına geçtiğimizde Dolunay'ın uyarısıyla normal duruyorduk. Tabi üçten geriye doğru saymaya başlanıp tam çekildiği anda kendimize bürünmemiz kaçınılmazdı. Ulaş, Dolunay'ın yanağında çekerken diğer eliyle Yıldız'ın kulağını çekmişti. Yıldız'da az önceki olay yüzünden kızgın olduğu Ulaş'ın yanağını tutmuştu. Doğu tam fotoğraf çekildiği anda Burhan'ı arkasından korkutup yerinden sıçramasını sağlamış Mert'te Kaya'ya sarılır gibi yapıp başını üstünden tavşan kulağı yapmıştı. Yansı ile birbirimize bakıp ikimizde sarılırken ben işaret parmağımı gözümün altına koymuş o da dilini çıkarmıştı.

 

En berbat aynı zamanda en normal fotoğrafımız çekilecekti.

 

Çalışan çocuk geriye doğru saymaya başladı.

 

"Çekiyorum.

1...

2...

3!"

 

-----------------------------------------

 

ŞİMDİKİ ZAMAN

 

Doğu odadan çıkarken arkasında Mert ve Ulaş vardı. Yansı önde biz arkada çıktıkları odaya doğru ilerliyorduk. Yüz yüze gelmelerine karşın dudaklarına kondurdukları ufak bir gülümseme haricinde hiçbir ifade yoktu. Yan yana geçtiklerinde Doğu'yu göremesem bile Yansı'nın yüzündeki gülüşün az da olsa büyüdüğünü fark etmiştim.

 

İçeri girdiğimizde Yansı önümüzde sırtı bize dönük halde duruyordu. Siyah renginde üzerinde sarı çiçek desenler olan dizinin altında biten eteği ve onun üstüne giydiği sarı balon kollu bluzuyla beraber siyah ince bantlı hafif topuklu ayakkabısı ve at kuyruğu yaptığı saçlarına eklediği sarı kurdeleyle az önce yanından geçen Doğu'nun nasıl yüz ifadesini koruduğuna anlam verememiştim.

 

Dolunay ve ben Yansı'nın tüm ısrarlarına rağmen tek tip bir takım elbise giyinip koruma misali bir rol üstlenmeyi seçmiştik. Bizi buna o mecbur bırakmıştı. Simsiyah takım elbisemizin içinde tek parlayan yer beyaz gömleğimizdi. Ona eşlik eden simsiyah güneş gözlüğümüz ve ifadesiz yüzümüzle bizi ancak farklı renkte olan ama ikimizin de balık sırtı ördüğümüz saçlarımızdan ayırt edebilirlerdi.

 

Karşımızda kırk yaşlarının sonunda kısa, siyah, düz saçlarına yer yer beyazların karıştığı orta boylarda esmer tenli, siyah takım elbise giyen bir adam karşılamıştı.

 

"Bugün misafirim fazla. Bu beni gururlandırıyor." Bu ses tonuna ve velfecri okuyan gözlere bakan herkes daha çok koltuklarını kabarttığını söyleyebilirdi.

 

Yansı hiç istifini bozmayıp sadece gülümseyip mesafeli bir sesle "Ne mutlu size!" demişti. Muhtemelen sadece birbirinin anlayacakları bir dilde konuşacaklardı.

 

Yansı'yı masasının karşısındaki koltuklardan birine oturtup kendi koltuğuna geçecekken Yansı'nın "Satranç oynayalım mı?" diye sorması üzerine olduğu yerden dönüp ona baktı. Gözleriyle kapıyı işaret etti.

 

"Anlaştınız sanırım. Sen de beni yenersen anlaşmanı kabul etmemi mi söyleyeceksin? Bir gün içinde iki zafer bana bile fazla..." Alaylı cümleleri az önce Doğu ile de satranç oynadıklarını gösteriyordu.

 

Yansı kibar bir dille ısrar etti.

 

"Her oyun aynı tadı vermez. Lütfen bir de benimle oynayın."

 

Adam kısa bir an duraklasa da Yansı'nın karşısına geçmesi uzun sürmemişti. Onlar otururken biz Dolunay ile Yansı'nın iki yanında ve ayakta duruyorduk. Saymayı bıraktığım saçma planlarımızdan birinin içindeydik. Yansı'nın değimiyle bir kitabın içinde de olabiliriz. Son yaşananlardan sonra ona inanmaya başlıyorum.

 

İlk hamleyi yaparken "Senin teklifin nedir?" diye sordu.

 

Hiç uzatmadan konuya girmesi buraya neden geldiğimizi bildiğini gösteriyordu. Yansı bir nefes verip hızlı akacak sohbetin başlangıcını yaptı.

 

"Gelecek değişiyor Ahmet Bey artık yapay zeka dört bir yanımızı sararken biz ötede durup izleyemeyiz. Yatırım alanlarımızı değiştirmeliyiz artık teknolojiye ve yazılıma olan değer artıyor. Bugün sektörün en büyük sorunu günümüzü takip edememek. Artık rekabet ortamı sanal dünyada gerçekleşiyor ve bizde bu rekabete katılmalıyız. Ben sizden yatırım alanlarımızı değiştirmemizi istiyorum." dedikten sonra kendi hamlesini yapmıştı.

 

Adam piyonunu oynatırken başını kaldırıp Yansı'ya baktı

 

"Şu an yapaya zekaya olan yatırımların sende farkındayken üstelik rekabet içerisindeki şirketler bu denli büyükken bize yapay zekaya yönelmemizi mi söylüyorsun?"

 

Yansı önünde birleştirdiği ellerine bakıp asla bozmadığı gülümsemeyle uzun bir açıklamaya başladı.

 

"Rekabet iyidir Ahmet Bey ve hep vardır. Doğru büyük şirketler var ve her gün geliştirilmiş bir yapay zeka karşımıza çıkıyor fakat uzaktan tabloya baktığınızda birilerinin duyduğu kayıptan incinen gururunu ötekinin ise güçlü olmasına karşın aşağılık kompleksinden kurtulamayıp özeleştiri yapamamasını görüyoruz. Ben diyorum ki bir yapay zeka geliştirelim ama bunu yerli bir ürün olarak sunmayalım yaşadığımız yer ve dünya göz önüne alındığında ne dışarısı büyümemizi ister ne de içerisi büyümemize destek olur. O yüzden yurtdışında yabancı isimli bir şirket açalım başına da adını ve yüzünü gizlediğimiz iki Türk yazılımcı koyalım. Dışardan bakan herkesin tamamen yabancı kaynaklı olduğunu düşüneceği bir yapay zeka şirketi oluşturalım. Desteğini verelim iyi bir yapay zeka oluşturalım yanında vazgeçilmez birkaç sosyal medya uygulaması yapalım ve sırası geldiğinde çıkıp açıklamamızı yapalım."

 

Yansı'nın konuşması üzerine adını yeni öğrendiğim Ahmet Bey'in yüzünde karşısındaki insanı küçümseyen bir ifade vardı.

 

"Çok kitap okuyorsun herhalde. Üstelik yurt dışında yapacağız öyle mi? Harcanacak tutarın haddi hesabı olmayacak. Hasbelkader bir iş için böyle bir riske mi gireceğiz? Ayrıca nasıl saklamayı planlıyorsun?"

 

"Ele edeceğimiz kâr düşünüldüğünde iyi bir teklif bence ama merak etmeyin o kısımlar benim hayalim. Gerçekçi olan kısmı ilerleyen bilişim dünyasına yatırım yapmalıyız yönünde olan düşüncelerimdi. Bu dünyaya daha fazla geç kalamayız."

 

"Gerçekten şimdiki gençler fazla hayalperest, alaycı ve iş bilmez Ateş'in kızının geleceğini öğrendiğimde pek beklentim yoktu ama bu kadar cehalette beklemiyordum."

 

Yansı sabrı taşmak üzere olan bir halde yanaklarını ısırıp istifini bozmayarak cevap verdi.

 

"Bakın Ahmet Bey, az önce buradan çıkan adamların veri tabanınıza girdiklerini biliyorum. Ayrıca istedikleri arsa için biçtikleri fiyatı da düşündüğümüzde alışveriş merkezi yerine benim inşa edeceğim bir yazılım şirketine yatırım yapmak çok daha iyi. Eğer teklifimi kabul ederseniz onları halledebilirim. Siz sadece bana destek olun. Diğerleri yerine neden size geldiğimi biliyorsunuz. Yıllardır babamla ahbapsınız ve yönetim kurulumuzda yer alanların açıklarını babam kadar iyi biliyorsunuz benim şirketin başına geçmemle ilgili bir öneriye ihtiyacım var sizin ise bir şantajdan kurtulmaya..."

 

"Birkaç hergele beni tehdit etti diye geleceği olmayan bir işe yatırım yapmamı mı istiyorsun?"

 

"Geleceği olup olmadığına bakarız."

 

"Burada böyle bir işi yürütemezsin hadi yürüttün diyelim büyütemezsin. Birkaç yıla batacaktır. Biz kendi içimizde bölgesel savaş verebiliriz ama dünyada bizi yutarlar bu sadece hayalperest bir iş olur. İş insanları olarak yapmamız gereken payımıza düşeni yemek."

 

Konuşmaları fazla sakin ilerlerken her verdikleri cevapta satranç tahtasından bir taşı oynatıyorlardı. Bu sefer Yansı tahtada olan gözlerini yavaşça karşısında duran adama çevirip buz gibi ama bir o kadar yatıştırıcı çıkan bir sesle "Şimdi kabul etmiyor musunuz?" diye sordu.

 

Ahmet Bey atını oynatırken bu sefer kısa bir kahkaha attı.

 

"Güldürme beni! Vezir hiçbir zaman bir şah olamaz!" Bunun üzerine Yansı'dan gelecek olan tepkiyi elimden geldiğince soğukkanlılıkla beklemeye koyulmuştuk. Uzun bir süre tek kelime etmedi. Karşısında duran adamda bu küçük kızı zaten yeneceğinin farkında olan bir hava vardı. Yansı ise öylece satranç tahtasına bakıyordu yüzünden herhangi bir ifade okunmazken sonunda az öncekine nazaran küstah fakat bir o kadar da belirsiz bir tebessüm kendini belli etmişti.

 

Bedenini masaya doğru eğip taşlardan birini harekete ettirdikten sonra Ahmet Bey'e baktı.

 

"Aslında bunu bizzat kullanmamak adına ince bir plan yapmıştım fakat görüyorum ki bazılarına anladıkları dilden konuşmak gerekiyor."

 

Yeniden arkasına yaslandığında ellerini önünde birleştirip devam etti.

 

"O halde hadi sizin dilinizden konuşalım."

 

Adam vezirini oynattığı sırada "Sultan Baybars'ı bilir misiniz?" diye sordu.

 

Nereye varmak istediğini anlamış olacak ki yüzü düştüğünde derin bir nefes alıp bedenini geriye çekerken "Tabi bilirim." dedi.

 

Yansı gülümseyişini büyütüp devam etti.

 

"Beni anladığınıza göre sadede geleyim. Bildiğim kadarıyla geçen yılın en çok vergi ödeyen iş insanlarından biri sizsiniz buna güvenerek son zamanlarda kartlarınızı daha açık oynar oldunuz. Bu size pahalıya patlayacaktı elbet. Doğru, sizi bir anda yok edemem ama mallarınıza, bütün banka hesaplarınıza ve şirketiniz üzerinden yapılan pek çok işleme kısa bir süreliğine de olsa el konulmasını sağlayabilirim. Siz bu sektörleri iyi bilirsiniz giden köpek kulübesiz kaldığında bulduğu ilk kemiğe sarılır. Ben sizin köpeklerinizle ilgilenmiyorum fakat muhakkak ilgilenen başka çakallar olacaktır. Üzerinizdeki baskı azalsa bile bir kere kaybolan köpeği geri getiremezsiniz. Uğrayacağınız zararı telafi edeyim derken bir bakmışsınız elinizdeki müşteriler daha iyi teklif sunan bize gelmek istemiş."

 

Yansı bir anda durup nefes aldığında şimdi o, elinde tuttuğu bardakla oynuyordu. Bedenini masaya doğru yaklaştırıp yüzündeki kan çekilmiş adama bakarken başını sağa doğru eğdi. Neyi kast ettiğini biz az çok anlasak da karşısındaki adam hepimizden çok daha iyi anlamıştı. Sanırım yaşadığı en büyük şok ise Ateş Bey'in çıt kırıldım kızından böyle sözler duymuş olmaktı.

 

"Güzel hikaye değil mi? Bunun için vaktimin olmaması çok yazık zira girdiğim bir iddia var ama kaybedersem bu filmi izlemek için bolca vaktim olacak." Sonlara doğru Yansı'nın yüzündeki gülümseme solarken elini son bir hamle yapmak için hareket ettirmeden önce "Kısaca köleden sultan olduysa vezirden hayli hayli şah olur." demesinin ardından ayaklanıp sözlerine yüzüne kondurduğu ufak bir tebessümle devam etti "Bence siz bir daha düşünün. Başka oyun tercih etmeniz gerektiğinden bahsediyorum çoban matıyla yenildiniz." göz kırpıp yürümeye başladığında nihayet odadan ayrılıp derin bir nefes alabilmiştim.

 

"Az önceki lafı sen mi uydurdun?" diye sordu Dolunay.

 

Cidden problemimiz az önce bu kızın kestiği raconla zaten dertte olan başımızı daha bela derde sokma ihtimali değil de bu muydu?

 

"Evet." dedi Yansı hiç teklemeden.

 

"İyiymiş arada yaz da ver birinin üzerinde kullanacağım."

 

"Ulaş'a benden daha beter laflar edersin sen."

 

"İkiniz de onun savunuculuğunu yapıyorsunuz ben haksız mıyım yani?"

 

"Haklısın sonuna kadar da arkandayız ama sen tek kişi olarak hepimize bedel olduğun için onun yanında durma ihtiyacı hissediyoruz. Ayrıca Ulaş'ı sinir etmenin hoşuna gittiğini hepimiz biliyoruz." Bunu az önce içerde muhtemel bir suçlunun gözlerinin içine bakarak tehdit eden kadın söyledi. Şimdi Dolunay Yansı'dan daha mı korkutucu? Yansı böyle söylediğine göre bir bildiği vardır.

 

Çıkışa geldiğimizde bir anda arkasına dönüp bana bakarak "Aramızdaki en korkutucu sensin Deniz ben en çok senin yapacağın ataktan korkuyorum. İkiniz birlikte gidin ben tek başıma gideceğim. Arkadan gelirsiniz." dedi.

 

Ben sürekli sesli mi düşünüyorum?

 

Neden diye sormamıza fırsat tanımadan arabaya binmişti bile. Bizde Mertlerin bizi beklediği arabaya ilerleyip onu takip etmeye başladık.

 

"Kız bu anı bekliyormuş." dedim. Hala az önce yaşanan olayların etkisindeydim.

 

Ulaş bu durumdan bıkmış bir halde "Gelene kadar taktı kulaklığını tek kelime etmedi. Artık yükseliş marşını mı dinledi? Mehter marşını mı? Orasını Allah bilir." dediğinde Mert kıkırdamıştı.

 

Doğu atılıp "İstiklal Marşını dinlediyse fena gaza gelmiştir." dediğinde hepimiz gülmüştük. Işıklara geldiğimiz zaman kırmızı yandığından araba Yansı'nın arabasının biraz gerisinde durduğunda kendi aramızda şakalaşmaya devam ediyorduk. Sarı ışığın ardından yeşil ışık yandığı an kahkahalarımıza bir patlama sesi karışmıştı. Tam önümüzde duran Yansı'nın içinde olduğu araba gözümüzün önünde havaya uçtuğunda şok olmuştuk. Korkudan çığlık attığımızda ne olduğunu dahi anlayamadan telefonlarımıza gelen mesajın sesini bile duyamamıştık

 

Görev 6: Bana karşı bir oyun kurun.

 

NOT: Bu benim için bile beklenmedikti.

 

------------------------------------------------------

 

BÖLÜM SONU

 

Bu bölüm benim için fazla hüzünlüydü.

 

YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!

 

YAZIM VE NOKTALAMA HATALARI İÇİN ÜZGÜNÜM!

 

PEKİ SİZ NASILSINIZ?

 

 

Bölüm : 01.02.2025 19:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...