23. Bölüm

19.BÖLÜM"LADESİM LADES OLSUN MU?"

Nur Peri
nurperi287

Arkadaşlar lütfen tartışmayı sonuna kadar okuyup öyle yorum yapın. Birinin sizden farklı düşünmesi yanlış düşündüğü anlamına gelmez. Karşı taraf için de sizin farklı bir düşünceniz olduğunu unutmayın!

Her zaman umduğumuz yerden vurulmazdık. Bazen bunu yapacak güçleri olmadığını düşündüğümüz insanlar bize büyük bir darbe vurduğunda kimseyi küçük görmemiz gerektiğini anlamış olurduk. Şu an olduğu gibi. Diğerlerine nazaran daha hızlı toparlanan Melike kumrala kaçan saçlarını geriye atıp omuzlarını dikleştirip Yansı'nın karşısına geçti.

"Hiçbirimiz onun kim olduğunu bilmiyoruz. Siz de bilmediğimizi biliyorsunuz. Boşuna bizimle vakit kaybetmeyin." dediğinde Mert artık çileden çıktığını belli ederek atıldı.

"Bu rahatlığınız ne peki? Bir katil peşimizde ama siz bunun için endişeleneceğinize Yansı'yı öldürmeye çalışıyorsunuz. Neden? Çünkü işlediğiniz suçları biliyor. Bu suçlara sizi Efarit teşvik etti ama sizin öldürmek için can attığınız kişi bizleriz öyle mi?"

Sessizlik olduğunda Doğu hayretler içerisinde kalarak "Eli kanlı bir katilden çok bizden korkmanız normal değil biliyorsunuz değil mi? Dışardan bakınca bir katilden daha mı belalı görünüyoruz lan?" demişti. Hiç onu umursamayıp Arda konuşmaya dahil oldu.

"Belki de Efarit sizden biridir." dedi Can bizi işaret ederek.

Ulaş dayanamayıp sinirden güldüğünde elini havaya kaldırıp onu gösterirken "Biz bu adamın zekasıyla yarışamayız arkadaşlar dağılalım." demişti. Hiçbirimiz bu muhabbete inanamıyorduk.

Dolunay'da gülerek konuşmayı sürdürmüştü. Konuşulanlar o kadar mantık dışıydı ki hiçbirimiz ciddi cevap veremiyorduk." Efarit'in bizden biri olma ihtimaline dayanarak Yansı'yı öldürmeye çalıştınız ama kutlamasını da yine Efarit'in işini döndürdüğü restoranda yapmaya karar verdiniz öyle mi? Doğu bile daha yaratıcı yalanlar söylerdi."

Yansı'nın şüpheyle üzerinde gezinen bakışlarının ardından merak ettiği soruyu sordu.

"Efarit mi yapmanızı istedi?"

"Hayır biz yaptık."

Pişkinliklerine sinir oluyordum.

"Bombayı nereden buldunuz?"

Melike masaya yaslanıp tırnaklarını incelerken

"Bizimde tanıdıklarımız var."

Bunun üzerine Doğu dayanamayıp "Biz aynı lisenin çocukları değil miyiz? Peki neden onlar 19 Mayıs'ta zeybek oynamış gençler gibi değil de yıl sonunda maskeli baloya katılmış zengin züppeleri gibi davranıyorlar?" dediğinde ona hak vermeden edemedim. Hiçbirimizin bombacı bir tanıdığı yokken onların olmasına ne diyebilirdik ki?

"Neyse Allah'tan deniz buraya yakın. Bunları da karşıya veririz." diye devam ettiğinde anlamayarak "Karşı?" diye sordum.

"Ya işte kıta sahanlığı, ada mada, en sevdiğimiz ata sporudur yüzdürmek karşıya!" dediğinde yapmaya çalıştığı kafiyeye kahkaha atmamak için elimle ağzımı kapatıp başımı sallarken zar zor "Olur Doğu!" diyebilmiştim. Şu durumda bile bana kahkaha attırdı helal olsun!

Biz böyle konuşurken Yansı sorgusuna devam ediyordu.

"Efarit sizinle kim üzerinden iletişim kuruyor ya da hiç birebir iletişim kurduğu oldu mu?"

Melike ukala bir cevap verdi.

"Cevabını bildiğin soruyu niye soruyorsun?"

"Emin olmak için..."

"Bizi es geçersek şüphelendiğiniz başka biri var mı?"

"Yok!"

"Biliyorsanız şimdi söyleyin şakamız yok hayatta kalsanız bile yaşayacak bir hayatınız olmayabilir"

Bunun üzerine alaylı bir gülüş dudaklarında belirirken ayağından destek alıp doğruldu. Küçümseyen bir bakışla Yansı'yı süzerek konuşmaya devam etti.

"Dalga geçme Yansı hadi diyelim her şeyi ortaya çıkardınız? Birkaç aya unutulup gidecek bir olayı fazla büyütmüyor musunuz? Kısa sürede salarlar bizi. Sonra bir bakmışsın eski hayatımıza geri dönmüşüz. Kaybettiğimiz hiçbir şey yok.

"Haklısın buranın emekçisi kaybeder ama dolandırıcısı kazanır hatta arkasından ağlanır. Neyse ki bizimde tanıdıklarımız var içerde uzunca bir süre sizi tutabilirim. Hatta geri dönünce hiçbir suç işlememiş gibi hayatına normal devam etme hayalin var ya! İnsanlar yaptıklarını unuttuğunda sen de eski hayatına geri dönmemiş olacaksın."

Yansı Melike'nin bu küstah tavırlarının sebebinin ailesinden kaynaklandığını biliyordu. Aynı kozu kullanarak bizim de ailelerimizin çevresinden yararlanabileceğini söylemişti. Hala kızgında olsam Melike'nin renkten renge giren halini gördükçe içten içe onu tebrik ediyordum.

Yansı zafer gülümsemesiyle ona bakarken Doğu fırsatı kaçırmadan yanında bitmişti.

"Kısaca havalı yârim diyor ki bomba öyle değil böyle patlatılır."

Dolunay dayanamayıp onu yakasından tutup geri çekerken "Doğu biz ne demek istiyorsak onu demek istiyoruz şu yorumlarını kendine saklar mısın?" dedi.

Doğu yakasını düzeltirken "Özet geçmeyeyim mi? Yarın öbür gün bizi okuduklarında olayı yanlış anlarlarsa ne olacak?" diye konuştuğunda bu defa Yansı yine ona bitmeyen takma adlarından birini taktığından öfkesini ortaya çıkarmıştı. "Bu olayın neresini yanlış anlayacaklar? Bölüm uzun olsun diye herkes birbirini tekrar ediyor!"

Melike pes ederek nefesini dışarı üflediğinde sonunda eteğindeki taşları dökmeye başlamıştı.

"Peki, Efarit'in yüzünü görmedik ama Kaya'ya çok yakın olan biri olduğuna şüphe yok. Biraz araştırdığımızda Kaya'nın son günlerde hayatına giren biri olduğunu öğrendik. Adamın fotoğrafını bulmuştuk ama Efarit hepsini elimizden aldı."

Ulaş sadece bizim duyabileceğimiz şekilde "Günlükte bundan bahsetmiyordu." dediğinde Yansı düşünceli bir sesle "Belki de bahsediyordu." dedi. Şu an bir sonuca ulaşmak üzere olduğunu tahmin ederken Doğu ile göz göze gelmişlerdi.

"Görünmez bir kalemle mi yazdı yani?"

Ulaş'ın dalga geçerek söyledikleri Yansı'nın kulak kesilmesine sebep olmuş gözlerini Doğu'dan ayırmayarak "Ulaş tam isabet! " demişti. Aklına ne geldi bilmiyorum ama bir anda hareketlendi.

"Başka? Mesela Nalan bu işin neresinde? Vedat Çiğil ile hiç yüz yüze görüştünüz mü? Poyraz'ın bütün olup bitenlerle ilgisi ne?"

Melike'nin arkasında sessizliğini koruyan Helin bıkkınlıkla göz devirip cevap verdi.

"Bakın biz sizin bildiğinizden daha fazla bir şey bilmiyoruz. Nalan bizimle sizin gördüğünüz kadar iletişim kuruyor tamamen iş için. Poyraz içinde aynı şeyi söyleyebiliriz hatta kendisiyle Nalan'dan daha az iletişim kuruyoruz. Bu kadar blöfleriniz ve tehditleriniz bittiyse artık gidebilir miyiz?"

Mert Dolunay ile arama girip fısıldayarak "Blöfünü yutmamışlar bayan Kenafir." diye dalga geçtiğinde beklemediğim bu hareketle Dolunay'ın sinirli bakışını gördüm. Elimle dudaklarımı kapatıp kafamı çevirdiğimde gülmeme mani olamadım.

"Mert hatırlat seni döveyim." dedi Dolunay. Mert sırıtmaya devam ederken iki elini teslim olurcasına havaya kaldırırken birkaç adım geriledi.

"Artık bitti mi? Gidebilir miyiz?" diye sordu araya giren Arda'ya karşı Doğu sevimlice gülümseyip masum bir tavırla "Sizi zorla tutan mı vardı?" diye sorduğunda Arda'nın neredeyse sinirden patlamak üzere olan yüzü görülmeye değerdi.

Hepsi sert adımlarla önümüzden çekip giderken sıra Meltem'e geldiğinde önüne geçip onu durdurdum.

"Meltem hepsini anlayabiliyorum. Peki ya sen? Sana ne yaptık?"

Lisede olduğu gibi hala çok zayıftı. Kısa kestirdiği siyah kıvırcık saçları çenesinin altında bitiyordu. Esmer teninde parlayan siyah gözleriyle bana bakarken ince dudaklarını öfkesini kusmak için aralamıştı.

"Bu zamana kadar cevabı bulamamış olmanız tuhaf Deniz."

Böyle söyledikten sonra gittiğinde arkasından Doğu bir elini diğerine vurup inanmayarak geriye doğru adımlarken bağırmaya başladı.

"Vay arkadaş! Ben bu karakterlerin bariz olmayan dertlerini anlamımızı beklemelerini anlayamıyorum . Akıl mı okuyoruz lan? Derdiniz neyse geçin karşımıza söyleyin. Biz ne bilelim ne yaptık? Ortada olan bir olayı anlamasak aptallığımızdan olacak ama bu kadar insanın anlamadığı bir olaysa demek ki senin özel bir meselen var. Karşımıza geçip anlatsana! Karakterlerin hepsi adam akıllı oturup konuşsa kitap filan yazılmayacak. Başımıza ne geliyorsa iletişim kuramadığımız için geliyor. Biri konuşsa final yapacağız."

Onun bu tavrına karşılık sakince merak ettiğim soruyu sordum.

"Onları tutuklaman gerekmiyor mu?"

Sonuçta işledikleri suç barizdi. Elimizde kanıtlarda vardı birkaç aya salınacak olsalar da sorgulaması gerektiğini düşünüyordum.

"Ben Türk polisiyim Deniz emin ol zamanı geldiğinde hepsini içeriye tıkacağım."

Dışarı çıkıp yürümeye başladık hepimizin hava almaya ihtiyacı vardı. Yürürken aynı zamanda konuşuyor ve olaylara anlam vermeye çalışıyorduk.

"Ben hala kendi başlarına seni öldürmeye karar vermelerini anlayamıyorum."

"Oraları geçtik Doğu. Kaya'nın tanıştığı kişi kimdi onu bulmalıyız."

"Yansı günlükle ilgili aklına ne geldi?"

"Önce emin olup size öyle söyleyeceğim."

"Hangimiz daha korkutucuyuz biz mi Efarit mi? Eğer onun kim olduğunu öğrenmek istiyorsak ondan daha korkutucu olmalıyız ki. Diğerleri onu tanıdığında bize söylesin gerçi bu söylediğim mümkün mü emin değilim."

Sıkıntıyla anlımı ovuşturdum. Bir türlü ilerleyemiyorduk. Hepimizden aynı anda gelen mesaj sesiyle göz göze geldik. Bıkkınlıkla oflayıp telefonuma baktığımda şöyle yazıyorduk.

"Tebrikler görevi tamamladınız"

"Herhalde Yansı'nın kendini ölü gösterip bir anda ortaya çıkmasından bahsediyor iyi bir görevden daha kurtulduk o zaman. Peki şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Doğu

"Burada yapılacak bir iş kalmadı. Kaya'nın ailesi ile konuştuk umarım günlüğünü çaldığımızı fark etmezler. Diğerlerinin Efarit'in yüzünü gördüğünü öğrendik ama fotoğraflara el koyulduğu için maalesef ondan da şu an bir şey elde edemiyoruz.

"Ay'ın inandırıcı olmayan blöfünden bile korktuklarını düşünürsek Efarit'i gerçekten tanıyor olsalar da kolay kolay ele vereceklerini sanmıyorum."

Ulaş'ın yine Dolunay'a bulaşmasıyla Mert ile bezmiş bakışlarla birbirimize baktığımızda ikimizin de aklından aynı şeyler geçiyordu.

Yine başlıyoruz.

Dolunay sinir olduğunu belli eden bir gülümsemeyle dudaklarını ısırıp Ulaş'a döndü.

"Senin gibi direkt şiddete başvurmadığım için kusura bakma!"

"Daha etkili bir yöntem olduğunu inkar edemezsin Ay. Hatırlamıyor musun? Geçen sefer Can nasıl ötmüştü?" Dolunay göz devirdiğinde kaçıncı kez onu bu konuda uyardığını bilmediğim bir öfkeyle ona bakıp "Bana şöyle seslenme diye kaç kez söyleyeceğim?" dedi.

Aklıma gelenle gülümseyip araya girdim.

"Çocukken de zorlansa bile hep Dolu derdi. Büyüyünce ne değişti?" Gerçekten küçükken söylemesi daha zor olmasına rağmen Dolu derdi her işleri ters.

Ulaş biraz düşünür gibi yapıp cevapladı.

"İkincisinin onu daha fazla sinir edeceğine karar verdim ki haklıymışım." Verdiği cevapla Dolunay daha çok sinirlenirken biz gülmeye devam ettik.

"Ulaş aramızda eski samimiyetimiz kalmadı hatırlatırım."

Ulaş Dolunay'ın bu ciddi sözlerine karşılık ona bakıp iç çektikten sonra "Biliyorum." dediğinde artık ikisi de ciddi görünüyordu.

Ulaş bir sigara çıkardığında Dolunay o daha yakmadan dudaklarının arasından çekip azarladı.

"İçme şu mereti!"

Ulaş sanki inadına yaparcasına gözlerinin içine baka baka yenisini aldığında sırtı bize dönüktü. Dolunay'ın yanında durup omzunun üstünden başını çevirdiğinde Dolunay ona bakmıyor yüzü bize dönmüş kollarını önünde bağlamış duruyordu.

"Bazıları inadını kırarsa neden olmasın. " dediğinde Dolunay ifadesini değiştirmeden başını çevirip onunla göz göze geldi.

"Neden? O zaman son sigaranı mı içeceksin?" Ulaş sesli bir gülümsemeyle karşılarken cevap verdi "Nereden bildin? Son kez yakacağım günü hayal ediyorum." deyip yanından geçip gittiğine Dolunay olduğu yerde duruyordu çakmağın sesini duyduğunda ise ufak bir tebessümle gözlerini kapatmıştı.

"Bu arada ben herkes gibi gün aşırı bunu parmaklarımın arasına almam gökyüzünün kızı."

Ulaş'ın son söylediklerine yüzünü buruşturan Dolunay'ın yanına yaklaşıp omzuna dokuduğumda bana bakmasını sağladım.

Şimdi yapacağımız konuşmayı Yansı ve ben dışında kimse şahitlik etmeyecekti. Diğerleri Ulaş'ın yanında bizden uzakta duruyordu.

"Dolunay Ulaş'ı seviyor musun?" bu çok kritik bir soruydu. Omuzları çöktüğünde durgun bir sesle cevap verdi.

"Sevmek her şeyi çözmez Deniz." İtiraz etmemiş olabilir ama bu cevap hayır demesinden çok daha kötüydü. Yıllar önceden gelen bir vazgeçişti.

"Sevmemek için çok kısa değil mi ömrümüz?" diye sormadan edemedim.

Alayla gülerken cevap verdi "Üzülmek içinde çok kısaydı Deniz."

"Dolunay bence artık bunu bitirmelisin. Ulaş yanlış bir karar verdi. Sen ona seni sevmediği için kızgın değilsin kendisini üzdüğü için de yeterince ceza vermedin mi?"

"Ben gururlu biriyim Deniz herkes sevmeyi seçecek diye bir kaide yok. Hala o günlerden kalan bir acı var içimde bazen sızlıyor."

Yansı araya girip kendi fikrini söyledi.

"Dolunay sen kendini çok seviyorsun. Bunun sonucunda da birinin seni üzmesini kolayca sindiremiyorsun. Bu güzel bir davranış ama aşırı değil mi? "

"Tam olarak neresi aşırı? Kendimi seviyorum evet ve beni üzmüş birine müsamaha göstermeyeceğim. Konuyu kapatalım artık. Tekrar üzülmekten korkuyorum." Yanımızdan gittiğinde Yansı ve ben arkasından yürürken konuşmaya devam ediyorduk.

Yansı üzgün bir sesle "Dolunay'ın üzüldüğü en önemli noktalardan biri Ulaş'ın onu içten içe farkında olmasına rağmen bunu kabullenmeyip kendi içinde şiddetle reddederek sergilediği davranışlardı. Sanki bilerek gözünün önünde yaşanan ilişki Dolunay'ı çok üzdü. Ulaş en başından reddetmeyip ilişkisini ondan uzakta tutsaydı bu denli kızgın olmazdı." dedi.

"Ulaş'a da hak vermeye çalışıyorum Yansı. Öbür türlü bende Dolunay kadar ona kızgın olacağım. Birlikte büyümüştük konduramadı ve reddetti bu reddediş başkasını vazgeçişe sürükledi ve bugün bu hale geldiler."

Az sonra yine yan yana yürümeye başladığımızda Yansı yorgunlukla sessizliği böldü.

"Ben çok yoruldum arkadaşlar yüzlerinize bakınca sizde de bu yorgunluğu görebiliyorum. Özellikle Mert'in tüm gece dergiye yazı yetiştirmek zorunda kaldığını düşünürsek..." Yansı cümlesini tamamlamadan iki gündür uyuyamayan Mert'in gözleri şişmişti. Akademik hayatını ilerletmek bir tarafa yabancı dil eğitimlerine de ağırlık vermek zorundaydı. Editörününse pek yardımcı olduğu söylenmezdi tabi.

İşaret parmağını kaldırıp iyi ki hatırlattın der gibi bakarken "Evet editörüme duyduğum kızgınlığı hatırlattığın için teşekkürler." dedi.

Yansı gözleriyle onaylarken cümlesine devam etti "Uzun lafın kısası bence devamını yarın akşam getirelim ben uyumak istiyorum."

Arabaya doğru ilerlediğimizde son olaylar artık kimsede konuşacak bir takat bile bırakmamıştı. Yaşadıklarımız bir tarafa artık yaşımız ilerliyor uçarı hallerimiz yerini sakinliğe bırakıyor eskisi kadar heyecanla adımlarımızı atamaz hale geliyorduk. Bu insanda bir parça hüzün bırakmanın yanında yaş almanın verdiği olgunlukla birlikte düşüncelerimiz netleşiyor öncekine nazaran daha sakin hareket etmeye başlıyorduk. Daha çabuk yoruluyor artık bedenimiz bazı olayları kaldırmıyordu. Bunlar için erken olabilir fakat bunların büyük belirtiler olarak karşımıza çıktığından bahsetmiyorum ufak ufak kendisini hissettirmeye az önceki belirtilerin birikerek bizi en sonunda kaçınılmaz olan sona ulaştıracağını biliyordum. Benim buna karşı bir korkum yoktu. Bedenimden ziyade anılarıma ve akıl beş karış havada ama bir aradayken eğlendiğimiz, her saçmalığımıza gençlik adı altında bulduğumuz bahanelere ve hatıralara karşı bir özlem vardı.

GEÇMİŞ ZAMAN

"Ne kadar ilginç değil mi? Doğu şu mahkemede en çok yargılanan insanken herkesin desteğini toplayıp sınıfın temizliğinden yakınıp başkan nerede naraları atmıştı. Sonra onu yargılarken iki kere düşünmeye başladık çünkü artık başkan yardımcısıydı ve onu oraya biz koymuştuk. Şimdi ise başkanımızı yargılıyor kısaca biz bu filmi daha öncede seyrettik." Yansı'nın kendi kendine konuşmasını anlamamakla birlikte hepimiz ona tuhaf tuhaf bakıyorduk sonunda ben aklımızdan geçeni söyledim.

"Yansı ne demek istediğini anladığımı sanmıyorum. Üstelik cidden bir doktora görünmelisin."

Elini çenesinin altına koyup düşünceli bir tavırla açıklamaya girişti.

"Olayları metafor yaparak inceliyorum ama anlamayanlar için açayım. Dün yargılananı kendimize başkan yaptık olanları gördük. Bugün yine biri yargılanıyor aynı insanlar o zaman ona da böyle destek vermişti. Bakalım bu sefer daha ne kadar kötü olacağız? Tarihin tekerrür çarkı korkunç bir hal alıyor. Şu okulda herkes suç işledi birbirimizden tek farkımız birimizin diğerimizden daha fazla suç işlemiş olması."

Tam olarak neye gönderme yaptığını kavrayamasak da anlamış gibi kafamızı salladık.

"Mahkemeyi kuruyorum." Doğu'nun gür sesiyle Dolunay kulağıma eğilip "Tarih ders kitabımız o kadar karışık ki Toy mu kurduk divan mı yoksa mahkeme mi? Bizde karar veremiyoruz." dediğinde kıkırdayıp ona hak verdim "Bir padişah denizde ayrı karada ayrı hayatını kaybetmişti. İki kez yaramıza tuz basmaya gerek yoktu bence." İkimiz gülüşürken Doğu tekrar elini masaya vurdu.

Kendini Mudanya'da mı sanıyor? Elinin izinin kalacağını düşünüyorsa yanılıyor.

"Sessizlik!"

Tüm sınıf sonunda Doğu'ya ve onun önünde iki dirhem bir çekirdek da duran Burhan'ı izliyordu. Sınıfça normal olmamakla beraber hakkımızı yemeyelim başkanımızı yargılayacak kadar da demokratiktik.

"Bugün Burhan Başkanımızın Almanca sınavında bize not vermemesi bir tarafa bizden bunu saklaması yüzünden onu yargılayacağız. Notlarını vermek istemeyebilirsin ama bu sınıfta gizli kapaklı işler yapamazsın biz tertemiz bir sınıfız. Biz de gizli kapaklı bir iş olmaz."

Bunun üzerine Dolunay başını eğip "Tertemiz derken umarım sınıfın hijyeninden bahsetmiyordur." dediğine başımı salladım. Doğu'nun lafı uzatmalarının arasından sonunda bir karar varılmış Burhan'a bir haftalığına başkanlıktan uzaklaştırma cezası verilmişti. Ne kadar adil olduğu tartışılır çünkü kendisi bizden o kadar bıkmış olacak ki kararı duyduğunda üzülmek yerine gözlerinin içi parlamıştı. Bizi saldığında hepimiz dört bir yana dağılmıştık.

"Bütün öğle aramızı çaldı çocuk!"

Dolunay öfkeyle yakınırken arkadan gelen Doğu "Bari sınıftan çıkmayı bekle." deyip onunla uğraşmıştı.

Hava soğuktu yine de bahçeye çıkıp biraz hava almak istedik. Tabi tadımızı kaçıracak olan manzaradan bihaberdik.

"Hava soğuk zaten hadi içeri girelim." Desem de etki etmemiş Dolunay itiraz etmişti.

"Gerek yok Deniz buna alışmalıyım."

"Sen istediğin kadar alışabilirsin ama kendisi benim sinir bozucu kuzenim olduğu için hiçbir olayına alışmak zorunda değilim ayrıca Gülce'yi de gelin olarak kabul etmiyorum."

Bir anda arkamızda iki elini beline koymuş öfkeyle Gülce ve Ulaş'ı izleyen Yıldız'ın konuşmasıyla irkilip geri çekildik. Adeta burnundan soluyordu.

"Kuzenimle anlaşamıyor olabilirim ama Gülce mi kuzenim mi derseniz kuzenim derdim."

İçimden Ulaş yerine Allah razı olsun demek gelse de kendimi tuttum. Gülce yerine öz kuzenini tercih etmesi takdir edilesiydi.

Banka oturduğumuzda Yansı onaylamaz bir şekilde başını iki yana sallarken kollarını göğsünün üstünde bağlayıp arkasına yaslandı.

"Ulaş gerçekten körse onu bir doktora götürmeliyiz. Kör taklidi yapıyorsa da Oscar'a aday gösterelim kimse böyle güzel aptalı oynayamaz."

Dolunay sertçe yutkunurken gözlerini kırpıştırıp zar zor konuşmaya başladığında başını biz çevirdi.

"Neyse kızlar. Biz yarın korku evine gidiyor muyuz?" diye sorduğunda konuyu dağıtma çabasını anlayışla karşılayıp ona katıldık.

"Siz hiç ders çalışmıyor musunuz? Üniversite sınavına girecek olan sizsiniz ben değilim ama nasıl benden daha çok aktivite yapıyorsunuz?" Yıldız'ın sorusuyla gözlerimi kısıp baştan aşağı onu süzdüm "Bir kere bizim biraz kafa dağıtmamız da gerekiyor." dediğimde Yansı alayla "Demiyor ki ben kitap karakteriyim çalışmasam da geçerim." diye ağzının içinden konuşsa da ne dediğini duymuştuk.

"Ne ara kafanızı toparladınız ki dağıtmaya ihtiyaç duyuyorsunuz?"

Bu kız her lafımızı ağzımıza tıkmaktan sıkılmıyor muydu? Başkasına yapınca zevk veriyor ama iş insanın kendisine geldiğinde fazla sinir bozucu oluyordu.

Dolunay onu takdir eden bir bakışla ona bakarken "Yıldız Maşallahın var yine ağzını açan senden payını alıyor, formundasın." dediğinde Yıldız ilerde nasıl kıydığına anlamadığım upuzun sarı saçlarının önüne gelen iki tutamını geriye doğru iterken konuştu.

"Ben hiç formumdan düşmedim ki her neyse yarın bende geliyorum."

Bulduğum fırsatı değerlendirip aklıma gelen lafı söylemeden edemedim. "Az önce bizden daha az gezdiğini söyleyen kızın her olayımızda yanımızda bitiyor olmasına ne diyorsunuz?"

Yıldız az önceki lafına karşılık verdiğimi anlayarak benim küstah gülümsememi gözlerini kısarak karşıladığında cevap verdi.

"Size meraklı değilim sinir bozucu kuzenimin gözüne gireceğim diye kaç zamandır o dışarı çıktıkça dışarı çıkıyorum."

"Niye gözüne girmeye çalışıyorsun ki?" diye sordu Yansı anlamayarak.

Nasıl hatırlamıyorsunuz der gibi bakarken biraz azarlar bir tonda olayı bize hatırlatmıştı.

"Okuldan kaçma mevzusu var ya!" dediğinde hepimize yeni dank ettiği için bir "Ha!" derken ben merakla "Hakikaten o olay ne oldu?" dedim.

"Ne olacak annem ve babam beni en olmadık kişiye emanet ettiler. Kendisi beni azat edene kadar yanından ayrılamam. Bak yine aklıma geldi ne kadar gıcık biri olduğu sinirlendim. Dışarı çıkmak için illa onun yanına olmam gerekiyor. Çok sıkıcı bir hayatı var. Dolunay üzülme ama Ulaş ile olmadığın için pek bir kaybın yok. Kuzenim diye demiyorum az sıkıcı değil yani. Bir insan hiç mi eğlenceli olmaz, hayatında hiç mi aksiyon olmaz?"

Ulaş'tan bahsediyordu değil mi? Aramızdaki en kavgacı en belalı arkadaşın ne kadar sıkıcı ve sakin bir hayatı olduğundan yakınıyordu.

Bir süre buna inanamazken Yansı'da bana katılmıştı "Yıldız geceleri bizden gizli eline silah alıp mafyacılık mı oynuyor? Benim gözümde Ulaş'ın bir üstü o kadar oluyor ondan soruyorum." Başımla onu onayladığımda merak ettiğim için Yıldız'a sordum "Ne yapıyor ki Ulaş?"

"Ne yapacak? Tüm gün çiçekle böcekle uğraşıyor, dedemin serasında çalışıyor, sabahın köründe spor yapıyor... Hayatının tek aksiyonu kargalar kahvaltısını etmeden kalkıp bilmem kaç tane mekik çekmek. Ben o kısımda kendisine yetişemediğim için ona katılmıyorum. Siz siz olun Ulaş ile spor yapmayın adam yorulmuyor. Allah affetsin dördüncü Murad'ın reenkarnasyonu olduğunu düşünüyorum bazen. Yakında gürzle antrenman yapacak! Şanslı ki bu tarafı onunla kuzen olduğumuza inanmamı sağlıyor. İkimizde de iyi inat var."

Bunun üzerine hepimiz sesli gülerken daha fazla konuşamadan zil çalmıştı. Öğleden sonra neyse ki daha hızlı geçmişti. Akşam Mertlere yemeğe gideceğimiz için eve gidince hazırlandım. Babam herkesle az çok iyi anlaşsa da benim mesafeli bulduğum Savaş Amca ile daha iyi anlaşırdı. Çocukluk arkadaşı sayılırlardı büyüyünce işlerini de ortak yapmışlardı. Babam ona çok güvenirdi. Ben aralarındaki arkadaşlığı sorgulamazken bunun ilerde benim ayağıma dolanacağından habersizdim.

Annem ben odamdan çıktığım sırada dış kapının önünden bana seslendi.
"Deniz masanın üstüne tatlı koymuştum onu da alıver."
Annem elimiz boş gitmeyelim diye tatlı yapmıştı. Mutfaktan tatlıyı alıp önden çıkıp kol kola yürüyen annem ve babamın yanına kaşar adımlarla yetişmiştim.

Babamın diğer koluna girerek onu ikimizin ortasında bıraktığımda bana bakıp gülümsemişti. Evlerine geldiğimizde kısa bir selamlaşmanın ardından masaya geçmiştik. Mert yine babasından uzakta oturuyordu. Ayrı olduklarında onun babasıyla hiç benzemediğini düşünürdünüz ama yan yana geldiklerinde Mert memnuniyetsizliğini gizlemeyip aynı babası gibi somurtuyordu. Geçen gün bana vereceği sırrı tutmam için söz alırken nedenini açıklayacağı aklımdan geçmedi değil ama Mert'e sorduğumda cevap vermediğinden bu konu hakkında konuşmak istemediğini anladım. Belki yakında bana ne için böyle davrandığını anlatır diye düşünürken araya yıllar gireceğini bilemezdim.
Yasemin Teyze bu iki somurtan adamın yanında adı gibi bir çiçek misali parıl parıl parlarken yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Çatalını tabağın kenarına bırakıp arkasına yaslandığında Savaş Amca göz ucuyla bakıp beni ürperten sesiyle "Tabağını bitirmelisin." Dediğinde Mert zaten her an babasına karşı çıkmaya hazır bir halde yerinde dikleşmişti. Önce sert bir ifadeyle babasına baktığında ardından gülümseyerek annesine döndü
"Doyduysan yemene gerek yok anne kendini zorlama!" Şu an çocukluk ediyordu sırf babasına karşı çıkmak için böyle söylemişti yoksa onuna annesine tabağını bitirmesi konusunda ısrar ettiğine çok şahit olmuştum. Yasemin Teyze oğluna gülümserken gözleri ışıldıyordu kazayla düşüp yürüyememesine rağmen hayat doluydu.

"Siz neler yapıyorsunuz bakalım?" diye sorduğunda baba oğul arasındaki bariz mesafeyi örtmek istediği ortadaydı.

"Mert yüzünden başımızı derde sokmamız dışında pek bir olayımız yok Yasemin Teyze!"

"Hakkımı yeme Deniz kaç zamandır hiç başımızı derde soktum mu?"

"Hafıza problemin var herhalde. Ne çabuk unuttun geçen gün birlikte çöp topladık. Bu olay birkaç vukuat eder zaten. Son zamanlarda yerinde durman normal."

"Benim mi hafıza problemim var? Asıl sen çabuk unutuyorsun. En son sen kavga ettiğin için müdürün karşısındaydık."

Biz böyle tartışırken Yasemin Teyze heyecanla araya girdi.

"Kimin daha iyi hafızası olduğunu öğrenmek ister misiniz?" diye yaramaz bir çocuk edasında sorduğunda gözüm kısa bir an Savaş Amca'ya kaymıştı. Üsten bakışlar atan koyu kahverengi gözleri Yasemin Teyze'ye değdiğinde parıldıyor ama bunu ona hiç göstermiyordu. Sanırım onun bu çocuksu heyecanı hoşuna gitmişti.

Mert ise ukala bir tavırla arkasına yaslanırken bana bakıp gülümsedi.

"Böyle bariz bir durumu öğrenmeye gerek yok anne zaten kimin olduğu açık değil mi? Benim hafızam daha kuvvetli."

Hayretle ona baktığımda kaşlarımı kaldırıp "Madem öyle diyorsun o zaman hiçbir meydan okumadan da çekinmezsin. Yasemin Teyze sen fikrini söyle biz onu uygulayalım." dediğimde. Yasemin Teyze bu anı bekliyormuşçasına heyecanla yerinden kımıldayıp konuşmaya başladı.

"Benim en eğlenceli bulduğum oyunu oynayabilirsiniz. Lades tutuşun." Tavuktan küçük bir kemik parçası koparıp bize uzattı. Mert ile meydan okuyan bakışlarla birbirimize bakarken gülümseyip kemik parçasının bir ucundan tuttuğumda o da diğer ucundan tuttu.

"Ladesim lades olsun mu?" diye sordum. Kendinden ödün vermeyen tavrını değiştirmeden "Olsun." diye cevapladığında kemiğin bir ucunu kopartıp tabağımın kenarına koydum.

"Hile yapmak yok Mert Bey."

"Ben hile yapmam Deniz sen kendi adına konuş. Bakayım sen sanki hiç salata almadın." Salata tabağını bana doğru uzatırken verdiği bu küçük göz dağını "Aklımda!" diye karşılayıp tabağı elinden aldım.

Akşam yemeği bittiğinde ara ara Mert ile ufak ataklarda bulunup ikimizde başarısız olmuştuk. Asıl oyunlarımız sonra başlayacaktı. Ortalığı topladıktan sonra çaylarımızı alıp salona geçtik. Annemle Yasemin Teyze sohbet ederken ben ve Mert'te birbirimize takılmaya devam ediyorduk. Kısa bir an babamla Savaş Amca'nın konuşmalarını duymuştum.

"Biliyorum güzel bir akşam yemeği için bir araya geldik bir aradayken iş konuşmayı pek sevmiyorsun ama çok kısa sürecek. Girdiğimiz ihalenin rakip şirketi bu sabah benimle iletişime geçti takdir edersin ki pek hoş bir konuşma değildi." dedi Savaş Amca sesinden bile konuşmanın çok tatsız geçtiğini anlamıştım. Babam sıkıntıyla başını ovdu.

"Biliyorum Savaş. Sıkıntılı bir şirket ama yapacak bir şey de yok ihaleden çekilemeyiz. Şimdilik görmezden gelelim."

Ne ile ilgili konuştuklarını tam anlayamasam da babamı daha fazla rahatsız etmeden çözülmesini umut ettim.

Yasemin Teyze tekerlekli sandalyesine uzandığında Savaş Amca hemen yanına gittiğinde Mert'te hızlıca ayaklanmıştı. Savaş Amca tam yardım edeceği sırada Mert elini itip kendisi yardım etmişti. Savaş Amca'ya baktığımda bu duruma üzüldüğü belliydi. Mert'in işi bittiğinde çay doldurma bahanesiyle onu kolundan yakalayıp yalnız kalabileceğimiz mutfağa sürükledim.

"Babanla derdin ne senin?" diye kızgınlıkla sorduğumda kaşları çatıldı.

"Seni ilgilendirmez!"

İlk defa bana karşı bu kadar sert olduğunu görüyordum. Üstelemedim. Aslında ona çok kızacağımı ve kavga edeceğimizi düşünmüştüm. Şimdi ise ona baktığımda pek doğru olmadığını anladım. Belki kendi aralarında özel bir mevzuydu. Birbirimize yakın olabilirdik ama benimle her konuyu paylaşmaya hazır olmayabilirdi. Hassas bir mevzu olduğunu düşündüğüm içinde verdiği tepkiyi anlayabiliyordum çünkü bende bazen böyle tepkiler verebiliyordum. Normalde bana karşı hiç böyle biri değildi.

"Mert her şeyin konuşulmayacağını biliyorum ama bir gün anlatmak istersen dinlerim."

Üzerine gidersem kavga edeceğimiz barizdi. Birbirimizi çok kıracağımız da...

---------------------------

"Ulaş sana inanamıyorum!" Mert hepimizin şaşkınlığını dile getirirken Ulaş hala bizi görmezden geliyordu.

"Gerçekten çocuk korku evinde bile kavga etti." Doğu'nun Kaya ile korkma işini abartmamış gibi konuşunca göz devirdik.

Kısaca anlatmak gerekirse korku evine gitmiştik. Bu kadar kalabalık ve sorunlu bir grup korku evine gittiğinde problem çıkmaması olanaksızdı. Ulaş'ı en başında buraya zorla getirmiştik. İçeri girdiğimizde kalın bir ses bize yönergeler vermeye başlamıştı.

"Burası sonunuzun olduğu kadar kurtuluşunuzun da tek adresi . Buradan çıkmak istiyorsanız dediklerimi harfiyen yerine getirmelisiniz."

Sonuna kadar onu dinlediğimizde Ulaş ters ters çevresine bakarken "Ben bunu döverim." dediğinde Dolunay "Adam işini yapıyor niye dövüyorsun acaba? Bir dış sesle kavga etmediğin kalmıştı" diye karşı çıkmıştı. Sonraysa daha fenaydı! Doğu ve Kaya korkudan bayılırken Burhan Mert'in elin sıkmaktan morartmıştı, Yansı Dolunay'ın dibinden ayrılmazken Yıldız bitmek bilmeyen esprilerini diline dolayarak hepimizle dalga geçmişti. Ulaş aniden karşısına çıkan iskelete yumruk atmıştı. İskelet olduğunu anladığı zaman bir yumruk daha atmıştı. Evet, iskeleti dövdü.

"Ben anlayamıyorum bir insan iskeleti nasıl dövebilir? Hadi başta yanlış anlayıp dövdün gerçek olmadığını anladığında niye bir kere daha yumruk attın?" diye büyük bir merakla soran Mert'e karşılık Ulaş'tan önce Yıldız cevap vermişti.

"Kuzenim diye demiyorum iyi kemik kırar." deyip sabahtan beri eksik etmediği kahkahalarından birini atmıştı. Bugün en çok eğlenen kişi hiç şüphesiz Yıldız'dı. Ulaş onun bu dağınık haline göz devirip dışarı çıktığımızdan beri açmadığı ağzını sonunda açıp bize cevap vermeye tenezzül etmişti.

Tabi söylediği ilk cümle umursamazca omzunu silkerek "Canımı sıkmıştı." olmuştu.

Bunun üzerine hepimiz onaylamayarak başımızı iki yana salladık. Yansı'ya bütün bu olan biten yetmemiş olacak ki bir anda kolunu omzuma atıp yaramaz bir çocuk edasında "Mert ile iddiaya girmişsiniz." dediğinde hiç şaşırmadım kesin annemden öğrenmişti.

"Sen sormadan söyleyeyim annen söyledi." Şaşırdık mı? Hayır!

"Mert kaybedeceğin bu kadar ortadayken nasıl cesaret ettiğini merak ediyorum." dedi Dolunay.

İçimden bir ses bu iddianın sandığımızdan daha büyük sonuçları olacağını söylüyordu.

Mert cevap vermekte gecikmemişti. "Dolunay bence sen benimle uğraşacağına kaybettiği zaman arkadaşını nasıl teselli edeceğini düşün." Dudaklarımdan bir "Hah!" nidasının çıkmasına engel olamazken Ulaş'ta atılmıştı.

"Asıl Deniz büyük bir cesaret örneği sergilemiş kimin kazanacağı Kenafir hanımın söylediği gibi ortada."

Dolunay "Bir kerede şaşırt Ulaş!" diye ona sitem ederken Doğu Yansı'nın yanına gelip "Kimse şaşırtmıyorsa biz mi şaşırtsak? Sen Mert'in tarafına geç bende bu sefer Deniz'i tutayım." diyerek fikrini belirttiğinde Yansı "Bir dahakine öyle yaparız." deyip onu Mertlerin yanına gönderdi.

Biz ne ara taraf olduk? Onu anlamadım.

Dolunay kollarının göğsünün üstünde birleştirip gözlerini kısmış meydan okuyan bakışlarla Ulaş'a bakıyordu.

"Peki görelim bakalım kim kazanacak?" Konu hala ben ve Mert miydik emin değilim.

Ulaş'ta alayla bir gülümseme takınırken "Görelim." dediğinde Kızlar ve erkekler olarak ikiye ayrılmış ve karşı karşıya duruyorduk.

Burhan ve Kaya ise ortada kalmış sadece bizi izlemekle yetinebiliyorlardı.

Mert ve ben ise çoktan konun dışında kalmıştık. Birbirimize karmaşık duygularla bakarken kendimizi ne ara bir grup yarışının içinde bulduğumuzu çözmeye çalışıyorduk.

Umarım bu iddianın sonu bir felaket olmazdı.

ŞİMDİKİ ZAMAN

Farklı düşünebilirdik bir arada büyümemiz bizi birbirimizden farklı olmaktan alı koymamıştı. Farklı alışkanlıklarımız, zevklerimiz ve bakış açılarımız vardı ama dikkatle baktığımızda farklı oluğumuz kadar birbirimize benzediğimizi de anlıyorduk. Aslında bence bu durum bütün insanlar için geçerli kendinizden çok farklı olduğuna inandığınız birine bakın özünüzde çok da farklı olmadığınızı görebilirsiniz. Bizde de buna benzer bir durum vardı. Mesela bir konuda fikir ayrılığına düştüğümüzde nerede duracağımızı biliyorduk.

Yansı endişeyle elini Doğu'nun çenesine koyup başını kendine çevirirken "Senin gözüne ne oldu?" diye sordu.

Dün akşamdan sonra Dolunay'ın evinde buluşmuştuk. Annem kaç gündür ölü gibi olan halimden sıyrıldığım için mutlu olurken ben kimsenin olaylardan haberi olmadığını, Doğu'nun herkesi sıkı sıkı tembihlediğini bu yüzden Yansı'nın kısacık bir zaman diliminde saklayabildiği sözde ölümünü sadece bizim bilmemizi sağladığını öğrenmiştim. Güya beni de tembihlemişti ama ben dünyayla bağlantımı kestiğim için duymamıştım. Annemi de ikna etmiş ve bana karşı anlayışlı olmasını ve soru sormamasını sağlamıştı.

"Protestoculardan biri taş attı." Doğu'nun cevabıyla kaşlarımı çattım.

"Gözüne bak mosmor olmuş. Sen ne yapmışsın onlara? Ekmeklerini mi yemişsin?"

Kızgın konuşmama karşın Doğu Yansı'nın getirdiği buzu gözünün üstüne koyarken cevap verdi.

"Tek bildiğim emir kulu olduğum. İnsanlar böyle söyleyince dalga geçiyor ama ben ne yapabilirim? Biz kaç kere karşılaştık böyle olaylarla sayısını unuttum. Hepsi birkaç güne kenara çekildiler olan bize ve emeklerimize olacaktı. O vakit gelip benim emeklerimin karşılığını verebilecekler mi? Tamam bizde de problemliler var yok değil ama benim ne suçum var? Görevimiz emre uymak bizim de elimizde değil. Herkes gibi bizim de kaybedeceklerimiz var. Hadi ben emre uymadım diyelim herkes emre uymadığında ne olacak? Herkes kendi yakalasın o zaman suçluları. Aradaki bölücülerini de atlamasınlar ama!"

Dayanamayıp çıkıştım. "Siz de bir ananın evladısınız size atılan taştan onları galeyana getirenlerin haberi var mı? Size emir verenlerin haberi var mı? Millet sanıyor ki size atılan taş başa atıldı. Kanı akan sizsiniz o ne olacak?"

Yansı vakit kaybetmeden araya girdi.

"Geçen okuduğum bir kitapta da benzer olaylar vardı işte insanlar protesto ediyor ama benzer bir olay yirmi küsür yıl önce de yaşanmıştı aynı kitabı Dolunay ve Deniz'de okudu. Evet olayları gerçekle bağdaştırmadan anlatmaya çalışıyorum."

Onun bu üstünü örtme çabalarına göz devirip devam ettim. "Peki, Yansı'nın gerçekle bağdaşmayan kitabında komik olan neydi biliyor musunuz? Tek bir kişiyi eleştirmek için yine tek bir kişinin lafıyla sokağa çıkıp bu işin taraf tutmak değil de demokratik hakkı savunmayla ilgili olduğunu söylemeleriydi. Ülkede iki yaşında bir bebek adaletsizlikten yüz bulan adi biri tarafından uğradığı taciz yüzünden öldü ama bardağı taşıran son damla bir bebeğin dökülen kanı değildi. Bunun partizanlık olmadığına insanları nasıl inandırabilirsiniz? Kendi protestonuza saygı bekliyorsunuz ama bunu başkalarının fikirlerine saygısızlık göstererek yapıyorsunuz. Bir de diğer ülkelerden yardım istiyorlar. Soykırıma göz kırpmış ülkelerden demokrasi dileniyorlar. Söylesenize Meşrutiyetle yönetilen bir ülkeden demokrasi dilenen bir güruhun peşinden nasıl gidebilirsiniz? Onlarda çok hevesli zaten kitaptaki ülke düzlüğe çıksa diye gece gündüz dua ediyorlar."

Yansı yanıma gelip kolumu dürterken beni uyardı. "Sus sus linçleyecekler şimdi. Kitaptan gerçeğe uzanmayalım lütfen!"

"Ben millet hakkını aramasın mı dedim? Benim kimseye güvenim yok diyorum sadece. Malum kişilerin gösterdiği yolla adaletin peşinden koşmam!"

"Seni de başın yanında zannederler."

Yansı'yı umursamayıp önüme dönerken bu sefer Dolunay bana bakıp konuşmaya başladı.

"Deniz kitaptaki herkesi bir tutma bazıları artık bu adaletsizliklere dayanamadıkları için protesto ediyor. Aslında çoğunun savaşı birinin hapse girmesiyle ilgili değil aksine iddialar doğruysa hapiste kalmasını istiyorlar. Birinin suçunu çıkardın sıra diğerlerine de gelecek mi? diye soruyorlar. Ülkede korkulan tek makamın adalet olmasını istiyorlar. Tarafsız kalınarak kim ne çaldıysa ortaya çıksın, kanunlar uygulansın, sokakta rahatça yürüyelim diyorlar. Adalet istiyorlar muhtemel bir suçlunun hapisten çıkmasını değil."

"Bu düşüncelerim için eleştirileceğimi biliyorum ama ben her ne kadar insanlar tarafsız olunamayacağını söylese de kitapta herhangi birinin tarafını tutmuyorum çünkü birinin yerin üstündeki sarayını görülüyorken öbürünün yerin altında bir sarayı olmadığından nasıl bu kadar eminiz? Ben bu işlerle alakası olmayan birini suçlasam bile birkaç dakika düşünür. Lafım sanki her dakika yanındalarmış gibi savunanlara..."

Yansı ikaz eden bir tonda araya girdi "Metaforlardan çıkmayalım lütfen!"

Dolunay söz alıp devam etti

"Deniz seni anlıyorum ama sen de şunu kabul et az önce söylediğim gibi kitapta; ülkede öldürülen çocuklardan, kadınlardan, adaletsizliklerden bıktıkları için tepki gösteren insanlar var. Artık birilerini eleştirmenin suç olmaması gerektiğinden bahsediyorum. Kitapta yer alan insanlar Yansı'nın deyimiyle bazı olayları ve kişileri metafor yapmadan eleştirebilmek istiyorlar. Dikkatini çekerim hakaret değil eleştirmek. Bu mücadele bazı uygulamaları, haksız kararları, yolsuzlukları dile getirmekten çekinmeyecekleri bir ortam oluşturmak için veriliyor. İlla birini savunmak için savaşıyor değil insanlar."

"Bende dışardan görünenin öyle olmadığını söylüyorum."

Yansı ise hiç bizim tartışmamızla ilgilenmeyerek düşünceli bir sesle "O değil de diplomamı nereye koymuştum acaba? Ne olacağı belli olmaz." dediğinde iflah olmayacağını bilerek onu onaylamadığımızı belli eden bakışlarla başımızı iki yana sallarken devam etti.

"Siz şimdi birbirinizle görüşleriniz yüzünden saygı çerçevesi içinde tartışıyor olabilirsiniz. Bunda bir problem yok. Aksine bu durum güzeldir sizin düşündüğünüzü gösterir ama sizin aksinize bu işi ileri götüren karşı karşıya gelip birbirine düşen insanlar var. Taraf tutan ve tuttuğu tarafça kullanılan insanlar birbirine düşer. Özüne inerseniz hepsinin aynı neden için taraf tuttuğunu görürsünüz ama tuttuğunuz taraflar size bunu göstermemek için türlü bahaneler önünüze sürer. Kısaca insanlar kullanılır. Bazıları farkındadır, bazıları değildir. Emin olduğum tek nokta şu: hangi tarafı tutarsan tut karşı tarafı tutanla yüz yüze gelen sen olacaksın seni o tarafa çağıran değil. Kitaptaki memlekette güvenilecek bir taraf var mıydı diye soracak olursanız yoktu. Bir tarafta bilmem kimin kızı birine çarpıp serbest kalıyor öbür tarafta köpekten kaçarken trenin altında kalmış çocuğu için isyan eden bir anneye şov yapma deniliyor gerisi de benim için yok zaten! Kısaca seçtiğimiz kişi herhangi bir koltuğa A'nın çocuğu yerine C'nin çocuğunu oturtturmaktan başka bir işe yaramayacak. Bunlar benim fikrim sonrası okuyucuların takdirine kalmış."

Yansı son noktayı koyup dondurma arabasının yanına gidip kendine vanilyalı ve çilekli bir dondurma söylemişti. Ciddi meseleler konuştuktan sonra böyle basit işler yaptığında sadece konuşmakla bir yere varamayacağımızı yüzümüze vurmak isteyen bir hali olduğunu görebiliyordunuz.

"Biraz sonra yapacağımız konuşmanın tek tatlı yanı olan dondurmalarımızı da aldığımıza göre başlayabiliriz."

"Neye başlayacağız Yansı geri döneceğiz Ankara'ya işte! Burada yapılacak başka bir işimiz kalmadı." Aklım biraz da kitapçıdaydı Melisa'ya bırakıp gitmiştim uzun zamandır ona bırakıp gidiyorum yaz bitmeden ona iyi bir izin vermeliydim.

"Plan yapmamız lazım Vedat ile görüşme ayarlayacağım ama Nazan'a nasıl ulaşacağımı bilemiyorum. Vedat'ta ulaşmak için onun aracılığına ihtiyacım var."

Biraz düşününce Mert'in aklına bir fikir gelmişti.

"En çok nerelerde geziniyorsa oralara gidelim biraz samimi olur aracı yaparız.."

"Biraz uzun sürmez mi? Bir anda samimi olup hemen Vedat ile görüşmemizi mi sağlayacak?" diye sordu Ulaş.

Yansı elini çenesine koyup düşünceli bir edada "Kolay güvenen birine benzemiyor ama başka türlü de olmaz sanki. Hem işi öne sürersek daha kolay ikna edebiliriz." dedi.

"İş demişken senin iddian ne oldu?" Soruma karşın gururla omuzlarını dikleştirdi.

"Sizce? Kazandım tabi ki!"

Dolunay gülerek "Vay be! Baban şey dedi mi? Bırak milletin psikolojisini bozacağına gel beraber paraları bozalım!" dedi.

"Tam olarak öyle demese de onun gibi bir cümle kurdu."

"Sen ne dedin?"

"Para beni bozar dedim." Yansı'nın beklenmedik cevabıyla kahkaha attığımızda o da bize katılmıştı.

"Kısaca istediğim kadar at koşturabilirim. İşi batırsam da kendi isteğimle olduğuma inanıp bana karışmaz!"

"Peki kısa bir analiz yapacak olursak Kaya'nın Ankara ile bir bağlantısı olduğunu biliyoruz. Acaba bu tanıştığı kişiyle İzmir'de mi yoksa Ankara'da mı tanıştı?"

Dolunay haklı olarak kızdı. "Bunu nereden bilebiliriz Yansı? Hiçbir ipucumuz yok!"

"Ben de biliyorum ama bir umut işte niye bozuyorsun?"

"Dün adam akıllı bir bilgi elde edemedik ki!"

"Onlarında bir bildiği yok! Tehditlere rağmen konuşmadılarsa gerçekten daha fazlasını bilmiyorlar demektir."

Doğu yumruk yaptığı bir elini diğer elinin avucuna vurup "Fırsatımız varken dün hepsini denize atacaktık memleketlerine gideceklerdi işte!" dedi.

Ulaş'ta ona katıldı

"Doğu ile aynı fikirdeyim."

"Ulaşcığım biz seninle hep aynı fikirdeyiz."

"Eğer bir daha Ulaşcığım dersen hem fikir olacağımız tek konu yumruklarımız olur."

Doğu onu umursamayıp kendini düşünerek "Sizi bilmem ama ben eli boş gitmiyorum. Kıraç büyük bir suç ağına dair bulduğum kanıtları görünce bana daha az kızacak!" dedi. Onun açısından baktığımızda çokta elimiz boş değil değildik. En azından şüpheli listemizde artık gereksiz kişiler yoktu.

Dolunay olası problemlerin önüne geçmek adına hemen olaya el koydu.

"Ben baştan söyleyeyim otobüsle gideceğim."

Yansı elini omzuna koyup üzgün bakışlarla ona baktı.

"Hem kurgusal olup hem de nasıl bu kadar gerçek olabiliyorsunuz aklım almıyor. Otobüs nedir? Uçağın suyu mu çıktı?"

"Bu kadar kişinin uçakla gitmesine razıysan benim için problem yok."

Hemen geri adım atmakta çekinmedi. "Ben gülelim diye şey ettim Dolunay. Hemen ciddiye alıyorsunuz tabi ki otobüsle gidelim."

Bu kızın cimriliği beni öldürüyordu.

"Otobüslerde sürünmeyelim bulurum ben bir tane aslan parçası daha!" Doğu hepimizin inadına konuştuğunda bu sefer Ulaş karşı çıktı.

"Otobüslerde sürüneceğimize yollarda sürünelim diyorsun. Kalsın ben almayayım."

"İki gün sonraya alırız biletleri. Toplu alımda indirimde yapmıyorlar zaten."

Yansı'nın bitmek bilmeyen yakınmaları bu sıcakla birleşince daha çekilmez bir hal alıyordu. Mert yavaşça ayağa kalkarken benimde elimden tutmuş onun söylenmelerinden birlikte kaçmak için adım attığımız sırada bizi yakalaması bir olmuştu.

"Biz yıllarca bir çift el için göz yaşı dökelim onlar bizden habersiz romantik dizi çeksinler." Yüzümü buruşturduğumda bizden bahsetmemesini çok isterdim. Cümledeki şahıslar fazla sevimli geldi.

"Vay be Deniz! İnsan bana söylerdi. Ne zaman öğrenecektim? Nikah masasında mı?" Dolunay'ın söylediğiyle kafamı geriye doğru çektim. Bunların nikah masasıyla ve evlilikle dertleri neydi? Sürekli bizi orada hayal ediyorlar.

"Mert senden hiç beklemezdim. Sen benim can dostumdun. Bizim gizlimiz saklımız mı vardı?"

Ulaş'ın bu alınmış tavrına karşılık Mert oldukça sakin ve bir o kadar da isyankardı.

"Olsun dedim Ulaş! Artık bir gizlimiz saklımız olsun dedim. Kusura bakma ama arkadaşımın ayak sesinin desibelini bile tanıyınca insan gizlisi saklısı olsun istiyor."

Doğu bir anda aramızda belirip ellerimizi severek hüzünlü bir sesle konuştuğunda neye uğradığımızı şaşırdık. "Hadi Ulaş'tan sakladın ama benden nasıl sakladın? Bu ilişkide en çok benim emeğim vardı."

Yansı akmayan göz yaşlarını yalandan silip burnunu çekti.

"Neyse sonraya bırakalım bu sitemlerimizi. Şimdi ben çiftimin güzelliğini konuşmak istiyorum. Gururlu bir anneyim şu an!"

Sitemlerini tamamen bırakmayıp erteliyor her türlü kaçış yok yani!!

"Yansı acaba sen Mert ile Deniz'in arasındaki duyguya aşık olmuş olabilir misin? Kısaca buna aşka aşık olmak da diyebiliriz. Normal değilsin çünkü!" Dolunay ona kızdığında bize gözlerinden neredeyse kalpçikler çıkararak bakmakla meşguldü kesinlikle Doğu ile uyumlular.

Mert sonunda elimi daha sıkı tutup "Biz gidiyoruz." diyerek beni bahçenin çıkış kapısına yönlendirdi.

"Ben ağlamadan gidin." Yansı'nın bitmek bilmeyen duygu krizlerini geride bırakıp sonunda birlikte kalabilmiştik.

"İşlerini bitirdin mi?" diye sordum.

"Sonunda bitti sayılır dönünce devam etmem gerekecek."

"Sen nasıl girdin bu dergi işine?"

"Birileri sağ olsun yıllarca uğruna şiirler yazdırdı biz de maden yazabiliyoruz boşa gitmesin dedik."

"Kimse iyi yapmış bak sayesinde iyi bir dergide çalışıyorsun."

"Aynen sayesinde eşit ağırlıktan sözelci olarak çıktım."

"Ben hiç eşit ağırlıkta bir insan görmemiştim hepsi sözelciydi. Sıkma canını."

"Teselli mi ediyorsun beni?"

"Hayır doğruları söylüyorum. Hadi bana dondurma al!"

"Ricalara ne oldu?"

Dudağımı büzüp gözlerimi kırpıştırdım.

"Bir dondurmayı çok mu göreceksin benden?" dediğimde hiç etkilenmemiş gibi yapsa da bana çoktan dondurmacının yolunu tutmuştu. Bana dondurmayı verdiğinde hevesle yemeye başlarken bedenimi çevirip geriye doğru adımlamaya başladığımda onun beni dinlerken ki ifadesini görebiliyordum. Heyecanla konuşmaya başladım.

"Anlatacak çok şey var mesela üniversitede neler yaşadım? Kızlarla olan yurt maceramız. Tabi senin neler yaptığını da öğreneceğim..."

Ben böyle durmadan konuşurken hiç lafımı kesmedi. Ne anlattıysam beni dinledi, sorularıma cevap verdi. Sonra neşeyle denize döndüğümde bir mahzunluk çöktü. Sertçe yutkundum, dudaklarım titremeye başladı. Mert'in omzuma dokunan elini hissederken endişeli sesini duydum.

"Deniz ne oldu?" diye sorduğunda dolan gözlerimi ona çevirdim.

"Anlatırken fark ettim. Burhan'ın ölümünü yavaş yavaş anlıyorum. Anılarımı anlatırken neden hiç onu aklıma getirmediğimi ya da onun olduğu zamanları düşünüyorum. Sonra senin içinde olmadığın hatıralar hatamı hatırlatıyor. Ben bizi mahvettim değil mi Mert?"

Beni affetmediğin aklıma geliyor diyememiştim. Dili affettim diyordu ama ben biliyordum işte!

Az önce çok mutluydum gölgelerin arkasında kalan yasım bu neşenin arasından sıyrılıp karşıma çıkıyordu.

"Burhan öldü Kaya'da öyle. Acılarını yeni yeni anlayabiliyorum. Birlikte geçirdiğimiz anlar daha dün gibiyken şimdi ikisi de yok. Neden bir anda böyle olduğumu bende anlayamadım."

İki elimle yüzümü sakladığımda Mert başımı göğsüne yaslayıp sırtımı sıvazlamaya beni teselli etmeye başlamıştı. Bunu atlatabilirdim ama unutamazdım çünkü ne zaman bir konu hakkında konuşsam onlar aklıma geliyor kalbimde oluşan boşluğa mani olamıyordum. Kalbimizdeki boşluğu görmezden gelebilirdik ama unutamazdık.

İki gün sonra Ankara'ya dönmek için yola çıktığımızda buraya ilk geldiğimiz zamana kıyasla daha çok hüzünlüydük geride yine bir mezar bırakmıştık. Nasıl dönecektik diye düşünürken kötü olacağını tahmin etsem de bu kadar olacağını düşünmemiştim. Yolculuğumuz ara ara eski tadı vermeyen atışmalarla geçmiş sonunda Ankara'ya varabilmiştik. Mahalleye gelip apartmana girdiğimizde karşımıza çıkan kişiyle şaşırmadan edemedik.

Merdivenlerimize oturmuş omzuna gelen sarı saçlarının arasına açık mavi renginde şapkasını takmış, yüzünü gizleyen yırtık kot pantolonu ve üzerine giydiği pembe tişörtle kafasını kaldırarak bize el sallarken kocaman gülümseyip "Yoğun istek üzerine geri döndüm. Selamünaleyküm! Bu arada çok bekledim." dediğinde endişeyle birbirimize baktığımızda telefonlarımıza yeni bir mesaj gelmişti.

Artık başımızda bir bela daha vardı.

1 YENİ MESAJ

Görev 7: Ladesim lades olsun mu?

-------------------------------------------------

BÖLÜM SONU

Öncellikle hepimize geçmiş olsun! Allah hepimizi daha beterinden korusun. Değişmemesi gereken tek gündemimiz olabilir fakat maalesef duyarlı davranılmıyor. Yıllardır deprem ülkesiyiz demekten ileri gidememiş olmamız daha bir can sıkıcı. Yine de umarım daha kötüsüyle karşılaşmayız.

Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkürler.

Yazım ve noktalama hataları için üzgünüm!

 

 

Bölüm : 24.04.2025 13:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...