25. Bölüm

21. BÖLÜM "SONA KALAN!"

Nur Peri
nurperi287

Bazen acılarımızı fark edemeyebiliriz başkalarının canını yaktığımızı da...

Hiçlikte zaman kavramı kayboluyor. Yüzyıllık bir hikaye yeşeriyor. Bir gün her şeylerinin hiçi olmaktan öteye geçemeyen insanların hikayesine tanık olacağız.

Affetmenin hangi tarafı zor bilemem ama birini aynı durumda sizi affetmeyeceğini bilmenize rağmen affetmek... Gördüğüm en güzel yenilgiydi.

Birini sevdiğinizde canınızı yaksa da üzüldüğünüzü belli edemezsiniz çünkü ona olan sevginiz onun üzülmesine izin veremeyecek kadar büyüktür. Bazense öyle bir kırılırsınız ki duygularınızı başka duygularla örtmeye çalışırsınız. Bu kimi zaman öfkedir. Kimi zamansa sevgi... Saklamak gittikçe zorlaşmaya başlar. Sonra bir an gelir bazen tek bir cümle ve yıkımınız gözlerinize yansır. Boğazınız kurur en alakasız zamanda hatıralar aklınıza doluşur ilk kırıldığınız andaki kadar ağlamak istersiniz. Birini sevmekte zordur. Hayal kırıklığını gizlemekte...

''Bana niye söylemedin?'' diye sorduğunda gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığını çok iyi tanıyordum.

Yansı bakışlarını ondan kaçırıyordu.

''Bunu yaparsam bana engel olacağını biliyordum bir öncekinde yardım ettin ama bunda yardım etmeyecektin. Bende bana yardım etsin diye Kıraç ile konuştum.''

Bir öncekinde yardım etmişti çünkü ucunda Efarit yoktu. Şimdi onu tehlikeye atacak hiçbir olaya bulaşmazdı. Yansı'da bu yüzden onu tercih etmeyip Kıraç'tan yardım istemişti. Kıraç'ın da canına minnetti. Görevi suçluyu yakalamaktı bir şekilde bunu kullanarak onu ikna etmiş olmalıydı.

Doğu başını hafifçe kaldırırken gözlerini kısmış ona tuhaf bir şekilde gülümsedi.

''Öncekinde de ilk Kıraç'a haber vermiştin konuşurken duymasaydım ve bana ihtiyacın olduğuna seni ikna etmeseydi söylemeyecektin. Hiçbir zaman ilk tercihin ben olmayacağım değil mi?'' İşte bunu bilmiyordum. Sorusunun ardında yatan hayal kırıklığının çok daha önceden kalma olduğunu anlamıştım. Doğu sadece bugün için değil önceki zamanlar içinde konuşuyordu.

Yansı hiçbir şey söylemeyip sadece ona baktığında Doğu yüzündeki tebessüm ve kabullenişle başını eğerken aşağı yukarı salladı.

Bileğinden tutup bana bakmasını sağladım.

''Sen ne yaptın?'' diye ona çıkıştığımda suçlu olduğunu bilmesine rağmen kendine olan güvenini kaybetmeden konuşmaya çalıştı.

''Gözümün önünde bile bile arkadaşımı öldürdü Deniz. Aynı acıyı bana ikinci kez yaşattı. Bunun acısı çıkacaktı elbet!''

Bileğini kurtarma çalışırken izin vermeyip tekrar sordum.

''Ne yaptığını sordum.''

Pes ederken elini elimden çekip derin bir nefes alıp anlatmaya başladı.

''Onu tuzağa çektim. Kıraç'ın yardımıyla ona yapay zekayla Kaya'nın sesini dinlettirdim. Sürekli onu suçlayan sesini dinledi. Böylece insanın sevdiği birinin başına gelenlerden kendini suçlu hissetmenin ne demek olduğunu anlayacaktı. Tıpkı bize yaptığı gibi.''

''Yansı duygusal davranıyorsun bunun bedeli olacak!''

''Ondan mı korkuyorsunuz?''

''Korkmaktan bahsetmiyorum adımlarımızı düşünerek atmaktan bahsediyorum. Doğruluk ve cesaret oyununu hatırlamıyor musun? Yalan söylemediğimiz halde Burhan'ı öldürmesi bize verdiği bir cezaydı. Şimdi bilerek yapılan bu oyunu cezasız mı bırakacak sanıyorsun? Rekabet duygunu bir tarafa bırakmalısın bu senin rekabet edebileceğin bir konu değil.''

''Ben rekabete filan girmiyorum Deniz. Ben onun bize yaptıklarının karşılıksız kalmasını istemiyorum. Ondan korkacağız bu sayede bize istediğini yaptıracak bundan besleniyor ve böyle davranmamızı istiyor onun amacı bu zaten! Daha ne kadar bu şekilde ilerleyeceğiz? Sürekli bize verdiği saçma görevleri yerine mi getireceğiz yani? Bu kendimize zarar vermekten başka bir işe yaramayacak!''

''Yansı-'' dememe kalmadan sesini yükselttiğinde gözlerinin dolduğunu gördüm.

''Burhan'ın son sözlerini sürekli duyuyorum onu daha önce görmeye gitmediğim için vicdanım sızlıyor. Ben acımı bir yerden çıkartmak istediysem ne olmuş? Beni anlarsın Deniz beni anlamalısın.''

Onu anlıyordum ama endişelenmekten de kendimi alamıyordum. Başımıza gelecekleri düşünmek rahatsız hissettiriyordu.

Dolunay benim aksime hiç etkilenmeyerek sinirle konuşmaya katıldı.

''Bize haber bile vermedin Yansı. En başından beri bu olayda birlikte olduğumuzu söyleyip attığımız her adımın hesabını vermemizi isterken nasıl tek başına böyle bir olaya kalkışırsın? Yaptıklarımız birbirimizi etkiliyor ve sen kafanın estiği gibi davranıyorsun. Bir de bizi uyarıyordun. Duygularına yenilen sensin!''

''Dolunay anlamıyorsun-''

Onun konuşmasına müsaade etmedi.

''Asıl sen anlamıyorsun. Güven bağından bahsediyordun değil mi? Söylesene asıl güvenmeyen kimmiş?''

Önümüzde yürüyen Yıldız geri dönüp sabırsızlıkla ''Siz ne konuşuyorsunuz öyle?'' diye sordu.

Zoraki bir gülümsemeyle ''Hiç.'' dediğimde inanmayarak kaşlarını çatmıştı. Koluna girip onunla önde yürümeye başladık. Göz ucuyla arkaya baktığımda kızlar yine hararetli bir kavgaya tutunmuşlardı.

Yıldız'ı çaktırmamak için neredeyse kırk takla atarken apartmana geldiğimizde onu eve göndermek için de ayrı uğraşmam gerekmişti. Biz Mertlerin evine geçip durumu iyice ele almalıydık.

İçeri girdiğimiz andan itibaren herkes birbirine girmişti. Evde büyük bir gürültü oluştuğunda Mert olaya el koymuştu.

''Yeter!''

Sesler kesildiğinde hepimiz yerimize sinmiştik.

''Bugünlük durumu ben ele alacağım. Görüldüğü üzere birilerinin kendi koyduğu kuralları çiğneme gibi kötü bir huyu var. Hadi Dolunay yapsa neyse diyeceğim ama sen Yansı buradaki en sağ duyulu kişi olarak ve sürekli bir arada hareket etmemizi söylerken nasıl bu kadar sorumsuz olabilirsin?''

Yansı kendini savunmaya geçti.

''Haklısın Mert size anlatmalıydım bu işte beraberdik ama size anlatsaydım bunu yapmama izin vermeyecektiniz.''

''Vermeyecektik çünkü bu onu kızdırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Ne sanıyorsun öfkenin ona hata yaptıracağını mı? Söylemediğimiz bir yalan içinde öfkelenmişti onu bulabildik mi?''

Mert'in böyle söylemesiyle Yansı gözlerini kaçırdı. Haklı olduğunu biliyordu. Dillendirmekten de geri durmadı

''Tamam haklısınız özür dilerim.''

Onaylamayarak başımı salladığımda aynı hatayı iki kere tekrarlamıştı.

''Peki ne yapacağız?'' diye sordum.

''Vedat ile Kaya'nın bir bağlantısını bulacağız. Öyle ya da böyle ikisinin arasında bir bağlantı olmalı. Şu zaman kadar emin olduğumuz konulardan biri Efarit'in doğrudan ya da dolaylı Kaya'nın ölümüyle kimin ilgisi varsa onunla uğraşıyor olduğu gerçeği.''

''Doğru ama bunu nasıl öğreneceğiz?''

Bunu Mert yerine Ulaş özellikle kibar tuttuğu sesiyle cevapladı.

''Yansı hanım nüfusunu kullanmamıza izin verirse onunla birebir görüşebiliriz. Bir itirazınız var mı?'' Suçluluk hissettiği için sesini duymadığımız Yansı istemsizce konuştu.

''Hayır yok! Nasıl görüşebileceğimizi düşünürüm.''

''Yansı bundan sonra bizden habersiz tek bir adım dahi atmanı istemiyorum duydun mu?''

Mert'in ipleri ele almasıyla bir nebze rahatlamıştım bu gidişle olaylar iyicene arap saçına dönecekti. Yansı istemeye istemeye başını salladı.

''Deniz hatırlıyor musun? Kaya'ya İzmir'e nasıl taşındıklarını sormuştuk. Çok küçükken buraya geldiklerini ve hatırlamadığını söylemişti ailesi de iş için olduğunu söyleyip geçiştirdi. İyi ama Kaya'nın babası şoför değil miydi? Bunun için neden taşınma gereği duysunlar ki? Ayrıca hadi taşındılar Ankara'daki evlerini satmadan nasıl buradan bir ev alabildiler?'' Mert'in söyledikleriyle düşüncelere daldım.

''Haklısın! Kıraç eski çalıştığı yerleri bulabilir mi?''

Doğu'ya baktığımda düşünceli bir ifadeyle başını sallayıp telefonu çıkarırken ''Hemen mesaj atacağım.'' dedi.

''Mert benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?'' diye sorduğumda başını salladı.

''Evet, kayıtlar geldiğinde emin olacağız.''

''Eğer gerçekten öyleyse bu işin arkasında gerçekten çok korkunç bir gerçek var demektir.''

Kıraç'tan haber gelene kadar beklemeye karar verdik.

Doğu son konuşmadan sonra ağzını bir kere bile açmamış sadece ona bakıyordu. Yansı başını kaldırıp onunla göz göze geldiğinde sorunun sadece bugünden ibaret olmadığına emin olmuştum. Sözler dilin ucunda birikmişti artık yutacak cümleler kalmamıştı. Hissediyordum belki bugün değil ama bir gün ikisi yüzleşecekti.

''Yansı en azından Doğu'ya söyleseydin. Onu bu denli kırmaya ne hakkın var?'' dediğimde üzgün bir ifadeyle bana baktı.

''Bu yüzden bir karış yol alamıyoruz ben onu üzüyorum.''

''İstesen üzmezsin.''

Eve geçtiğimizde de birbirimizle konuşmayıp odalara dağılmıştık. Sabah uyanıp lavaboya giderken Yıldız'ın kapının önünde olduğunu görüp uykulu sesimle ''Günaydın.'' dediğimde benim aksime neşeyle ''Günaydın!'' dediğinde başımı sallarken ne giydiğini geç algılayıp geriye doğru adımlayıp ona açılamayan gözlerimle ona baktım.

''Yıldız!'' dediğimde bunun bir rüya olup olmadığını anlamaya çalışıyordum.

''Efendim Deniz?''

''Bu halin ne senin?'' Altına giydiği çiçek desenli şalvar üstüne giydiği renkli kazak ve saçına taktığı kocaman pembe çiçekle karşımda durduğunda hala uyuduğuma ve bunun bir rüya olduğuna inanıyordum.

''Çiçeğe çıkıyorum.''

Dolunay'da gürültümüze uyanıp bedenini kapının pervazına dayayıp kıstığı gözlerinin arasından ''Ağaca mı çıkıyormuş?'' diye sorduğunda onu es geçtim.

Yansı esneyip açamadığı gözleriyle ''Nereye Yıldız bu saatte?'' diye sordu.

''Çiçeğe çıkıyorum.''

Yansı olayı uykudan kavrayamadığından tekrar odaya giderken ''Bana da ver bir tane.'' demişti.

Ben birimizin ona neden böyle bir işe kalkıştığını sorması gerektiğini düşünerek bu görevi üslendim.

''Yıldız bu halin ne Allah aşkına!''

''Yeni deneyimler kazanmaya çalışıyorum ki hayatı öğreneyim.''

Gülmeden edemedim. ''İşsizliğin yeni tanımı mı bu?''

O daha bir cümle kurmadan Dolunay ondan önce davrandı.

''Başını belaya sokma akşam ezanı okunmadan evde ol!''

Yıldız ağzı açık kalmış ona tuhaf tuhaf bakarken ben de onayladım.

''Aynen Dolunay doğru söylüyor geceye kalma bacaklarını kırarım.''

''Kesinlikle çadırda kalmalıydım. Siz Ulaş'tan beter çıktınız. Gidiyorum ben.''

Daha ne olduğunu anlamadan kapıyı vurup çıkmıştı. Harika ele avuca sığmaz kızımız da geldiğine göre tertemiz delirebiliriz.

Dolunay lavaboya gitmek için hareketlendiğinde onunla birlikte Yansı'da hareketlenmişti. Kısa bir an göz göze geldiklerinde kavga edeceklerini düşündüm ama hiç tahmin ettiğim gibi olmadı. Dolunay önce onun geçmesi için kenara çekilip odaya geri döndü. Dolunay Yansı ile kavga etmeyecek kadar ona kızgındı. Bende öyle o yüzden ilk kalkmama rağmen hiç bir çaba göstermeyip odama duvara yaslanıp önceliği ona verdim. Bu duruma içerlediği belliydi. Üzgün bir ifadeyle lavaboya girdi.

Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelebildiğimde kahvaltı hazırlamak için mutfağa girdim. Yansı sessizce durup yardım ettiği sırada hiç şikayet etmemesi iyi geçinmeye çalıştığını gösteriyordu. Dolunay’da gelip sofrayı hazırlamamıza yardım etmişti. İçeriye geçip yanına otururken açık olan televizyondan haberlere kısa bir göz gezdirdim.

Dolunay böldüğü ekmeği uzatırken ''Bugün ne yapacaksın?'' diye sordu.

Ekmeği alırken cevapladım. ''Kitapçıyı açmaya gideceğim sen?''

''Birkaç çevirim var onları halledip göndereceğim.'' Başımı salladım.

Bir haber dikkatimi çektiğinde televizyonun sesini açtım.

Dolunay anlam veremeyerek‘’Ya tamam kurallar saçma gelebilir de her şey giriş kağıdın da yazıyor. Yıllardır olan kurallar niye gökten inmiş gibi davranıyorsunuz? Her sene aynı haberler…’’dediğinde ona hak verdim. Kısa kısa kendi aramızda yorumlar yapmamızın ardından tabağını kaldırıp makineye yerleştirdi. Odasına geçtiğinde bu zamana kadar kendini nasıl tuttuğunu anlayamadığım Yansı dayanmayıp isyan etmişti.

''Daha ne kadar bana böyle davranacaksınız?'' Ben de kendi tabağımı kaldırırken ona cevap verdim.

''Sana böyle davranalı bir gün bile olmadı ki Yansı. Oysa sen bizi günlerce ayakta uyuttun. Yetmedi bize güvenmediğini ikinci kez gösterdin. Birlik olmalıydık bunun için çabalıyordun değil mi? Burada aramızdaki birliği sağlamak için oluşturduğumuz güveni yine sen yıktın. Sen bir hata yapmadın. Hatalar mecburiyetten doğarlar. Sen bile isteye bizi yok saydın. Birbirimize olan güvenimizi de öyle. Şimdi izin ver de sana biraz böyle davranalım.''

Birbirimize bağlı olmamızın bir gün bizi yaralayacağını da biliyordum. Onu üzgün bir halde geride bıraktığımda bu hali içime sinmese de bunu yapmalıydım. Kapıyı açtığımda Mert'in de merdivende ayakkabılarını bağladığını gördüm. kafasını kaldırıp bana bakarken başımla onu selamladım. Bedenini dikleştirirken selamımı aldı. Hızlıca hazırlandığımda birlikte aşağıya indik.

''Durumlar nasıl?'' Dünden sonra evde neler olduğunu merak ediyordu.

''Sizden farklı değil. Yansı'ya kızgınız ve bunu her anlamda ona gösteriyoruz.''

‘’Doğu’yu biliyorsun duygularını saklamakta pek iyi değil. Üzgün olduğu her halinden belli. Evde açtığı şarkıları bir Allah bir ben bir de Ulaş biliyor. Eğer biraz daha böyle devam ederse Doğu Ulaş’ın elinde kalacak.’’

‘’Ne açıyor ki?’’

‘’Her yöreden nerede acıklı türkü varsa onu dinliyoruz. Akşam siz gittiğinizde Saçlarını yol getir türküsüyle başladık. En son Beni Derde Salan Gelsin ile gözümüzü açtık. Başta tamam dedik de gittikçe sinir bozucu olmaya başlıyor.’’

Özellikle Mert’in Ulaş’ı nasıl tuttuğunu düşününce gülmeden edemedim.

‘’Gülme ben ciddiyim.’’

Mert’in yüzüne bakıp gülmeye devam ederken koluna girdim. Bunun üzerine o da gülmeye başlamıştı.

‘’Tamam kabul ediyorum halimizi düşününce dışarıdan bakan birine komik görünüyoruzdur.’’

Aniden benden ayrıldığında ne olduğunu anlamayarak ona baktım. Endişeyle çevresini inceliyordu.

‘’Ya mahalledekiler bizi bu halde gördülerse.’’

Bu haline gülmeden edemedim.

‘’Mert bunun için daha çok benim endişelenmem gerekmiyor mu?’’

‘’Sen Duriye ile Nezihe’nin bir insanı nasıl soru bombardımanına tuttuklarını bilmiyor musun? Bizi böyle gördüklerinde kendimizi nikah dairesinde bulursak şaşırma gerçi benim işime gelir ama hayır deme riskini göze alamam!’’ Elimle ağzımı kapatıp kahkaha attığımda o da kocaman gülümseyip tekrar bana sarılmıştı.

‘’Ya da bırakalım nikah masasına götürsünler ben seni ikna ederim.’’

‘’Sen nereye gidiyorsun?’’

‘’Editörüm beni öldürmeden önce yayınevine gidiyorum. Yakında kendi dergimi çıkartacağım.’’

‘’Gerçekten mi? Daha önce söylememiştin.’’

‘’Kesinleşmesini bekledim. Tabi biz biraz derginin kapsam alanını genişletmeye uğraşıyoruz günümüzde pek dergi okuyan yok. Daha çok okuma sayısını arttırmaya yönelik yenilikler içeren bir dergi olacak.’’

‘’Ne gibi?’’

‘’Çıkınca görürsün.’’

Beni kitapçıya bırakıp gittiğinde bende işe koyuldum. Gitmeden temizliğini yapmıştık ama üstün körü kitapların tozlarını alıp yerleri sildim. Camları da hallettiğimde öğlene geliyordu. Yeni gelen kitapları önce türlerine göre ayırıp raflara yerleştirmeye koyulduğumda üst raflara ulaşmak için merdivene çıkmıştım. Bir yandan söylenmeyi ihmal etmiyordum.

‘’Kaç kere konuştum şu kitap sayılarına dikkat edin diye ama dinlemiyorlar ki. Yine eksik koli getirmişler.’’

Söylenmeye öyle dalmıştım ki yere düşürdüğüm kitabı birinin verdiğini bile fark edemeyip ‘’Teşekkürler!’’ dedikten sonra konuşmaya devam etmiştim.,

‘’Sakalımız yok ki söz-‘’ Durumu yeni anlayıp şaşkınlıkla aşağıya baktığımda sarı camlı gözlüklerinin ardından bana gülümseyerek bakan Kenan Ağabeyi gördüm.

‘’Merhaba!’’

Şaşkınlığımı zar zor üzerimden atıp merdivenden aşağıya inip onu selamladım.

‘’Hoş geldin Kenan ağabey! Geç otur şöyle sana bir çay getireyim hemen.’’

Ona sandalyelerden birini çekerken çay almak için içeriye geçtim.

Arkamdan ‘’Zahmet etmeseydin.’’ Dediğini duydum. Hazırdaki çayı bardağa koyup geri dönerken ‘’Ne zahmeti zaten yeni demlemiştim sana da kısmetmiş.’’ Dedim.

Merdiveni kenara çekip ben de karşısında oturdum.

‘’Hangi rüzgar attı seni buraya?’’

İzmir’de çalışıyordu onu burada görmek şaşırtıcıydı. Rahatsızca yerinden kıpırdandığında yüzü düşmüştü. Sanırım rüzgardan ziyade bir fırtına onu buraya sürüklemişti.

‘’Deniz yıllar önceki bir mevzu canınızı da sıkmak istemiyorum ama bunu bilmenizin iyi olacağını düşündüm.’’

Anlamayarak kaşlarımı çattım.

Merakla ‘’Ne oldu?’’ diye sordum.

‘’Biliyorsun Kaya öldüğünde incelemeler gerçekleşmişti telefonunu da incelemiştik. Birkaç gün önce temizlik yaparken eski dosyaları ayırıyordum. Kaya’nın dosyası elime geldiğinde olay sizinle ilgili olduğundan öylesine tekrar baktım. Sorun şu ki Kaya’nın İzmir’e gelmeden önce ne yaptıklarına dair çok bir bilgi yoktu. O zaman olayla alakalı olmadığından hiç üstüne düşmemiştik zaten her şey yeterince karışıktı. Hem bunu araştırmak hem de sizde ki durumları görmek için buraya geldim. Biliyorum kendiniz dışında kimseyi bu olaya karıştırmak istemiyorsunuz. Merak etmeyin bu akşam gideceğim.’’

Efarit’ten bahsediyordu. Konuyu bilen sınırlı kişilerden biriydi. Daha önce konuşmamızın sebebi söylediği gibi kimseyi bulaştırmak istemiyorduk. Onun bilmesi ise tamamen yaptığı işten dolayıydı. Efarit yakalandığında bizi savunacak birine ihtiyacımız olabilirdi.

‘’Peki bir şeyler bulabildin mi?’’

Sıkıntıyla nefesini dışarı üfledi.

‘’Kaya ölmeden önce biriyle konuşmuş o zaman bunun üzerinde çok duramamıştık. Arayan kişi onu buradan yani Ankara’dan aramış üstelik tek seferde değil. Ben de onun ölümüne sebep olan durumun telefonda konuştuğu kişi olduğunu düşündüm. Araştırdım ama tabi arayan telefondan eser yoktu. Bir umut işte! İnsan tanımasa bile birinin kaybını çabuk kabullenemiyor sonuçta o da bir insandı.’’

Kaya’nın kız kardeşi de onu birkaç kez ‘’Benim suçum değil.’’ Derken duyduğunu söylemişti. Biri ona psikolojik baskı mı kuruyordu? İyi de neden?

Kenan ağabeyle biraz daha konuştuktan sonra bizimkileri arayıp burada buluşmayı teklif ettim. Ben yarım kalan işleri de hallettiğimde akşama doğru ancak toplanabilmiştik. Kenan ağabey ile yaptığımız konuşmayı özet geçtikten sonra Doğu sözü devraldı.

‘’Kıraç araştırmış bilin bakalım kimin yanında çalışıyorlarmış?’’

‘’Vedat mı?’’ Ulaş’ın cevabıyla parmağını şıklatıp kafasını salladı.

Mert ile göz göze geldik sanırım tahminimiz doğru çıkacaktı.

‘’Artık bu herifle yüz yüze tanışmak gerek her yerden fırlıyor.’’ Dolunay’ı başımla onayladığımda ‘’Doğru ama onlara nasıl yaklaşacağız? Yansı’nın burada kuracağı işini kullanacağız ama bir anda sürpriz Yansı yeni yatırımıyla size mi geldi diyeceğiz?’’ dediğimde Yansı konuşmaya başladı.

‘’Neden olmasın? Kendilerini zor bir durumdan kurtardığınız sürece herkes sürprizleri sever.’’

Dolunay arkasına yaslanıp elinde ki kalemli çevirip dururken‘’Ne yani? Onların zor bir duruma düşmesini mi bekleyeceğiz?’’ diye sordu.

‘’Hayır, zor durumu biz ortaya çıkaracağız.’’

‘’O nasıl olacak?’’

‘’Bu noktada Deniz’in hepimiz için oyunculuk yeteneğini konuşturacağına eminim.’’

Beni öne sürmesiyle anında kafamı kaldırıp ona baktım. Yanlış duyduğuma umarak sorarcasına ‘’Affedersin?’’ dediğimde

‘’Deniz tek yapman gereken senin için hazırlayacağım öz geçmişle şirkete yeni bir eleman gibi girip USB’yi sana verdikleri bilgisayara takmak gerisini ben halledeceğim.’’ Olay nasıl dönüp dolaşıp bizim bir yerlere gizlice girmemizde kalıyordu.

‘’Niye ben yapmak zorundayım? Ulaş bu işlerden daha iyi anlıyor.’’

Ulaş az çok yazılımlardan anlardı bir ara farklı uygulamalar yazdığını biliyorum ama sonradan bırakmıştı.

‘’Çünkü Dolunay onların fabrikasında çalıştı. Adamları Mert ve Ulaş’ın yüzünü gördü. Onları tanıma ihtimalleri var bunu riske atamayız. Ayrıca ikisinin farklı bir işi olacak. Sen şirkete çalışan gibi girip bilgisayara USB’yi taktığında gerisini benim maharetli parmaklarıma bırakacaksın.’’

‘’İyi de adamlar bir problem olduğunda seni mi arayacak? Direkt servisi ararlar.’’

Yansı gülümseyip üzgün bir ifadeyle dudağını büzdü.

‘’İşte aradıkların servis problemi çözmenin uzun süreceğini söylerlerse ve ben olayı kısa sürede sorunu çözersem sanırım bize minnet besleyeceklerdir.’’

‘’Sanırım aradıkları servis biz olacağız.’’ dedi Mert kendisi ve Ulaş’ı göstererek.

Yansı parmağını şıklattığında Dolunay’ı kolundan tutup yanına çekerken elini yumruk yapıp ağzına yaklaştırdı. ‘’Ses değiştirme konusunda uzman bir arkadaşım olduğunu söylemiş miydim? Hadi bize marifetini göster.’’ dediğinde Dolunay göz devirip kendini kurtarmaya çalışırken pes ederek istediğini verdi.

‘’X servisini tercih ettiğiniz için teşekkürler. Ekiplerimiz en kısa sürede müdahale edecektir. Anlayışınız için teşekkürler iyi günler dileriz.’’

‘’Ve …’’ dedi Yansı devam etmesini isteyerek. Bu sefer sesini değiştirdi.

‘’Şu an bütün ekiplerimiz başka müşterilerimizle ilgilenmektedir. Anlayışınız için teşekkürler.’’

‘’Ayrıca…’’ Bıkkın bir nefes verip yine farklı bir sesle konuştu.

‘’Yaz tatili dolayısıyla ekiplerimiz saha çalışmalarına ara vermiştir dilerseniz online hizmetimizden yararlanabilirsiniz. Kabule ediyorsanız 1’i etmiyorsanız 2’yi operatöre bağlanmak için lütfen yıldızı tuşlayınız.’’

Şok olmuşken elimle ağzımı kapatıp kahkaha atmaya başladım.

Sesi tanınmaz bir hale geldiğinden ağzım açık kalmıştı. Yansı bunu nereden öğrenmişti? En önemlisi Dolunay bunu nasıl sakladı?

‘’Overlok makinesinden ders mi aldın? Ne yaptın?’’ Ulaş’ın alaylı konuşmasıyla Dolunay yumruğunu koluna geçirdiğinde bile gülmeye devam etti.

‘’Kısaca hangi servisi ararlarsa arasınlar. Çağrıların bize gelmesini sağlayacağım.’’

‘’Peki bakım için kim gidecek?’’

Ulaş ve Mert’e bakıp sinsice gülümserken ellerini birbirine sürttü.

‘’Burada da makyaj yeteneğimizi konuşturacağız. Rolleriniz uzun sürmeyeceğinden kısa süreliğine görünmenizde sakınca yok.’’

Ulaş durumun vahametinin farkında olan bir gülüşle ‘’Herkesin rolü tamam peki Doğu?’’ diye sordu. Doğu’ya baktığımız da kendinden gurur duyan bir hali vardı.

‘’Ben mi? Ben polis olacağım hep polis olmak istemişimdir.’’ Anladım çekirdek çitleyip keyifle bizi izleyecekti.

Ulaş’ın telefonunun çalmasıyla hepimiz ona döndük. Ekranı bize çevirip ‘’Kıraç arıyor.’’ Dedi.

‘’Aç aç! Hoparlöre de al özel hayat kalmadı zaten!’’ Doğu’nun söylemlerine göz devirip telefonu açıp hoparlöre aldı.

Kıraç direkt konuya girdi.

‘’Ulaş senin beşinci jenerasyon kuzenin bir anda yere çöküp ağlamaya başladı. Bilgin olsun onunla en kibar halimle konuştum. Gel de bir bak neyi varmış? Ağlamaktan konuşamıyor.’’

Ulaş telefonu kapatır kapatmaz hiçbir söz etmeyip kitapçıdan çıkmıştı. Mert ve Doğu peşinden giderken biz de alel acele kitapçıyı kapatıp arabalarını takibe koyulduk. Neyse ki Dolunay arabayı getirmişti. Ulaş elinden geldiğince hızlı sürerken az kalsın bir araba onlara çarpacaktı ki son da frene basmışlardı. Dolunay kızmayı ihmal etmedi.

‘’Kendini öldürtmeye mi çalışıyor bu manyak? Bu hızla gitmeye devam ederse Yıldız’ın yanına parçaları gidecek!’’

Sonunda geldiğimiz yere varabilmiştik. Ulaş hızlıca arabadan inip çevreye baktı. Biz merkez de etrafında kafelerin olduğu meydanın parkında durmuştuk. Ulaş’ı takip edip yeşil ağaçlarla çevirili parkın tenha bir köşesinde onu gördük. Sabah sepetindeki çiçekler kadar renkli ve neşeli olan o kız şimdi bir bankta sessizce oturmuştu. Kıraç Ulaş gelince birkaç adım geri çekilmişti. Biz yanlarına vardığımızda Ulaş öylece Yıldız’ın arkasında duruyordu. Biraz sonra tereddütle omzuna dokunarak kendisine bakmasını sağladı. Beklediğimizin aksine yüzünde sakin bir ifade vardı. Tanıdık bir tebessümle bizi selamladığında hiç konuşmamasından bir sorun olduğunu anlamıştık.

''Neden buradasınız?'' diye sordu.

‘’Kıraç arayıp burada olduğunu söyledi.'' dediğimde başını sallayıp ayağa kalktı.

''Hadi gidelim o zaman.'' yürümek için hareketlendiğinde Ulaş yavaşça kolunu tutup kendisine bakmasını sağladı.

''Kuzen iyi misin?''

Dudaklarını ısırırken dolan gözlerini kaçırıp zoraki bir gülümsemeyle cevap verdi.

''İyiyim tabi kuzen.''

Biraz sonra başını eğdiğinde dayanamadığını anladım.

''Ben sadece-'' Lafını bölen hıçkırıklarıydı. Eliyle gözlerini kapattığında zar zor konuşmaya devam etti.

''Benim duygularımın incinmesini kimse umursamıyordu çünkü onlar harika görünüyor öyle değil mi?'' Kaşlarımı çattım kimden bahsettiğini anlayamamıştım.

Yansı kollarını göğsünün üstünde bağlarken başını bana doğru hafifçe eğip üstün körü olayı anlattı.

‘’Yıldız’ın sevdiği bir iş adamı vardı. Adamı kasıntı kendini beğenmişin tekiydi. Görsen Yıldız sen buna mı ağlıyorsun diye bir tokat atardın ama gönül işte… Neyse boyuna posuna sözde yakışıklı tipine baksan düzgün biri zannedersin. Şu kitaplarda sürekli olan sevdiğim dediği kadına bile her türlü kötülüğü yapıp herkesin özellikle kadınların hayran olduğu tiplemeler var ya herif onlardan işte! Yıldız adama duygularını açtı bir süre birlikteydiler. Adam Yıldız’ı hiç sevmedi. Gerçi şu an ki sorun bu değil. Yıldız sanırım bugün onu başka biriyle görmüş ve ona gösterdiği davranışlarını kendisine göstermediğinden kendisinde bir problem olduğunu düşünüyor.’’

Akıllarda tek soru sen bütün bunları nasıl anladın?

Doğu kızgınlıkla sözü devraldı.

‘’Kısaca herkes şerefinin ekmeğini yeseydi fırıncılar işsiz kalırdı. Sevmiyor olabilirsiniz ama birinin sevgisine saygı duyacak şerefin olsun tipine ortam müsait olmadığı için sövemediğim herif.''

Kolunu dürtüp ''Ulaş Burada!'' dediğimde ne alaka dermişçesine omuz silktiği sırada‘ ’Ne yapabilirim?'' dedi.

Ulaş'ın sesini duymamızla dikkatimizi tekrar oraya verdik.

''Yıldız öyle söyleme sen-‘’ lafını bitiremeden Yıldız kızarmış gözleriyle ona bakıp hınçla konuşmaya başladı.

''Beni sevmesi için elimden geleni yapmıştım. Ne kadar mesafeli ve soğuk bir kişiliği vardı değil mi kuzen? Burnundan kıl aldırmıyordu. Herkese sözü geçen herkesin adını duyduğunda korktuğu alıştığımız o baş karakterlerden biri gibiydi ve ben onu sevmiştim sadece sevmiştim. Kendi başıma çabaladığım için mi beni sevmedi? Oysa ben gerektiğinde yardım isteyebilen biri değil miyim? Kuzen onun beni sevmemesi beni kendime yabancı kıldı. Kendimi sorguluyorum bende yanlış olan ne var diyorum. Hiç kimse kusursuz değil ama sanki herkes onlara kusursuzmuş gibi bakıyor. Ben de bu hikayenin kötü kadını gibiyim. Ben insanım kusursuz değilim. Onun sevdiği kadın kadar kendime güvenmediğim için mi böyle oldu? Hiçbir sorumun cevabını alamıyorum. Neden böyle oluyor kuzen? Niçin bu kadar acıyor? Dünyada bu kadar acı varken ben neden bu kadar kıymetsiz bir durumda göz yaşı döküyorum?'' Yıldız bu sözlerinin ardından arkasına dönüp hıçkırarak ağlamaya devam ettiğinde direkt Dolunay'a baktım çünkü bu sahne çok tanıdıktı. Gözlerinin dolduğunu görmüştüm. Ne yapacağımızı bilemediğim sırada iki kişi öne çıktı

Biri sağ biri sol tarafında geçerken karşı karşıya durmuşlardı.

Dolunay titreyen dudaklarına bir nefes çekip kendisine bakan Ulaş ile göz göze gelmişti. Başını Yıldız’ın olduğu tarafa eğip bende böyleydim işte der gibi bakınca Ulaş Dolunay’ın neden böyle davrandığını çok daha iyi anlamıştı.

''Yanımdan öyle geçip gitti. Ben ona içten içe mutluluklar dilerken bir yandan bu kadar canımın yanması haksızlık değil mi? Biliyorum ben herkesin onlar mutlu olsun diye ölmesini bile dilediği bir yan karakterim ama benim de canım yanamaz mı?'' Yıldız haklıydı. Birilerinin gözünden dinlediğimiz hikayeler başkalarının duygularını yok saymamıza sebebiyet verebiliyordu. Eğdiği başını kaldırdığında gözleri darmaduman olmuş Ulaş’a kaydı. Yüzünde tanıdık bir gülümse o kadar çok gördüm ki bu gülüşü çok iyi tanıyordum artık. Dolunay zaten hep aşinaydı.

‘’Biliyor musun? Ben o geceyi seviyor diye Yıldız olduğumu düşünürdüm ama o sadece karanlığa tutulmuş.’’

Onun bu hali bana hatırladıkça çok üzüldüğüm bir anıyı anımsatmıştı. Dolunay'a baktım o zamanda aynı böyle bir parktaydık.

GEÇMİŞ ZAMAN

''Yine başında kavak yelleri
Bacayı sardı yarin alevleri
Deli yansa da gönül aldırmıyor''

Doğu'nun neşeli sesiyle söylediği şarkıyı duymamızla Mert'in beni yere indirmesi bir olmuştu. Yansı'da ona uyup yüzüne yerleştirdiği kocaman sırıtışla şarkıyı devam ettirdi.

''Ama çakmak çakmak o gözleri
Tam on iki den vurdu kalbini
Olan oldu o gönül
Ferman dinlemiyor''

Sabırla arada sözlerini de değiştirdikleri şarkıyı bitirmelerini beklediğimizde Yansı elini kalbinin üstüne koyup duygusal tuttuğu sesiyle ''Çok dokunaklı bir sahneydi.'' demişti.

''Klişe senaryolarla bundan daha güzel dalga geçemezdik. Daha uzun baksaydınız biz beklerdik.''

Kendilerinin de dalga geçtikleri her hallerinden belliyken göz devirdim.

‘’Evet sanırım benim tarafıma bir sayı daha yazıldı.’’

Ulaş kaşlarını çatmış Mert’e baktığında öfkeyle yanında duran oklavayı aldığı gibi üzerine yürüdü. Mert korkuyla benim arkama geçmiş Dolunay ve Yansı hariç kalanlar Ulaş’ı tutma görevini üstlenmişti.

‘’Allah’ın aşkına bırakın bir kez vurayım. Maksat içim rahat etsin. Bilerek yapıyor ben tanımıyor muyum onu? Göz göre göre düştü bu tongaya bırakın bir kez kafasına vurayım aklı başına gelsin.’’

Kaya bir kolunu tutarken ‘’Hayır Ulaş daha çok gençsin yapma!’’ diye onu telkin etmeye uğraşırken diğer koluna girmiş olan Doğu ‘’Aynen Ulaş daha önünde çok kafalar var. Daha bu cüsseyle ne kafalar kırarsın sen! Bırak bir tanesi kalsın.’’ dediğinde gülmeden edemedim.

Burhan’da önünde siper olmuştu. ‘’Yedi katır gücünde mübarek ne yedirdilerse.’’

‘’Demek ki spor aşkını şiddet tarafı besliyormuş. Zaten bizden iyi bir neden çıkmazdı.’’ Dedi Yıldız az önce benim de çıktığım ağaca çıkmış eriklerden katur kutur yerken. Bütün bunlardan keyif aldığını daha az belli edemezdi.

‘’Ee neyine iddiaya girmiştiniz?’’

Yansı’nın sorusuyla birbirimize baktığımızda hiçbir şeyin üzerine iddiaya girmediğimizi fark ettik.

‘’Ne istersen söyle.’’ Dedi Mert hala arkama saklanırken. Hem Ulaş’tan korkup hem nasıl bunu söyleyebiliyorsun? Dolunay hemen araya girdi.

‘’Bu oyun olmasa da her istediğini yapıyorsun zaten. Daha ilgi çekici bir duruma ihtiyacımız var. Mesela…’’ Biraz durup düşünürken ben müdahil oldum.

‘’Dolunay iddiaya giren benim ve bu hakkımı sonra kullanmak istiyorum.’’ Dediğimde yüzü asılmıştı. Arkamda duran kutuları alıp yanımdan geçerken söylenmeyi de ihmal etmedi.

‘’Hiç kıyamıyorlar birbirlerine hiç! Ulaş ile girdiğimiz rekabetin ne anlamı kaldı şimdi?’’ Sizin rekabet ettiğiniz konuların ne zaman bir anlamı oldu ki?

‘’Gerçekten Mert göz göre göre bu tongaya nasıl düştün anlam veremiyorum. Önümüzdeki birkaç ay maçlarda kaleci olacaksın.’’

Ulaş’ın böyle söylemesiyle Mert peşinden gidip itiraz etmeye başlamıştı.

‘’Ulaş başka bir ceza veremez misin? Ben orta saha oyuncusuyum…’’

Yansı geride kalanlara bakıp ‘’Bütün bunlar sonunda hiçbir şey olmasın diye mi oldu yani?’’ dediğinde kıkırdadım.

Doğu’da biraz şaşırmış bir halde boşluğa dalıp giderken‘’Boşuna yazılıyoruz yemin ederim.’’ demişti.

Bahçenin işi bittiğinde ders kitaplarımızı alıp çimenlere serdiğimiz örtünün üstüne oturduk. Ben hamakta oturmayı tercih etmiştim çünkü sallanmak hoşuma gidiyordu. Bir soruda takılıp Ulaş’a sorduğumda tahmin ettiğimden daha zor ve uzun bir işlem gerektiğini çözüm süresinde anlayıp sonucu bulduğunda şaşırmadan edemedim.

‘’Ulaş sen annenin karnındayken topçu ve şoförlüğün yanı sıra ekstradan matematikte mi öğrenip doğdun? Nasıl çözüyorsun problemleri?’’

Doğu memnuniyetsizce ona bakıp ‘’Yakışıklı olması yetmiyormuş gibi bir de matematiği iyi.’’dedi.

‘’Ben de sözel soruları yapamıyorum.’’ Dedi Ulaş.

‘’O nasıl oluyor ya? Matematiği yapan adam sözeli nasıl yapamıyor?’’

Doğu’yu umursamayıp merakla Ulaş’a döndüm.‘’Ulaş sen hangi bölümü istiyordun?’’

‘’Ben BESYO istiyorum kendi spor salonumu açmak için ama bizimkiler işletme diyor. Onların işine daha uygunmuş’’

‘’Niye okula onlar mı gidecek? ’’ diye sorduğumda gülümsedi.

‘’Bende aynısını sordum.’’

‘’Ulaş sen öyle ailesine bağımlı biri değilsin ki şimdi bile kendi paranı kazanıyorsun. Yani ailesinin her dediğini yapan çocuk gibi durma karşımızda.’’

‘’Hepsinin olmasa da annemin her dediğini yaparım biliyorsun. İşletmeyi seçmemem benden çok onu etkileyecek çünkü ben kulaklarımı başka bir şehirde üniversite okuyarak koruyabilirim. Annem burada olacağından bana söyleyemedikleri ne varsa ona söyleyecekler.’’

Anlayışla başımı salladım. Şimdi bazı yerler kafamda oturuyordu.

‘’İlla BESYO okumana gerek yok. Kendini mecbur hissediyorsan işletme okuyarak da bunu yapabilirsin. Biliyorsun antrenörlük programları var onlara katılırsın.’’ Dedi Mert onu onayladığımda Yansı’da destek verdi.

‘’Biraz yorucu olur ama bence de yapabilirsin.’’

‘’Kuzen sen bile aile baskısından bu hale düştüysen ben ne yapayım?’’ Yıldız böyle söyleyince Mert yalancı bir şaşkınlıkla "Yıldız bile senin için mantıklı öğütler veriyor. Yıldız bile!" dediğinde hepimizi gülümsedik.

"Sağ ol Mert ağabey hiç burada yokmuşum gibi konuşmaya devam et lütfen!"

Az sonra Dolunay Yansı’ya sataşmadan edemeyerek onu da konuya dahil etti.

"Ulaş'a verdiğimiz öğütlerin benzerine Yansı'nın da ihtiyacı var." Bu sefer iyi bir yere değinmişti ben de merak ettiğim soruyu sordum.

"Yansı sen çok çalışkan birisin istesen her türlü bölüme girersin ama ben anlayamıyorum niye notlarını ortalama tutmak için üstün bir çaba sarf ediyorsun?"

Ondan önce Dolunay bu anı bekliyormuşçasına konuştu.

"Ben akli melekeleri yerinde değil deyince kızıyorsunuz. Biz yüksek not alalım diye sabahlara kadar ders çalışalım kız notlarını düşük tutmaya uğraşsın derdi ne bilmiyorum ama şimdiden söyleyeyim Allah başka dert vermesin."

Yansı sesli bir nefes verip açıklamaya koyuldu.

''Ulaş'ın düştüğü duruma düşmek istemiyorum. Eğer notlarım iyi gelirse ailem hiç istemediğim bir bölüme beni gönderecek. Eşit ağırlığı seçtirmek için bile az uğraşmadım. Onlar da Ulaş'ın ailesi gibi düşünüyor sayısal seçmeliyiz ve mühendis, doktor veya onlara benzer bir meslek sahibi olmamız gerektiğine inanıyorlar. Benim de Ulaş gibi farklı hayallerim var. Birilerinin benim için çizdiği yoldan gitmek istemiyorum. Belki yolun sonu kötü olacak ama o yolu ben seçmek istiyorum. Ulaş matematiği çok seviyor yapabiliyor da ama ben yapabilsem de sevmiyorum. Kimya ile uğraşmak benim için bir hobi. Sayısal anlamda sevdiğim tek ders kimya ama diğer dersleri ilgimi çekmiyor.''

Dolunay sıkılmış bir ifadeyle onu dinlerken cümlesi bittiğinde konuşmaya başladı.

''Özet geçmek gerekirse ailene onların istediği bölüme gitmek için yeterli olmadığını kanıtlamaya çalışıyorsun. En başta söylediklerimi geri almıyorum.''

''Kadınlar ve erkeklerin ortak olarak çektikleri nadir problemlerden birine değindiniz için teşekkürler.'' Doğu'nun yine videoların altına yapılan yorumlar gibi konuşmasıyla yüzümü buruşturdum.

''Ay başladı yine yorumlara!''

''Öyle deme Doğu bir de doğum var bu da hepimizin ortak sorunuymuş ama bizim haberimiz yokmuş.'' Dedi Dolunay imayla.

Yine gün boyu gördüğümüz mevzuları tartışacaklar.

Burhan sessizce ''Haberi görmüş belli.'' dese de Dolunay onu duymuş ve yerinde duramamıştı. Bu zamana kadar bu konu hakkında konuşmaması ilginçti zaten.

''Gördüm tabi! Siz erkekler ne zaman kadınları kendi hallerine bırakacaksınız. En azından bir kadın nasıl doğum yapacağını seçebilir değil mi? Tek yapmanız gereken onlara destek olmakken yeterince baskı görmüyorlarmış gibi köstek olmaya da devam ediyorsunuz.''

Dolunay'ın bu sinirli çıkışına karşın Doğu masum bir ifadeyle ''Ben ne yaptım şimdi?'' diye sordu.

''Durduk yere kadın düşmanı olduk.'' dedi Mert.

''Ben size mi söyledim? Niye üstünüze alınıyorsunuz?''

Üçünün ortasında durmuşken Mert geriye doğru çektiği bedenleriyle aralarında ki mesafeyi gösterip ''Üzerimize gelerek konuştuğun için olabilir mi?'' dediğinde Dolunay durumun yeni farkında olarak vücudunu geriye çekti.

''Dolunay aslında söylenmek istenen düşüncenin temeline baktığında sağlık açısından kadınların yararına olacak bir yöntem teşvik ediliyor. Tabi bunun altında yatan sebebin tam olarak bu olup olmadığını bilemeyiz.''

Ulaş’ın söylediği üzerine Dolunay az öncekinden daha sakin bir konuşma yapmıştı.

"İşte yöntem yanlış yani mesajı yanlış iletiyorlar. Şöyle yapabilirler: Kararın kadına ait olduğunu ama zorunlu kalmadıkça yapılan sezeryan doğum ile normal doğumun arasındaki fark anlatılıp sağlık açısından kadına hangisinin daha uygun oluğundan bahsedilebilir. Özel hastanelerin dayattığı sezeryana karşı slogan 'Sağlıklı doğum' olsa ve detayları halka indirgenebilse kimse bu denli şikayetçi olmayacak. Baktığınızda özel hastanelerin yaptığı da kadınların seçimlerine yapılan bir suikast oluyor. Belki kadın hem fiziksel hem de psikolojik olarak bunu kaldırabilir ama onu manipüle ederek psikolojisiyle oynayıp reddetmesini sağlıyorlar. Normal doğum kadına korkutucu gelebilir ama onu sakinleştirmek yerine daha fazla endişelendirmek işin ticaret kısmına girer. Ayrıca bireysel sağlık sorunları da olabilir bu durumda kadına zorla normal doğum dayatılamaz. Günümüz tekniklerde çok ilerledi. Annenin normal doğum yaparken bir nebze daha rahat olmasını sağlamak adına geliştirilmiş teknikler de var bunlar da anlatılabilir ama biz süreci doğru yönetemiyoruz. Sonuç olarak pek çok olayın sonu kadın haklarına ve ideolojilere kayıyor. Her olay bu kadar ideolojilere karışmaya müsaitken yanlış cümleler işi çok başka yerlere götürüyor."

İnsan ister istemez acaba bilerek mi yapıyorlar diye düşünmüyor değil. Yani ilk bakışta bunun hangi tepkileri alacağı belliyken neden bir işi bu şekilde yaparsın ki?

Bu uzun konuşmanın üstüne Yansı’nın sadece ''Yani sırf bunu tartışmak için geçişi erteleyip koca bir sahne yazıldı öyle mi?'' demesi hepimizin pes ederek dağılmasına sebep oldu.

Yansı ortada bir başına kalmış bunu biz ondan uzaklaştığımız birkaç saniyede anca fark etmişti.

''Hey beni bekleyin! Birlikte geldik beni yalnız bırakamazsınız hainler!''

İşler bittiğinde herkes bir yerlere dağılmıştı Yansı’da kütüphaneye uğrayacağını söyleyince bizde Dolunay ile eve gitmeye karar verdik.

Sahil tarafından yürümeye tercih ettiğimizde kendimize kestane de almıştık.

‘’Çalışmalar nasıl gidiyor?’’ diye sorduğumda bir ayağını yere sürterken cevap verdi.

‘’Sıkıcı! Bitsin de kurtulalım yani.’’ Kaldırımların kenar taşlarına çıkıp yürümeye devam ettiğinde bir elimi uzatıp ona yardımcı oldum.

Gülerek sohbet etmeye devam ederken Dolunay’ın adımları bir anda durmuş karşıya odaklanmıştı. Bakışlarını takip ettiğimde tuttuğum elini daha çok sıktım.

Ulaş Gülce'ye gül buketi veriyordu uzaktan bakan herkes onların çok tatlı bir çift olduğunu söyleyebilirdi. Kimse sahnelerin perde arkasıyla ilgilenmiyordu.

Dolunay'ın dudaklarından yüreğimi parçalayan kelimeler döküldü. Kocaman gülümserken gözlerinden yaşlar akıyordu.

''Çok yakışıyorlar değil mi?'' dediğinde dudaklarımı ısırırken gözlerimi kapattım.

''Dolunay ona söylemelisin.'' Dayanamayıp ben söyleyecektim artık ama benim haddime değildi.

''Neyi? Beni kardeşi gibi gören adama neyi söyleyeceğim? Ben ona ancak mutluluklar dileyebilirim.''

Yere bakıp devam etti.

''Hem söylesem ne değişecek ki?''

Tekrar onlara baktığında yüzünde ki can yakan gülümseme yerinde duruyordu. Az sonra Ulaş bizi görüp büyük bir mutlulukla yanımıza geldi. İç çekerek uzaklaşan Gülce'nin arkasından dalgın dalgın baktığı sırada ''Gülce çok güzel değil mi?'' diye sorduğunda ne diyeceğimi bilemeyip zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdim. Dolunay'a baktığımda kafasını öbür tarafa çevirdiğini gördüm. Ulaş bizimle vedalaşıp ilerde durmuş onu bekleyen Gülce’nin yanına koşarak gitmişti.

Cidden sırf Dolunay’ı sinir etmek için mi bir anlığına yanımıza geldin be adam? Baş selamı verip gitseydin az önce yan yanaydık zaten!

Evet, gözü olan herkes bunu görebilirdi Gülce çok güzeldi. Badem gözleri, kalemle çizilmiş burnu, kiraz gibi dudakları buğday teniyle güzellik algımız düşünüldüğünde pek çok kişiyi etkileyecek bir güzelliği vardı.

Dolunay ortasında masa olan banklardan birine oturdu ben de karşısına geçtim. Başını yere eğdiğinden omuzlarının nasıl sarsıldığını da görmüştüm. Sertçe yutkundum hıçkıra hıçkıra ağladığında eli kalbine gitti.

''Niye bu kadar acıyor? Bu kadar acımaması gerekiyordu. Ne var ki bunda? Ne olmuş? Neden böyle canımı yakıyor?''

Onu izlediğimde böyle hissetmesine engel olmak istedim. Bugün yaşadıklarımız yarın yaşayacaklarımızın sebebiydi biliyorum ama şimdi onu böyle üzgün görmek beni de kötü hissettirmişti. Bugün değil ama bir gün Ulaş anlayacak ya da kabullenecekti o gün geldiğinde umarım Dolunay’ın kırılan kalbi için geç olmazdı.

ŞİMDİKİ ZAMAN

Ben dolan gözlerimi kaçırırken Dolunay kıstığı gözlerini Ulaş’ın üstünden çekip Yıldız’a baktı. Bu zamana kadar aramızdaki hala eski tavrını koruyan tek kişinin Yıldız olduğunu düşünürken aslında bizim aksimize yaşadıklarına rağmen değişmediğini görememiştim.

‘’Yıldız bir gün bütün bunlar geçecek. Sen kendine güvenen iddialı bir kızsın. Güzellik mi? Geç bunları zaten senin yüreğinden önce yüzüne bakan biriyle mutlu olamazdın. Şimdi yanında duran kişiyle kendini karşılaştırıyordun değil mi? Çok mu çekici? Çok mu cesur? Kime göre kusursuzlar? Bak sen insanların kafasında oluşturduğu kalıplardan daha fazlasısın. Bunları söylemem tüm insanların dünya görüşlerini değiştirmeyecek ama senin dünyanı değiştirmene yardımcı olabilirim değil mi? Biliyorum şu an kızgın değilsin. Bu hissettiğin duygunun ne kadar yıpratıcı olduğunun da farkındayım. Kendini neden sorguladığını da anlıyorum ama emin ol sen kusurlarınla da yeterince iyisin. Hem kimseyi elinde olmayan şeyler yüzünden yargılayamayız. Herkes güzel, cesur, çekici vesaire olmak zorunda değil. Emin ol insanlar farklı olmak için girdikleri çabayı bırakıp kendileri olduklarında özlerinde zaten birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını anlayacaklar. Farklılık bedeninde değil fikirlerinde, düşüncelerinde ve davranışlarındadır. Başkaları onu sana yakıştırmıyorsa bırak onları. Kendi yoluna bak. Sen de mutluluğu bulacaksın.’’

Dolunay Yıldız’a sarılırken Ulaş’ın yardımıyla onu ayağa kaldırmıştı. Onu bizim arabaya bindirdiklerinde Dolunay kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçmek için Ulaş’ın yanından yürüyüp gideceği sırada kapıyı açmak için kalkan eli havada kaldı.

''Madem kızgın değilsin neden böyle yapıyorsun?''

Dolunay derin bir nefes alıp ona dönüp sakin bir sesle sorusunu cevapladı.

''Keşke sana kızgın olsaydım. Öfkem dinebilirdi ama ben sana kızgın değil kırgınım Ulaş!''

Cümlesi bittiğinde arabaya bindi. Bende Ulaş'a kızgın olmasını tercih ederdim. Birine kızdığınızda öfkeniz dinebilirdi, birini üzdüğünüzde onu tekrar mutlu edebilirdiniz ama kırılan bir kalbi tamir etmek hiç kolay değildi. Mert'e baktığımda bunu daha iyi anlamıştım. Hiç kırılmamış gibi davranıyordu ama gözlerindeki acıyı nasıl görmezden gelebilirdim? Kalbinin kırıldığını ve acı çektiğini görebiliyorken nasıl kendimi suçlamadan durabilirdim? Bunu benden saklamak için elinden geleni yapması beni daha çok güçsüz düşürüyordu. Diline dökmese de onu anlıyordum. Onu anladığımı biliyordu yine de hiç lafını etmedi.

''Keşke kızgın olsaydı. Sana büyük bir öfke duymasını, seni suçlamasını sana kırgın olmasından daha çok isterdim. Birlikte olmanız şimdikinden daha kolay olurdu.''

Yansı içimden geçenleri söyleyip Yıldız’ın yanına oturmuştu. Dolunay’ın bu anı kafasından silmek istediğine emindim. Bende yan koltuğuna geçtiğim an arabayı sürmeye başladı. Neyse ki hız sınırı vardı.

‘’En çok neye şaşırıyorum biliyor musunuz?’’ Yansı’nın bilgelikle sorduğu soruya kimse bir cevap vermeyince bozulmuş bir ifadeyle ‘’Neye diye sormayacak mısınız?’’ Bıkkınlıkla nefesimi üfleyip yakamızı bırakması için ‘’Ben hala şaşıracak bir olay bulmana şaşırıyorum ama söyle ölüyorum meraktan. Söyle en çok neye şaşırıyorsun?’’ diye sordum.

Az önceki bilge tavrına geri dönüp geçen yola bakarak tek kaşını kaldırırken gözlerini kıstı.

‘’Herkese zengin mafyanın düştüğü platformda bize bir öğretmen bir polis bir de sporcu düştü.’’ Cidden artık söyleyecek sözüm kalmamış elimle anlıma vurmuştum

İflah olmayacaktı.

‘’Deniz iki dakika direksiyonu tutar mısın? Ben levyeyi alayım.’’ Dehşetle Dolunay’a baktım fazla ciddiydi.

‘’Ciddiyim. Önce bunu sonra bizi yazdığını iddia ettiği yazarı bulup döveceğim. Böyle konu mu olur lan?’’ Baktığında haklıydı sağdan soldan mantık hatası fırlıyordu.

‘’Dolunay şiddetin için bahane arama! Bizi okuyanlara kötü örnek oluyorsun.’’

Dolunay sinirden gülerken kısa süreliğine başını yukarı kaldırdı.

‘’Allahım sen bana sabır ver!’’

Çok alakasız olduğunu bilmeme rağmen söylemeden edemedim.

‘’Benim karnım aç!’’ Dolunay ciddi misin der gibi bana bakıp kahkaha attıktan sonra ‘’Allahım vazgeçtim sen bize akıl ver lütfen.’’ Dedi

‘’Ama Dolunay karnımın acıkmasından daha normal ne olabilir?’’ diye sordum masum bir ifadeyle.

‘’Bu durumda mı Deniz? Arka koltukta kitapta yaşayan bir deli ve aşk acısından astığı suratına bir tokat atmamak için kendimi zor tuttuğum Yıldız otururken mi karnın acıktı?’’

Yansı araya girip ‘’Yemek de yapmadık! Mis gibi ev yemeği dururken hep dışarıdan yiyin tamam mı?’’ dediğinde tartışmamız daha çok alevlenmişti.

Yolculuk devam ederken ben arabanın hızlandığını ancak fark edebilmiştim. Tam Dolunay’ı azarlayacağım sırada endişeyle arkaya baktığını gördüm.

‘’Dolunay ne oluyor?’’

‘’Takip ediliyoruz.’’ dediğiyle hepimiz arkamıza baktık.

‘’Yanlış anlıyor olmayasın yani yolu aynıdır belki.’’ dedi Yıldız olaylardan bihaber.

‘’ Hızımı arttırdıkça o da arttırıyor uzaklaşmama ya da gözden kaybolmama izin vermiyor. Üstelik parka geldiğimiz zaman da arkamızdaydı. Emin olmadan söylemek istemedim.’’ Dolunay’ın söyledikleriyle Yansı ile göz göze geldik. Hemen telefonunu çıkartıp Doğu’yu aradı.

‘’Doğu neredesiniz? Peşimizde birileri var arabanın plakası…’’ Yansı plakayı söyledikten sonra Doğu ‘nun cevabıyla kızıp ‘’Doğu saçmalama istersen. Tek başına dayak yiyip geri mi geleceksin? Sana kaç kere dedim az izle şu Battal Gazi filmlerini diye gaza geliyorsun.’’ dedi.

Allah’ın aşkına ne konuşuyorlardı?

‘’Tamam idare ederiz çabuk olun!’’ Telefonu kapattıktan sonra bize açıklama yaptı.

‘’Başta bizi takip ediyorlarmış ama bir süre sonra izimizi kaybetmişler fakat problem yok arabadaki GPS ile yerimizi bulurlar.’’

Yıldız olayları bilmediği için şaşkınlıkla ‘’Arabada GPS mi var?’’ diye sordu.

‘’Bir süre idare edebilir misin Dolunay?’’

Yansı'nın sorusuyla yüzünde küçümseyen bir gülümseme belirdi.

‘’İdare etmek mi? Ben arabayla dans ettiririm.’’

‘’Hey araba kullanmak benim işim sanıyordum.’’

Dolunay Yıldız’ı umursamayıp ‘’Sen kendi çöplüğünde öt kamyoncu! Bu benim arabam.’’ dedi.

Yıldız bozulsa da bir şey söylemedi. Şu an duruma anlam veremiyordu ve büyük ihtimal başımızın etini yiyecekti sadece sırasını bekliyor.

Arkamızdaki arabanın yaklaştığını gördüğümde gerildim.

Dolunay ‘’Kemerlerinizi takın!’’ diye sert bir dille bizi uzardı. Dediğini yaptığımızda arkamızdaki aracın bize çarpmasıyla sarsılmıştık.

‘’Demek böyle oynayacaksınız!’’

Yansı daha fena bir haber verdi.

‘’İki tane oldular.’’ Biz korkarken Dolunay’ın yüzünde kurnaz bir gülümseme vardı.

‘’Peki hadi biraz dans edelim.’’ Ne demek istediğini anlamamız çok uzun sürmemişti arabayla zikzaklar çizdiğinde biz de savruluyorduk.

‘’Dolunay onlar değil ama sen öldüreceksin.’’

‘’Benim yöntemlerimi tercih edersin.’’ Zikzak çizmeyi bıraktıktan bir süre sonra arkadan bir araba vurmuştu. Ardı ardına değiştirilen şeritler üzerine sonunda bir şeritte kalmış ve hızını arkada duran arabaya göre ayarlamıştı.

‘’Ne yapıyorsun?’’

‘’Görüş alanını kapatıyorum.’’

Nedenini soramadan bir anda diğer şeride geçtiğinde arabalardan biri direğe çarpmıştı. Şaşkınlıkla arkaya baktığımda konuşmaya başladı.

‘’Bir direkle kimse ölmez merak etmeyin.’’ Bunu söylerken fazla rahat olması rahatsız edici.

Gelen mesaj sesiyle Dolunay hızlıca telefonu eline alıp mesajı okuduğunda histerik bir gülüş yüzünde belirdi. Telefonu elinden bırakırken başını iki yana sallayıp karşıya odaklandığında gülümsemesi de solmuş ciddiyete bürünmüştü.

''Başlarım görevine de oyununa da madem öyle herkes canına sahip çıksın!''

Vitesi geriye alıp gaza yüklendiğinde bedenimi tümüyle arkaya dönüp koltuğa tutundum. Yansı bir eliyle koltuğuna sıkıca tutunmuşken diğer eli onunla aynı şekilde duran Yıldız'ın elini tutuyordu. Yıldız'a baktığımda olan biteni anlamaya çalışan bir hali vardı. Camdan dışarı baktığımda bizi takip eden arabaya doğru gidiyorduk daha açıklayıcı olmak gerekirse Dolunay delirmiş ve arabayı geriye doğru neredeyse son hızda sürmeye başlayarak işleri tersine çevirerek bizi takip edenlerin üstüne sürmeye başlamıştı.

Yaklaştıkça korkum arttı. Saniyelik başımı ona çevirip tekrar arkaya bakarken uyardım.

''Dolunay yavaşla!'' bu hızla gidersek çarpacaktık.

Dünyayla bizimle bağlantısını kesmişçesine sürmeye devam ediyordu. Gittikçe yaklaşıyorduk. Sesimi az öncekinden daha yüksek tutarak tekrar uyardım.

''Dolunay yavaşla!''

Ona baktığımda kararlı görünüyordu. Son hız sürmeye devam ettikçe artık çarpacağımızı anlamıştım. Yaklaştığımızda gözlerimi kapatıp bağırdım.

''Dolunay yavaşla!''

Ben kalakaldığımda asfaltın sesini duydum. Ani frenle bedenim geriye doğru çekilirken dengemi zor sağlayıp kendimi koltukta bulmuştum. Korkudan nefes nefese kalmıştık. Yavaşça kafamı tekrar arkaya çevirdiğimde arabaya çarpmadığımızı fark edip rahatlarken bunu engelleyenin başka bir arabanın yolumuzu kesmesi olduğunu görmüştüm. Kim olduğunu bilmezken sürücü koltuğunun camı açıldığında Ulaş'ı gördüm. Yanında da bizim gibi şaşkın duran Mert oturuyordu. Muhtemelen arka koltukta da Doğu ve Kıraç vardı. Arka cam açıldığında da yanılmadığımı anlamıştım. Ulaş'ın öfkeden kararmış gözlerinin hedefini hepimiz biliyorduk. Gözlerim Dolunay'a kaydığında direksiyonun üstündeki aynadan aynı kızgınlıkla Ulaş'a bakıyordu.

İşte şimdi kavga etmek için sağlam bir sebepleri vardı.

GÖREV 8: Araba yarışlarını sever misiniz? Bakalım sona kim kalacak?

 

BÖLÜM SONU

Yazım ve noktalama hataları için üzgünüm.

Yorum yapmayı unutmayın!

 

Bölüm : 01.07.2025 19:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...