
Çok uzaklardan bir şiir sizi ziyaret geldi. Hep birlikte okuyalım.
Yok oluş yeni bir devrimi doğururken
sen yok olana meftunsun
Ne yapmalıydı şimdi?
Yok olanı geri de mi bırakmalı?
Devrimi yok mu saymalı?
Hiçliğin kurbanlarından birine verilen öğüt kulağımıza fısıldandı:‘’Biliyorum bir gün beni anlayacaksın bunun yanı sıra umarım bir gün beni anlamazsın zira beni anlaman acı çekmenden daha mühim değil.’’
ŞİMDİKİ ZAMAN (İKİ GÜN ÖNCE)
Yansı bugün bilmem kaçıncı yakınmasını dile getiriyordu.
‘’Hayır, evrenin bize yardım edebilmesi için bu kitapta daha ne olması gerekiyor?’’
‘’Maşallah evren bizim dışımızda herkese çalışıyor.’’ Doğu’nun da ondan geri kalır yanı yoktu.
‘’Onlara çalışmaktan bize sıra gelmiyor da olabilir.’’
‘’Ya da bunlar zaten aklı başında diyip bizi salmış da olabilir. Bu kadar normal olmayacaktık dedim ben size.’’
Yansı ve Doğu kendi aralarında anlamsız sohbetlerinden birini ederken geri kalanımız bıkkınlıkla bitirmelerini bekliyordu. Hatta Yıldız onları beklerken uyuya kalmıştı. Kıza kızamıyordum da çünkü bizimde ondan bir farkımız yoktu. Dolunay Yıldız’ın sırtında gözlerini kapatmıştı. Ben başımı elime yaslamış ikisini izliyordum, Mert kitaba dalmış arada bir esniyordu, Ulaş spor dergilerini okuyordu. Biz niye bu kadar normal davranıyoruz lan?
Yansı son sözünden sonra bizi gösterdiğinde sabahtan beri durmayan çeneleri nihayet durmuştu. O an iki elimi havaya kaldırıp ağlamaklı bir sesle dua etmeye başladım.
‘’Allahım sana şükürler olsun bir an hiç susmayacaklar sandım.’’
Ben çoşkuyla şükür ederken Yıldız yerinden sıçradığı sırada sırtındaki Dolunay’ı geriye doğru itmişti.
‘’Ne bitti mi?’’diye sorarken hala uyku mahmuruydu.
Dolunay gözlerini ovuşturup ‘’Ne oluyor?’’ edasında etrafa bakıyordu.
Mert ve Ulaş daldıkları yerden kafalarını kaldırabilmişlerdi. Şükür duam hepsine yaradı.
‘’Aşk olsun! Siz bizi dinlemiyor musunuz?’’ Yansı’nın sorusuyla hepimiz ona baktık.
‘’En son şey diyordunuz dinozorları geri getirmenin yolunu mu arasak?’’ Yıldız hala uyanamamış gözlerini kırpıştırıyordu.
‘’Ben de şeyi hatırlıyorum. Everest’e tırmanıp öyle mi okuyucu kazansak diyordunuz.’’
Dolunay’ın da saçmalamakta ondan kalır yanı yoktu.
‘’Bak bundan bahsediyordum. Fazla normaliz.’’
Normal anlayışı ne ki?
Mert elindeki kitabı masaya bırakıp ikisine döndü.
‘’Artık ciddi konuşmaya başlayabilir miyiz? Gizli veriler için oluşturdukları bir yer olmalı Deniz’in oraya girebilmesinin zannettiğimiz kadar kolay olduğunu sanmıyorum.’’
Daha nasıl bir yer olduğunu bile bulamamıştık.
‘’Gizlice girecek Mert yapacak bir şey yok. Ben de başına bir iş gelir diye endişeleniyorum ama bir şekilde sakladıklarını da öğrenmeliyiz.’’
‘’Efarit’in sesi soluğu çıkmıyor.’’
Hunharca geçen araba maceramızdan sonra görevi tamamladığımıza dair attığı mesaj dışında bir haber alamamıştık.
‘’Bizi izleyip doğru zamanı bekliyor.’’ diye kendi fikrimi belirttim.
Yansı rahatsızca yerinden kıpırdandı. ‘’Attığımız her adımın onun planına uyduğu hissiyatını içimden atamıyorum. Ne yapsak hep onun planına uygun yapıyormuşuz gibi geliyor.’’
Mert daldığı düşüncelerinden sıyrılamadan ‘’Ya da planlarını bizim adımlarımıza göre kuruyor.’’ dedi.
‘’Deniz yarın odayı bulmalı ve nasıl gireceğimizi öğrenmelisin. Sürekli Vedat’ın yanında olan kişileri göz hapsine al onlar dikkatini çektiğinde peşlerinden git.’’
Bu işin peşine düşmemizin sebebi sakladıkları her neyse onu bulup işimizi güzellikle halledemediğimizde onların anlayacağı dilden konuşmak adına bir koz elde etme istediğimizdendi. Hepimiz bunu bildiğimiz için herhangi bir sorgulamaya girişmemişti.
‘’Her neyse size doyum olmaz ben kalkayım.’’ Yıldız’ın ayaklanmasıyla Ulaş’ın direkt ‘’Nereye?’’ diye sorması gecikmemişti.
‘’Sıkıldım dışarı çıkacağım.’’
‘’Yıldız bile sıkılmış. Tam senlik olaylar katil falan.’’
‘’Ben eylem insanıyım. Beni planı uygularken çağırın. O an da ne yapıyorsanız özet geçersiniz.’’
‘’Sonra çekirdeğini alır izlersin değil mi?’’
‘’Elbette kuzen! Tamam aklımız bir karış havada ama hayat planlarımda bir katilin radarına girmek yok bunu başarmış olmanız da ayrı bir tebrik konusu.’’
Kapıdan çıktığında göz göze geldik aynı anda başımızı sallarken gülümsedim.
Doğu hepimizden önce davranıp ayaklanıp koşmaya başladığında ‘’Sona kalan dondurmaları ısmarlar.’’ deyince bizde peşinden koşmaya başladık.
Ulaş arkasından söylenmeyi ihmal etmedi.
‘’Göbek adın hileci oğlum senin.’’
Hepimiz dışarı çıktığımızda Doğu Yıldız’ın yanından hızlıca geçerken ona da küçük oyunumuzu söylemiş bunun üzerine Yıldız’da koşmaya başlayıp arkasından‘’Hepiniz uyanıksınız lan!’’ demişti.
Mahallenin parkına kadar koştuğumuzda sona Yansı kalmıştı. Hiçbirimiz dondurmalarımızı üç toptan aşağı istemediğimizden yüzündeki kan çekilmişti. Tabi sona kaldığı için cimri tarafı buna dayanamıyordu.
‘’Ay Doğu bana bir şeyler oluyor!’’ Doğu hemen yalandan duygu sömürüsüne başlayıp başını tutan Yansı’nın koluna girmişti.
‘’Yettim çikolatalı dondurmam.’’
‘’Doğu bana çikolatalı dondurma deme!’’
‘’Onu beğenmediysen limonlu dondurmam derim sen limonlu seversin.’’
‘’Doğu bana onu da deme!’’
‘’Neden çilekliyi mi tercih edersin? İyi de sen onu sevmiyorsun ki çilekli dondurmayı Ulaş seviyor.’’
Yansı kolunu ondan kurtardı ‘’Sen bana bir söz etme Doğu sen bana hitap etme hatta!’’
Doğu giden Yansı’nın arkasından bize bakıp düşünceli bir sesle ‘’Acaba dondurmayı mı beğenmedi?’’ diye sorup elindeki karamelli dondurmanın tadına baktı.
Yıldız gülerek ‘’Bence şeftalili dondurmam demediğin için bozuldu en çok onu seviyor.’’ demişti. Yanında durduğum için dudağımı ısırıp kolunu dürttüğümde kısa bir an bana baksa da eğlenen halinden gayet memnundu.
‘’Doğru dedin. Affet beni şeftalili dondurmam!’’ Doğu Yansı’nın peşinden koştuğunda Yıldız ile dayanamayıp kahkaha atmıştık.
‘’Ulaş gerçekten çilekli dondurmayı nasıl sevdiğini anlayamıyorum.’’ Dolunay elinde naneli ve vanilyalı dondurma tutarken onu bu konuda kınamasına hakkı yoktu. Bence dondurma siyah ve beyaz olmalıydı.
‘’Bak bu konuda kuzenimi ezdirmem bende çilekli severim.’’ dedi Yıldız üç topun üçünü de çilekli istemişti. Dondurma konusunda hepimizin ayrı bir damak tadı vardı.
‘’Bence de zevklerimizi tartışmayalım.’’ Hepimiz aynı anda Mert’e baktığımızda elinde damla sakızlı ve limonlu dondurmasını yiyerek omuz silkip önümüze geçip yürümeye devam etmişti.
Hangi çeşit dondurma? Başlıklı konumuzu tartışırken çocuk parkının oraya gelmiştik ve manzaramız harikaydı.
‘’Doğu daha hızlı salla! Elim yıldızlara ulaşsın.’’
‘’Tabi şeftalim.’’
Dolunay kınayan bir ifadeyle onlara bakıp ‘’Eşek kadar olmuşlar çocukların parkında oynuyorlar.’’ dedi.
Yıldız’ın bir anda çocuklaşan sesiyle ‘’Kuzen beni tut!’’ diye bağırmasıyla sesin geldiği yere baktım az önce yanımızdayken ne ara parktaki iplere asıldığını anlayamamıştım.
‘’Tren kalkıyor!’’
Yok artık Mert sen de mi?
Doğu’nun bunu duyar duymaz Yansı’yı bırakıp kaydırağa giderek Mert’in arkasına geçmesine kaç puan verirdik acaba?
‘’Mert kay biraz oturamam buraya!’’
‘’Lan küçük yer zaten gidersem kayarım.’’
Mert kaydırağın amacı bu zaten. Kim bunu ona söylemek ister? Benim ayaklarım neden tahterevalliye doğru kayıyor? Bekle, vücudum beynimden bağımsız çalıyor şu an. Ayaklarıma bakıp onlara kızmaya başladım.
‘’Dursanıza lan tahterevalliye niye biniyorsunuz?’’
Ne kadar kızsam da kendimi bir anda üzerinde otururken bulmuştum. Masum bakışlarımı Dolunay’a çevirip ‘’Dolunay karşıya binsene!’’ dediğimde az önce kendi bacaklarıma kızdığım için buruşturduğu yüzü dehşet verici bir hal almıştı.
‘’Deh deh, dıgıdık dıgıdık, tam yol ileri! Hiya!’’ Sesin geldiği yere baktığımda Yıldız’ın sallanan oyuncak atlardan birine bindiğini gördüm.
Uzun dil dökmelerim sonucu Dolunay ‘’O kadar rezil olduk ki bu kadar kişi arasında bana dikkat edeceklerini sanmıyorum.’’ deyip karşıya oturmuştu. Tabi çocukluğumuzdaki gibi olmamıştı ama yine de eğlenceliydi.
‘’Dolunay bırakayım mı seni yukarda?’’ O zamanlar yaptığımız çocukça tehditlerden birini yaptığımda Dolunay ters ters bana bakmıştı. Bense dudağımı büzüp muzip bir ifadeyle gülmüştüm.
Başını yan çevirip kollarını birbirine doladı.
‘’O zamanda korkmuyordum şimdi hiç korkmuyorum bırakabilirsin.’’
‘’Tabi canım Ulaş seni yukarda bıraktığında nasıl ağladığını unutma istersen hatırlatayım mı ona da?’’ Bir anda yüzünün ifadesi değişirken başını bana dönüp gözlerini kısmıştı. Bu haline güldüğümde bir anda oturduğum yerden kalkıp koşmaya başladım. Beklemediği bu hareketler bir anda oturduğu taraf yere çakılmıştı. Çocukluğumuzun en büyük korkularından biriydi sanırım.
‘’Deniz saklanacak iyi bir yer bul çünkü yakalarsam fena olur.’’ Peşimden koşmaya başladığında parkın içinde dört dönerken bütün oyuncaklardan nasibini almasını sağlamıştım.
Sen misin burun kıvıran? Böyle oynarsın oyuncaklarla işte!
Biraz daha parkta oyalandıktan sonra tekrar yürümeye koyulmuştuk. Bizimkiler en son oynadığımız yıllar sonra oynadığımız saklambaç oyununda çanak çömleğin nasıl patladığı konusunda bir anlaşmazlığa düşmüş kavga etmekten Mert ve benim gerimizde kalmışlardı.
‘’Deniz ne zaman seni affettiğime inanacaksın?’’
Bir anda aramızdaki sessizliği bozan keskin sesine şaşırmıştım. Kendimi toparladığımda ise kurduğu cümlenin tuhaflığına gülme isteğimi geri tepmemiştim. Peşinde koşması gereken kişi benken neden o kendini bana inandırmaya uğraşıyordu?
‘’Mert beni sevdiğini biliyorum ben de seni seviyorum ve birlikteyiz ama bunların beni affettiğini gösteren şeyler olmadığını da biliyorum. Ben sadece kendimi kandırmıyorum. Aramızdaki ilişkiye senin bana güzel bakan gözlerine aldanıp seni yiyip bitiren ama öteleyip duyduğun hislerini yok saymak istemiyorum. Seni üzmek istemiyorum. Bir gün beni affettiğinde ve bunu yüreğinin en derin köşesinden hissettiğinde fark etmeden kelimeler dudaklarından dökülecek ve ben o gün sana gülümseyerek bakacağım.’’
Histerik bir gülüş yüzünde belirdi.
‘’Ne için affedeceğim seni? Onu da söyle bari.’’
Ne bekliyordu bilmiyorum ama ben içimden geçenleri söyledim. Ne dilimden dökülen zehir ne de onu suçlayan ellerim suçum bambaşkaydı.
‘’Arkamı bile dönmedim ya Mert onun için. Mert ben sana son kez dönüp bir kere bile bakmadım. Gözümü nasıl bir hırs bürüdü bilmiyorum. Ben sana dönüp bakmayacak kadar vicdansızdım.’’
Yüzündeki alaylı gülüş solmuştu. Bir anda ciddileşti. Şimdi kalbinin derinlerinde sakladığı belki de adını koyamadığı o duyguya bir anlam verebiliyordu artık.
‘’Birini terk etmek bir şiiri yarım bırakmaktır, terk ettiğine geri dönmek o şiiri tamamlamaktır.’’ Yine şiir gibi konuşmuştu. Onu böyle dinlemeye bayılırdım sanırım ona karşı en büyük zaafım buydu.
Yine de yüzümde beliren buruk gülümseye engel olamayıp gözlerinin içine bakarak devamını getirdim.
‘’Desene bizim şiirimiz sonsuza dek yarım kaldı.’’
Zira ben dönmemiştim ama Mert yine de gelmişti. Bir zamanlar, aramızdaki değersiz yollardan değil de içten içe bana kızgın olan kalbinin oluşturduğu engelleri aşıp gelememişti ama bugün kulaklarını affedemeyen tarafına kapatıp bana gelmişti ve ben onun beni affetmeyen tarafını susturmaya ant içmiştim çünkü onun kendi kendini yiyip bitirmesine gönlüm razı değildi.
Derin bir iç çekişle bana baktı.
‘’Her şeyden geçtim de Mert sen böyle bana bakınca içten içe şunu demeden edemiyorum: Mert belli ki beni Allah’a havale etmiş. Oysa ben daha onun gözlerine bakınca kahroluyorum. Kıyamet günü nasıl hesap vereceğim?’’
Az önce bir söz edecekmiş gibi aralanan dudakları son söylediklerim üzerine geri kapandı. Allah’ın hesabına kimse karışamazdı tabi. Mert beni şimdi kendinden korurdu affedemeyişini ötelerdi de hesap vakti elinden ne gelirdi?
İşte o vakit herkes böyle susardı. Zira o gün yaptıklarımızın dile geleceği gündür
----------------------------------------------------------------------
Sabah yine sözde iş yerime gelmiştim. Bu olaylar yüzünden kendi işimi yapamaz oldum. Neyse ki Dolunay yarın izinli olan Melisa’nın yerine kitapçıya bakabilecekti. Bugün Mert dergisinin hazırlıkları için bize katılmamış ama kulaklık sayesinde her söyleneni duyabiliyordu. Ulaş’ta aynı şekilde spor salonundaydı. Bugün sadece Dolunay ve Yansı arabada dinleme halindeydi. Saatler ilerlerken Vedat şirkete gelmişti. Kaşları normalden daha çatık bakışları fazlasıyla sertti. Adımları odasına gitmek yerine ofisin ortasında durmuş hepimizi izliyordu.
‘’Siz ne işe yarıyorsunuz? Eğer şirketin sorununu dışarıdan biri çözebilecekse biz size niye tonla para döküyoruz?’’
Dün dışarıda işi olduğundan bizi azarlayacak fırsatı olmamıştı.
Elindeki dosyayı yanına gelen ufak tefek boylardaki kadın asistanının yüzüne çarparken ‘’En azından yapabildiğiniz işleri doğru düzgün yapın. Böyle mi notlar alıyorsunuz? Yaratıcı fikirleriniz nerede? Sorunlara bulduğunuz mantıksız çözümlerden söz etmiyorum bir hafta çalışmayalım falan. İstemiyorsanız kapı orada ben kimseye sadaka vermek için burada değilim. Beceriksizliğiniz yüzünden dün teklifini geri çevirip küçümsediğim kadınla tekrar yüz göz olacağım. Sayenizde gözümün ucuyla bakmayacağım insanla muhatap oluyorum utanın biraz kendinizden!’’
Son söylediğiyle kaşlarımı çatmam bir olmuştu.
İnsanlar bu söylemleri hak etmiyordu işe girerken Yansı çok seçici olduklarını söylemişti. Ben Edebiyat mezunuydum normal şartlarda beni işe almamaları gerekirdi ama çokta önemli bir pozisyon için başvurmamıştım ve Yansı’da öz geçmişime ufak dokunuşlar yapmıştı. Mülakattaki soruları da mükemmele yakın cevapladığımdan buraya sızabilmiştim. Benim aksime çok daha önemli pozisyonlar için başvuran insanların büyük emeklerle buraya girdiklerini biliyordum.
Vedat sinirle odasına girip kapıyı sertçe kapattığında yerimde sıçramadan edemedim. Az önce dosyayı yüzüne çarptığı asistanı hiç hareket etmeden olduğu yerde duruyordu. Tam yanına gitmek için ayağa kalkacağım sırada benden önce başkaları yanına gitmişti ama kadın kendine anca gelmiş ve iyiyim diyerek odasına çekilmişti. Bu tarz durumlara alışık olmalı. Ne kadar kötü ama bu tarz durumlara alışık olması.
‘’Şerefin sonuna ikinci çoğul ekini eklediğim herife bak lan!’’
Ulaş’ın nefes nefese kurduğu cümleyi duyduğum sırada içtiğim çayı püskürtmem bir olmuştu. Herkes bana iyi miyim diye bakarken ben yalancı bir gülümsemeyle başımı sallayıp iyi olduğumu söyleyerek önüme dönmüştüm. Kimsenin dikkatinin bende olmadığından emin olduktan sonra konuştum.
‘’İçtiğim çayı püskürttüm sağ ol Ulaş.’’
Ardından Dolunay’ın masum bir ses tonunda söylediği ‘’İyi de söyleyemediğin bir küfür değil ki.’’ cümlesini duydum.
‘’Değil mi?’’ diye sordu Ulaş saf saf
‘’Değil tabi. Şerefi yok diyorsun neresi küfür bunun?’’
‘’Oyuna getirme beni Ay!’’
‘’Vallahi doğru söylüyorum sor diğerlerine de.’’
Hepsi şerefsizin bir küfür olmadığı kanısına varınca bu seferde Ulaş’ın ‘’Niye bu zamana kadar söylemediniz?’’ diye başlayan sorgulaması yeni bir tartışma başlatmıştı.
‘’Hep Yansı’nın yüzünden. Küfür etmeyeceğiz diye lafları cımbızla seçiyoruz.’’ diye çıkıştı Dolunay.
‘’Benimle ne ilgisi var? Sizinle birlikte jetonum düştü.’’
Bense çok farklı düşünceler içerisindeydim.
Dolunay’ın söylemesi üzerine yaşadığım aydınlanmayla ne zamandır aklımda olan lafı Vedat’ın az önce ben dahil burada çalışan herkesin yüzüne kapattığı kapısına öfkeyle bakarak sonunda söyledim.
‘’O zaman Rus çocuğu sektörtletmesin bir yerlerini.’’
Kulaklığın ardındaki sesler bir anda kesilmiş ardından bir kahkaha tufanı kopmuştu.
Mert gülen sesiyle ‘’Sen de şeyini çıkarma Deniz.’’ diye uyardı beni. Bende kimseye çaktırmadan başımı eğip kıkırdarken ‘’Tamam tamam.’’ dedim.
‘’Arkaya ilerleyebilir miyiz?’’
Yıldız’ın bağıran sesini duymamla kaşlarım çatıldı. O da mı aramızdaydı? Allah’ın aşkına kaç kişi var konferansta?
Yansı merakla ‘’Yıldız sen neredesin? Sabahın köründe çıkmışsın evden görmedik.’’ dedi.
‘’Mesaj atmıştım.’’
Dolunay cevap verdi.
‘’Mesaj dediğin ‘gün doğmadan düşerim yola, kimse çıkamaz karşıma, yolum Allah’ın yoludur, kimsenin döndürmeye yüreği yoktur, hayırlı cumalar!’ şeklinde attığın mesaj mı?’’
‘’Evet!’’
‘’Yıldız mesajın anlamsızlığı bir tarafa bugün Cuma değil.’’
‘’Dur cevap vereceğim.’’
Saniyelik sessizliğin arkasından tekrar bağırdığında yüzümü buruşturdum. Sağır olacağım.
‘’Sabahtan beri eşekbaşı mı bağırıyor burada? Arkaya doğru ilerleyelim. Bu sıcakta milleti mi bırakayım yolda?’’
Bu sefer uzaktan yabancı bir kadının sesini duydum.
‘’Arkada nereye ilerleyelim? Buradan sonrası Ahiret zaten! Hayır, otobüsün üstüne çıkıp dışarıdan mı yolculuk yapalım?’’
‘’Ablacım ama ben görüyorum buradan halı saha gibi açık orası!’’
‘’Herkes gergin bugün anam!’’
Bu sefer genç bir çocuğun sesini duydum.
‘’Abla zaten Allah’a emanet gidiyoruz neresi halı saha ya?’’
‘’Kardeşim ben ne yapayım? Aha bak numara orada! Git et şikayetini.’’
Arkadan gelen uğultulardan sonra Yıldız nihayet aramızda dönebilmişti.
‘’Evet ne diyorduk?’’ diye sorduğunda bu zamana kadar nasıl sesini çıkarmadığını anlayamadığımız Ulaş konuşmuştu.
‘’Sormaya korkuyorum, tahmin de etmiyor değilim ama neredesin ve ne yapıyorsun sen Yıldız?’’ diye sordu.
‘’Korkma kuzen otobüs sürüyorum.’’
Ulaş bir anda sesini yükseltti.
‘’Kızım sen tırcı değil miydin?’’
‘’Ben kamyoncuydum bir kere, tırcılarla kavgalıyız biz!’’
Ulaş alayla konuştu.
‘’Evet konumuz bu şu an!’’
‘’Arkadaşın işi varmış bugünlük yerine ben geçtim ne olmuş? Hayırdır, bir sıkıntı mı var?’’
Dayanamayıp gülerken ‘’Hayırlar sana olmuş.’’ dedim.
Hatunun her güne ayrı bir işi vardı.
İnşallah kimse beni onlarla konuşurken fark etmemiştir. Kulağımdaki kulaklık görünmediğinden beni deli zannedebilirlerdi. Kendi kendime konuşmuşluğum çok var da şimdi bunu bilmelerine gerek yok.
‘’Her neyse esas konumuza dönebilir miyiz? Zira ben önümdeki örneklere odaklanamıyorum.’’ Mert’in araya girmesiyle Ulaş Yıldız’ı özel olarak sorgulamaya karar vermişti.
‘’Doğru dönelim tabi az önce dizdiğiniz inci gibi küfürleri sonuna kadar hak eden herifin benim hakkımda söylediklerine dönelim. Kurban olsun o bana be! Yolda görsem selam vermem bir de iş teklifi yapıyorum hasbama!’’
Yansı mevzuya girdiği anda tabi ki Doğu’da bunu kaçırmamıştı.
‘’Şimdi bir eylemciyi yakalayacağız çok konuşamıyorum ama o kim köpek ki benim Yansımı beğenmiyor hadsize bak!’’
‘’Asıl mevzumuz Deniz’in gizli sunucunun odasını bulması.’’
‘’Ha sen onu diyorsun Mert! Bekleyeceğiz yani ne yapalım?’’
‘’Belki de birilerinin ağzından laf almaya çalışmalıyım.’’ diye fikrimi belirttim.
‘’Olmaz yeni girdin şüphelenirler ayrıca kimseye güvenemezsin üstelik özel sektörden bahsediyoruz herkes birinin açığını bulayım da terfi edeyim derdinde. Tamam sen ayak işi yapıyor olabilirsin ama onlara fark etmez!’’
Biz bu işi nasıl daha kısa sürede sonlandırırız diye tartışırken ben de bir taraftan birkaç belgenin kopyasını çıkartmıştım.
Az sonra Vedat’ın az önce hepimizin içinde azarladığı asistanı aceleyle odasından çıkmıştı. Bende dikkat çekmeden ayaklanıp hızlıca giden kadının peşine düştüğümde asansöre bindiğini gördüm. Kapı kapanmadan yetiştiğimde yüzüme şaşırarak bakmıştı.
Sorgulayan sesiyle ‘’Mesai saatindeyiz nereye gidiyorsunuz?’’ diye sordu haklı olarak.
Birkaç saniye ne diyeceğimi bilemeyerek yüzüne baksam da bir yalan uyduruverdim.
‘’Şey biraz kötü oldum da hava almam lazım. Migrenim var da benim kusura bakmayın.’’
Baştan aşağı beni incelerken asansöre bindim. Ben zemin kata bastığım sırada onun hiçbir tuşa basmadığını gördüm.
‘’Böyle şeyler olabilir ama lütfen bir daha olmamasına özen gösterin mesai saatleri içerisinde böyle savsaklamalara müsamaha gösterilmez!’’ Kızmakta haklıydı.
Sonradan hatırladığım şeyle kendime sövsem de durumu kurtarmak için onu da söyledim.
‘’Tabi doğru söylüyorsunuz bir de arkadaşlar kendilerine kahve almamı rica etmişlerdi. Ben de bu bahaneyle biraz hava alırım diye düşündüm.’’ Bu söylediğim gerçekti işte!
Kaşları aksine daha çok çatılmıştı.
‘’Bir daha söyleyin arkadaşlara kendi kahvelerini kendileri alsın!’’ Bu kadın az önce Vedat’tan bir ton azar işitip sesini çıkarmayan kadınla aynı mıydı?
Başımı sallamakla yetindim. Bizimkilerin pot kırmayayım diye sesi çıkmıyordu.
Ben zemin kata geldiğimde o hala inmemişti. Baş selamı verip el mecbur asansörden çıktığımda dışarı doğru adımlarken bizimkilere durumu bildirdim.
‘’Herhangi bir tuşa basmamıştı ama asansör hareket ediyor. Otoparka gittiğini sanmıyorum.’’
Yansı ciddiyetle ‘’Asansör nerede durdu?’’ diye sordu.
‘’Kat numarası yok.’’
‘’İlginç dikkat çekmemek için en azından sıfırda bırakmalılar değil mi?’’
‘’Birazdan sıfıra gelir kimse de fark etmez.’’
‘’Doğru.’’
‘’Of her şey bu kadar zor olmak zorunda mı ya? Herifler nasıl gizli bir iş çeviriyorsa bunu gözümüzün önüne koyarak en iyi şekilde saklıyorlar.’’
‘’Bekleyin sıfır oldu.’’
Ben kahveleri alıp geri geldiğimde tekrar asansöre bindim.
‘’Deniz şimdilik bir şey yapma asansörde kamera vardır dikkat çekemeyiz.’’ Yansı’nın konuşmasıyla etrafıma bakarken kameranın olduğu yeri görüp başımı diğer tarafa çevirdim.
‘’Gördüm, kayıtlarla oynayamaz mısın?’’
‘’Oynarım ama en iyisi bu akşam herkes çıktıktan sonra yapmak. Bir şey unuttum bahanesiyle geri dönersin.’’
Yine etrafıma çaktırmadan bakmaya uğraşırken alt tarafta bir çıkıntı gördüm tam dikkatle oraya bakarken asansörün kapısı açılmıştı. Şansıma içimden sövüp kahveleri dağıttıktan sonra masama geçtim.
‘’Deniz’in tarafı akşama alındığına göre herife sövmeye devam edebilir miyiz?’’
‘’Hayır akşam ben Deniz ile gideceğim. Nişanlımla birlikte almaya geldim alıp çıkacağız der. Ben arabayla otoparka gideceğimden kimse içeri girdiğimi de anlamaz Yansı’da kameraları halleder.’’
Yansı fırsatı kaçırmayıp hemen alaylı konuşmaya başladı.
‘’Vay Mert! Bu iş en çok sana yaradı. Hemen de alıştın nişan olayına. Bence de keselim kendi aramızda bir nişan. Yaprak Teyze’yi de online dahil ederiz hiç bozulmaz. Olaylar bittiğinde sağ kalırsak da gider isteriz kızımızı.’’
Dolunay benden önce davranıp ‘’Konuya odaklanır mısın lütfen?’’ demişti.
‘’Mert anlattı ne yapacağımızı zaten? Kameralara çoktan girdim bende o iş.’’
Nasıl yaptığını sorgulamak istesem de bilmiş taslayacağını bildiğimden hiç o toplara girmedim. Yıldız’ın tarafından tekrar konuşma sesleri gelmeye başladı.
‘’Durun lan otobüsü rehin aldılar.’’
Ulaş endişeyle ‘’Neredesin sen Yıldız ne rehin alınması?’’ diye sordu.
Yıldız’ın ardından Doğu’nun şaşkın sesini duyduk.
‘’Yıldız yoksa bizim peşinde olduğumuz adamın rehin aldığı otobüs senin ki mi?’’
‘’Bilmem benim ki mi?’’
Ulaş kızgınlıkla araya girdi.
‘’Saçma sapan konuşmayı kesin! Doğu kuzenimin yerini bul çabuk.’’
‘’Dur adamın üstüne takip cihazı yerleştirdik şimdi plakayı söylüyorum.’’
Mert inanmaz bir sesle ‘’Koca Ankara’da kaç tane otobüs rehin alınmış olabilir?’’ diye sormuştu.
Doğu’nun plakayı söylemesiyle Yıldız’dan cevap gecikmedi.
‘’Doğu adama takip cihazı yerleştirecek kadar yakınlaştınız ama tutuklayamadınız mı? Ben burada rehin alındım.’’ Sesi kısık çıkıyordu.
Arkadan bariton bir erkek sesi geldi.
‘’Kiminle konuşuyorsun sen?’’
Yıldız yalancı bir gülümseme sesiyle ‘’Yolla konuşuyorum abi. Şoför olunca böyle oluyor. Sıkıldıkça yolla konuşuyorsun.’’ dedi.
‘’Deli misin?’’
‘’Bak bakalım çevrene bir tane akıllı var mı?’’
‘’Hemen havaalanına sür otobüsü!’’
‘’Olmaz öyle şey! Benim bir güzergahım var, ondan çıkamam. Şoförlüğün şanına leke süremeyiz. Ayrıca su yakmıyor bu! Binerken kartta basmadın bari iki ellik ver.’’
‘’Lan otobüsü rehin aldım diyorum hala güzergah diyorsun.’’
‘’Çok yanlış kişinin otobüsünü rehin aldın!’’
Bu sefer bir kadının uzaktan gelen endişeli sesini duydum. Bu lanet kulaklığın arkasında neler oluyordu böyle? Ayrıca şu an benim sakin sakin önümdeki dosyalarla ilgilenebiliyor olmam bir mucizeydi.
‘’Ay, kadın bayıldı!’’
Yıldız kızgınlıkla ‘’Ablam bir dur, burada rehin alınan benim ayılıp bayılan sensin!’’ dedi.
Ulaş itiraz istemeyen sert bir tonda ‘’Doğu bana hemen nerede olduklarını söyle.’’ diye konuştuğunda ben bile irkildim.
Mert’te hızlıca konuştu.‘’ Şimdi yayınevinden çıkacağım yolda sana katılırım.’’
Dolunay’da ona katıldı ‘’Ben de geliyorum Yansı tek başına idare eder.’’
Yıldız yine alaya almaktan çekinmemişti.
‘’Harika! Yenilmezler'de yola çıktığına göre ben kesin kurtulurum.’’
Doğu herkesi sakinleştirmek adına ‘’Sakin olun gençler, Kıraç peşlerine düştü gelmenize gerek yok! Yıldız kardeşimizi orada bırakmayız.’’ dese de Ulaş’ın üzerinde ne kadar etkisi olduğu tartışılırdı.
‘’Doğu bana kuzenimin hangi yol üzerinde olduğunu söyle.’’
Ulaş’ın keskin sesi Doğu’yu ne kadar korkuttu bilemem ama konuşurken sesi titremişti.
‘’S-söyleyemem lan! Bir yerde görevdeyim başım yanar. İyi olacak diyorum. Kıraç peşlerinde sence ben iyi olacağını bilmesem görev filan dinlemeyip sana yerini söylemez miydim?’’
Onun yerine Yıldız cevap verdi.
‘’Söylemezdin!’’
‘’Aşk olsun Yıldız!’’
‘’Peşime beni korusun diye buzdolabı komiserini takmışken ben nasıl iyi olabilirim? O herif beni bir kaşık suda boğmak için yer arıyor.’’
‘’Öyle deme çok yetenekli . Yılını doldurur doldurmaz başkomiser olmuş bu ne demek sen biliyor musun? Onun yaşındakiler hala komiserlik yapıyor.’’ Doğu’nun bir anda çocuklaşmasıyla Yıldız sabırsızca cevap verdi.
‘’Hayran kulübü konuşman bittiyse devam edelim. Kağızmana ısmarladım nargele nargele…’’
Yıldız’ın son cümlesinde radyonun sesini yükseltip çalan türküye eşlik ettiği sırada uzaktan aynı adamın bağıran sesini duydum. Bu durumda ellerim titrerken ve soğuk terler dökerken kendimi sakin tutabildiğim için bana bir ödül verilmeliydi.
‘’ Kıs şu müziğin sesini! Şaka yapar halim mi var benim? Nereye gidiyoruz? Sana havalimanını sürmeni söyledim benimle oynuyor musun? Sabahtan beri yolla konuşan birinden ne bekliyorum ki?’’
Yıldız bir anda bağırarak konuşunca yüzümü buruşturmama engel olamadım.
‘’Benim gibi rehine bulmuş hala konuşuyor. Bağımlılık yapar aklını alırım oğlum senin kendine gel!’’
Yabancı bir kadının bağıran sesini duydum sanırım az öncekiyle aynı kişiydi.
‘’Ay kadın kalp krizi geçiriyor herhalde!’’
Yıldız’ın sesi ağlamaklı ve isyankar çıkıyordu.
‘’Teyzeciğim sen niye ölüyorsun? Namlu benim kafamda maşallah benden önce herkes ölüyor. Sonunda otobüsten bir ben sağ çıkacağım herhalde!’’
‘’Saçma sapan konuşma da dediğim yere sür! Saatinde varamazsak havalimanından önce burayı uçururum.’’
‘’Abi sen uçurmasan da kimse hayatta kalacak gibi görünmüyor baksana millete! Bir güzergah değiştirdik diye ölecekler neredeyse.’’
Ulaş’ın afallamış sesini duydum.
‘’Yıldız otobüsünde eylemci var sence insanlar bu yüzden korkmuş olamazlar mı?’’ diye cidden bunu sordu. Ulaş şok geçiriyor sanırım.
‘’Ya ben bilmiyor muyum yolcumu? Bombacı filan bahane güzergahı değiştirdim diye ayılıp bayılıyorlar. Yanlış yoldayım, ayaktalar ve hava sıcak emin olun şu an bombacıdan çok beni parçalamak istiyorlar. Tamam bayılmayın bombacı insin hepinizi durağınıza bırakacağım.’’
Mert’in şaşkınlıkla ‘’Peşinde katil olan biziz ama bu kız nasıl bir hayat yaşıyor da böyle bir durumda bizden daha sakin kalabiliyor?’’ dedi.
‘’Uzaktan davulun sesi hoş geliyor tabi! Gerçekleri söylüyoruz diye korkmuyoruz sanıyorlar.’’
Az önce otobüste yer olmadığından şikayet eden çocuk tekrar konuştu.
‘’Abla iyisin hoşsun da benim mahalleden geçtin ya! Eylemci izin ver de dursun ineyim havaalanı çok ters kalıyor. Siz beni bırakınca devam edersiniz.’’
‘’Bakın!’’ diye bağırdı Yıldız. Ben haklıyım diyordu adeta.
Ardından eylemci ‘’Lan bir ülkede herkes mi deli olur?’’ demişti. Herhalde yabancı bir yerden gelmişti bunlar Türkçeyi bizden iyi konuşurdu.
‘’Tabi oğlum ne sandın? Siz gavurlar anlamazsınız. Bizim burada doğmamız bile başlı başına bir delilik. Allah böyle yaratmış.’’
Gülmekle ağlamak arasında gidip gelirken Doğu sonunda konuşmuştu.
‘’Yıldız sakin ol tamam mı? Ekipler havaalanında Kıraç tam arkanızda… Hiçbir şey olmayacak. Otobüsten indiğiniz gibi enseleyeceğiz herifi.’’ Yıldız bence yeterince sakindi. Sakin olması gereken bizdik.
Olup biteni sessizce dinleyen Yansı’dan sonunda beklenen tepki gelmişti.
‘’Burada herkesi dinliyorum ama ben de okuyucular kadar şaşkınım. Olaylar ne ara benim operasyonumdan Doğu’nun operasyonuna kaydı?’’
‘’Ben de şaşkınım. Ne olduğunu anlamadan kendimi operasyonun çakma gizli polisi olarak buldum. Herkesin telefonlarını da topladı neyse ki ben belalımı kullanıyordum.’’
‘’Belalın?’’
‘’Pis işlerim ve belalı arkadaşlarımın numaralarının olduğu telefonum. Ölünce ateşe atın çok pis beddua yerim yeminle.’’
‘’İkinci bir telefonun olduğunu da bu şekilde öğrenmiş oldum. Başka ne gibi sırların var, dökülmek ister misin?’’ Bu sefer Ulaş’ın sesi konuşmanın başından beri ilk defa keyifli çıkmıştı.
‘’Abartma canım tatlı başım beladan çıkmadığından ben de ne olur ne olmaz diye aldım. Aksiyon seviyor olabiliriz ama pisi pisiye de ölmeyelim değil mi? Neyse ben daha konuşmayayım bu tip tip bakıyor.’’
Bir fısıldayıp bir sesli konuşması bir süre sonra yolla konuştuğu yalanının ortaya çıkmasına yol açabilirdi.
Tabi yolla konuştuğu şimdilik bir yalan olsa da özünde konuşmuşluğu da vardı hani.
Yıldız’dan gelen ses dışında hiçbirimizin sesi çıkmıyordu çünkü ne oluyorsa duymak ve kaçırmamak istiyorduk.
‘’Eylemci bey size şu an küfür etmeyerek yeterince anlayış gösteriyorum siz de daha fazla bu iyiliğimi suistimal etmeseniz mi? Şoförlük şerefim söz konusu burada! Havaalanını pistine otobüs park etmek nedir?’’
O kadar laf geçti mimiklerimi iyi kontrol ettim ama buna dayanamayıp sesli güldüğümde çevremdekilerin tekrar tuhaf bakışlarına maruz kalmıştım. Biliyorum gülmemem gereken bir durum ama tutamadım kendimi. İnsanlar deli sanmadan kısa bir baş selamı verip ufak tefek bahaneler uydurdum.
Bundan sonrası daha hızlı geçti Kıraç geldi adamı ikna etmekle uğraştı. Eylemci Yıldız’ı kolunun altına alıp kafasına silah dayayarak geri kalanı tehditlerle geride bırakıp otobüsten indirdi. Yıldız’ın abartarak anlattığı refleksleri sayesinde adam etkisiz hale getirildi. Alkışlar tebrikler vesaire buraları Yıldız özet geçti.
Sonuçta Doğu her şeyi kendisi yapmış gibi ‘’Evet arkadaşlar Yıldızımız güvende. Alkışlar eşliğinde otobüsüne binip güzergahında ilerlemeye koyuldu. Bir operasyonumuz daha tereyağından kıl çeker gibi halledildi. Ortak olduğunuz için teşekkürler. Türk polisi gururla sunar.’’
Başına o kadar iş geldi yine de güzergahına döndü öyle mi? Yıldız’ın takdir edilesi bir iş ahlakı vardı. Yolcuların ise neyi olduğunu bilmiyorum.
‘’Ben olmasan görürdüm tereyağını kaymağı da neyse şimdi başka bir konuya takıldım. Doğu senin bu kıl kuyruk amirin yine bana laf soktu. Yürek mi yiyorsunuz oğlum siz karakolda?’’
‘’Ya ben ufak bir ayrıntıyı unutmuşum Kıraç’ta ne konuşulduysa hepsini duymuş.’’
‘’Vay kaplumbağaya bak! Hiç de ses etmiyor. Neymiş, ben niye her olayın içindeymişim? Olaylar gelip beni buluyorsa ben ne yapayım?’’
Yıldız’ın olayına dalıp giderken çoktan öğle arası olmuştu bile. Sanırım daha önce öğle aralarım hiç bu kadar atraksiyonlu geçmemişti.
Bundan sonrası ise öğeden önceye kıyaslarsak çok sakindi. Yansı masa başında uyumuştu. Uyurken çıkardığı garip seslerinden anlamıştım. Dolunay’da sıkılmış etrafta dolanıyordur herhalde. Ben kitapçımda olduğumu hayal ederek bana verdikleri ayak işlerine koşturmaya devam etmiştim. Geri kalan çoktan telefonu kapatıp işlerine dönmüşlerdi. En son Ulaş İyi olduğunu kendi gözleriyle görmek istemiş olmalı ki Yıldız’ın otobüsünü yakalayıp kart basma kavgasına girişmişti.
Nihayet akşam olduğunda ben ofisten kaçarcasına çıkmıştım çünkü gerçekten çok sıkıcıydı. Birkaç kişiyle sohbete girmeye çalışsam da pek bana yüz verdikleri söylenemezdi. Onlar öyle yapınca benim de hevesim kaçmıştı zaten. Arabaya binip sonunda rahatlamıştım. Tüm gün akıllı uslu durayım diye yerimde dimdik durunca insan rahatlamaya ihtiyaç duyuyor.
‘’Bu kutlama ne zaman?’’ diye sordum Yansı’ya havanın kararmasını bekliyorduk dokuza kadar şirketin tamamı açıktı.
Önündeki leblebiden bir tane ağzını atıp geri yaslanırken sorumu cevapladı.
‘’Bu hafta sonu. Sen zaten çalışan olduğundan katılacaksın beni biliyorsun geri kalanı da ayarlayacağız.’’
Güneş batarken nihayet bizimkilerde gelebilmişti. Doğu kendini adeta içeriye attığında kızmadan edemedim.
‘’Yavaş ol yavaş!’’
‘’Yenge dur Kıraç zaten bir ton azar çekti seninkine hazır değilim.’’ demişti.
‘’Kıraç az bile yapıyor sana!’’ Ulaş’ın kızmasıyla Doğu suçlu çocuklar gibi başını eğdi.
‘’Ama Ulaş niye öyle diyorsun? Bugün güzel güzel suçluyu da yakaladık.’’
‘’Evet kuzenimin kullandığı otobüsü rehin alan suçludan bahsediyorsun değil mi? Hatta planı sen yapmışsın.’’
‘’Ya ben ne bileyim onu rehin alacak? Ayrıca üzerinde bomba olduğunu da bilmiyorduk. Bizi sahibine götürür diye takip cihazı yerleştirdik ama pek de umduğumuz gibi olmadı. Adam bugün gelecek olan elçiyi hedef almış. Şöyle düşün uluslararası bir krizin eşiğinden döndük ya da daha açıklayıcı olsun dolar bir süre daha yerinde sayacak birkaç gün filan işte!’’
Mert iki elini birbirine vurup ‘’Evet içeri gireceğiz tamam da tam olarak içerde odanın nerede olduğunu bilmiyoruz. Üstelik girdiğimiz yerde de kamera varsa ne yapacağız?’’ diyerek meseleye dönmemizi sağladı.
‘’Eğer odadaki sisteme girmemi sağlarsanız kameralara da girmeye çalışırım.’’
‘’Yansı sen bütün bunları nasıl yapıyorsun?’’
‘’Güvenilir birilerinden de yardım alıyorum Mert ama isimlerini veremem birbirimizden hoşlaşmıyoruz.’’
‘’Neden?’’
‘’Ben çok kendini beğenmiş biriymişim! Siz hep yanımdasınız ne zaman öyle olduğumu gördünüz?’’
Beklentiyle bize baktığında hiçbirimizden ses çıkmıyordu pes edip önüne döndü.
‘’Kimlere soruyorum ki. Allahım bu kadar güzel olduğum için mi çok düşmanım var?’’
Onun kendini övme zamanı geldiğinde dayanılmayacak raddeye ulaştığımızda biz Mert ile kaş göz yapıp arabadan inmiştik.
Hava iyiden iyiye kararmışken bizde işe koyulmuştuk.
Önce güvenlikle konuştum işimin uzun süreceğine bin bir türlü bahaneyle onu ikan ettikten sonra Mert’in arabasını otoparka çekebilmiştik. Siyah burnumuza kadar gelen maskeler ve aynı şekilde siyah şapkayla yüzümüzü az da olsa gizledik.
‘’Evet geldik şimdi ne yapıyoruz?’’
Yansı gecikmeden cevap verdi.
‘’Önce asansöre binin Deniz bahsettiğin çıkıntı başta olmak üzere asansörü incelemeye başlayın. Muhakkak bir yerle tuş olmalı. Kameraları ve asansörü dert etmeyin. Siz indiğiniz anda birilerinin görme ihtimaline karşılık kat numarasını Deniz’in çalıştığı ofisin numarası yapacağım. Çıkış yapacağınız zamana yakın da asansör yine bulunduğunuz kata inecek. Bir kere katın tuşuna basmanız yeterli.’’
Onu onaylayıp asansöre bindik. Ben direkt dikkatimi çeken gözeneğe baktığımda bunun asansörle neredeyse birmiş gibi duran bir kapak olduğunu fark ettim. Açtığımda ise kırmızı bir tuş beni karşılamıştı. Onu bulmanın sevinci mi yoksa içinde olduğumuz durumun saçmalığı mı bilmem ama dudaklarımda iğreti bir gülümsemenin oluşmasına engel olamadım.
‘’Siz haklısınız gerçekten bir şeyleri saklamanın en iyi yolu onu olabildiğince göze batan bir yere koymak.’’
Tuşa basıp bedenimi dikleştirdim. Gözlerim akıp giden kat numarasında beklemeye başlamıştık. Sonunda siyah ekran belirdiğinde asansörün kapısı da açılmıştı. Mert ile birbirimize bakıp onayladığımızda seri adımlarla asansörden çıktık.
Etraf karanlıktı ışıklar kapanmıştı bu da bizim işimize gelmişti maske ve şapkayla yüzümüzü de gizlediğimizden kamera varsa da bizi tanımazlardı. Üstelik sabahki kıyafetlerimi de giymiyordum. Kamera var mı diye kontrol ederken görünürde olan bir kamera yoktu. Üstelik içerisi de normal bir ofise benziyordu. Telefondan ışık açmamamızın sebebi içerde biri olup olmadığını bilmediğimizdendi. Görebildiğimiz kadarına baktığımızda diğer katlardan hiçbir farkı olmayan bir ofis gibi duruyordu. Yine de gardımızı indirmeyip sessizce konuştuk.
‘’Yansı tuhaf gelecek ama içerisi fazla normal ve savunmasız kamera bile yok. İnsanlar da paydos etmiş sanırım.’’
Mert’te benim gibi düşünüyordu fazla tuhaf.
İleriden gelen seslerle Mert bir duvarın arkasına geçerken elimi tutup beni kendine çekti.
Kendimi ikimiz arasındaki mesafeye bakarken bulmuştum. Bir an ne söylediğimi farkında olmayarak ‘’Fazla yakın değil miyiz?’’ diye fısıldadım. Durumun adrenaliyle ne ilgisi olduğunu sormayın. Mert başımı yasladığı bedeninden çektiğinde kafamı kaldırıp ona baktım cidden yakındık.
Yansı fırsatı kaçırmayıp ‘’Ne kadar yakınsınız mesela?’’ diye muzip bir sesle sorduğunda utanmadan edemedim.
‘’Ayrıntı alabilir miyiz? Biz değil bir okuyucu merak ediyormuş da ondan soruyorum.’’
Gelenlerin kim olduğunu göremesek de konuşmalarına şahit olduk.
‘’Bugün de bitti. Cidden o moruk her işi fazla abartıyor.’’
Buradaki moruk umarım Vedat’tır.
‘’Sorma ne olmuş dün sisteminde arıza çıktıysa. Yukarıdakileri de haşlamış sanki ana parayı oradan kazanıyor.’’
Vedatmış.
‘’Kılı kırk yarıyor bilmiyor musun? Niye buraya kamera koydurmadı sanıyorsun? Adam kamera kayıtlarını aralıklarla silelim dediğimiz halde kamera koymayacak kadar pimpirikli ama herkesin burnunun dibine böyle iş kuracak kadar da kibirli madem yakalanmayacağına bu kadar güveniyorsun ne diye kamera koymuyorsun?’’
Konuşa konuşa asansöre binip gitmişlerdi.
‘’Bence şu an aynı şeyleri düşünüyoruz.’’ dedi yansı merakla sordum.
‘’Ne düşünüyoruz?’’
‘’Vedat’ın zekası nasıl işliyor?’’ dediğinde ben de dürüstçe kendi düşüncelerimi söyledim
‘’Ben niye bunları orta yerde konuştuklarını anlamadım.’’.
‘’Kamera koymamanın mantıksızlığını sorguluyorum.’’ dedi Mert’te.
Görmesem de Yansı’nın göz devirdiğine eminim.
‘’Hadi devam edin. Ayrıca Mert soruna cevap vereyim ben hiç kamera olayını yutmadım bence çalışanların fark etmediği bir yerde kamera vardır. O yüzden yüzünüzü gizlemeye devam edin.’’ Sesi bile göz devirdim diyordu.
Bu adam o kadar mı güvensizdi? Çalışanlarına kendisine ihanet edecek bir alan tanıyıp enseleyerek en güvenilir kişileri burada tutuyor olabilir. Peki bu denli saklanacak nasıl bir iş çeviriyor?
‘’Yansı burada herhangi bir ofiste olacak kadar bilgisayar var. Herhangi birine girelim mi?’’
‘’Hayır, önce çevrenize bakın yöneticilerin odası kilitlidir ama asistanların öyle olduğunu sanmıyorum.’’
Az sonra ilerlediğimizde yöneticinin odası kilitliyken dediği gibi asistanların odası kilitli değildi.
İçeri girip direkt bilgisayarının başına oturduk. Cebimizdeki eldivenleri takıp bilgisayarını açıp USB’yi taktık.
‘’Yansı bir sorunumuz var. Şifre istiyor.’’
Geçen sefer bilgisayara ilk ben girdiğim için şifre istememişti ama şimdi istemesi gayet doğaldı.
‘’Bu beklediğim bir şeydi. Siz çevreye bakın ben de şifreyi kırmaya çalışacağım.’’
Dediğini yapıp etrafı aramaya başladık. Ben çekmeceleri karıştırırken Mert dosyalara bakıyordu.
‘’Deniz şuna baksana!’’ dediğinde dikleşip kaşlarını çatarak baktığı dosyayı inceledim.
Şaşkınlıkla ‘’Çocuk kayıtları mı?’’ sorusu dudaklarımdan döküldü.
Mert dosyayı çevirip yan tarafında yazılı olan dosyanın adını gösterdi.
‘’Polen yetimhanesi.’’
‘’Diğer dosyalarda da aynı şekilde çocukların ismi var.’’ Raflara baktığımda gerçekten hepsinde bir yetimhanenin ismi vardı.
Alt raflardaki dosyalar yıl yıl ayrılmıştı. Birine alıp yanımıza aldığımız küçük feneri tuttum.
‘’Burada haber küpürleri var hepsi de çocuk kaçırmayla ilgili. Her yıl kaçırılan veya kaybolan çocukların çıkan haberleri var.’’ dedim.
‘’Yansı daha fazla vakit kaybedemeyiz birazdan şirket kapanacak çıkmamız gerek. Güvenlik merak edip gelebilir.’’ Mert’in hatırlatmasıyla kendime geldim.
‘’Şifreyi kıramadım ama sorun yok artık bilgisayarındayız şifreyi kırdığımızda bilgilere de ulaşacağızdır. Gerçi ne olur ne olmaz diye şimdi girsek daha iyi olurdu ama neyse. Mert bilgisayarı kapatırken Deniz tarihlere bakmanı istiyorum hangi yıla kadar dosya var?’’
Mert dediği gibi bilgisayarı kapatırken ben de dosyalara bakmaya devam ettim.
‘’Yansı en son 1990 yılına kadar var.’’
‘’Peki 1999 yok mu?’’
Tek tek bakarken sadece o yıla ait kayıtların olmadığını fark ettim.
‘’Hayır yok.’’
Bu sefer Doğu suskunluğunu bozmuştu.
‘’Sanırım az çok neden özellikle o yılı sakladıklarını tahmin edebiliyorum.’’
‘’Deniz son bir dosyaya daha bakmanızı isteyeceğim.‘’
Söylediği tarihe baktığımda alel acele fotoğrafını çekip nihayet çıkabilmiştik. Asansöre bindiğimizde Yansı tekrar konuştu.
‘’Güvenlik otopark katında yüksek ihtimal çok uzun süre kaldığınız için gidip gitmediğinizden emin olamadı. Ben kayıtları hallettim. Geçmiş kayıtları kendileri de aralıklı olarak siliyor. Bir sorun çıkmayacak.’’
Otoparka indiğimizde gerçekten karşımızda güvenlik görevlisi duruyordu. Bir an için ne bahane uyduracağımızı bilemeyerek birbirimize baksak da kısa sürede kendimizi toparladık. Ben üzgün bir ifadeyle ‘’Kusura bakamayın biliyorum çok uzun sürdü ama bir türlü aradığımı bulamadım. Nişanlımda alt kattaki lavaboya uğradı. Hemen ayrılıyoruz.’’ dedim.
Güvenlik görevlisi birkaç uyarının ardından nihayet gitmemize izin vermişti biz de rahat bir nefes almıştık. Kayıtlara tam bakamamıştık ve sorularımız azalacağı yerde gittikçe artıyordu. Hepimizin aklında günün bitmesinin verdiği rahatlıktan ziyade bir merak vardı. Geride bıraktıklarımız adeta peşimizden geliyor gibiydi.
GEÇMİŞ ZAMAN
‘’Gençler biz ‘Müdürümüzü Nasıl Çileden Çıkartırız?’ adlı bir televizyon programın da mıyız? Eğer öyleyse söyleyin yönetmene artık kesebilir çünkü çileden çıkalı çok oldu.’’
Mert ‘’Hocam bu sefer cidden suçumuz yok!’’ diye savunmaya girişse de nafileydi. İbrahim Hoca olayı kendini dizginlemek için üstün bir çaba harcayarak iki elini öne doğru uzatıp özet geçmeye başlamıştı.
‘’Şimdi bir dakika! Siz sabah okula geliyorsunuz bir anda affedersiniz böyle hitap etmek istemezdim ama sinirden daha uygun bir yakıştırma bulamadım. Yılanın başı Deniz uçurtma mı yapsak dedi? Onun kuyruğu Mert’te bu isteğe karşı koyamadı. Geri kalanınızda kambersiz düğün olmaz deyip yılanın gövdesi olmaya dünden hevesli olarak ona katıldınız. Sonra dışarı çıkamadığınız için okuldaki malzemelerle uçurtma yapmaya karar verdiniz .’’
Bundan sonra kahkaha atmak isteyen ama kendini zor tutmaya çalışan bir halde anlatmaya devam etti.
‘’Malzeme bulma yolculuğunuzdaki zorluklar ve okulun şartlarının bir uçurtma yapmaya bile zor elverişli olma yönünde ki utancını kenara alırsak öyle böyle uçurtmayı yaptınız ve beden dersinde uçurtmayı uçuralım derken beni hiç şaşırtmayan ama sizin şaşırmanıza şaşırdığım bir olay meydana geldi. Uçurtmanız okulun çatısında kaldı ve siz de almak için çatıya çıktınız beden hocanızda sizin intihara kalkıştığınızı zannedip bütün okulu ayağa kaldırdı öyle mi?’’
Ardı ardına sıraladığı uzun cümlelerini bitirdiğinde hepimiz alkışlayıp onu tebrik etmeye başladık.
‘’Hocam helal olsun bu kadar güzel anlatılamazdı.’’ Yansı onu tebrik etti.
‘’Hayran kaldım hocam öyle güzel anlattınız ki bir an olayın içinde sandım kendimi.’’
Hiçbirimiz Doğu’ya zaten olayı az önce yaşadığımız için öyle hissetmiş olabilir misin yönündeki soruları sormadık.
İbrahim hocamız sabırsız bir halde yüzünü sıvazlarken elleri çenesinde durmuş ve yanaklarını şişirip gülümseyerek gözlerini kapatıp başını sallamıştı.
Bence çok sinirli değil ya!
Tebriklerimiz ve alkışlarımız bittiğinde tekrar söze başladı.
‘’Tevecühünüz efendim ben sizlerle uğraşarak bu tecrübeyi kazandım.’’
Çatıya nasıl çıktığımız yönündeki gereksiz ayrıntıların bile üstesinde durmamıştı çok profesyonel.
Bir anda o sakin ifadesi gidip sesini yükselttiğinde hepimiz yerimizden sıçramış hazır ola geçmiştik.
‘’Vallahi anlayamıyorum ya! Artık beni şaşırtamazlar bir üstü gelemez diyorum ama siz her seferinde beni şaşırtmayı başarıyorsunuz.’’
Doğu başını çapraz tutup bir elini aşağıya doğru kaldırıp indirirken yüzünde kocaman bir gülümseme yer edinmişti.
‘’Hocam utandırıyorsunuz ama bizi!’’
İbrahim Hoca bunun üzerine ona ters ters bakınca Doğu korku içinde eski ciddiyetine dönmüştü.
‘’Ceza da kalmadı ki.’’
Bu sefer Mert’in yersiz patavatsızlığı tutmuştu. Hepimize arada geliyor böyle anlık cesaret.
‘’Hocam ceza konusunda zorlanıyorsanız ben yardımcı olabilirim. Malum cezadan kurtuldum diye sevindiğim yolda çok ceza fikri vermişliğim var.’’
Bir de gururla söylemiyor mu? İnsanın ensesine bir tane yapıştırası geliyor ama ben şimdilik bir çimdikle yetindim.
Yansı daha çok kendi kendine konuşan bir sesle ‘’Hayır okuldan kaçıyoruz yakalanmıyoruz ama ne zaman saçma sapan bir suç işlesek müdürün karşısına dikiliyoruz. Bir kerede doğru dürüst suçlar için yargılanalım şu odada!’’
Müdür başını çevirip kocaman açtığı gözlerle ‘’Anlamadım?’’ dediğinden hemen birbirimizi itekleyip odadan kaçmaya giriştik.
‘’H-hocam biz gidelim siz cezamızı kesersiniz.’’ Mert aceleyle konuşup odadan ilk çıkan olmuştu. Ulaş’ta onun arkasından çıkmıştı.
‘’İyice düşünün hocam hiç acelesi yok! Biz buradayız!’’
Peşi sıra çıkarken İbrahim hoca arkamızdan önündeki kalem kutusunu atarak ‘’Serseriler sizi!’’ diye bağırdığını duymuştuk. Kalemlik yüksek ihtimal kapanan kapıya denk gelmişti.
‘’Yansıcım oldu olacak çenen açılmışken kaç kere kaçtığımızdan, nerelerde takıldığımızdan filan da bahsetseydin. Belki itiraftan ceza indirimi yerdik!’’
Dolunay’ın onu azarlaması bir tarafa geri dönerken ‘’Aa haklısın he! Ben gidip anlatayım.’’ dediğinde Dolunay ifadesini bozmadan yakasından tutup onu gerisin geriye döndürmüştü.
‘’Bu kızın cidden arada beyni duruyor.’’
‘’Bir daha aşk meşk işlerinize bulaştırmayın bizi abi sonra suçlu çıkıyoruz.’’ Ulaş’ın isyanıyla Yansı sitem etti.
‘’Bizim içine girdiğimiz hangi olaydan suçsuz çıktığımızı gördün? Geçen ki kayıt olayında bile hiçbir kanıt olmamasına rağmen neredeyse suçlu çıkıyorduk. Neymiş Can bizden şüpheleniyormuş. Lan kaydı kimin yaydığı mı önemli yoksa kimin sınav sorularını çaldığı mı? Amacı sırf hedef şaşırtmaktı. Bizim müdür yer mi peki? Yemedi tabi, nasıl da savundu o zaman bizi!’’
Mert mahcup bir edada lafa girdi. ‘’Ben o an kendimi biraz suçlu hissetmiş olabilirim.’’
‘’Sus sus Mert yerin kulağı var. Bunlar organize! Her an her yerden adamları çıkabilir. Bizi izliyor olabilirler.’’
‘’Vallahi ben buradayım cesaretleri varsa buyursun gelsinler. Yerimiz belli yurdumuz belli.’’
Kıkırdarken Ulaş bir kolunu omzuma atıp bana baktı.
‘’Deniz moralin neye bozuksa söyle be kızım! Sırf gül diye nelere göğüs gerdik?’’
‘’Göğüs germekten kastın müdürün azarıysa ben artık ona bağımlı oldum. İki günde bir odasına gitmesem fena oluyorum. Hepimizin hobisi gibi bir şey büyütme yani Ulaş.’’
‘’Yansı cidden arada Dolunay’a hak vermiyor değilim.’’
Yansı bana bakıp kendini gösterdi.
‘’Anlaştıkları tek konun ben olmasından gurur duymalıyım sanırım.’’
Onların daha fazla kaygılanmasını istemediğimden konuşmaya karar verdim.
‘’Merak etmeyin keyfim sayenizde pek yerinde. Sabah sadece babam için endişeliydim. İşten dolayı olsa gerek bugünlerde çok gergin. Bir ihaleye girmiş ama karşı taraf biraz tehlikeli biriymiş sanırım. Ben de ayrıntıları pek bilmiyorum babam evde iş hakkında konuşmuyor telefonla görüşürken duydum.’’
Mert diğer tarafıma geçip elini omzuma koyarak beni telkin etmeye çalıştı.
‘’Biliyorum kaç gündür benim babamda huzursuz ama merak etme önemli bir durum değildir.’’ Belki benim hüsnükuruntumdu ama son günlerde içimde kötü bir his vardı. Yine de Mert'e gülümseyerek karşılık verdim.
Teneffüse girdiğimizden hepimiz dışarı çıkarken Ulaş’ın adımları bir anlık durup bakışları bir yere odaklanmıştı. Baktığı yere baktığımda gördüğüm kişiye hiç şaşırmadım. Ulaş bize önden gitmemizi söylerken kendisine bakan Gülce’nin yanına gitmişti.
‘’Dolunay-‘’ deyip konuşmaya başlayacağım sırada elini kalbine götürüp sıkarken benden önce atıldı.
‘’Biliyorum Deniz. Ne söyleyeceğini ne söylediklerini ama şu kalbime söz geçiremiyorum. Gönlüme diyorum ki onu sevme! Onun aşkı yalan ama dinlemiyor. Gönlüm dinlemiyor ben ne yapayım? Ulaş bir anda içine düştüğüm bir tuzak gibiydi ve ben o tuzağa tutuldum.’’
Söyleyeceğim ne varsa hepsini yuttum. Dolunay’ın hüküm süremediği kalbinde sözlerimle çiçekler açtıramazdım. Ben onu anlayamazdım, o da kendini anlatamazdı.
Ulaş mutlulukla oturduğumuz banka gelip Dolunay’ın tam karşısına oturdu. Bizden beklenmeyen bir sessizlik ortama çökmüştü. Sanırım hiçbirimiz Dolunay’ın gönlünün üstüne bir laf etmek istememiştik. Ulaş bunu fark ederek Dolunay’a bakıp gözlerini kıstı.
‘’Dolunay iyi misin? Gittim geldim rengin solmuş.’’
Gittin gitmesine de gelmedin be manolya!
Dolunay’ın gözlerine bakınca içimden bunu geçirmeden edemedim. Ulaş güllere bakmaktan manolyayı göremiyordu. Yıldız manolya, Dolunay’ın en sevdiği çiçek çünkü Ulaş’ın ona verdiği ilk çiçekti çünkü Ulaş en çok manolya seviyordu zira içinde en değer verdiği kişinin ismi vardı.
‘’İyiyim .’’ Altına methiyeler düzdüğümüz iyilerden biriydi.
Ulaş Dolunay’ın arada bir gelip giden bu hallerinden işkillenmiş olacak ki ‘’Seni anlayamıyorum Dolunay.’’ Demişti.
‘’Beni anlayamazsın Ulaş çünkü sen hiç…’’
Cümlesinin sonlarına doğru sesi kısılmış sadece ben duymuştum.
‘’Sen beni anlamazsın manolya çünkü sen hiç yanmadın. Yanmayacaksın da umarım beni anlamazsın.’’
Dolunay burada yanılıyordu. Ulaş’ta yanacaktı ama çok başka yanacaktı. Allah biliyor ben bir kere bile Dolunay’ın Ulaş’a mutsuzluklar dilediğini görmemiştim. Ben bilemem ama belki de Ulaş görüp de göz ardı ettiği sevdanın bedelini ödeyecektir.
ŞİMDİKİ ZAMAN
Ben camdan dışarıya bakıp anılarda kaybolmuşken birinin beni dürtmesiyle bir an nerede olduğumu kavrayamayıp gözlerim odanın etrafında dolandı. En son Yansı’nın endişeli bakışlarında durmuştum.
Eğdiği bedenini yavaşça kaldırıp bakışlarını değiştirmeden bana bakarak konuşmaya başladı.‘’Deniz farkında mısın? Sürekli dalıp gidiyorsun geçmişte kayboluyorsun. Bu beni korkutuyor. Geçmişte yaşamayı bırakmalısın. Biliyorum psikolojik destek aldın sana söylemeyecektim ama Mert döndüğünden beri tekrardan o zamanlar gibi olmaya başladın. Geçmişe öyle bir takılı kaldın ki ben senin için endişeleniyorum.’’
Dilinin ucuna gelen söylemek istediği ama tereddüt ettiği çünkü emin olamadığı bir tanısı vardı. Emin değildi çünkü tam olarak neleri nasıl düşündüğümü bilmiyordu.
‘’Eskisi gibi değilim sadece herkes kadar anımsıyorum Yansı. Neyden endişe ediyorsun bu kadar?’’
‘’Deniz belki de sen-‘’ Cümlesi çalan kapıya bakmak için giden Dolunay’ın içeri girmesiyle yarıda kaldı. Yüzüne baktığımda bundan memnun olmasa da rahatlamış bir ifadesi de vardı. Söylemeye içinin el vermediği bir sözdü demek ki.
Dolunay yalnız gelmemişti. Arkasında Duriye Teyze ve geçen yıl mahalle kavgası ettiğimiz Merve’yi ve ondan eksik değil fazlası olan annesini de koluna takmıştı. Niye geldiklerini anlamayarak Yansı ile birbirimize bakarken ayaklandık.
‘’Hoş geldin Duriye Teyze hatta hoş geldiniz buyurun geçin şöyle. Kusura bakmayın beklemiyorduk.’’
Gösterdiğimiz koltuklara oturduklarında hiçbirine hürmette kusur edip burun kıvırmadık. Kavga da etmiş olsak misafir olarak evimize gelmişlerdi.
Duriye Teyze şaşırmış bir ifadeyle bana bakıp .
‘’E ben sarışın kıza söyledim akşam geleceğiz diye.’’ Yansı ile aynı anda başımızı Dolunay’a çevirdiğimizde hiç bizden yana bakmıyordu.
‘’Öyle mi? Bizim aklımızdan çıkmış o zaman. Ben çay koyayım. Sizin istediğiniz bir içecek varsa söyleyin çekinmeyin.’’ dedim olayı toparlamaya çalışırken.
‘’Yok yok biz zaten hayırlı bir iş için geldik değil mi Şerife?’’
Merve’nin annesine baktığında her zamanki gibi gülümseyip başını salladı.
Bu kadın kızı gibi değildi. İnce ince laf sokmayı sevenlerdendi. Bize o da işlemiyor tabi!
‘’Dolunay sen de gel bana yardım et! Hem hayırlı işi konuşmuş oluruz.’’ Dolunay’ı kolundan tutup zorla ayağa kaldırarak mutfağa sürükledim.
‘’Ne hayırlı işinden bahsediyorlar? Allah bilir yine ne işler karıştırdın?’’
Dolunay iki işaret parmağının ucunu birbirine değdirirken bir ayağını ileri geri sürtmeye başladı. Gözleri benim dışımda her yerde gezindiğinde sonunda baklayı ağzından çıkardı.
‘’Şimdi hani bizim İzmir’e gideceğimiz sabah Duriye üç aslan parçası diye bize Ulaş’ı filan sormuştu ya!’’
‘’Ee?’’
‘’Siz içeri girdiğinizde ben de onunla konuşmaya devam etmiştim.’’
Sabrım taşıyordu ve bu sesime yansıdı.
‘’Ee?’’
‘’İşte ben biraz Ulaş’a kız bulması için onu gaza getirip döndüğümüz de sizinle birlikte kızı onunla tanıştıracağımı söylemiş olabilirim.’’
İki elimi havaya kaldırıp ileri geri getirdim.
‘’Ben yuh diyorum başka da bir şey demiyorum. Merve’yi de mi sen söyledin?’’
Başını bir anda kaldırıp gözlerime baktı.
‘’Hayır tabi! Ben niye o hipopotamla kendimi muhatap edeyim? O kadar değil. Onu az önce kapıyı açtığımda öğrendim.’’
Bir süre ne yapacağız diye düşünürken daha fazla kalarak dikkat çekmeyelim diye çayı koyduktan sonra içeri geçtik.
Yansı yanına oturduğumda kulağıma eğilip ‘’Hayırlı iş neymiş? Dolunay’ı Merve’ye istemeye mi gelmişler?’’ diye sordu.
Yüzüm acıklı bir ifade alırken başımı iki yana sallayıp fısıldadım.
‘’Keşke öyle olsaydı bu daha fena!’’
Tam ağzını açıp konuşacakken Laf cambazı Şerife Teyze araya girdi.
‘’Dolunay hayırlı işlere başlamışsın. İyi yapmışsın kızım insan bazen kendine yapamadıklarını başkasına yaparak mutlu olur.’’
Esasında demek istediğini ‘’Kendine birini bulamayınca başkasına bulayım ya da kendine hayrın dokunmayınca başkasına mı hayrım dokunsun dedin’’ şeklinde özetleyebiliriz.
Dolunay yalancı bir gülümsemeyle ona bakıp ‘’Ya öyle oldu, şöyle bir kendime bakınca dedim ki hala güzelim, önümde çok yol var. Ben de yolu olmayana yol açayım dedim.’’ dedi.
Bunu da ’’Ben çok güzelim daha çok talibim olur. Senin kızın gibi hipopotamlar için talip bulayım dedim.’’ şeklinde açıklayabiliriz.
Yansı ‘’Deniz millet anlıyor bence özete gerek yok.'’ dediğinde şaşırarak etrafıma baktım. Ben içimden konuşmuştum nasıl duydu lan?
Laf cambazı Şerife’de Dolunay gibi gülümseyince evden çalı geçer gibi olmuştu.
Duriye Teyze’de olaylardan bir haber iki dirhem bir çekirdek ikisini dinliyordu. Gerçi kavga ettiğimiz kadınları görücü olarak getiren kadından ne bekliyorduk ki?
‘’Dolunay hadi ara oğlanı gelsin.’’
Yansı ve ben yavaşça başımızı Dolunay’a çevirdik. Yüz ifadesi yardım isterken bizde edemeyiz diye karşılık verdik. Sonunda duygusal bakışmalarımızla Dolunay salondan çıktı.
‘’Mervecim sen oğlanı gördün mü ki? Bu devirde öyle gönülsüz olmaz bu işler.’’ Ağzını aramaya çalıştığımda bal rengi gözlerini bana dikti. Saçlarını kızıla boyatmıştı. Güzeldi de çiyan.
‘’Gördüm uzaktan sonuçta aynı mahallede yaşıyoruz herkes bir yerde karşılaşıyor.’’
Ay, bir de utana sıkıla söylüyor sanki anlamadık! Bildiğin adamı göz hapsine almış diyor ki uzaktan gördüm. Tanımasak inanacağım.
Yıldız konuşmanın ortasındayken salona teşrif etmişti. Esneyerek içeriye girdiğinde gördüğü yabancı yüzlerle afallayarak hafif bir baş selamı ve kuru bir ‘’Hoş geldiniz!’’ sözünün arkasından ellerini öpüp yanımıza oturmuştu.
Duriye Teyze ona bakıp gülümseyerek ‘’Yıldız kızım da geldi.’’ dediğinde onları tanıştırmak için açılan ağzım geri kapandı. Doğru ya Duriye Teyze’den kim kaçmış ki Yıldız kaçsın.
‘’Sen de mi burada yaşıyorsun kızım? Daha önce hiç görmedik.’’ Şerife Teyze’nin sözüyle Yıldız sadece büyüklere gösterdiği masum ifadesini takınıp cevap verdi.
‘’Yeni geldim ben birkaç ay kalacağım.’’
Şerife Teyze yine lafından geri durmayıp dağınık bir şekilde karşısında duran Yıldız’ı süzüp ‘’Maşallah! Evin içi kalabalık olunca güzel oluyor tabi. Başka tanıdıklarınız varsa onları da çağırın tanışalım.’’ dedi.
Hemen çevireyim. ‘’Maşallah! Kim var kim yok eve doluşturmuşsunuz. Geride kalan varsa onları da getirin mahalle yol geçen hanına döndü zaten. ‘’ sinsi bakışlarının arkasından söylemek istediği buydu.
Dolunay geri durmayıp cevap verdi.
‘’Tabi bir dahakine mutlaka tanıştırırız. Sizin onayınızdan geçsin değil mi?’’
Burada da –
‘’Deniz alt yazı geçme yeter artık!’’ Yansı’nın ikinci kez iç sesimi bölmesiyle artık sesli düşündüğüme kanaat getirdim ama diğerleri niye bana normal bakıyor?
Yıldız kulağıma eğilip ‘’Deniz ne oluyor burada?’’ diye sordu.
Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan ben de ona doğru başımı eğip cevap verdim.
‘’Tebrikler kuzenini istemeye gelmişler!’’
Birkaç saniye duraklamasından idrak edemediğini anlamıştım.
‘’Çikolata nerede?’’ Tamamen kafamı ona çevirip şaşkınlıkla baktığımda başını kaldırdı.
‘’Cidden ilk merak ettiğin bu mu?’’
‘’Evet! Ayrıca kuzenim için buralara gelmelerine gerek yoktu. Haber gönderselerdi ben onu hediye paketi yapar teslim ederdim.’’ Ulaş’a olan sevgisi göz yaşartıyordu.
Misafirlere baktığında az öncekinden daha sevinçliydi.
‘’Söylemeyi unuttum Yıldız Ulaş’ın kuzeni.’’ Dolunay’ın kurduğu cümleyle Şerife Teyze’nin yüzü yavaş yavaş morarmaya başlamıştı. Şu an çevremde kim varsa koluna vura vura gülmek istiyorum ama hiç yeri değil.
Tebessüm etmek için kendini zorladığı her halinden belli olan bir ifadeyle Yıldız’a baktı.
‘’Öyle mi? Biz de kızım Merve ile ikisini tanıştıralım diye düşündük.’’
Yıldız şen şakrak ‘’Tabi insanlar birbiriyle tanışabilir. Kuzenim diye demiyorum çok iyidir. Belki görmüşsünüzdür çok yakışıklı,uzun boylu, esmer değil ama o da nazar boncuğu olsun. Bence vam- yani beyaz teni de ona çok yakışıyor. İşinde gücünde iyi de geliri var…’’ diye methiyeler dizmeye başladı.
Dolunay kolundan çekiştirip kendisine kulak vermesini sağladı.
‘’Yıldız ne yapıyorsun Allah aşkına?’’ dişlerinin arasından öfkeyle konuştuğunu duyabiliyordum.
‘’Sana iyilik yapıyorum. Birini de bulduk fırsatımız varken gel kuzenimi başkasına verelim bizden çıksın.’’
Tam Dolunay cevap verecekken kapı çaldı. Karşı dairede olduklarından çabuk gelmişlerdi. Yansı kapıyı açmak için ayaklanırken endişeli bir tonda ‘’O bizim kavuşmalarımız mahşere kaldı dostlarım ben kapıyı açmaya gidiyorum.’’ dedi. Arkasından hafifçe el salladım. Ulaş olanları öğrendiğinde artık saçımızı mı yolar yoksa bizi yastıkla mı boğar Allah bilir.
Dolunay ile birbirimize korkuyla baktığımız sırada nihai zaman gelmişti. Yansı önden geçip her an kaçmak için kapının eşiğine yakın oturmuştu.
Ardından Doğu heyecanla odaya girdi.
‘’Kuru kayısım mevzu var dedi geldik.’’ Yanıma otururken yanağımdan bir makas aldığında ona kızamayacak kadar gergindim.
‘’Selamünaleyküm.’’ Mert arkasından içeri girip Doğu’nun benden uzaklaşarak açtığı yere oturdu.
Son olarak kanımızı içmeye ant içen vampir tenli, keskin bakışlı, şimdi bile bütün bu olaylardan haberi varmışçasına korkunç bakışlarını üzerimizde gezdiren Ulaş salona adım attı. Sanırım ben korkudan Ulaş’ın normal halini de yanlış yorumluyorum.
Bir baş selamı verip geçeceği sırada atacağı adım birinin bizi öldürecek topun ilk ateşini yakmasıyla havada kalmıştı.
‘’Adınız Ulaş değil mi? Biz de kuzeninizle sizi konuşuyorduk Merve ben.’’ Çiyan Merve ayağa kalkıp elini uzattığında yerin dibine girmek istedim. Ulaş bizi baya iyi benzetecekti. Dolunay yüzünden biz de yandık!
Ortama derin bir sessizlik hakimken herkes merakla uzatılan ele kısa bir bakış atan Ulaş’a bakıyordu.
Niye konuşmuyorsunuz vicdansızlar? Yıldız’ın kalp atışını duyuyorum burada! Üstelik ikimizinki birleşince daha çok ses çıkıyordu. Hemen konuşmaları lazım.
Yıldız az önceki laubali tavırlarından eser bırakmamış kuzeni içeri girince olayın ciddiyetini kavramıştı. Ulaş büyük bir ciddiyetle Merve’nin sorusuna karşılık sağ elini sol göğsünün üstüne götürüp hafif başını sallayarak olanlardan habersiz cevap verdi.
‘’Eyvallah bacım!’’
Sessizlik devam ederken Ulaş sakince Doğu’nun çaprazında tek boş yer olan camın kenarına oturdu.
Az önce durduğu yere bakışlarımın sabitlendiği sırada ne dediği anca kafama dank etmiş ve kahkaha atmamak için yüzümü şekilde şekle sokmuştum. Dolunay’a baktığımda kendini zor tutan Yıldız’a tırnaklarını geçirmiş ve ısırdığı yanakları içe çökmüştü. Ulaş’ın haberi olsa anca bu kadar ters cevap verebilirdi.
Dolunay’ın ‘’Müsaadenizle ben bir lavaboya gideyim.’’ demesiyle odadan çıkması bir oldu.
Ben de can havliyle ayaklanıp ‘’Ben de bir çaya bakayım.’’ diyerek odadan kaçtım.
Arkamdan ise Doğu’nun kahkahasını bastırdığı her halinden belli olan sesini duydum.
‘’Ben de yengemin çayına bakayım.’’
Eliyle ağzını kapatıp yüzünü arkaya çeviren Yıldız’da peşimizden gelmeden zar zor ‘’Ben de Doğu’nun yengesinin çayına bakayım.’’ dedi.
En son Mert yerinden kalkacak gibi olup‘’Ben de Yıldız’ın-‘’ derken duraklamış birkaç saniye sonra ise geriye yaslanarak cümlesine devam etmişti.
‘’Ben bir şey bulamadım en iyisi burada durayım. Ee daha daha nasılsınız?’’
Son söylediğini az önce duydukları yüzünden beş karış ifadeyle oturan misafirlere sormuştu.
Duriye Teyze hariç. O hala normaldi.
Mutfağa geldiğim an tuttuğum kahkahamı salıvermiştim.
‘’Bacım dedi lan!’’ Yıldız gülmekten iki büklüm olmuş zor konuşuyordu.
‘’Ulaş önümüzdeki birkaç yıl öküzlük kontenjanını doldurdu.’’ Doğu’nun aynı şekilde dururken söyledikleriyle başımı salladım.
Kendimizi toparladığımızda ben çaylara koydum. Göz ucuyla Doğu’ya bakarken ‘’Doğu sen neden geldiklerini biliyor musun?’’diye sordum çünkü olayı biliyor gibi duruyordu.
‘’Haberleşme aracım bana ne olup bittiğini mesajla yazdı.’’ Yansı bulunmaz fırsatı kaçırmamıştı.
Derin bir nefes alıp önden ben arkadan da Doğu ve Yıldız çayın yanına hazırladığımız ikramlarla içeri girdik. Girmez olaydık Ulaş’ın öldürücü bakışları direkt bizi bulmuştu. Sanırım durumu çözdü.
İşim bittiğinde tepsiyi kenara bırakıp eski yerime oturdum.
‘’Deniz kim planladı bunu Allah aşkına? Ulaş’ı zor zapt ediyorum.’’ Mert’in söylediğiyle hemen kendimi savunmaya geçtim.
‘’Bütün planı Dolunay yapmış ben de yeni öğrendim Ulaş’a aynen böyle anlat. Deniz’in haberi yokmuş en masumları oymuş de!’’ Benim mahzun konuşmamdan her ne kadar etkilendiyse umutsuzca başını salladı.
‘’Beni dinleyeceğini sanmıyorum. Seni böyle bırakmak içime sinmese de gönlünü ferah tut çok fazla yastık fırlatmasına ya da mahallenin sonuna kadar kovalamasına izin vermeyeceğim ama yarısına kadar idare etmelisin. Ayrıca adam haklı şimdi.’’
Dudağımı büzerek ona baksam da bir fayda etmedi.
Dolunay bile tişörtünün uçlarından çekiştirerek sessizce odaya girip bir köşede otursa da Ulaş hedefini şaşırmamıştı. Gözlerini ondan ayırmazken Dolunay onun dışında her yere bakıyordu.
Laf cambazı Şerife Teyze ise ateşe odun atmakla uğraşıyordu.
‘’Böyle kalabalık da olmadı ama Ulaş oğlum Mervemle balkona gidip konuşun isterseniz.’’
Ulaş hiç bakışlarını çekmeden sırıtmaya başlarken tek kaşını kaldırdı.
‘’Bilmem ki çıksak mı acaba?’’
Dolunay yutkunarak sonunda ona baktığında ne demek istediğini anlamıştı. Boğazını temizleyip konuya daldı.
‘’Şey bence çıkmasınlar. Şeyden söylüyorum Ulaş hoşlanmaz öyle olaylardan. Burada konuşalım işte! Şerife Teyze onlar da ne konuşacakta burada konuşsun, herkes burada kalsın gitmesin bir yere!’’
Ne dediğini bilmediği her halinden belliyken sesi ağlamaklı çıkmaya başlamıştı.
‘’Nedenmiş?’’ Mervecim hiç sırası değil.
‘’Aynen Dolunay nedenmiş?’’ Ulaş niye kızı sıkıştırıyorsun? Dolunay’ın yerinde olmak istemezdim. Gitmelerine izin verse Ulaş yakacak vermese dikkat çekecek. Yardım çığlığına Yıldız yetmişti.
‘’Kuzen ben bir fena oluyorum galiba!’’
Oyunculuk desen var.
Ulaş gözlerini kısarak ona baktığında dudağının bir ucu yukarıya kıvrıldı tabi ki inanmamıştı ama kurtulmak istiyorsa ayak uyduracaktı.
Özetle Yıldız fenalığını kullanıp misafirlerin gitmesine sebep olmuştu arada geçen olayları ve vasatın altındaki oyunculuklara değinerek kimsenin aklını rahatsız etmek istemem. Ulaş kolundan tuttuğu Yıldız’ı odasına götürürken Şerife Teyzeler de istediklerini elde edememenin vermiş olduğu memnuniyetsizlikle kalkmaya karar vermişleri. İsabet oldu sonuçta hastamız var. Yalan değildi kafadan hasta kız.
O kadar gerilmiştim ki onlar gider gitmez kendimi koltuğa bıraktım.
‘’Bunu da atlat-‘’ Yüzüme yediğim yastıkla çoşkulu sevincim yarıda kaldı.
“Ulaş gerçekten biz-‘’Yansı’nın açıklaması yarıda kalmıştı. Düşmanına atar gibi atıyor bir de!
“Ne yaptıysa Dolunay yaptı biz de şaşkındık tek suçumuz onunla aynı evde yaşıyor olmamız.’’
‘’Vay be Deniz! İlk fırsatta sattın beni.’’
Yansı bilmişlikle işaret parmağını kaldırıp az önce Ulaş’ın attığı yastık yüzünden düştüğü koltuktan ayaklanıp aramıza girdi.
‘’Dostluğun ilk kuralı nedir?’’
“Nedir?’’
‘’Gerektiğinde dostunu satabilmektir.’’
Dolunay yüzünü buruşturup bir tane yastığı suratına geçirdiğinde gerisin geriye düşmüştü.
‘’Al sana o zaman!’’
Ulaş korkutucu sesiyle kavgamızı böldü.
‘’Gerçekten beni görücüye çıkardığınıza inanamıyorum.’’ Bunun üzerine Doğu büyük bir kahkaha patlattı. Ulaş ona sertçe baksa da yüzünü yastıklardan birine gömerek garip sesler çıkarmaya devam etti. Yansı telefonu çalınca odadan çıkmıştı ben de boşları toplama bahanesiyle aradan sıvıştım. Sona Dolunay kalmıştı bir zahmet başının çaresine baksın.
‘’Dolunay bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim.’’
‘’Ben de olayların bu noktaya geleceğini tahmin etmedim değil mi? Nereden bileyim bula bula Merve’yi bulup getirecek.’’
‘’Sorun senin sevmediği kızı getirmesi mi sence?’’
‘’Evet, biz arkadaşız Ulaş ve arkadaşlar birbirlerini başkalarıyla tanıştırır değil mi?’’
Tekrar içeri girdiğimde Ulaş’ın inanmayan bakışları Dolunay’ın üstündeydi.
‘’Gerçekten mi? Gerçekten böyle mi olacağız? Madem öyle ben senden böyle bir iş yapmanı istedim mi?’’
‘’Hayır ama ben arkadaşın olarak senin iyiliğini düşündüm yeni biriyle tanışmak fena olmaz.’’
Ulaş sinir krizinin eşiğinde yüzünü sıvazlarken cidden Dolunay sınırları zorluyordu. Onların tartışmalarının arasında Yansı dalgın bakışlarla içeri girdi.
‘’Ne oldu?’’ diye sordum.
‘’Arkadaşım aradı şifreyi kırmış ama işin bizim boyumuzu aştığını söyledi.’’
Dün Yansı şifreyi kıramadığı için güvendiği arkadaşına göndermişti. O da bir gün beklememiz gerektiğini söylediğinden bugüne sarkmıştı.
Hepimiz dikkatimizi Yansı’ya vermiş onu dinliyorduk.
‘’Şimdi bana bilgileri gönderdi ama işi onlara paslamamızı istiyorlar.’’
‘’Onlar?’’ diye sordu Mert kimlerden bahsettiğini anlamayarak.
‘’O başka bir konu merak etmeyin ama çok güvenilirler gerçek kimliklerini bilmiyorum şu an konumuz onlar değil. Daha önemli bir mevzumuz var.’’
Doğu kaşlarını çatıp ‘’Otel diktikleri yerin daha önce yakılmış bir orman olmasından işkillenmeliydik zaten her türlü pisliği yapabilecek kişiler olduklarına!’’ dedi.
Mert yargılayan gözlerini Doğu’ya dikerken iğneleyici bir tonda ‘’Bunu söylememiştin.’’ dedi.
‘’Ben de yeni öğrendim çünkü gündemle şekilleniyoruz. Yakında yağmur sularını topladığımızda otellerini göreceğim ben! Gerçi onlar suyun değerini parayla bile çok muhteşem havuzlarını dolduramadıklarında anca anlarlar. Vatan hainliği lan bu!’’
‘’Ben bilgisayarı getiriyorum.’’ Dolunay kalkıp odadan bilgisayarı almaya gitti.
Ortamda fark ettiğim eksiklikle Ulaş’a döndüm.
‘’Yıldız ne yapıyor?’’ Muhteşem oyunculuk performansından sonra ortalarda görünmemişti. Ben zevkle kavgayı izler sanmıştım.
Doğu şüpheyle ‘’Ulaş kıza ne yaptın?’’ diye sordu.
‘’Saçmalamayın! İşi varmış’’
‘’Ne işi varmış?’’
Ulaş gözlerini devirdi.
‘’Uyuyacakmış. Anladı tabi kendisinin de birkaç yastık yiyeceğini hemen sıvıştı.’’
‘’Yıldızcım da aynı benim gibi. Bizi uykumuzdan edemeyecek tek kavga dayak yiyeceğimiz kavgalardır.’’
Doğu’nun gururlu ifadesi Ulaş’a baktığında anında masum bir gülümsemeye dönüşmüştü. Dolunay bilgisayarı getirdiğinde hepimizin görebilmesi için ortaya çektiği sehpanın üstüne koymuştu. Yansı bilgisayarın başına geçip bize döndü.
‘’Hazır mısınız?’’ Neyle karşılaşacağımızı bilemediğimiz için bunu soruyordu. Üstelik arkadaşının söyledikleri de kafasını karıştırmıştı. Birbirimize kısa bir bakış atıp kafamızı salladık. Ne için bu kadar gergin olduğumuz az çok belliydi dün öğrendiklerimiz, kayıp çocuklar, sır gibi saklanan bir ofis… Bütün bunlar arasında ilişki için düşündüklerimizin gerçek olma ihtimali bizi ürkütüyordu.
‘’Açıyorum.’’ Yansı derin bir nefes alıp besmele çekerek dosyayı açmıştı.
Tuttuğum nefesimi geri verirken refleksle kapattığım gözlerimi açtığımda neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Hepimiz dumura uğramışken Doğu sesine yansıyan şaşkınlığı gizlemeyerek ortamdaki ağır sessizliği bozmuştu.
‘’Şimdi neden boyumuzu aştığını anlayabiliyorum.’’
Artık hepimiz anlıyorduk.
BÖLÜM SONU
YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!
YAZIM VE NOKTALAMA HATALARI İÇİN ÜZGÜNÜM.
Sanırım yayınladığım en uzun bölüm oldu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 109 Okunma |
54 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |