28. Bölüm

24.BÖLÜM"UĞURSUZ BİR GECE"

Nur Peri
nurperi287

Öncellikle tekrardan okuduklarınızın bir kurgu olduğunu ve gerçek kişi ve kurumlarla bir ilgisi olmadığını hatırlatmak isterim. Yazılanlar kitap içerisinde de söylendiği gibi bir iddiadır.

Eskiden insanlar sanat için ölürdü sanatçıya dönüp bakmazdık şimdi sanatı öldürüyorlar katiline hayran oluyoruz.

Şeytandan beter insanlar biçare çocuklara acı bir gerçeği yaşattı.

‘’Bazı çocukların yüreği boylarından büyük kaderi geceden karadır.’’

Dünya yaratıldığında şeytan insanları kötülüğe iten bir güçtü. Hz Adem’in önünde kibrinden secde etmeyi reddetmiş ve bütün insanlığı yoldan çıkarabileceğini söylemişti. Bugün geldiğimiz noktada ise bazen ben de şeytandan daha beter olduğumuza dair düşüncelere kapılmadan edemiyorum. Sonuçta şeytan bize bir seçenek sunmaktan öteye geçemezdi. İrademizle kararı veren ve kötülükleri yapan bizdik . Şeytana uydum bahanesi bana hep gülünç gelmiştir. Hayır, şeytanı seçtim gibi bir cümle durumu daha iyi açıklardı. Ne yazık büyüyünce aldığımız en büyük ders kötülüklerimizin bir sınırı olmadığıydı. Bugün de yeni bir kötülüğe tanık olmuştuk.

‘’Buna inanabiliyor musunuz? Nasıl o tarz videolar… Allahım çıldıracağım!’’ Dolunay bir sinirden odanın içinde volta atarken hiçbirimiz onu durdurmaya çalışmıyorduk çünkü bu durum kabul edilemezdi.

‘’Sizi bilmem ama Şu an o şirketi patlatmaktan başka dileğim yok! Çocuklar bile vardı ya çocuklar bile…’’

‘’Polise haber vermeliyiz.’’ dediğimde Doğu’nun ağzından sesli bir ‘’Hah!’’ nidası kaçarken inanmayarak bize baktı.

‘’Bir polis olarak şunu söylemem gerek. Ne diyeceksiniz? Ya biz biraz şirketin sunucusuna girdik. İşte bunları bulduk da bir şikayet edelim dedik. Bunu mu söyleyeceğiz?’’

Bir anda alaycı tavrını geride bırakıp ciddileşerek devam etti.

‘’ Bu tarz insanların teşkilatta da adamları vardır. Bizi suçlu göstermekten başka bir işe yaramaz. Akşam haberlerde onların rezilliği değil bizim onların içine sızmamız konuşulur. Kıraç bizim yaptıklarımızı bilse de kanıtlayamayacağı için problem yok ama biz gider bunları söylersek başımız yanar ve bizi içeriye almaktan başka çaresi kalmaz anlıyor musunuz?’’

Öfkeyle ayaklandım. ‘’Ne yani biz bildiğimiz halde susup oturacak mıyız?’’

Doğu geriye yaslanırken ellerini yana doğru açıp cevap verdi. ‘’Ben sadece yalnız olduğumuzu hatırlatıyorum.’’

Yansı gözlerini kısmış yanaklarını sinirden ısırırken ‘’Bu suçların cezalarını ödeten ekip yazarın muhtemelen yazacağı bir kitabın karakterleri olabilir ama buna ben bile göz yumamam!’’ dedi. Kendi düşünce aleminde kaybolduğunda ben bu işin artık Efarit’ten ve Vedat Çiğil’e yaklaşmaktan daha farklı bir boyuta ulaştığını anlamıştım.

Dolunay öfkenin kamçıladığı bir merakla ‘’Amaçları ne? Yani o videolar ne kadar kazandırıyor ki böyle pis bir işe kalkışıyorlar.’’ dedi. Böyle bir işin bahanesi de belliydi.

‘’Hepsini öğreneceğiz ve kaynağını bulup kurutacağız.’’

‘’İyi de biz ellerindekini silsek bile bir sürü kopyaları vardır. Kaynağı şirkette değil dışarıda aramalıyız.’’ Tek kaynakları şirkette olamazdı. Mert’te Ulaş’a katılmıştı.

‘’Doğru söylüyorsun Ulaş. O zaman hadi onları bizi kaynaklarına götürecek kadar çaresiz bırakalım.’’

Şimdi oyunu biz kuracaktık ve bu Efarit’in kurduklarından daha tehlikeli olacaktı.

Yansı odasından elinde bir flaşla çıkıp gelmişti.

‘’Önce içerden başlamalıyız ama birlikte bir plan yapmadan önce size anlatmak istediğim bazı olaylar var. Konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olacak.’’

Hepimiz açılan ekrana kilitlenmiştik. Karşımızda eski bir haber duruyordu.

‘’Yıl 1999! 17 Ağustos saat üç sularında Gölcük’te feci bir deprem meydana geldi. Yüz bin küsur bina çöktü pek çok ölü ve yaralı vardı. İnsanlar perişan olmuşlardı. Pek çok kişi evsiz kaldı ve uzun bir süre çadırlarda veya prefabrik evlerde yaşamak zorunda kaldılar. Tam bir kaos! Bunu hepinizin bildiğini biliyorum. Bildiklerinizden ziyade neden bu konuya değindiğimi söylemek istiyorum. Doğal afetler bir ülkeyi kaosa sürükleyebilir kaos ise çakallar için bir hazine doğurur yani suçlular için bulunmaz bir nimet. O zamanlar da gündemde olan fakat insanların spekülasyon olarak nitelendirildiği ve bugün bile ara ara tartışılan kaçırılma vakaları var. Ortaya atılan çoğu haberin gerçekçiliği somut delilerle kanıtlanamayıp insanları galeyana getirmek için kullanılan bir araç olarak nitelendirildi. Bu konuyla ilgili pek haber bulamazsınız şu ana kadar ortaya çıkan belirli bir çocukta yok.‘’

Mert araya girdi.

‘’Birkaç söylentiden biri de çocukların misyoner olarak yetiştirilip tekrar ülkeye gönderildiği yönündeydi. Eğer çocuk çok küçükse ve ailesini hatırlamıyorsa döndüğünde kendi ailesinden herhangi birini misyonerlik faaliyetlerine katılmak için davet edebilir.’’

‘’Doğru söylüyorsun Mert böyle iddialar da vardı ama hiçbiri üzerine çok konuşulmadı veya kanıtlanmadı. Böyle bir kaosta kayıpların olması kaçınılmazdı. Bu kişilerin arasında sadece yetişkinler yoktu Mert’in bahsettiği gibi çocuklar da vardı. Ortaya atılan iddialardan biri de şuydu. Yabancılar yardım adı altında çocuklarımızı kaçırıyor özellikle hatırı sayılır bir kuruluşun ismi dillerdeydi ama tabi bu da yalanlandı. ‘’

‘’Yansı sen şunu mu söylemek istiyorsun? Çocukları kaçırıyorlar yetimhane kaydı oluşturup kimsesiz gibi gösteriyorlar işin hukuki kısmını hallediyorlar ardından bu çocuklar evlat ediniliyor bir daha haber alabilene aşk olsun zaten.’’

‘’Bazen evlat ediniliyor bazense hayati organları hariç bazı organları çalınıp yaşamaya devam ediyorlar.’’

Dolunay şok olmuşçasına yere bakarken ‘’Sözün bittiği yer burası.’’ diyebilmişti.

‘’Tabi biz şu an varsayımlar üzerine konuşuyoruz. Bulduğunuz kayıtlar bizi bu noktaya getiriyor. Söylenenler yazılıp çizilenler ise iddiadan öteye geçemeyen haberler.’’

‘’Sözde yardım yapılan Afrika gibi işte ortada bir yardım parası var ama ortada yardım yapılan bir Afrika yok! Öyle düşünün. ’’Doğu’nun konuyu çok başka yerden ele almasının üzerinde durmayarak devam ettik.

Yansı bizi yatıştırmaya çalıştı. ‘’Tamam çocuklar daha fazla ayrıntı vermeyin insanların psikolojileri yeterince kötü ve her gün bu haberleri duyuyorlar. Biz ne yapacağımıza odaklanalım da insanların hayali de olsa bir nebze içi soğusun.’’

‘’Planımız nedir?’’ diye sordu Dolunay. Soruyu Yansı ya da Doğu değil Mert cevapladı.

‘’Yansı’nın buraya dönmeden yaydığı haberi artık kullanabiliriz böylece önce iş dünyasında kendisine duyulan güven yerle bir olacak. İşin cemiyet tarafı da var saygın iş insanı kimliğini bir anda baskıcı bir adama çevirmemiz için kendisi geçen gün yeterince yardımcı oldu. Geriye gizli silahını yerle bir etmek kalacak bence onu da sabırsızlıkla bekledikleri muhteşem gecede yapabiliriz.’’

Doğu dudağının bir tarafı hafif kıvrılırken ona baktı.

‘’Muhteşem gecelerini Alacakaranlık filmine çevirelim diyorsun bana uyar.’’

‘’Bana da’’ Yansı’nın ardından hepimiz onaylarken. Ulaş yeni bir soru sordu.

‘’Sizce Efarit bu bilgilere erişmemizi mi istiyordu?’’

‘’Belki de Efarit o çocuklardan biriydi.’’ Mert’in söylediği ürpermeme sebep oldu. Hepimiz şaşırma duygumuzu yavaş yavaş kaybettiğimiz için çok üzerinde durmayıp konuşmaya devam ettik.

‘’İyi de Efarit neden Vedat’tan intikam almak için bizi kullanıyor?’’

Dolunay’ın sorusunu Yansı cevapladı.

‘’Bir ihtimal Efarit ona bu adımlarla ulaşmamızı istiyor olabilir. Ben olayın Kaya ile olan bağlantısını tam çözemedim. Kaya’nın ailesi Vedat’ın evinde çalışıyormuş burası tamam ama işte ne oldu da apar topar İzmir’e geldiler?’’

Mert kendinden emin bir sesle ‘’Yok bizim bu işi çözebilmemizin yolu Vedat’ın inine girmek. Bir defa dahi olsa evine girebildiğimizde bir ipucu yakalayabiliriz.’’ dediğinde başımızla onu onayladık.

Susmamız üzerine Doğu kendini yastıkların arasına gömdü.

‘’Desenize bizim ‘Ayıla bayıla okuduğunuz kitaplarda altmış yetmiş bölümde çözülen mevzuları biz kırk beş bölümde çözünce şaşırdınız tabi!’ söylemlerimiz başka bahara kaldı.’’

Yansı ayağa kalkıp ‘’Hadi şimdiden muhteşem gecemizin hazırlığına başlayalım.’’ dedikten sonra hepimiz kendi fikirlerimizi belirterek bir plan kurmuştuk.

Bizim için nasıl bir gece olacağını bilmiyorum ama birileri için muhteşem bir gece olacağı kesindi.

--------------------------------------------

GEÇMİŞ ZAMAN

‘’Hayır lütfen konuşma Allah’ın adını verdim defolup gidelim bugün Cuma yap- başlarım böyle işe ha!’’

Cümlemin sonuna doğru müdür yardımcının mikrofonu almasıyla elimle anlıma vurmuştum. Yine uzun bir konuşmanın girişini yapmıştı. İbrahim hocamız bile göz deviriyor görüyorum ben buradan!

Bilmem kimler hiç duymadığım müsabakaların madalyalarını alıyorlar. Cuma mübarek gün diye mi her ödülü bugünün çıkışında veriyorsunuz? Pazartesi sabahına ateş mi düşüyor?

Sınıf hocamız tam yanımda dururken söylediklerimi duyup yandan yandan bana bakmıştı. Hemen çıkabilmek için genelde sıranın en önüne geçerdim.

‘’Hocam öyle bakmayın. Bu konuşmalar yüzünden neredeyse mübarek Cuma gününden soğuyacağım. Pazartesi sabahlarının suyu mu çıkıyor? Aynı çantalarla bekliyoruz zaten. Bakın ben uzaktan yakından ilgimin olmadığı müsabakaların ödüllerinin dağıtılışını izlemeye karşı değilim. Bu kadar çok müsabaka ne ara yapılıyor haberim de yok. Kaldı ki ben bunları görüp hırslanan ya da rekabetçi duyguları kabaran biri de değilim. Ben o duyguları öldürdüm ve yönümü Allah’a çevirdim. ’’

Sınıf öğretmenimiz bana tuhaf tuhaf bakıp ‘’Deniz kızım sen ne anlatıyorsun?’’ dediğinde ben de bir an kendimi sorguladım.

‘’Hocam kafama güneş geçti ne dediğimi bilmiyorum kusura bakmayın.’’

‘’Orasını anladım.’’

Ağlamaklı yüzümü gizlemeden tekrar müdür yardımcısına baktığımda binlerce kez yaptığı kıyafet uyarılarından birini yapıyordu. İşe yaramıyor kesin cezalarını işte! Geçen bende dayanamayıp rehberlik dersinde patlamıştım.

‘’Hocam ben anlamıyorum bu okuldaki kurallar sadece belirli kişiler için mi işliyor? Her gün sırtımızdaki çantayla sırf kıyafetlerimiz kontrol edilecek diye bahçede bekliyoruz ama birileri gizliden sıvışıp okula sivil girebiliyor ve bunu çoğu zaman hep aynı kişiler yapıyor. Ben de her gün sivil geleyim o zaman. Geçen gün formam kurumadığı için okul pantolonumu giysem de üstümü giyemedim. Gerçeği söylediğimizde bazı arkadaşlarımız sağ olsun bu tarz yalanlarla sizi kandırdıklarından gerçeğe inanmayışınızı da anlıyorum ama mevzu anneme kadar gitti. Sadece sizi de suçlamıyorum öğrencilerde de hata var. Bir formayı giymek bu kadar zor olmamalı böyle basit bir kurala bile uymayan birinden yasalara uymalarını da bekleyemezsiniz. Bu saçma ve gereksiz davranışlarını inanın bende anlamıyorum ve bunun ergenlikle ilgili olduğunu da düşünmüyorum çünkü yapılan onca uyarıyı göz önüne aldığımızda affedersiniz isteyen alınabilir eşek bile anlamıştı hocam.’’

Ben uzun zamandır aklımda olan ama bir türlü fırsat bulup söyleyemediklerimi son birkaç gündür gördüklerim üzerine dile getirebilmiştim. Yemin ederim burama kadar geldi yani. Bizim sınıfta pek olmazdı ama başka sınıflarda böyle tipler çok vardı. Keza bu konuşmamın üzerine sınıfta beni destekleyen sesler de yükselmişti.

Sınıf hocamız durumu idareyle konuşacağını söylese de göründüğü üzere başa dönmüştük.

Yanımda duran sınıf hocama gözlerimle baskı uygulayıp bana bakmasını sağladım.

‘’Hocam alınmayın ama idarenin aldığı önlem kuru bir uyarıysa biz bu filmi çok gördük. Kendimi geçtim tamam çok vukuatım var ama benim aksime kurallara tamamen uyan öğrencilerin de hakkı yeniyor yazık değil mi onlara? Sürekli bu uyarıları dinliyorlar. Bir avuç kendini bilmez yüzünden suçsuz olanlarda yargılanıyor bildiğiniz.’’ Bir iki kere okuldan kaçmıştık yalan yok ama bir elin beş parmağını geçmeyecek kadardı üstelik cezamızı da çekmiştik. Yaptığımızı savunmak için söylemiyorum ama çiğnediğimiz kuralın yanlışlığının farkındaydık ve sonuçlarını göze alıyorduk. Kısaca alt tarafı bir forma lan! Giyip gel işte kime şov yapıyorsun?

‘’Denizcim çok haklısın ama elimizden bu geliyor. Bunun için kimseyi disiplinlik edip sicillerine işletmek de istemiyoruz. Ben de öğrencilerin formayla ya da ısrarla makyajla gelme isteklerini anlayamıyorum dediğin gibi bu anlamamak için direnen akıllarını ben de ergenliklerine yoramıyorum ama bir eğitimci olarak bunu ancak böyle geçiştirebiliyorum.’’

Kadın haklıydı. Bir yere kadar kendisi müdahale edebilirdi bir yerden sonra ipleri ailelerin devralması gerekiyordu. Liseye geçmiş çocukları basit bir giyim kuşam kuralına uymadığı için ailesine şikayet etmek de ayrı bir utanç konusuydu. Okuldan kaçtı çocuğunuz diye aranmak kulağa daha makul bir suç geliyordu.

Tören bittiğinde kalabalığın arasından çıkışa doğru yürüyüp hemen bisikletime binerek üzerime yığılmadan uzaklaşmıştım. Nasıl olsa bizimkiler arkamdan yetişirdi.

‘’ Uyan güzel, aç gözünü
Dinle aşığın sözünü
Vermişim sana özümü
Benim ay kızım, sultanım’’

Ve gelmişlerdi. Bunu Doğu’nun yol üstü Yansı’ya yaptığı serenat ile anlamıştım. Yansı kaçarcasına bisikletini benimkinin yanına sürmüştü. Ona baktığımda yanaklarının kızardığını gördüm.

‘’Yine niye aşka geldin Doğu?’’

‘’Ben hep sevdaya düşüyorum da sevda bana uğramıyor.’’ Hüzünlü cümlesine sitemle devam etti. ‘’Neyse! Yenge insan bir arkasına bakar benim çok sevdiğim arkadaşlarım ne alemde diye. Diğerleri neyse de beni nasıl düşünmezsin? Ben geride bırakılacak karakter miyim?’’

‘’Geldiniz işte Doğu hem de türkülerle.’’

‘’Geldik de nasıl geldik bildiğin bir kargaşayı delip geçtik. ’’

‘’Yine de sevda türküleriyle geldin.’’

‘’Tabi yenge ben türkücüyüm biliyorsun ama operaya da saygım var. Klasik müzik de severim. Söz konusu söz olunca ise düşündüren anlamlı sözleri olan şarkılar tercihim.’’

Doğu gün gelince sanat için ölen insanlardan sanatı öldüren insanlara gelindiğinde ve hatta onlara daha çok hayran olunduğuna şahit olacağını söyleseydim ne tepki verirdi acaba?

Ulaş uzatmadan Mert’in yanında bisikletini sürerken başka bir konuyu açtı.

‘’Akşam bu ekibi tam kadro bekliyorum.’’

Dolunay benden önce merakla atıldı.

‘’Neden? Akşam ne var ki?’’

‘’Bizim okula en yakın özel okulla maçımız var. Sizin de göreviniz onların okullarından daha iyi tezahürat yapmak.’’

Kısa bir an gülüp alayla ‘’Neyiz biz düşman okullar mı?’’ dedim.

‘’Dalga geçme Deniz bu öyle geçiştirebileceğin bir konu değil. Bu bize yapılan pek çok not haksızlığı için giriştiğimiz bir mesele. Müdür bile kenara çekip maçı kazanmamız için alttan altta tehdit etti. Onlar notları şişirebilirler ama bizim de ayaklarımız armut toplamayacak.’’

‘’Ellerimiz demek istedin herhalde.’’

‘’Topu ellerimizle mi sürüyoruz?’’ Pes edip geri çekildim.

Doğu heyecanla konuşmaya daldı. ‘’Ballı süt filan için! Pankart da hazırlayın gaza getirmeniz lazım bizi.’’

‘’Sen de mi oynayacaksın Doğu?’’ diye sordum.

‘’Hayır beni hayati bir tehlike olarak gördüklerinden yedek kulübesine attılar. Her yerde kıskanılıyorum.’’

‘’Adam eksiğimiz olmasa sana o bile fazla!’’

Ulaş’ın bu tavrına gülerken ‘’Ulaş farkında mısın? İstemediğin futbolcu her seferinde burnunun dibinde bitiyor.’’ dedim.

‘’Sorma Deniz.’’

Doğu gözlerini kısmış onu süzdüğü sırada ‘’Ulaş gün gelir benimle aynı takımda oynamak zorunda kalırsın büyük konuşma!’’ dediğinde Ulaş küstah bir ifadeyle tek kaşını kaldırıp ‘’Doğu öyle bir durum olursa maçtan sağlam çıkabileceğini sanmıyorum.’’ demişti.

Ne diyeyim umarım öyle bir durum olmaz.

Yansı tüm bu konuşmalardan etkilenmeyip yine benimle uğraşmaya karar vermişti.

‘’ Deniz sen çok bağırmasan da olur. Mert’e bakıp biraz gülsen maçı alırmışız gibi bir his var içimde. Biz boşuna sesimizi yormayalım.’’

‘’Hemen takılacak bir yer bul Yansı hiç kaçırma.’’

‘’Huyum kurusun en sevdiğim iş.’’

Hepimiz tek tek ayrılıp buluşmak üzere sözleşip evlere dağılmıştık. Gitmesek Doğu hepimizi zorla götürürdü. Eve geldiğimde maça gideceğiz diye ders çalışmaya başladım. Akşam olduğunda babam işten gelmiş biz de sofrayı kurmuştuk. Geldiğinden beri neşesi olmadığı her halinden belli olan babama baktım.

"Baba iyi misin?"

Öyle dalgın duruyordu ki önündeki yemeğe elini bile sürmemişti. Ona seslendiğimde beni duymamıştı bile. Belliydi işte bir problem vardı. Ben babamı bilirdim.

Tekrardan ona seslendiğimde bu sefer irkilse de beni duymuştu. Gülümseyerek bana baktı.

"Efendim Denizim?"

Annem kaşlarını çatmış endişeyle babamı izliyordu.

"İyi misin sen? Kaç gündür üzerinde bir dalgınlık var."

O da anlamıştı. Nasıl anlamasın ki? Annem benden önce anlamıştır bazen babamı nefes alışından tanıdığını düşünüyorum.

"İyiyim endişelenme sadece işle ilgili biraz Savaş ile atıştık."

"Neden? Siz pek kavga etmezsiniz. Savaş'ın kavga etmediği nadir insanlardansın."

"İhaleyle alakalı ben girelim diyorum ama Savaş itiraz ediyor. Neyse evde iş konuşmayı sevmiyorum boş verin yakında hallolacak zaten"

Endişeli gözlerle babama bakarken annemde benimle aynıydı. Dediği gibi babam eve iş getiren biri değildi onu bu denli düşüncelere daldıracak işin ne olduğunu merak etsem de soramadım çünkü içten içe alacağım cevabı biliyordum. Yemeğimi bitirip kalkarken biraz moralini düzeltir umuduyla ona kocaman sarılıp yanağına bir öpücük kondurdum. Bana gülümsediğinde ondan ayrılıp üstümü değiştirmek için odama geçmiştim. Belki ben evde yokken annemle konuşur bir nebze rahatlardı.

Hazırlanıp dışarıya çıktığımda sahaya gitmeden Kaya ve Burhan’ın evine gidip Ulaş yerine onları sürükleme görevi Dolunay’a düşmüştü. Bana da Yansı tarafından onların arasında köprü olma görevi verilmişti.

Önce Kaya’nın evinin önüne geldiğimde Dolunay’ın evin yanındaki ağaca tırmandığını ve oradan konuştuğunu görmek beni şaşırtmadı. Kapıyı çalmayı denememiştir bile.

‘’Kaya geliyorsun dedim. Ulaş ile dalaştırma beni! Biz çok pis kavga ederiz bilirsin bir de senin yüzünden mi kavga edelim?’’

‘’İşim var diyorum Dolunay! Ayrıca siz kavga etmek için havadan nem kapıyorsunuz onu bilmeyen mi var?’’ Dolunay başını sallayıp ağzının içinden bir iki laf geveledikten sonra tekrardan ona baktı.

‘’Yeme beni evde oturup kafanda kuracaksın. Gel birlikte maçı kuralım. Bak tezahürat içinde biriktirdiklerini ortaya sermek için harika bir yöntem. Gel bağır işte be çocuk!’’

‘’Ben yapamam.’’

‘’Neyi? Bağırmayı mı?’’

‘’Hayır sadece dışarı çıkmak istemiyorum.’’

‘’Neden?’’

‘’Öyle işte!’’

‘’Kaya küfrettirme bana! İki tane kendini bilmez sana laf etti diye kendini eve mi kapatacaksın? Zaten dövemedim diye sinirliyim böyle davranarak şimdi gidip dövme isteğimi kabartma!’’

‘’Dolunay anlamıyorsun ben kendime katlanamıyorum. Kendimi sevmeye çalışıyorum ama aynaya baktığımda sevilecek bir yüz göremiyorum. İnsanların sanki zorla yüzüme baktıklarını düşünüyorum kimseyi buna maruz bırakmak istemiyorum.’’

Dolunay Kaya’nın kendisi hakkında böyle konuşmasına karşın kısa bir an afallayıp kaşlarını çatarak konuşmaya başlayacağı sırada ben Dolunay’ın tırmandığı ağaca çoktan tırmanıp onun aşağısında duran dala tutunurken araya girdim.

‘’Kaya, Mert senin için ‘Hiç kimse benim arkadaşımı üzemez. Üzerlerse cezasını keserim.’ demişti. Sana katlanamayan biri niçin böyle cümleler kursun ya da Dolunay neden buraya gelip rahatsız bir ağaç dalına çöküp dakikalarca sana dil döksün? Neden Ulaş her seferinde gelip seni buluşmalarımıza tüm itirazlarına rağmen sürükleyerek getirsin? Senden rahatsız olan biri neden seni yanında görmek istesin? Yansı neden sana her kantin dönüşünde en sevdiğin bisküviyi alsın ki bunu sadece senin için yapıyor. Ben niye bunları anlatıyorum? Kaya biz senin yüzüne değer biçmiyoruz çünkü sen bir insansın bir et parçası değil. Biz senin arkadaşlığını dostluğunu seviyoruz. Biz sadece sana değer veriyoruz dümdüz sana. Yoksa sen bize balık etimize ve ergenlik sivilcelerimize göre mi değer biçiyorsun?’’

Son söylediğimle Kaya’nın dolan gözleri bir tarafa dudaklarından sesli bir gülümseme firar etmişti.

Dolunay başını biraz yana eğip burnunu çekerken çok tatlı bir sesle ‘’Ben döverim ki seni.’’ dedi.

Bu duygusal ortamlara alışık olmadığı her halinden belliyken hemen kendini toplayıp özüne dönmüştü.

‘’Sahilden kemancı çevirseydik de konuşmanın üstüne bir iki tıngırdatsaydı. Bu ne be!’’

‘’Hadi kaya hazırlan da gidelim geç kalırsak Doğu’nun dilinden kurtulamayız.’’

‘’Bence de gel artık bir yerlerim ağrıdı burada! Mert nasıl saatlerce oturabiliyor bunun üstünde?’’

En son evine baskın yapmakla tehdit edince ikna olup bizimle gelmişti. Burhan’ın evine gitmedik çünkü Yansı kendisinin uslu uslu geldiğine diye mesaj atmıştı. Geçen gün Ulaş nasıl korkuttuysa biz çağırmanda geliyor artık. Sahaya vardığımızda maç başlamış bağrışlar havada uçuyordu. Kaya’yı yanıma çektiğim gibi kollarımızı birbirimizin omzuna atıp yerimizde zıplayarak tezahürat yapmaya başladığımızda Burhan’da Yansı’nın yanındaydı.

Bizim sınıftan Ulaş ve Mert hariç bir tek Taner vardı diğerleri çoğunlukla diğer sınıflardan arkadaşlarımızdı.

‘’Burhan sen niye oynamıyorsun?’’ diye sordu Yansı

‘’Ben bir tek basketbol oynayabiliyorum.’’

‘’Doğru sen bir tek basket potası kırabiliyordun. Futbol kalesinin filesini delmek zor olur sen de haklısın.’’

‘’Laf mı dokundurdun sen bana?’’

‘’Yok canım olur mu öyle şey?’’ Alay ettiği her halinden belliydi.

Gülerek başımı çevirdiğimde Yıldız hiç adeti olmayarak sessizce bizi izliyordu. Yanına geçip oturdum.

‘’Ne oldu?’’ diye sorduğumda daldığı düşüncelerden sıyrılıp dudaklarında beliren şefkat dolu tebessümle konuşmaya başladı.

‘’Ben çok mutlu bir kızım Deniz ailem beni pamuklar içinde büyüttü. Biraz yaramaz olduğumun farkındayım ama içimde bir eksik kalsın istemiyorum. Her türlü deneyimi tecrübe etmek istiyorum. Sizin ve ailemin de aynı temenni de olduğunuzu biliyorum. Bazen gözüme o kadar güzel geliyorsunuz ki düşüncelere dalıveriyorum. Bu kadar mutlu olduğum için kendimi suçlu hissediyorum. Hiç kötü anım yok ama biliyorum herkesin bir sınavı vardır. Beni de bir yerden vuracaklar ama hiç korkmuyorum çünkü siz varsınız yanımdasınız bu kadar mutluyken bir fırtına da yıkılırsam çok haksız olmaz mıyım? ’’

Elini omzuna koyup açıkça hissettiklerimi söyledim.

‘’Olmazsın Yıldız! Hayatın güzeldi diye kimse seni suçlayamaz. Kimse yaşadıklarını seçemiyor. Güzel bir çocukluk geçirdik, güzel bir gençlik geçiriyoruz, kimseye bulaşmadan tertemiz yaşamak için uğraşıyoruz. Kimse bizi travmalarla dolu bir hayat yaşamadığımız için suçlayamaz çünkü bunların hiçbirini biz seçmedik tıpkı gözlerini savaşla açan çocukların kendi hayatlarını seçemedikleri gibi. Bizi en fazla insanlara kötü davransaydık ya da hayatın bu ötekini yüzünü görmezden gelseydik yargılayabilirlerdi. Kısaca kimse elimizde olmadan yaşadıklarımız için bizi suçlamayacağı gibi yaşamadıklarımız için de bizi suçlayamaz.’’

Biz konuşurken bizimkiler son dakika golü atıp maçı kazanmışlardı. Maçı kazandıran golün sahibi Mert’in üzerine gelen takım arkadaşlarının arasından onun gözleri tribündeydi. Gözleri benimle buluştuğunda nihayet gülümseyebilmişti. Kendisini takdir ettiğimi belli ederek baş parmağımı kaldırınca aynı şekilde karşılık vermişti.

Diğerleri de yerlerinde zıplayıp zafer naraları atıyorlardı. Yıldız’ın omzuna kolumu attığımda biz de ayaklanmıştık. Mert üzerine çıkan adamların arasından sıyrılarak yanıma geldiğinde ne olduğunu anlamdan beni sırtına alıp sahada koşmaya başlamıştı. Ben kahkaha ile karışık sevinç çığlıkları atarken onun da kahkahasını duyuyordum.

Gelecekte nasıl olurduk bilmiyorum ama bugün çok güzeliz.

ŞİMDİKİ ZAMAN

‘’Deniz hurdacı geldi Dolunay’ın yaktığı tavamız vardı onu verip mandal alsana!’’

Temizlik yapmıştık ve Dolunay ile üzerimize düşen görevleri bitirdiğimizden içerde kitap okuyorduk. Yansı çamaşırları sererken içeriye doğru bağırdığında Dolunay yüzünü sıvazlayıp yukarıya doğru başını kaldırdı.

‘’Allahım kulaklarımın duyduğu cümlelere bak! Bu mahalle doksanlardan çıkamamış bu kız da kendini tümüyle eski yıllarda bırakmış.’’

Yakınmasına kıkırdarken dediğini yapıp tavayı alarak dışarı çıkmak için kapıyı açtığımda karşı dairenin de kapısı açılmıştı. Kafamı kaldırdığımda Mert ile karşılaştım. Bir söz etmezken ben de konuşmayarak terliklerimi ayağıma geçirip aşağıya indiğim sırada arkamdan geliyordu. Ansızın arkamdan lakayt bir tavırla şarkı söylemeye başladığında niye az önce konuşmadığını anlamıştım. Bana bulaşacak yol arıyormuş

‘’ Önce biraz gülecek, kalbe ümit katacak
Önce biraz gülecek, kalbe ümit katacak’’

Sözleri duymamla gülümserken arkamı dönmedim. Söylemeye devam etti.
’Söz verecek, gelmeyecek, hep seni aldatacak
Sev diyecek, sevmeyecek, belki de ağlatacak''

Son iki dizeyi önüme geçip bir elini duvara yaslayarak söyledi.

''Boş yere ağlama, kalbini bağlama Ankara kızlarına
Boş yere ağlama, kalbini bağlama Ankara kızlarına’’

Merdivenleri bitirdiğimde yüzümü ona dönüp kaşlarımı çattım.

‘’Gönderme mi yapıyorsun sen?’’ diye sorduğumda yalancı bir şaşkınlıkla bana baktı.

‘’Ne ima edebilirim? Şarkı dilime dolandı öylesine ortaya söylüyordum. Sen üstüne alındığına göre şarkıda senin anladığın ama benim anlamadığım bir mesaj var. Lütfen paylaş benimle.’’

Oyunculuğuna gözlerimi kısarak cevap verdiğimde yüzüme bakıp sırıtmakla meşguldü. Şarkının sözlerini okuyan herkes bilerek söylediğini anlardı.

‘’Havasından mıdır suyundan mıdır bilmem. Ankara’ya gelen herkese bir haller oluyor. Birkaç işim var alışveriş merkezine gidiyorum görüşürüz.’’ Hem sinirimi bozuyor hem de merak etmeyeyim diye nereye gideceğini söylüyor cidden Ankara’ya gelene bir haller oluyor.

Daha fazla öyle dikilmeyip apartmandan çıktım. Hurdacı tavayı incelediği sırada Yansı yukardan müdahale etmeyi ihmal etmedi.

‘’Hurdacı bak mis gibi tavamı veriyorum sana. Bir avuç mandalla sıyrılamazsın haberin olsun.’’

Hurdacı aşina olduğu sese göz devirip yukarıya baktı. Adam bıkmakta haklı yakasını bırakmıyor.

‘’Abla mandalın pazarlığını yapan bir tek sen kaldın biliyor musun?’’

‘’Ben anlamam, düzgün mandal ver bana! Geçen verdiklerin kırılıp duruyor.’’

Hurdacı imayla ‘’Kalın pantolonları iki tanecik mandalla tutturmaya çalıştığın için olabilir mi? Şu plastiklerden mucize beklemeyi bıraksak mı artık?’’ dediğinde elimi dudaklarıma götürüp başımı eğerek gülüşümü sakladım.

‘’İşimi öğretme bana! Ben senin işine karışıyor muyum?’’

‘’Allah’tan karışmıyorsun. Karışsan başıma tavalar yağacak herhalde.’’

Kısa bir atışmadan sonra mandalları alıp eve döndüm. İçeriye girdiğimde Yıldız Hanım bize yüzünü görme şerefini vermişti. Evin ergen çocuğu misali kendi kafasına göre takılıyordu. Yanına otururken asık yüzüne bakıp ‘’Yıldız senin niye moralin bozuk?’’ diye sordum.

Bir anda sesini yükselterek ağlamaklı sesiyle yakınmaya başladığında elimde olmadan irkilmiştim.

‘’Kilo almışım. Allahım niye yiyip yiyip kilo alıyorum?’’

‘’Yaz vakti bunu nasıl başardın?’’

‘’Kuzenimi sinir etmek kolay mı sanıyorsunuz? Hele onunla kavga etmek daha zor kavga ederken benden çektiği enerjiyi bir şekilde geri almalıydım ama bu nasıl olabilir? Bu yükle yaşayamam!’’

Baygın bakışlarla ona bakarken ‘’Ne dertler var?’’ diye sitem ettim.

‘’Tartıya çıkana kadar bende öyle söylüyordum.’’

Dolunay merakla araya girdi.

‘’Sabah banyodan garip sesler geliyordu sen miydin o?’’

‘’Bendim. Tartıyla kavga ediyordum.’’

‘’Ne diye?’’

Yine yüksek sesle bir çıkış yaptı.

‘’Yalan söylüyor diye!’’

Elimi başımın altına koyup dirseğimi koltuğa yaslarken ona baktım.

‘’Yıldız sana şöyle uzaktan bakan biri hiç böyle konulara takılmadığını zanneder.’’

‘’Şoförüz diye kadın değil miyiz? Ne kadar cinsiyetçi bir yaklaşım.’’

Dolunay aynı onun gibi çocukça bir sitemle ‘’Kadın olmakla kilonun ne ilgisi var? Erkekler kilolarına takamaz mı? Ne kadar cinsiyetçi bir yaklaşım.’’ dedi.

Yansı yasaklı bölgeye girdikleri için direkt yolu kesmek adına telefonundan başını kaldırmayarak konuştu.

‘’Oralara girmeyin çıkın çabuk. Tehlikeli bölge orası.’’

Yıldız dudağını büzüp hüzünle ‘’Artık istemiyorum ama istesem de yüreğimin beni götürdüğü yerlere gidemem.’’ dedi. İçimden yüreğinin götürdüğü yerlerin fazla kalorili olduğunu söylemek geçse cümlesini devam ettirmedim.

Onun sorununu öğrendikten sonra sıra Yansı’ya gelmişti. Temizlik yaparken bile telefonunu elinden düşürmemişti.

‘’Yansı sabahtan beri harıl harıl telefonda ne yazıyorsun?’’

‘’Bir yazarın panosuna girdim biriyle kavga ediyorum. İnşallah liseli değildir burada kendimi savunacağım diye canım çıktı. Siz siz olun böyle yazarını sınırları savunur gibi savunan okurlardan uzak durun. Uzun zamandır takip ettiğim bir pano vardı. Yazarın son kitapları tarzım olmadığı için okumuyordum ama panosunu seviyordum. Kırk yılın başı iki yorum yazayım dedim üzerime çullandılar şimdi geri de çekilemiyorum.’’

Onun bu haline başımı iki yana sallarken seslice güldüm. Kim bilir kime laf yetiştirmeye çalışıyor? Sosyal medyada da bazen kaç yaşındaki insanlara yazdığını bilemeyince kötü oluyor.

‘’Ağzının payını verdim şimdi kalkın çok işimiz var.’’ Yansı birden ayaklanınca anlamayarak ona baktım.

‘’Ne işimiz var?’’

Geceye hazırlanmak için daha erkendi.

‘’Aşure yapacağız. Bu yıl kimsenin getireceği yok bari biz yapıp dağıtalım da belki biraz utanırlar.’’ Cümlesi bittiğinde hepimiz yüzümüzü buruşturduk.

‘’İşin sevabı nerede kaldı?’’ diye sormadan edemedim.

‘’Merak etme ihtiyacı olanlara en başta vereceğiz en çok onların dualarını almak lazım. Hava sıcak sırayla ocak başında duralım.’’

Dolunay ayaklanırken durumumuzu sorguluyordu. ‘’Abi niye günlerimiz aile evindeymiş gibi geçiyor?

‘’Çünkü biz bir aileyiz. Hadi ben başlıyorum siz de hala kibarken gelin yoksa sürüklerim.’’

Yıldız kumandayı alıp geri yaslanırken giden Yansı’nın arkasından bağırdı.

‘’Sen git biz arkanda değiliz.’’

‘’ Yıldız çok güven veriyorsun olmadı böyle. Şimdi bu kız bu gazla değil mahalleye ilçeye aşure yapar.’’ Dalga geçtiğimde birlikte gülmüştük.

‘’Kalkın gelin çabuk! Yıldız gelirken balkondaki davul fırından yaptığım salçayı da alır mısın? Unuttum kıvamını kontrol edecektim.’’ Bu ciddi ses tonu bir daha tekrarlamayacağını söylüyordu. Gülmeyi bırakıp mutfağa doğru adımlarken mızmızlanarak ‘’Bari incir koymayalım ben sevmiyorum.’’ diye bağırmıştım.

Başladı yine bizim mutfak mesaisi.

------------------------------------------------------------

‘’Kokusu sadece bizim insanımıza gelen medeniyetler bölgesi mülteciler kendi ülkesine gelmesin diye kırk takla attı. Orada burada ülkemiz için ‘bu noktada çok yardımcı oldu adeta bölgemize mülteci akımını durduran tampon bölge haline geldi’ diyerek ağız içinden tebrik edip yine şirineyi oynadılar. Şimdi iş masa başına geldiğinde de güvenlikten endişe ediyoruz diye vize vermiyorlar. İşin iç meselesi ayrı bir tartışma konusu zaten ama kendi pembe dünyaları zarar görmesin diye mültecileri ülkelerine almadılar şimdi hassas kalpleri güvende olacak diye de bize ambargo koyuyorlar. Hepsi geçseydi sınırdan ben o zaman görürdüm Yusuf Yusuf adlı çalışma nasıl oluyormuş? Gerçi bunlar tüm mültecileri boğar yine de izin vermezlerdi. Kimse de çıkıp şımarık çocuklarına iki insanlık dersi vermezdi. Bu gözler onu da gördü.’’

Mert durumu anlamsız bularak ‘’Doğu konu nasıl buraya geldi?’’ diye sorduğunda ona teşekkür etmek istedim ama ortam müsait değildi. Az derdimiz varmış gibi Doğu bir de vize alamayan arkadaşının sorunlarını anlatıyordu. Tamam üzücü ama sırası mı şimdi?

‘’Arkadaşım kendi çapında araştırma yapmak için Roma’ya gitmek istiyordu vize vermemişler. Ona sinirliyim kendimi kaptırmışım. Siz niye durdurmuyorsunuz Mert?’’

‘’Biz niye suçlu olduk?’’

‘’Kıraç beni sizden daha çok dinliyor.’’ Doğu’nun üzgün sesinden hiç etkilenmeyen Mert ‘’Dinlemek zorunda kalıyor demek daha doğru olur. Adam tüm gün seninle çalıştığı için gayet normal.’’ dedi.

‘’Mertciğim eskiden ilişkimiz böyle değildi. Biz ne ara bu hale geldik?’’

İçimde yanlış anlamam gereken bir yer varmış da anlamıyormuşum gibi bir his var.

‘’Çünkü eskiden aynı evde yaşamıyorduk.’’

‘’Siz daha kıymetimi bilmeyin ama bugün Kıraç Yıldız’ı dinledikten sonra bana şükrettiğini söyledi.’’

‘’Yıldız Kıraç’ı nasıl bir işkenceye maruz bıraktı ki bu raddeye geldi.’’

Yıldız kendi adının geçmesiyle hemen konuşmaya müdahil olmuştu.

‘’Bana gıcık komiserini hatırlatma Doğu sinir katsayım yükseliyor buzdolabı herif ya!’’

‘’Yıldızcım komiserim disiplinli olmakla beraber işini çok iyi yapan biridir. Onun disiplin anlayışını yanlış yorumlamasak mı?’’ Doğu’nun sesi daha çok uyarır gibi çıkıyordu.

‘’Aramızda değil yalakalık yapmana gerek yok. Disiplinliymiş! Adam bir kova buzlu suyu kafamdan aşağı döktü diye sabahtan beri ne anlatıyorum burada!’’

‘’Sen de ondan önce üstüne paspas suyu dökmüşsün.’’

‘’İyi yapmışım az bile ona!’’

‘’Öyle deme işte! Kendisi benim en sevdiğim iş arkadaşım.’’

‘’Doğu kafanı bir yerlere mi vurdun? Daha geçen bana huysuzun teki ve pimpirikli olduğu için yakınmıyor muydun? Yapay zekayla mı konuştum ben?’’

‘’E-evet bence de yapay zekayla konuşmuşsun ben en sevdiğim iş arkadaşım hakkında neden öyle konuşayım?’’

‘’Cidden sonunda seni de delirtti herhalde. Sen istediğin kadar sev o diktatörü. Bir de Sitare diyip duruyor bana gıcığın teki!’’

Ardından birinin kendini belli etmek için çıkardığı yalancı öksürük ve tanıdık bir ses kulağıma geldi.

‘’Huysuz ve pimpirikli öyle mi?’’

Kıraç’ın söyledikleriyle Doğu’nun neden sabahtan beri kıvrandığını ve Yıldız’a neyin uyarısını yapmaya çalıştığını anlamıştım.

‘’Komiserim Yıldız’da dedi az önce yapay zekayla konuşmuş.’’ Doğu’nun endişeli sesini Yıldız’ın neşeli sesi takip etti.

‘’Dediklerimi duydun mu? Boşa gitmediği için şükürler olsun.’’

Kulağımın dibinde ettikleri kavga yüzünden kulaklığı fırlatıp atmama az kalmıştı.

‘’Doğu sen ne oldu diye ısrar edip anlattırmasaydın hiçbirimizin kafası şişmeyecekti.’’

Ona kızmamla Doğu kendini savunmaya geçmişti.

‘’Kabak yine benim başıma patladı.’’

‘’İyi oldu aslında Sitare Hanım bu sayede içini döktü. Daha söyleyecek laflarınız kaldıysa buyurun çekinmeyin.’’

‘’Evet var mesela sizin ne kadar balık hafızalı olduğunuzdan bahsedebiliriz. Adım Yıldız sizden kibarca rica ederken Sitare deyip durmayın.’’

‘’Kimliğiniz de Sitare yazıyor ama.’’

‘’Beyefendi sizin de anlınızda çok şey yazıyor ama ben sizi onlarla çağırmıyorum değil mi?’’

‘’Aynı durum değil anlımda yazanlar sizin iddianız ve yorumunuz Sitare ise sizin resmi belgelerdeki adınız. Benim bir devlet memuru olarak sahte isimle size hitap etmem doğru olmaz.’’

Hangisi daha fena bilmiyorum Yıldız’ın yıllarca kaçıp durduğu Sitare isminin yıllar sonra karşısına dikilmesi mi yoksa Kıraç’ın bulduğu yumuşak damarın üstüne basıp durması mı?

‘’İçinde olduğumuz tüm olaylar bir devlet memuru olan size uyuyor da benim ismim mi uymuyor?’’

Kıraç büyük bir oyunculukla ‘’Hangi olaylar? Benim hiçbirinden haberim yok.’’ diyerek işin içinden sıyrılıyordu.

‘’Peki şimdi?’’

‘’Şimdi ne yapıyorum ki? Arabamı kenara çektim biraz dinleniyorum. Kime ne?’’

Yıldız’ın telefonun öbür ucundan sinir krizi geçirdiğine adım gibi emindim zira karşısında bu kadar uzun süre dayanabilen pek insan olmamıştı. Düşünün Yansı bile bu kadar direnemezdi. Dolunay ile aynı kafada olduklarından pek kavga etmiyorlardı bu yüzden onu hiç katmıyorum. İkisinin arasında olan bir laf dalaşının kazananı olacağını düşünmüyorum.

Yansı yalancı bir şaşkınlıkla ‘’Kıraç bey siz bizim planlarımıza dahil olur muydunuz?’’ diye sordu.

‘’Olay sandığımızdan daha tehlikeli yerlere gidince devraldım ne yapayım?’’

‘’Artık şu işe odaklanabilir misiniz?’’ Mert’in benden önce konuşmasıyla sesleri kesilmişti.

Yansı boğazını temizleyip özet geçti.

‘’Birazdan sistemdeki dosyaları sildiğimizde elleri ayakları birbirine dolaşacak. Tek yapmaları gereken bizi son kaynaklarına götürmek ve bu geceden daha mükemmel bir zamanlama olamaz. Sorun şu geçen gün birinin onların sunucularını patlattıkların tahmin etmeleri zor olmamıştır. Belki de ana kaynağa gitmek istediğimizi bile anladılar bizi kandırmadıklarından emin olmalıyız son çareleri de tükendiğinde Vedat’ın benimle iş yapmaktan başka çaresi kalmadığından emin olacağım.’’

Şirketin kutlama davetindeydik. Doğu, Mert ve Dolunay garson kılığına girmiş etrafta dört dönüyor bilgisayarın başında ise Ulaş ve Yıldız duruyordu anladığım kadarıyla Kıraç da onlara katılmak üzereydi. Herkesin masasına öylesine uğrayıp kısa bir selam veren Yansı sırada benim masama doğru gelmeye başlamıştı. Parlak türkuaz renginde kalın askılı dizinin altında biten bir elbise giymiş onu gümüş rengi önünde fiyonk olan bantlı ayakkabılarla tamamlamıştı. Dümdüz yaptığı uzun kestane rengi saçlarını kalın iki tutamı arkada tek bir saç bile firar etmeyecek şekilde ortasında siyah bir taş olan tüllü kelebek bir tokayla tutturmuş önden birer fiske çıkartmıştı. Takı olarak sadece gümüş rengi yine fiyonklu küçük bir küpe takmıştı. Makyajı her zamankinin aksine daha ışıltılıydı. Dudaklarını açık pembe bir renge boyamıştı.

Bense Yansı’nın zoruyla kolları tüllü kare yaka kırmızı renginde dizime kadar gelen kalem elbise giymiştim. Ayağımda siyah ince bantlı topuklu bir ayakkabı vardı ve beni her geçen dakika daha çok spor ayakkabı insanı olduğuma inandırıyordu. İnce zincirli ucunda hilal işareti olan altın renginde bir kolye takmıştım. Saçlarımı ensemde dağınık bir topuz yapmış ince bir çubuğu arasına koyarak önden biraz saç bırakıp hoş bir görüntü elde etmiştik. Alt bir pozisyon için gayet idealdi.

Yanımda durduğunda onu süzmeyi bırakıp sadece kendisinin duyabileceği şekilde konuşmaya başladım.

‘’Yansı seni gören kimse bu sabah gri kaprisi, pembe tişörtü ve ev topuzuyla aşure yapıp tüm mahalleye dağıttığına inanmaz.’’ Özünde süslü püslü de olsa evde her zaman öyle değildi.

Yansı etrafa gülücükler saçarken bana cevap verdi.

‘’ Ben de nasıl göründüğümü soracaktım ama sormadan cevap verdiğin için teşekkür ederim. Niye bu işlere bulaşmadığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Gülmekten yanaklarım ağrıdı. ’’

‘’Bu gece hareket edeceklerinden emin misin? Belki sisteme sızıldığına dair bildirim gittiğinde kaynağa gitmeye korkacaklardır. Sonuçta birinin onlarla uğraştıklarını bildiklerini söyledin.’’

‘’Eminim zaman kaybetmek istemeyecekler. Birinin onlarla uğraşması hem tereddütlü olmalarına hem de acele karar vermelerine sebep olur. Koşa koşa bizi gerçek mekanlarına götürecekler. Ayrıca dikkatimizi başka yöne çekebilecekleri en mükemmel gün bugün. Herkes burasıyla meşgulken kendileriyle uğraşan kişinin bugün herhangi bir atakta bulunmayacaklarını düşünmelerini sağlayabilirler. Tabi biz yemi yutmayız orası ayrı. Bu gece burada olacak olan şov da üzerine tuz biber olacak.’’

Gülümsedim ince ince işlediğimiz bir planda şu ana kadar her şey yolundaydı.

‘’Beni endişelendiren tek bir taraf var o da Efarit. Vedat’ın atması muhtemel adımların hepsini adım gibi biliyorum bilmediğim Efarit’in ne yapacağı ve bu beni çıldırtıyor.’’

‘’Bu gece bir işler karıştıracağını mı düşünüyorsun?’’

‘’Planımızı mahvedecek herhangi bir atak bekliyorum ama ne olursa olsun bu planı sonuna kadar götürmeliyiz anlıyorsunuz değil mi? Efarit neyle karşımıza gelirse gelsin geri çekilmeyip olması gerektiği şekilde ilerleyeceğiz.’’ Sadece bana değil kulaklığın ötesindekilere de uyarıda bulunuyordu.

Doğru onun için bu geceden daha iyi bir fırsat düşünemiyorum.

Dolunay servis bahanesiyle yanımıza gelmişti. O da bu gece garson kılığına girmiş sarı saçlarını tepeden atkuyruğu yapmıştı mavi gözleri herkesi dikkatle süzerken elinde tuttuğu tepsiyi de dikkatle taşıyordu.

‘’Bu arada baban hiç ne yapıyorsun diye aramadı mı?’’

‘’Aradı ama Vedat’ın şirketiyle anlaşmaya çalıştığımı öğrenince bir söz etmedi.’’

Dolunay masaya içecekleri bırakırken Yansı saatine bakıp ‘’Vedat birazdan konuşma yapacak. Hadi biz de başlayalım. Onu göz hapsine alıp tepkilerini iyi izleyin zevk alacağınızdan eminim.’’ dedi.

‘’Deniz ben şimdilik başka masalara geçiyorum çok dikkat çekmeyelim. İlerleyen saatlerde yan yana gelirsek kimse bize dikkat etmez.’’ Başımı salladığımda yanımdan uzaklaştı. Yaklaşık beş dakika sonra haber Vedat’a ulaşmış olacak ki gülen yüzü telefonuna bakmasıyla sinirli bir ifadeye bürünmüştü. Çıkışa doğru ilerlerken birileriyle konuşacağını anlamış peşinden gideceğim sırada Mert ile göz göze gelmiştim. Onun gideceğini anlayıp geri çekildim.

Az sonra geri döndüğünde Mert’te elindeki boş tepsiye kadehleri doldurup geri dönmüştü.

‘’Adeta ateş püskürdü adamlarına haber verdi birazdan ayrılıp kontrole gidecekler ama Yansı’nın dediği gibi tuzağa çekmeye çalışacakları belli.’’ çok geçmeden Mert’in ardından Yıldız konuştu.

‘’Yansı çıktılar.’’

Yansı yüzündeki gülümseme zerre değişmeden ‘’Kıraç onları takip etsin siz bekleyin.’’ dedi.

‘’Tamam!’’ Kıraç’ın ciddi sesi bir anda kendine gelen bir hal almış ve ‘’Niye polis senmişsin gibi emir yağdırıyorsun?’’ diye sordu.

Yıldız yakaladığı açığı kaçırmamıştı.

‘’Birilerinin egosu zedelendi. Ne mutlu bana!’’

‘’Kıraç burası senin sınırların değil benim bölgemdeyiz operasyonu da ben yönettiğime göre tabi benim dediklerimi yapacaksın.’’ ne diye meydan okuyor şimdi?

Mert uyaran ama bir o kadar da endişeli bir tonda çıkan sesiyle ‘’Yansı şimdi kimin dediğini yapacağımızı tartışmanın sırası mı? Güç savaşınızı sonra yaparsınız önümüze bakıp şu işi bitirelim çünkü bana da bu gece bir terslik çıkacakmış gibi geliyor.’’ dediğinde gözüm ona kaydı. Kısa bir an bana bakıp masalara içecek dağıtmaya devam etmişti.

‘’Tamam tamam ben takipteyim.’’ dedi Kaya.

Ulaş merakla ‘’Biz niye bekliyoruz?’’ diye sorduğunda Yansı’dan önce Doğu açıklama yapmıştı.

‘’Birazdan bir konvoy daha çıkacak ondan.’’

‘’Siz nereden bil-‘’Ulaş sözünü yarıda kestiğinde Doğu gülen sesiyle tekrar konuştu.

‘’Basit ama tahmin edilebilir bir tuzak. Kıraç sen tuzağa çekildiğini anladığın an takibi bırak. Ulaş yakalanmamaya çalışacak ama onlara yardımcı olman gerekebilir.’’

Kaya ‘’Tamamdır.’’ Dediğinde Yansı devam etti.

‘’Ulaş sıkı bir güvenlik önlemi almış olabilirler onları dikkat çekmeyecek bir uzaklıktan takip edin muhtemelen kaynaklarını bir arazide tutuyorlar ve biz bu arazinin boyutunu ve nasıl korunduğunu tam olarak bilmiyoruz.’’

Gece ilerliyor biz ara ara konuşmaya devam ediyorduk bir gözümüz saatteyken kulaklarımız kulaklığın ötesine dikkat kesilmişti. Burada yapılacak bir işimiz daha vardı. Tüm bunların arasından korkuyla sarmalanmış bir ses kulağımıza doluşup bütün planlarımızı alt üst edecek oyunun haberini vermişti.

‘’Dolunay nerede?’’ Mert’in şüpheci sorusuyla onunla birlikte gözlerim etrafı taradı.

Karşı masalardaydık kaşlarını çatmış etrafa baktığında benimde bakışlarım Dolunay’ı arıyordu. Uzun zamandır ortalarda gözükmemişti.

Doğu’nun hızlı hızlın konuşan endişeli sesini duyduk.

‘’Mert bakabileceğin her yere bak! Elimizi çabuk-‘’ Soluksuz konuşmasını gelen mesaj sesi bölmüştü.

Sertçe yutkunurken Yansı ile göz göze geldim. Anlamıştık, kahretsin! Geç olmuştu, çok geç olmuştu ama anlamıştık. Yüzünde şaşkınlıktan ziyade öfke vardı. Gözlerini kapatıp kendini sakinleştirmek için aldığı nefesten sonra titrediğini gördüğüm eliyle telefonunu çıkartıp mesaja baktı. Ben de telefonumu açtığımda okuduğum satırlarla emin oldum…

‘’İki gemi iki ayrı sudan geçti

Birinin kalkış noktası diğerinin bitişiydi.

Bir kitap yazıldı birine yıllarca ağlanırken

Diğeri tozlu sayfalara karıştı.’’

Birini mi kaybettin? Önce yukarı sonra aşağıya bak çünkü burada hikayeler yukardan aşağıya yazılır.

Bakalım gemiyi ilk kim terk edecek?

GÖREV 9: Yol arkadaşınızı bulabilir misiniz?

NOT: Gece daha yeni başlıyor muhteşem gecenizde iyi eğlenceler.

… bu gece muhteşemlikten uzak uğursuz bir geceye dönüşmüştü.

BÖLÜM SONU

Yazım ve noktalama hataları için üzgünüm.

Yorum yapmayı unutmayın!

Bölüm : 25.08.2025 16:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...