29. Bölüm

25.BÖLÜM "HOŞÇA KALAMAYANLAR ÜLKESİ"

Nur Peri
nurperi287

 

Medya: Vincenzo isimli diziden alınmıştır. En sevdiğim sahnesi.

Gelecekte ki sevgili okuyucularım

Bu hitap fazla tuhaf oldu çok takılmayın nasıl gireceğimi bilemedim. Size yazdığım ilk yazı sayılır. Öncelikle biraz karakterlerim hakkında konuşayım. Aslında en başta karakterlerime travma yaşatmak istemedim. Hepimizin ‘’Herkesin mi travması olur?’’ diye sorduran kitaplardan biraz sıkılmaya başladığımızın farkındayım. ‘’Bedelini Ödediğimiz Doğrular’’ başlıklı bölümün sonunda biraz neden yazdığımı açıklamaya çalıştım. Okuyanlar bölümü anlık bir kararla yazıp yayınladığımı kısalığından ve üzerine düşünmediğim her halinden belli olan cümlelerden anlamış olabilirler. Belki size tüm bölümler öyle geliyordur orasını bilemem. Yine de iki karakterim hariç geri kalanın çocukluktan ziyade yetişkinlikte yaşadıkları kötü olaylar var. Neden böyle olduğunu anladığınızı düşünüyorum.

Ben her bölümü içimden ne geçiyorsa yazmaya çalışarak tamamlıyorum. Bunu yazmakta anlık içimden geldi. Bu yüzden pek sık bölüm atmıyorum. Şimdi yazdıklarımı da bölümün yarısında yazmaya karar verdim. Diyorum ya içime sinen neyse onu yapıyorum. İçimizden geldiği gibi yaşayamıyorsak en azından içimizden geçenleri yazalım. Bence platformlarda yazdıkları kitaplaşan pek çok kişi başta böyle yapıyor sonra onlarda hali hazırda düzenin bir parçası oluyorlar. Kimseyi suçlamıyorum çoğu zaman bu durum elimizde değildir ve biz fark etmeden gelişir. Önce acemi kalemlerden çıkan sağlam konular bizi içine çeker. İlerleyen süreçte kalemi oturmuş ama zihni çoktan kendini kaptırmış biriyle karşı karşıya kalırız. Bu kitap belki acemiliğim hasebiyle haddini aşıyordur. Kimseye karşı düşmanlığım yok sadece bazı olaylara kızgınlığım var. Gerçekse mevzu ben de gerçekleri yazıyor ve herkes kadar kurgulaştırıyorum. Bir kusurum olduysa üzgünüm ama kendimi savunmaya da hazırım. Baştan şunun altını çizeyim gerçek oldukları için değil ben yazdığım için yazdıklarımı savunacağım.

Bazen bir bölüme birden fazla şarkı katıyorum bazense dümdüz yazılarla devam ediyorum. Ben eğleniyorum umarım siz de okurken zevk alırsınız. Gönül isterdi ki sizler ben kitabı yazarken yorum yapın. Birlikte saçma sahnelere gülüp eleştirelim ve ben de sayenizde kendimi geliştireyim . Final olana kadar böyle bir durum pek mümkün görünmüyor. Böylesi bir yandan daha iyi kitap tamamlandığında hem ben içimden gelenleri bir baskı altında kalmadan yazıp bitirmiş olacağım hem de sizler benim düzensiz gelen bölümlerimi beklememiş olacaksınız. Bu sebeple de şu anlık herhangi bir tanıtım çabasına girmiyorum çünkü bir yerde bende okuyucuyum ve sizi anlıyorum. Bölümleri düzensiz gelen bir kitabın reklamını yapıp karşılıksız bırakmak istemiyorum. Umarım bu kitabı okurken iyisinizdir. Böyle yazınca da gelecekte yorumlarınızı okumayacakmışım gibi oldu. Neyse hepinizin iyi ve sağlıklı olmasını diliyorum. Sizi seviyorum iyi okumalar.

Yerdeki yıldızlarıma sevgilerle…

Ya çok tatlı oldu! Siz devam edin ben sırıtıyorum.

Böyle uzun uzun yazdım ama cidden kimse kitabı okumazsa ilerde ben dönüp baktığımda ’’Ya hayallerim çok uçuktu ya da ben kendime fazla güveniyordum.’’ diyerek çok gülerim. Üzerinize afiyet ben bugünlerde biraz şapşalım da çoğunluklu öyleyim gerçi ama bugünlerde daha fazla bir şapşallığım var umarım bölüme de etki etmemiştir. Neyse hadi başlayalım.

Hakim tokmağı vurdu, hüküm verildi, fail cezasız kaldı. Herkesin aklında aynı cümle:

''Adaletsizlikten cesaret bulanlar suç işlerler.'' Salon dağılırken biri yüzüne kondurduğu küstah gülümsemeyle bağırdı.

‘’O adaleti sizden söke söke alacağız! Cesareti olan şerefsiz varsa da çıksın karşımıza da göreyim!’’

Zor zamanlar bazen acımasız insanlar doğurur.

İnsanlar kendilerinde eksik olan neyse ona sahip olmanın zenginlik olduğunu düşünürler.

Yaşananların unutulmamasını mı istiyorsun? O zaman gerçeği yalanlarla süsleyip vereceksin ki insanların hoşuna gitsin. Kuru gerçeği kimse beğenmez.

Başladığınız yere geri dönmekten korkmayın. Hikayenizin en güzel yerini tekrardan yaşamak herkese nasip olmaz.

Son bir soru! Siz hiç kendinizle tanıştınız mı?

Aile, birbirlerine bir ömür gizli ya da açık fark etmeksizin iplerle bağlanmış insanların oluşturduğu bir evi yuva yapabilecek yegane varlıktı. Büyümek kayıplar getiriyordu. Kayıplar ise arayışları. Büyüdükçe kaybederdik ama en büyük kaybımız çocukluğumuz olurdu. Çocukluğumuz yanında saf masumiyetimizi de götürürdü. Yavaş yavaş yakınlarımızdakini de kaybederdik. Uzun yaşamak cazip gelmemeye başlardı. Zaman aile özlemimizi arttırırdı ölümse kaybetme korkumuzu perçinlerdi. Ailemizden birilerini hala hayattayken kaybetmekse en büyük kabuslardan biriydi. Nitekim bizim şu an yaşadığımız durum da tam olarak böyleydi.

‘’Ben oraya geliyorum.’’

Yansı salondan çıkarken ben de dikkat çekmeyerek peşinden gittim. Dışarı çıktığında tenha bir yere geçip ileri volta atarak bir elini kulaklığına götürmüş hızlı hızlı konuşuyordu.

‘’Ulaş sakın! Onları takip etmeye devam etmelisin.’’

‘’Efarit Dolunay’ı kaçırmış Yansı. Şoktan çıkamadın herhalde. ’’Ulaş’ın bağırmasıyla yüzümü buruşturdum.

‘’Ulaş öncelikle derin bir nefes al! Dolunay’ı bulacağız senin tek yapman gereken takip etmeye devam etmek. Efarit’in istediği bu zaten Dolunay’ı kaçırarak dikkat dağıtıp başarısız olmamızı sağlamak istiyor.’’

‘’Yansı plan filan umurumda değil. Ne oluyorsa olsun ben Dolunay’ı arayacağım.’’

‘’Gelsen de onu nasıl bulacaksın? Önce mesajını çözmemiz gerek. Etrafta dört dönüp onu arayarak eline ne geçecek?’’

Kısa bir sessizlik olduğunda Yansı yüzünü sıvazlayıp çaresizce konuşmaya devam etti.

‘’Bak Ulaş sana söz veriyorum Dolunay’ı sağ salim bulacağım. Kılına bile zarar gelmeyecek en kısa sürede onu bulmaya çalışacağım. Sana yalvarıyorum lütfen onları takip etmeye devam et.’’

Sessizliğin ardından Ulaş öfkeyle bağırmış ve sıktığı dişlerinin arasından kararını söylemişti.

‘’Bana Dolunay’ı bul Yansı!’’ Tek söylediği buyken Yansı görmese bile başını salladı.

‘’Bulacağım Ulaş güven bana! Yıldız sen de Ulaş’a yardımcı ol arabayı dikkatli sürsün. Gerekmediği sürece kulaklığını kapat beni anlıyor musun?’’ Konuşmalar Ulaş’ın sabırsız mizacına iyi gelmez her an gemileri yakıp gelmesine yol açabilirdi.

Yıldız sadece ‘’Tamam!’’ diyebildiğinde artık mesaja dönebilmiştik.

‘’Tarihi bir olaydan bahsettiği kesin. Kitabı yazılan bir gemi bulmalıyız.’’ Doğu’nun söylediğiyle volta atmayı kesmeyen Yansı kendini sakinleştiremiyordu.

‘’İki gemi bulmalıyız.’’ En sonunda önüne geçtiğimde başını kaldırıp dolu gözleriyle bana baktı.

‘’Siz konuşmaya devam edin. Birazdan döneceğiz.’’ dedikten sonra İkimizin de kulaklığını kapattığımda omuzlarından tutup bana bakmasını sağladım.

‘’Yansı biraz dur! Sakinleş derin bir nefes al!’

Dudaklarını ısırırken göz yaşlarını geriye itmek için başını geriye doğru kaldırdı. Sırtını duvara yaslarken yavaşça çökmüştü. Sağ bileğini başının üstüne koyduğunda zar zor nefes alan bir hali vardı.

‘’Ah!’’ acı içindeki iniltisini duyduğumda yanına çöküp elimi omzuna koydum. Bizi hep ailesi olarak bellemişti. Diline dökülmeyen çoğu sözü gözlerinden anlayacak kadar birbirimizi tanıyorduk.

‘’Yansı kendine gelmelisin içeriye dönmeliyiz.’’ dedim.

‘’Biliyorum bana biraz zaman ver lütfen.’’

‘’Kendini suçlamanın kimseye bir yararı yok. Bir işler karıştıracağı belliydi ama nereden bilebilirdik?’’ Bunları söylerken kendimi bencil hissediyordum. Ağlamaya belki de yıkılmaya ihtiyacı vardı ama bunun için doğru bir zaman değildi.

‘’Bilmeliydik. Kahretsin! Bilmeliydik. Ya ona büyük bir zarar verirse? Öldürmeyeceğini biliyorum ama ölümden beter yapabilir. Ya onu bulduğumuzda ölmek isterse?’’

Söylediklerine ne diyeceğimi bilemezken aklı selim düşünmem gerektiğine karar verip onu kendine getirmeye çalıştım.

‘’O zaman vakit kaybetmeden onu bulmalıyız ve bunun için senin bu lanet yerden kalkıp içeri girmen gerekiyor.’’

‘’Onu korumalıydık.’’ Kollarını sertçe tutup kendime çektim.

‘’Nereden bilecektik hı? Nereden bilecektik de koruyacaktık? Şimdi biliyoruz ve onu kurtarmalıyız asıl şimdi elimizden geleni yapmazsak suçlu oluruz hadi kalk ayağa! Bu durum sana hiç yakışmıyor.’’

Aklından geçen tilkilerin haddi hesabı olmayan kadının bu halde olması ona uygun değildi. Şimdi burada böyle durmak yerine planlar yapıyor olmalıydı.

Gözlerim dolsa da başımı dik tuttum birimizin ayakta durması gerekiyordu. Görünüşe göre bunu her zaman yapan kişi şu an iyi durumda olmadığından bana düşmüştü. Dolan gözlerimi geri plana atıp burnumu çektim.

‘’Ben içeri giriyorum sen de birkaç dakika sonra kulaklığın ve zihnin açık bir halde bize katılıyorsun.’’ Sesim böyle durumda olan bir insana karşı çıkmaması gereken kızgın ve otoriter bir tonda çıkmıştı.. Ona kızan biri olmadıkça lanet yerden kalkmayacak gibi duruyordu. Lanet olsun kendimi Yansı’nın yerine geçmiş hissediyorum ve bu hiç iyi bir his değildi. Bu kadın biz her ağladığımız da nasıl böyle durabiliyordu?

İçeri girmeden son kez omzuna dokunup salona geçtim.

Mert ve Doğu direkt gözüne beni kestirdiğinde başımı hafifçe eğip kulaklığımı açtım. Doğu en son konuştuklarından kısaca bahsetti.

‘’Ertuğrul Fırkateyni olabilir mi diyorduk ama aynı sularda adını hatırlamadığımız bir gemi aklımıza gelmedi.’’

‘’Yakılan donanmalar olabilir mi?’’ diye sordum kıyıda köşede kalmış masalardan birine geçerken. Neyse ki davetin başında birkaç kişiyle kısa bir sohbet edip başımdan savmıştım. Herkes kendi halindeyken kimse bana dikkat kesilmiyordu.

Mert düşünceli sesiyle araya girdi ‘’Hayır değil. Bence uzak tarihlerden değil yakın tarihlerden başlamalıyız devamında ne diyor önce yukarı sonra aşağıya bak. Demek ki önce Marmara veya Karadeniz civarlarındaki bir gemiyi sonra da Akdeniz’den bir gemi aramalıyız. Ayrıca savaştan ziyade manevi ve derin bir anlamdan bahsediyor. İş donanmaysa yakılan donanma çok bizim daha somut ve birbirleriyle az çok bağlantılı bir olaya ihtiyacımız var.’’

İçimden mesajı tekrar ediyordum.

‘’Birinin varış yerinde diğeri batmış.’’ dediğimde Yansı’nın içeri girdiğini gördüm. Az önceki halinden eser kalmamış insanları dikkatle izleyen bakışları geri gelmiş yüzünde yine samimiyetten çok uzak gülümsemesi yer edindiğinde görmek istediğim kadının geri geldiğini anladım. Omuzları dik bir şekilde yürümeye devam ederken ‘’Belki de hiç varamamıştır.’’ dedi.

‘’O ne demek?’’

‘’Belki de gemilerden biri varış noktasına ulaşamadan batmıştır. Diğeri de onun hedefine vardığında işler ters gitmiştir.’’

‘’İyi de bir sürü gemi geçti bu sulardan hangisi olabilir?’’

‘’Yavuz ve Midilli?’’ Doğu’nun soru soran sesine karşılık başımı refleksle iki yana sallarken elime aldığım su dolu kadehten birkaç yudum aldığımda benim yerime Yansı cevap verdi.

‘’Olmaz ikisi de İstanbul’dan hareket etti. Hem varış ve kalkış yerleri aynıydı.’’

‘’Belki günümüzde yaşananlarla da bağlantılı gemilerdir.’’ Ulaş’ın az öncekine nazaran sakin olan sesini duyduk.

Günümüzde yaşananlar... Ulaş’ın söylediğiyle haberleri düşünmeye başladım haberlerde bugünlerde ne var? Cinayet, dolandırıcılık, şiddet, soykırım…

Bekle soykırım, tabi ya !

Mert ile ikimiz aynı anda konuştuk.

Ben‘’Struma!’’ derken Mert ‘’Mavi Marmara!’’ demişti. Gözlerimiz çoktan birbirimizi bulup belli belirsiz gülümsemiştik. Ben elimdeki kokteyli yalandan tutarken kendisi servise devam ediyordu.

‘’Aklınızla bin yaşayın! Struma Filistin’e gitmek için yola çıkmıştı. Vize işlemleri kolayca halledilsin diye önce İstanbul’a gelinecekti ama uluslararası problemler yüzünden yolcular gemiden indirilemedi ve gemi Ruslar tarafından batırıldı. Hatta olaya bulaşmak istemediğimiz için onları ölüme terk eden konumuna düşmüştük. Her neyse Mavi Marmara’da 2010 yılında Antalya Limanında hareket etmişti onun da varış yeri Filistin’di ama gemideki insanları esir etmişlerdi. 9 Türk vatandaşımız canından olmuştu. Struma’nın varış noktası Filistin’di ama varamadan gemi battı Mavi Marmara ise onun battığı sulardan yani Türkiye’nin sularından kalktı ama uluslar arası sularda saldırıya uğradı iki gemi de yarı yolda kaldı. Efarit’in deyimiyle biri yukarıdaki denizde battı diğeri ise aşağıdaki denizden hareket etti. Sonuç olarak iki gemi de Türkiye’nin sularından geçti. ‘’

Doğu devam etti. ‘’Biz ise yıllarca birine ağladık Mavi Marmara’nın hezimetinden tam bir yıl sonra meşhur kitap çıktı. Herkes Struma’ya ağlarken kimse Mavi Marmara’yı hatırlamadı.’’

Yansı bizimle gurur duyarcasına ‘’Şu ekipteki herkesin akıl yürütmesine hayranım. Harikasınız!’’ demeden edememişti.

‘’En meşhuru Struma değil mi? Ona yazılan kitaptan bahsediyor. İyi de bütün aynı isimli kitapları toplayamayız değil mi?’’ Mert'in sorusuyla geçen gün Dolunay'ın benden okuması için kitap önermemi istediği zaman geldi. Okuması kolay bir kitap istemesine rağmen duygusal olduğu için seçtiği kitap üzerine tartışmıştık.

‘’Ben sanırım anladım. Dolunay duygusal diye erteleyip durduğu kitabı nihayet okumaya karar vermişti muhtemelen onun kitabından bahsediyor. Çantasında olmalı.’’

‘’Çantasının yerini biliyorum hemen bakacağım.’’ Mert hızlıca salondan çıkmıştı.

‘’Git git bitiremediler bir türlü Karun’un hazinesini saklıyorlar herhalde.’’ Ulaş sabırsızlığının kamçıladığı bir öfkeyle konuşuyordu.

Yıldız ise kendi muzipliğini bir tarafa bırakmış onu telkin ediyordu.

‘’En pis işlerinin çok bulunabilir olmasını istememişler demek ki.’’ Ulaş’ı daha fazla kızdıracak her durumdan uzak tutmaya niyetliydi.

‘’Bunu düşünmemiştim sağ ol Yıldız!’’ Pek işe yaramıyor gerçi.

‘’Kitabı buldum içinde bir not var. Şöyle yazıyor:

Kendisi yok adı var,

Herkesin dilinde dalgası var

Yakınlarındadır aradığınız

Umarım bulamadan kaybolmaz arkadaşınız.’’

Ardından sadece Ulaş’ın kahkahasını duymuştuk. Sinirden güldüğü barizdi.

‘’Hazine avcılığı oynuyoruz resmen.’’

‘’Deniz!’’

Yansı'nın bana seslendiğini sanıp ‘’Efendim?’’ dediğimde itiraz etti.

‘’Hayır sen değil. Cevap Deniz!’’

‘’Yansı cevap nasıl ben olabilirim?’’

Yansı’ya baktığımda nasıl anlamazsın der gibi bana bakarken omuz silktim. Tam ağzını açıp konuşacağı sırada Doğu ondan önce davrandı.

‘’Denizciğimin beyni durdu onu da anlayalım. Ben tane tane anlatırım. Şimdi benim turkuaz güzelim şahıs olan Deniz’den bahsetmiyor geçen sana bahsettiğim en sevdiğimiz ata sporumuzu yaptığımız denizden bahsediyor.’’ Açıklamasıyla olayı anlayıp ağzımdan son harfini uzattığım bir ‘’Ha!’’ nidası çıkmıştı.

Kim olsa yanlış anlardı.

‘’İyi de Ankara ile denizin ne ilgisi var?’’

‘’Somut olarak olmayabilir ama isim olarak var. Ankara Deniz Komutanlığı’ndan bahsediyor olmalı yanlış hatırlamıyorsam oranın yakınlarında terk edilmiş bir yer vardı. Dolunay’ı orada saklıyor olmalı.’’

Yansı’nın olayı anında çözmesine kısa bir an şaşırdıktan sonra Kıraç’ın afallamış sesini duyduk.

‘’Yansı ben peşlerini bırakıp gideyim mi?’’ diye sorduğunda Yansı tereddütlü bir cevap verdi.

‘’İstikametini söyler misin?’’

‘’Şehir içinde dolaşıyoruz.’’

‘’Tamam takibi bırakıp oraya gidebilirsin. Yeri biliyorsun değil mi? ’’Kıraç’ın onaylamasıyla bu sefer ben birbiriyle konuşmaya dalan konukların arasından yalnız başına masada duran Yansı’nın yanına adımlayıp gülümseyerek selam verirken dışarıdan bakanlar için tatlı bir sohbet havası oluşturdum.

‘’Neden tereddüt ettin?’’

Soruma karşılık çevresine bakarak rolünü oynayarak tebessüm etti.

‘’İlk konvoyun tuzak olduğunu bize düşündürüp ikincisinin peşine düşmemizi sağlamak isteyebilirler. O yüzden ikisinden de takip etmesini istemiştim.’’

‘’Hangisinin bizi hedefe götüreceğini nereden anladın?’’

‘’ Anlamadım, sadece en yüksek ihtimali seçtim. Planı değiştiremeyiz Doğu ve Mert’te buradan ayrılamaz. Dolunay’ın kaybolması üzerine bir garsonun daha ortadan yok olması pek hoş olmaz.’’

Ayrıca Ulaş şehir dışına doğru gidiyordu Kıraç ise daha hızlı varabilirdi.

Başımı salladığımda artık geriye Kıraç’tan haber almak kalmıştı.

‘’Kıraç şu lanet arabanı hızlı sürsen iyi edersin çünkü ben vahşi kuzenimi zor zapt ediyorum.’’ Yıldız’ın sesi Ulaş ile atışmanın getirdiği öfkeyle çıkıyordu.

‘’Elimden geleni yapıyorum Sitare Hanım fakat uçan arabalar henüz piyasaya sürülmedi.’’

‘’Sizin kemiği olmayan dilinizi motora bağlasak sanki daha hızlı gidersiniz. Bu hafızayla nasıl araba kullanıyorsunuz? Daha karşınızdaki kişinin adını ezberleyemiyorsunuz.’’

‘’Bu bir tehdit mi? Karşınızda bir polis memuru olduğunu hatırlatırım.’’

‘’Onu Doğu her fırsatta yapıyor zaten bir de size gerek yok!’’

Kendi ismi geçince Doğu hemen atılmıştı.

‘’Konu döndü dolaştı yine bana geldi.’’ Bu duruma anlam veremediğini sesinin tonundan anlamıştım.

‘’Dolunay kayıp siz hala tartışıyor musunuz?’’ Ulaş’ın buz gibi çıkan sesiyle hepimiz irkilmiştik. Cidden Yıldız’ın biz konuşurken neyle baş ettiğini Allah bilirdi.

‘’Senin aksine sakin olmaya çalışıyoruz kuzen. Araba sürüyorsun ama yerinde duramıyorsun.’’

‘’Soğukkanlılık konusunda kimse senin eline su dökemez Yıldız. Sen ensende silahla bile sakinliğini korumuş birisin.’’ dedi Doğu.

Ulaş Kıraç’ın konuşacağını anlamışçasına araya girdi. ‘’Kıraç şunlara cevap yetiştirmek yerine arabayı daha hızlı sür.’’

Kıraç ise bunun üzerine sadece ‘’Birdiler iki oldular başıma!’’ demekle yetinmişti. Muhtemelen Yıldız ile Ulaş’ı kast ediyordu.

Konuşmalarımız içinde olduğumuz durum için komik gelebilirdi ama böyle korkunç bir durumda akıl sağlığımızı ancak bu şekilde koruyabilirdik.

Dolunay ne durumdaydı? Efarit ona ne yapmıştı? Buna benzer pek çok soru aklımızı kemirirken Yansı’nın dediği gibi bir tuzağa düşmekten de kaçınmalıydık. Kısaca düşünmemek için konuşuyoruz.

Yaklaşık yarım saat geçtiğinde Dolunay’ın kaybolması üzerine bir saat geçmişti. Zaman akarken birazdan yapacağımız gösteri için hazırlıkları tamamlamış Vedat’ın konuşma için sahneye çıkması kalmıştı.

Kıraç’tan haber gelmedikçe istemsizce ayağımı sallamaya başladım. Nihayet sesini duymuştum.

‘’Geldim Ulaş kulaklığı kapatıp telefonla darlama beni! Etrafa bakıyorum şimdi.’’

Birkaç kez Dolunay’ın adını seslenmiş biraz sonra ise hepimizin yüreğine su serpen haberi vermişti.

‘’Dolunay iyi misin?’’ endişeli sesi kulağımıza dolarken birkaç hışırtı duymuştuk.

Duyduğumuz sesle hepimiz rahat bir nefes aldık.

‘’İyiyim.’’ Biraz sessiz ve şaşkın bir ses çıkmıştı ama bu bile bizi rahatlatmaya yetmişti.

Soluğumuz kesilmiş onun kendisine gelmesini bekliyorduk.

‘’Biri arkamdan beni bayılttı. Yüzünü göremedim. Gözümü açtığımda ise buradaydım.’’

Durup sakinleşirken aklına yeni gelmiş olacak ki heyecanla tekrar konuşmaya başladı.

‘’Plan bozulmadı değil mi?’’

Yıldız alayla cevap verdi.

‘’Bozulmadı ama biraz daha bulunmasaydın ben az kalsın bozulmuş bir et parçası olacaktım çünkü sevgili kuzenim Ulaş arabayla bizi öldürecekti.’’

Yansı konunun uzayacağını bildiği için hemen lafı ele aldı.

‘’Bunları daha sonra konuşuruz şimdi bırakalım Dolunay kendine gelsin. Biz de işimize bakalım. ‘’

Dolunay itiraz istemeyen bir tonda ‘’Bence de batırmayın! Plan uğruna kaçırılıp kafama darbe almamın üzerine işi batırırsanız Yansı’dan önce ben sizi fena yaparım.’’ Dedi.

‘’Keşke bunu kaçırılmadan önce söyleseydin Dolunay. Birileri u dönüşü yapalım derken ölümden dönmezdi. Yarış arabası gibi sürdüğümü iddia ettiği kamyonumu benden alan babam beni emanet ettiği kişilerin nasıl araba kullandığını görseydi beni sizin başınıza koyar üstüne anahtarlarınızı da trafik şubenin izniyle verirdi.’’ Yıldız yine işin dalgasını geçerken arada laf dokundurmayı da ihmal etmemişti. Ulaş’ın kuzeni işte!

‘’Mert Flash sen de değil mi?’’

‘’Dolunay kaçırılmadan önce bana vermişti. Merak etme Doğu ile tüm işi bitirdik sadece Vedat’ı beklemek kaldı.’’

Yaklaşık on dakika sonra nihayet Vedat konuşma yapma zahmetine girmişti. Müziğin sesi kesildiğinde kendisi sahneye çıkmış hazırlanan kürsüye geçip konuşmaya başlamıştı.

‘’Şirketimizin kıymeti yıl dönümünü sevdiğimiz insanlarla kutlamaktan mutluluk duyuyoruz. Hepinize geldiğiniz için teşekkürler…’’

‘’Şuna bakın nasıl da herkesi seviyormuş gibi konuşuyor birazdan göreceğim ben seni.’’ Yansı’nın hırs kokan sesiyle dudaklarımı ısırıp konuşmasının sonlarına gelen Vedat’ı dinlemeye devam ettim.

‘’Bugünü daha özel kılmak için yeni oluşturduğumuz sitemizi de tanıtmaya karar verdik. İş arkadaşlarımızın büyük emeklerle oluşturduğu yeni sitemiz umarım sizi de memnun eder. Küçük bir tanıtım videosu hazırladık asıl tanıtımımız yakında gerçekleşecektir. Lafı çok uzatıp sizi de daha fazla merakta bırakmadan tanıtıma geçelim. ’’

Önce ortam karardı sonra ise büyük ekranın ışığı her yeri aydınlatmıştı. Başta şirketin logosu göründü sonra tanıtımın girişi yapıldı buraya kadar her şey normaldi ekran tekrar kararınca ise işler değişti.

Vedat’ın bağıran sesi bizi karşıladı. Çalışanları bıraktığı fazla mesai, yenilen mola hakları, dozunu aşan azarlamalar, ilk gün gittiğimde Yansı’nın zorla taktırdığı kameralı gözlükle çektiğim görüntüler, asistanının yüzüne çarptığı dosyalar ve daha niceleri…

Video sadece bunları göstermiyor içine kendi yorumlarımızı kattığımız ve onu komik duruma düşüren birkaç eklenti de içeriyordu. Yeni sitelerinin tanıtımı için fazla ses getiren bir çalışma olmuştu. Arkadaki görevliler oradan oraya koşturup durumu toparlamaya çalıştığı sırada gözlerim sahnedeki Vedat’a kaymıştı. Sırtını döndüğünden nasıl bir ifadesi olduğunu bilemesem de yarın zaten beyaz olan saçlarının daha da beyazlayacağından emindim. Sırıtmamak için kendimi zor tutarken gözlerim bizimkileri ararken Ulaş’ın sesini duydum.

‘'Nihayet durdular bildiğin şehir dışına çıktık. Burada çok durabileceğimizi sanmıyorum. Sonuçta bu saate milletin arazisinde ne işimiz var?’’

‘’Tamam biraz daha durup oradan ayrılın ama çok uzaklaşmayın başka planlarım var.’’ dedi Yansı.

‘’ Kanıtları yok edemezsin biliyorsun değil mi?’’ Kıraç’ın uyarı dolu sesine karşılık kendinden emin tavrıyla ‘’Biliyorum zaten yok etmeyeceğiz ama bunu onların bilmesine gerek yok değil mi?’’ deyip sözlerine takdirle devam etmişti.

‘’Herkesi tebrik ederim ve ben bu ekibin anlından öperim özel hayatınızı bilemem ama bu gibi konularda hepiniz mi zehir gibi olursunuz be!’’

Doğu’da ona katılmıştı. ‘’Arkadaşlarımız akıl yürütme konusunda her zaman beklentilerimizi karşılıyorlar.’’

Konuşmalar arasında Mert’e baktığım an kafasını bana çevirip hafifçe gülümsedi aynı şekilde karşılık verdiğimde etrafıma bakmaya devam ettim. Diğerleri neredeydi? Tam seslice soracakken gözüm yukarıya takılmıştı.

Yansı ve Doğu gösterinin tadını çıkarmak için en uygun yeri seçmişlerdi. Köşede durmuşlardı ve şu an kimsenin onlara dikkat edecek durumu yoktu. Bence orayı en başından gözlerine kestirmişlerdi. İzlerken ağızlarına aldıkları sakızları şişirip alkışlamayı ihmal etmediler. (Şu sahneye kanlı bir suda yakışırdı ama neyse! Dizide en beğendiğim sahneydi izleyenler anladı.)

Gecenin sonunda istediğimizi almış olsak bile kesinlikle hepimiz için berbat bir gece olmuştu. Salondan ayrıldığımda ise arkadan sadece peş peşe gelen mesaj seslerini duymuştum ikinci darbede tam isabet etmişti.

----------------------------------------------------------------

‘’Ben kitabı okurken hiç bu açıdan düşünmemiştim. Herhalde ağlamaktan fark etmedim. Efarit bana yeni bir bakış açısı kazandırdı. Vay anasını bizi yıllarca neye ağlatmışlar? Tabi Struma’da üzücü ama burada neyin üzücü olduğundan ziyade Mavi Marmara’dan bir yıl sonra yemeyip içmeyip Struma’yı hatırlatmak da pek tesadüf gibi gelmedi. Bu topraklarda hiçbir olay tesadüf gibi gelmiyor ya neyse. Kitabı yazarak ‘yıllar önce Struma batırılmıştı Mavi Marmara ile de onun intikamı alındı.’ gibi bir mesaj mı vermeye çalıştı acaba? Ben her türlü olayı bekliyorum artık. Harbiden neden çok değil bir yıl önce ülkenin sularından kalkan bir gemiye saldırıp üstüne vatandaşını öldüren milletin tarihindeki bir gemiyi nispet yaparcasına anlatırsın ki? Sana mı düştü? Bırak kendi tarihlerini onlar yazsın? Sana gerek yok yeterince filmini çekiyorlar. Her olayı geçtim. Mavi Marmara olayı yaşandığında bile hala insanlar birilerine suç atma derdindeydi. Neredeyse insanları göz göre göre ölüme terk etmek istemedikleri için ölen insanların dirilip özür dilemesini beklediler.’’

‘’Cidden Doğu bunu mu tartışacağız?’’ diye sordu Ulaş ciddi mi diye ona bakarken.

Doğu ellerini masanın üstünde birleştirip bedenini öne doğru uzattı.

‘’Tartışsak fena olmazdı. Sonuçta ben burada etkisinden bir yıl çıkamayıp günlerce ağlayıp durduğum kitabın öteki yüzünü gördüm.’’ Hayal kırklığıyla söylediklerini iflah olmayacağını belli eden bakışlarımızla baktık.

‘’Doğu sana başka milletlerin tarihlerini de yazabiliriz ne alaka? Derdim ama tartışmak istemiyorum.’’

‘’Ben yazamazsın demedim sadece kitabın üzerinden Efarit’in beni aydınlattığı noktaları dile getirdim yoksa tabi yazarsın.’’

Mert Kıraç’a ile kısa bir bakışma seansı gerçekleştirmiş ve kimin ikisinin arasında gireceğine karar vermişlerdi. Kıraç elini masaya vurup dikkatleri üzerine çektiğinde boğazını temizleyip yerinde dikleşerek konuya girdi.

‘’Sizin anlayacağınız dilde anlatayım. Vedat’ın oturduğu çeyrek mafyalardan oluşan bir masa varmış. Büyük mafyaların masası ayrı.'’

‘’Ve siz bunları bildiğiniz halde susuyor musunuz?’’ dedi Dolunay.

‘’Oralar derin girmeyin.’’ Kıraç’ın geçiştirmesiyle göz devirdi.

''Kitapların olmazsa olmazı mafya masaları. Bir mafyanın da masası olmasa eksik kalır. Hangi sandalyeye oturacaklarını karar verene kadar kitap bitiyor. Ben bir sandalye için birbirlerini yiyen insanları okumak için harcanan parayı geçtim kesilen ağaca üzülüyorum.''

Doğu'nun cümlesi üzerine Yansı cevap vermemize müsaade etmeden konuyu devam ettirmişti.

‘’Aynen amacımız masa dağıtmak filan değil başkasının işine burnumuzu sokmayalım. Hedefimiz Vedat bizim işimiz onun ipliğini pazara çıkarıp Efarit’e ulaşmak.’’

Doğu kendini tutamayıp içindekileri döktü.

‘’Vedat’ın ipliğinin pazara çıkmasının Efarit’i bulmamızda yararı olmaktan ziyade ekmeğine yağ süreceğimiz gerçeğini hatırlatırım ama yine de o pisliği hapiste görmeyi çok isterim. Polis olarak böyle konuşmamalıyım ama sivil bir vatandaş olarak içerdeki dayılar icabına bakar inşallah diyebilirim.’’

‘’Suçun temizi olmaz ama içerde sadece itler kalmadıysa hallederler.’’

Dolunay yapmacık bir gülümsemeyle ‘’Adaletimiz sağ olsun esas itler dışarıda.’’ dedi.

‘’Tabloya bakınca içerde kimler yatıyor merak ediyorum sonuçta itini koparanı sokağa salıyoruz.’’

Kıraç konuşmalara dayanamayıp araya girdi.

‘’Haklı olmanız bir tarafa devlet dairesindesiniz ilgili yorumlarınızı dışarıda yaparsınız. Dolunay sen herhangi bir ipucu yakalayabildin mi?’’ cevabını tahmin etse de emin olmak için sormuştu.

‘’Hayır beni bayılttılar sonra gözümü bir açtım depodayım. Sen gelene kadar kimse de uğramadı.’’

Sakince onu dinlesek de artık Vedat’tan bir atak beklemek dışında yapacak başka bir işimiz yoktu. Muhakkak Yansı’yı arayıp görüşmek isteyecekti. Biz de bu fırsatı onun evine girmek için kullanacaktık.

‘’Kıraç üzgünüm ama aldığımız bilgileri önce kendimiz kontrol edeceğiz.’’ Yansı’nın cümlesi üzerine Kıraç kafasını sallayıp ‘’Tamam ama soruşturma da kanıt niteliği taşıdığını unutma daha sonra bize vermek zorundasın ki zamanı geldiğinde gereni yapabilelim.’’ dedi.

Konuşmayı bıraktığımızda Dolunay bir anda gülmeye başladı.

‘’Kız delirdi. Haklı ben de olsam delirirdim.’’ Doğu’ya yandan bir bakış atıp katıla katıla gülen Dolunay’a döndüm.

‘’Ne oldu?’’ diye sorduğumda zor verdiği nefesleri arasından ‘’Şimdi Vedat oraya gidip bakacak. Kayıtların yerinde yeller esiyor herife hayatının en kötü gününü yaşatmış olabiliriz. Ona gülüyorum.’’ Dediğinde ben de gülmeye başladım.

‘’Dolunay hiç kaçırılmamış ve sen de kötü bir gün geçirmemiş gibi gülüyorsun ya ben ona şaşırıyorum.’’

Dolunay,Doğu’nun sözlerini umursamayıp gülmeye devam etti.

Bizim için de pek iyi bir gün sayılmazdı ama Vedat için unutulmaz olduğu kesindi.

‘’Ekranda kendini görünce suratını gördünüz mü?’’ diye sordu Mert keyifle.

Yansı’da ‘’Gördüm, güya bu kutlamayla yeni siteleri için yapacakları tanıtımı da aradan çıkaracaklardı. Kendilerini aradan çıkardılar.’’dedi.

Doğu kıkırdarken ‘’Hele sonra telefonuna bakınca uğradığı şok. Herkese yatırım tavsiyesi verdiği hisseler borsada bir anda çökünce kırmızıdan mora döndü. Orada hık diye gidecek sandım. Bugün ölmediyse demek ki çok sağlam bir zihni var.’’ dedi.

‘’Dolunay bir daha kaçırılacağın zaman haber ver çünkü ben Murat Kekilli'nin bu akşam ölürüm şarkısını korkarak söylemek istemiyorum.’’

Ulaş, Yıldız’a neler yaptıysa kız bezmişti.

Dolunay durumu anlamadığı için açıklama istercesine bize bakarken Doğu söze girdi.

‘’Yenge sen kayboldun diye Ulaş çok endişelendi Yıldız onu söylüyor.’’

Dolunay yerinde dikleşip gülmemek için dudaklarını ısırıp ciddi tutmaya çalıştığı ifadesiyle Ulaş’a bakıp ‘’Çok mu endişelendin?’’ diye sordu.

Hoşuna gitti mavişin.

Ulaş gıcıklık yapmadan duramadığı için hemen itiraz etti.

‘’Bizimkiler abartıyor sadece sinirlendim.’’ Belli etmemeye çalışsa bile Dolunay’ın yumuşayan yüzü sert bir hale bürünmüştü.

‘’Sadece sinirlendiğinden Behlül misali direksiyona vuruyordu. Sinirliydi doğru. Öyle ki sinir krizi geçirdi ben yanındaydım.’’

Ulaş ''Sinirlendiğinden'' sözcüğüne vurgu yapan Yıldız’a uyaran bakışlarla baksa da Yıldız tek omzunu kaldırıp indirerek ‘’Bana ne!’’ demekle yetinmişti.

Mert bir anda Ulaş'ın oturduğu sandalyeye ayağıyla vurup kendisine bakmasını sağladı.

‘’Korktun işte oğlum ne yalan söylüyorsun kıza? Biriniz dürüst olsa probleminiz filan kalmayacak!’’

Doğu'da hemen konuyu kendisine çevirmişti.

‘’Aynen biraz benim gibi dürüst olun. Ben her sevdiceğim onların arasına girdiğinde korkuyor ve onun için endişeleniyorum. Bakın ben nasıl dürüstüm değil mi çiçeğim?’’

Yansı gözlerini kısıp iflah olmayacağını bilerek pes etmişçesine ona bakarken ‘’Sondaki hitabı ekleyene kadar dürüstlüğün takdir edilesiydi.’’ demişti.

Bir anda konuşma ihtiyacı hissedip kendimi ‘’Mert’te dürüst!’’ derken bulmuştum.

Ulaş ihalenin nasıl kendisine kaldığını anlamayarak ‘’Ha bir yalancı benim yani?’’ dedi.

Yeni bir tartışma alevlendiğinde nihayet gün sonu kritiğimizi bitirerek biraz moralimizi yükseltmeye çalışmamızın ardın ben ve Mert hariç geri kalan evlere dağılmıştı.

İkimiz mahallenin köşesindeki pastaneye geçip tatlı yemeye karar verdik. Birlikte sustuğumuz kendimi çok huzurlu hissetmiştim. Arkada eski bir şarkının sesi duyuluyordu. Ben gözlerimi kapatmış dirseğimi masanın üstüne dayayıp çenemi elimin altına koymuştum. Şarkıya dalıp gittiğim sırada sözlerini mırıldandım.

‘’Böylesi sevdiğin için

Bir kördüğüm oldu için

Ağlıyorsun için için

Demedim mi sana gönül?’’

Mert sözleri devam ettirdiğinde gözlerimi açmadan yerimde belli belirsiz sallanırken tebessüm ettim.

‘’Sen istedin ben dinledim

Senden ayrı olmaz dedim.

En sonunda ben de sevdim

Şimdi beni kurtar gönül.’’

Gözlerimi açtığımda benim gibi durmuş ama gözleri açık beni izleyen Mert’i gördüm. Derin bir iç çekip arkama yaslandım. Yüzümdeki buruk gülümseme yerini koruyordu.

‘’İnsanlar haklı. Türkçe’nin çok sert bir mizacı var. Baksana, tek bir kelimeden ne dizler yazmışlar.’’ diye kendi fikrimi belirttim.

Mert'in hayranlıkla ‘’Şiir gibi bir dil değil mi?’’ dedi.

‘’Öyle. Şiir demişken senin işlerin nasıl gidiyor?’’

‘’İyi, kışın başlarında dergiyi piyasaya süreceğiz.’’

‘’Başka planların da var mı?’’

‘’Şimdi çalıştığım yayınevine ortak olabilirim. Aslında kendi yayınevimi açmak istiyorum ama sevgili yayınevim beni pek rakibi olarak görmek istemiyor.’’

‘’Haksız da değiller sanki.’’ Dediğimde gülmüştü.

‘’Peki işin maddi kısmı ne olacak?’’

‘’Tabi orası çok canımı yaktı. Her türlü işte çalışmak gerekti. Bazılarımızın bir yerlere gelebilmek için çok çalışması gerekiyor. Evler ucuzken taksitle ev almam şimdi çok işime yaradı. Taksitler öğrenci halimle boynumu çok büktü ama bölümümü seviyordum dersler çok zorlamayınca ben de daha çok çalışabildim.’’

‘’Sizinkiler yardım etmedi mi?’’

‘’Annem sağ olsun biraz yardımcı oldu. Malum ev almak hiçbir devirde kolay değildi.’’

Tekrardan sessizliğe büründüğümüzde ben yine düşüncelerle boğuşmaya başladım. Bugün yaşadıklarımızın üzerine şimdi bulunduğumuz yer ve konuştuklarımız gülmeme neden oldu.

‘’Niye güldün?’’ diye sordu Mert o da benim gülümsememe gülmüştü.

‘’Dolunay kaçırıldı sonra bulundu, Efarit’i hala bulamadık, mafyacığımız Vedat bizim yüzümüzden muhtemelen duvarları yumrukluyor ama biz mahallemizin köşedeki pastanesine oturduk bir tane sütlacı bölüşmeye çalışıyoruz üstelik sütlacın da tadı kötü.’’

Yaslandığı yerden doğrulup kaşıkla sütlacı kontrol ederken ‘’Tadı kötü mü? Fark etmedim.’’ demişti. Bu kadar lafın üstüne takıldığı yere daha çok güldüm.

Kıstığım gözlerimin ardından ona izlediğim sırada şaşkın haline gülmüştüm. Devamında ne diyeceğini anladığımı anladığı halde beni bozmadı ben de ona ayak uydurdum.

‘’Nasıl fark etmedin?’’ diye sorduğumda gözlerimin içine bakıp kaşığı yerine koyarak arkasına yaslandı.

‘’Seninle yediğimden olsa gerek.’’

Ne diyeceğini bilsem de sözünden etkilenmeden edememiştim.

Numaralarını bilsen de adamda şeytan tüyü var öyle bir söylüyor ki erimeden edemiyorsun.

‘’Yaşadıklarımızı bilmeyen insanlar bizden hayatımıza devam etmemizi bekleyecekler. İşlerimiz ve iyi kötü bir çevremiz var. Biz bir aileyiz ve bazen ailede olan ailede kalır. Ancak böyle ufak tefek sevinçlerle hayatımıza sağlıklı devam edebiliriz. Öğrendiklerimizden sonra bütün bunlar bittiğinde bu kötülüklerle nasıl baş edeceğiz orasını bilemiyorum ama başka çıkar yol da bulamıyorum.’’

‘’Bir yerden tutacağız diyorsun yani?’’

‘’En azından sonuna kadar gidelim. Sonra nasıl atlatacağımıza bakarız.’’

Sessizlik olduğunda düşünceler aklıma hücum etmişti ama bir tanesi kıkırdamama sebep olduğunda Mert merakla ‘’Yine ne aklına geldi?’’ diye sordu.

‘’Şimdi biz sanki lisedeyiz ailelerimizden gizli saklı köşedeki pastanede buluşmuşuz. Cebimizdeki parada bir sütlaca yetmiş biz de onu bölüşmüşüz gibi oldu.’’

Bu sefer ikimizde kıkırdarken sonlara doğru ‘’Biliyor musun? Bu anlık düşünce bile beni hiç üzmedi aksine çok mutlu oldum.’’ dedim.

Konuşmadan bana baktığında bu sefer ben merakımı gidermek istedim.

‘’İçinden ne geçiyor merak ediyorum?’’ dediğimde bana hep kıyamayan bir bakışla baktı.

‘’İçimden hep seni sevmek geçiyor Deniz.’’ Söylediğiyle utanmadan edemedim. Hep güzel cümleler kuruyordu bunların yürekten geldiğine adım kadar emindim. Mert yüreğinden geçirmediğini diline dolayacak bir adam değildi.

‘’Böyle güzel güzel konuşuyorsun ben sadece bakakalıyorum.’’

‘’ Bakışlarına ne şiirler yazdığımı bilseydin gözlerini benden çekmezdin.'’ Gülümseyip başımı eğdiğim sırada beni izlemeye devam ettiği sessizliğimize geri dönmüştük. Ortada duran sütlaçtan ufak ufak alıp ağzıma götürürken kendimi toplayıp merak ettiğim soruyu sordum.

‘’Mert Efarit hakkında ne düşünüyorsun?’’ Yumuşak ifadesi sertleşirken ciddileşmişti.

Kaşlarını çattı. ‘’Burhan’ı öldüren bir katil.’’ Dediğinde sesi keskindi. Hepimizin aklına ilk gelen buydu. Tüylerim diken diken olmuştu yine de devam ettim.

‘’Başka?’’ Soru soran sesime karşılık biraz bekledi.

‘’Belirsiz. Bir parça korku var sanırım. İçten içe Efarit’in gerçekten Vedat’ın kullandığı çocuklardan biri olma ihtimali gözümde büyüyor. Bu onu katil biri olmaktan kurtarmaz ama...’’

Durdu devamında ne diyeceğini bilemediği bir yerdeydik. İşte korkumuz bu yüzdendi. Ne diyecektik? Bundan sonra ne denirdi? Birinin çıkıp bu cümleyi tamamlaması gerekiyordu.

Sana kötülük yapılmış olması başkalarının hayatını mahvetme hakkını vermez mi diyecektik?

GEÇMİŞ ZAMAN

‘’Güneşin altında mı bekledin beni?’’

‘’Adana sıcağında bile beklerdim seni.’’

‘’Büyük konuşma!’’

Az önceki sakin halinden sıyrılıp heyecanla konuşmaya başladı.

‘’Bu arada böyle bir olay gerçekten olmuş dayım yengemi Adana sıcağında günlerce beklemiş.’’

Gülerken ‘’Desene sen sevdayı sevdiğini Adana sıcağında bekleyen dayından öğrenmişsin.’’ dedim.

‘’Bir de Cemal Süreya’dan.’’ diye eklemeyi ihmal etmedi.

Tek kaşımı kaldırıp sorguya çeken bir edada ‘’İkisi kapışsa kim kazanırdı?’’ diye sordum.

Kısa bir an düşünüp kahkaha atmama sebep olan cevabı vermişti.

‘’Dayım.’’

Sonuçta söz konusu Adana sıcağıydı.

Biz kendi aramızda konuşurken Yansı’nın konuşmasıyla dikkatimiz oraya kaydı.

‘’Ne fark ettim biliyor musunuz?’’ Kıstığı gözlerini tek bir noktaya odaklamıştı.

‘’Yine nasıl bir aydınlanma yaşadın Yansı?’’ diye sordum.

‘’Benim açken kafam çalışmıyormuş.’’

Bunun üzerine Dolunay sesli bir gülüşle karşılık vermişti.

‘’Bence onun açlıkla bir ilgisi yok.’’ dediğinde gülümseyerek yandan birbirimize bakış attık.

‘’Bence de ilgisi yok öyle olsaydı Dolunay açlıktan bayılırdı.’’

Ulaş’ın lafı ile şaşkınlıkla ağzım aralanırken gözlerim büyüdü. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım.

‘’Ulaş cesaret hapı mı içtin?’’

‘’Benim öyle işlerle işim olmaz sen içiyorsan bilemem.’’

Mert bisikletini Ulaş’a yaklaştırıp ‘’Ulaş bir dur lan! Mermiden hızlı gidiyorsun.’’ dedi.

Ulaş hiç ondan tarafa bakmadığında onaylamadığını belli ederek başını iki yana sallamıştı.

‘’Vukuatların düşünülürse çocukken yaptıklarını nasıl açıklayacaksın?’’ Dolunay eski defterleri açmıştı.

Girmeseydik o mevzulara. Ben de zararlı çıkıyorum.

‘’Ne yapmışım?’’

‘’İki yumurta için tavuk kovalarken arabamızın farlarını kırmıştın. Nasıl becerdiğini asla anlayamayacağım.’’ Ulaş geride kalmayıp omuzlarını dikleştirerek atakta bulundu.

‘’Sen de tokanı çaldılar diye çocukların peşlerinde koşarken beni çamura düşürmüştün. Bir hafta kiri gitmedi.’’

‘’ Düşerken beni de çamura çekmeyi ihmal etmedin ama! Senin yüzünden bitlendim ben be!’’

‘’Ayda bir defa yıkandığın içindir beni suçlama! Annenin seni yıkamak için her hafta mahallede peşinden koştuğunu cümle alem biliyor. İstersen yine de gidip soralım. Unuttuklarını sanmıyorum malum kaçacağım diye saklanmadığın ev kalmadı.’’

Dolunay saçını geriye doğru atıp cevap verdi.

‘’Bir kere onlar ben çok tatlı olduğumdan beni evlerine misafir etmek için can atıyorlardı.’’

Yansı bu noktada salınarak ‘’O zaman benim kendi evime uğramamam lazımdı.’’ dediğinde hepimiz ona hiç sırası değil der gibi baksak da aldırış etmedi.

Konudan sapmayla ilgili ödül olsaydı biz kesin alırdık. Hangi konu açılsa lastik misali herkes bir köşesinden çekiyordu.

Doğu Yansı’ya bakıp yine bir şarkı patlattı

‘’Ben o yâri esasında çok severim

Beni yanlış anlamasın yüreğimi dağlamasın.’’

Başını sallayıp dururken ritim tutup bağırarak söylediği için hepimiz yüzümüzü buruşturmuştuk. Hatta Ulaş dilinin ucuna gelen küfrü geri itmişti.

Yansı bıkkınlıkla nefesini üflerken ‘’Yansı ne oluyor? Arkamızdaki şahıs niye her bulduğu yerde aşkını ilen eder oldu?’’ diye sorduğumda göz devirdi.

‘’Geçen gün yanlışlıkla üzerime çay döktü. Ben biliyorum yanlışlıkla olduğunu desem de ikna olmuyor çıldırtacak bu herif beni! En ufak bir yanlışlıkta günlerce özür dileyip şarkı söylüyor peşimde!’’ Kıymet bilmemek bu mu oluyor?

‘’Görünce aşık oldum o güzel gözlerine

Başkasını istemem benim gözüm sende!’’

Yansı’nın sinir olduğunu gören Dolunay hemen sinsice gülüp şarkının devamını devralıp söylemeye başlamıştı.

‘’Ömür boyu beklerim belki seversin diye

Ben sensiz yaşayamam benim gözüm sende’’

Gözünün önüne gelen Ulaş ile şarkının sözlerinin altında yatan anlamış yeni fark etmişçesine sonlara doğru sesi hafif çatlamıştı. Pek fark edilmese de anlamıştım.

Doğu kulağıma eğilip ‘’Ben bilmiyorum bu hikayenin en büyük safı kim? Yeşil gözlüme bakmaktan vazgeçmeyen ben mi? Gözünün önündekini göremeyen Ulaş mı?’’ dediğinde gülmemek için yanaklarımı ısırdım.

‘’Safı kim bilmem ama en akıllısı Mert.’’

‘’Haklısın vallahi! İki güzel söz bir de çocukluk aşkı ayağına kaptı seni. İş sevdaya gelince Mert’in bir kere kör olduğunu görmedim helal olsun çocuğa! İş hayatı da parlak olacak anlarım ben. Yine iyisin samanlık seyran olmayacak direkt seyrana geçeceksin.’’

‘’Falcı mısın Doğu?’’

‘’Hayır sadece çok kitap okuyorum ve bunlar klasik değil oradan biliyorum.’’

Yansı aklına gelen fikirle sinsi gülümsemesini takınıp Doğu’ya döndü.

‘’Doğu ben de sana bir şarkı söyleyeyim mi?’’

‘’Söyle bülbülüm!’’

Boğazını temizleyip söylemeye başladı.

‘’Bu kaçıncı kapıma gelişin affet diye

Her seferinde bu son deyişin sonunu bile bile!’’

Kıkırdarken bu sefer ben devam ettim.

‘’İnandım sana adam sandım hata bende

Yeter artık bu kadarı fazla sana güle güle!’’

Yansı ile gülüşürken bisikletlerimizi hızlı sürüp öne geçmiştik. Doğu arkamızdan yakınmakla yetinmişti.

‘’Ağır oldu ama!’’

Çözemediğimiz sorulara birlikte bakalım diye ufak bir buluşma ayarlamıştık. Birlikte ders çalışamıyorduk oraları tecrübe edeli çok oldu ama birkaç soru çözebilirdik. Mesajla iletişim kurmayıp görüşmemizin sebebi ise soruları görmeden çözümünü anlayamıyorduk.

‘’Deniz akşam bizimkilerle size geleceğiz biliyorsun değil mi?’’ Yansı’nın hatırlatmasıyla annemin telaşı aklıma geldi.

‘’Biliyorum babam herkesi çağırdı cümleten bizim evdesiniz. Hepinizi gündüz gördüğüm yetmiyormuş gibi akşam da göreceğim.’’

‘’Birbirimize çok maruz kaldığımız doğrudur.’’

Vedalaşıp yanlarından ayrıldığımda eve geldim. Hummalı bir çalışmayı görmem uzun sürmemişti. Annem oradan oraya koşturup ikramlık hazırlama derdinde düşmüştü. ‘’Gelenler de getirecek zaten ne diye yoruyorsun kendini?’’ diyemedim tabi.

Odama geçip ders çalıştım neyse ki konu yemek yapmak olduğunda bana çok bulaşmıyordu. Misafir sayılmayacak komşularımız geldiğinde ancak masadan kalkabilmiştim. O sınav öyle böyle kazanılacaktı. İstediğim üniversite için çok çalışmam gerekiyordu.

Bahçede güzel bir akşam geçirdiğimiz sırada gözüm babam ile Savaş amcaya takıldı. Az önce bir görüşme için ikisi de biraz uzaklaşmıştı. Doğu’nun babası Ferit Amca arkalarından huzursuzca baksa da üzerinde çok durmadım. İkisi geri döndüklerinde üzerlerinde belirgin bir gerginlik vardı.

‘’Ben küçükken babam bir dersten kaldım diye sopayla kovalamıştı.’’ Dedi Ferit amca gülerek.

‘’Sonra ne oldu?’’ diye sordu Yansı’nın babası Tuncer Amca

‘’Mahallenin sonunda ikimiz de nefes nefese kaldık bana dönüp ‘Biraz dinlenelim sonra devam ederiz.’ dedi. Bende de ciğer kalmadığından başımı salladım.’’

‘’Devam ettiniz mi?’’

‘’Ettik!’’

Hepimiz kahkahalarla gülerken diğerleri de kendi anılarını anlatırken gözüm babama kaydı.

‘’Baba senin baban nasıl biriydi?’’ diye merakla sordum. Kendisinin bu kadar iyi bir baba olmasının sebebini anlamaya çalışıyordum ama beklediğimin aksine gözlerini benden kaçırıp sıkıntılı bir nefes almıştı.

‘’Benim babam…’’ derken birkaç saniye uzaklara dalmış düşünüyor gibiydi.

‘’Onu pek anlayamazdım, hep uzaktaydı. İş için gurbette çalışıp dururdu. Kaset vardı o zamanlar. Babam sesini kaydeder bize gönderirdi. Babamla pek çok anım kasetlerden duyduğum sesinden ibaretti. Bu sebepten olsa gerek en çok sesini hatırlıyorum. Kırsalda yaşıyorduk pek imkan da yoktu. Yoktan var etmeye çalışırdık. Babamın nadiren evde olduğu bir zaman uzaktan yakınımızı ziyaret etmek için şehre gelmiştik. Evin önünden bisiklete binmiş çocuklar geçerdi. Bizim oralarda pek bulunmazdı böyle aletler. Anlattılar bana nasıl çalışır falan diye çok hoşuma gitti hayranlıkla izledim çocukları. Heyecanla babama anlattım. Sertti benim babam yüzünde mimik oynamazdı belki ama dinlerdi. Hiç sus dediğini hatırlamam. Evimize döndük. Çocuk aklı işte bir türlü atamadım bisikleti zihnimden. Biraz zaman geçti babam elinde bisikletle çıka geldi. Öyle yeni de değil ha eskiciden bulmuş getirmiş. Adam nereden bulacak parayı da yenisini alacak? Ben çok mutlu oldum tabi. Birlikte güzelce temizleyip onardık bisikleti. Bahçede sür ama dışarıya çıkartma derdi. Neden diye sorduğumda ise bir masumun içi giderse vebalini taşıyamayız demişti. Bu sözü her zaman kulağıma küpe oldu. Erken göçtü gitti, yeterince zaman geçiremedik ama unutamadığım bir anım daha var. Bir gün çok kötü düştüm feryat figan ağlıyorum. Babam hiç teselli etmedi ama eve dönerken beni sırtında taşıdı. Belki de onu kimse teselli etmemişti. Belki kendince beni avutuyordu ama ben anlamamıştım. Nasıl bir baban vardı diye soran olduğunda hep o günü hatırlıyorum. Babam beni sırtına almıştı sonrada ben onu sırtımda taşımıştım. Yaptıkları arasında karşılığını verebildiğim tek hatıraydı.’’

Gözlerini kısarken aklının çoktan uçup gittiğini anlayabiliyordum sözlerine devam etti.

‘’Büyüdükçe biraz kızdım ona. Üç kuruş için bu kadar az hatıra biriktirmeye değer miydi? Bak kazandığı üç kuruşu değil hatırlayabildiğim tek hatırasını ve sesini konuşuyorum. Biraz daha büyüyünce kızmanın da manasız olduğunu anladım. Büyüdükçe geçmeyen acılar vardır kızım. Şekil değiştirebilirler, kendilerini farklı duygularla hatırlatabilirler ama acının getirdiği eksiklik hep oradadır.’’

Hafif bir tebessüm ve dolu gözlerle bana baktığında elini omzuma koyup beni kendine çekerken başımın üstüne bir buse kondurmuştu.

‘’Şimdi istediğim kadar bisiklet alabilirim ama hiçbiri babamın aldığı paslı bisikletin yerini tutmaz.’’

Bu yüzden bisikletleri seviyordu. Bana da ilk bisikletimi aldığında benden çok heyecanlanmıştı. Belki de benim bisiklet sürmemi sevmesinin sebebi ona hatırlattığı anılar yüzündendi.

Ben babamın yerinde olsaydım şimdiye çoktan ağlardım ama hiç öyle yapmadı. Tüm gece üzerinde ki hüznü atamamış sürekli dalıp gidiyordu. Sorduğum için biraz kendime kızsam da bunun öyle birinin sorusuyla olacak bir iş olmadığını da biliyordum. İnsan en ufak bir durumda acısını hatırlardı babam öyle söylemişti ben sadece herhangi vesileden biri olmuştum.

Söylediklerini tecrübe de edecektim.

ŞİMDİKİ ZAMAN

En çok neyden utanmıştım ben? Babamın öğretilerine ters olan bir suç işlediğimden mi yoksa Mert’in gözlerine bakmayı bırak sırtımı bile dönmeden çekip gitmemden mi? Kim olmak canımı yakmıştı? Babamın istediği bir insan olamamak mı yoksa Mert’in hayal kırıklığı olmak mı? Sanırım onlar için biri olmanın kendim için ben olmaktan daha önemli olması beni bozguna uğratmıştı.

Babam hiçbir zaman bir beklentiye girmemişti. Mert hiçbir zaman benden hayatında bir yer edinmek için koşullar öne sürmemişti. Babam onun için ya da bir başkası için biri olayım diye değil ne yapıyorsam kendim için bir değerim olmasını istemişti. Babam gidince ben boşluğa düşmüştüm çünkü ben ne yapıyorsam hep onun benden olmamı istediği kişi olmak istediğim için yaptığımı düşünürdüm oysa hiçbir zaman benden öyle bir isteği olmamıştı. Babamın zamanında anlamadığım öğütlerini yaşayarak öğreniyordum.

Babam ölünce annemin duymaktan en nefret ettiği cümle ‘’Ölenle ölünmez!’’ avuntusuydu. Annem için zaman durmuş akmıyordu bedeninin toprağa gömülmesini bekliyordu. Bana şöyle söylemişti: ‘’Bana hep bu cümleyi kuruyorlar. Ölenle ölünmüyor ama onsuz da yaşanmıyor.’’

Bu hayatı kendine zehir etmek miydi? Annem hep tam tersinin onun için yaşamı zorlaştıracağını söylerdi. Babamın hatıralarıyla ayakta duruyordu. Ölenle ölmemişti belki ama ölenle yaşayamıyordu da. Başımı cama yaslamış karmaşık düşüncelerimle boğuşurken Doğu hiç susmadan konuşmaya devam ediyordu.

‘’Şimdi biz üniversitedeyken biraz ayrı ayrı takılıyorduk sonra Mert’in bir arkadaşının kardeşi işitme engelliymiş. Gittiği okulda yapılacak etkinlik son anda iptal olunca kardeşi çok üzülmüş. Bizimkini de tanıyorsun hiç dayanamaz öyle durumlara hemen işi ele almış. Bizi de organize etti. Kafa kafaya verip ne yapabiliriz diye düşündük. Onları en çok ne mutlu ederdi? Mert bir anda ayaklanıp ‘müzik!’ dediğinde neye uğradığımı şaşırdım. Çok mantıksızdı duyamayan çocuklara dalga geçer gibi konser mi verecektik? Öyle düşünmememi söyledi. Müzik sadece duyabildiğin bir araç değildir demişti. Bir hafta önceden tablolar çizmeye başladı. Biz de işte alanla ilgileniyoruz ama herkes saçma buluyor. Neyse günlerce uykusuz kaldık baş koymuştuk bir işe, Mert bizi de inandırmıştı. Onların görebileceği ne varsa yapmaya başladı. Uçurtmalar hazırlandı, küçük heykeller yapıldı, nereden bulduğunu bilmediğim bir macuncuyu bile ikna etti. Etkinlik günü geldiğinde ise bize önceden öğrettiği işaret diliyle derdimizi anlattık. Her bir çocuğa erinmeden ‘Şimdi size bir konser vereceğiz. Duyamadığınızı biliyoruz ama görebiliyor ve hissedebiliyorsunuz. Müziği duymak demek onu hissetmek demektir.’ diye güzel güzel anlattık. Hepsi gülümsedi. Sahneye çıktığımızda söylediğimiz çocuk şarkılarında yaptığımız hareketlere kahkaha attılar. Ben daha önce müziği hiç duymadığımı o zaman fark ettim.’’ Başımı yasladığım camdan kaldırıp ona baktım.

‘’Çok gurur duydum Doğu ama bana bunları niye anlatıyorsun?’’

Evden çıktığım an peşime takılmış benimle otobüse binmişti. Üstelik geldiğinden beri susmamıştı.

‘’ Şoför de en sevdiğim türküyü açınca aklıma geldi anlatayım dedim.’’

‘’En sevdiğin türkünün adını bilmiyordum. Öğrendiğim iyi oldu.’’

‘’Türküler hazinedir Deniz altını kazarsan çok hikaye çıkar.’’

‘’Sen türküleri mi seviyorsun hikayelerini mi?’’

‘’Hikayesi sevilir mi Deniz? Hepsi acıklı.’’

‘’Acıdan doğan sözleri seviyorsun ama.’’

‘’Benciliz işte! Çok durma üzerinde yoksa altında kalırız.’’

Yetmezmiş gibi beni kolumdan sürükleyip en arkaya oturtturmuştu. Sallanıp duruyorduk.

‘’Doğu bana diyecek bir sözün varsa söyle! Tüm gün peşimde dolaşmadan başından halledelim. Senin işin gücün yok mu?’’

‘’Var.’’

‘’Ee o zaman?’’

‘’İşimle uğraşıyorum zaten.’’

‘’O ne demek?’’ dememe kalmadan otobüs durduğunda inmişti. Peşinden gittiğimde benimle kitapçıya gelmiş açarken yardımcı olmuştu. Bugün niye böyle yapıyor anlamıyorum.

Bir derdi vardı belli yine de ses etmedim birlikte rafların tozunu aldık. Kitapları düzenledik. Birkaç müşteriyle ilgilendik. Okullar kapalı diye çok uğrayan yoktu ama idare ediyorduk.

Raftan bir kitap seçip okumaya başladı ben de kendi kitabımla ona eşlik ettim.

Az sonra kitabımı bir kenara bırakıp küçük televizyonumdan açtığım haberlere dalıp giderken Doğu okuduğu kitaptan başını kaldırmayarak çıkan haber hakkında alaylı bir yorum yaptı.

‘’Deniz hatırlıyor musun çok yakın bir zamanda sahadan çekilen malum kişilerin altında bir bit yeniği aramıştık. Bak yavaş yavaş ortaya çıkıyor amaçları. Tahtadan bir piyonu çekip fille oynamaya karar verdiler ya da başından beri amaçları fil ile oynamaktı. Hiçbir şeyden kurtulduğumuz ya da sözde barış istedikleri falan yok sadece daha büyük bir oyunun temellerinden hatta adımlarından birinin atılması içim emir alıyorlar.’’

Sıradaki habere geçtiğinde yine yorumunu esirgemedi.

‘’ Eğer sen ülkenin herhangi bir yönetim koluna mensupsan senin görüşlerin ve fikirlerin olamaz! Sen o koltuğa oturduğun andan itibaren sadece bize hizmet etmekle yükümlüsün görüşlerini dayatmakla değil. Görüş deyince de insanların aklına hemen tek bir konu geliyor. Hayır bu ülke her türlü farklı görüş yüzünden bu hale geldi. Bu durumu ne millete ne de devlete dayatamıyorsunuz bir örnekle açıklayayım. Özel hayatında evlenmeyi düşünmeyen bir kadını aile bakanı yaptığında evlenmeye teşvik eden politikalar izlerse halk sen evlenmedin ama bize bunu öneriyorsun der. Çocuğu olmayan bir nüfus planlayıcısının çocuk yapın naralarını kimse dinlemez. Özel hayatında feminist olan birinin kadın haklarını savunacağım diye kadınları annelikten soğutması ne denli ülke yararına olabilir? Bunlar basit ama etkili konulardır. Aynı konulardan bahsettiğimiz söylenebilir ama bu tarz durumları her türlü yönetim kademesinde görüyoruz. Diğerlerini bilemem ama bence bizim ütopyamız en fazla kendi görüşlerini dayatmayan insanların yönetim kadrosunda olması olur.’’

Dayanamayıp gözlerimi kocaman açarak ona baktım.

‘’Maşallah her konuya da yorumun var. Pişman ettin beni televizyonu açtığıma.’’

Televizyonu kapatıp ona döndüğümde umursamazca omuz silkip başını geriye yaslayarak gözlerini kapattı.

Kısa bir ana sessizliğe büründüğümüzde içindekileri dürüstçe benimle paylaştı. Bugün ne oldu bilmiyorum ama Doğu sürekli konuşmak istiyordu sanırım sadece konuşmaya ve birinin onu dinlemesine ihtiyacı vardı. İstifimi bozmadan onu dinledim.

‘’Sen şehit olursun. Millet arkandan hala ırk kavgası yapmaya devam eder. Bir yerde sana kadar gelir küfürler. Gereksiz kavgaları gördükçe hayatındaki anlamsızlıklar çoğalır. Birileri dağın başında itlerle savaşırken ‘Hay senin şehidine…’ diye başlayan hakaretler yağdıran hainler aramızda cirit atıyor. Neye inandığının o noktada bir önemi var mı? Bu yüzden şu üç günlük dünyayı adam akıllı yaşamaya çalışıyorum çünkü hiç tanımadığım insanlar bir yerlerde benim için savaştı ve hala savaşıyor. Üzerimde hiç tanımadığım insanların kanı var. Benimse tek yapmam gereken doğru düzgün kendi halimde yaşayıp gitmek. Anlamsız Deniz. Birileri ölürken bütün kavgalarımız, olmayacak heveslerimiz, şımarıklıklarımız, taleplerimiz hepsi anlamsız. Bir gerçek var, tek bir gerçek ölüm... Biliyorum nerede doğacağımı ben seçmedim ama doğru dürüst yaşamanın doğduğun yerle ilgisi olduğuna inanmıyorum. Maddiyattan değil maneviyattan konuşuyorum. Bizi insan yapan değerlerden bahsediyorum. Zor mu be Deniz? Ateş düşen onca ocağa karşın düzgün yaşamak çok mu zor? Biliyorum şehidin kanına karşılık biçilecek bir bedel yok ama nedeni var. En azından nedeni için yaşayabiliriz.’’

İç çekip bu sefer sadece adımı söyledi ‘’Deniz?’’

Elimi çenemin altına koymuş onu dinlerken hiç istifimi bozmayıp ‘’Efendim?’’ dedim.

‘’Sen iyi bilirsin içimiz hep bir hoşça kal ülkesi derler ya! Bizim hikayemiz de içleri hoşça kalamayanların ülkesini anlatıyor. Hep bir kızgınlık hep bir kırgınlık…’’ Buruk sitemlerini dilerken beni de alıp götürmüştü.

İçinde tuttuklarını dile getirdiği sırada polis arkadaşının gözlerinin önünde içimizdeki hainlerden biri tarafından şehit olduğu aklıma geldi. Sözlerinin üstüne diyecek bir söz bulamadım. Doğru söze ne denir?

Gözlerimi hafifçe kısıp başımı biraz aşağıya eğdim.

‘’Doğu Yansı’yı çok seviyorsun değil mi?’’

Öyle bir gülümseme yer etti ki yüzünde ben cevabımı aldım.

‘’Sevmesem hoşça kalmaz mıydım Deniz?’’

Ben Mert’i, Yansı ise Doğu’yu geride bırakmıştı. Dolunay ve Ulaş ise bambaşka bir gidişti.

Soğuyan çaylarımızı alıp ayaklandım daha fazla deşmeye gerek yoktu. Dediği gibi altından kalkamazdık.

‘’Bir çay daha içer miyiz?’’ diye sorduğumda başını salladı.

Böyle sohbet ederek akşam etmiştik.

Planımız işe yaramıştı çok geçmeden Vedat Yansı’yı yemeğe davet etmişti. Biraz zorla davet ettirmiş gibi olsa da halletmiştik. Evine girmemiz demek ona bir adım daha yaklaşmak demekti. Hem Kaya’nın ailesi ile olan bağını da çözebilirdik.

Geleneksel buluşma yerimiz haline geldiğinden bizim evde toplandık. Yansı hazırlanıp çıkmış evlerinin yolunun tuttuğunda bize de olanları dinlemek düşmüştü.

Dolunay söylene söylene demlediği çayları önümüze koydu.

‘’Allah’ın aşkına sizler niye bizim evi bizden çok kullanıyorsunuz?’’ Sözleri özellikle bizim evden çıkmayan karşı komşularımızaydı.

Doğu pişkinlikle önündeki kurabiyelerden birini ağzına atıp ‘’Sizin evi kirletmek daha çok hoşumuza gidiyor.’’ dediğinde ayağına vurup gözlerimle yediği kurabiyeyi işaret ettim.

‘’Eğer tek bir kırıntıyı dökersen seni Yansı’ya şikayet ederim.’’ Yüzündeki gülümseme anında solmuş eline aldığı ikinci kurabiyeyi ısırmadan yutmuştu. Böyle hanımcı olacaksın.

‘’Dolunay bir dahakine kaçırılmadan önce haber ver. Ulaş’ın olmadığı bir ülkeye kaçayım. Gezegen değiştirebilsem değiştirirdim.’’

Dolunay Yıldız’ın kaçırıldığı günden beri başında dırdır edip durmasından usanmıştı.

Kızı kaçırıldığına bin pişman etti.

Dolunay sinirle nefesini üflerken ‘’Yıldız ne zaman konuyu kapatacaksın?’’ diye sordu.

‘’Ölümden döndüm. Benim gibi nadide bir parçayı bu dünya kaybedecekken kolay kolay konuyu kapatamayız.’’

‘’Yıldız sana bulaşma dedik aksiyon bensiz olmaz deyip peşimize takıldın. Doğru düzgün işin aslını anlatmamıza bile müsaade etmedin. Şimdi de şikayet ediyorsun.’’

‘’Çok bilmeyeyim. Çok bilmek de güzel değil sıkıldıkça katılıyorum size.’’

Doğu gülerek ‘’Kendine reklam muamelesi yapıp bundan memnuniyet duyan tek kişi olabilirsin.’’ dedi.

‘’Hoş geldiniz!’’ Yansı’nın tarafında olan hareketlenmeyle hepimiz konuşmayı kestik.

‘’Hoş buldum! Nasılsınız?’’

‘’Buyurun şöyle geçin. İyiyiz sizler nasılsınız?’’ Vedat’ın hiçbir duygu barındırmayan sesi işimize yaramıyordu.

‘’Ben de iyiyim.’’

‘’Gözlük mü takıyordunuz?’’

‘’Bazen lenslerimi çıkarıyorum.’’ Yansı normalde de gözlük takıyor ama çoğunlukla lens kullanıyordu. Bugünse gözlükteki kameradan olan biteni izleyelim diye takmıştı.

‘’Eşim Parla, Yansı hanım kendisiyle ortaklık için görüşüyoruz.’’

Hayır sen sıkıştığından burun kıvırdığın ‘’çocuğa’’ geri döndün.

Eşi ile kısa bir tokalaşmanın ardından oturdular.

Yansı sevecen sesiyle konuşmaya başladı.

‘’Eviniz çok güzelmiş. Gezmeyi çok isterim.’’

Vedat eşinin sırtına elini koyup ‘’Eşimin marifeti. Elbette gezebilirsiniz.’’ dedi.

Güzel bir eşi vardı. Kendisinden genç olduğu anlaşılıyordu. Boya olduğu belli olan dalgalı siyah saçları ve mavi gözleri vardı. Görebildiğim kadarıyla yüzünde estetik yoktu ama düzenli botoks yaptırıyor olmalıydı.

Vedat’a gülümsediğinde samimi olmadığını anlamak zor olmamıştı.

‘’Eşiniz de çok güzelmiş hayran kaldım doğrusu.’’

Yıldız kuru meyve kemirmekten bozulan sinirini bizden çıkarmaya yemin etmişçesine ’’Yansı biraz daha zorlarsa itiraf etmiş kadar olacak çünkü adam kurnaz aklını konuşturup çakacak mevzuyu.’’ Diyerek bizim de asabımızı bozuyordu.

Gerçekleri söylemesi şu an pek işimize yaramazdı. Hiçbirimiz ondan tarafa bakmayı zoraki ilerleyen sohbeti dinlemeye döndük.

‘’Çok gençsiniz ilk işiniz mi?’’ diye sordu Parla Hanım.

‘’Sayılır. Babamın hatırı sayılır bir desteği de var ama bu işte tek olmak istedim. Kendimi ona kanıtlamaya çalışıyorum.’’ Güzel bahaneydi. Böylece olay babasını çok etkilemeyecekti.

‘’Ne kadar güzel değil mi Parla? Bizimkilerde hala bana güvenip kendi başlarına bir arpa boyu yol alamıyorlar.’’ Vedat tam isabet yaptığında Yansı, Parla Hanım’ın ufak ikazının ardından fırsatı kaçırmadı.

Yansı cevabını bilmesine rağmen ‘’Kaç çocuğunuz var?’’ diye sorduğunda içeriye iki kişi girmişti.

Parla Hanım ayaklanıp biri orta boylarda bordo rengi bir elbise giymiş sarı saçlı yirmilerindeki kız ile babasının mavi gözlerini almış siyah saçlı esmer genç kızdan birkaç yaş büyük oğlanın ortasına durmuştu.

‘’Kızım Yeşim oğlum Burak’’ Yansı ayaklanıp elini uzattı.

‘’Memnun oldum.’’

İkisinin takındığı yüz ifadesiyle içimden geçenleri benden önce Mert dile getirdi.

‘’Onlar pek memnun olmamış gibi.’’

Yansı bizi duyabiliyordu umarım bir anda kahkaha atmaya başlamazdı. Parla hanım çocuklarının burnundan kıl aldırmayan tavırlarının üstünü örtmek için yalandan boğazını temizleyip ‘’Yemeğe geçelim.’’ dedi.

Ne aile ama! Bir araya geldiklerinde Uğur Derin Dondurucu reklamına dönüşüyorlar.

‘’Biz de tam Yansı hanımın genç yaşına rağmen kendisini kanıtlama arzusunu konuşuyorduk.’’ Vedat’ın özellikle üzerinde durduğu konuda kimlere taş attığı barizdi.

Kızı iki elini çenesine koyup küstah bir gülümsemeyle ‘’Birilerine kendini kanıtlamaya ihtiyaç duyuyorsa kendisini yeterince iyi görmüyor demektir.’’ dediğinde hepimiz heyecanla yerimizden doğrulduğumda ‘’Oo!’’ nidası da ağzımızdan dökülmüştü.

İşler şimdi ilginçleşiyor.

Biz Yansı’nın cevabını beklerken ‘’Az önce tanıştığın kadına da laf sokmazsın her işimiz kurgu.’’ dedi Doğu.

‘’Bazı insanların benden daha iyi olduğunu bilecek kadar kendimin farkındayım diyelim.’’ Yansı’nın cevabıyla oluşan gerginlik Doğu’nun sesiyle bölünmüştü.

‘’Ben o yâre canımı

Ömrümü, hayatımı

Seve seve her şeyimi

Ben o yâre kalbimi

Yatağımı, döşeğimi

Sererim, haberi olsun’’

Biz ne olduğunu anlamadan şarkı söylemeye başladığında ağzımız açık ona döndük. Bitirdiğinde sırıtarak bize bakıyordu.

‘’Yıllar önce yarım kalmıştı. Şimdi tam sırasıymış gibi geldi.’’ dedi.

Onun aklının başında olmadığına kanaat getirip dinlemeye geri döndük.

‘’Yansı Hanım siz ne zaman Ankara’ya geldiniz?’’ diye sordu Parla.

‘’Üniversite için gelmiştim sonra kalmaya karar verdim. Arada İzmir’e gidiyorum.’’

‘’İzmirli misiniz?’’ bunu soran oğulları Burak’tı.

‘’Hayır aslen Manisalıyız.’’

‘’İzmir’in kızlarına çok benzemiyorsunuz zaten.’’ Bu Yeşim denen kızın yeni tanıştığı insanlara laf sokma gibi bir hobisi filan mı var?

Yansı bütün sakinliğini koruyup ‘’Siz nerelisiniz?’’ diye sordu.

‘’Ankara!’’

‘’Arada kırsal yerlere giderim. Tiftik keçisi görmüştüm çok tatlıydı. Bu arada siz ne işle meşguldünüz?’’ Onun bütün laf sokmalarını görmezden gelip şöyle sevecen duruyor ya helal olsun! Dolunay olsaydı soluğu mahkemede alırdık.

‘’Yeşim kendi markasını kurdu.’’ diye atıldı Parla.

Yeşim üsten bakışlarını Yansı’ya dikerken önündeki içecekten küçük bir yudum aldı.

‘’Özgüveninizin nedeni şimdi belli oldu. Bu yaşınızda markanız var üstelik başarılı da.’’

‘’Sermaye ve ismin açamayacağı kapı yoktur Yansı hanım.’’ Vedat’ın iğnelemesine Yansı kısa bir ‘’Doğru!’’ diyerek geçiştirse de Yeşim’in göz devirip üzerinde durmamasından bu konuya alıştığı anlaşılıyordu.

Kısaca ben olmasaydım bu kızdan bir halt olmazdı diyor. Çok açıklayıcı oldu. Kıza başta sinir olmam herifin kabalığını savunduğum anlamına gelmiyor. Nereden biliyorsun? Belki yine de başarılı olurdu.

‘’Takdir edersiniz ki yeteneğinde çoğu zaman açamadığı kapı yoktur Vedat Bey. Benim yeteneğimin reddettiğiniz teklifimi tekrardan değerlendirmenizi sağlaması gibi.’’

Elimle ağzımı kapatırken Ulaş gülerek ‘’Bu iyiydi!’’ demişti.

Vedat’ın yüz ifadesi an be an değişiyordu.

Yansı Yeşim’e döndüğünde az önce kendisini savunduğunu gördüğünden şaşırmış duruyordu.

Ne sandın? Birbirimizi yiyebiliriz ama kimse öyle üsten üsten laf atamaz.

Burak gülüşünü saklamak için eğdiği başını kaldırıp Yansı’nın elini işaret etti.

‘’Nişanlı mısınız?’’ yersiz sorusuyla bakışlarımız direkt Doğu’yu buldu. İçimden bir ses bu herifi Doğu’nun gözünün tutmayacağını söylüyordu.

‘’Hayır yüzüğü öylesine takmıştım. Şimdi fark ettim gerçekten nişan yüzüğüne benziyor karıştırmanız normal.’’

‘’Yazık olmuş.’’

‘’kime?

‘’Sizi kaybeden kişilere.’’

İçimdeki ses doğru söylüyor. Ailen var ailen.

Doğu alt dudağını ısırıp burnunu çektiğinde yüzünde sinir olduğunu belirten zoraki bir sırıtış vardı. Bu işi Doğu ile birlikte yapsaydılar biz şu an sela okuyacak hoca arıyor olurduk.

Yemek faslı bitmiş biraz iş konuşulmuş ve nihayet sıra evi gezmeye gelmişti. Allah’tan diğerleri Parla ile Yansı’nın peşinde kuyruk gibi dolanmayıp ikisini yalnız bırakmışlardı.

‘’Kızımın kusuruna bakmayın .’’ Parla Hanım uzatmadan konuya girdi.

‘’Ben alışığım merak etmeyin.’’

Dolunay araya girip ‘’Sen daha neler derdin Yansı’da neyse. Kızı ucuz kurtuldu haberi yok!’’ dedi.

‘’Eşimi az çok tanımışsınızdır biraz serttir kızım da bunun etkisini görüyor.’’

Peki bunun hangi kısmı yeni tanıştığı insanlara kıskançlıkla yaklaşıp laf sokma hakkını veriyor?

‘’Anlıyorum dediğim gibi sorun yok. Sergi odanız da çok hoşuma gitti. Sanat ile ilgilisiniz sanırım.’’

‘’Evet resimleri severim.’’

‘’Siz de yapıyor musunuz?’’

‘’Arada karalıyorum.’’

Yıldız bıkkınlıkla yerinden kalkıp ‘’Ay bayılacağım sıkıcı sıkıcı muhabbetler. Biri ölüp dirilmeyecekse beni rahatsız etmeyin.’’ dedikten sonra kuru kayısısını alıp odasına gitti.

Az yemek hiç birimize iyi gelmiyordu.

‘’Kaç yıldır bu evde yaşıyorsunuz tarihi bir dokusu da var ondan soruyorum.’’

‘’Aile yadigarı eşime babasından ona da kendi babasından kalmış. Biz de geleneği sürdürüyoruz diyelim.’’

Güzel demek ki doğru evdeyiz.

‘’O zaman her ince ayrıntısına çok özen gösteriyorsunuzdur.’’

‘’Elbette ama bizde pek kalabalık olmadığımızdan çok zorlanmıyoruz. Devamlı olan yardımcılarımız dışında ayda bir kez büyük bir temizlik için anlaştığımız bir yer var.’’

‘’Kimseye kolay kolay emanet edemiyorsundur ben bakmaya kıyamadım. Yardımcılarınız yıllardır sizinle olmalılar.’’

Gülümseyip gözlerini kaçırdı ‘’Sayılır.’’ demesinin ardından cümlesine devam etti.

‘’Seramızı da göstereyim bu taraftan.’’

Çok yaklaşmıştık ama uzaklaşmak zorunda kaldık. Bu noktada sorgulamak dikkat çekerdi. Kendisinin anlatmasını sağlayacaktık ya da başka bir yol izleyecektik. Epey büyük olan Seraya geldiklerinde Nalan hanım lavaboya gitmek için yanından ayrılmış kendisinin istediği kadar gezebileceğini söylemişti.

Yansı gittiğinden emin olunca dikkati elden bırakmayıp konuşmaya başladı.

"Biraz daha vakte ihtiyacım var iyice güvenlerini kazanmalıyım ki benimle Kaya nın ailesi hakkında konuşabilsinler."

Doğu eliyle çenesini kaşıyıp

"Aslında olay basit Kaya'nın annesi yardımcı olarak yanlarında çalışıyormuş babaları da şoförlüklerini yapıyormuş. Ne oldu da bu ikisi bir anda işlerini bırakıp Ankara'dan kaçarcasına gittiler? " diye kısaca özet geçti.

"İhtimallerimizde Kaya'nın evlatlık olma olasılığı da var değil mi?" Ulaş'ın cümlesiyle başımızı sallarken Mert cevapladı "Elbette! Hatta olma olasılığı en yüksek ihtimal."

"Şimdil-" Yansı'nın cümlesini yarıda kesmesinin sebebi Vedat'ı seranın dışarı açılan kapısının ötesinde hararetli bir şekilde telefonla konuştuğunu görmesiydi.

Hemen yanına yaklaşıp onu dinleyip kendisini göremeyeceği bir yere geçmişti.

‘’Ne demek kimin işinin olduğunu bulamıyoruz. Boşuna mı para ödüyorum size?’’

Ben bu herifin yanında gerçekten çalışsaydım paran da pulunda senin olsun deyip dolandırarak kaçardım.

‘'Anladım ben kimin yaptığını.’’

Ağzından çıkan isimle hepimiz neye uğradığımızı şaşırmıştık.

‘’Efarit! Kendine Efarit diyen psikopat bütün bu belaları başıma açtı.’’

Anladım ki bu iş bizimle sınırlı değildi. Sınıf arkadaşlarımız Nalan, Poyraz ve şimdi de Vedat. Efarit kim bilir daha kimlere kendini tanıtmıştı. Söylediği yalan değildi. Bunu bize Efarit mecbur etmişti. Biz onun intikamının bir parçası olduğumuzu bilerek bu oyunları oynamıştık.

İşler sandığımızdan daha çok çirkinleşiyordu.

BÖLÜM SONU

YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!

Yazım ve noktalama hataları için üzgünüm.

Son sahnelerin zoraki gibi yazıldığının farkındayım ama aklıma geleni yazdım düzeltebilirsem düzelteceğim.

Vakit ayırdığınız için teşekkürler.

Bölüm : 26.09.2025 20:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...