
Öncellikle Doğu Türkistan’da Uygurlara yapılan zulmü ve baskıyı da Gazze’de ki soykırımı da şiddetle kınıyorum. Siz unutursunuz ben unuturum ama tarih asla unutmayacak! Tarih unutmadıkça gelecek nesiller bugün sustuklarımızı konuşacak!
Mevsim geçişlerimi görmezden gelseniz olur mu? Biraz mahcup oldum ama kusura bakmayın.
‘’İsminiz Hudut ama hiç sınırınızı bilmiyorsunuz.’’
‘’İsminiz Sahra ama siz de sınırlarınızı çizemiyorsunuz.’’
‘’Bazı insanlar vardır herkes onu yuva beller de kendisi yurtsuz kalmıştır.’’
Bazen içimizde hiç tanımadığımız birinin yasını tutuyormuşuz gibi hissederiz. Ben hiç öyle hissetmedim ama hisseden insanlarla karşılaştım. Çok iyi tanıdığımız ama şimdi adını bile bilmediğimiz birini kaybetmişiz ve aklımız unutsa da içimizde unutmamıza izin vermeyen bir taraf olduğunu söylüyorlardı. Belki de önemsemedikleri ya da hayatlarında pek de yeri olmayan insanların kayıplarına duydukları üzüntü hayatlarına bir an da değil parça parça dahil oluyordu. Ben de yas tutuyordum ama benimki bildiğim, tanıdığım birinin yasıydı. Bilindik yaslardandı. Hiç olmadık yerlerde aklımıza düşen türdendi. Benim Vedat'ın çocuklarıyla olan ilişkisini gördüğümde aklıma düşen hatıralar gibi. Böyle önemli bir işin üstündeyken bunları düşünmemeliydim.
Havalar soğuyordu yazın sıcaklığı kendini sonbaharın esintisine bıraksa da bizdeki durumlar değişmemişti. Artık güneş battığında insan daha fazla ısınmaya muhtaç oluyordu. Yansı’nın şu an hareket edip durmasının sebebini çok iyi anlıyordum. Havalar soğumaya başlamıştı. Yine de işimizi zorlaştırdığı gerçeğini göz ardı etmemek lazımdı. Biraz dayansın canım!
‘’Yansı titreyip durmasan mı?’’ Kamerada onunla birlikte titrediğinden başımdan dönmüştü. Dayanamayıp uyardım.
‘’Havanın soğukluğunun getirmiş olduğu bir ihtiyaçla lavaboya gitmem lazım Deniz. Bak yeni bir bilgi öğrendin. Kitap karakterlerinin de lavaboya gitmesi gerekiyormuş. Hayali bir karakterden çok gerçeğe yakın olmamın getirdiği hayal kırıklığı için okuyuculardan özür dilerim. ’’ Şu an abartarak duygu sömürüsü yapıyor. Herkesin başına gelen bir durumdu ama şu an Yansı’nın kendisini tutabildiği kadar tutması gerekiyordu.
Az önce duyduklarımız beklemediğimiz bir durum değildi. Ondan çok üstünde durmamıştık ama yine de kısa bir şaşkınlık geçirmeden edemedik. Vedat’ın telefonu kapatmasına yakın Yansı az önce durduğu yere dönmüştü. Etrafı izlerken Vedat ile göz göze geldiğinde yaptığı konuşmayı duyup duymadığını sorgular bir hali vardı. Yanına geldiğinde Yansı duymadığını göstermek için alakasız bir konu açtı.
‘’Evinize bayıldım bembeyaz rengi ve merdivenlerine kadar hissettiren tarihi dokusu muhteşem. Eşiniz çok iyi bakmış.’’
‘’Teşekkürler. Atadan kalma yadigar.’’
‘’Eşinize de söyledim böyle bir evi herkese emanet edemiyorsunuzdur.’’
‘’Öyle kimseye güven olmuyor.’’
‘’Çalışanlarınız buranın emektarları mı?’’
Eşiyle aynı ifadeyi takınıp aynı cevabı verdi.
‘’Sayılır.’’
İkisinin de aklına aynı olay geldiği besbelliydi de neydi işte?
‘’Hararetli konuşuyordunuz bir problem mi var?’’
‘’Geçen ki davette yaşadığımız talihsizliği biliyorsunuz.’’
Yansı hiç suçu yokmuşçasına ‘’Sizin prestijiniz açısından epey yıkıcıydı.’’ Dedi.
‘’Onu yapan kişiyi bulmaya çalışıyoruz.’’
‘’Çok rakibiniz var. Bulmak zor olmaz mı?’’
‘’Olmaz! Onu bulup gerekeni yapacağım.’’
‘’Gücenmeyin ama sizden önce kendine göre gerekeni birileri yapmış gibi görünüyor. Bence sizi bu duruma düşüren kişi çok da uzakta olan biri değil. Hala bulamıyorsanız belki de en yakınlarınızdan şüphe etmelisiniz. Yani ben genelde öyle yaparım.’’
Nalan’a oynuyor. Geldiğimizden beri yüzünü neden göremediğimizi çözememiştik.
Gözlerini kısıp Yansı’ya şüpheyle baktığında ‘’Bir bildiğiniz mi var?’’ diye sordu.
‘’Sadece kendi düşüncemi söyledim. Siz benden daha tecrübelisiniz doğrusunu daha iyi bilirsiniz.’’
Konuşmaları Parla’nın yanlarına gelmesiyle yarıda kalmıştı. Biraz daha havadan sudan konuşmalarının ardından nihayet Yansı oradan ayrılabilmişti.
Ulaş bir elini diğerine vurup ‘’Abi en sonunda ben deli çıkacağım bu işin içinden o olacak.’’ dedi.
Yıldız kafasını Ulaş’ın görmeyeceği taraf çevirip ağzının içinden ‘’Halihazırda deli olduğun için en fazla soluğu tımarhanede alabilirsin.’’ dedi.
Mert öne doğru eğdiği bedenini arkaya yaslarken ‘’İki gündür tanıdıkları kadına şecerelerini dökmeyeceklerini biliyorduk.’’ dedi.
‘’Çocuklarıyla arası kötü eşiyle ise ortalama bir ilişkisi var. Çocuklar anneleriyle babalarına nazaran daha iyi anlaşıyor gibi görünüyor. Kadın daha çok eşi ile çocukları arasında orta yolu bulmak için uğraşıyor. Klasik çocuklarını beğenmeyen baba problemi.’’ Yansı üstünkörü durumu anlattığında düşüncelere daldık.
‘’Artık şu işi hızlandıralım. Doğu, Kıraç bize Parla’nın programını öğrenebilir mi? Ne yapıyor? Nerelere gidiyor? Özellikle kartlarını takip etsin. Sürekli harcama yaptığı bir yer var mı ona bir baksın.’’
‘’Bunu soracağını bildiğim için bilgileri önceden araştırmıştım. Buraya gelince gösteririm. Sürekli alışveriş yaptığı bir mağaza var. Onunla tesadüfen karşılaşmış gibi yapıp sohbeti ilerletirsen işimize yarayabilir.’’
‘’Tamamdır herkes için uygunsa öyle yapalım.’’
Hepimiz onaylayan mırıltılar çıkarttık.
Telefon kapandığında kendi aramızda tartışmaya devam ettik.
‘’Evindeki odasına girebilsek tüm iş çözülürmüş gibi geliyor.’’ Dedi Ulaş.
Mert başını sallayıp cevap verdi.
‘’Bende aynı şekilde düşünüyorum ama orası zor. Doğu’nun dediğini yapıp Parla’nın üzerinden yürüyebiliriz. Tüm bildiğini ortaya sermese de ufacık bir ipucu vereceğini düşünüyorum.’’
‘’Tüm sır perdesini aralamaya çok yakınızda yazar bölüm doldurmak için hepimizin aklıyla oynuyormuş gibi geliyor. Düşünmekten deli çıkacağız yakında! Hele bir çay koyun!’’
Doğu’nun tavrı üzerine ayağına vurarak elindeki bardağı sertçe çekip aldım.
‘’Dolunay’a hak vermiyor değilim.’’ Çayları tazelemek için mutfağa giderken arkamdan ‘’Zaten bu hikayede bir bana hak verilmiyor.’’ dediğini duymuştum. Dolu tepsi ortaya koyup yerime oturdum. Ben gidip gelene kadar yine konular çok alakasız bir yere gitmişti.
‘’Geçen bizim eve kedi nasıl girdiyse bizde onların evine öyle girelim.’’ dedi Doğu.
Olayları nasıl bağdaştırdığını anlamazken Dolunay kaşlarını yukarı kaldırıp ‘’Eve kedi mi girdi?’’ diye sordu. Kedinin bu kadar yüksekte olan bir eve nasıl girdiğini anlamaya çalışıyordu.
‘’Evet! Salona bir girdik kedi ortada duruyor ama bize bir bakışı var… Gören de o bizim evimize değil de biz onun evine girmişiz zanneder.’’
Doğu’nun heyecanlı anlatışını sakince dinleyen Ulaş mimik oynatmayarak ona bakıp ‘’Üzerinde bıraktığı etkiyi ‘yanlışlık oldu herhalde affedersiniz.’ deyip evden çıkmaya çalıştığında anladık zaten.’’ dedi.
‘’Ne yaptınız peki hayvana?’’ diye sordum.
‘’Ulaş’ın kendisini sahiplenmek istediğini söylediğimde kendini balkondan attı. Kedi sağlam merak etmeyin ama arkasına bakmadan kaçtı.’’
Cümlesi bittiğinde Dolunay kahkaha atarken ‘’O kediyi bana bulun ödül mamasını hak etmiş.’’ dedi.
Bizim şakalaşmalarımız Yansı gelene kadar sürmüştü. Geldiğinde ne yapacağımıza dair detaylı bir şekilde konuşmaya karar verdik.
‘’Şimdi ben kadının gittiği mağazada tesadüfen karşılaşmış gibi yapıyorum.’’
‘’İyi de kadın oraya sürekli gidiyorsa seni gördüğünde şüphe etmeyecek mi? Ayrıca çok uzun süredir Ankara’dasın böyleleri öyle sıradan yerlere de gitmez. Bu zamana kadar niye karşılaşmadık diye sormayacak mı?’’ Mert’in mantıklı önerisiyle kafamı salladım. Doğru söylüyordu.
Yansı yüzünü buruşturup isyan etti. ‘’Bir kere de mantıklı düşünmeyip işimizi kolaylaştırın be! Hep gelmek istiyordum fırsatım olmadı falan derim.’’
Dolunay gülerek ‘’Asla cimriliğinden değil.’’ dedi.
‘’Öyle yerlere cimri olmasam da param yetmez! Vallahi bizde baba parası yok alın teri parası var. Bilgisayar başında geçen Dolunay ile birbirimizi yiyorduk üç kuruş kazanacağız diye. Şu iş bir bitse de kendi işimi yapsam aksi takdirde birilerini boğmama bir şey kalmadı.’’
Dolunay gözlerini kısmış onu süzerken aklına gelen hinlikle ‘’Acaba Yansı’yı oğluyla mı eversek?’’ demişti.
Ortalığın karışması için Efarit’e gerek yok biz bize yetiyoruz çok şükür.
Yansı hiç bozulmamış aksine durumla dalga geçmişti.
‘’Üzerine de düşmandan aşka pankartını asıp eline kafeste bir gül kapağı da verdik mi dijitale pazarlarız.’’ Bir an düşününce bana da iyi bir fikir gibi gelmişti.
‘’Aslında fena fikir değil ama zamanımız kısıtlı onunla uğraşamayız.’’ dedim.
‘’Durun lan Doğu transa girdi.’’ diyen Mert ile o taraf döndüğümüzde ağzı açık kalmış Doğu’yu dürterek kendisine getirmeye çalıştığını gördük.
‘’Doğu kendine gel yoksa Ulaş suratına geçirecek yumruğunu. Dünden hazır zaten kötü kötü bakıyor.’’ Mert’in uyarısıyla Doğu duruşunu bozmadan ‘’Durun birazdan ruhum aranıza katılacak.’’ dediğinde ‘’He tamam o zaman! Biz o yokmuş gibi devam edelim.’’ deyip arkasına yaslanan Mert’e kınayarak baksam da bir omzunu kaldırıp indirerek ‘’Ne yapayım?’’ demişti.
‘’Siz niye benim sevdiğimi iki cümlede başkasına yar edip bunu çok sıradan bir olaymış gibi anlatıyorsunuz? Ben yok muyum burada? Lisedeki felsefe dersinde olduğu gibi varlığımı kanıtlamak için yoklamaya mı katılmalıyım?’’
‘’Zamanımız yok yapamayız zaten Doğu.’’ Yansı’nın söylediği üzerine ‘’Ya ben gerçekten yokum herhalde. Zamanımız olsa yapacaksın yani?’’ dediğinde Dolunay ortalığı karıştırmanın keyfini çıkarıyordu. Doğu’nun sorusunu cevapsız bırakan Yansı ile kendi aramızda tartışmaya devam ederken bir anda kapı alacaklı gibi çalınmıştı.
‘’Ne yaptın Yansı? Tefeciyi kandırıp borç mu aldın?’’ Dolunay’ın şüpheli bakışları Yansı’nın üzerindeyken o kadar da değil der gibi gözlerini açıp ‘’Siz de beni cimrilikten dolandırıcıya çevirdiniz.’’ demişti.
Kapıyı açmaya gittiğimde karşımda iki küçük bücürü görmemle neye uğradığımı şaşırdım. Ayakkabılarını çoktan çıkarmışken Ayaz ‘’Selamünaleyküm Deniz Abla!’’ deyip sert bir sesle beni selamlamış peşinden Asmin’de aynı tonda ‘’Aleykümselam Deniz abla!’’ dedikten sonra içeri girmişlerdi. Ben ne olduğunu anlamayarak arkalarından bakarken kapıyı kapatıp başımı onaylamadığımı belli edercesine iki yana salladım.
‘’Durum komedisi gibiyiz yemin ediyorum. Al eve koy kamerayı reyting rekoru kırar!’’
Peşlerinden salona girdiğimde Doğu ikisine bakıp "Siz de hoş geldiniz sosyal, kültürel, ahlaksal problemler." dediğinde Ayaz Asmin'e ithafen konuşmuştu.
"O bize problem mi dedi? Ben mi yanlış duydum? "
"Doğru duydun Ayaz öyle dedi."
Ayaz bizi alaylı bir bakışla süzmüştü.
"Bunu söyleyecek en son kişilersiniz bence."
Ulaş arkalarına geçip ikisinin de yakasından tutarak yukarı kaldırdığında omuzları da kalkmıştı.
"Siz iki ilkokul çocuğu sürekli bizimle bilmiş bilmiş konuşmaya iyi alıştınız."
"Ulaş abi konuşanı susturamazsın!" dedi Ayaz.
Doğu yüzündeki sırıtışla onları izlerken fazla keyifli görünüyordu.
" Nasıl bir his? Ben çok iyi bildiğimden soruyorum."
Ulaş ikisini oturttururken geçen seferki gibi biz de karşılarına oturduk. Yansı ikisine meyve suyu getirdiğinde koltuk yüksek olduğundan yere değmeyen ayaklarını sallayıp bardakta da olsa pipetsiz içemedikleri meyve sularını höpürdeterek içmeye başladıklarında az önce ateş almaya gelmişçesine evimize girdiklerini kimseye inandırmazdık.
Yıldız gözlerini kısmış ikisine bakarken aklına eski anıları gelmiş olacak ki ‘’Ben en son yurt müdürünün odasına böyle girmiştim.’ ’dedi.
Ulaş’ın olaydan haberi olmadığını direkt Yıldız’a dönen bakışlarından anlamıştım.
‘’Yıldız sormaya korkuyorum ama yine de soracağım. Yurt müdürünün odasında ne için bulundun?’’ Bunu sorarken korkusu gözlerinden okunuyordu. Bunlar hiç telefonda konuşmadılar mı?
Yıldız ise hala çok umursamaz elinde dilimlediği portakalı ısırırken büyük bir olay olmadığını anlatmak istercesine elini sallayıp anlatmaya başladı. "Ilık bir Ramazan akşamıydı. Önce yemeğe davet ettim. Gelmedi. Sonra aldım bir tane tepsiyi çaldım kapıyı gel demeden girdim odasına. Tepsiyi de önüne koydum. 'Hocam çok lezzetliydi. Sizin bu lezzetten mahrum kalmanıza gönlüm razı gelmedi. ' dedim. Yani sevap için gittim. Müdürümüz akşam yemeklerini yalnız yiyormuş. Bende kendi yemeğimi aldıktan sonra odasına gidip tepsiyi önüne koydum ne var bunda? Kendi yemeğimi verecek kadar da yüce gönüllüyüm."
Doğu kahkaha attığında "Sahneyi hayal ettim de tüm öğrencilerin yapmak istediğini yapmışsın. Müdür ne yaptı peki?" diye sormuştu.
"Ne yapacak kalakaldı. Misafirleri de varmış. 'İsterseniz onlara da ikram edelim.'dedim ama kibarca odadan kovdu."
Ulaş derin bir nefes alıp "Neyse ki odadan kovmuş yurttan değil buna da şükür." dediğinde Yıldız bakışlarını değdirmeden cevap verdi.
"Yurttan da kovdu."
Ulaş kalp krizi geçirmese iyidir.
"Benim niye haberim yok?"
"Ben dedim bizimkilere söylemesinler diye. Bir de senin dırdırınla uğraşamazdım. Sen gider müdürden özür dilettirirdin."
"Nasıl kovuldun? " Doğu olayın en heyecanlı yerinde kalmıştı.
Düşüncelere daldığında zannediyorum ki hangi suçu için kovulduğunu düşünüyordu.
"Sanırım ödevimi yapmak için internetini kullanayım diye odasına gittiğimde son noktaya gelmişti. Oysa kibarca rica etmiştim 'Kullanabilir miyim?' diye sordum."
Doğu şaşkınlıkla karışık gelen bir mutlulukla "Sen müdüre ince ayar vermişsin." diyerek içten içe onunla gurur duyduğu ifadesinden belli etti.
Ulaş derin bir nefes alıp kendini sakin tutmaya çalıştı.
"Tamam bunu sonra konuşacağız önce çocukların niye geldiğini öğrenelim."
Yıldız göz devirip yeni bir meyve alıp soymaya başladı. Sanırım meyve yeme olayını biraz yanlış anlamıştı
"Sonra neyini konuşacaksak? Yıl geçmiş üzerinden adam emekli olmuştur."
Tekrardan Asmin ve Ayaz’a odaklandık. Bu sefer Mert boğazını temizleyip "Sormaya çekiniyorum Ayaz Bey Asmin Hanım ama bu ziyaretinizi neye borçluyuz? Yine hangi konuda anlaşamadınız? " diye sorduğu sırada gerçekten çekinen bir hali vardı.
Uzun saçlarını iki yan ayırıp kelebek desenli tokasıyla bağlamış olan Asmin beyaz uzun çorabının üstüne kareli kalın kumaşlı bir etek üstüne de beyaz bir tişört giymişti. Meyve suyunu masaya bırakıp saçlarını düzelttikten sonra konuya girdi.
"Bu sefer ortak bir amaç için geldik."
Hepimiz şaşırırken Dolunay "Meyve suyu içmeye mi geldiniz yani? " diye sorduğunda gülerken onu kolumla hafifçe dürttüm.
"Hayır ülkeyi savunmaya geldik."
Konuyu anlamadığımız için sadece yüzlerine avel avel bakıyorduk.
"Anlamadılar biraz açıklaman lazım Asmin. Nereden anlasınlar? Bana bırak."
Bunun üzerine Asmin göz devirirken arkasına yaslanıp sözü ona devretti.
"Şimdi abilerim ablalarım. Bu zamana kadar her türlü konuda Asmin ile ters düşmüş farklı düşünmüş olabilirim ama söz konusu vatan millet bayrak Sakarya sizin o gözleriniz var ya! Son söylediğimin kafiyesini sevdiğim için söyledim. Neyse devam ediyorum. Söz konusu hassas konular olunca farklı görüş karşıt görüş olamaz ikimizde aynı yerdeyiz."
"İyisiniz hoşsunuz çocuklarda olay nedir tam olarak?" Olayı anlattıktan sonra son sözü Ayaz söylemişti.
"Kimse bizim Türk bayrağımızı yere çalamaz. Kimse ülkemize veya herhangi bir vatandaşımıza hakaret edemez. Biz de buraya sizinle bunu konuşmaya geldik.’’
Yansı gururla parlayan gözlerle ikisine bakıp yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirerek " Kısaca içerde birbirimizi yeriz ama dışarıya yedirtmeyiz diyorlar. Bugün Türkiye de sözde bir yetişkinde olmayan beyin var çocuklarda helal olsun. Yıllardır iki tane tas kafalıya şunu anlatacağız diye dilimizde tüy bitti. Bak çocuklara hemen kapmışlar mevzuyu." dedi.
"Kim öğretti size bunları?" diye sorduğumda ben de gururlanmadan edememiştim.
"Öğretmenimiz, ailemiz bir de siz."
"Biz mi? Biz ne ara öğrettik?"
Böyle böyle sohbet ettiğimiz sırada Ayaz bir an gaza gelmişti.
"Kısaca bu iş karakolda biter çağırın polisleri."
Doğu bir elini ötekine vurup "Lan sayenizde çocuklar bile polis olarak görmüyor beni."
Gülüşürken dalmışken dışarıdan gelen sesler bizi böldü. Hepimiz balkona çıkmak için hareketlenirken Doğu ellerini iki dizinin üstüne koyup ayaklandığı sırada ‘’Sırada hangi sosyal problemimiz var merakla bekliyorum.’’ dediğini duymuştum.
Bir kadın feryat figan ortalığı velveleye veriyordu.
"Yetişin Fikri öldürecek kadını yetişin!"
Bizim erkekler önden direkt giderken bizde arkalarından alel acele çıktık. Apartmandan çıktığımda bağıran kadını nihayet tanımıştım. Kuaför Gülfem ablaydı.
"Ne oldu Gülfem abla!"
"Ne olacağımı var? Fikri bizim Kübra’yı öldürecek takip edin beni! Siz polistiniz değil mi? Ondan buraya geldim. konuşacak vakit yok koşarken anlatırım."
Doğu, Yıldız’a arabanın anahtarını atarken ‘’Yıldız sen arabayı alıp arkadan gelirsin! İhtiyacımız olacak gibi duruyor.’’ dediğinde Yıldız hemen başıyla onayladı.
Biz koşarken Gülfem Abla nefes nefese anlatmaya başladı.
"Kız boşanmak isteyince takıldı peşine! Boşanmam diyor başka da bir laf etmiyor. Zorla eve girmiş kadını dövüyor şimdi. Öldürecek diye korkuyorum. Geçen kızın okuluna gitmiş Allah’tan orada bir şey yapamamış ama şimdi yetişmemiz lazım çabuk."
Evlerinin önüne geldiğimizde evden bağırış sesleri yükseliyordu.
‘’Kapıyı nasıl açacağız?’’ diye sorduğumda Ulaş alayla ‘’Çalarak’’ deyip kapıya doğru yürüdü.
Omzuyla kapıyı çalmaktan bahsediyor sanırım bize uyar.
Ulaş aramızdaki en iri kişi olarak kapıyı birkaç denemede kırmıştı.
Doğu yanından geçip hızlıca içeri girerken ciddiyetini bozmayıp ‘’26 bölümdür nihayet kasların bir işe yaradı.’’ dedi.
Yara bere içindeki kadın can havliyle evden çıktığında hemen onu Gülfem Abla’ya emanet etmiştik. İkisi uzaklaşırken pislik herifte evden çıkmıştı.
Tam kadının peşinden gideceği sırada Ulaş adamın ensesinden tutup koluna girerek hınçla konuşmaya başladı.
‘’Bak bana şimdi polise gidiyoruz. Bir daha da seni kadının etrafında görmeyeceğim. Efendi efendi boşanacaksın yoksa biz efendi efendi sana ne yapacağımızı biliriz.’’ Adam önce Ulaş’a sonra onu tutan eline bakarken kısa bir an gözlerinden korku geçtiğini görsem de kendini hemen toparlayıp başını dikleştirerek kocaman açtığı gözlerini Ulaş’a dikip konuşmaya başladı.
‘’Öyle mi? Ne yaparmışsınız? Ben boşayacağım onu üstüne nafaka vereceğim sonra gidip başkasını bulacak. Yok öyle bir dünya! Siz kimsinizde karışıyorsunuz? Kralı gelse elimden alamaz onu. Ya paşa paşa davayı geri çeker ya da ben onu keser iki üç yıl aslanlar gibi yatar çıkarım.’’ Adamın küfür dolu konuşmasına kafamda bir sürü sansür koyarken Ulaş’ın öfkeden gözü seğirmiş dişlerini sıkıyordu. Dolunay adama saldıracağı sırada onu durduran tehlikeli sessizliğin birinin cümlesiyle bozulmasıydı.
‘’Sıra bendeydi. Ben alayım şunu.’’ Mert’in ne demek istediğini anlamazken Ulaş herifi çöpmüşçesine Mert’te bırakıp kapının yanına geçerek bir ayağını duvara yaslarken sırtını da yaslayıp bir sigara yaktı. Doğu’da kapının diğer tarafına geçip aynı şekilde durduğu sıra iki elini cebine koyup beklemeye başladılar. Mert adamı eve itip kollarını sıvadıktan sonra içeri girerek kapıyı ardından kapatmıştı.
Doğu arkasından ‘’Mert boşuna o kadar spor yapmadık. Sağlam bırakırsan bir tur da biz geçeriz üzerinden.’’ diye bağırmıştı. Dikkatinizi çekerim kendisi bir polistir.
Evin içinden gelen seslerle gözümü bir kapatıp bir açıyordum.
‘’Siz adam dövme sırası koyacak raddeye gelmek için kaç kere böyle bir durumla karşılaşmış olabilirsiniz?’’
Ulaş dumanı havaya üfleyip Dolunay’a cevap verdi.
‘’Baktık sonu yok bizde her defasında kim dövecek diye kavga etmemek için sıraya koyduk.’’
Yansı duyduklarıyla bir anda kahkaha atmaya başlamıştı.
‘’Biliyorum hiç sırası değil ama sinirim bozuldu.’’ Zar zor konuşurken Dolunay ile ne yapsak diye birbirimize bakıyorduk.
İki büklümken doğrulup ara ara gülüşlerinin arasında işaret parmağıyla onları gösterdi.
‘’Siz var ya! Siz delikanlılığın kitabını yazsanız yok satardı. Bırakın onlar kadınları değersizleştiren mafyalara düşsünler biz sizden razıyız.’’ dediğinde ikisi de eyvallah anlamında kafa sallayıp ellerini sol göğsüne koyup kendilerince selam vermişlerdi.
İçerdeki sesler kesildiğinde merakla kapının açılmasını bekledik. Herif kapıdan adeta fırlatılıp ayağımızın dibine geldiğinde Yansı büyük bir keyifle sırıtarak fırsatı kaçırmayıp yüzüne tükürmüş Dolunay’da bir tekme daha atmıştı.
Sonunda Mert’te iki eli kanlı bir şekilde içerden çıkmış endişeli bakışlarımı fark edip direkt açıklama yapmıştı.
‘’Merak etme elimi kırkladığımda sana sarılacağım’’
Mert kan öksüren herifi yakasından tutarak arabaya fırlatıp bir yumruk daha attıktan sonra kapıyı üzerine kapatırken ‘’Bunu yaparız şerefsiz!’’ deyip bize dönmüştü.
‘’Polise ne diyeceksiniz?’’ diye soran Dolunay’a arkasından gelen Doğu sürücü koltuğuna oturmadan cevap verdi.
‘’Ayağı takılıp düşmüş. Ne yapabilirlerdi? Ben şahidim.’’
‘’Ha,doğru!’’
Doğu orta ve işaret parmağını birleştirirken anlına götürüp veda ederek uzaklaştı. Mert ve Ulaş kadınla rahatça konuşmamız için bize müsaade edip evlerine çekilmişlerdi. Gülfem abla hemen döneceğim diyerek evine uğramaya gitmişti. Eve geldiğimizde direkt adının Kübra olduğunu öğrendiğimiz ve daha önce mahallede görmediğimiz kadının yanına geçmiştik.. Eve gelince eşarbını çıkartmıştı. Gerçi oradan giderken eşarbı kaymıştı. Siyah saçları omzunun biraz altında bitiyordu. Gözünün altında siyah bir ben vardı. İnce dudakları koyu kahve gözleriyle güzel bir kadındı. Hiçbir kadının tenine yakışmayacak yaraları ise insanın içini sızlatıyordu.
‘’İyi misiniz? Su için.’’ Yansı’yı suyu kadına uzatıp yanına oturdu.
Çıkarken üzerinde hırkası vardı. Karmaşadan yüzüne de bakamamıştım şimdi ise kadının her yeri morluk dolu olduğunu gördükçe sinirlerim hopluyordu. İlk yardım çantasını alıp kadının yaralarını bir nebze iyileştirmeye çalıştım. Baktıkça ağlama isteğim artıyordu. Yansı’ya baktığımda ne demek istediğimi hemen anlayıp başını salladı.
‘’Anlatabilecek misin?’’ diye çekinerek sordum. Belliydi yara deşmek istemezdim ama herkesin anlatmaya ihtiyacı olduğu bir hikayesi vardır diye düşündüm. Belki de onun da korkup anlatamadıkları artık ağır geliyordu.
‘’Aile baskısıyla evlendim ben. Hiç sevmemiştim zaten onu. Evlendikten sonra dayakta başladı. Kaç defa ayrılmak istedim. Tehdit etti beni. Ayrılırsan öldürürüm elimi kolumu sallayarak da gezerim dedi. Doğru söylüyordu. Ben bir yandan yaşamak istiyordum. Bir yandan bu hayatın yaşamak olmadığını da biliyordum aldığım nefes yük oluyordu. Çocuğumuz olmadı. Sorunun bende olduğunu söyleyip daha çok dövdü. Gittim doktora öğrendim sorun bende değildi. Sonucu öğrenince işler daha kötüye gitti. İyicene psikopatlığı eline aldı. Herkese sorunun bende olduğunu söyledi. Benim ağzımı açmama bile müsaade etmedi. En sonunda canıma tak etti. Canımdan vazgeçtim. Gittim açtım davayı. Celp eline gelince de durum belli zaten.’’
Ben bu ite birini öldürüp elini kolunu sallayarak gezme aklından bile geçirme cesaretini veren herkesten hesap sormak istiyorum.
‘’Ben sizi hiç görmedim.’’ Uzun zamandır şiddet gördüğü belliydi. Uzun zaman olduysa fark edemediğim için kendime lanet okudum.
‘’Yeni taşındık sayılır. Gülfem ile önceden tanışıyorduk.’’
Dolunay kadının elini tutarken kaşlarını çatıp Gülfem ablaya kızmayı ihmal etmedi.
‘’Gülfem Abla ile de sonra konuşacağım. Madem biliyordu halini niye daha önce gelip söylemedi?’’ Dolunay’da benim gibi kadının yaralarına baktıkça artan öfkesini birilerinden çıkartmaya çalışıyordu.
‘’Ben istemedim. Korktum. Polis yaşıyor burada dedi ama yine de söyleme dedim. Çok ısrar ettim.’’
Gel de delirme! Birbirimize baktığımızda kime kızacağımızı şaşırmıştık.
‘’Gülfem abla bizi tanıyordu. Biz ne zaman bize sığınana kapıyı kapatmışız? Gelseydi kapımıza anlatsaydı kimseyi dinlemez çeker alırdık seni.’’ dedi Dolunay
Kübra korkuyla konuşmaya cevap verdi.
‘’Ya sonra? Sonra gelir beni öldürürse? Başımda gece gündüz nöbet tutacak haliniz yoktu. Uzaklaştırma alsa kaç yazar yine gelecek yol bulurdu. Sizin de başınız yanacaktı.’’
Ne diyeyim şimdi? Kadın haklı ağzımızı da açamıyoruz.
‘’Korktum işte!’’ dedikten sonra hıçkıra hıçkıra ağlamış iki eliyle yüzünü kapatmıştı. O ağlayınca yanlıştı belki ama yaralarını görmeye dayanamayıp bende ağlayarak merhem sürmeye başlamıştım.
Ağlayanla ağlanmazdı değil mi?
Yansı ise içimi okurcasına gözlerime bakarken bana ‘’Bazen ağlayanla ağlamak gerek Deniz zira insan bazen birlikte ağlayacağı insan arıyor.’’ der gibiydi.
Sonra kadına bakıp destek olmak istercesine sarılarak ‘’Merak etme artık güvende olman için elimizden geleni yapacağız.’’ demişti.
‘’Aynen o itin sana dokunacak hali kalmamıştır artık. Doğu arabayı arkadan getir bahanesiyle beni geride bırakmasaydı bir iki yumruk da ben geçirirdim.’’ dedi Yıldız.
Bugün bir kadın esaretinin ilk prangasından kurtuldu. Geri kalanları da çıkartmak için elimizden geleni yapacaktık. Ya geride kalan kadınlar? Onlara ne olacaktı? Biz kurtarabildiğimize yardım eli uzatırdık da elimizin uzanmadığına nasıl çare olacaktık? Allah hiçbir kadını başkasının eline muhtaç etmesin çünkü başkasını beklemek çok zordur.
GEÇMİŞ ZAMAN
‘’Dünyanın sonuna doğmuşum
Ölmüşüm de haberim yok!’’
Okul duvarlarında boş yer kalmamasına rağmen hepimizin resim dersinde rica ve minnetle hocamızı ikna edip yine boyamaya çıkmıştık.
Arkadan Manga’nın Dursun zaman müziği hareket ederken bu sefer bir kısmımız resim çizerken bir kısmımız istediği sözleri yazmaya karar vermişti.
‘’Zulme sessiz kalan zalimden beterdir.’’
‘’Adalet dilde bir latife!’’
‘’Geç gelen Adalet adalet değildir!’’
‘’Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün DEVLET’ DE ölür!’’
‘’Cihadın en faziletlisi, zalim bir idarecinin karşısında adaleti söylemektir!’’
‘’İnanıyorum bir gün Altaylardan başlayıp güneye kadar zulüm eden zalimler bedelini ödeyecek!’’
Bunlar duvara yazdığımız yazılardan bir kısmıydı. Doğu uzaktan yazdıklarımıza bakıp takdir eder bir edada alt dudağını büzdü.
‘’Maşallah 80’lerin devrimci gençlerinden tek farkımız konularımız. Onun dışında ülkede sıkıntı yok iyiyiz ya! Her şey aynı.’’
‘’Doğu benim tarafımı işgal etmeyi bırakır mısın? Koca duvarda yer bulamadın kendine!’’
Dolunay hem kızıp hem Doğu’yu iteklerken onun pek oralı olduğu söylenmezdi.
‘’Neresi koca duvar? Hem ben biraz senin yazılarına renk katıyorum.’’
‘’Katma renk filan kardeşim. Ben böyle seviyorum.’’
‘’Zevksiz!’’
‘’Sen gidip Yansı’nın dibinden ayrılmasana! Geldin burada benim alanımı işgal ediyorsun.’’
‘’Sevdiceğimle limoniyiz bu aralar.’’
‘’Hayırdır?’’
‘’Yaşımız küçük olduğu için aramıza mesafe koymamız gerekiyormuş. Öyle dedi.’’
Dolunay histerik bir gülüşle karşılık verip ‘’Ufalsın da cebime girsin haspam.’’ Demişti.
‘’Yine de bırakmıyorsun takibi.’’ Dediğimde cevabı gecikmemişti.
‘’Ne demiş şair?
Aya benzer yüreğim
E doğal olarak takipteyim
Ah, şu kaderi çözersem eğer
Bekle, geliyorum, aşkım ’’
Tekrar şarkı söyleme zamanı geldiğinde yüzümü buruşturmadan edemedim.
‘’Bir kere onu diyen şair değil Mustafa Sandal. Bari edebiyat hocamızın olmadığı bir yerde saçmala.’’
Adam arkamızda duruyordu. Duysa söylediklerini hepimizi direkt sözlü yapacak potansiyeli vardı.
‘’Ulaş nerede?’’ diye sorduğumda yüzünü buruşturdu.
‘’Gülün dikeni olmaya gitti nerede olacak?’’ Tepkisine ayrı cevabına ayrı güldüm. Ulaş dışında hiçbirimizin Gülce’yi sevmiyordu. İnsan hiç mi çevresinden etkilenmez?
‘’Doğu ya! Şu duruma bile güldürdün.’’
‘’Ne yapayım? Ağlayamıyoruz bari gülelim. Ulaş aşık olacak diye neredeyse bir aile dağılacak.’’
Kaşlarımı çattığımda kimden bahsettiğini anlamadığımı fark edip diğerlerini de göstererek ‘’Bizden bahsediyorum.’’dedi.
Sonra başını çoktan Ulaş’ın olduğu yere dalıp gitmiş Dolunay’a çevirip koluyla onu dürttüğünde kendisine gelmesini sağladı.
‘’Dolunay biraz daha bakarsan herkes duyacak şarkıyı?’’
‘’Ne şarkısı?’’ Zehirli bir oku attığı için Doğu hiç gocunmadan sevdiği yerden nakarata kadara şarkıyı söylemeye başladığında gülerek elimle anlıma vurdum.
‘’İşte Ulaş’ın gamzelerine içinden söylediğin şarkı
Bazı gecelerde düşerdi ya
Hayalin pencereme
Soğuk bir kış günüydü gözlerim
Değdi usulca gözlerine
Sanki çaldın kalbimi ya
Yine sen de gitme gitme
Bu günüm, yarınım emanet
Razıyım her şeyine
Bi' gülüşün bi' ömre bedel
Gamzende uyut beni
Saçlarında nehirler akar
Arındır hüzünlerimi
Yaktım geçmişimi senle
Nil'e savurdum küllerini
Bi' çareyim ellerde
Yüreğine götür ellerini’’
Şarkıyı hatırlamamla Doğu’nun bu şarkıyı hatırlayıp duruma uyarlamasına ağzım açık kaldı. Dudağımı büzüp başımı salladığımda onu takdir ettim. Gerçekten benim aklıma gelmiyor.
‘’Doğu senin bu şarkıları cuk diye oturtup sonuna kadar söyleme azmine hayranız. Arşivden nasıl bulup çıkartıyorsun bu şarkıları? Senin şarkı listende birkaç nesil yatıyor resmen.’’
Üsten bir bakışla bana bakıp kibirli bir edada konuştu.
‘’Okuyucularda hayran. Ben onların iç sesi olduğum için en çok beni seviyorlar. Roman versiyonunu da düğünlerinde çalar oynarsınız artık. Gamzeli yarim güzel yarim hayatımın anlamı yarim…’’
Son cümlesini mırıldanarak söylediğinde anlamasam da iyi bir söz ettiğini varsayıyorum.
‘’Belki de Yansı bu şarkıları duymamak için küçüklüğünü bahane etmiştir.’’ diye kendi fikrimi söylediğimde onun olduğu tarafa baktığımda az öncekinim aksine dalıo gitmişti.
‘’ Keşke o kadar kolay olsaydı Deniz. Belki bir daha şarkı bile söylemezdim ama biz daha başlamadık. Bugünleri mumla arayacağımı tahmin ettiğimden tadını çıkarıyorum çünkü biliyorum bir gün beni vurup yerde bırakacak. Şimdi bu kadar güzel olmamızdan belli.’’
Onun söylediklerini anlamasam da üzerindeki kara bulutları geldiği gibi geri göndermişti.
‘’Neyse hadi biraz eğlenelim Denizciğim.’’ dediğinde yine ne hınzırlık yapacağını merak ettim. Eline aldığı boyayla sırıtırken gözleriyle aramıza dönen Ulaş’ı göstermiş işaret parmağını da dudağına götürüp bana sus işareti yapmıştı. Ne yapacağını anlamamla başımı iki yana sallayıp yapmaması için ikaz etmek için‘’Doğu yap-‘’ diye başlayan cümlem çoktan Ulaş’ın kafasından dökülen boyayla yarım kalmıştı.
Bizim birbirimizin üzerine bulduğumuz boyaları atma gibi kötü bir alışkanlığımız vardı.
Ulaş adeta sarı bir civcive dönerken ben gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
‘’Ulaş yakamı çekmeye benzemez bu işler! Yaralananlar kusura bakmasın bu bir savaş ilanıdır.’’
Doğu kaçarken Ulaş gözlerini kapatmış sakinleşmeye çalışıyor bense korkuyla olacakları bekliyordum. Gözlerini açtığında sarı yüzünde parıl parıl parlayan alev kırmızısı gözlerini görmüştüm. Boyayı kaptığı gibi Doğu’nun peşinde düşmüştü. Dolunay kendi halinde boyasına dönmüşken Doğu bir anda omuzlarından tutup onu kendine siper etmişti.
‘’Ulaş bana atarsın ama söz konusu Dolunay olduğunda da aynı cesareti göstermeni bekliyorum.’’ Dediğinde Doğu’nun bugün gelmeden önce Ulaş ve Dolunay ile aynı anda uğraşacak cesareti nereden bulduğunu anlamaya çalışıyordum.
‘’Ulaş bir damla üzerime dökülsün gör bak neler oluyor?’’ Dolunay’ın tehdidini göz ardı etti.
‘’Doğu çık arkasından papaz etme bizi birbirimize!’’
‘’Ulaş sakın-"
Dolunay’ın cümlesi bitmeden Ulaş arkadan kendine dil çıkaran Doğu’ya nişan aldığını zannedip döktüğü boya Doğu’nun muhteşem refleksiyle Dolunay’a gelmişti. Ulaş’ın aradaki azıcık mesafeden Doğu’yu gerçekten vurabileceğine olan inancını alkışlamak lazım.
"Ulaş!" Dolunay gözünü açmadan Ulaş’ın adını söylediğinde fazla sakindi. Bu durgunluğu Ulaş'ı da korkutmuş ve sertçe yutkunurken geriye doğru adımlamaya başlamıştı
"E-efendim kena-yani Dolunay!"
Üstüne kenafir deseydi tam şenlik olurdu.
"Sana kırmızı çok yakışacak!"
Dolunay lafını bitirdiği anda kırmızı boyayı kaptığı gibi Ulaş'ın peşine takılmıştı.
"Lan sen beni ayda bir boyamak için yemin mi ettin?"
Ulaş'ı boya kutusuna atmadan kovalamayı bırakacağını sanmıyordum.
"Çocuk gibiler."
Bir anda yanımda biten ve sakince boyamasını yapan Doğu'ya kınayarak bakıyordum. Önce ortalığı karıştırdı şimdi de keyifle izliyor.
"Mert haklı Doğu ortalığı hep sen karıştırıyorsun."
Şaşırarak bana baktığında gerçekten suçsuz gibi duran haline daha çok şaşırmıştım.
"Ben ne yaptım? Uslu uslu boyama yapıyorum." Onaylamayan bakışlarımla ona baktığımda nihayet kovalamaca bitse de ikisi karşımıza geldiğinde birbirine öfkeli bakışlarla bakıyor burunlarından soluyorlardı. Sınıfça toplandığımızda ise birbirlerine en uzak olan yere geçtiler.
Bahçede yuvarlak oluşturmuş hepimiz birbirimizin yüzünü görebileceğimiz şekilde oturmuştuk. Ulaş büyük ısrarlarımızla eline aldığı bağlamayı çalmaya başladı. Aşina olduğum ezgiye kendimi kaptırırken Mert söylemeye başladığında gözlerimi açtım.
‘’Şu karşıki dağda lâmbalar yanar
Şu karşıki dağda lâmbalar yanar
Lâmbanın şavkına da Fadimem sevgilim yazar
Lâmbanın şavkına da Fadimem sevgilim yazar...''
Türkü bittiğinde Doğu elini dizinin üstüne vurup ‘’Ulan şu türküleri dünyaya duyurmak lazım.’’ dediğinde fazla gaza geldiğini anlayıp mahcup olmuş bir ifadeyle hocaya bakarak ‘’Kusura bakmayın hocam biraz gaza geldim.’’ dediğinde hocamız anlayışla başını salladı.
‘’Umarım bir gün yaparız çocuklar.’’
‘’Bu kafayla pek yapabileceğimizi sanmıyorum hocam.’’ dedi yanımda oturan Burhan.
Hocamız anlamak istercesine hafifçe kaşlarını çatarak merakla ‘’Neden böyle düşünüyorsun?’’ diye sordu.
‘’Hocam yapamayız dememin sebebi yapabilene destek olmayız.. Kendimize karşı büyük bir aşağılık kompleksimiz var ve bunu içimizdeki bölücüler körüklüyor. İnsanlar yabancıların ürettiklerinde her türlü hataya tolerans gösteriyorlar ama iş kendimizin yaptıklarına geldiklerinde mükemmeliyetçi olasımız tutuyor. Zamanında araba üretmek istedik bizden olmaz dediler. Bunu biz söyledik hocam kendi kendimize yani. Zamanında denediler ‘bak arabanız yolda kaldı’ diye dalga geçildi. Bunu yapan da siyasetçiydi. Şimdi dava peşindeler mi yoksa ülkeyi dibe çekmenin peşindeler mi belli değil. Sen bu ülkenin vatandaşıysan partinin önemi yok o araba yolda kaldığı için üzülürsün. Mevzunun üretmek olduğu yerde kimsenin davası geçmez. Sen aksi bir duruma seviniyorsan da senin bu ülkeyle herhangi bir mahkemen de yok demektir.’’
Meltem’de elini kaldırıp söz hakkı alıp konuşmaya başladı.
‘’Aynen hocam Burhan doğru söylüyor önce kendimize karşı olan ön yargılarımızı yıkmalıyız. Bizi hala başımızla saçma sapan düşüncelerimiz ve fikir ayrılıklarımızla oyalamaya çalışıyorlar. Bizim de geri kalır yanımız yok. Çok güzel yardımcı oluyoruz. Yıllar geçmiş hala seküler ve muhafazakar başlığı altında geçmiş davaları ısıtıp önümüze getiriyoruz. İsimler değişir ama temel aynı. Zaman geçer silahlar da değişir. Biz bunlarla oyalanıp birbirimizi kötü eleştirilere boğuyoruz. Sonra kimsenin yaptığını beğenmeyip her iki taraf karşı taraftan çıkan yetenekli birine onun yaptığından ne olacak diyor. ‘’
‘’Bunu nasıl değiştirebiliriz?’’ diye soran hocamızı bu sefer Ulaş cevapladı.
‘’Saygı duyarak okuyarak zihinlerimizi kendi doğrularımızın dışındaki doğrulara da açarak zira bazen okumak da yetmez. Unutmayalım ki şeytan da cahil cühela değil. Önemli olan okuduklarımızın ne kadarını kendimize katabildiğimiz ve öğrendiklerimizle ne yapmayı tercih ettiğimizdir.’’
Bu sefer Dolunay konuştu.
"Aslında zor değil ama maalesef biz her işi zorlaştırıyoruz. İnsanlara bunu aşılamaya kalksak bile başkasının kendilerine biçtikleri hayatları ya da başkasını olmasını istedikleri kişi olmak istemedikleri bahanelerine sığınacaklardır. Oysa kimse onlardan şu rengi sevip şöyle giyinmelerini istemiyor. Tek istediğimiz insanlıklarının gerekliliklerini yerine getirmeleri."
Bugün resim dersinde dışarı çıkmıştık. Okulumuzun duvarlarını her sene boyama gibi bir geleneğimiz vardı. Başka derslerden hocalarımızda araya katıldığında harika bir etkinlim haline geliyordu. Müdür bey bile gelip bizimle boyama yapıyordu. Gerçi kendisi bizden daha hevesliydi. En son Doğu ile ufak bir sürtüşme bile yaşadılar. Söz konusu boyama olduğunda herkes bir parça çocuklaşıyordu sanırım.
Doğu başını kulağıma eğip çaktırmadan
"Bizim her türlü konuyu alakasız yerlere çekmemiz ülke özelliğimiz filan herhalde." dediğinde onunla birlikte güldüm.
Sanırım biraz konudan sapmayı seviyorduk ama biraz.
Son dersten çıkıp evin yolunu tuttuğumuzda. Bu sefer kız kızaydık çünkü Mert ve Ulaş yarın hafta sonu diye soluğu halı sahada almış Doğu da büyük ısrarlarla peşlerine takılmıştı. Saha dile gelseydi Doğu'ya demediği kalmazdı ama adam yine de futbolu rahat bırakmıyor.
Biz sohbet ederek yürürken aklıma yarın annem ve babamla tiyatroya gideceğimiz ve benim ne giyeceğimi bilemeyişim geldiğinde hazır kızlar yanımda onlara sormanın mantıklı olacağını düşündüm.
‘’Yarın ne giyeceğim?’’
Yıldız kafasını geriye atıp baygın bakışlarla bana bakarken ‘’Ünlü müsün sen? Giy kotunu kazağını çık git işte! Üzerine giyecek elbise bulmuş sabahtan beri ne giyeceğim diye kafamızı ütülüyor.’’ dediğinde bugün tersinden kalktığına emin olmuştum normalden daha kabaydı.
‘’Bu tarz işler önemli insanlar birbirlerini giydikleriyle yargılıyorlar.’’ Yansı büyük bir hata yapıp ona cevap vermişti. Şimdiden sorduğuma pişman oldum.
‘’Ben Nobel ödülü alan hiçbir kadının düz siyah bir takım giydiği için nobeli kaybettiğini görmedim.’’
Yansı göz devirip ‘’Ay Yıldız! Yerine göre giyinmek diye bir laf duymadın mı?’’ dediğinden
Yıldız alayla gülüp ‘’Yerine göre giyinmekten kastın umarım Türkiye’deki davetler falan değildir malum oralarda giyinmiyorlar.’’ dediğinde kıkırdadım.
‘’Haksız değilsin ama insanların birbirlerini giydikleriyle yargılayıp ona göre davrandıkları bir gerçek en azından yaşadığımız yerde böyle. Doğru olduğunu bende düşünmüyorum ama sonu gelmez bir alışveriş çılgınlığımız var. Her şeyi tüketiyoruz buna birbirimizde dahiliz.’’
Dolunay konun yine dağılmasıyla isyan etti.
‘’Yansı sen de kıyafetten nerelere çektin mevzuyu.’’
Olası bir kavganın önüne geçmek için hemen konuyu kapattım.
‘’Tamam pişman ettiniz beni. Sormadım sayın.’’ Hata bende zaten niye soruyorsam? Yıldız’ın dediği gibi giyeceğim pantolonumu kazağımı çıkıp gideceğim.
Kızlarla vedalaşıp eve geçerken arka bahçeden gelen bağırma sesleriyle yönümü oraya çevirdim. Gördüklerim ise beni şaşırtmıştı çünkü Savaş amca ve babam kavga ediyordu. Şaşırmamın sebebi onarlı daha önce hiç böyle kavga ederken görmemiştim.
‘’Orhan bak başımıza bela olacaklar. İş yapıyoruz ortada gurur yapacak bir durum yok. İhaleden çekilmeliyiz.’’
‘’Olmaz bunu gururumdan yapmıyorum. Bir kere çekildik mi hep çekilmemiz gerekir. Her zorlukta kaçıp gidemeyiz.’’
‘’Ama Orhan-‘’ Babam Savaş Amca’nın lafını kesmişti ve bunu yapabilecek nadir insanlardan biri olabilir.
‘’Bu zamana kadar hangi konuda ters düşsek hep orta yol bulduk ama bu orta yol bulabileceğimiz bir konu değil. O araziyi istiyorum ve almak için elimden geleni yapacağım. Rica ediyorum sen de artık aksini savunma çünkü ikimizde çekilmenin yararımıza olmayacağını biliyoruz.’’
‘’Orhan ben sana hep destek olurum ama bu konuda tek başınasın. Ben böyle tehli-‘’
‘’Deniz!’’ Babamın bana seslenmesiyle Savaş Amca’nın lafı yarıda kesilmişti.
Saklanmıyordum gayet açık bir yerde durduğumdan onları gizlice dinlediğimi düşünmemişlerdi. Hemen babamın yanına gittiğimde kolunu kaldırıp bana sarılırken başımın üstünden öptü.
‘’Okul nasıldı?’’
‘’Bugün çok eğlendik şimdi anlatırım da siz Savaş Amca ile neden kavga ediyordunuz?’’ diye sorup ikisine baktığımda babam itiraz etti.
‘’Kavga etmiyorduk sadece bir konuda anlaşmazlık yaşadık o kadar.’’
Savaş amca kara gözlerini babama dikip alayla‘’Aynen Deniz babanın katır gibi inadıyla uğraşıyorum.’’ dedi.
Ben kıkırdarken babam bana sitem etmişti.
‘’Kızım burada gülmen değil beni savunman gerekiyordu. İnsan ‘Bir kere benim babam hiç inatçı değil!’ filan diye çıkışır.’’
‘’Memnun olacaksın söylerim ama baba sen daha geçen gün bana gereksiz yalanlardan kaçınmamı söylemiştin.’’ Cevabımla Savaş Amca büyük bir kahkaha atmıştı.
‘’Deniz ben bile babana karşı bu kadar acımasız olmadım.’’
Babam memnuniyetsiz bir ifadeyle onunla dalga geçişimizi izlerken az sonra Savaş Amca kendi evine gitmek için yanımızdan ayrılmıştı. Biz de babamla kısa bir yürüyüş yapmaya karar verip dışarı çıkmıştık. Sessizlikle yürürken aklıma geçen okuduğum kitap gelince babamın fikrini sormak istedim.
‘’Baba?’’
‘’Efendim Denizim?’’
‘’Geçen bir kitap okudum. Bir baba kızına çok kötü davranıyordu. Biliyorum herkes bir değil ama çok üzüldüm baba. Sen bir kere bile bana kötü davranmadın. Bir hata ettiğimde aldın karşına konuştun. Bir sürü haber duyuyoruz ve ben anlayamıyorum babalar çocuklarını neden sevmez ?’’
İç çektiğinde yüzünde ciddi bir ifade yer etmişti.
‘’Bunun nedenini ben de bilmiyorum ve emin ol senin kadar anlam veremiyorum. Bir yanda İnsan insana kıyamıyor bir yanda bir baba evladına kıyıyor. Ben düşünüyorum senin ayağına taş değse benim canım yanar Deniz. İnan onların evlatlarına nasıl kıyabildiklerini aklım almıyor. Bazen düşünüyorum. Dünya hali ben yarın olmasam biri senin canını yaksa çekip alamam seni. ‘Kızım o benim üzmeyin onu.’ diyemem. Oysa düşüncesi bile beni perişan ediyor.’’
(Nesin sen? Dünyanın en iyi babası filan mı?)
‘’Baba o nasıl söz? Allah’ın izniyle önümüzde uzun yıllar var. Daha üniversite diplomamı göreceksin Orhan Bey! Ne demek yarın olmasam? ‘’
Gülümsediğinde bana daha sıkı sarılmıştı. Başımı omzuna yaslarken iç çekti.
‘’İnşallah kızım Allah bana o günleri de göstersin.’’
Bilseydim kaderde ayrılık var babamın omzundan başımı kaldırmaz orayı kendime yurt ederdim. İnsan ölümü bilir de konduramaz işte! Ben de konduramadım sonra kader bizi zamansız yakaladı. Zamanı geldiğinde bana ölümün ensemde olduğunu canımı acıta acıta anlatacaktı.
ŞİMDİKİ ZAMAN
‘’Bir seni özledim
Bir seni bekledim
Unuttum gidenleri
Gidenler dönmüyor geri.’’
Mert balkonda eline gitarını almış dalgınlıkla şarkı söylüyordu. Şov filan yapmıyordu, benim için de söylemiyordu. Kendini kaptırdığı her halinden belliydi ben onu tanıyordum.
Onu izlediğimi anlamışçasına bizim balkona baktığında yerimde dikleştim. Göz göze geldiğimizde bozuntuya vermeyip nakarattan söylemeye devam etti.
‘’Yollarıma çıkma çıkarsan hiç acımam
Gözlerime bakma bakarsan dayanamam
Bilirsin sen beni ne çok severim seni
Ah seni bekleyeli belki on dört bahar geçti’’
Şarkı bittiğinde gülümseyerek konuştu.
‘’Merak etme komşulardan izin aldım.’’
Söylediğine kıkırdarken aklıma Yansı’nın dedikleri geldi.
‘’Yansı haklı Mert. Siz üçünüz delikanlılığın kitabını yazarsınız.’’
Gülümserken gözlerini kapatıp başını hafifçe yana eğerken ‘’Sen istersen onu da yazarız.’’ dedi.
Biz gülüşüp sohbet ederken Yansı içerden kaynanam gibi araya girerek bağırmıştı.
‘’Bari güzelim şarkıyı katmayın işin içine. Vallahi günahtır!’’
Görümce rolünü üstlenen Yıldız’da kendini belli etmişti.
‘’Yeter ya! Herkes şarkı söylüyor. Sadece sesi güzel olana mı mahsus bu illet? Alın ben de söylüyorum.
Söyler misin hazan nedir?
Yaprak düşer yere bir bir
Usul usul gönlüme gir
yüreğim bağrım dağlasın.’’
Yansı sesli gülerken zar zor ‘’Ya bu kitapta niye kuytu köşedeki şarkıları söyleyip duruyorsunuz? Gülmekten yazamıyor.’’ dedi.
‘’İstanbul’da olsaydık İstanbul Ağlıyor klipini bile tekrar çekerdik.’’
‘’Yok, Karagümrüğ'ü yakardık biz.’’
Yıldız tekrar bize dönüp kızgınlıkla '’Siz de açın Ebru yaşar ve İsmail YK’nın seviyorum seni yar şarkısını, kökünden bitirin işi. Biz sizin sürekli birbirinize şarkı söylemenizle mi uğraşacağız?’’
‘’Aynen Yıldız doğru söylüyor sürekli şarkı bulmak da zor. İki romantik sahne çıkaracaksınız diye yazar zor şarkı buluyor size. Sularımız da kesik zaten.’’ Gündüzde elektriğimiz kesilmişti. Yansı turşu yaparken o kadar sinirlendi ki bir an Dolunay ve benim kafamızı tuzlu suya sokacağını sandım. Gerçi kafasının içinde bunu hayal ettiğini düşünüyorum.
‘’Konu niye suya geldi?’’ diye sordum.
‘’Su konusundan nasıl çıkayım? Hayat kaynağımız bizi terk ediyor. Su olmadan ben yaşayamam.’’ Yansı’nın duygusal konuşması üzerine Yıldız gülerek ‘’Tabi sadece sen yaşayamazsın. Biz taşla filan hayatta kalırız. Biliyorum dalga geçilecek mevzu değil ama aklıma geldi söyleyeyim dedim.’’ dediğinde ben de gülmüştüm. Yansı burnunu buruşturup bizim onunla dalga geçmemize kızarken bana döndü.
‘’Yürü kız! Annen yoksa da ben varım. Ne o öyle balkondan balkona cilveleşmeler filan 80’lerde miyiz? Ne diyeceksiniz mesaj yazıp gönderin birbirinize!’’ Beni içeriye iterken Mert’e fırça atmayı ihmal etmedi.
‘’Bana bak delikanlı! Bu evin kızlarının başında ben varım. Bize ters böyle işler. Ya gelirsin adını koyarız ya da benim olmadığım yerde zor görürsün yüzünü.’’
İnanmayarak Yansı’ya baktığımda fazla ciddi görünüyordu. Yarın öbür gün beni istemeye gelseler vermez.
‘’Vermem tabi! Kolay mı benden kız almak?’’
Ben yine sesli düşündüm sanırım.
’’İlgisi yok ben yüzüne bakınca ne düşündüğünü anlıyorum. Herkes yataklara haydi!’’ Hepimizi yatak odasına gönderene kadar yanımızdan ayrılmamıştı. Ben de düşüncelere dalmadan edemedim.
O günleri görür müyüz bilmem ama görürsek çok eğlenecektik.
---------------------------------------------------
Uykumdan uyandığımda yattığım yerde gerinirken uyku sersemliğini üzerimden atamamıştım. Hava bulutluydu kapalı ve perdesi örtülü penceremden vurmayan güneşten anlamıştım. Havayı kokladığımda gelen kebap kokusuyla yeni uyanmama rağmen iştahım kabartmıştı. Yerimden doğrulduğumda gözlerimi ovuşturdum. Bekle bir saniye. Bu kebap kokusu fazla keskindi. Biri evde kebap yapıyor gibi. Hızlıca yerimden kalkıp odamdan çıktığımda koku gittikçe artıyordu. Balkondan gelen türkü sesiyle oraya gitmiş ve gördüklerimle şok olmuştum.
‘’ Urfalı'yam ezelden
Urfalı'yam ezelden
Gönlüm geçmez güzelden
Gönlüm geçmez güzelden, vay
Gönlümün gözü çıksın
Gönlümün gözü çıksın
Sevmeseydim ezelden
Sevmeseydim ezelden, vay’’
Ağzım açık kalmış bir kendini türküye kaptırmış elini götürüp getirerek türkü söyleyen Yıldız’a bir de yaktığı mangala bakıyordum.
‘’Yıldız ne yapıyorsun?’’
Beni görünce ‘’Oo günaydın! Al dürüm ye!’’ diyerek elindeki dürümü uzattığında refleksle alıvermiştim.
‘’Yıldız ne oluyor burada?’’ Dolunay’ın uykulu sesini arkamdan duymuştum.
‘’Mangal yapıyorum dün komşulardan izin aldım. Onlara da göndereceğim şimdi bir tabak!’’
‘’Sabah sabah kebap yapacak ne yaşadın sen?’’
‘’Yıldız sen sabah da mı kebap yiyebiliyorsun? Bu etler nereden çıktı? Ev ekonomisi bilmez misin sen?’’Yansı’da arkadan gelip böyle söyleyince Evin balkonunda mangal yapmasına değil de sabah kebap yemesine şaşırmalarına ne diyeceğimi bilemedim.
‘’Tabi! Durun bozmayın şimdi çok iyi gidiyorum. Nerede kalmıştım? He! Hatırladım.
Evlerinde lambaları yanıyor
Göz göz olmuş ciğerlerim kanıyor…’’
Sabah sabah duyduğum cırtlak sesle yüzümü buruşturdum. Ben de şarkı söyleyeceğim artık derken bu kadar ciddi olacağını düşünmemiştim.
‘’Akşamında diyet yapmaya karar verdiğim günün sabahı resmen. Bu kız dün meyve didiklemiyor muydu?’’ Yansı’nın dalga geçmesine gülerken Dolunay ‘’Neyse size iyi mangallar ben uyumaya gidiyorum.’’ diyerek gitmeye yeltendiğinde Yansı yakasından tutup geri çevirmişti.
‘’Hiçbir yere gitmiyorsun. Önce elini yüzünü yıkıyorsun sonra gel kahvaltını et ardından evi temizleyip pazara çıkacağız.’’
Dolunay ‘’ Doğu kesin beddua etti göstereceğim ben ona. Ben İzmir’e annemin yanına dönüyorum. Kıymetini anladım. Zamanında boşuna şikayet etmişim.’’ diye söylense de tıpış tıpış lavaboya gidiyordu.
Geride ben kaldığımda Yansı bana bulaşmadan ‘’Tamam ben kalkarım ama kahvaltı için cidden kebap yiyeceğimizi söyleme!’’ dediğimde göz devirdi.
‘’Bu kadar eti kim yiyecek? Ay çıldırtmayın beni! Bir de ayrı kahvaltı mı hazırlayacağız?’’
Bitmeyen söylenmelerinden birine başlayacağını anladığımda hemen oradan ayrıldım. Arkamdan Yıldız’ın ‘’Tutturdular kebap mı yenir kahvaltı da diye? Canım çekti ne olmuş? Hepsi sosyetik olmuş bunların!’’ dediğini ve Yansı’nın da mangalı yellerken ‘’Aynen ne olmuş birkaç kilo et alıp bizi batırdıysan?’’ diye ağlamaklı konuştuğunu duymuştum. İkisi de farklı frekanslardaydılar. Kahavaltımızı edip Yansı'nın bizi sürükleyerek pazara getirmesine razı gelmiştik.
‘’Hatun sabahın köründe bizi kaldırdı. Üstünkörü kahvaltı yaptırdı üstüne tüm evi temizlettirdi yetmedi pazara sürükledi. Annem bile bu kadar vicdansız değil.’’
Üstünkörü kahvaltı dediği mangalda sucuk yedik.
‘’Ne yapsaydık? Evde lokma kalmamış. Birbirimizi mi yeseydik?’’ diye çıkıştı Yansı.
Dolunay’da cevap olarak ‘’Biz tokken de birbirimizi yiyebiliyoruz.’’ demişti.
Yansı onu geçiştirip bizi niye sürüklediğini itiraf etti.
‘’Aynen, menemen yapmak için malzeme de alacağız. Karışık turşu da kuralım onun için de malzeme alırız. Sizi onları taşımak için yanımda getirdim.’’
Dolunay ‘’Birincisi bizim arabamız vardı. Niye onunla gelmedik? İkincisi biz niye her yıl stok yapıyoruz? Her yıl ev bu zamanlarda menemen evine dönüyor. Turşu ve menemenin karışık kokusuna girmiyorum bile.’’ İlk cümlesi dışında geri kalanını ağlamaklı bir sesle söylediğinde onu desteklercesine başımı salladım.
‘’Yerken öyle demiyorsunuz ama!’’
‘’Yansı biz niye her uğraştırıcı yemeği yıllık yapıyoruz? Kaç ay önce sardığımız sarmalar dolapta hala.’’
‘’Kızım ne güzel işte! Dolapta sarma var. Çıkarıp pişirir yeriz. Öbür türlü sarmaya üşeniyoruz. Her yıl benim de aç karnımızı doyuruyoruz diye yemediğim azar kalmıyor.’’
İkisinin atışmasının arasında pazara geldiğimizde balık tezgahının arkasında beline önlün bağlamış Yıldız'ı görmemle neye uğradığımı şaşırdım.
‘’Yıldız sen ne yapıyorsun burada?’’ Bugün bu cümleyi çok kullanacağım sanırım.
Anlamsız bir soru sormuşum gibi tuhaf bakışlarını üzerimde gezdirip tezgahı gösterdi.
‘’Balık satıyorum ‘’
Yansı gülerek araya girmişti.
‘’Kitap Ankara’da geçiyor ama sen balık satıyorsun. Ankara ironiyle tanışıyor. Ankaralılar niye yöresel bir şey yok diye bizi taşlayacaklar.’’
‘’Ne ilgisi var? Ankara’da yaşayan balık yemiyor mu? Yöresel olsun diye pazarda tiftik keçisi mi satsaydım?’’ Kahkaha attığımda Yansı bana katılıp ‘’Yıldız adın haklı falan olabilir.’’ dedikten sonra yanımızdan ayrılmadan ‘’Neyse ben gideyim Efelek yaprağı alayım da biraz Ankara’yı tanıtalım. Keçiden iyidir diye düşünüyorum.’’ demişti.
Dolunay giderken bıkkın bir ifadeyle eliyle yüzünü sıvazlayıp isyan etti.
‘’Yine sarmalı bir ot almaya gidiyor! Kız efelik yaprağını üşenmeden İzmir’e getirdi. Orada bile sarma sardırdı bize. Kadın uğraştırıcı yemeklerle kafayı bozmuş.’’
Yıldız onu anlamamızı istercesine ‘’Demek ki o da öyle stres atıyor.’’ dedi.
Gözlerimle tezgahı işaret edip ‘’Balık işi nereden çıktı?’’ diye sordum.
‘’İşte pazara gide gele samimiyeti ilerlettik. İşi vardı, bir kere de ben bakayım dedim.’’
‘’Pazara gide gele kısmını Yansı’ya anlatma. Madem gidiyordun niye elin hep boş geldin der.’’ Ben malımı biliyordum. Gülümseyen Yıldız ile göz göze geldiğimde gülüşü yüzünde asılı kalmış ne diyeceğimi anlamıştı. Yanına yaklaşıp elimi omzuna koydum.
‘’Yıldız üzgünsün biliyorum. Gülüşüne gözyaşları saklamana gerek yok.’’
Gülüşü anında solduğunda emin oldum. Üzerinde yakalanmanın verdiği rahatlıkla gerçek ruh hali yüzüne yansımıştı.
‘’Zira onun aşka cesareti yok.’’ diye cümlemi devam ettirdiğimde Dolunay elini Yıldız’ın kalbine götürdü.
‘’Seninse kalbin bir başka çarpıyor ama o da seni böyle sevmiyor.’’
Dolan gözlerine inat titreyen dudakları kıvrılırken başını çevirip burnunu çekti.
‘’İyiyim ben. Beni düşünmenize gerek yok. Hep böyleydim biliyorsunuz. Farklı işler yapmayı seviyorum. Hayatı böyle yaşadığımı hissediyorum farklı hayatları tecrübe ederek.’’
Böyle yaşamayı severdi evet ama bu sefer sevdiği için değil hissettiklerini göz ardı etmek için yapıyordu.
‘’Dolunay sen peki? Gülce yok artık. Geçmedi mi?’’
Yıldız’ın sorusuyla Dolunay tebessümle başını salladığını mazide kaybolduğunu anladım.
‘’Geçmedi.’’ Dürüstçe verdiği cevaba herhangi bir karşılık vermedik. Bazen geçmezdi. Bazen zaman yaraya ilaç değil onu deşen bir silah olurdu.
Biraz daha konuşup işlerimizi hallederek pazardan çıktığımızda biraz oyalandığımız için neredeyse akşam olmuştu. Yansı geç kaldığımız ve işleri yetiştiremeyeceğimiz için bizi azarladığı sırada yolumuzun üstünde bize doğru gelen Mertleri gördüm. Onlarda bizi gördüğünde Doğu bir elini kaldırmış selam verirken Dolunay ağlamaklı sesiyle ‘’Ay Doğu!’’ deyip yönünü çevirdi.
‘’Ne oldu?’’ diye sorduğumda isyanı gecikmedi.
‘’Doğu dün tüm gün peşimde dolanıp durdu. Ayar etti beni! Bir de saçma sapan konuştu. ‘Eğer ben olmazsam sizi önce birbirinize sonra Allah’a emanet ediyorum. Yansı ailemizi bir arada tutmak için bizi harcamışken ben yokum diye vazgeçemezsiniz! Gözümü arkada bırakmayın! Benim hakkım size helaldir.’ Dedi. Durduk yere huzursuz etti beni. Deli olduğu tescilli de bu tarafını hiç sevmedim.’’
Kıkırdadığımda geçen gün bana söyledikleri aklıma geldi.
‘’Neyse ki ben sıramı savdım. Geçen de benim peşimdeydi. Bana da bir garip davrandı demek ki hepimizi sıraya sokmuş. Bence bizi korumasının üstünü örtmeye çalışıyor.’’
‘’Deniz senin peşinde olabilir ama ben ve Doğu’yu tüm gün yan yana hayal edebiliyor musun?’’
Kısa bir an düşünür gibi yapıp ‘’ . İyi tarafından bak en azından günün sonu karakolda bitmemiş.’’ dediğimde göz devirdi.
‘’Dolunay yengem seni çok özledim.’’ Sanırım Doğu bugün Dolunay’ı sinir etmek için tüm tuşlara basıyordu. Sonra içi gider gibi Yansı’ya bakarken iki yandan ördüğü kestane saçlarında takılı kalmıştı.
‘’Bir gün izin ver saçlarını öreyim çiçeğim.’’
Yanıs kollarını önünde bağlayıp ‘’Böyle isimler takmaya devam edersen çok beklersin.’’ Diye cevap verdi.
‘’Beklerim, ben hep doğru zamanı beklerim biliyorsun.’’
Ulaş’ın çalan telefonu ikisinin arasına girdiğinde Ulaş telefonuna bakıp kaşlarını çattı.
‘’Kıraç arıyor.’’
Neden aradığına anlam veremediği sesinin tonundan belliydi.
Doğu dudağını büzüp kaşlarını çatarken sitem etti.
‘’Kıraç ben dururken seni niye arıyor?’’ Gülmemek için alt dudağımı ısırıp sahte bir üzgünlükle omzuna elimi koydum. Teselli vermek istercesine ‘’Sanırım artık o da seni polis olarak görmüyor.’’ dediğimde yüz ifadesi hiç değişmeden bana baktığında kahkahama engel olamadım.
‘’Yıldız karakolda mı?’’
Ulaş’ın kızgınlıkla söylediğiyle Yansı başını ben ve Dolunay’ın arasına eğerek
‘’Bu kız sabah kebapçı, öğlen balıkçı derken akşam da kaçakçı oldu herhalde.’’ dedi.
Gözlerimi yüzünde gezdirirken kınayarak cevap verdim.
‘’Yansı hiç sırası değil.’’
Ulaş telefonu kapatıp bize döndü.
‘’Yıldız kavga etmiş.’’ Kimsenin suratında herhangi bir şaşkınlık belirtisi yoktu.
‘’Biz pazardan çıkarken kendini sattığı balıklara kaptırıp 'Gel gel Sibelum' diye bağırarak horon tepiyordu. Ne ara karakola düşecek suçu işledi?’’ Dolunay kavga etmesinden ziyade zamanlamasına şaşırmıştı. Doğru söylüyordu ne ara kavga edecek vakti buldu?
‘’Ankaralılar cidden sövüyor ama!’’
Doğu’nun söylediğiyle gözlerim direkt Yansı’yı bulmuştu çünkü aynı sözleri az önce kendisi de sarf etmişti. Aşırı dozda uyumlu çift olmanın suç olduğu noktadayız.
‘’Araya Tiftik keçisiyle Efelik yaprağını sıkıştırdık. Bence sövmezler.’’
Cidden bu ikisinin dünyasını bir yere yansıtamıyor muyuz? Ne yaşıyorlar merak ediyorum.
‘’Bu kız en son Armudu budaklamıyor muydu?’’
Dolunay sorgulaya bir sesle uzaklara baktığında ‘’ Sende mi ?’’ diye sormaktan kendimi alamadım.
Ulaş daha fazla bu düşük sohbete tanık olmak istemediği için ‘’Ben karakola gidiyorum.’’ deyip yanımızdan ayrıldı.
‘’Dur Ulaş ben de geleyim sonuçta polisim öyle değil mi?’’ Doğu gururlu bir ifadeyle onun peşinden gittiği sırada Ulaş durmuş yanında geçerken ensesine bir tane geçirmişti.
‘’Yürü lan, sonradan olma polis seni!’’ Doğu ensesini ovup ‘’Ya niye polis değilmişim gibi muamele ediyorsunuz?’’ dediğinde elimle anlıma vurdum. Sabır taşı olsa çatlardı şimdiye.
Mert’e dönüp gözlerimle tartışarak giden ikiliyi işaret ettim. Karşılık olarak itiraz ederek kaşlarını yukarı kaldırmıştı. Bu sefer ben kaşlarımı çatarak tekrar onları gösterdim. Pes edip omuzları aşağı indi. ’’Anam beni bu ikisi kavga ederken araya gireyim diye doğurmuş. Bekleyin ben de geliyorum. Belki edebiyat parçalayacak birine ihtiyacınız olur. Ben bunlara öğüt vermek için okudum onca yıl.’’ Söylene söylene peşlerinden giderken arkasından gülümsemiştim.
‘’Biz de mi peşlerinden gitsek?’’ diyerek yandan yandan beni iten Dolunay’ın amacı belliydi.
Yansı onun öteki koluna girip kendine çektiğinde yüzünde keyifli bir gülüş vardı.
‘’Bizim önemli bir işimiz var Dolunay. Unuttun mu?’’
Sanırım Yansı birazcık kin tutuyordu.
Akşam olduğunda ben balkona otursam bile bizimkilerin söylenmelerinden kurtulamadığım için bir nebze uzaklaşmak diye çekirdeğimi alıp aşağıya inerek kafamı dinlemeye karar vermiştim. Aşina olduğum sesler yukardan tartışarak buraya gelirken sesleri gittikçe artıyordu.
‘’Kızım cidden kafayı yedirteceksin bana! Senin yüzünden bu yaşımda kalpten gideceğim.’’ dedi Ulaş.
‘’Abartma kuzen abartma! Herifler bana gelecek üstten üstten konuşacak ben de susup köşeme sineceğim öyle mi? Yok öyle bir dünya canım. Ağızlarının payını verdim bir güzel içim rahat etti.’’
Doğu yarım ağız ‘’Hepsinin kafasını patlatmışsın.’’ dediğinde cevabı gecikmemişti.
‘’İyi yapmışım kafalarını kırmasam gece uyuyamazdım.’’
Mert gülerken imayla Ulaş’a bakarak‘’Kafa kırmasa uyuyamayacak biriyle yaşadığımdan Yıldız’ı yadırgayamıyorum.’’ dediğinde Ulaş’ta ters ters ona bakmıştı.
Doğu beni gördüğünde yıllardır görüşmemişiz gibi direkt yanıma gelip çökmüştü.
‘’Oo yengem kurmuş tezgahı! Biz buradayken niye yapmıyorsun böyle işler? Kapı önü, sohbetin en koyu olduğu yerdir.’’
Elimden çekirdeğimi çekiştirdiğinde kızgın bakışlarımı ondan çekip diğerleriyle tepemizde dikilmiş Yıldız’a baktım.
‘’Yine ne yaptın Yıldız?’’ diye sorduğumda yaptığından gurur duyduğu dikleştirdiği omuzlarından belliydi.
‘’Haraç kesiyorlardı. Bende onlar haraç kesmeden onları kestim. ‘’ Bu kızın olayları kökünden çözme gibi çok güzel bir huyu vardı.
Ulaş’ta onunla birlikte gülmeye başladığında bir anda suratını asıp yanağından çekti. ‘’Aynen haraç kesiyormuş… Şimdi ben de dayımı arayacağım o da senin hesabını kessin!’’
‘’Ya ama kuzen yanağımı bırak!’’ ikisi kavga atışarak yanımızdan geçip yukarı çıkmışları.
‘’Müsaadenizle ben de gideyim. Birinin yine bu evin babası olması gerekiyor. Denizim görüyorsun değil mi? Ben de çocuklarla uğraşıyorum.’’ Mert’te sitem ederek peşlerinden gittiğinde sesli gülmüştüm. Geride Doğu ile ben kalmıştık.
Daha o ağzını açmadan ben uyarımı yaptım. ‘’Doğu vallahi senin şifreli konuşmalarını çözmek için beynim müsait değil.’’
‘’Aşk olsun yenge! Ben Dan Brown’un kitaplarına mı benziyorum? Dümdüz konuşuyorum.’’ dediğinde olumsuzca başımı salladım.
Dirseklerini dizinin üstüne koyup ellerini önünde birleştirdi.
‘’Merak etme konuşmaya değil seninle susmaya geldim.’’
Karanlık sokağa dalıp giderken gerçekten ikimizde hiç konuşmayıp sessizliği paylaştık.
‘’Bugün de Dolunay’a takılmışsın. Neyin peşindesin Doğu? Bahanelerle yanımızda kalıp bizi korumaya mı çalışıyorsun?’’ diye sorduğumda yaramazlık yapan bir çocuğun ifadesi yüzünde yer edinmiş elini ensesine götürüp ‘’O kadar belli ettim mi ya?’’ diye sorduğunda ikimizde gülmüştük.
‘’Ettin tabi! Dolunay deliye dönmüştü. Seni görünce kaçacak delik aradı.’’
‘’Fark ettim onu.’’
Sessizliğe büründüğümüzde ne zamandır aklımda olan soruları sormadan edemedim.
"Sen ve Yansı'nın oluru yok değil ama ben niye bir araya gelemediğinizi anlayamıyorum. Neden böylesiniz siz Doğu?"
Derin bir iç çektiğinde uzun bir süre cevap vermedi. Ayaklarını uzatıp başını kaldırdığında gözlerini kapatarak konuşmaya başladı.
‘’Sen gittin Mert kaldı. Yansı gitti ben kaldım. Belki beni en iyi Mert anlar ama ben seninle konuşursam gideni anlarım diye düşündüm.’’
‘’Anladın mı?’’
‘’Biraz, sebepler farklı ama aşağı yukarı aynı sınavı verdik.’’
‘’Neyiniz var ki sizin Doğu?’’
‘’Yansı’ya aynısını sordum. Bana verdiği cevap hiç değişmedi.' Biz her kötü olayda önce kendimizden vazgeçiyoruz Doğu. Birbirimizi ne kadar üzüp yok sayabileceğimizi kestiremiyorum. Doğru zamanı bekleyelim.'dedi'’
Ben onu izlerken kaldırdığı başını indirip yüzüne kondurduğu tebessümle bana baktı.
‘’Deniz ben gidene gitme dememeyi öğrendim. En son gitme dediğimi toprağa verdim.’’
Derin bir nefes alıp ayağa kalktığında kalkmam için de bana elini uzattı.
‘’Artık onlar yerine ben gideceğim." Bir eline baktım bir de ışıldayan yüzüne. İçimden bir parça koptu. Nedenini anlayamadım ama boğazım düğüm düğüm oldu. Karşımda duran adamın herkese yurt olup kendisini nasıl evsiz bıraktığını anladım. Tebessüm eden yüzüne baktığımda aklıma İzmir’de ki yaşadıklarımızı dilimize döktüğümüz gece geldi. Böyle gülüyordu hep ama gülüşünün ardına sığdırdığı yası arada bir kuytudan çıkıp kendini belli ediyordu. Şimdi olduğu gibi ona hatırlatan bir durumla karşılaştığından bu hale gelmişti.
‘’Niye ağlıyorsun yenge?’’ diye sorduğunda gülen yüzüne yakışmayarak gözleri dolduğunda sertçe yutkundum. Anlamıştı. Nasıl anlamasın? Biz ömrümüzün çoğunu birlikte geçirmişken bizi bizden iyi kim anlardı?
Nihayet elini tutup ayağa kalktığımda gözlerimi sildim.
‘’Sen biliyorsun niye olduğunu?’’
Tuttuğu elimi kolunun altına koyup gururla ‘’Biliyorum tabi!’’ dedi. Birbirimize tutunarak çıktığımız merdivenler engellerimizi andırıyordu. Dile dökmeden anladığımız acılar yüreğimizde hüküm sürse de biz bir şekilde birbirimize tutunmaktan vazgeçmiyorduk. Yansı’nın niye bizi bir arada tutmaktan vazgeçemediğini anlayabiliyordum.
Doğu ile vedalaştıktan sonra eve gelip her zamanki cam kenarında kitabımı okurken kızlar hala turşu ve menemen kavgası yapıyorlardı.
‘’Senin yüzünden yetişmedi Dolunay. Bugün hepsini bitiremedik.’’ Yansı’nın bitmek bilmeyen şikayetlerine karşın nefesimi bıkkınca dışarı üfledim. Dolunay doğru söylüyor annemden beter!
‘’Orduya bir günde kısıtlı şartlar altında turşu ve menemen stoklayamadığım için kusura bakmayın Yansı Hanım.’’
‘’Millet bir günde altı aylık ekmek yapıyor.’’
‘’Millet 6 kişiyle 6 aylık ekmek yapıyor. Biz üç kişiyiz. Yıldız’ı sayma kendisi vukuatlarından evin yolunu bulamadığından yardıma gelemedi.’’ Yıldız kendi isminin söylenmesiyle bana bakıp kaşlarıyla Dolunay’ı işaret etti.
‘’Taş bana geldi görüyor musun? Haksızlığı bavullarına koyup, haraçlarını yanıma aldığım yan kesicilerin hepsini Allah’ına kavuşturmam adına teşekkür edeceğiniz yerde laf sokup duruyorsunuz.’’
Güzelim şarkıyı uyarladığı olayın saçmalığına diyecek sözüm yoktu.
Tartışma devam ederken araya yabancı birinin küfürlerle sayıp söven sesi karıştı.
‘’Kübra çık lan dışarı!’’
Hemen yerimde dikleşip camdan aşağıya bakarken kızlarda yanıma gelmişti.
‘’Kübra geberteceğim seni!’’
Kübra’nın ismini bu sefer net duymamızla göz göze gelmemiz bir oldu. Olayı kavramamız uzun sürmemişti.
Yıldız tişörtünün kollarını yukarı çekerken dudağını ısırıp ‘’Geldi beklediğim şerefsiz!’’ deyip dışarı fırladığında biz de peşinden gittik.
Aşağıya indiğimizde Yıldız ‘’Nerelerde kaldın? Ellerimiz kaşınmaktan bir hal oldu. Sabah sağlam kahvaltı yapamadığım akşamda salatayla geçiştirdiğimden seni döverek alacağım zevkle karnımı doyurmaktan mutluluk duyarım. Geçen içim de kalmıştı şerefsiz!’’ dediğinde adını bilmediğim şey bizim üzerimize yürüyüp ‘’Siz kimsiniz de kızımı saklıyorsunuz lan? Geçen gün de iki üç tane herif gelip kızımı almaya çalışmış. Siz ne iş lan? Aile meselesi burnunuzu sokmayın kızımı verin bana kocasının yanına götüreceğim yoksa-‘’ demesine kalmadan Dolunay fişek gibi fırlayıp herifin suratına yumruğu geçirmişti. Yakasından tutup kendisine bakmasını sağladığında mavi gözlerini kocaman açtığı için ben bile biraz korkmadım değil.
‘’Ulan üç kuruşluk şerefin yok beş kuruşluk caka satıyorsun. Lan şerefsizliğin dersi olsa profesörü olursun be! Beni iyi dinle geri zekalı bir daha bizi ya da Kübra’yı rahatsız edersen, senin ya da içeriye tıktığımız geri zekalı iki boy küçüğün yüzünden onun en ufak bir tedirginlik yaşadığını duyarsam, değil yöresinden iki ilçe uzağından bile geçtiğinizi görürsem seni paspas eder yere sererim üzerine basmayıp tükürür geçerler anladın mı?’’ Tek nefeste tüm tehditlerini savurmuştu kraliçe
Yıldız gözünü kapatıp ‘’Of! Bu iyiydi.’’ diyerek Dolunay’ı takdir ederken Yansı kollarımı birbirine dolamış başını bana doğru eğerek ‘’Allah’tan şerefsiz küfür değil dedik. Herkes bu anı bekliyormuş.’’ dedi. Şu durumda cidden bunu düşündüğüne inanamıyordum.
Arkamızdan gelen Ulaş yavaş hareketlerle Dolunay’ı tutup havaya kaldırsa da Dolunay çocuk gibi çırpınmaya devam ediyordu. Ulaş’ın ise bu duruma alışık olduğundan yüzünde mimik oynamıyor sadece ‘’Tamam Dolunay geçti sakin olabilirsin. Ben de şimdi onu yumruklayacağım tamam mı? Suratına suratına vuracağım merak etme. Sen şimdi seni koyacağım yerde zevkle izle tamam mı?’’ diye Dolunay’ı çocuk gibi teselli ederek benim yanıma bıraktığında ‘’Sahip çıkın!’’ diye uyarmıştı.
‘’Sıra bendeydi diye hatırlıyorum.’’ arkamıza bakarak konuştuğunda Mert eliyle adamı işaret ederek Ulaş’a yol vermişti.
Herif kendisine doğru gelen Ulaş’ta nasıl bir yüz ifadesi gördüyse geriye doğru adımlamaya başladı. Sanırım birileri ona Kübra’nın burada olduğundan bahsederken komşularımızdan bahsetmemişti. Yazık olmuş. Kübra’yı çoktan İzmir’e annemin yanına göndermiştik. Yakında orada kendine bir hayat kuracaktı. Bunlar da sürünsün!
‘’Ulan şerefsiz hem bir kadının hayatını karartacaksın hem de kral gibi bu hayatı yaşayacaksın öyle mi? Bize de gelip karışma diyeceksin. Ne güzel İstanbul be! İçerde ki şerefsizin yanına postalayayım seni de birbirinizin yaralarını merhem sürersiniz artık.’’
Ulaş adamı apartmanın içine sürüklediğinde hepimiz ona yol verirken Yansı isyan etti.
‘’Abi kimse küfür etmeyecek mi ya?’’
Mert olumsuzca kafasını sağa sola sallayıp ‘’Hayır etmeyecek Yansı. Ulaş sırf bu iddiayı kazanma uğruna yıllarca küfür etkisi yaratacak sözler ezberlemek için uğraştı. Çok pratik yaptığından en sinir olduğu anlarda bile küfür etmeyerek kendini dizginliyor.’’ dediğinde bir elini diğerine vurup Yansı ‘’Hadi be! En zayıf halka oydu.’’ Demişti.
Şansına küssün artık.
İşin bitirip dışarı çıkan Ulaş üstünü düzeltip Doğu’ya baktı.
‘’Arkadaş haneye tecavüz edeyim derken ayağı kaymış. Sen gerisini halledersin.’’
‘’Tabi ben kırıklar için çok güzel bir yer biliyorum hemen hallederim.’’ Herifi ensesinden tutup kafasına bir tane geçirirken ‘’ Ne demek len bir polisin evine zorla girmeye çalışmak?’’ deyip azarlayarak sürüklemeye başladığında hep bir ağızdan tükürük yağmuruna tutmayı ihmal etmemiştik.
Doğu onu arabaya atarken çalan telefonuna bakmak için kapıyı üstüne kilitlemişti.
‘’Efendim Kıraç?’’
Kıraç’ın söylediklerini dinledikten sonra yanımıza gelip kısaca durumu anlatarak en son Yansı’ya ‘’Şimdi ne yapacağız peki bulaşık köpüğüm?’’ diye sordu.
Yansı başta kaşlarını çatmış bir laf edecek gibi olsa da vazgeçmişti. Aklına bir fikir gelmiş olacak ki çattığı kaşları düzleşmiş yüzünde sinsi bir gülüş belirmişti. Yeşil gözleri parlarken adeta aklına bir fikir geldiğini haykırıyordu.
‘’Doğu hatırlıyor musun? Eğer bana bir daha bulaşık köpüğüm dersen seni maskot yaparım demiştim.’’ Doğu’nun yüzündeki sırıtışın an be an soluşunu izlerken aralarında geçen konuşmanın onun açısından pek de iyi sonuçları olmadığını anlamıştım.
Yansı’nın aklından geçeni anlamış başını arkaya yaslayıp ‘’Hayır yeşilim!’’ dese de ikna edememişti.
Yansı onun tam tersine başını aşağıya eğip ‘’Evet ballım evet!’’ demişti.
Tam olarak plan nedir bilmiyorum ama Doğu’yu iyi bir durumun beklemediğinden eminim.
Umarım burada neler olduğunu biz de anlayabilirdik.
BÖLÜM SONU
ŞEHİTLERİMİZE ALLAH’TAN RAHMET AİLELERİNE SABIR DİLİYORUM.
YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!
Yazım ve noktalama hataları için üzgünüm.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 109 Okunma |
54 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |