
Jeongin'in hapse girmesinden tam 3 hafta geçmişti. Bu zaman boyunca iç karışıklıkları çözmekle ve adam sayısını arttırmakla değerlendirdim. Düşman bu zaman boyunca kendini hiç göstermemişti. Bir adım atmışsa bile belli etmemişti. Minho ve Felix'i gizlice takip ediyordum. Bunun nedeni sadece önümün kesilmesini engellemekti. Ayrıca Felix değerli bir emanettti. Kapının açılmasıyla kafamı bilgisayardan kaldırdım. Zoe elinde kahveyle odaya girdi. "Mola vermeye ne dersin?"
"Eline sağlık. Chaerin işi ne oldu?" Tepsideki bardağı alıp oturması için koltuğu işaret ettim.
"Sorunsuz bitmiş iş. Az önce konuştuk milletlerini iletmemi istedi."
Onaylayıp bakışlarımı bilgisayara çevirdim. Birkaç isim ve bilgiler vardı. Şüphelendiğim isimleri araştırıyordum. "Yardıma ihtiyacın var mı?"
"Hayır, yapacak başka işim yok. Ne kadar uzun sürerse o kadar iyi. Senin salak nerede?"
"Bahçede birşeyler karalıyor yine."
"Dışarıda işlerim var. Birkaç saate dönerim. Telefonum açık birşey olursa hemen arayın."
"Tamamdır Cris." Masanın üstündeki telefonu ve anahtarı alıp dışarı çıktım. Önceden kapıdaki adamlara bilgi vermiştim. Araba kapının önünde hazır bir şekilde bekliyordu.
Pis işlerimizin döndüğü gizli bir klüp vardı. İçeriye girdiğim gibi barmen hemen selam verdi. Öğleden sonra pek kalabalık değildi. Normalde bugün kapalı olması gerekiyordu ama yasalar kimin umrundaydı ki? Bugün gelenlerin hepsi pis işlerle adı çıkmış insanlardı.
Masanın başına geçtiğim gibi barmen hemen yanıma geldi. "Her zamankinden veriyorum abi." Kafamla onay verip bardağın gelmesini bekledim. Etraf fazla kalabalık değildi. Ne konuşulduğu duyulmasın diye yüksek sesli bir müzik açılmıştı. Barmen içeceği önüme koyup bekledi.
İlk yudumu alıp sevdiğimi belli edercesine kafamı aşağı yukarı doğru salladım. Memnun olan barmen gülümseyerek diğer tarafa doğru gitti. Şu aralar pek sık geliyordum buraya. Artık çalışanların siması aklımın bir köşesindeydi. Aynı şekilde onlarda beni çok iyi tanıyordu. Ne sevip sevmediğimi ne zaman geldiğimi çok iyi biliyorlardı.
Tezgâhın öbür ucundaki kadın barmen elinde bir bardakla seke seke önüme geldi. Bu hareketi de çok iyi biliyordum artık. "Yeni karışımı denemek ister misin?"
"Hiç modumda değilim Yeji."
"Yine de denemek istersen diye buraya bırakıyorum. Seversen özel spesiyal diye sunacağım haberin olsun."
Elimdeki neredeyse bitmiş bardağı masaya indirip dolu olan bardağa uzandım. Kadının resmen gözleri parlıyordu. İki yudumdan sonra, "Sevdim bunu geçenkinden daha iyi," diyerek onayladım.
"Woonhak nereye kayboldu?"
"Hiç dikkat etmedim. Bardağı verdi gitti."
•
Son bardağı içip hesabı istedim. Yeji elinde POS cihazıyla tezgâhın başına geçti. Kartı makineye okutup oradan çıktım. Ne yaptığımı hiç bilmiyordum. Anahtarı kapıda sigara içen Woonhak verip akan sokağa çıktım. Nereye gittiğimi hiç bilmiyordum. Hava hafiften kararmaya başlamıştı. Birşey düşünemiyordum bile.
Nerde olduğumu anlamak için kafamı biraz yukarı kaldırdım. Sessiz sakin bir sokağa girmiştim. Bir kapının önüne geçip merdivenlere oturdum. Telefonu çıkartıp evdekilere mesaj çektim. Birazdan biri gelip alacaktı.
Sokak hiç yabancı gelmiyordu ama bir türlü çıkartamıyordum. Mavi kırmızı ışıklı bir aracın sokağa girdiğini ancak yanıma gelene kadar fark etmiştim. Onlar beni fark etmeden arkamı dönüp bahçeye girdim. Polis aracından bir adamın indiğini zor anladım. Adam inince arabada gözden kayboldu.
İçeri giden adamın arkasından sıvışıp apartmanın içine girdim. Adamın hisleri kuvvetliydi ki hızlı bir refleksle arkasına dönüp silahını çıkarttı. "Chan, sen ne yapıyorsun? Teslim ol yoksa yemin ederim kafana sıkarım!"
"Bilmem ki ne yapıyorum? Düşüneyim bir saniye. Yürüyordum ben sonra bumm." Silahlı adama doğru ilerleyip elindeki silahı hafifce indirdim.
"Beni özledin mi sevglim? Ben baya özledim." Adama doğru adım attığım sırada ayağım boşa çıktı. Düşmemek için omzunu tuttum. "Pardon pardon. Ben biraz şeyim de şimdi.
"Sen cidden kafayı yemişsin. Seni şimdi tutuklayabilirim ve sen bunu bile bile," Minho boşboş konuşurken bende doğrulup üstümü düzelttim.
"Peki tutuklayacak mısın?" Ellerimi birleştirip ona doğru uzattım. "Lütfen tutukla beni başkomiserim. Ah pardon amirim."
"Kafan yerinde değil mi? Bu berbat bir şaka olmalı." Minho merdivenlere yöneldiği sırada bende arkasından onu takip ettim. "İnanır mısın bu sefer ne şaka var ne sürpriz. Merak etme adamlarım birazdan gelir."
Minho kapıyı açıp içeri girdi. Bende yine peşinden geldim. Çeketimi çıkartıp koltuğu indirdim. Minho silahını beline yerleştirdi. Ellerini birleştirip sorgularcasına bana baktı. Bende aynı şekilde ona bakıyordum. Ellerimi havaya kaldırıp, "Silahım yok sakin ol," dedim.
Bir of sesi dışında hiçbir şey duymadım ondan. Hatırladığım kadarıyla mutfak olan odaya doğru gitti. "Seni şimdi tutuklamıyorsam bunun bir anlamı yok bunu bil. Sadece bunun daha ne kadar ileri gideceğini merak ediyorum."
"Beni istesende tutuklayamazsın. Bir şekilde elinden kurtulurum." Minho elinde suyla salona geri geldi. Suyu alıp yavaş yavaş içtim. "Eski gücünde olsaydın belki. Şimdi öyle değil ama. Sırtını dayadığın adam parmaklıklar ardında. Bir adamın ölü. Yeraltında isyan var ve büyük gizemli bir düşmanın var. Tabii ihanet eden,"
"Sakın onun adını ağzına alma!" Gür çıkan sesimle bir adım geriye çekilip eli silahına doğru gitti. Fark ettim ki hemen dalga geçercesine sırıttım. "Sakin ol dediğim gibi silahım yok. Oyun ya da sürpriz yok. Sadece dinlenmeye geldim."
İkimizde sustuk uzun bir süre. Süre algım ne kadar yerindeyse tabii. "Yorulmadın mı?" Dedi bana usulca Minho.
"Sen yoruldun mu?"
"Yoruldum Chan. O kadar çok yoruldum ki ne yapacağımı bile bilmiyorum."
Sadece sustum. Bir cevabım yoktu çünkü. Şuan neden burada olduğumu bile bilmiyordum. "Peki ya sen? Sen yorulmadın mı Chan?"
"Yorulmamış olmasam burada ne işim var ki?" Cümlem çalan telefonla yarıda kesildi. Arayan Minho'nun peşine taktığım adamlardan biriydi. "Bir saniye bu önemli." Minho gözünü devirip meşgulmuş gibi masadaki süslerle oynamaya başladı. Dinlediğini bildiğim halde telefonu açtım.
"Abi seninki evine geldi ama arkasından biri içeri girdi. Giriş ışığı baya açık kaldı. Diğer adam çıkmadı dışarı. Girip bakalım mı?"
"Gerek yok Pietro benim o. Siz fazla uzaklaşmayın çıktığımda buralarda olun." Telefonu kapatıp geri Minho'ya döndüm. Masadaki süslerle oynamayı bırakmış öylece bana bakıyordu.
"Sen peşime adam mı taktın? Yok artık amaç ne tam olarak?"
"Romantizme bağlama hemen. Peşimdeki adam yüzünden yaptım. Meraklı değilim yoksa size."
"Size mi? Başka kime taktın?"
"Sen ve Felix. Diğerleri pekte umrumda değil."
"Eğer o adamları görürsem acımam sıkarım kafalarına. Hatta benimkileri al Felix'e ver," fakirim ama gururluyum nidalarını sırıtarak dinledim. Fark edince susup bir köşeye oturdu. "Aç mısın?"
"Hayır, sen açsan git ye. Ben uslu uslu oturuyorum." Minho sessizce birşeyler sipariş etti. Buzdolabı kesinlikle boştu. Annesi yemek gönderdiği zaman sadece dolu oluyordu. Eminim hâlâ öyledir. Aklıma gelen şeyler güldüm. "Komik olan ne?"
"Buzdolabı hâlâ boş değil mi?"
Minho gülümseyerek beni onayladı. "Evet soğuk su dışında hiçbir şey yok."
Kapı çalınca Minho ayaklanıp kapıyı açmaya gitti. "Bu kadar çabuk mu geliyor bunlar?"
"Hayır genelde bu kadar erken gelmezler."
İşkillenip aşağıdaki çocukları arayacaktım ki Minho kapıyı açar açmaz silah sesi evde yankılandı. Minho acı dolu bir çığlık attı. Neresinden vurulduğunu göremeden kalkıp çekmecede olması gerek silaha yöneldim. Şanslıydım ki hâlâ orada duruyordu. Koridora çıktığımda bir adam Minho'yu tutmuş diğer adam ise arka odaya gidiyordu.
Silahı Minho'yu tutan adama doğrultum. Omzuna nişan alıp silahı ateşledim. Adam Minho'yu bırakıp omzunu sıkıca tuttu. Arkadaşı adam hızlıca silahını kaldırıp, "Şansa bak bir taşta iki kuş vurduk."
Silahı benden yerde karnını tutan Minho'ya doğrultu. "Silahı indir yoksa kafasını dağıtırım."
•
Bir hangara getirmişlerdi bizi. Dışardaki adamların işini bitirip kolayca evin içine girmişlerdi. Anladığım kadarıyla bir grupta benim peşimdeymiş. Bizi arabaya koyunca telefonda konuştuklarından bu kadar anlamıştım.
İkimizde hangarın ortasında olan sandalyelere oturduk. Başımızda şu anda 3 kişi vardı. İkisi dışarda biriyse içerdeydi. Minho'nun bilinci açıktı. Yaranın üstüne tuttuğu bez kana bulanmıştı. "İyi misin? Dayanabilecek misin?"
"Sen kendi kıçını düşün!"
Yükselişini görmezden gelip etrafa göz gezdirdim. İşime yarar hiçbir şey görünürde yoktu. İçerdeki adam eminim birazdan buraya gelirdi. "Adamların ne kadar sürede kayıp olduğunu anlar?"
"Bilmiyorum Chan bilmiyorum! Sikeyim bilmiyorum. Yarına kadar anlamazlar. Biri arada süre kısalır."
"Gelmeden önce araç yollamalarını söylemiştim. Birazdan herşey anlaşılır ama ne zaman bulabilirler bilmiyorum."
İçerdeki adam elinde bir bez ve kelepçeyle yanımıza geldi. Minho'nun elindeki kirli bezi yeni bezle değiştirdi. Kelepçeyi de arkadan bana taktı. "Bununla idare edeceksin artık polis. Ölmek yok ama tamam mı lan? Sonra azarı biz yiyoruz. Canlı lazımsınız bize."
Giriş kapısı gıcırtı yaparak açıldı. Herkesin bakışı kapıya yöneldi. Kapıda bekleyen adamlardan biri elinde demir zincirle içeri girdi. "Abi patron birazdan burda olur. Vurulduğunu söyledim. Ölmesin yeter dedi."
"Diğeri?"
"Abi onun ağzına sıçın dedi." Adam daha cümlesini bitirmeden başımızda bekleyen yumruğu yüzüme çaktı. "Bizde sıçarız o zaman."
•
Yediğim dayaklardan sonra gözümü anca açmıştım. Saat kaçtı hiçbir fikrim yoktu. Büyük ihtimalle gece yarısı olmuştu. Odada tek olduğumu anca kavrayabildim. Ani kalkınca vücudum sızlandı. Dudağım ve kaşım patlamıştı. En son hatırladığım şey yediğim yumrukla kan kusmamdı. "Min, Minho!"
Bulunduğum odanın kapısı kapalıydı. Dışardan ses seda gelmiyordu. Ağzıma tekrar kan tadı gelince odanın bir köşesine tükürdüm. "Aç şu kapıyı it!"
"Bakıyorum da uyanmışsın. Tam vaktin uyandın. Gidiyoruz buradan." Kapıyı açan adam yakamdan tuttuğu gibi beni yere fırlattı. Bitkin vücudum artık hiçbir şeye tepki veremiyordu. Beni saatlerce döven adam yerden kalkamadan demir zinciri bana doladı.
Hangardan çıkıp dışardaki arabaya doğru yürüdük. Bunca zamandır az gördüğüm adam arabanın orada bekliyordu. Bizi görünce kapıyı açtı. Minho arabanın içinde aynı şekilde duruyordu. Adama odaklanmadan Minho'ya baktım. Ben konuşmadan ne demek istediğimi anlamışcasına başını salladı.
Konuşmadı ama ben onu anladım. Konuşmadım ama o beni anladı.
İyi misin?
İyiyim.
Beni zincirleyen adam tutup arabanın içine tıkıştırdı. Dayak yemekten bir gücüm kalmadığı için arabanın içine savruldum. Arabada bizi bekleyen adama ancak önceliğimden sonra bakabildim.
"Sonunda fark ettin," dedi Minho zar zor. Bakışlarım adamda takılı kaldı. Diğer iki adamla konuştuğu için ona baktığımı fark etmemişti. "Siktir."
"Aynen öyle."
Sağ kolum şuan tam karşımda duruyordu. Seo Changbin sonunda ortaya çıkmıştı. Minho tekrar inleyince bakışlarımı ona çevirdim. "İyi olduğuna emin misin?"
"İyi olduğumu söylemedim bile,"
"Anlarım ben." Sözünü kesmemle susmuştu. Gözleri dudağımda ve kaşımda gezindi.
"Sen iyi misin? Kötü dövdüler ama yalan yok iyi dövdüler. İçimin yağları eridi."
"Çok ince düşüncelisin. İki tokatla yıkılmam ben hırpalandım sadece." Daha fazla konuşmaya fırsat bulamadan arabanın kapısı açıldı. Changbin ve biri ön koltuğa geçti. Diğeriyse arkaya kahkaha atarak girdi.
"Evet sevgili misafirlerimiz büyük buluşmaya gidiyoruz!" İkimizde bir tepki vermeyince oflaya poflaya önüne döndü.
Geldiğimiz yer öncekine göre baya farklıydı. Eski boşaltılmış bir restoranda gelmiştik. Yanımızdaki adam Minho'yu tutup arabadan çıkarttı. Öndeki adam ise hiç dövmemiş gibi çekiştirip çıkarttı. Changbin arabadan inip olduğu yerde dikildi. Ona hiç bakmadan devam ettim.
İçerisi dışarıdan bakıldığı kadar kötü değildi. Adamlardan biri masalarda duran sandalyelerden birini yere indirdi. Minho yavaşça oraya oturdu. Şanslıydık ki ölümcül bir yara değildi. Yoksa çoktan ölmüş olurdu.
"Bu poliste iyi dayandı ha. Bizim adamlar olsaydı şimdi ölmüşlerdi." Minho aldığı iltifata sırıtmıştı. Adamlara canının yanmadığını gösterircesine bakıyordu. Telefonlardan biri çalınca bir adam yanımızdan uzaklaştı.
Giden adamdan sonra içeri Seo girdi. "Hızlı çıktı bunlar. Hangarı patlatmışlar polis etrafı ablukaya almış."
"Tahminimden hızlı buldular desene. İddiayı kim kazandı?"
"Ben." Adam cebinden çıkardığı parayı Seo uzattı. "Kalanını diğer salaktan alırsın."
Hesaplaşma bittikten sonra telefonla konuşan tekrar yanımıza geldi. "Patron gelmiş haberiniz olsun."
"Geç bile kalındı bence. Misafirlerimiz çok merak ediyordur gelecek kişiyi,"
Adam daha konuşmayı bitirmeden içeriye bir düzine adam girdi. Günlerdir bizimle uğraşan adam şu anda karşımızdaydı. İkimizde adam girdiği gibi ikinci bir şok yaşadık.
"Seungmin,"
Kim Seungmin canlı canlı karşımda duruyordu. Aklımda binbir türlü soru varken Seungmin konuşmaya başladı.
"Oyun bitti sevgili kuklalarım."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.15k Okunma |
230 Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |