
Konağın kapısından içeri girdiğimde ilk kapıyı açan yeni yardımcı Zehra olmuştu. Şaşkınca bana bakarken kapıyı aralayıp "Hoşgeldin Dilan abla" dediğinde elimdeki çantayı aldı. Ayakkabılarımı çıkarım salona girdim.Salonun kapısında beni gören Hafise Sultan "kızım" diyerek ayağa kalktı. "Hayırdır bu saatte". Hafta içi bu saatte burda olmam onlar içinde şaşırtıcı bişeydi.
" Babam yok mu anne?" Diye sormamın üstüne
"Dilan" diyerek salondan giren Serhat ağa yanıma yaklaştı. "Hayrolsun"
"Konuşalım mı biraz"
"Otur kızım. Zehra çay getir buraya"
Zehranın getirdiği çayları içerken konumuza döndük.
"Baba neden izin verdin kalmasına"
"Bak kızım. Açık konuşacağım. Dört yıldır aldığı nefese kadar izledim Savaşı. Neler yaptı nasıl hareket etti hepsini biliyorum. Pişman bunuda görüyorum"
"Pişman olması bana yaptığı şeyleri değiştirmez ama"
"Haklısın yavrum. Daha buraya adım atmadan biliyordum geleceğini"
"Hani haberin yoktu? "
"O an öyle demem gerekti. Çok sinirliydin. Sakinleşmeden seninle konuşmak istemedim."
"Şimdi ne olacak"
"Sen ne dersen o olacak. Bak kızım eğer hala içinde bir yerde o it olduğunu bilmesem yine müsade etmezdim. Görüyorum çünkü" Utançla başımı öne eğdim. Haklıydı.
"Kaldır başını utanma. Bundan sonra ne yapsan ne etsen senin elinde. Kaç senedir sürekli dolanıyor Mardin sınırında. Sokmuyorum içeri. Ama bu defa çok kararlı. Bakalım sürünsün kapında biraz. Ne yapacak ne edecek görelim. Affet demiyorum yanliş anlama. Sürt burnunu. Daima arkandayım. Ne istersen ne dersen arkandayım."
"Ama şi-"
"Kızım" dedi Hafize anne. "Bak yavrum. Ne desen hakkındır. Babanında dediği gibi arkandayız. Boşamıyor. Sende boşanmak istemiyosun. Size ayrılan odaya giremiyosun ama kapıya bakışın bile ele veriyor seni. Ama artık bir aile kurmanızda lazım. Böyle ayrı gayrı ne kadar sürecek. Bırak köpek olsun kapına kendi uğraşsın affettirmek için"
"korkuyorum ben. Tekrar aynı şeyleri yaşamaktan korkuyorum. Yine bana."
"Bir haftadır aynı evde seninle yaptı mı bir yanliş"
"Hayır"
"Yavrum" dedi Serhat ağa " Benim az bir şüphem olsa sokmazdım yanına. Görüyorum onun halini. Ben bilirim oğlumun tavırlarını. Pişman. İt gibi pişman. Seni de zorlamak değil asla niyetim. Ama bırak herşey olacağina varsın olmaz mı"
"Bilmiyorum baba. Ne yapacağım bilmiyorum"
"Bırak sen akışına. Allah herşeyi elbet kararlamıştır." Derin bir nefes alarak arkama yaslandım. Şimdi ne olacaktı. Biraz dinlenmek için müsade isteyip odana çıktım. Sözde gelin odası için ayrılan odanın önünden geçerken yine sızlayan kalbimi duymamaya çalıştım.
Akşam yemek vakti geldiğinde tam sofraya oturmuştuk ki "Hayırlı akşamlar" diyerek Savaş içeri girdi. "Afiyet olsun. Bana da var mı bir tabak yemeğiniz" Ben kafamı kaldırıp bakmazken, "gel oğlum" diyen annesiydi. Ne olursa olsun evladıydı. Kıyamıyordu. Tam yanıma oturduğunda sandalyemi ondan uzaklaştırdım. Sakince yenilen yemekten sonra Serhat ağa ve Hafisem sultan her zamanki koltuklarına oturmuştu. Üçlü koltuğun bir ucuna o bir ucuna ise ben oturmuştum. Onlar kendi aralarında konuşurken ben tablete gömülmüş gelen mailleri okuyordum. Saatin iyice geçtiğini farkettiğimde "iyi geceler" diyerek ayaklanıp odama geçtim. O gelin odasında gerine gerine yatabilirdi...
Sabah işe gitmek için uyandığımda gri diz hizasında eteğim uzun beyaz gömleğimi giyip saçlarımı topladım. Sonuçta burdan, evden giyindiğim gibi giyinip çıkamazdım. HaIanıp odamın kapısını açtığımda hemen yan odamdan çıkan adama şaşkınca baktım. Oda mı gelin odasında kaşmamıştı. "Günaydin" dediğinde başımı sallayıp önüme döndüm.
Sakin geçen kahvaltı sonrası "baba Ömer abi beni işe bırakabilir mi" Serhat ağa tam bişey diyecekken "gerek yok baba. Beraber gideriz" Diyerek lafa daldı Savaş bey.
"Gerek yok. Ömer abiyle giderim ben"
"Dilan aynı yere gidiyoruz. Ne gerek var"
"Senin arabana bineceğime yürürüm daha iyi." diyerek evden çıktım. "Ömer abi beni şirkete bırakır mısın?" Bakışları arkama takılıp Serhat ağadan onay aldıktan sonra arabanın kapısını açtı. Arkaya oturup kapıyı kapattığı vakit diğer tarafın kapısı açıldı.
"Sen benim arabama binmezsen ben senin arabana binerim" diyen adam arkasına yaslandı. Ömer abide şoför koltuğuna bindiğinde yola çıkmıştık. Çantamdan çıkardığım kulaklıkları takıp sakin bir müzik açtım. Tabletimde dünden kalan işleri kontrol ederken onun bakışlarının üstümde olduğunu biliyordum. Ama dönüp bakmamıştım.
.
.
.
.
Şirketin önüne gelen araçtan ilk Dilan indi. Savaşı beklemeden içeri doğru yürüdüğünde Savaş soföre döndü. "Ara konağı aracımı getirsinler. Sende gelenlerle geri dön" Ömer başını sallayıp şitketin önünden ayrıldığında Savaşta içeri girdi. Bu şirketin işleyişi İstanbul'a göre farklı olsa da alışması çok uzun sürmemişti. Öğlene kadar incelediği dosyalar imzaladığı kağıtlar başını ağrıtmay yetmişti. Yönetici değişikliği yorucu bir dönemi getirtmişti. Öğle yemeğinde Dilanın masasına otursada karısı kulaklıkla yemek boyunca iş konuşmuştu. Bakışlarını kendisine bile değdirmemişti..
.
.
.
Akşam işten çıktıktan sonra kapıda Ömer abiyi beklerken vale Savaşın arabasını getirmişti. "Ömer abi gitti. Mecbur benimle döneceksin" diyen adama göz devirip taksilere doğru ilerledim. Daha doğrusu ilerlemek istedim. Fakat kolumdan tutularak durduruldum. "Saçmalama lütfen. Biner misin arabaya" Onunla münakaşaya girmemek için arka kapıyı açıp otudum.Savaş "Ciddi misin" desede aldığı cevap yüzüne kapanan kapıydı. Offlayarak şoför koltuğuna oturdu. Sessiz yolculuk sonrası konağa gelmiştik. Aynı sakinlikte yemek yemiş ve odalarımıza çekilmiştik.
Ertesi sabah kahverengi bol paça kumaş pantolon ve onun takımı önden bağlamalı dirsek boy bluzu giyip saçlarımı açık bıraktım. Yine aynı şekilde kahvaltımızı edip evden çıktık. Hiç konuşmadan Savaşın arabasına bindim. Ömer abiyi yormanın anlamı yoktu. Zira beyefendi yine kendi bildiğini okuyacaktı. Yolu yarıladığımızda "hayırdır dilan hanım. Kayınpederinizin yanında o cesur kombinlerinizi yiyemiyor musunuz" Diye laf attığında ters ters ona bakarak başımı çevirdim. Görürdü o.
Şirketin önüne gelince içeri girmeden yönümü değiştirdim. "Nereye" diye Sorduğunda "işim var" diyerek yoluma baktım. Yakındaki bir butiğe girip siyah pantolon büstiyer ceket takımı alıp orda giyindim. Üzerimdekileride paketleyip şirkete geri döndüm. 
Savaş beye görünmeden odama girdim. Öğle yemeğinde görmeliydi kombinimi.
Öğle arasında yemekhaneye inmek için asansöre yöneldiğimde oda odasından çıkıp oraya gelmişti. Üstümdeki kıyafete baktığında saçımdan tırnağıma kadar süzüp kaşlarını çatmıştı. "İnadına yapıyosun değil mi?" Sanki onu duymamış gibi gelen asansöre bindim. O ağzının içimde bişeyler gevelese bile umursamadım.
Yemekhaneye indiğimizde yemeğimi alıp masaya geçtim. Oda tam karşıma oturuduğunda daha rahat yemek için üstümdeki çeketi indirmiştim ki "sakın" dedi karşımdaki adam dişlerinin arasından. "Sakın o ceketi çıkarayım deme."
"Sanane" Ceketi çıkarttım ve yanımdaki sandalyeye astım. Gözleri çokçası derin göğüs dekoltesinde oyalansa da sık sık çatık kaşlarının ardından gözlerime bakıyordu. Ben ise umursamadan yemeğime başladım.
"Bir kişi bak. Bir kişinin sana baktığını göreyim. O zaman olacaklardan hiç mesul tutma beni"
Kimse bakmazdı. Daha doğrusu bakamazdı. Zira Savaş ağanın karısı, Serhat ağanın gelinine bakmak kimin haddineydi.
Yemekten sonra Hafise Sultanı arayıp artık eve geçeceğimi müsait zamanda ordaki çantamı göndermelerini rica ettim. Orası yada burası fark etmiyordu. Her türlü burnumun dbinde bitmeye devam edecektii. Hem üstelik onların yanında ağzıma geleni diyemiyor sövemiyordum. Kendi evimde rahatlıkla canına sıçabilirdim. Benim mesaim bitip çıktığımda Savaş bey son toplantısından hala çıkmamıştı. E eve gideceğimden de haberinin olmasına gerek yoktu. Konağa gidebilirdi. Hatta aynı yolu geri tepip eve de gelebilirdi. Onca yolu çekmesi hiç umrumda değildi. Hatta bu eziyet hoşuma bile giderdi.
Eve geçip üstümü değiştirdikten sonra mutrakta kendime pratik bir sandaviç hazırladım. Şuan yemekle vakit harcayamazdım. Belkide aç gelecek olan Savaş beye yiyecek bişey kalmaması işime gelirdi.
Eve girdikten yaklaşık iki buçuk saat sonra kapıya takılan anahtar sesini duymuştum. Ama yerimden kıpırdayıp keyfimi bölmek istemiyordum. İzlediğim program gayet keyifliydi. Salona girdiğini ayağındaki terlik sesinden anlamıştım. "Buyur çantan" diyerek ayaklarımın dibine attığı çantamı alıp kenara kaldırdım. "Teşekkürler" diyerek televizyona geri döndüm. "Çok mu zordu eve geldiğini haber vermek" Sinirliydi sanırım. En sevdiğim!
"Canım istemedi"
"Dilan konağa kadar gidip geri döndüm onca yolu. Kaç saatlik toplantıdan çıktım. Kafam davul olmuştı zaten hiç mi vicdanın yok"
"Yok. Ben İstanbul'da bıraktım vicdanımı" Ona bakmadan konuştuğum için önümdeki kumandayı alıp televizyonu kapattı. Karnımdaki sehbabın üstüne oturup gözlerini yüzüme dikti.
"Eyvallah. İnadına da cefana da. Hepsine boynum kıldan ince. Ne desen ne yapsan hakkındır. Ama en azından bir haber veremezmiydin"
"Veremezdim" dedim umursamazca.
"Tamam ulan verme. Buna da tamam. Ama beni yıldıramıcaksın Dilan. Ne yaparsan yap pes etmeyeceğim. Yıllarca da süründürsen kabulum.Kendimi elbet affettireceğim. Neden bu kadar eminim biliyo musun" dediğinde tek kaşım havada sorgular halde ona baktım. "Çünkü sende beni hala seviyorsun."
Alaycı bir kahkaha atarken "hayal dünyan çok genişmiş" diyerek ayaklandım ve odama geçtim. Bir süre sonra mutfaktan gelen tıkırtılarla kendisine bişeyler hazırlamaya çalıştığını anladım.
Sabah siyah mini etek ve ceket takımının içine ip aslıkı beyaz body giydim. Beyaz çantamı alıp odadan çıktığımda "hay sokayım" diye mutfaktan gelen sese yöneldim. Kapıdan başımı uzattığımda kaynar suyun içinden yumurta almaya çalışan adama ağzım açık bakıyordum. Masanın üstünde kahvaltılıklar vardı. Ve bir tabakta taze olduğu belli olan simitler. Hatta bolce yeşillik. Peki kimse bu aptala yumurtayı soğuk suya koyması gerektiğini dememişmiydi. Kaşıkla aldığı yumurtağı iki elinde zıplatarak ve üfleyerek soymaya çalışırken soytarı gibi gözüküyordu. Daha fazla bu manzaraya dayanamayıp içeri adımladım ayak sesimi duyduğunda bana dönüp baksa da hala yumurtayı hoplatmaya devam ediyordu. Elindeki yumurtaya uzandığımda "sıcak elin yanar" diyerek geri çekti. Önümdeki yumurta tenceresini ona uzattım. Ne demek istediğimi anlamış olsa gerek yumurtayı içine koydu. Sıcak suyunu süzerek soğuk su doldurdum. Buzluktan çıkardığım bir kalıp buzu suyun içine attım. Bu arada o parmaklarına üflüyordu. Suyun içine attığım buzlardan birini alarak parmak uçları ile tuttu. Çok mu yanmıştı. Çaydanlığa uzandığımda "otur sen" dedi. Bileğinden elini kavrayıp parmaklarına baktım. Kızarmıştı. Gerçekten kaynar suya elini mi sokmuştu. Aptal! Geri mutfaktan çıkarak banyoya ilerledim. O ise elinde buzla arkamdan bakıyordu. Ecza dolabından yanık kremini alıp mutfağa döndüm. "Kurula ellerini" İkiketmeden kenardaki havluya ellerini sildi. Açtığım kremi parmak uçlarına sürdüm. "Otur masaya" dediğimde itiraz edecek olsa da bakışlarımdan sonra sesini çıkartmadı. Çayları koyduktan sonra yumurtaları soymak için elime alacağım sıra "sıcaaak" diye yükseldi. "Artık değil" diyerek elime aldığım yumurtayı soydum ve önüne koydum. "Teşekkür ederim" dediğinde sesi mahçup çıkmıştı. Bende masaya oturduğumda "eline sağlık" diyerek tabaktan aldığım simidi bölerek önüne koydum. Sağ kremli olduğu için tek elle yiyecekti.
BÖLÜM SONU.
Sizce Dilan affedebilecek mi?
Yada Savaş affetmesi için neler yapacak?
Serhat ağa haklı mı?
Bundan sonra neler olacak?
Bölüm hakkındaki fikrinizi buraya yazar mısınız?
oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen
yeni bölümde görüşmek üzere
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |