19. Bölüm

🧡

Nazlı Kerçin
nzlkrcn

Dudaklarımın üstünde baskı yapan dudaklarla gözlerim kocaman açılmış, nefes almayı dahi unutmuştum. Bedenim kaskatı kesilmişti. Karşımdaki adamında benden bir farkı yoktu. Çünkü biranda beni çektiğinde göğsüne tutunan elimin altındaki bedende kaskatı haldeydi. İkimizde yaptığımız hamleleri ne kendimizden nede karşımızdakinden beklemiyorduk.

 

Biranda bastırdığı dudaklarını yavaşça ayırıp geri çekildiğinde bakışlarımızı da birbirimizden kaçırmıştık. Yönünü kaybetmiş tavuklar gibi bir o yana bir bu yana bakınırken ben hızla mutfağa oda odasına yönelmişti. Bir kaç saniye sonra daha mutfak kapısından girmeden boğaz temizleme sesiyle durdum. "şeyyy" dedi kısıkça. Ona döndüğümde bana aldığı ama vermeyi unuttuğu lale buketini uzattı. Laleleri çok severdim. Ben her çiçeği severdim ama laleleri ayrı severdim. Bunu bilmesi ayrı hoşuma gitmişti. Elinden buketi alıp mutfağa yöneldiğimde oda odasına gitti. Çiçekleri önce vazoya koydum. Daha sonra yemekleri ısıtmak için ocağın altını açtım.

 

 

Birbirimize bakmadan konuşmadan yemekleri yemiş odalarımıza çekilmiştik. Kızgın mıydım. Hayır! Adamı ilk öpen bendim. Tabi ona öpmek denirse. Fakat karşı hamle beklenmedikti. Onunki de öpücük gibi değildi. Sadece benimkinden daha hissedilir şekilde dudaklarımız temas etmişti.

 

 

Hafta sonu geldiğinde bu defa Savaşın ailesinde kalacaktık. Serhat ağa akşam yemeğine benim ailemi de çağırmıştı. Kalabalık sofraları her zaman daha çok severdim. Masanın iki başına babalar oturduktan sonra onların hemen sol taraflarına hanımları oturmuştu. Savaş ve Şilan annesinin yanındayken. Ben ve abim annemizin yanındaydık. Bizde artı olarak Miraç beyde vardı. Boş sandalye olmasına rağmen kucağıma kurulmuş ellerimden yemeyi tercih etmişti.

 

Yemekten sonra kahveler ve çaylar içilmiş derin bir sohbet başlanmıştı. Eski olaylardan araları açılan aileler şimdi daha güçlü bir bağla tekrar başlamıştı.

 

Gece annemler gittikten sonra herkes odasına çekilmişti. Miraç bey dayısıyla uyumaya karar vermişti ilk baş. Ama odalarımıza geçtikten on beş dakika sonra dayısının elini tutmuş çekiştirerek odaya getirmişti. Ne benden nede dayısından vazgeçemediği için minik totosuyla beni yatağın diğer ucuna itmiş ortaya yatmıştı. Bırakmadığı eli ile dayısını çekerek zorla yatağa yatırmıştı. Savaşın mahçup benim şaşkın bakışlarıma aldırmadan ikimizin elini sıkıca tutup gözlerini kapatmıştı.

 

Minik bey deriiin bir uykuya dalsa da ikimiz hala uyuyamamıştık. Birara Savaş kalkıp kendi odasına gidecek olduysada elini sıkı sıkı tutan elden kurtulamamıştı. Saat iyice ilerleğinde artık istesemde uyuyamazdım. Olan bütün uykum kaçmıştı. Minik adam sonunda ellerimizi bırakıp yüz üstü yastığa başını gömdüğünde rahat bir nefes almıştık.

"Ben çıkayım. Sende uyu artık. İyi geceler" Ayaklandığında bende onunla birlikte kalktım.

"Uykum yok"

"Bitki çayı yapayım mı uyumana yardımcı olur"

Başımı olumlu anlamda salladığımda üstüme koltuktaki hırkayı geçirdim.

"kendine de yap. Balkonda içelim beraber olur mu"

"Tamam" diyerek hızla odadan çıktı. Ben balkona çıkmış hırkamın önünü daha çok kapatmıştım. Hava gece ayazı olduğu için soğuktu. Beş dakika sonra elinde iki fincan bitki çayıyla Savaş balkona gelmiş önce hırkaya sıkı sıkı sarılmış bana bakıp fincanları sehpaya bıraktı. Tekrar içeri girdiğinde anlamsız arkasından baktım. Elinde kalın bir battaniye ile geri geldiğinde açıp sırtıma örttü. Hemen yanıma oturduğunda kendisi ince bir bady ile duruyordu. Sarıldığım battaniyenin ucunu ona doğru uzatınca önce elime sonra emin olmak için yüzüme baktı. Dudaklarımda ki hafif gülümsemeyi gördüğünde eline yeni aldığı fincanı tekrar sehpaya bırakıp biraz bana doğru yaklaştı. Uzatttığım battaniyeyi omzundan geçirip üstüne aldığında yanyana gökteki yıldızları izledik. Yani ben öyle sanıyordum. Saymayı deneyip her defasında karıştırdığım yıldızları bırakıp başımı ona doğru çevirdiğimde onu göğe değil bana bakıyor olduğunu farkettim. Yüzümü ezberlemek ister gibi her santimini dikkatle izliyordu. Bakışlarımız buluştuğunda istemsiz olarak hafif yukarı kıvrıldı dudaklarım. Bakışları gözlerimden kıvrılan dudaklarıma düştüğünde derin bir nefes çekti içine. Sanki söylemek istediği birşey varda çekiniyormuş gibi bir kaç kez açılıp kapandı dudakları.

"Söyle" dedim sonunda dayanamayarak.

Bir kaç kez daha derin derin nefes aldıktan sonra yönünü tamamen bana döndü. Bu hareketi ile omzundaki battaniye düştü.

"Öpebilir miyim bir kere"

Hiç beklemediğim soruyla gözlerim büyüdü. Nasıl öpmek? Beni mi? Nerden? Şimdi mi?

"Savaş-"

"lütfen" dediğinde dizindeki ellerinden biri havalandı. "Şurdan" diyerek ne yanağıma nede dudağımaTam ikisinin birleştiği noktaya dokundu. "Bir kere sadece. İznin olmadan sana dokunmak, seni incitecek birşey yapmak istemiyorum"

Ne diyeceğimi bilemez şekilde gözlerine bakarken başını hafif sağa eğdi. lütfen dedi tekrar bakışlarıyla. Bir şans vermiştim değil mi? En azından deneyecektim. Ördüğüm duvarları aşması için önce biraz onları indirmem lazımdı. Çok hafif başımı aşağı yukarı salladığımda gözlerinde binbir yıldızın parladığına eminim. Ama ıspat edemem. Yavaşça yüzünü yüzüme yaklaştırdığında kesik bir nefes çektim içime. Burnundan verdiği nefesi yanağımda hissederken, biraz önce dokunduğu yere bastırdı dudaklarını. Ne hafif nede sert. Ne rahatsız edecek kadar güçlü nede varlığını hissetmeyecek kadar güçsüz. Bir kaç saniye süren kısa değil ama uzunda olmayan bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi.

"Teşekkür ederim"

"Ne için" sesimin titremediğine şükretmiştim.

"Bana içinde bir yerlerde hala bir parça yer sakladığın için"

Birşey diyemeden baktım yüzüne. Yavaşça yönünü döndü. Fincanında kaşan soğumuş bir yudum çayı içip ayaklandı.

"Ben odaya geçeyim. Sende uyu. Yarın erkenden kaldırır beyefendi" diyerek başıyla içerdeki minik adamı gösterdi. Gülümseyerek ayağa kalktım haklıydı.

"İyi geceler" dediğimde uzandığım fincanları benden önce aldı eline.

"ben götürürüm. İyi geceler güzel kadın"

 

 

Dinlenmekten çok yorulduğumuz bir hafta sonu olmuştu. Hava soğuk olduğu için Miraç bey dışarı çıkamıyor. İçeride de enerjisini atamıyordu. Gelirken aldığımız bir sürü aktiviteli oyunları oynamış sıkılmıştı. Benimle resim yapıp dayısıyla dövüşmüştü. Ama yine de "canım şıkılıyooooo" diye avaz avaz evin içinde gezmekten vazgeçmemişti.

 

Aslında yaşıtlarına göre peltekliği fazlaydı. Doktora götürdüğümüzde kolayına geldiği için kendini düzelmediğini öğrenmiştik. Söylediği yanlış sesleri sık sık uyararak birazını düzelmiştikte. "Ben boyle seviyom" diyerek sıvışıyordu işin içinden.

 

 

Geçen İki ay Savaşın ara ara aldığı minik öpücükler sanırım aramızın biraz daha sıcak olmasını sağlamıştı. Bugün ise İtalyadan gelecek olan beraber birkaç iş yaptığımız Bay Leonardo ve asistanı Bayan Carina ile yeni anlaşmamız şerefine yemek yiyecektik. Daha önceki yemeklere Serhat ağa ile katılmıştık. Ama şimdi bütün görevleri Savaşa verdiği için onunla birlikte gidecektik. O yine simsiyah bir takım içindeyken. Ben kruvaze yaka omuzları açıkta bırakan hatrı sayılır göğüs dekoltesi olan uzun kollu fakat mini bir elbise giymiştim. Siyah yüksek topuklu ayakkabılarım ve siyah küçük çantam ile kombini tamamlamıştım. Hafif bıraktığım göz makyajımın aksine kan kırmızısı rujumla patlatmıştım.

Odadan çıktığımda salonda beni bekleyen Savaşın yanına adımladım. Topuklu ayakkabılarımın sesini duyunca başını telefondan kaldırmış bana bakmıştı. Saçlarımdan başlayan bakışları açık omzum ve göğüs dekoltemde çatılmıştı. Son olarak etek boyuyla fazlasıyla açıkta kalan bacaklarımı görünce seslice yutkundu. Ağırca hareket eden adem elması görüşüme takıldığında bende onun gibi ama sessizce yutkumdum.

"Keşke önce alışverişe çıksaydık" dedi bana doğru adımlarken.

"Neden. Kötü mü elbise. Yakışmamış mı?"

"Yok. Yakışmış. Fazla yakışmış hemde. Ama keşke biraz daha kumaş kullansalarmış elbiseyi yaparken" Eli bir omzuma yükselip yakasını yukarı doğru kaldırmaya çalıştı.

"Napıyosun" diyerek elinden kurtulmaya çalıştım. Fakat bu defa diğer omzuma uzattı elini.

"En azından bir yeri kapamaya çalışıyorum"

"Saçmalama. Elbisenin modeli bu" İki adım geri çekilip tekrar düzelttim elbiseyi.

"Çıkalım mı" dedi derin bir nefes alarak "yoksa her an şu yemeği iptal edebilirim"

"Abartma lütfen" Askıdan siyah kabanımı alırken konuştum. "Öyle bir lüksümüz yok"

"Keşke sadece bana özel olsa her halin. Sadece ben baksam. Sadece ben görsem" Oda siyah kabanını giydiğinde evden çıktık

 

 

Restorana geldiğimizde girişte kabanlarımızı bırakıp içeri adımladık. Bir anda belimde hissettiğim el ile bakışlarım yanımdaki adamı buldu.

"hiç bakma öyle. Herkes sana bakıyor gibi geliyor"

Sonunda bize ayrılan masaya geldiğimizde misafirlerimizin çoktan gelmiş olduğunu gördük. Kısa bir selamlaşmadan sonra masaya oturmuş siparişklerimizi vermiştik.

"Her zamanki gibi göz kamaştırıcısınız Dilan hanım." Leonardonun ingilizce iltifatı ile Savaş ağzının içinden türkçe bir küfür mırıldanmıştı.

"Serhat beyi bekliyorduk aslında"

"Serhat bey artık işlerden elini çekti. Onun yerine oğlu Savaş bey devam ediyor" diye açiklamada bulundum. Savaşa bey dediğimde halihazırda çatık olan kaşlarıyla bana baktı. Ne var canım iş yemeği bu Savaşçığım mı deseydim.

"Anladım. Daha önce isminizi duymuştum. Fakat karşılaşmak bu akşamaymış"

Savaş sadece başını salladığında Carina ile sohbete başlamıştık. Yemeklerimizi yedikten sonra anlaştığımız sözleşmenin son kez üstünden geçip imza atmak için yarın şirkette toplantı yapmayı kararlamıştık.

"Dilan hanım. Her defasında reddetmenize rağmen ben yine de sormak istiyorum. Bu defa başbaşa bir akşam yemeği yiyip. Sizi daha yakından tanımak istiyorum" İşte sanırım bu son damla olmuştu. Yemek boyu hafif hafif asılmasında Savaşı sakin durması için defalarca uyarmıştım fakat şimdi yumruk olan eli masanın üstündeydi.

"Biz Türkler karısına asılan adamlardan hiç hoşlanmayız. Hele ki bunu kocasının gözünün önünde yapıyorsa sonu daha da kötü biter" İngilizce ve sert bir sesle konuştuğunda karşımızdaki iki kişide şaşkınca bize bakıyordu.

"Evli olduğunuzu bilmiyordum. Alyanslarınızda olmayınca. Bekar sandım."

"Şimdi öğrendin.. Bir daha karıma yanlışlıkla bile gözün değerse. İşmiş sözleşmeymiş umrumda olmaz. O gözlerini oyar eline veririm." dedikten sonra masadan kalktı.

"Yarın toplantıda görüşürüz" diyerek beni de kaldırdı. Sımsıkı tuttuğu elimle resmen sürükleyerek restorandan çıkardı. Girişte eline aldığı kabanımı hızla üzerime giydirdi. Tekrar elimi tutarak otoparka doğru yürümeye başladı.

 

Arabaya bindiğimizde burnundan soluyordu. "Savaş saki-" Cümlemi tamamlayamadan dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı. Ben ne olduğunu anlayana kadar. Dudaklarını aralayarak beni öpmeye başladı. Şokta olduğum için ne karşılık verebiliyor nede kendimden uzaklaştırabiliyordum. Birden dudaklarımdan ayrıldı ama uzaklaşmadan hemen dudaklarımın üstündeyken konuştu.

"Karşılık ver Dilan. Karşılık verki sakinleşeyim. Sakinleşeyim ki o piç kurusunun leşini o masaya sermeyeyim."

Cümlesini tamamlar tamamlamaz tekrar birleştirdi dudaklarımızı. Birkaç saniye daha karşılıksız öptükten sonra alt dudağıma dişlerini geçirdiğinde "ahh" diyerek ağzımı araladığımda alt dudağımı ağzınının içine alıp sertçe çekiştirdi. Sanırım bu son uyarıydı. Daha fazla dudaklarımda hüküm sürmesine karşı koyamadım. Üst dudağını dudaklarımın arasına alarak karşılık verdiğimde ensemdeki eli boynuma giderek orayı okşamaya başladı. Bir süre sert ve baskın öpüşünden sonra ayrıldı dudaklarımız. Ben nefesimi düzene sokmaya çalışırken alnını alnıma dayadı. "Yarın ki toplantıya sen girmiyosun." Kısa ve sert emri ile "ama" diyecek oldum.

"Sakın itiraz etme. Yine susturmak zorunda kalırım."

İçime kaçmış sesimle "tamam" diyerek onayladım. Önce benim kemerimi sonra kendi kemerini takıp arabayı çalıştırdı....

 

 

Selaaaaam. 🤗

Ben geldiiiim.

Nasıl gidiyor hayat?

Uuhhh neler oldu öyle yahu?

Kıskanç bir Savaş mi gördük ne?

Sert adam vesselam. Susturma yöntemleri malum 🤭🤭

Eee beğendiniz mi yeni bölümü?

Hadi yorumlarda sohbet edelim. 💭

Yıldıza basmayı unutmayın olur mu? 🥰

Yeni bölümde görüşmek üzere 👋👋

 

 

Bölüm : 04.05.2025 21:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...