37. Bölüm

XXX.

Nazlı Kerçin
nzlkrcn

 

Anlamadım"dedim kapıda bekleyen kadına boş boş yüzüne bakıyordum. "Zeynep kızım benim annen" dedi tekrardan.

Ne saçmalıyordu bu kadın? Nereden çıkmıştı bu?

ĆSiz ne dediğinizin farkında mısınız acaba hiç hoş bir şaka değil" dedim kaşlarımı çatarak. O ise ciddiyetini sürdürdü

 

"Şaka yapmıyorum Zeynep benim kızım Annen" Papağan gibi sürekli aynı şeyi tekrarlıyordu.

benim kızım annen benim kızım annen benim kızım annen

 

Oysa benim sadece iki tane annem vardı Biri Gülten annem Diğeri ise Nurten annem. Bu kadın kimdi? Kapımda gece yarısı ne arıyordu? Böyle saçma şeyleri neden söylüyordu hiç bir fikrim yoktu.

 

 

"Kesin saçmalamayı" diyerek yükseldim en sonunda. Yeterdi. Fazla uzatmıştı. "Evimden gidin lütfen!" Tam bişeyler diyecekti ki elimi kaldırarak susturdum

"Kimsiniz? Neden bu saatte kapımdasınız bilmiyorum. Dediklerinize inanmıyorum. Öyle bile olsa inanamıyorum. Şimdi lütfen gidin ve bir daha da ne evime gelin ne de karşıma çıkın!!" Son sözümü söyledikten sonra hızla kapıyı üzerine kapattım. Yönümü salona çevirip yürüdüm. Hemen bir adım arkamdan gelen kocam ile birlikte.

Salona girdiğimde herkesin tedirgin bakışları karşıladı beni. Bu güzel geceyi bozmamak için gülümsemeye çalıştım. Ama başarılı olamadığımı hepimiz biliyorduk.

"Biz artık kalkalım" diyen Ömerdi.

"Oturuyorduk daha"

"Geç oldu iyice. Hem sizde yoruldunuz tüm gün birsürü hazırlık yapmışsınız dinlenirsiniz"

"üstelik yarın sevgili komserimizin bize yazmış olduğu nöbete geç kalmak istemeyiz" diye ise Eymendi.

"Değil mi ama yeni yılın ilk nöbetini tutmakta bize nasip oldu konserimiz sağolsun" Yusuf'ta lafa daldığında Murat sahte kızgınlıkla kaşlarını çattı

"Dua edin bu geceden yazmadım nöbeti"

 

Herkes gittikten sonra, Aylin, Aytaç, Murat ve ben salonun ortasında öylece dikildik. Gözlerimi kısa bir tur attım; tabaklar, bardaklar, hafif dağılmış süsler… Her şey bir anda sanki bu geceyi hatırlatan sessiz bir delikti.

 

“Şunları bir toparlayalım önce,” diyerek konuyu dağıtmaya çalıştım. Elime aldığım iki tabakla mutfağa doğru adım attım ama Murat ellerini nazikçe koluma koydu.

“Sen bırak sevgilim, ben hallederim,” dedi, tabakları elimden alıp masaya geri koyarken.

“Hadi, geç içeri, dinlen güzelce biraz. Ben buraları toparlar, arkandan gelirim,” diye ekledi.

İtiraz etmedim; itiraz edecek kadar halim yoktu.

Aylin ve Aytaç’a bakmadan, sessiz adımlarla odamıza doğru ilerledim. Kapıyı kapattım ve sırtımı kapının arkasına yasladım.

Kafamda susmak bilmeyen sesler vardı. Her biri ayrı telden, kendi şiirini okuyordu. Bu kadar güzel bir geceyi mahveden o kadın… gerçekten benim annem olabilir miydi? Eğer öyleyse, yirmi küsür yıl sonra neden kapıma gelmişti? Eğer biri bana şaka yapıyorsa, bu şakanın amacı neydi? Böyle kötü bir şey şaka olabilir miydi?

Dolaba yöneldim, pijamalarımı aldım ve üzerimi değiştirdim. Tam yatağa uzanmıştım ki, kapı tekrar açıldı. Murat, küçük bir gülümsemeyle yanıma yaklaştı. Yüzündeki gülümseme bir parça manidardı.

 

“Kovdular beni,” dedi, hafif alaycı bir sesle.

Gülümsedim. Az da olsa konuyu anlamıştım; biz yorulmuşuz, her şeyi biz hazırlamışız, dinlenmeliyiz… İşin aslı, bu küçük oyunu tahmin edebiliyordum. Murat’ı benim yanımda bırakmak, yalnız hissettirmemek içindi.

O da üzerine değişip yatağa uzandı. Her zamanki yerimi aldı; başımı göğsüne koydum ve derin bir nefes çektim. Sessizlik sanki beni boğuyordu, ama aynı zamanda güven veriyordu.

“Murat,” diye seslendim.

“Hmm,” diyerek cevap verdi, gözlerini kapalı tutarken.

“Bu kadın… doğru söylüyor olabilir mi?” Sesim kısıktı, korkuyla karışık. Belki doğru olmasından korkuyordum.

“Bilmiyorum, bir tanem,” dedi, saçlarımın üzerine uzun bir öpücük kondurarak.

“Ama işe döndüğümde, ilk yapacağım şey bunu araştırmak olacak. Merak etme.”

Gözlerimi kapattım. Dışarıda sessizlik vardı. Ama içimde bir fırtına… ve Murat’ın sıcak varlığı, o fırtınanın ortasında bir liman gibi duruyordu.

Sabah, güneş yavaş yavaş perdelerin arasından sızarken, hep birlikte kahvaltı ettik. Ev, geceye dair kalıntılarıyla hâlâ sessiz bir enerji taşıyordu; tabaklar, bardaklar, hafifçe dağılmış süsler…

 

Kahvaltının ardından Aylin ve Aytaç erkenden evden ayrıldılar. Aylin’in akşamüstü otobüsü vardı; memlekete dönüyordu. Aytaç ise, bu ayrılıktan önce sevgilisiyle biraz daha baş başa vakit geçirmek istiyordu. bu da çok doğal bir istekti; biricik sevdiğinden uzak kalmak kolay değildii

Ev sessizliğe gömülürken, dışarıda hafif bir rüzgar ağaçların yapraklarını okşuyor, yeni yılın ilk ışıkları odaya düşüyordu. İçerideki sessizlik, ufak fikirlerin ve hislerin bir süre daha bekleyeceğini fısıldıyordu.

 

Eh, şimdi de kocamla baş başa kalmıştık. Diğerleri nöbette olabilirdi, ama beyefendi kendisine bugün için izin yazmıştı. Salondaki koltuğa oturmuş, ben de dizlerine yaslanmış uzanıyordum. Sessizliğin içinde, birbirimizin gözlerine bakarak dinleniyorduk.

 

Bu adamı gerçekten çok seviyordum. Her anımda, her şeyimde yanımdaydı. Öncesinde beni delirtmiş, kırmış, üzmüş olsa da, hepsini telafi etmeyi başarmıştı. Bütün gün sarılarak, toplaşarak, öpüşerek… birbirimize doyarak geçmişti. Akşam yemeğini dışarıda yedik. Hafif rüzgâra aldırmadan sahil boyunca yürüdük, gezdik, eğlendik.

 

Eve geldiğimizde hem üşümüş hem de yorulmuştum. Ilık bir duş alıp kendimi yatağın altına attım. Murat çoktan yanımdaydı. Onun sıcaklığına sarılıp gözlerimi uykuya kapattım.

 

Bir haftadır o gün kapımıza gelen kadından hiçbir haber yoktu. Garip olan, Murat gerçekten araştırmış, kadına dair her şeyi sorgulamıştı. Fakat kadının şu anki eşiyle evliliğinden önceki hayatı… sanki hiç yaşanmamış gibi kara bir delikti. Evlilikten önceki zamanına dair hiçbir bilgi yoktu.

 

O evlilikten iki çocuğu olmuştu: bir kızı ve bir oğlu. Kızı tahminen benden altı yaş kadar küçüktü; sarı saçlı, renkli gözlü ve biraz havalı bir tipti. Oğlu ise sakin, kumral, siyah saçlı, kahverengi gözlü, kendi haline takılan klasik bir ergendi.

Bir çok şeyi araştırmış olsak da, kadının gerçekten annem olup olmadığı hâlâ belirsizdi. Önceki hayatına dair hiçbir kayıt yoktu; bu yüzden emin olamıyorduk. Hiç istemesem de Aytaç’ın ısrarıyla, mecburen halalarıma danışmak zorunda kaldım.

 

Selime halam ve Feride halamla bu konuyu konuştuğumda, ikisi de huzursuz bir şekilde kıpırdadı. Kadının ismini andığım anda yüzlerinde öfke belirdi. Tahminim doğruydu: O adamdan önceki hayatını silmişti. Çünkü o adamdan önceki hayatında ben ve babam vardık. Sosyete’de tanınan bir isimdi; geçmişiyle anılmak onun için hiç hoş olmayacaktı.

 

Feride halam öfkeyle yerinden fırladı:

“Bu kadınla bir daha asla görüşme!” dedi.

“Her şeyini değiştirmiş, silmiş olabilir, ama o kadını tek bakışta tanırım. Adını duymam bile içimdeki öfkeyi harekete geçiriyor!”

 

Doğruydu… ama peki neden kapıma gelmişti bunca yıl sonra? Amacı neydi? Aradan kaç sene geçmişti ve bu saatten sonra benim yanımda olmasının ne önemi vardı?

 

Sorular zihnimde dönüp duruyor, cevaplar ise gecenin sessizliğine karışıyordu. İçimde bir öfke, bir korku ve anlaşılmaz bir merak… Hepsi aynı anda varlığını hissettiriyordu.

O kadının, sanki bir kabusun içinden çıkmış gibi kapımda belirmesinin üzerinden bir hafta geçmişti. O günkü görüntüsü hâlâ gözlerimin önünden gitmiyordu; ne söylediğini tam hatırlamıyordum belki ama yüzündeki o tuhaf, kararsız ifade... sanki hem bir şey itiraf etmek istiyor, hem de bir şeyden kaçıyordu. O günden sonra bir daha ne aradı, ne de kapıma geldi. Sessizlik, en ağır cevaptı bazen. Sanırım istemediğimi anlamıştı.

 

Bir haftadır ne ruhumun ne bedenimin dengesi yerindeydi. Uykularım bölünmüş, içim daralmış, kafamda aynı soru dönüp durmaya başlamıştı: Neden şimdi?

Yıllar sonra karşıma çıkmasının bir anlamı olmalıydı. Ama ben anlamak istemiyordum.

Sanki ruhumun yorgunluğu bedenime geçmişti. Her sabah uyandığımda mideme oturan o ağırlık, o açıklanamayan halsizlik, beni her geçen gün biraz daha tüketiyordu. İlk başta yorgunluğa verdim, sonra strese… ama artık ne bahanem kaldı, ne de kaçacak yerim.

Bedenim, zihnimin taşıyamadığı yükleri taşımıyordu artık.

Bir haftadır öğrendiklerim…

Bir haftadır sustuklarım…

Hepsi içimde birikmiş, görünmez bir yara gibi içten içe kanıyordu.

Belki de bu, yıllarca içime gömdüğüm her şeyin bedeliydi.

Belki de, bir kadının kapıma gelişiyle hayatımın altını üstüne getiren kaderin sessiz tokadını yiyor, bunu geç fark ediyordum.

Bir haftalık sessizlik… tatilin o buz gibi sessizliği sonunda bozulmuştu.

Ofiste son dosyayı kaydediyor, günü bitirmeye hazırlanıyordum. Tam o sırada telefon çaldı.

Ekranda güvenlik hattı yazıyordu.

“Zeynep Hanım,” dedi görevli tedirgin bir sesle, “bir kadın geldi. Sizi görmekte ısrar ediyor.”

Adını söylediğinde kanım çekildi.

Hülya Koydar.

İsminden bile nefret ettiğim o kadın… oydu.

Ne işi vardı burada?

Ne yüzle gelmişti bu kez?

 

İçimde bir şey koptu. Sinirle telefonu kapattım. Ceketimi kaptığım gibi odadan çıktım.

Hızlı adımlarla merdivenleri indim.

Onun içeri alınmamasını önceden tembihlemiştim; o yüzden kapının dışında bekliyordu.

Tam da istediğim gibiydi. Bu binanın içinde bir saniye bile bulunmasını istemiyordum.

Yüzüm asıktı, kaşlarım çatılmıştı. Bastığım her adımda öfkem biraz daha büyüyordu.

Yanına yaklaştığımda sesim istemsizce yükseldi:

“Ne istiyorsunuz yine?”

Sözlerim sertti.

Belki bağırmıyordum ama, içimde yılların birikmiş sesiyle konuşuyordum.

“Zeynep…” dedi, sesi titrek ama ölçülüydü. “Konuşmamız lazım. Lütfen, bir kez olsun beni dinle.”

Kahkaha attım, acı bir kahkaha.

“Beni mi dinleyeceğim? Peki, yirmi küsür yıldır aklın neredeydi?” dedim, öfkem giderek kabarıyordu.

“Yirmi yıldır bir kızın olduğunu hatırlamadın da, şimdi mi aklına geldim?”

Başını öne eğdi. O utangaç hali, bana sadece yapmacık geldi.

Ne kadar ustaca sahneliyordu pişmanlığı.

Sahteydi. Her haliyle, her nefesiyle.

“Şimdi defol git buradan,” dedim kararlı bir sesle.

“Bir daha sakın ne kapıma, ne evime, ne de iş yerime gelme. Senin varlığını istemiyorum. Sesini dahi duymak istemiyorum. Bu zamana kadar yoktun, bundan sonra olsan ne fark eder?”

Bir adım attı bana doğru.

“Sana ihtiyacım var,” dedi kısık bir sesle. “Lütfen…”

İhtiyacı mı vardı?

Benim de ona ihtiyacım olmuştu.

Ama o zaman beş yaşındaydım.

Oysa o, beni o kapının önünde bırakıp gitmişti.

Şimdi sıra ona mı gelmişti?

Artık hiçbir şey umurumda değildi.

“Yirmi yıl önce,” dedim titreyen sesimle, “beni terk ettiğinde, senin bir kızın kalmadı. Senin kızın, şimdi kollarının arasında, o kameralara poz veren kişi. Git, onunla yaşa. Ve bir daha sakın karşıma çıkma.”

 

Arkamı döndüm, iki adım attım… ama dünya bir anda üzerime yıkıldı.

Önce başım döndü.

Sonra etraf karardı.

Gözlerimin önündeki binalar dalgalanıyor, sanki yer sallanıyordu.

Bacaklarım titredi, midem kasıldı. Tutunacak bir şey aradım ama boşluktaydım.

Bir an nefesim kesildi.

Son gördüğüm şey, güvenlik görevlisinin adımı bağırarak bana doğru koştuğuydu.

Ve sonra… soğuk zeminin sertliği.

Karanlık.

Sessizlik.

 

YAZARDAN...

Murat, karakoldaki son işlemlerini bitirip günü kapatmak üzere hazırlanıyordu. Ama bir anda telefonunun çalmasıyla tüm dünyası başına yıkıldı sanki. Beyninden vurulmuş gibi donakaldı, gözlerinin önünde her şey bulanıklaştı. Tüm rutin ve planlarını bir kenara bırakıp, ceketini kapıp telefonu cebine tıkıştırdı. O an, sadece tek bir şey vardı kafasında: hızla oradan uzaklaşmak. Adımlarını hızlandırdı, kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu, zihni sadece bir soru ile meşguldü: Zeynep'e ne olmuştu?

 

Murat, arabaya atladığı gibi ne kural tanıdı ne ışık; hafızasından geçer gibi hızlı bir şekilde yol alıyordu. Danışma acil kapısından girmeden önce kapıda bekleyen güvenliği gördü. "Nerede?" diye tek kelime sordu.

"İçeri aldılar Murat Bey, bizi yanına almıyorlar," diye yanıtladı güvenlik.

Murat, Zeynep’in bulunduğu odaya doğru koştu ama içeri girmesine izin verilmedi. Kapının önünde bir sağa bir sola hızlı adımlarla dolaşırken kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu. Onun güzeline, sevgilisine, biricik karısına ne olmuştu?

Güvenlik ile son olayları konuştu. Zeynep’in bir anda düşüp bayılmasını anlatırken Murat’ın damarlarındaki kan adeta donmuş gibiydi. Ama 5–10 dakika sonra içeriden çıkan doktoru görünce güvenlik konuşmasını kesti. Murat, heyecan ve telaşla doktora yöneldi: "Karım nasıl doktor bey? Onu görebilir miyim? Ne olmuş? Neden bayıldı?"

 

Doktorun yüzünde küçük bir gülümseme vardı. "Zeynep Hanım iyi. Uyandı, şu an içeride. Buyurun, sizi de içeri alalım," diyerek önden içeri girdi. Arkasından telaşlı adımlarla Murat da odaya girdi.

Zeynep, uzanmış, yüzü hafif solgundu ama gözlerinde hâlâ gülümseme vardı. Murat’ın yüreği onun yanına ulaşamadığı için acıyla dolmuştu. Yanına eğildi, ellerini avuçlarının arasına aldı. Önce ellerine, sonra alnına, yanaklarına nazik öpücükler kondurdu. "İyi misin bir tanem? Ne oldu? Neyin var?"

Zeynep, buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi. Doktor, ikisinin başında sessizce duruyordu. Murat, endişe ve korku dolu bakışlarıyla doktora döndü. "Neyi var karımın doktor bey? Biri bana bir açıklama yapacak mı?"

Doktor ise gülümsedi. "Endişe etmeyin Murat Bey, Zeynep Hanım gayet iyi. Evet, baygınlık geçirmiş. Sanırım yoğun stres ve yorgunluk da bunu tetiklemiş olabilir. Ama etkilenen başka ufak bir nedenimiz daha var."

Murat’ın kalbi yeniden sıkıştı. Ufak neden? Başka bir hastalığı mı vardı onun güzel karısının?

 

Doktor, Zeynep’e döndü. "Siz söylemek ister misiniz?"

Zeynep, kocasının elini daha sıkı tutarak başını salladı. "Son zamanlardaki halsizlik, mide bulantılarım, baş dönmelerim… Ben hep yaşadığımız olayları yormuştum ama sebebi bu değilmiş canım," dedi yumuşak, sevgi dolu sesiyle.

Murat hâlâ şaşkındı. Ne oluyordu Allah aşkına burada?

Zeynep gülümsedi. "Hazır ol kocacığım… Baba olmaya hazır ol..!

Murat, karısının söylediklerini bir anda anlayamadı. Boş boş da sıkıştırdı, kafasında türlü soru işaretleri dönüyordu. Zeynep ise gülümsemesini derinleştirdi, o gülümsemeyi kocasının yüzüne batırdı.

 

“Ha?” dedi kabaca“Anlamadım?” diye yineledi Murat şaşkınlıkla.

Bu sefer doktor, gülümsemesini daha da genişleterek karşılık verdi. “Tebrik ederim Murat Bey… Baba oluyorsunuz. Zeynep Hanım hamile.”

Murat, kelimeleri anlamaya çalışırken saçma bir soru sordu: “Nasıl hamile? Kimden?”

Zeynep’in kaşları çatıldı. Soğuk elini kaldırıp Murat’ın omzuna bir tane geçirdi. “Ne demek kimden? Aptal herif. Benim kocam kim?”

Murat şaşkınlığını üzerinden atamadan Zeynep kolundan tutup sarstı: “Baba oluyorsun. Bir bebeğimiz olacak.”

Murat, etrafındaki her şeyi düşünmeden karısını sıkıca kollarına aldı ve yüzüne, alnına, yanaklarına ve en son dudaklarına öpücükler kondurdu. Doktor ise bu anı bölmemek için arkasını döndü, sessizce durmayı tercih etti. Zeynep utançta kurtuldu kocasının kollarının arasından. Bunca insan içinde yapılacak şey miydi şimdi bu?

“Ne kadarlık? Ne zaman? Görebilir miyiz onu?” Murat, heyecan ve merakla sorularını ardı ardına sıraladı. Zeynep yeni ultrasondan çıkmıştı ama doktor, yeni baba adayının heyecanını kırmadan cihazı tekrar karnına yerleştirdi.

Ekranda net bir şey görünmüyordu; sadece ufak, beyaz beyaz noktalar belirmişti. Doktor nazikçe açıkladı: “Sadece kese oluşumu var Murat Bey. Şu anda daha çok küçük. Net olarak görmemiz için birkaç hafta beklememiz lazım.”

Ultrasondan sonra doktor, Zeynep’e birkaç peçete verdi. Murat, peçetelerle karısının karnını nazikçe sildi, sonra üzerine sıcak bir öpücük kondurdu. Ellerini tutarak sedyeden inmesine yardımcı oldu. Doktor, gülümseyerek çifte döndü: “Öncelikle iyi bir kadın doğum uzmanına gitmenizi öneririm. Ben size doğru bilgiler verecek kadar detaylı değilim. Tebrik ederim. Sağlıklı bir hamilelik dilerim.”

Murat, Zeynep’in elini sıkı sıkı tuttu. Sanki yeni yürümeyi öğrenen bir çocuk gibi temkinli adımlar atıyordu. Zeynep de gülümseyerek karşılık verdi: “Öf Murat! Saçmalama Allah aşkına. Hasta değilim, sadece hamileyim.”

Kapıda güvenlik yanlarına geldi: “Zeynep Hanım, iyi misiniz? Nasıl oldunuz?”

Zeynep tebessüm ederek yanıtladı: “Teşekkür ederim Haydar . Sağ ol, yanımda olduğun her şey için çok iyiyim.”

Yeni anne baba, birbirine sarılarak güvenlikle vedalaştı ve hastaneden ayrıldılar. Hayatlarına giren bu yeni mucize, onları daha da yakınlaştırmıştı.

Akşam yemeğinden sonra her iki anne de görüntülü aranarak müjdeli haberi almışlardı. Yaşlı kadınlar, çocuklarından aldıkları güzel haberle hem hayır dualarını etmiş hem de mutluluk gözyaşlarını akıtmaktan kendilerini alıkoyamamışlardı.

Ertesi gün, Murat ne kadar ısrar etse de Zeynep kocasını dinlemedi ve işe gitti. Hasta değildi ki; altı üstü hamileydi, hamile bir insan çalışabilirdi. Murat, karakola gitmeden önce bir pastaneye uğrayıp iki tepsi baklava almıştı. Karakolda bunları ikram ederken, baba olacağı haberini de duyurmuştu.

 

Zeynep, işe geldikten sonra Aylin'i arayıp ona da teyze olacağı haberini vermişti. Ama keşke bunu evde yapsaydı; Aylinim heyecanını ve sevincini, büyük bir çığlıkla gösterince sesi ofiste yankılandı. Zeynep utançla kendine bakan arkadaşlarından kısa bir özür dileyerek telefonun sesini kıstı. Telefon kapandıktan sonra duyanlar içten bir sevinçle onu kutlamışlardı.

 

Aytaç Murat’tan aldığı haberle karakoldan kimseyi umursamadan ayrıldı ve soluğu Zeynep’in yanında aldı. elinde kocaman bir çiçek ve pembe bir peluş ayı ile geldi. Çiçeğin üzerinde “geleceğin en güzel annesine tebrikler” yazıyordu. Zeynep, yakışıklı kuzeniyle sarılırken, “İyi ki yollarımız kesişmiş” diye mutlu olmuştu. Gelen bu haber, hayatlarını gerçekten değiştirecek gibiydi.

 

Son bir haftadır etraflarında dolaşan umutsuz düşünceler artık yok olmuştu; her şey mutlulukla parlamıştı. Akşaml Murat’ı beklerken, bugün biraz daha geç geldiğini fark etti. Tam aramayı düşünürken çalan kapıyla telefonu elinden bıraktı. Kapıyı açıtığında Zeynep’in şaşkınlığı katlandı; Murat’ın elinde onlarca poşet ve torba vardı.

Baba olacak olan Murat, hamilelikte ne yenip içilmesi gerektiğini, hangi besinlerden uzak durulması gerektiğini titizlikle araştırmıştı. Market alışverişi adeta bir sağlıklı beslenme kampına dönüşmüştü. Çeşit çeşit sağlıklı yiyecekler, meyveler ve sebzeler sütler ve içecekler… Akla gelebilecek her şey eve taşınmıştı. Artık karısı ve çocuğu sağlıklı besleniyor olacak, başka yolu yoktu...

ayyyy ben geldiiiimmmm. Özlediniz mi beni bakayım? 🥰

Buruk başladik. Hüzünle başladık mutlu bitirdik ha? Ne dersiniz? 😍

Şimdi ne olacak dersiniz?. Hülya pes eddiecek mi, ya da neden geldi? Fikri olan var mı? 🤨

Ya Murat'ın şapşallığı. Salak yaaa kimden diye sordu bide 😂

Bence bu hamilelik boyunca Zeynebi fena darlayacak gibi ya hadi hayırlısı. 😂

Bu arada finale de yaklaşıyoruz. Bir kaç bölüm sonra final yapacağız. Biraz kaos birde büyük bie süpriz bizi bekliyor final öncesi. 🤭

uzun zamandıe yoktuk. Gelmemiz şerefine bence bölümü oy ve yorumlara boğarsınız değil mi? 🤗

Kıyamazsınız siz bana. Sevindirin bakayım şu garibi 🥰

O zamaaan yeni bölüme kadar kendinize cici bakın görüşmek üzere 👋👋

 

 

 

Bölüm : 23.10.2025 14:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...