23. Bölüm

14. Bölüm | Geçmişin Acısı

Nisa Tektaş
okur.yazarkelebek

Bölüme geçmeden önce bir şey söylemek istiyorum...

ARKADAŞLAR BİZ 1K OLDUK!!!

O kadar mutluyum ki bundan dolayı... Hepinize destekleriniz için teşekkür ederimm <3

Bölüme geçmeden önce oylamayı ve bol boll yorum yapmayı unutmayın lütfenn

Keyifli okumalar!

*

Bölüm 14: Geçmişin Acısı

-Ateş Varisi-

“Flame… Uyanman lazım artık…”

Flame gözlerini aralarken karşısında Blaze’i buldu. Birkaç saatlik uyku ya almış ya alamamıştı, pekala dün gece uykusuz kalmaya değerdi fakat gün boyu etrafta zombi gibi gezeceğine emindi.

“Altha’yı çağırdım,” dedi Blaze, parmaklarıyla Flame’in saçlarıyla oynarken. “Yarana bakacak, Baş Şifacı’nın kızı olduğu için elimizdeki en iyi seçenek o.”

“Tamam.” Kedi gibi gerinip tam anlamıyla ayılmaya çalıştı. “Ağrılarım çok yok zaten, maksimum birkaç güne iyileşirim.”

“Üzerinde baskı hissetme,” dedi Blaze yataktan kalkarak. “Sen iyileşene dek plan yapmak için bekleriz. Aceleye getirmemiz gerekirse seni bir şekilde korurum.” Göz kırptı. “Tıpkı o tehdit mektubunda olduğu gibi.”

Flame, beni kurtaran aslında sen değildin, dememek için alt dudağını ısırdı. Onu kurtaran River olmuştu. Gerçi dinlediği uzun hikâyeye rağmen hala sebebini öğrenememişti ya, neyse.

River aklına gelince yüzünde istemsizce bir tebessümün peyda olmasına engel olamamıştı. Gece konuşmalarından kesin bir sonuç çıkarana kadar Blaze’e bahsetmeyi düşünmüyordu. Şimdiden ölümcül, hayati bilgiler elde etmişti. Kim bilir görüşmelere devam etse daha neler öğrenirdi.

Ayrıca her ne kadar itiraf etmesi çok zor olsa da sanki bildiklerini başkasına anlatsa River'a ihanet etmiş gibi hissedecekti. Su Lordu'nun üvey kardeşi olduğunu doğal olarak çevreye pek yaymadığını tahmin edebilirdi, bunu Flame'e güvendiği için söylemişti. Üstelik Blaze'e anlatması için geçerli bir sebebi yoktu, bilmesi hiçbir şey değiştirmezdi. Şu anlık yapacağı tek şey River'ın anlatacaklarını dinlemek ve ona göre plan oluşturmak olacaktı.

Altha odaya girdiğinde Flame yatakta doğruldu.

"Duyduğuma göre bana ihtiyacınız varmış."

Blaze tehditkâr adımlarla Altha'ya yaklaştı. "Umarım Brook ağzına kapalı tutman gerektiğinden bahsetmiştir."

"Bahsetti," dedi Altha rahat bir tavırla. "Hayranlık beslediğim Ateş Varisi'nin aslında bir pislik olduğunun da altını çizmişti."

Flame gülüşünü gizlemek için eliyle dudaklarını örttü.

Blaze ise Altha'ya cevap yetiştirmek yerine kardeşine döndü. "Çıkayım mı kalayım mı? Yardıma ihtiyacın var mı?"

"5 yaşında değilim, elimi tutmana gerek yok," dedi Flame gözlerini devirerek. "Çık."

Dürüst olması gerekirse abisinin acıyan bakışlarını üzerinden çekmekten başka bir şey istemiyordu.

Blaze dışarı çıkarken Althan kapıyı kapatmasını bekledi.

Ardından çok kısa Flame'le göz göze geldi ve boğazına yapıştı.

*

“River!”

Brook, uzun elbisesinin uçlarını tutarak genç muhafıza doğru koşarken gülümsedi. Akşamdan beri vermesi gereken karar konusuda kafa patlatıyordu, onun gibi daha mantıksal kararlar alabilen birisinin yardımına hayır demezdi.

River’ın yanındaki Albertine’i görünce, “Selam,” dedi bozuntuya vermeden. Baş Şifacı’nın nesil-atlayan kızı olmasına rağmen hayatta ablası olarak gördüğü tek kişiydi. Su Varisi unvanına kavuştuğundaki hayallerinden bir tanesiydi Albertine’e daha güzel bir gelecek kurabilmesi için yardım etmek. Sadece ona da değil, krallıktaki tüm nesil-atlayanlara.

“Leydim.” River formaliteden kısa bir reverans yapıp öne eğildi. En son ona leydim, dediğinde Brook bundan sonra varisim, olacağına çok emindi, ne kadar ironik!

“Bir şeye mi ihtiyacın var?” dedi River çok geçmeden tekrar samimiyete dönerek.

“Aslında bir konuda fikir danışmam gerek.” Parmaklarını gerginlikle kütürdetti, Flame’in anlatırken neden bu kadar zorlandığını artık anlayabiliyordu. “Daha özel bir yere geçebilir miyiz?”

“Akşamüzeri konuşsak?” River ağırlığını diğer ayağına verdi. “Şu an görevdeyim.”

“Ah…” Brook hayal kırıklığını gizlemeye çalıştı. “O zaman sen müsaitsindir umarım?” dedi Albertine’e hitaben.

Albertine başını sallayarak onayladı. “Tabii, ikinci seçenek olarak kullan beni.” Sözlerinin aksine söyleme şeklindeki sıcaklık yüzünden Brook savunmaya geçme gereği görmedi.

Seri adımlarla bir süpürge dolabının içine girerken daracık ortama zar zor sığmışlardı.

Albertine nefes verdi. “Tamam, anlat bakalım, bu hale düşmemize sebep olacak kadar önemli olan konu ne?”

“Şimdi…” Brook cesaretini toplamak için kendine vakit vermeden dosdoğru konuya girdi. Ya şimdi ya hiçti. “Ateş Varisi’nin kardeşi, babamla Ateş Kralı’nı konuşurken duymuş. Dediğine göre, eğer Mortem’in Celladı annemi öldürmemiş olsaydı babam zaten onun işini bitirecekmiş.”

Gerçekleri sesli dile getirmek, kabul etmeyi kolaylaştırmıyordu. Kabullenmek sadece annesini değil, babasını da kaybettiği anlamına gelirdi çünkü. Tanıdığı adamın, gerçek haliyle en ufak alakası olmaması kalbini en derinden yaralıyordu. Annesinin ölümünden bile kötüydü bu. Hiç yoktan annesinin mükemmel bir insan olduğunu biliyordu. Babası ise aşkının katili olmayı amaçlamış bir canavardı. Eğer Flame yalan söylememişse Dylan’a artık ‘baba’ demek için hiçbir sebebi yoktu.

Daha yeni, annesinin katilini kendi elleriyle öldüreceğinin yeminini etmişti. İşin sonunda babasının kanının sahibi olacaksa belki de gerçek, irdelenmeden öylece kalmalıydı. Annesi onuruyla ölmüştü lakin babası, hayatta olduğu halde gözünde bir ölüden de değersiz konuma düşmek üzereydi.

Albertine’in tek kaşı havalandı. “İşini bitirecekmiş derken…”

“Öldürecekmiş,” diye tamamladı Brook cümlesini. Boğazına oturan acı yumruyu atmak için yutkundu. Dile gelen bir başka gerçek de buydu işte, annesinin şu an ölü olduğu gerçeği. Babası öldürmüş veya öldürmemiş, annesi artık toprağın altındaydı ve katilin kimliğini bulmak onu geri getirmeyecekti.

Albertine şefkatle kolunu sıvazladı. “Gerçekten çok üzgünüm.”

“Konudan sapmayalım,” dedi Brook sahte bir tebessümle. “Karar vermemi istiyorlar, onlara katılıp hem Mortem’in Celladı’na hem de Su Varisi’ne karşı savaşmamı.”

Albertine birkaç uzun saniye boyunca düşündü. “Doğru söyledikleri ne malum? Ateş Varisi’ni tanıyorum, yalan söylemekten hiç çekinmez.”

“Sen nereden biliyorsun?” diye sordu Brook.

“Daha önce diplomatik işler için Su Sarayı’na gelmişti. Talihsiz bir karşılaşma yaşamıştık. Nesil-atlayan olduğum için hayatımı daraltmaya çalışmıştı. Kişisel garez beslemiyor ama saf kanlığa gereğinden çok önem veriyor.”

“Anladım…” dedi Brook mırıldanarak. “Fakat yalan söylüyor gibi durmuyorlardı. Ciddiyim, inanmak için yeterince sebebim var. Tabii, inkâr etmek daha rahatıma geliyor.”

“Gerçek acıtsa dahi,” diye anlayışla fikrini söyledi Albertine. “Koca bir yalanı yaşamaktan iyidir. Hayatının geri kalanı boyunca bu ihtimalin içini kemirmesini mi tercih edersin? Ya sensiz karşı koymaya çalışırlarsa? Ya umursamadığın için pişman olursan?”

“Kısaca kabul et diyorsun yani,” dedi Brook özetleyip.

“Hayır, eğer doğruysa zaten yapacakları planlardan anlarsın. Ama her zaman diken üstünde olduğunu unutma.”

“Teşekkür ederim,” dedi Brook minnettar bir sesle. “Çok büyük yardımın oldu.” Kısa bir tereddüttün ardından devam etti. “Hatta sen de bize katıl, Ateş Varisi’yle geçmişiniz kötü olabilir fakat Blaze’in beyni seninkinin yarısı bile etmez.”

Albertine kıkırdayıp Brook’un koluna girdi. “O konuda çok haklısın işte.”

*

Altha, boğazını öldürürcesine sıkarken Flame hırıltıyla konuştu. “Ne halt ediyorsun sen?”

“Seni gördüm, dedi Altha; aralarındaki tehlikeli yakınlıktan dolayı Flame, Altha’nın soluğunu yüzünde hissedebiliyordu. “Dün gece dışarıdaydın, ayrıca üzerinde su büyüsünün izi var.” Biraz daha üzerine eğildi. “Ki bu garip çünkü sen Ateş Krallığı’ndansın.”

Flame açıklama yapmak için ağzını açtı lakin dudaklarının arasından tek bir cümle bile çıkaramadı. Nefes almak giderek zorlaşıyordu, gözleri kararmaya başlayınca yastığının altına gizlediği hançerini Altha’ya doğru savurdu.

Altha elini, yüzünden aşağı ince bir çizgi halinde inen sıvıya götürdü. Parmaklarının ucuna sıcak kan değince sırıttı. “Senden, bundan daha fazlasını beklerdim.”

Su yeşili gözlerindeki hareler belirginleşirken kan, kaynağına geri çekildi. Yara hiç var olmamışçasına kapanırken Flame endişeyle yutkundu. İşte, bir şifacı için iyileşmek bu kadar kolaydı.

“Blaze!” diye bağırmaya çalıştı. Ancak çalışması, yalnızca çabalamakla kaldı. Tahriş olmuş boğazı yüzünden sesi fısıldar gibi çıkıyordu.

“Ben gitmene izin verene dek baş başayız.” Altha derin bir nefes verdi. “Dün dışarıda ne yapıyordun ve neden tepeden tırnağa su büyüsünün izleriyle kaplısın?”

Flame’e yanıt verme fırsatı vermeden devam etti. “Şifacıyım, senin bilmediğin güçlere sahibim. Eğer üzerindeki izin su olmadığını iddia edersen inanmam.”

Flame hızla kolayca yutturabileceği bir yalan arayışına girdi. “Dün gece kabus gördüm-”

Lafı, aniden açılan kapıyla kesildi.

River sakin gözlerle odayı tararken Flame, Altha’nın arkasında kaldığı için afallamasını gizlemek zorunda kalmamasından epey memnundu.

“Altha.” River’ın sesi fazlasıyla olağandı. “Annen, Baş Şifacı seni istiyor. Acilmiş.”

Altha iç çekerek odayı terk etti, çağıran Baş Şifacı’ysa gerçekten bir sorun olmalıydı. Annesi sık sık ‘acil’ deyip çağırmazdı onu.

Yalnız kaldıklarında River, Flame’in yanın yaklaştı.

Hemen ardından kaşlarını çattı. “Boğazına ne oldu?”

“Hiçbir şey.” Flame koluyla boğazını gizledi. “Peki bana,” -River’ın muhafız kıyafetlerini işaret etti- “Su Sarayı’nda muhafız olduğunu söylemek aklına gelmedi mi?”

“Boş ver şimdi onu,” diyerek kolunu sinirle boğazından çekti River. “Hiçbir şey olmadı, demek, öyle mi?” Başparmağıyla az önce Altha’nın sıktığı yeri okşadı. “Ya biri bıçak dayamış ya da sıkmış. Buraya geldiğimde kimle olduğun düşünüldüğünde kimin yaptığını sormama gerek yok bence. Asıl soru: Neden?”

Flame dolandırmadan, “Dün büyünü üstümde kullandığın için su büyüsünün izinin vücudumda olduğunu söyledi, gizlice dışarı çıktığımı da görmüş.

River başını salladı. “Pekala, bununla ben ilgilenirim. Onun dışında, bugünkü buluşmamız için çok daha dikkatli olmamız gerekecek.” Endişeyle ekledi. “Geleceksin, değil mi?”

“Geleceğim, dedi Flame kararlılıkla. “Umarım anlatacakların bu gece bitecektir.”

“Oysaki ben, seni her gece görebilmek için uzatmayı planlıyordum,” diye mırıldandı River, bunu o kadar kısık sesle söylemişti ki Flame ne dediğini anlayamamıştı.

“Efendim?”

“Yok bir şey.” River gülümsedi. “Nöbet yerimden ayrıldığım fark edilmeden gitmem gerek. Tekrar yakalanmamak için yeni buluşma yerimizi haber ederim.

“Peki,” dedi Flame, River’ın gideceğini anlayınca. “Yalnız, Baş Şifacı gerçekten Altha’yı çağırdı mı?”

River göz kırptı. “Geri gelmeden önce abini bul.”

Kapıdan çıkmak üzereyken duraksadı. “Unutmadan, yalanlarını geliştirmemiz lazım. Kabus yalanına kanacak birini bulman bu devirde imkansız.”

“Dürüst bir insan olduğum için özür dilemeyeceğim!” dedi Flame gülerek. River cevaben genişçe gülümseyip kapının ardında gözden kayboldu.

Flame odada tek başına kalınca ürperdi. River’ın yanında güvende hissettiğini ancak şimdi anlayabilmişti. Henüz 2 gündür tanıdığı adamlayken böylesine rahat olması akıl karı değildi fakat şu 48 saat boyunca River güvenini sarsacak hiçbir şey yapmamıştı. Ve bu, tanıdığı pek çok insandan daha büyük bir başarıydı.

Topallayarak ayağa kalkıp, “Blaze!” diye bağırdı. En azından artık biraz daha sesini çıkarabiliyordu.

Abisinden ses gelmeyince odanın Toprak Varisi’ne ayırdıkları kısma doğru ilerledi.

Blaze’in burada olmadığını anlaması çok uzun sürmemişti. Aldığı riski umursamadan dışarı çıktığında Blaze’i çevrede bulma umudu sönmüştü.

Hangi cehennemdeydi bu?

*

“Domain.”

Blaze, Flame’in yanından ayrılmaya bahane bulmasını fırsat bilmiş; Toprak Varisi babasıyla konuşmak üzere yürürken Domain’i yakalamayı başarmıştı.

Domain, Blaze’e döndüğünde yüzünde en ufak bir mutluluk emaresi oluşmamıştı. Eh, Blaze son konuşmalarında geçmişlerini kullanıp tehdit ettiğini düşündüğünde haksız olduğunu söyleyemezdi. Lakin Toprak Varisi’nin haklı olması, kendisini haksız konuma da düşürmezdi. Kardeşini koruyabilmek için ne gerekiyorsa onu yapmıştı.

“Ne var?” dedi Domain tersçe.

“Dün yanına geldiğimde cevaplamadığım soruların vardı.”

“Bariz bir şekilde,” dedi Domain, şaka gibisin, der gibi. “Yanıma geldin, yardım etmezsem hayatımı karartacağını söyledin ve Brook’la konuşurken beni kapı dışarı ettin. Zihin gücüyle mi cevaplarımı bulmamı bekliyordun?”

“Gerekirse, sorularını yanıtlayacağımı söylemiştim,” diye düzeltti Blaze. “Evet, artık gerekiyor.”

Sen kafana göre beni kullanabileceğini mi sanıyorsun? demek istese de yüzüne, gözlerine ulaşmayan bir tebessüm kondurdu. “Dinliyorum.”

Blaze, hızla özet geçerken duyulmamak için elinden geldiğince alçak sesle konuşmaya çalışıyordu. Bizzat iki krala karşı yaptıkları suç ithamları son derece büyüktü. Eğer karşı hamle yapacaklarsa -ki işler şimdiden bu raddeye geldiği için yapacaklarına artık hiç şüphe yoktu- çok daha fazla müttefike ihtiyaçları olacaktı. Domain’in annesi, Regina’nın taze ölümü, Toprak Varisi’ni onlara yardım etmeye itebilirdi. Tabii, bu sefer gönüllü olarak.

Nihayet sustuğunda Brook’un aksine Domain bekletmeden, “Size katılırım,” dedi. Sesinde zerre şüpheye yer yoktu. Toprak Varisi’nin önemsediği tek şey kendi krallığıydı, Toprak Krallığı’na olabildiğince çabuk dönmesi büyük önem taşıyordu. Su Krallığı ve Ateş Krallığı ilgi alanında değildi. Ancak annesinin ölümü pek çok şeyi değiştirecekti, bunların başında da yönetim geliyordu. Tahttan birinin eksilmesi ile ona daha fazla yönetim hakkı geçecekti. Ateş Varisi’ne ve Brook’a yardım etmesi, gelecekte kurabileceği sağlam ittifakları doğururdu.

Blaze kuşkuyla tek kaşını kaldırdı. "Kabulsün yani?" Bu denli hızlı olacağını tahmin etmemişti.

"Kabulüm."

"Anlattıklarımı kimsenin bilmemesi gerektiğini söylememe gerek yoktur diye düşünüyorum?"

Cümlesinin altındaki uyarıcı tınıyı Domain fark etmişti. "Boşuna uğraşma, Mil'e aynen bu şekilde anlatacağım. Hem ne kadar çok kişi olursa davamız da o kadar güçlü olmaz mı?"

"Daha çok güvenilir kişi, evet. Eğer bir ihanet ederse..." Sözünü bilerek yarıda bıraktı, devamını zaten Domain anlayabilirdi.

Domain bir adım Blaze'e yaklaştı. "Mil'in olmadığına ve olmayacağına emin olabilirsin." Çünkü olsaydı, çoktan asilik yaptığımı söylerdi, niye tamamladığı içinden. Bu gerçeği asiler ve Mil hariç bilen yoktu, öyle kalmasını tercih ederdi.

"Sen bilirsin," dedi Blaze, onunla inatlaşmanın faydasız olduğunu anlayınca. "Ama artık gitmem gerekiyor. Beni burada görmedin."

Domain alayla güldü. "Revirden kaçtığından beri hala babanla veya annenle görüşmedin mi? Kaçak olmak zor değil mi?"

"Aslında eğlenceli," diye itiraf etti Blaze. "Biraz gizem keyifli, sen de dene. Rutininin dışına çıkmak gereksiz stresli bünyene iyi gelir."

Domain sahte bir sinirle Blaze'in omzuna vururken Blaze güldü.

*

“Neredeydin sen?” dedi Flame sitem ederek. “Ortadan kaybolmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun.”

“Domain'i bulmaya gitmiştim," diye savunmaya geçti Blaze. “Sayımızı arttırıp güçlenmek fena fikir olmaz diye düşündüm.”

“Ömrümüz boyunca anne-baba dediğimiz insanlara savaş açacak halimiz yok,” dedi Flame mantıklı olmaya çalışarak. “Ki açsak bile sağ çıkamayız. Hepimiz varis değiliz, Blaze. Ben değilim. Brook değil. Mortem’in Celladı daha şimdiden Edeline’ı ve Regina’yı öldürdü. Onun için çalışan bir adam beni yaraladı. Tüm bu dediklerim yalnızca birkaç gün içerisinde gerçekleşti. Düşündüğün kadar kolay değil yapmak istediklerin.”

“Seni bir kez korudum,” dedi Blaze sert bir sesle. Flame, beni koruyan sen değildin, diye çığlık atmak istese de yapamadı. Abisi fazla inatçıydı, hayatları üzerine kumar da oynasalar kendi bildiğini okuyordu, Flame’i çıldırtan özelliklerinden sadece bir tanesi buydu.

“Beni bir kez korumuş olman, sonraki sefer de koruyabileceğinin garantisini vermez.” Blaze’in dik başlılığı yüzünden daha azimle karşı çıktı. “Söz konusu benim hayatım! Henüz dün ölümden dönmüşken şimdi savaşmaktan bahsediyorsun. Sabah plan yapmak için bekleriz demiştin, kastettiğin benden habersiz müttefik aramak mıydı?”

“Seni korurum,” diye tekrar etti Blaze. “Endişelenmene gerek-”

“Tek bahanen bu!” Altha sağ olsun hafif sızlayan boğazını umursamadan, “Lanet olsun, normal bir insandan bile daha az büyü gücüm var. Dövüşmeyi bilmiyorum. Herkesin sevdiği Ateş Varisi varken kimse ikinci veliahdın eğitimini önemsemiyor. Hayatta kalmak için kardeşinin varlığı yeni aklına gelmiş adamın yardımını istiyor gibi mi gözüküyorum sana?”

Ağrısı zirveye ulaşmış boğazı yüzünden zar zor sarf ettiği son sözlerinden sonra Blaze kaskatı kesildi.

Hayatta kalmak için kardeşinin varlığı yeni aklına gelmiş adamın yardımını istiyor gibi mi gözüküyorum sana?

Tek bir cümle. Ateş Varisi olmasına rağmen iliklerine kadar donmasına sebep olan tek bir cümle olmuştu.

Komik, daha dün Flame Ateş Varisi’ne yabancı bir sıcaklık yaşatmıştı. Aynı kadın, şimdi Ateş Varisi’nin buz kesmesini sağlamıştı.

Aralarında sessizlik hüküm sürüyordu, en azından dışarıdan bakan bir göz böyle söyleyebilirdi. Lakin Blaze’in kulakları, Flame’in cümleleri ve kırılan kalbinin parçalarından gelen seslerle uğulduyordu.

Flame gardını indirmeyip, “Bıktım!” dedi. Nereden yemişti bu yüreği de içindekileri kusuyordu? Artık dayanacak gücü kalmamış mıydı yoksa dün River’la yaptıkları konuşma mı onu bu kadar etkilemişti? Cevap hangisi olursa olsun,

Flame dudaklarının arasından çıkan her bir kelimeyle kalbinin biraz daha hafiflediğini hissedebiliyordu.

Blaze’in kalbi paramparça olurken Flame’in kalbi rahatlatıyordu.

Blaze kanarken Flame iyileşiyordu.

Belki de yılların hesabı şimdi ödeniyordu.

“Kendi hayatımı korumak için başkasına ihtiyacım var, ne kadar acınası, farkında mısın?”

“Acınası değilsin.” Blaze kelimeleri toparlamakta feci güçlük çekiyordu, nasıl ömrü boyunca yok saydığı kardeşiyle bağ kurabileceğini zannetmişti ki gerçekten? Bu yüzleşmeye aslında ikisinin de ihtiyacı vardı.

“Acınası değilsin, gücünün daha… az olması, güçsüz olduğun anlamına gelmez.”

Söyleyebileceği tüm teselli boştu, biliyordu. Flame, kimsenin onu önemsemediği konusunda haklıydı. Bir annesi, bir babası, bir abisi, koca bir sarayı yoktu Flame’in. Kız olduğu için öz çocuğundan nefret bir baba, babasının manipülelerine kandığı için öz kardeşine pislik gibi davranan bir abi, bu ailede Flame’i seven tek kişi olmasına rağmen sevgisini yeterince göstermeyen bir annesi, ikinci evlat olduğu için sanki fazlalıkmışçasına sarayda yaşamaya; asla evi olmayan ortamda yaşamaya mahkûm edildiği bir saray.

Flame ne derse haklıydı, teselli edemezdi. Fakat belki telafi edebilirdi.

Flame alayla güldü. “Güçsüzüm, kabul et. Belki işe yarasaydım babam da severdi beni, ne dersin? Belki ayak bağı olmasaydım sen de severdin beni?”

“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?” diye fısıldadı Blaze. Flame’i afallatan ise Blaze’in çatallı sesiydi, kendi gözlerinde öfkeyle harlanan bir yangın varken Blaze’inkiler dolmak üzereydi. Kustuğu tüm öfke, abisinde tahmininden daha büyük bir etki oluşturuyordu.

Yine de geri çekilmedi. “Gerçekten böyle düşünüyorum.” River’ın verdiği tavsiyeyi uygulamanın tam zamanıydı, böyle bir ortam yakalamışken fırsatı kaçıramazdı.

Kendine ikinci kez düşünmek için fırsat vermedi. Üzerindeki kırmızı kazağın yakasından tuttuğu gibi çıkarıp bedenini gözler önüne sundu. Blaze ne olduğunu anlayamadan Flame arkasını döndü ve sırtındaki tüm izleri, tüm acıları, yıllardır sakladığı sırrı abisine gösterdi.

“Bu…” Blaze’in aldığı nefesler ciğerlerine erişmiyordu. Titreyen elini yavaşça kardeşinin sırtına koyduğunda, henüz Su Sarayı’na gelmeden önce oluşmuş izi okşadı.

Kimin yaptığını sormasına gerek yoktu. Bir aptal bile anlardı kimin yaptığını.

“Doğma sebebini bilmem ama babamın seni istemiyor oluşu bariz değil mi zaten?”

Flame, yanına gelip babasının Dylan’la yaptığı konuşmayı anlattığında böyle demişti.

“Bana inanmıyor musun?”

Kardeşi ilk ona gelmişti. Yardım istemişti.

Kız kardeşinin ona en çok ihtiyacı olduğu anda Blaze yalnızca kulaklarını tıkayıp alay etmişti.

“Babamın seni istemiyor oluşu bariz değil mi zaten?”

Nasıl söyleyebilmişti bunu? O cümle dudaklarının arasından çıkarken nasıl tereddüt etmemişti?

Nasıl olmuştu da bunca sene, kardeşini hiç düşünmemişti?

Vicdan azabı çekmemek için uğraşmadı. Yanakları, yılların utancıyla adeta alev alıyor; pişmanlık tüm vücudunu sarmalıyordu. İyi hissetmek veya kendini avutmak için uğraşmadı. Hak ediyordu hepsini.

Flame babasından şiddet görmüştü. Scrum, kızına şiddet uygulayan bir canavardı ve Blaze doğduğu andan beri Scrum’ın sözünden çıkmıyordu. O kötü biriyse bu Blaze için ne anlama gelirdi? O da en az Scrum kadar kötü bir insandı. Kız kardeşinin şiddete uğradığını hiçbir zaman fark etmemişti.

Göz pınarlarını terk etmek isteyen yaşı engellemek için çabalamadı. Gözyaşı Blaze’in çenesine doğru ince bir yol alırken Blaze, korku dolu adımlarla yaklaşıp elini Flame’in yaralarının üzerine koydu.
Flame ürperse de belli etmedi. Blaze’in yüz ifadesini görebilmek için başını abisine doğru çevirdi. Harap olmuş halini görünce içinin acımasına izin vermedi, ikisinin de ihtiyacı vardı sırları ortaya dökmeye.

“Ne zamandır?” Blaze’in söylediği ilk cümle bu oldu. “Ne zamandır…” Dudaklarını ıslattı. “Zarar veriyor sana?”

“Küçükken başladı.” Tıpkı River’a söz verdiğin gibi, dedi Flame içinden. Her şeyi anlat. Ancak bu şekilde abinle sağlıklı bir ilişki kurabilirsin.

Tabii, artık böyle bir ihtimal kalmışsa.

“Tam olarak kaç yaşında başladığını ben de bilmiyorum,” diye devam ederken sesi biraz daha güçlüydü. “Ağır yaralar değildi eskiden. Belki bazen tokat atardı, kapalı kapılar ardında yalnız kaldığımızda istenmediğimi haykırırdı. Büyüdükçe yaraların şiddeti de çoğaldı.”

Blaze, Flame’in sırtına bakmak acı vermeye başlayınca dayanamayıp gözlerini kaçırdı.

“Anlatılacak çok şey yok aslında,” dedi Flame omuz silkerek. “Ona baba, demek bile babam olduğuna inandırmıyor.” Buruk bir tebessüm yüzüne kondu. “Bazı geçmeyen izler -hem bedenimde hem de kalbimde- haricinde bana verdiği tek bir hediye oldu.”

Flame ızdırapla yutkundu. “Benim klostrofobim var.” İtiraf etmek zordu, kimse bilmiyordu gizli fobisini. “Çocukken sürekli karanlık yerlere kilitlenince oluştu.”

Blaze konuşmadan önce gözlerini sıkıca yumdu, sanki bakmayınca gerçekler yok olacakmış gibi. “Ne derece?” Belki de sadece kapalı ortamlardan hoşlanmıyordu, belki günlük hayatını etkileyecek kadar yoktu…

“İleri.”

Blaze’in son umut ışığı bu cevapla söndü ve Ateş Varisi tamamen karanlıkta kaldı.

“Gitmem gerek.”

Blaze koşar adımlarla odasından çıkarken Flame şaşkınlıkla abisine baktı. Geçmişi anlatmanın zorlayıcı olacağını biliyordu fakat en azından oturup sakince konuşabileceklerini düşünmüştü.

Lakin Blaze, bu plan için fazla korkaktı.

-BÖLÜM SONU-

Tekrar selammm.

Bölüm sonunu yazarken kalbim parçalara dağıldı... Blaze'le Flame'i yazarken canımdan can gidiyor resmen...

Yeni teorilerinizi bekliyorum, sonraki bölüm yarın yayında olacak.

Yarın akşama kadar sağlıcakla ve bol bol kitapla kalın!

Bölüm : 22.01.2025 23:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...