
Herkese yeni bölümümüzle selammm
Bölüme geçmeden önce bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfennn <33
Keyifli okumalar!
*
Bölüm 15: Varisliğin Bedeli
-Toprak Varisi-
(Birkaç dakika önce)
“Baba?”
Toprak Varisi, Blaze’in yanından ayrılmış; babasını bulmaya gitmişti. Toprak Kralı’nın odasına tereddütle girerken tekrar seslenmeyi denedi.
“Baba?”
“Buradayım.”
Domain babasını, yatakta oturur vaziyette buldu. Tıpkı onun gibi zümrüt yeşili olan gözlerini dikmiş, duvara boş bakışlar atıyordu.
Yavaşça yanına oturdu. Ağırlığının etkisiyle yatak biraz daha çökerken babası, yüzünü kızına çevirdi.
Domain başta konuşmayıp başını Elrod’un omzuna yasladı. Babasının kokusunu içine çekerken, “İyi misin?” diye sordu.
Elrod başını ellerinin arasına gömdü. “Sadece… hala çok inanılmaz geliyor. Ömrümün 49 yılı Regina’yla geçti. Evlenmeden de önce bile tanıyordum onu. Hayatımın onsuz devam edecek olmasına…” Sesinin çatallaşmaya başladığını fark edince kısa bir an için duraksadı. Yutkunup boğazındaki yumruyu, derin bir nefes alarak da duygularını geldikleri yere geri göndermeye çalıştı. Duyguları kalbine gömülürken yumru olduğu gibi kaldı.
Ki zaten, her halükârda devam etmek zorundaydı. Karısı ölmüş olabilirdi fakat o hala kraldı ve hala yönetmesi gereken koca bir krallık vardı.
Domain, babası için güçlü durmaya uğraştı. Annesinin ölümünden beri ilk defa konuşuyorlardı. İtiraf etmeseler de ikisi de birbirinden kaçıyordu.
“Yalnız değilsin,” dedi Domain, yatıştırıcı olduğunu umduğu bir ses tonuyla. “Hala birbirimize sahibiz.” Her ne kadar birbirimizden kaçsak da. Toprak Krallığı böyleydi çünkü, duygularını asla dışa vurmazlardı. Mantık, onlar için ön planda olması gereken bir şey değildi. Var olması gereken tek şeydi.
“Biliyorum,” diye mırıldandı Elrod. “Alışmam biraz… zaman alacak.”
“İstersen,” dedi Domain yutkunarak. “Kısa süreliğine yönetimi ben devralabilirim.”
Elrod fazla ani gelen tepkiyle afallayınca Domain toparlamaya çalıştı. “Yani, sen ruhen tekrar iyi hissedene kadar belki?” Ayrıca yönetim elindeyken asileri rahatlıkla koordine edebilirdi. Eh, bu da işin artısıydı.
Herkesin yas şekli farklı olurdu, Elrod’un kendi kovuğuna çekilmeye ihtiyacı vardı. Domain ise sadece zihnini meşgul tutmak istiyordu, dışarıdan iyi gözükürken içeride annesini düşünmemeyi tercih ederdi. Kimse, kimse, ona nasıl olduğunu sormamıştı. Kimse baş sağlığı dilememişti. Toprak Sarayı’na dönene dek herhangi bir cenaze gündemleri de yoktu. Hayır, zerre şikayetçi değildi. Unutmak, bazen en iyi ilaçtı. Gün içinde meşgul olmak unutmasına fayda sağlıyordu.
Zaten, en büyük kabuslar zihnimizi uyurken dürtüklerdi.
Bari gün içinde düşünmemek işkencesini yarıya indirirdi.
Babası bir an için teklifini düşündükten sonra, “Su Kralı, katil ve Su Varisi bulunana dek buradan ayrılmamızı istemiyor. Ben de neler yaşadığı konusunda az çok empati yapabildiğim için saygı duyuyorum,” dedi. “Ama sanırım küçük bir istisna için Dylan’la konuşabilirim. Sadece seni göndermek için ikna edebilirim belki. Su damgasına sahip olmadığını da kanıtlarsan…” Giderek aklına yatan planla gözleri parladı. “Toprak Krallığı’na geri dönebilirsin.”
Gerçekten işe yarayacağına kanaat getirip ayaklandı. “Ben Dylan’la konuşmaya gideyim.”
Domain babasının yüzüne biraz olsun renk geldiğini görünce rahatladı. En azından beş dakika öncesine göre daha iyi hissediyordu, bu da gelişme sayılırdı, değil mi?
Dylan kendi eşini öldürmek isteyecek kadar cani olabilirdi lakin onun babası, annesine gerçekten aşıktı ve yas tutuyordu. Elrod’un bu mahvolmuş hali de kanıtıydı.
Babası Dylan’ın yanına giderken Domain seri adımlarla odasına yürümeye başladı. Artık Ateş Varisi ile beraber çalışıyorsa Toprak Krallığı’na, yuvasına geri döneceğini söylemesi gerekirdi.
İçeriden duyduğu seslerle yavaşladı. Bir kız ve bir erkek konuşuyordu.
“Dün büyünü üstümde kullandığın için su büyüsünün izinin vücudumda olduğunu söyledi, gizlice dışarı çıktığımı da görmüş.”
Sesi hemen tanıyabilmişti: Ateş Varisi’nin kardeşi, Flame.
“Pekala, bununla ben ilgilenirim. Onun dışında, bugünkü buluşmamız için çok daha dikkatli olmamız gerekecek,” dedi kim olduğunu anlayamadığı adam. Ardından endişeyle ekledi. “Geleceksin, değil mi?”
Flame, bir adamla geceleri buluşuyor muydu?
Anlaşılan gizlice konuşmalar dinleyip hayati bilgiler elde eden tek kişi Flame değildi.
O kadar da zor değilmiş, diye geçirdi içinden. Bir kapıya kulağını dayamak yeterli.
Kendi sarayında bile Mil’le konuşurken sesini alçak tutmaya dikkat ediyordu, bu rahatlık nereden geliyordu?
“Geleceğim, dedi Flame kararlılıkla. “Umarım anlatacakların bu gece bitecektir.”
“Oysaki ben, seni her gece görebilmek için uzatmayı planlıyordum,” diye mırıldandı River, bunu o kadar kısık söylemişti ki Flame muhtemelen ne dediğini anlayamamıştı.
Flame bu adamla ilişki içerisinde olabilir miydi?
Öyleyse bile, Tanrılar adına, nasıl rahatça konuşabiliyorlardı? Sırları yüzünden ağzından çıkan her kelimeyi onun iki kez düşünmesi gerekirken Flame sevgilisiyle ulu orta konuşmaktan çekinmiyordu.
Gizli bir ilişki, Flame’in Mortem’in Celladı olma fikrini körüklüyordu. Ancak gizlenmek için çaba dahi göstermiyorlardı! Yalnızca aptallar mıydı yoksa tedbire ihtiyaçları olmadığını düşünecek kadar egoist mi?
“Efendim?” Haklıydı, Flame adamın gizliden gizliye flörtleşmesini duymamıştı.
“Yok bir şey. Nöbet yerimden ayrıldığım fark edilmeden gitmem gerek. Tekrar yakalanmamak için yeni buluşma yerimizi haber ederim.
“Peki,” dedi Flame. “Yalnız, Baş Şifacı gerçekten Altha’yı çağırdı mı?”
Adamın sırttığını Domain sesinden çıkarabilmişti. “Geri gelmeden önce abini bul.”
Adamın adımları kapıya doğru yaklaşırken duraksadı. “Unutmadan, yalanlarını geliştirmemiz lazım. Kâbus yalanına kanacak birini bulman bu devirde imkânsız.”
“Dürüst bir insan olduğum için özür dilemeyeceğim!” dedi Flame gülerek.
Dürüst mü? Cidden mi? Sen mi?
Domain eğer yakalanmaktan korkmasaydı söylenmelerini yalnızca içinde tutmaz, homurdanarak söylerdi.
Adamın bu sefer gerçekten çıkacağını anlayan Domain, odasından uzaklaşıp tıpkı yeni gelmiş gibi doğallıkla içeri girerken içeriden çıkan adamın dış görünüşünü inceledi.
Siyah saç, fazlasıyla uzun bir boy, hafifçe çıkmış kirli sakallar, mavinin epey koyu bir tonuna bürünmüş gözler.
Ve muhafız üniforması.
Hem de sadece bir üniforma değil; mavi renk, sırt kısmına Su Krallığı’nın ortasında wyren sembolü bulunan arması işlenmiş bir üniforma.
Adam ona saygıdan selam verdi. Domain, fırsattan istifade edip zırhın kol kısmına nakışla dikilmiş ismi okudu, görev sırasında ölürse mezar taşına yazmak için her krallıkta yapılırdı bu.
River.
Artık hem ismine hem de göz rengine sahipti. Blaze’le konuşma ismini sonraya ertelemeye karar verdi, önce Su Sarayı’nın kütüphanesini bulup soyağacı arşivlerini karıştırması gerekiyordu.
Saray büyüktü, en az Toprak Sarayı kadar heybetliydi ancak kendi sarayının odaları çok daha karmaşıktı. Kütüphaneyi bulmak için fazla dolaşması gerekmemişti. Sadece tabelaları takip etmesi yeterli olmuştu.
İçeri girdiğinde onu kısa boylu, tıknaz, saçlarına aklar düşmüş bir kadın karşıladı. “Varisim,” dedi saygıyla. “Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Soyağaçları ile ilgili tüm arşivlere ihtiyacım var.” Kendisi aramaya kalksa tüm gününü alırdı. “Ve biraz acelem var,” diye eklemeyi de ihmal etmedi. Zaman, hepsinin aleyhine işliyor; kaybettikleri her saniyede Mortem’in Celladı ve Su Varisi amaçla neyse bir adım
daha yaklaşıyorlardı.
“Az önce yanından geçmiştim…” diye mırıldandı kadın. “Beni takip et.”
Yaşına göre hızlı sayılabilecek adımlarla kadın rafların arasına dalarken Domain onu takip etti. Kütüphanenin en uç kısmına kadar götürmüştü kadın onu, arşivleri muhtemelen en geride tutuyorlardı.
“Blaze?”
Kitaplıklardan taşan belgeler görmeyi beklemişti, o belgelerin ardına saklanmış Ateş Varisi’ni değil. Hele kızarmış gözlerle? Diyarın sonu gelmek üzere olmalıydı!
Blaze, Domain’i fark edince gözlerini silmeye çalıştı. “Ne işin var burada?”
“Arşivlere bakmaya…” Başını iki yana salladı. “Boş ver. Asıl sen ne yapıyorsun?”
“Ben…” Çevresine bakındı. “Sahiden, ne yapıyorum ben?”
“İyi misin?” dedi Domain kendini tutamayarak. Hayır, Ateş Varisi’nden bahsediyorlardı, önemsememesi gerekirdi.
“Değilim,” diye fısıldadı Blaze. Çok kırılgan hissediyordu, çaresizlik duygusu böyle mi hissettirirdi insana?
“Umursamıyorum.” Domain kararlılıkla belgelere yöneldi. “İşin yoksa git.”
Blaze’in yanından geçecekken Blaze, “Kız kardeşinin yıllardır şiddete maruz kaldığını öğrensen ne tepki verirdin?” diye sordu ve Domain’in adımlarını durdurdu.
“Flame mi?” Domain gene çenesine hâkim olamamıştı. “Kimden?”
“Babamdan.” Blaze sinirle parmaklarını kızıl saçlarının arasına daldırdı. “Gözümün önünde babam onun hayatını mahvetmiş. Domain, sırtındaki izleri görmeliydin. Gözümün önünde ya! Nasıl bir abiyim ben?”
“Sakin ol,” dedi Domain yatıştırıcı bir tonla. “Gayet iyi bir abisin. Flame’i kucağında odama getirdiğinde bakışlarını gördüm. Hayatta en değer verdiğin şeymiş gibi bakıyordun kardeşine.”
“Eğer Mortem’in Celladı, Flame’i öldürmeye çalışmasaydı belki de kardeşimin değerini hiçbir zaman bilmezdim. En değer verdiğim şey o, iki gündür.” Azapla güldü. “Flame’e davranışlarım başından beri zaten yanlıştı. Ama şiddete uğradığını bile anlamadım! Ateş
Sarayı’nda Flame’in süiti benimkinin hemen yanında. Ben kendi yatağıma uzanmış uyuklarken kardeşim kaç kez acı çekti?”
Domain elini yatıştırmak için Blaze’in sırtına koyduğunda Blaze devam etti. “Onun sırtını hiç gördün mü? Görmüş olman imkânsız zaten, görme de. O izler…” Cümlesini bitirmeye gücü yetmedi.
“Hastayım ben,” dedi Blaze çaresizce. “Tedavi edilmem lazım. Bir insan bu kadar kör, bu kadar duyarsız, bu kadar kötü biri olamaz.”
Kötü biri değilsin, diyemedi Domain, kendi kabuslarının sahibi bile Blaze iken nasıl diyebilirdi?
Blaze, Domain’in sessizliğini yeterli bir cevap olarak aldı.
“Bak, sen bile avutamıyorsun.”
“Çünkü öylesin,” diye omuz silkti Domain tüm dürüstlüğüyle. “Ama hiç sebebini sorguladın mı? Neden Flame’e öyle davranıyordun? Neden benim suçumun olmadığı ölümle tehdit ediyorsun?”
“Başka yol var mı?” dedi Blaze sitem ederek. “Ben başka yol bilmiyorum ki. İnsan kardeşine nasıl davranmalı mesela? Nasıl iyi olmalı?”
“Bunu bana mı soruyorsun?” diye alayla kıkırdadı Domain. “Bana?”
“Seni şurada boğarım,” dedi Blaze sahte bir kızgınlıkla. “Kendini benle karşılaştır. Sence hangimiz daha kötü?”
“Mil’in 8 gününü kutlarken,” diye anlatmaya koyuldu Domain. “Kızın hediyelerine önceden bakmıştım. Babam Mil’e mükemmel bir elbise almış, ne zaman ondan elbise istesem modadan anlamadığını söyleyip başından savardı. Çok kıskanmıştım. Bil bakalım ne yaptım?”
“Elbiseyi kendine mi sakladın?” diye fikir yürüttü Blaze.
Domain başını iki yana salladı. “Makas aldım ve elbiseyi boydan boya kestim. O güzelliğe epey yazık olmuştu. Ama kendime saklamak da mantıklıymış.”
“Seninki bir şey mi?” Heyecanla doğruldu. “16 yaşındaydım. Bilirsin, eskiden her hafta dört krallık arasında toplantılar yapılırdı. Scott diye bir adam lortluğa yeni başlamıştı. Fakat görsen, elemana feci gıcık kapmıştım. Soylu-seçimlerinin yapıldığı yarışmanın bitirilmesi için konseye evraklar sunacaktı. Sunum sırasında kağıtları yaktım. Surat ifadesi…” Hazla gülümsedi. “Ömrümde ancak tek kez görebileceğim türden bir şaheserdi.”
“Hah, demek yarıştırıyoruz, öyle mi?” Domain’e, Blaze’e hodri meydan, bakışıyla baktı. “15 yaşındayken Hava Krallığı’yla görüşmemiz vardı. Yeni yapılacak bir sözleşme için saray danışmanımız, Alfrida günlerce maddeleri ve şartları hazırlamıştı. Tabii, babamın gözüne girmek için az yardımımı almamıştı. Sonra yanıma geldi, sanki ben olmasaydım boş dosyalarla gitmeyecekmiş gibi toplantıya giremeyeceğimi söyledi!”
“Saçmalık,” diye homurdandı Blaze. “Varisiz diye fazla enayi yerine konuluyoruz. Umarım intikamını almışsındır yoksa ben hemen Toprak Krallığı’na gidebilirim.”
“Aldım,” dedi Domain tatminlikle. “Son ayarlamaları yapacağımı söyleyip anlaşma kağıdını baştan sona değiştirdim. Mil o gün güvenlik takımındaydı, dediğine göre Alfrida sesli okurken yüzü morun her rengine bürünmüş.”
“Sırf meraktan soruyorum,” diyerek gülüşüne hâkim olmak için dudaklarını birbirine bastırdı Blaze. “Tam olarak ne yazdın?”
“Biraz yaratıcılığımı kullandım.” Yüzündeki tebessüm genişledi. “Belki küfür dağarcığımdan yardım almış olabilirim.”
“Sen? Küfür?” Blaze dayanamayıp kahkahayı bastı. “Hiçbir güç beni buna inandıramaz.”
“Özellikle eski dilde bildiğim küfürler var ya…” dedi Domain böbürlenirken. “Sadece Toprak dilinde değil, Hava dilinde de yazdım. Babam ne yazdığını zerre anlayamadı. Hava Kralı ve Kraliçesi ise muhtemelen kızlarının kulaklarını kapatmışlardır.”
“Bir saniye,” diye Domain’in sözünü kesti Blaze. “Hava Varisi’nin toplantıya girmeye izni vardı ama senin yok muydu?”
“Hava Krallığı diğer krallıklara göre hep daha adildi.” Bizim krallıkta ise halktan önümüze geçeni yakıyoruz, hatta en son bir köyü yaktık, nasıl da adaletliyiz!
“Fakat yıkılan krallık o oldu,” dedi Blaze düşünceli düşünceli. “Ne kadar ironik.”
“Konuyu dağıtma,” dedi Domain, neşesinden ödün kaybetmemişti. Karşısındakinin Ateş Varisi olduğunu unutmuştu, Su Sarayı’na adımını attığından beri ilk kez mutluydu. “Başka hikayen yok mu benimkiyle mi yarışamıyorsun?”
“Bunu hakaret olarak algılarım.” Daha iyisini bulmak için kısa bir an düşündü. “Bulamıyorum,” diye ofladığında kendisine şaşırıyordu. “En az senin kadar belalı bir çocukluk geçirdim. Ama aklıma ne gelse söylemeye utanıyorum. Hayatlarımız palavralardan ibaretmiş. Anlatabileceğim her şey yalan gibi hissettiriyor.”
“Halktan, fakir birine sorsan,” dedi Domain iç geçirerek. “Soylu olmak için yapabileceği tüm fedakarlıkları gözünü kırpmadan yapacağını söyler. Fakat varis olmak…” Neşeden uzak kıkırdadı. “Bileğimizdeki damgalar bize ucu bucağı olmayan güçler bahşeden bir lütuf değil, irademizi bir tahta ve taca kelepçeleyen bir lanet.”
“Bence farklı bir açıdan bak,” dedi Blaze. “Olabilecek saldırılarda en büyük silah hep biziz. Halkımız, yaşamak için bizim elimize bakıyor. O damgalar sayesinde insanlarımıza yardım edebiliyoruz.”
“Bu seni hiç korkutmuyor mu?” diye fısıldadı Domain. Mil’e hiçbir zaman itiraf edemeyeceği şeylerden biri, varis olmak konusunda düşünceleriydi. Onun gibi olmayan kimse anlayamazdı. Fakat Blaze, işte o anlayabilirdi.
“Neden korkutsun?” dedi Blaze afallayarak. “İnsanlara yardım ediyoruz!”
“Ve etmezsek cezalandırılıyoruz,” diye ekledi Domain.
“İnsanlara yardım etmenin nesi yanlış?”
“Yardım, gönüllü olarak yapılır. Biz yardım etmek zorunda bırakılıyoruz.”
“Aynı şey,” dedi Blaze umursamazca.
“Değil,” diye diretti Domain. “Hep başkalarını memnun etmek için varız, hep başkalarını önceliğimiz yapmak zorundayız. Objeleştiriliyoruz.”
“İyi bir amaca hizmet ediyoruz.” Blaze de inadı bırakacak gibi değildi. “Varis olmak seçilmiş kişi demekken sen nasıl bir lanet olarak görebilirsin?”
“Boş versene,” diye mırıldandı Domain. “Şakalaşmaktan senin aslında Ateş Varisi olduğunu unutmuşum, kapatalım konuyu.”
“Ateş Varisi olmam neyi etkiliyormuş?” dedi Blaze. Ne alakaydı şimdi?
“Sen Ateş Varisi’sin,” dedi Domain, sanki bunu söylemek bile anlaması için yeterliydi. “Kibirlisin, egoistsin, kapalı fikirlisin. Ön yargılısın. Bu yüzden Ateş Varisi olman her şeyi etkiliyor.”
“Hala anlamadım,” diyerek kaşlarını çattı Blaze.
“Son birkaç dakikadır seninle, sadece Blaze’le konuşuyordum. Ama işin içine Ateş Varisi girince kesinlikle seninle konuşulmuyor.”
“Tamam ama varislikle ne alakası var?” Sadede gelecek miydi artık?
“Yanlış anlama, yalnızca senle alakalı değil,” diye toparlamaya çalıştı Domain. “Bütün varislerle ilgili. Fazla güç, ahlakı azaltıyor. O damgaların hep bir bedeli oluyor.”
“Ben pisliğin tekiyim,” dedi Blaze. Artık bunu rahatça dile getirebiliyordu. Evet, pislikti. Sesli söylediği her vakit daha da kolaylaşıyordu kabullenmek. “Ya sen? Senin bedelin ne?”
“Ben fazla mükemmeliyetçiyim,” diye cevap verdi Domain dudaklarını birbirine bastırarak. “Kendimi ne kadar yıprattığımı ve duygularımı ne kadar yoğun yaşadığımı bilsen dışarıdan gözüken halimin yalnızca maske olduğunu anlardın.”
“Duygularını yoğun yaşamak kötü bir şey değil ki?” Blaze’in bedeli çevresindeki insanlara zarar veriyordu, duygular ne yapabilirdi?
Domain, öyle bir gülümsedi ki; Blaze hayatı boyunca hiç o derece acı saklı bir tebessüm görmemişti. “Toprak Krallığı’nda öyle.”
-BÖLÜM SONU-
Yeni bölüm için yarın yeniden burada buluşuyoruzzz
Oy vermediyseniz yıldıza basmayı unutmayın lütfennn <3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.77k Okunma |
3.31k Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |