
Şu Blaze-Flame dramından illahlah edenler bu bölüm çok sevinecek sjfjsjkdhfjk
Bölüme geçmeden önce oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın lütfenn <3
Bölüm 18:
Brook, annesinin ölümünden beri ilk defa doğru düzgün bir uykuya dalmıştı.
Kaybını atlatıyor muydu yoksa vücudu nihayet insani ihtiyaçlarına yenik mi düşmüştü pek emin olmasa da uyumayı başarmıştı.
İşte bunun gibi, rahatsız edilmek istemediğiniz zamanlarda asla unutmamanız gereken bir şey oluyordu: içinde onlarca insanın da olduğu bir sarayda yaşadığınız.
Ve tabii, en yakın arkadaşınızın odanıza taciz edercesine girmeye fazlasıyla alışmış olduğu.
Brook da Altha’nın, “Brook! Bil bakalım ne oldu?” şeklindeki dedikodu çığlıkları tarafından uyandırılmaya alışmıştı.
Ama gerçekten uzun zaman sonra dalmayı becerdiği o tatlı uykudan aynı bahaneyle kaldırılması hiç hoş olmamıştı.
Hem de kafasına yastık yiyerek!
Anlaşılan Brook epey derin bir uykuya kendini bırakmıştı ki Altha, uyandırmanın tek yolunu yastıkla döverek bulmuştu.
Brook, kafasına yediği darbeyle uyandığında, “Kaç, Altha,” dedi dişlerinin arasından tıslayarak. “Tanrılar bile kurtaramaz seni benden.”
“Yemin ederim bu sefer konu önemli.” Altha ne zaman dedikodu yapmak için gelse gözlerinde hep aynı şeytani parıltılar olurdu. Şimdiyse daha çok… endişeli gibiydi.
“Ne oldu?”
Altha yutkundu. “Baban.”
“Tek tek anlatma,” diye kızdı Brook. Endişelenmeye başlıyordu.
“Dün gece… babana…” Altha'nın dudakları titredi, ses tonu her zamankinden daha alçaktı. Arkadaşının neler yaşadığını biliyordu, haberi Brook’a verecek kişi olmaktan bu yüzden nefret ediyordu.
“Evet, babama,” diye teşvik etti Brook. Kötü bir şey olduğunu anlamıştı ve şu an yalnızca ciddi olmamasını ümit ediyordu.
“Mortem’in Celladı dün babana saldırmış,” dedi Altha en son.
Brook’un kalbinin atmayı bıraktığını sandı. “N-nasıl yani?” dedi kekeleyerek. Hayır, olmazdı. Annesini daha yeni kaybetmişti, babasını da kaybedemezdi. Mortem’in Celladı çoktan ondan annesini almıştı. Başkasını da almasına izin veremezdi.
“Merak etme, zarar görmemiş,” diye toparlamaya çalıştı Altha. “Saldırıya uğrayınca kendini savunmuş.”
“Bunun içimi rahatlatması mı gerekiyor?” Brook aniden ayaklandı, üzerinde pijamalar olmasını umursamadan kapıya yöneldi. “O lanet olası elini kolunu sallayarak benim sarayımdaki insanlara saldırıyor ve bunu engelleyemiyorum.”
Babam kendini korumuş, diye telkin etmeye çalıştı kendini içinden. Bir şey olmadı, bir şey olmadı, bir şey olmadı…
Ama ya olsaydı?
Annesinin katilini yakalamaktan bahsediyordu ancak daha babasını koruyamıyordu ki.
Ne kadar işe yaramaz bir insan olduğunu düşünmeyi sonraya bıraktı, önce babasını bulmaya ihtiyacı vardı.
“Brook, dur!”
Altha arkasından ona yetişmeye çalışırken Brook durmadı. Son sürat saray koridorlarında koşarken babasını bulana dek durmadı.
Babasının süitinden içeri kapıyı kırarcasına girdiğinde karşılaştığı yalnızlık karşısında dumura uğradı. “Burası boş!”
Altha nefes nefese Brook’a yetiştiğinde, “Söylemeye… çalıştığım…” dedi kesik soluklarının arasından. “Kral, diğer kral ve kraliçelerle beraber toplantıda. Mortem’in Celladı tehdidin daha ciddiye alınarak yakalama konusunda yardım için.”
“Babam saldırıya uğradı ve yanıma uğramadan hemen toplantıya mı gitti?” dedi Brook inanmayarak. “Mümkün değil.”
Altha omuz silkti. “Ama öyle.”
Brook stresle boynunu kütürdetti. “Şu Mortem’in Celladı tüm hayatımı alt üst etmeyi birkaç gün içinden başardı. Ne için? Ne istiyor bu manyak bizden? Annemi aldı zaten, babamdan ne istiyor?” Git gide cümlesine devam etmek daha zor gelmeye başladı.
Korkuyordu. Ölmekten değil, sevdiği birini daha kaybetmekten.
“Önce Su Kraliçesi, sonra Toprak Kraliçesi, şimdi Su Kralı…” dedi Altha sesli düşünerek. “Bahse varım sıradaki Ateş Kraliçesi ya da Kralıdır.”
“Blaze’i unutma,” diye hatırlattı Brook. Altha’nın bilerek dikkatini dağıtmaya çalıştığının farkındaydı fakat oyununa ortak olmayı tercih etti. “Ateş Varisi’ni de zehirledi.”
“Ve iki arada aynı anda Ateş Kralı’nı ve Flame’i de tehdit etti.” Brook, Albertine’le konuşmasının hemen ardından Altha’ya da anlatmıştı öğrendiklerini. Pişmanlık hissetmiyordu, her ikisine de güveniyordu.
“Flame gerçekten saldırdı, sonraki hedefinin Ateş Kralı olması muhtemel. Başladığı işi bitirecektir.”
“Yalnız hiç dikkatini çekti mi?” diye araya girdi Brook. “Flame’e sadece saldırdı, Ateş Kralı’na da saldıracağını söylediği halde bildiğimiz kadarıyla hiçbir şey olmadı. Babama saldırdı ama yine bir şey olmadı. Mortem’in Celladı artarda bu kadar cana zarar verip bir anda sürekli çuvallamaya mı başladı?”
“Doğru,” dedi Altha başını aşağı yukarı sallayarak. Fikir yürütmeye çalışsa da olmuyordu, etrafta parçalar vardı fakat hiçbiri eşleşmiyordu.
“Acaba Su Varisi şu an, benden çaldığı ünvan ve gücüyle ne yapıyor?” dedi Brook, sesine biraz da olsa sinirin karışmasına engel olamamıştı. Mortem’in Celladı canını yeterince sıkıyordu ama en azından onunla ilgili elinde ipuçları vardı. Su Varisi ise balodan bu yana sırra kadem basmıştı.
“Ben sebebini sorguluyorum. Neden varislik izini çaldı? Neden Edeline’ı öldürdü? Neden Mortem’in Celladı hala birilerini öldürmeye devam ediyor? Herkes onları suçluyor ama kimse sebebini sorgulamıyor.”
“Sebebini sorgulama gereği görmüyorum,” dedi Brook tavrından ödün vermeyerek. “Ben yaptıklarıyla ilgileniyorum.”
“Sen bilirsin,” diye mırıldandı Altha. “Sence ne zaman yakalanırlar?”
“Saraydan herhangi bir şekilde çıkmış olamazlar. Babam tüm yolları baloda kapadı. Hainler kimse tanıdığımız biri bile olabilir?”
“En yakının Su Varisi ya da Mortem’in Celladı çıksa ne yapardın?” diye sordu Altha.
“Eğer öyleyse,” dedi Brook biraz düşündükten sonra. “Benim en yakınım değil demektir. Onu hiç tanıyamamışım demektir. Ve ben, annemin katilinin sonunu getireceğime yemin ettim. Bundan dönmeyeceğim.”
“Değer verdiğin insandan ihanet yemek bu kadar basit olmamalı,” diye karşı çıktı Altha. “İşler o raddeye geldiğinde nefesini kesme cesaretini nereden bulacaksın?”
“Annemden.” Brook başını belli belirsiz göğe çevirdi. “Annemin ruhu ancak bu şekilde huzura kavuşabilir.”
“Peki şimdi ne yapacaksın?” Ardından, “Katili bulmak için yani,” diye ekledi Altha.
“Blaze’in teklifini kabul edeceğim,” dedi Brook duraksamadan. “Babamın dedikleri gibi bir insan olduğuna hemen ikna olacak değilim ama her şekilde, onlarla beraber bulacağım herhangi bir iz beni Mortem’in Celladı’na veya Su Varisi’ne götürebilir.”
“Ateş Varisi’ne güvenmek ne kadar mantıklı?” Altha, Brook’un aksine daha da sorgulayıcı bakıyordu. Evet, belki birkaç gün önce Ateş Varisi’ne hayran o kız olabilirdi fakat şu an hiçbir şeyden emin olamıyordu. Ölümün varlığını herkes biliyordu lakin şimdi Mortem’in soğuk nefesinin boyunlarına vurduğunun hissedebiliyorlardı. Ölmek denen eylemin gerçekliği tüm acımasızlığıyla önlerindeydi.
“En sağlam yol bu,” dedi Brook, yolundan dönmeyerek. “Benim korkum ölmek değil, Al. Bir sevdiğimi daha toprağa gömmek. Bunu engellemek için şeytanla anlaşma yapmaya bile hazırım.”
“Seninleyim,” diyerek Brook’un elini tuttu Altha. “Yalnız olmayacaksın, merak etme.”
Brook minnettarlıkla gülümsedi. “Öyleyse diğer varisleri bulalım. Plan yapma vakti.”
“Başka kimler biliyor?” diye sordu Altha, Ateş Varisi’nin odasına doğru yürürlerken.
Brook saymak için parmaklarını açtı. “Ben, sen, Ateş Varisi, kardeşi, Albertine. Bildiklerim bunlar, eğer Toprak Varisi’ne de söylemişlerse orasını bilemem.”
“En az 5 kişi yani,” diye tekrar etti Altha. “Fena değil, sayıca çok da az değiliz.”
“Yol üstü Albertine’i de alalım. Bizden yana olan herkesi toplayıp plan yapmak daha akıllıca olacak.”
*
Blaze, Domain’le olan sohbetlerinin ardından biraz daha toparladığını hissettiğinde Flame’in yanına dönmüştü. İki kardeşin arasında esen soğuk rüzgarlar, iliklerine kadar üşümeleri için yeterliydi. Birbirleriyle konuşmaya henüz yanaşmamışlardı. Blaze masaya oturmuş yol üstü mutfaktan tırtıkladığı meyveleri kemirirken Flame kitabını okuyordu. Gözleri satırların arasında olsa da zihni, tamamıyla abisiyle yaptığı kavgadaydı. Haklı olduğundan emindi fakat babasından şiddet gördüğünü Blaze’e bu şekilde söylemek ne kadar doğru olmuştu, işte orada çelişkideydi.
Kendi iç mahkemesinde Blaze’i suçlu olarak yargılamayı çoktan bitirmişti. Umut etmek yasak, kuralına prangaları vururken abisine bir şans vermeyi kabul etmişti. Bir şans. Blaze’in istediği de bu değil miydi zaten? Aralarındaki tüm sırlar ortaya döküldüğüne göre yıllardır arzu ettiği o mükemmel abi-kardeş ilişkisinin önünde engel de kalmamıştı ayrıca. Yeniden başlamaları için bir fırsatları olabilirdi.
Tam da bu yüzden, sessizliği bozan Flame oldu.
“Blaze?”
İsminin seslenişiyle Blaze, daldığı derin düşüncelerden sıyırılıp irkilerek Flame’e döndü. Kız kardeşinin suçlarından ötürü onu bir çeşit sessizliğe mahkûm ettiğini zannetmişti ama barışmak için kendisi de bir o kadar hevesliydi.
“Efendim?”
Flame, ne diyeceğini düşünürken zaman kazanmak için dudaklarını ıslattı. “Sen artık benim hakkımda bilmen gereken her şeyi biliyorsun,” diye girdi söze. “Benim tüm kırgınlıklarımı, hayata olan küskünlüğümü öğrendin.” Devam etmeden önce cesaretini toplamaya çalıştı. Hadi ama, bir kızın abisiyle konuşmasından daha normal ne olabilirdi?
Tabii, son zamanlarda yaşadıkları hiçbir şeye ‘normal’ denemezdi, doğru.
“Ben…” Derin bir nefes verdi.
“Ben yeniden başlamak istiyorum,” demeyi başardı en sonunda. Sanki üzerinden dev bir yük kalkmış gibi kalbi, ruhu ferahladı. Nihayet ağzından baklayı çıkarmıştı.
“E-efendim?” dedi Blaze şaşkınlıkla. O an, Flame’in dudaklarının arasından çıkacak her şeyi bekleyebilirdi. Flame ona kızsaydı, suçlasaydı veya sessizliği uzatsaydı kabullenirdi. Zaten vicdan azabından kıvrandığı günahları için daha o bile kendisini affedemezken
Flame’in ani teklifi haliyle şaşırtıcı olmuştu.
“Barışmak istiyorum,” diye yineledi Flame. Cümlelerinin karmaşık olduğunu fark edince, “Bak,” dedi. “Ben sana boşu boşuna izlerimi göstermedim. Sana suçluluk hissettirmek ya da intikam falan almak için yapmadım bunu.
Blaze kafasını karışarak yüzünü tamamen Flame’e çevirdi. “O halde neden yaptın?”
“Halledemediğimiz bütün meseleleri çözelim istedim.”
“Benden nefret ettiğini sanıyordum,” dedi Blaze dürüstçe. Ki öyleyse bile Flame haksız sayılmazdı. O olsa o da kendinden nefret ederdi.
“Etmiyorum,” diyerek arkasına yaslandı Flame. Bir yandan da kitabını kenara kaldırıyordu. “Daha doğrusu, etmek istemiyorum.”
“Bana bir şans veriyorsun yani?” dedi Blaze umutla. Bir şansla, yaptıklarını telafi edebilirdi. Bir şansla, kız kardeşini geri kazanabilirdi. Aslında bir abi olmayı ne denli istediğini son zamanlarda fark etmeye başlamıştı. Belki de en başında Su Sarayı’na hiç gelmeselerdi, tüm bunlar yaşanmasaydı hiç yaşamayacaktı acı farkındalığı. O alternatifi düşünmek dahi istemiyordu, sadece içinden dile getirmek bile korkutucuydu.
“Veriyorum,” diye onayladı Flame. “Umarım pişman etmezsin, Blaze.”
“Etmeyeceğime emin olabilirsin.” Blaze’in az önceki buhranını saniyeler içinde bir çocuk almıştı. “Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim…”
Blaze iflah olmaz sevinciyle teşekkür etmeye, Brook aniden içeri dalmasıydı devam edebilirdi.
Flame’le aralarında oluşmuş samimiyet mumun sönmesi gibi hızla yok olurken Brook’un arkasından siyah saçlı bir kız daha gözüktü. Su yeşili gözlerinden Blaze kim olduğunu çıkarabilmişti: Baş Şifacı’nın küçük kızı. Bu kızı son zamanlarda çok daha sık görmeyi başlamıştı ve ayırt edici göz rengi olmasa işi bir hayli zorlaşırdı. Hafızasını biraz zorlayınca isminin Altha olduğunu hatırlamayı başarmıştı. Onun yanında dikilen kız da Albertine olmalıydı, şu nesil-atlayan kız. Tabii ya, aynı zamanda revirde ektiği kız…
“Ne oldu?” dedi Blaze aksi bir tonla. Hayır, gerçekten zamanlamaları mükemmeldi!
“Sana da merhaba, Blaze.” Brook’un da sinir konusunda Blaze’den aşağı kalır bir yanı yoktu. “Teklifini kabul ediyorum.”
Blaze birkaç saniye dumura uğradı. “Ne yapıyorum dedin?”
“Teklifini. Kabul. Ediyorum,” dedi Brook heceleyerek. “Kafana sokman için daha kaç farklı şekilde söylemem gerekiyor?”
“Madem bir savaşta…” Blaze bu düşünce midesini bulandırmış gibi yüzünü buruşturdu, “Beraber olacağız. O zaman benimle konuşurken haddini bil.” Karşısındaki kızın bu çocuksu hareketlerinden epey sıkılmıştı. Sürekli hakaretler duymak ise istediği son şey bile değildi. Şimdiden kontrol altına alması gerekiyordu.
“Bilmiyorum.” Brook’un boyu Blaze’inkinden bir hayli kısa olsa da tavrından ödün vermedi. Birkaç adımla Ateş Varisi’ne yaklaştı. “Haddimi falan bilmiyorum.
“Alttan aldıkça tepeme mi çıktın sen?” dedi Blaze başını hafifçe yana yatırarak. “Kendine fazla güveniyorsun. Unutma, ben hala bir varisim ve küle dönmen tek bir parmak hareketime bakar.”
Altha araya girecekken Brook karışmamasını işaret etti. “Sence kendi canım umurumda mı?” Güldü. “Benim annem öldürüldü.” Bunu sesli söylemek giderek kolaylaşıyordu. En azından kalbindeki sızıya alışmıştı. “Babamsa dün gece aynı suikastçı tarafından saldırıya uğradı. Yani hayır, haddimi falan bilmiyorum, Ateş Varisi. Açıkçası ben bundan sonra önümde kimseyi bilmiyorum, kimseyi tanımıyorum.”
Altha içinden, işte benim kızım, diye geçirdi.
Blaze karşılık veremeden Flame araya girdi. “Geri sar. Su Kralı’na mı saldırıldı? Dylan’a?”
“Öncelikle, babama ismiyle seslenmeden önce yerini bil, Flame. Su Kralı da gayet yeterli olurdu.”
Kızın içinden canavar çıkmış, dedi Flame analiz yaparak. Babasına saldırılması muhtemelen son raddeydi.
Flame sinirlenmektense empati kurmayı tercih etti.
“Dur orada,” dedi Blaze, Brook’un üstüne yürüyerek. “Kardeşimle konuşurken ağzından çıkanı kulağın duysun.”
“Duymazsa ne olur?” diye inat etti Brook.
“Kesin artık,” dedi Flame dayanamayıp. “Şu an plan yapmamız falan gerekmiyor mu? Saçma sapan kavgalarınızla vakit öldürüyorsunuz. Meseleyi bu kadar kişiselleştirmeyi bırakın.”
Blaze, “Ama ilk o başlattı-” diye mırıldansa da Flame’in ölümcül bakışları yüzünden çenesini kapamak zorunda kaldı.
“Beş kişi buradayız,” dedi Flame, işaret parmağını hepsinin üzerinde gezdirirken. “Toprak Varisi de her şeyi biliyor. Aynısını muhafızına da anlatacağını söylemişti. Yani gerçeği bilen toplam yedi kişiyiz.”
“Pek az sayılmayız,” dedi Brook kısa bir tespitle. “Eğer dedikleriz doğruysa -ki hala babamla ilgili olan kısma inanmıyorum- krallar ve kraliçeler 4 kişi ediyor. Mortem’in Celladı ve Su Varisi başlı başına ayrı çalışıyor. Ama nereden baksak biz daha üstün olmuyor muyuz?”
“Atladığın bir nokta var,” diyerek başını iki yana salladı Flame. “Dinlediğim konuşmada bahsi geçen iki figür daha var: Aura ve Theo. Theo’nun Aura tarafından öldürüldüğünü biliyoruz. Ya Aura? Onun bağlantısı ne? Hatta asıl soru, Aura kim?”
“Theo en yakın dostuymuş,” dedi Blaze. Hafızasını delik deşik ediyordu Flame’in söylediklerini tam anlamıyla hatırlamak için. “Belki de Aura aslında Mortem’in Celladı’dır? Kim en yakın dostunu öylece öldürebilir?” Kendi sorusuna gene kendi yanıt verdi. “Tabii ki de cani bir suikastçı!”
“Blaze’e katıldığıma inanamıyorum ama,” dedi Brook utana sıkıla. “Haklı olabilir. Babam o konuşmada Aura’dan bahsetti, demek ki kızı tanıyordu. Ya da en azından öldürme stilini, bu sayede dün hayatta kalmayı başardı.”
“Dün konusunda,” dedi Flame konudan dağılarak. “Sahi, ne oldu?” Blaze ve Brook’un kavgası sağ olsun yeni gelişmelerini tamamen unutmuştu.
“Anlatılacak pek bir şey yok,” diyerek omuz silkti Brook. “Mortem’in Celladı babama saldırmış, babam kendini savunmuş. Sabah doğrudan diğer krallar ve kraliçelerle bir toplantıya gitmiş. Mortem’in Celladı tehdidinin daha ciddiye alınması ve bu konuda desteklerini istiyormuş.”
“-muş,” diye vurguladı Blaze. “Sen kimden duydun?”
“Benden,” dedi Altha öne çıkarak. “Şifacılık Su Krallığı’nda bir nevi… kutsal sayılır. Şifacılar asırlar boyu Su Kraliyet ailesinin yanında olmuştur. Su Kralı da asistana ihtiyaç duymaz, bizi kullanır. Toplantıya girdiği için rahatsız edilmek istemediğini bu yüzden bana bildirdi.”
“Teoriniz mantıklı olabilir.” Flame alt dudağını kemirdi. “Ama bir şey, unutuyorsunuz, abimi zehirleyenin Mortem’in Celladı olduğuna neredeyse eminiz, Su Kralı Mortem’in Celladı ve Aura’dan tamamen başka insanlar olarak bahsetti.”
“Ve böylece elde var 0,” dedi Brook iç çekerek. “Yine bir çıkmaz sokaktayız.”
Aslında değillerdi. Flame, River sayesinde Aura’nın Hava Varisi olduğunu biliyordu. Salağa mı yatmalıydı yoksa söylemeli miydi? Bu bilginin onlara çok faydası dokunacağı aşikardı ancak nereden bildiğini nasıl söyleyebilirdi ki?
İçinde yaşadığı kısa bir münazaranın ardından, “Aura ismi tanıdık geliyor,” dedi. “Gazetede falan gördüğüme eminim.”
Hava Krallığı’nın kayıp varisinin ismi illa manşetlere çıkmış olmalıydı. Flame yemi atmıştı, şimdi sadece diğerleri de anlamalıydı.
“Nereden gördüğünü hatırlıyor musun?” diye sordu Blaze umutla.
Flame başını iki yana salladı, daha fazla dikkat çekemezdi.
“Ben hatırlıyorum.”
Albertine geldiğinden beri ilk defa konuştuğunda gözler üzerine döndü.
“Aura…” diye mırıldandı Albertine. “Gazete deyince geldi aklıma. Hava Krallığı yıkıldığı zaman manşetlere çıkmış kayıp varis değil miydi o?”
“Hava Varisi…” diye fısıldadı Altha. “Ben öldüğünü düşünmüştüm. Hava Varisi bir şekilde öldü ve elementi yok olduğu için Hava Krallığı da yıkıldı, şeklindeydi aklımdaki senaryo.”
“Ama artık yaşadığını biliyoruz,” dedi Albertine.
“Ve bu her şeyi değiştiriyor,” diye tamamladı Brook. “Ben Aura’yı bulmakla başlayalım derim. Yapbozun eksik parçası o.”
“Bence de.” Blaze bunu demesinin hemen ardından öğürür gibi bir ses çıkardı. “Bugün Brook’la iki kez birbirimize katıldık, midem bu kadarını kaldıramaz.”
“Abart, Blaze,” dedi Flame hemen, çıkabilecek olası bir kavgayı engellemek için. “O halde hem fikiriz, Aura’yı bulmakla başlıyoruz?”
Hepsi başıyla onaylarken pek de uzakta olmayan bir yerde Aura, Ateş Krallığı’nı yıkmak üzere son hazırlıklarını tamamlıyordu.
Hayatta olduğunu bilen sayısının arttığından ve onu durdurmak için çoktan Ateş topraklarına gidenlerinin olduğundan habersiz bir şekilde…
-Bölüm Sonu-
Evett bugünlük bu kadardı.
Sonraki bölüm bitmek üzere, yani gecenin bilmem kaçında kafama eserse atabilirim ama en geç yarın gelecek bölüm dmdmdm
Hala oy vermediyseniz yıldıza basmayı unutmayın lütfen.
Gelecek teorilerinizi bekliyorum!
Sizce Aura Ateş Krallığı'nı yıkmaya çalışırken neler olacak?
Su Varisi kim olabilir?
Blaze gerçekten sözünü tutacak mı?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.77k Okunma |
3.31k Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |