19. Bölüm

Bölüm 11 | Feyin Ölümü

Nisa Tektaş
okur.yazarkelebek

Herkese selammmm

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın lütfen, desteğiniz benim için çok önemli <3

Keyfli okumalarrrr!!!

 

Bölüm 11

-Toprak Varisi-

Tanıdık bir yerdeydi. Gözlerini çevrede biraz dolaştırınca Toprak Sarayı’nı tanıyabilmişti. Çimenlerin üzerinde, yüzü koyun yatıyordu.

Ayağa kalkıp koyu yeşil elbisesini silkeledi. Polenler etrafa dağılırken hapşırmadan edememişti, Toprak Varisi olmasına rağmen polene alerjisi olması fazlasıyla ironikti.

Bir saniye, polen alerjisi mi? İyi de o alerjisinin üstesinden 15 yaşındayken büyü sayesinde gelmemiş miydi?

Sık sık gördüğü kabuslardan birine gene hapsolduğunu, geçmişten bir kesitin tekrar bilinçaltı aracılığıyla önüne servis edildiğini fark edince yutkundu. Keşke kabusta olduğunu anlamakla kalmayıp uyanmayı da başarabilseydi.

Yürümeye başladı, saraydan içeri girdiğinde annesi yanına yaklaştı.

“Hazırlan, misafirlerimiz geliyor.” Telaşlı gözüküyordu, daha çok aceleci. Annesi genelde hep sakin olurdu, her kim geliyorsa onu bile germeyi başaracak kadar önemli insanlardı anlaşılan.

Domain başıyla sallayıp koşar adımlarla süitine gitti, tıpkı tahmin ettiği gibi hizmetliler çoktan giymesi istenen elbiseyi hazırlamışlardı. Gözlerine mükemmelen uyum sağlayan açık yeşil elbisesi epey hoşuna gitmişti, omuz kısımlarını çevreleyen beyaz inciden taşlar belki başka bir 12 yaşındaki kız çocuğu için abartı olabilirdi. Fakat Domain gibi bir varisin daha az şatafatlı bir elbise giymesi beklenemezdi. Sonuçta o, bütün Toprak Krallığı’nı temsil ediyordu. Asıl simge kral ya da kraliçe değil, bileğindeki parıldayan damgaydı. Ve tabii o damganın sahibi.

Zümrüt ve altından oluşan ağır taç başına geçirilmiş, hareketli bir çocuk olduğu için bundan ders almış saray çalışanları saçlarını sıkı sıkı örerek tacı sabitlemişlerdi. Uzun zamandır herhangi birinin karşısına bu denli özenle çıkarmamışlardı onu. Gelecek olan misafiri iyice merak ediyordu şimdi.

Sarayın en büyük odası olan taht salonuna adım attığında annesini ve babasını hiç olmadığı kadar ciddi görmüştü. İkisinin ortasında bulunan kendi tahtına otururken yüzünü tıpkı onlar gibi ciddi tutmak için zorluyordu. Ancak gergin ortamlarda kontrolsüzce gülme huyu vardı ve kahkahasını yalnızca dişlerini alt dudağına geçirerek bastırabiliyordu.

Çaktırmadan hemen arkasında nöbet tutan genç muhafıza, “Mil,” diye fısıldadı. “Kimin geleceğini biliyor musun?”

Militant omuz silkti. “Babama sormaya çalıştım ama onu biliyorsun, asla detay vermez.”

Bu kabusta Mil’in ailesi hala hayattaydı, Mil değil babası baş muhafızdı…

Domain iç çekerek arkasına yaslanmıştı. Sabırlı biri değildi, doğum günlerinde bile hediyesini öğrenebilmek için saatlerce annesinin başının etini yiyen türlerdendi.

Neyse ki çok beklemesi gerekmedi, salonun kapıları gürültüyle açıldığında içeriye 4 kişi girmişti.

Ailesine ayak uydurup ayağa kalktı, tamamen kırmızının farklı tonlarına bürünmüş misafirleri tanıdığına emindi lakin çıkaramıyordu.

“Elrod.”

Fazla uzun boylu ve cüsseli adam babasını selamlarken Domain sertçe yutkundu. İnsanları görünüşüyle yargılamamalıydı ama adamın fiziği onu korkutmaya yetmişti.

Babası bir adım öne çıktı. “Ateş Krallığı’nı sarayımda ağırlamak benim için bir onurdur.”

Ateş Krallığı, şimdi nereden tanıdık geldiğini anlamıştı işte. Demek misafirlerin bu kadar önemli olmasının sebebi kraliyet ailesi olmasıydı.

Ateş Kralı, kibirli bir gülümsemeyle başını salladı. “Konuğunuz olmaktan memnunuz.” Ardından eliyle genç oğlunu öne çıkardı. “Blaze, Ateş Varisi.”

Babasının kopyasıydı sanki, tek fark gözlerini babasından değil annesinden almış olmasıydı. Onun haricinde aynı bakış, aynı gülüş… Blaze’i şimdiden sevmemişti fakat kendisi gibi bir varisle tanışmak ister istemez Domain’i heyecanlandırmıştı.

Annesi, Toprak Kraliçesi Regina, kızına döndü. “Ateş Varisi’ne etrafı göstersene biraz.” Büyükler diplomasi konuşacaktı ve kimse ne meraklı bir kız çocuğunu ayak bağı olarak istiyordu ne de şımarık bir oğlanı.

“Gel hadi,” dedi Domain hevesle. “Sarayı tanıtayım sana.”

Blaze gözlerini devirip Domain’in peşine takıldı. Sarayda kısa bir turun ardından avluya çıktıklarında şu an bu kâbusu kim bilir kaçıncı kez izleyen Toprak Varisi uyanmak için ruhunu Mortem’e bile satabilirdi. Lakin olmadı, uyanamadı. Tıpkı geçen seferkiler gibi sadece belki de yüzüncü kez aynı anıya tanıklık etmeye mahkûm oldu.

“Oyun oynamak ister misin?” 12 yaşındaydı, çocuktu ve kolay canı sıkılıyordu.

Blaze burnunu küçümsercesine kırıştırdı. “Çocuk muyum ben? Ayrıca Ateş Krallığı’nın Varisi’yim ben, saçma sapanlara oyunlarla uğraşamam.”

Domain, Blaze’in tavrını çok yersiz bulmuştu. Sonuçta o da Toprak Varisi değil miydi? Ve gayet de güzel oyunlar oynuyordu.

“O zaman ne yapmak istiyorsun?” Ne olursa olsun annesinin misafirler hakkında söylediklerini unutmamalıydı. Onlar en güzel şekilde karşılanmalıydı, istedikleri yerine getirilmeli ve hoşgörülü olunmalıydı.

Blaze’in gözleri birkaç saniyeliğine aklına gelen fikirle parıldadı. “Aslında yapmak istediğim bir şey var. Benimle gel.” Onu beklemeden yürümeye başlamıştı bile.

Domain kısa bacaklarıyla elinden geldiğince çabuk Blaze’i takip etti. Ateş Varisi’nin deniz wyrenlerinin tutulduğu bölüme doğru tutulduğunu fark etmişti, muhtemelen Ateş Krallığı’nın ejderhaları da oraya yönlendirilmişti. Belki de Blaze ona ejderhasını göstermek istemişti? Bu düşünce kalp ritmini hızlandırmaya yetmişti. Hayatında ilk defa bir ejderha görme düşüncesi epey heyecanlandırmıştı onu.

Tıpkı tahmin ettiği gibi Blaze, ejderhasının oraya yaklaşınca Domain’in soluğu kesilmişti. Tahmin ettiğinden biraz daha küçük sayılırdı ancak ok daha heybetli bir izlenim verdiği de yadsınamaz bir gerçekti. Simsiyah, ışık vurunca kızıla çalan rengi ile herkes kolaylıkla o ejderhanın Ateş Krallığı’nın Varisi’ne ait olduğunu söyleyebilirdi.

“Kız mı?” dedi Domain birkaç adım daha yaklaşabilmek için yanıp tutuşurken.

Blaze sıkkınlıkla iç geçirdi. “Dişi.”

Domain için ikisi de aynı şeydi ama Blaze’in sabırlı biri olmadığını anladığı için inatlaşmadı.

“İsmi ne?”

“Carmine,” diye yanıt verdi Blaze gururla. “Ben seçtim.”

“Ne anlama geliyor?” dedi Domain merakla.

“Kül. Ben krallığımın ateşiyim, ejderham da büyümden çıkan külleri simgeliyor.” İsim tercihiyle övündüğü çok belliydi. Ki gerçekten de anlamı pek çok şey ifade ediyordu. Fakat bunu söyleyip Ateş Varisi’nin en az bu ejderha kadar dev olan egosunu taçlandırmaya niyeti yoktu.

Domain, dokunma isteğiyle Carmine’ın ona en yakın parçasına, kuyruğuna dokunmak üzereyken Blaze bileklerini tutup sıkıca kendi ellerinin içine hapsetti.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen?” dedi Blaze öfkeyle. “Ejderha kuyruğundaki dikenler zehirlidir, tek damlası seni öldürmeye yeter.”

Domain biraz daha dikkatli bakınca küçük ama kuyruğundan gövdesine kadar boydan boya kaplayan dikenleri seçebilmişti. Blaze engellemeseydi belki de şu an zehrin acısıyla kıvranacağını düşünmek tüylerini ürpertmişti.

“Özür dilerim,” diye mırıldandı Domain mahcubiyetle. “Bilmiyordum.”

“Bilsen işte o zaman şaşırırdım,” dedi Blaze, Domain’in bileklerini özgür bırakırken.

Bir varis ama ejderhalar hakkında fikir sahibi bile değil, diye söylenmeyi ihmal etmedi içinden.

Domain üste çıkmak için, “Burası Toprak Krallığı,” diye savundu kendini. “Burada dost feyler yaşar. Korkutucu ejderhalar değil.” Pekala aslında ejderhalar bir hayli ilgisini çekişti fakat bunu tepeden tırnağa gıcık olduğu Ateş Varisi’nin önünde belli etmeyecekti.

“Seni buraya getirme sebebim bu değildi.” Blaze konuyu değiştirmek için can atıyordu.

“Neydi?” dedi Domain Blaze’in sakinleşmiş olmasından hemen yararlanarak.

“Muhtemelen bendim.”

Genç bir kız, Carmine’in iri bedeninin arkasından onlara doğru yürüyordu. Blaze kızın yanına yaklaşıp saçlarının arasına küçük bir buse kondurdu.

Sevgilisi, diye düşündü Domain.

Kız, Blaze’den sadece birkaç sanitm kadar daha kısaydı. Siyahi tenine karşılık 32 diş sırıtan bembeyaz dişleri ve parıldayan alev mavisi gözleri ürkütücü bir tezatlık oluşturuyordu. Lakin bu tezatlık aynı zamanda ona gizemli bir hava katıp güzelliğine güzellik ekliyordu.

Kız, Ateş Varisi’ne Domain’i gösterip, “Toprak Varisi mi?” diye sordu. Yüzünde sevecen bir ifade yoktu, daha çok onu bir tehdit olarak görmüş gibiydi.

“Evet,” dedi Blaze ilgisiz bir sesle. “Babamlar Toprak Krallığı ile toplantıda olduğu için başıma kaldı.”

Her şeyi çarpıtıyordu! Domain yumruklarını sıkıp, “Ben çocuk değilim,” diyerek etrafı işaret etti. “Burası benim sarayım. Benim avlum. Benim krallığım. Sen kaybolma diye sen benim başıma kaldın aslında.”

Blaze’in suratı mora dönerken kız kıkırdamıştı.

“Dili pabuç gibi.” Hayır, sevgilisine resmen laf soktuğu için kızmamıştı. Tam tersine bununla eğlenmişti.

“Ben Corsair.” Elini Toprak Varisi’ne doğru uzattı.

Domain kısa bir süre düşünüp en son elini sıkmaya karar verdi. “Sen neden burada bekliyordun?”

Corsair yüzünü buruşturdu. “Sıkıcı.” O özgür ruhlu, asi bir insandı. Ayrıca zaten onu sevmeyen Ateş Kralı’ndan ne kadar uzak dursa o kadar iyiydi.

Ardından boy farkını azaltabilmek için Domain’e doğru eğildi. “Feylerden mi bahsediyordun az önce?”

Domain başıyla onayladı. “Ateş Krallığı’nda ejderhalarınız olabilir, bizde de feyler var. Boş değiliz yani.” Krallığını kanıtlama iç güdüsüyle son cümleyi ekleme ihtiyacı hissetmişti.

“Biraz bahsedebilir misin onlardan?”

Domain gururla, “Tehlikeli canlılardır,” dedi. Tıpkı ejderhalar gibi.

Tabii ki de sesli söylemeyecekti bunu.

“Manüpilatiflerdir. Ormanlarda yaşarlar. Sivri kulakları ve sivri köpek dişleri ile insan aklına zehirli bir cazibeleri vardır. Kolayca aklına girip zihnini bulandırabilir, gerekirse senin kendi boğazını kesmeni bile sağlayabilirler. Hafızayla oynayabilir, ismini dahi unutabilirsin.”

Böyle söyleyince kulağa çok korkutu geliyordu aslında. Fakat her bir blgi onun merakını arttırıyordu, nasıl görünüyorlardı acaba? Doğaüstü güzellik, kavramı soyuttu. O, kendi gözleriyle görmek istiyordu bu güzelliği. Babası sarayın yakınındaki ormana gitmesine izin verse belki de çoktan bir tane görmüş olurdu. Feyler, Tardiniah Ormanı’nın derinlerinde yaşardı. Sadece ormandaki patikaların birinde biraz yürümesi yeterliydi.

“Hiç gördün mü peki?”

Domain dudaklarını hayır, manasında büzdü. Corsair’in sorgulamasından şüphelenmemişti, sonuçta o da kitap okumaktan nefret etmesine rağmen saatlerce kütüphanede vaktini sadece feyleri araştırmaya harcamıyor muydu?

“Babam, Toprak Kralı, uzun yıllar önce yasakladı. Feyler öldürmeyi bir nevi… zevk olarak görüyor.”

Corsair’in dudakları memnuniyetle yukarı doğru kıvrıldı. “Neyse ki kurallar, çiğnenmek için konulmuştur.”

Fey kanı, diğer krallıklarda bile efsanevi olan bir sıvıydı. Tek bir damlasının öldürücü yaraları iyileştirdiğine dair söylentiler halk arasında dolaşıyordu. Sahtesini satanlar bile ceplerini altınlarla doldururken gerçeğini satsa yıllarını refah içinde geçirebilirdi. Ayrıca bu şekilde sırf konumu için ilişki kurduğu Ateş Varisi’nden de kurtulmuş olurdu.

“Feylerin ormanda yaşadığını duymuştum. Gösterebilir misin?”

Blaze kafası karışmış bir şekilde Corsair’e döndü. “Güzelim, bunun ne önemi var?”

Corsair istifini bozmadan Domain’le konuşmaya devam etti. “Hatta sen beni oraya götürürsen çok daha iyi olur. Hem sen de fey görmek istemez misin?”

Bir çocuğu en kolay yolla kandırmıştı. Merakını zaaf olarak kullanmıştı.

Blaze, sevgilisinin ilgisini çekebilmek için omzundan tuttu. “Bir dakika, sen bununla,” Domain’i gelişigüzel işaret etti, “ormana gideceksin. Fey görmek için. Neden? Ve ben ne olacağım?”

“Yalnız kalmak istemiyorsan gel,” dedi Corsair umursamazca. “Burada ne yapmayı planlıyorsun? Şahsen ben Toprak Krallığı’na gelmişsek bari işe yarasın diyorum.”
Blaze’in aklına daha iyi bir fikir gelmeyine en son razı oldu.

Domain zaten ormana gitmeye dünden hevesliydi, çoktan onları geçmişti. Sarayın sınırlarından geçerken hayatında hiç olmadığı kadar heyecanlıydı.

5 dakika mesafedeki ormanın kasvetli havasına giriş yaptıklarında Domain onlara döndü. “Buradan sonraki yolu ben de bilmiyorum.”

Corsair, hızlandırdığı adımlarıyla koyu yeşil çalıların arasında yürümeye başladı. “O zaman herhangi bir fey görene kadar ilerleyeceğiz.”

Blaze, ürktüğünü gizlemek için yutkunurken ademelması aşağı yukarı hareket etmişti. Feyler tehlikeli canlılardı, birkaç saniyelik görüntü uğruna şu an hayatını tehlikeye atıyor olabilirdi.

Saçmalama, dedi içinden kendi kendine. Varissin sen. Sıkıştığın yerde bileğini kaldırman yeterli. Sen olmazsan ateş elementi yok olur. Feyler bile ateş olmadan yaşayamaz. Seni öldüremezler.

En azından umudu bu yöndeydi.

Belki birkaç dakika geçmişti, belki birkaç saat. Herkes gözünü dört açmış tek bir dal çıtırtısında bile saldırı haline geçerken zamanı kontrol etmek pek de mümkün olmamıştı.

Domain, ara ara durup yerden topladığı papatyaları kokluyordu. Başını kısa bir an için yukarı kaldırdığı sırada iki ağacın arasında gördü bir çift gözle duraksadı.

Fey, diye dudaklarını oynattı. Sesini çıkaramayacak kadar şaşkındı.

Tıpkı yaşadığı yer gibi derin, karanlık dolu orman yeşili gözleri; Domain’in zümrüt yeşili gözleriyle kesişmesi ile kırpıştı. Sık yaprakların arasından sızan ince güneş ışıkları aracılığıyla feyin çillerini seçebilmişti Toprak Varisi. Vücudunun geri kalanı ise dalların arkasında gizliydi.

“Blaze, Corsair,” dedi zar zor.

İkisi de uzakta kalmışlardı, Domain’in yanına gelirken fey ortadan kaybolmuştu.

“Bu-buradaydı,” diye kekeledi Domain. “Yemin ederim, gördüm.”

Blaze tam yalan söylediğini iddia edecekti ki Corsair çoktan Domain’in işaret ettiği yere bakmış ve koşmaya başlamıştı.

Blaze iç çekip takibe koyulduğunda Toprak Varisi kendini hemen şoktan çıkarıp onlara yetişmeye çalıştı. Kısa bacaklarıyla elinden geldiğince hızlı koşuyordu.
Solukları ciğerlerini beslemek için yeterli gelmiyordu, nefeslerinin kesilmeye başlamasını umursamamıştı. En son gücünü ayağına takılan kalın ağaç köküyle kaybedince bedenini yerde bulmuştu.

Gözlerine gelen çamuru eliyle silip etrafı inceledi. Blaze ve Corsair’in izini kaybetmişti. Geldikleri yolu hatırlamıyordu.

Panikle, “Blaze!” diye bağırdı. “Corsair!”

Sesi yankı yapıp kulağına geri dönmüştü. Onu duyan kimse yoktu.

Ya da vardı. Tek bir fey görmüştü, devamı olabilirdi. Kitaplarda okuduğu şeyler aklına doluşmaya başlayınca gözleri yaşlandı.

Ölebilirdi. Feyler varis olmasını umursamayabilirdi. Onu ölmekten beter edebilirlerdi.

Korku bedenine el koyup titremeye başlayınca ayağa kalktı. Oturarak daha savunmasız olurdu.

Hemen arkasındaki çalıların hareket ettiğini fark edince ölümü kabullenmiş şekilde gözlerini sımısıkı yumdu.

“Nihayet buldum seni!”

Göz kapaklarını yavaşça araladı.

Blaze, göğsü aldığı kesik solukların etkisiyle inip kalkarken Domain’in bileğini kavradı.

“Buradan gidiyoruz.”

Domain, tanıdık gördüğü için rahatlamış olsa da korku, henüz zihnini rahat bırakmamıştı.

Bileğini kurtardı. “Senin Blaze olduğun ne malum?”

Blaze sabır çeker gibi güldü. “Neyim peki?”

“Belki de feysin ama beni kandırmaya çalışıyorsun.”

Blaze, kızın ciddi olduğunu ve gerçekten kendini bırakıvermek üzere olduğunu görünce yumuşadı.

“Fey değilim. Düşün, bu ihtimal yüzünden ormanda mı kalmayı tercihe edersin?”

Domain, beter ve daha da beter arasında beteri tercih edip Blaze’le gitmeyi kabul etti.

“Corsair nerede?”

“Feyin peşinden gitti. İkisini de kaybettim. Çoktan ölmüştür.” Sesi sevgilisinden bahsettiği düşünülürse fazla duygusuzdu.

Domain Blaze’in elini tutmuş saraya varmak için yanıp tutuşurken ayakkabılarının tabanı, zemindeki bir ıslaklık yüzünden kaydı.

Blaze sessizce Domain’i azarlamayı ihmal etmedi.

“Biraz dikkatli olsana!”

“Ne yapayım?” dedi Domain geri durmayarak. “Her yerde çamur-”

Duraksadı. Kısa süre içinde hiç yağmur yağmamıştı ki? Bu kadar çamur olması normal değildi.

Ayrıca bu sıvı daha… duruydu. Karanlıktan dolayı net göremese de kahverengi olmadığından da emindi.

Parmağını birikintiye batırıp ışığa tuttu.

Yeşil.

Feylerin kanlarının rengi.

Anlık gelen iç güdüyle Blaze’in uyarılarını takmayarak damlaları takip etti.

İz sona erdiğinde boğazını yırtarcasına bir çığlık attı.

Çoktan ölmüştür. Blaze dediğinde haklıydı.

Ama yanlış kişi için.

Çünkü az önce gördüğü orman yeşili gözlerin şu an bu kadar soğuk bakabilmesi ancak ölümle gerçekleşirdi.

“Kahretsin,” diye küfretti Blaze. “Hemen gidelim. Hadi.”

Domain donmuş gibiydi. Bakışlarını parçalara ayrılmış cesetten ayıramıyordu.

Blaze onu sarstı. “Çabuk!”

Domain bilincini kaybetti.

*

Karanlık. O an hissedebildiği tek şey buydu.

Lakin karanlık, ormanı çağırıştıyordu. Bu yüzden hemen kurtulmalıydı siyahlıktan. Işığı bulmalıydı.

Göz kapaklarını güçlükle araladığında başını kalabalık buldu. Annesi, babası, Ateş Kralı ve Kraliçesi.

Ve Blaze.

Kaşlarını çatmış, göğsünde kavuşturduğu kollarıyla onu izliyordu.

“Domain?” Annesi endişeyle üzerine eğildi. “İyi misin?”

Doğrulup nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Saray revirindeydi, neden buradaydı ki?

Tekrar bakışlarını odada gezdirirken gözleri Blaze’in kızıllarıyla kesişti.

Feyler. Yeşil kan. Ceset.

Hatıralar bir bir aklına düşmeye başlayınca kalbi sıkıştı. Nasıl açıklayacaktı tüm bu olanları?

Ateş Varisi, sadece onun anlayabileceği şekilde başını iki yana salladı.

“İyi misin? Üzgünüm, o şakayı yapmamalıydım.”

Ne şakasından bahsediyordu?

Babası yanına yaklaştı. “Avluda Ateş Varisi sana…” Sinirle iç geçirdi. “Şaka yapmış anladığım kadarıyla.”

Öfkeyle Ateş Kralı’na döndü. “Böyle bir şeye oğlunuz nasıl cesaret edebilir?”

Domain kelimeleri bir araya getirmeye çalıştı. “Siz neyden-”

Blaze sözünü kesti. “Çok özür dilerim efendim. Bir daha olmayacak.”

“Ne münasebet,” dedi Ateş Kralı sitemle. “Kızınız zararsız bir şakadan dolayı mı bu hale geldi?”

Domain, anlamaz bir şekilde Blaze’e döndüğünde Ateş Varisi’nin uyarıcı bakışlarıyla karşılaştı. Ayak uydur, diyordu gözleriyle. Yalanımı bozma.

Annesi, Domain’in üzerine eğildi.

“Öyle mi oldu?” Toprak Kraliçesi’ne yalan söylemek cesaret isterdi, sonuçta bir hükümdar olarak gerçeğin ondan gizlendiğini tespit etmek zor olmazdı.

“E-evet,” dedi Domain kurumuş boğazıyla. Tam olarak neyi onayladığından bile haberi yoktu.

Annesi inanmadığını belli etse de tekrar yorum yapmayıp, “O halde toplantımıza devam edebiliriz,” dedi. Kızının iyi olduğundan emin olmuştu, burada daha fazla kalması için bir sebebi yoktu. Sadece derhal bu formalitelerin bitmesini ve Ateş Krallığı mensuplarını topraklarından göndermek istiyordu.

Odadan ayrıldıklarında Blaze, Domain’in yanına yaklaştı.

“İyi misin?”

Ses tonunda duygu yoktu, daha çok formaliteden sorulmuş bir soruydu bu.

Domain, “Ne şakasından bahsediyorsunuz ve burada neler oluyor?” diyerek hızlıca konuya giriş yaptı.

“Yalan söyledim. Ormandan veya Corsair’den kimseye bahsetmedim. Feyden de öyle. Avludaydık, ben canım sıkılınca şaka yapıp seni korkuttum ve bayıldın. Boşlukları tekrar soru sorarlarsa sen tamamlarsın.”

“Doğruyu söylememiz gerek. O psikopat sevgilin,” Blaze’in delici gözlerini umursamayarak devam etti, “bir fey öldürdü. Bu hem infaz suçudur hem de bir fey öldürmenin sonuçları vardır.”

“Ne gibi?” dedi Blaze alayla. “İnfazdan sonra ceset toprağa gömülmez mi?”

“Lanetlenmek gibi!” diye parladı Domain. “Büyüsünü kaybedebilir, belli uzuvları çalışmaz hale gelebilir. Ruhu Mortem’in diyarında köle haline gelebilir!”

Blaze, ilgisizce, “Zaten bunun bir önemi yok artık,” dedi.

“Neden?”

“Corsair kayıp. Ortadan kayboldu. Ya da senin dediğin gibi lanetlendi. Artık önemli değil.”

“Blaze, bu ciddi.” Konuşmasına korku bulaşmıştı. “Gerçekten gerçeği söylemek zorundayız.”

“Söylersek neler olacağını ben sana söyleyeyim.” Derin bir nefes aldı. “Birbirimizden başka tanığımız olmadığı için yalan söylediğimizi düşünürler. Corsair’in tekrar ortaya çıkacağını sanmam, suçluyu sen zannederler. Fey öldürmenin cezası infaz mı demiştin? Önce varislikten men edilirsin sonra da kellenden. Gerçeği söylersek yalan olduğunu düşünürler, ben de işi garantiye almak için baştan yalan söyledim. Ben Ateş Varis’yim, halktan olsaydm belki ben de aynı cezayı alırdım ama başka bir krallığın varisine sizin kanunlarınız işlemez.”

“Ve bunu öylece kapatacak mıyız?” Bir fey katledilmişti. Hem de cesedi kendi gözleriyle görmüştü. Bir fey görmek istiyorum, derken pekala ölü bedenini kast etmemişti!

“Evet, sanki hiç yaşanmamış gibi hayatımıza devam edeceğiz...”

*

Toprak Varisi, birinin onu dürtmesiyle irkilerek uyandı.

“Domain?”

Yarı uykulu olsa da sesin sahibinin Blaze olduğunu anlamıştı.

“Odamda ne işin var?”

Arkadan başka bir ses duyuldu.

“Önemliymiş, öyle dedi.” Mil Blaze’in hemen yanında dikiliyordu, Ateş Varisi’ne her an saldırmaya hazırdı. En nihayetinde bir muhafız kendi krallığından olmayanı sevmezdi. Sevemezdi. Hepsi, onun için tehditti.

Domain kalın yorganı üzerinden atıp ayaklandı. Henüz kabusunun etkisindeyken Ateş Varisi’ni tekrar görmek üzerinde iyi bir etki oluşturmamıştı.

“Ne oldu?” Karanlıkta zar zor Blaze’in kucağındaki yarı baygın kız görünce, “Ne yaptın?” diye sordu öfkeyle. Sarmaşıklar refleksle kollarını sarmaya başlamıştı ve her an atılmaya hazırlardı.

“Sakin ol.” Blaze de ondan daha sakin sayılmazdı aslında. “Yardımın gerek.”

“Yardım?” Domain, en büyük travmasının sebebi olan adama bakarken kanı öfkeyle kaynıyordu. “Sana neden yardım edecekmişim?”

Belki o gün gerçeği söyleseydi her şey daha iyi olurdu. Küçüktü, Blaze aklına girmişti ama biliyordu ki eğer tam tersini yapmış olsaydı ailesi ona inanırdı. Ateş ve Toprak Krallığı arasında bir savaş başlatabilirdi, her şey olabilirdi fakat vicdanı hiçbir zaman o feyin ölümünden dolayı onu rahat bırakmayacaktı.

“Bana yardım etmek zorundasın.” Blaze, son kelimeyi bastırarak söylemişti. Buradaki imayı Domain de anlamıştı.

Blaze kahrolası Ateş Varisi’ydi. Her ne kadar feyin ölümünün sebebi onun sevgilisi olsa da bunu ikisinden başka kimse bilmiyordu. Ve malum günde de dediği gibi, Ateş Varisi’ne kanıtlarla bir suçlama yapılmadığı müddetçe suçlama yapilamazdi. Her türlü başı yanan Domain olacaktı.

Lanet pislik de şantaj yapmaktan kaçınmıyordu.

Ona yardım etmek zorundaydı, yoksa tüm gerçek ortaya çıkardı. Tabii, Domain’i zararlı çıkaracak şekilde.

Mil, ‘Hiçbir şey yapmak zorunda değil,” dedi kesin bir dille.

Domain elini kaldırarak Mil’e sorun yok, hareketi yaptı.

“Ne yardımı istiyorsun?

Blaze, çenesiyle taşıdığı kızı işaret etti. “Onun için. Güvenebileceğim tek kişi sensin.”

Çünkü ona yardım etmezse sonuçlarına kendisi katlanacaktı.

Yine de kinaye yapmaktan kaçınmadı. “Sevgilin mi?”

Blaze, Corsair’e yaptığı imayı görmezden gelip, “Kız kardeşim,” dedi baskın bir sesle. “Yaralı. Kimsenin bilmemesi gerekiyor.”

“Kız kardeşin mi var?” diye araya girdi Mil. Sonuçta Blaze varis olandı, 2. Çocuk genelde halk arasına çıkmazdı. Ancak Ateş Varisi’nin kardeşi olduğundan haberi bile yoktu.

“Muhafızına söyle bizi yalnız bırakasın.” Ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi.

“Toprak Varisi’ni yalnız bırakacağımı sanıyorsan-”

Lakin Domain, Blaze’in cümlesindeki emir kipini fark etmişti.

“Sen çık, Mil. Bir sorun olursa haber veririm.”

Mil ona sen ne halt ediyorsun, bakışı fırlatırken dışarı adımladı. İçi rahat etmese de o hala emre uyması gereken bir muhafızdı.

“Tamam,” dedi Domain ciddileşip. “Şimdi kısaca neler olduğunu ve kızcağızın nasıl bu hale geldiğini anlat.”

“Mortem’in Celladı,” diye açıklamaya başladı Blaze. “Bir not aldım. Ya babamı öldürecektim ya da kardeşimi. Babamı öldüremem, hem bunu manevi olarak kaldıramam hem de büyüsel olarak. Bir kralı öldürmeye teşebbüs bile edemeden yakalanırdım. Ama Flame’i de feda edemezdim.”

Flame, demek kardeşinin adı bu, diye geçirdi Domain içinden.

“Peki ne yaptın?”

“Onu korumaya çalıştım. Yemin ederim, bir an bile yanından ayrılmamaya gayret gösterdim. Ancak Mortem’in Celladı, beni birini seçmezsem ikisini de öldüreceği konusunda uyarmıştı. Kendisi babam için gitti, onun adına çalışan bir adam da Flame’i öldürmeye çalıştı. Çatışma sırasında birkaç dakikalığına bayılmışım, uyandığımda Flame bilinçsizdi ve yerler kan içerisindeydi. Ayıldığında bacağının yaralandığını söyledi ama bacağı sargılıydı. Nasıl olduğunu bilmiyormuş.”

Domain şüpheyle kaşlarını çattı. “Mortem’in Celladı’nın bizzat gidip Ateş Kralı’na suikast düzenleyeceğini nereden biliyorsun?”

“Adamın dediğine göre böyle,” dedi Blaze omuz silkerek. “Sence odaklanmak gereken asıl konu bu mu?”

Kardeşini öldürmeye gelen her kimse onu sözde yaralamış ama sonra sarmış. O sırada Flame katiliyle yalnızmış. Bu işte bir terslik var...

“Peki tam olarak ne konuda yardımımı istiyorsun?” Sesi alabildiğine tahammülsüz çıkmıştı. Ki Blaze de fark etmişti bunu.

“Bak, ben de senden nefret ediyorum. İnan, zorunda olmasam senin kapını çalmazdım ama kız kardeşimin hayatı söz konusu. Tehdit edildiği bir sarayda kalmasına izin veremem, vermeyeceğim. Onu buradan kaçırmam gerekiyor. Ve bunu tek başıma yapamam.”

“Flame’i güvene aldıktan sonra sen ne yapacaksın?”

“Yanında kalacağım,” dedi Blaze kararlılıkla. “Evet, kısa bir özet geçtiğime göre sanırım plan yapmaya başlayabiliriz.”

“Tamam,” diye mırıldandı Domain düşüncelerini toparlamaya çalışırken. Şansı olsa hiç tanımamak istediği adamın kardeşine yardım etmek zorundaydı, aman ne hoş.

Blaze, Flame’i itinayla yatağa yatırdı. Diz arkasını acıtmamak için yüz üstü olmasına özen göstermişti.

“Ne zaman gideceksiniz?” dedi Domain. Bir yerlerden başlamak istiyordu. Ancak bu şekilde bu işten hızla kurtulabilirdi.

“Belli değil,” diye cevap verdi Blaze birkaç saniyelik sessizliğin ardından. Ona kalsa hemen yarın giderlerdi. Lakin Flame’in şahit olduğu konuşma Brook’u da bağlıyordu ve artık bu konunun öylece askıya alınamayacağını biliyordu.

Domain iç çekti. “Daha sen bile kaçma detaylarını aklında oluşturmamışsın. Acaba nasıl yardım etmemi bekliyorsun?”

“Edeceksin,” dedi Blaze sertçe. “Başka çaren yok. Ne senin ne de benim.”

Toprak Varisi yardım etmezse Ateş Varisi hayatını mahvedecekti.

Ateş Varisi yardım almazsa kız kardeşinin hayatıyla tekrar sınanma riski vardı.

Toprak Varisi sessiz kalıp derin düşüncelere daldı. Blaze kardeşini Mortem’in Celladı’ndan korumak istiyordu.

Peki ya Flame’in, Mortem’in Celladı’nın ta kendisi olma ihtimali ne kadardı?

Blaze, Flame’in ve Ateş Kralı’nın hayatını tehdit eden bir not almıştı. Fakat şansa bakın ki onu öldürmeye Mortem’in Celladı değil başka biri gelmişti. Üstelik sözde o adam tarafından yaralanmıştı ama yarası sarılıydı.

Ayrıca tahtın ikinci veliahdı olarak varlığı bile pek çok kişi tarafından bilinmiyordu. Geri plana atılan, asıl varisin kardeşiydi. Bu Flame’i bir çeşit hırsa sürüklemiş olamaz mıydı?

Şimdilik aklındaki olasılığı zihninin bir köşesine not etti, Blaze’e yardım etmekten kurtulmalıydı önce.

“Sarayın çizimlerini bulmakla başlayalım,” dedi Domain en son. “Gizli bir çıkış bulmaya çalışırız.”

“Çizimleri nereden bulacağız?” diye sordu Blaze dudaklarını sıkıntıyla birbirine bastırırken.

“Oradan Su Krallığı’ndan gibi mi gözüküyorum?” dedi Domain aksi bir tonla. “Nereden bileyim ben?”

Blaze ters cevap vermekten ziyade, “Muhafızını başka odaya gönder,” demekle yetindi. “Geceyi burada geçiriyoruz.”

“O nedenmiş?” Domain sabrını kaybettiğini hissedebiliyordu.

“Çünkü ben revirden kaçtım, babam her yeri didik didik arıyor. Flame de yarasından dolayı yürümekte zorluk yaşıyor. Neler yaşandığını babama anlatmam imkânsız.” Çünkü artık onun göründüğü gibi biri olmadığını biliyorum.

“O nedenmiş?” diye aynı soruyu yineledi Domain.

“Gerekirse sonra anlatırım.” Öncelik Brook’a aitti. Ancak karşı cephe almaya karar verirlerse Domain gibi bir varisin yardımı hiç fena olmazdı.

Domain homurdanıp odanın köşesindeki kapıyı işaret etti. “Orada çift kişilik tek bir yatak daha var. Burayı bana ve Mil’e sal.”

“Muhafızın mı?” Onun için çalışsan birini bu denli savunması saçma gelmişti ama üstelemedi. “Çenesini tuttuğu sürece sıkıntı yok.”

Domain başını merak etme, anlamında sallarken Blaze tekrar Flame’i kucakladı.

Kardeşinin başı güçsüzce göğsüne düştüğünde kalbini tanımlayamadığı bir sıcaklık çevrelemişti. Ateş Varisi olmasına rağmen onun bile yabancı olduğu bir sıcaklıktı bu.

Farkında olmadan gülümsedi. Flame’i sarsmamak için yavaş yavaş hareket ediyordu, Domain geçmesi için kapıyı açana kadar Toprak Varisi’nin odadaki varlığını unutmuştu bile.

Yatağın sağ tarafına kardeşini yatırdı, uzun kızıl saçlarını yastığın diğer kısmına toplayıp kendisi için de alan oluşturdu.

Tam yatmak üzereyken duraksadı. Yatak ikisini de alabilecek kadar genişti fakat kardeşinin rahatını bozmaya gönlü el vermedi.

Domain’e döndü. “Buraya tekrar gelme, aksiyonlu bir gün oldu ve en azından güneş doğana kadar uyumak istiyorum.”

Zaten Ateş Varisi’nin yanından ayrılmaya dünden razı olan Domain odadan çıkınca Blaze dolapları karıştırmaya başladı. Bulabildiği yorganları ve yastıkları düzenleyip kendine derme çatma bir yer yatağı oluşturdu. Flame’in yüzünü izleyebileceği şekilde yattığında geçen saatlerin yorgunluğu çoktan üstüne çökmüştü.

Hala kardeşinin yaşadığını, neredeyse onu korumayı başardığının ayırdına yeni varıyordu. Flame’in yaralanmasını önleyememişti, üstelik sarılı dizleri gizemini koruyordu ancak ölmesindense bu gizemi tercih ederdi.

Hayatta, diye geçirdi içinden kendini uykunun kollarına teslim ederken. Kardeşim hayatta ve ona yaptıklarımı telafi edebilmek için hala zamanım var.

*

“Bana derhal Ateş Varisi’nin neden yardım istediğini, neden yardım etmeyi kabul ettiğini ve yan odada kalma sebebini açıklıklıyorsun,” dedi Mil, Domain onu tekrar içeri alır almaz. İçten içe arkadaşının sırf başka bir krallığın varisi için kendisini kovmasına içerlemişti. Üstelik Ateş Varisi buradan defolup gitmemişti bile!

“Sakin ol,” diye iç geçirdi Domain bedenini yatağa atıp. Ruhen fazlasıyla yorgun hissediyordu. ““Blaze’e yardım etmek zorundaydım.”

“Ne saçmalıyorsun sen? Ona yardım etmek zorunda falan değildin.”

Mil’e hiçbir zaman ölen feyden veya Blaze’in eski sevgilisinden bahsetmemişti. Henüz başkasına anlatmaya hazır olduğunu sanmıyordu. O kadar da kolay değildi de zaten, söz konusu ölen bir feydi. Toprak Krallığı’nda kutsal sayılan bir canlının ölümü. Blaze ifşalasa bile somut kanıt sunamazdı. Lakin ufacık bir suçlama bile onu yakmaya yeterdi. Krallığının adalet sistemine göre doğrudan infaz edilirdi. Zaten bu berbat düzen yüzünden asi olmayı seçmişti.

Mil’e anlatsa sırrını mezara kadar götürürdü. Yine de en yakın dostuna böylesine bir yük yükleyemezdi, zaten kendisi için asi olmuştu. Başka sırlarını Mil’in sırtına bindirmeyecekti.

“Ateş Varisi’nin kardeşi saldırıya uğramış,” dedi kelimelerini seçerek. “Mortem’in Celladı tarafından. Blaze güvenliğinden endişe ediyor. Bana güvenebileceğini düşünmüş.”

Mil tek kaşını kaldırdı. “Hangi sebeple?”

“Küçüklüğümüzden beri tanışıyoruz sonuçta,” diye kaçamak cevap vermeye çalıştı Domain. “Bu yüzden öyle tercih etmiş.”

Mil, ona inanmadığını belli eden bir bakış gönderdi. “Benden gizlediğin şeyler var.”

“Konuyu kapatabilir miyiz?” diye inledi Domain. “Gerçekten çok uykum var.”

“Hazel denen kızla buluşmayacak mıydık?”

Domain’in aklından tamamen çıkmıştı. “Kahretsin. Tamamıyla unutmuşum.”

Mil’in yüzünde nihayet küçük bir tebessüm oluştu. “Yorgunsan kızı ekebiliriz. Asi gruplarından şimdilik çıt yok. Endişelenmemiz yersizdir belki de?”

“Ya da fırtına öncesi sessizliktir,” dedi Domain karamsar bir sesle. “Fakat ben belki Mortem’in Celladı’nın kimliğiyle ilgili şüpheli bir şeyler bulmuş olabilirim.”

Mil’e Blaze’in anlattıklarını ve kendi teorilerini aktarırken Flame’in suikastçı olması git gide daha çok aklına yatıyordu. Mil’in de tavırlarından aynı fikirde olduğu belliydi.

Hem hali hazırda Ateş Varisi’ne yardım etmek mecburiyetindeydi, bu fırsatı neden lehine çevirip Flame’i incelemek için kullanmıyordu?

PART 3

(SU VARİSİ & SU LORDU)

“Tehdit, şantaj,” dedi Su Varisi. “Sana hiç yakıştıramadım, diyemeyeceğim.”

“Zamanında, yıllar önce,” diye doğrudan konuya giriş yaptı Su Lordu, Su Varisi’nin dediklerini görmezden gelerek. “Kandırıldım. Ben hiçbir zaman ne sana ihanet etmek istedim ne de Theo’nun ölmesini.”

“Buraya saçma sapan yalanlar savurmaya mı geldin?” dedi Su Varisi alayla.

“Sadece dinle.” Sesi yalvarır gibi çıkıyordu. “Aramızdaki ilişkiyi bozmak istediler ve başardılar.”

“Bunu bilmediğimi mi sanıyorsun?” Öfke, tekrar damarlarında dolaşan kanın yerini almaya başlamıştı. “Daha önce sana demeye çalıştım, zaten seni uyarmak için elimden gelen her şeyi yaptım. Peki sen ne yaptın? Beni umursamadın. Bana değil, idol bellediğin Dylan’a inanmayı seçtin. Sen bana ihanet ettin, o da sana. Bizzat senin başlattığın zincirleme hem Theo’nun ölümüne sebep oldu hem de Hava Krallığı’nın yıkılışına.

Su Lordu alt dudağını ısırdı. “Kendimi anlatmama izin ver.”

“Sen beni, ben seni uyardığım zaman dinlemedin. Şimdi ben neden seni dinleyeyim?”

“Haklısın,” dedi Su Lordu ellerini teslim olurcasına kaldırarak. “Söylediğin her şeyde haklısın. Uyarınla bir şeyler yapsaydım, engellemek için çabalasaydım bunların hiçbiri yaşanmazdı. Telafi edemem ama-”
“O yıkılışta hayatından olan her masum canı geri getirebilir misin?” diye sözünü kesti Su Varisi. “Ya Theo’yu geri getirebilir misin? Aura’nın yaptığı her kötülüğü geri alabilir misin?” Omuz silkti. “Eğer bunları yapabilirsen telafi edebilirsin.”

Su Lordu, pişman bakışlarını Su Varisi’ne gönderdi. “Tam da bu yüzden taraf değiştirmek istiyorum. Yardımcı ve faydalı olabileceğimi biliyorsun. Hava Krallığı’nın yapı taşlarından biri hala bende.”
Su Varisi’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. “Seneler önce kaybolduğunu sanıyordum. Aura hala onu arıyor.”

Su Lordu’nun gözlerinde gri-gümüş hareler belirdi, odayı esir alan hava akımı Su Varisi’nin saçlarını dalgalandırdı.

“Çoktan hava büyüsünde ustalaşmışsın,” dedi hayretle. Aralarındaki tüm düşmanlığı unutmuştu şimdi. “Nasıl başardın?”

“Zor oldu,” diye itiraf etti Su Lordu değerli taşı cebinden çıkartırken. “Sık sık kendi kulemde hatırı sayılır dağınıklığa sebep oldum. Hava büyümün kaynağı yalnızca bu taş, o olmayınca yeniden su büyümle baş başa kalıyorum.

Su Varisi’ni etkilemeyi başardığını görünce gülümsedi. “İşte bu şekilde, savaşında sana ortak olabilirim. Sırf seninle yeniden bir şansımız olsun diye yıllarımı hava büyüsüne hakim olabilmek için verdim.

Su Varisi, gözlerini gözlerine kilitledi. Uzun birkaç adımla aralarındaki mesafeyi kapatıp tam önüne dikildi. Boy farkları yüzünden göz temasını kesmemek için Su Varisi’nin başını yukarıda tutması gerekmişti.

Su Lordu’nun sağ bileğini yakaladığında adamın teninde karıncalanma oluştu. Aşık olduğu kadının dokunuşuna yıllardır hasretti.

Su Varisi, lordun elini göğüs kafesinde tuttu. Hızlanan atışlarıyla şimdi kalbi, Su Lordu’nun avcunun içine hapsolmuştu.
“Hissediyor musun?” diye fısıldadı. “Senin temasınla ritmi bozulan gümlemeleri?”

Su Lordu yutkundu ve o an, sadece şimdiye odaklandı.

Güm… güm… güm…

Güm güm… güm güm…

“Hissediyorum,” dedi aynı şekilde fısıldayarak.

“Bu kalp, bir zamanlar sana karşı haddinden büyük, ölümcül hisler beslediği için böyle atardı.” Su Lordu’nun elini biraz daha bastırdı. “Şimdi, gene beslediği büyük hisler yüzünden böyle atıyor.” Su Lordu ümitle doldu, nişanlılarken bile ona gerçekten aşık olduğunu hiçbir zaman sesli dile getirmemişti. Lakin ne yazık ki bu umut, çok uzun sürmedi. “Fakat tek fark, artık kalbime bu denli hızlı atma gücünü veren sana tüm benliğimle duyduğum nefret ve öfke.”

Su Lordu elini geri çekmek istese de Su Varisi izin vermedi.

“Artık sana karşı içimdeki tüm iyi duygular bitmiş, canını almak için can atıyorken sırf beni geri kazanmak için elde ettiğin gücün ne anlamı var?”

“Sağlayacağım faydayı göz ardı edemezsin,” dedi Su Varisi çaresiz çaresiz.

“Eğer asıl zorunlu olan şeyi, güveni veremiyorsan ne anlamı var ki?” diye yineledi Su Varisi. Ardından derin bir nefes verip elini sertçe bıraktı.

“Hava büyüsünü öğrenmişsin, ne mutlu sana,” dedi en son noktayı koyarak. “Vicdanını rahatlatmayı bu kadar istiyorsan Aura’yla konuşabilirsin, tabii gördüğün işkencelerden sonra o cesareti bulabilirsen. Ama benim net cevabım, hayır. Kesinlikle iş birliği teklifini kabul etmiyorum. Seni dinlediğime göre sanırım daha fazla kalman için herhangi bir sebebin kalmadı.”

Su Lordu, başını kabullenmişlikle öne eğdi. “Öyle olsun, Su Mercanı.”

Lakabını öyle bir söylemişti ki Su Varisi, içten içe onları birbirine bağlayan halatlardan birinin koptuğunu hissetmişti. Su Lordu’nun sesine gizlenmiş hayal kırıklığı ve belki de biraz vazgeçme hisleri Su Varisi’nin iliklerine kadar işlemişti.

Su Lordu, başka tek kelime etmeden giderken Su Varisi kararlı tavrından ödün vermedi. Ancak kapı kapandıktan sonra uzunca bir süre dikilip geri dönmesini beklemekten kendini alıkoyamamıştı

-Bölüm Sonu-

Evettt aşşşırrı uzun bir bölümün sonuna geldik. Ortalık iyice karıştı diyebilirim, Domain Flame'in Mortem'in Celladı olduğundan şüpheleniyor ve Blaze'e yardım etmek zorunda. Üstelik Su Lordu ve Su Varisi arasındaki çalkantılı ilişki de ortada.

Küçük bir spoi vereyim, gelecek bölümde hikayelerini öğreneceğiz... ;))

Gelecek bölüme kadar görüşmek üzere, hala oy vermediyseniz yıldıza basmayı unutmayın lütfennn <333

(Instagram: suyun_intikami_official)

Bölüm : 15.12.2024 21:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...