
Herkese selammm
Yazılı haftasından sonra upuzun bir bölümle tekrar karşınızdayım. Yazılı haftanız nasıl geçti bu arada? Bir 9. sınıf öğrencisi olarak söylüyorum ilk yazılılara göre matematik hariç felaket iyi toparlamışım sdhfskh
Bölümün sonunda aşşırrrıı büyük bir bomba bıraktım, keyifli okumalar dilerimmmm
(Not: Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınnn)
Bölüm 12: Suyun Veliahdı
Sabahın ilk ışıkları Flame’in yüzüne vururken zar zor gözlerini araladı. Yabancı bir yerde olduğunu fark edince yatakta doğrulup etrafı inceledi.
Açık pencereden akan şelaleyi görebiliyordu, Su Sarayı’ndaydı ama burası onun odası değildi. En son Blaze’in kucağında olduğunu hatırlıyordu, gerisi karanlık.
Sahi, abisi neredeydi?
Kulaklarını sağlıksız boyutta gürültülü bir horlama sesi ele geçirince dikkatini kaynağına yönlendirdi.
Blaze yerde yatıyordu! Birkaç çarşafı üst üste koymuş, muhtemelen vücudunu örtmesi için aldığı yorgan kayıp düşmüştü.
Bu haline istemsizce gülüp uyandırmaktan korkarak sessizce yataktan kalktı ve üzerine eğildi. Dizlerini esir alan keskin acıya karşı alt dudağını ısırdı, bir an için yaralandığını unutmuştu.
Hala sağlıklı koluyla abisinin yorganını düzeltti. Ucunu çenesine kadar çekerken dudaklarında bastıramadığı bir tebessüm vardı.
Tam uzaklaşmak üzereydi ki Blaze, kapalı gözleriyle bileğini kavrayıp yanına çekti.
“Uyanmışsın,” dedi hırıltılı bir sesle. Eh, az önce horladığı düşünüldüğünde bunu gayet normal karşılayabilirdi.
“Seni rahatsız etmek istemedim.”
“Beni istesen de rahatsız edemezsin.”
Flame kalbine saplanan belli belirsiz bir ağrı hissetti. Henüz dün hayatını kurtarmıştı, en azından aralarında küçük de olsa bir sevgi bağının oluşmaya başladığını düşünmüştü. Şimdiyse istese bile onu rahatsız edemeyeceğinden bahsediyordu.
Blaze, cümlesinin ne kadar yanlış anlaşılabileceğini fark etmiş olacak ki, “Kahretsin,” diye küfretti. “Demek istediğim-”
“Sorun değil,” dedi Flame mırıldanarak. Alışmıştı.
“Hayır, bunu dert etmene izin vermiyorum.”
“Gerçekten, bırak gitsin.” Neden uzatıyordu ki? Söz ağızdan bir kez çıkardı, sonra geri alınamazdı.
“Varisin olarak beni dinlemeni emrediyorum.”
Flame kaşlarını çattı. “Aynı şeyi ikinci kez yapıyorsun. Buna yetkinin kötü kullanımı denir.”
“Hiç de bile,” diye itiraz etti Blaze. “Ayrıca o sözdü aklına gelen ilk anlamda söylemedim. Beni istesen de rahatsız edemezsin, çünkü yapacağın herhangi bir şey bana rahatsızlık vermez. Veremez.” Flame’in beline dolamış olduğu kolunu sıkılaştırdı.
Flame, “Şu an yalan söylemiyorsun, değil mi?” dedi korkuyla.
“Kesinlikle hayır,” diye yanıt verdi Blaze net bir sesle. “Bugüne kadar seni çok üzmüş olduğumun farkındayım ama bu değişmek üzere.”
Ümit etmek yasak. Flame’in en yeni lakin en önemli kuralıydı artık. Blaze’e bir şans vermeyi çok istese de gardını çabuk indirmeyecekti.
“Kalkmamız gerek,” dedi Blaze’i hayal kırıklığına uğratarak. “Bugün yapılacak çok işimiz var.”
“Biraz daha böyle kalalım,” diye fısıldadı Blaze derince iç çekerken. Flame gece boyunca rahat uyusun diye kız kardeşiyle beraber ilk defa beraber yatma fırsatını geri tepmişti, 5 dakikanın ise kimseye zararı olmazdı.
“Benimle yatmayı bu kadar istiyorsan neden yerde uyudun?”
“O zaman krizi fırsata çevirmiş olurdum. Ben seninle sen istediğin için birlikte yatmak istiyorum.”
Flame sessiz kalıp gözlerini kapayarak yeterli cevabı vermiş oldu.
Blaze neşeyle gözlerini kapatırken, bu sadece başlangıç, diye düşündü. Hayatta son günüm bile olsa, kız kardeşimin bana abi dediğini duyacağım. Ve dahası, ‘abilik’ sıfatını hak edeceğim.”
*
“Önce işe Brook’la başlayalım,” dedi Flame, bir yandan da Domain’in verdiği kıyafetleri giyiyordu. Nihayet kalktıklarında Blaze kısaca Toprak Varisi’nden yardım istediğini, ona güvenebileceklerini anlatmıştı. İki varis senelerdir tanıştığı için birbirlerine güvenmelerini haliyle sorgulamamıştı.
Domain’in ona karşı biraz… değişik olduğunu fark etmişti. Belki de Toprak Varisi’nin günlük hayattaki genel tavırları da bu yöndeydi, daha soğuk davranışlara sahip bir kişiliği olabilirdi sonuçta, değil mi?
“Sen burada kal. Babam artık ikimizi de arıyor olacak. Tek kişi gitmemiz daha iyi. Hem benim Brook’u buraya getirmem çok zor olmaz.”
Flame burnunu kırıştırdı. “Kendine fazla güveniyorsun. Cazibene her kız düşmüyor.”
Blaze’in dudağının tek tarafı yukarı kıvrıldı. “Cazibeme kızların düştüğünü kabul ediyorsun yani.”
“Egoist,” dedi Flame, kan yanaklarına toplanırken. “Konudan sapma.”
“Babam buraya ilk balo için geldiğimizde Brook’u kendime aşık etmemi istemişti. O yüzden yanına gitsem yine bu tarz bir fikre kapılır. Seni tanımıyor, bendense nefret ediyor. Tanımadığı birine güvenmesi daha zor olur. Zaten yaralısın.”
“Abarttığın kadar kötü değilim,” diye itiraz etti Flame.
“Yok öyle bir şey, iyileşene kadar iki adım attırmam sana,” dedi Blaze kararlılıkla.
Flame iç çekip, “Kıyafetleri boşu boşuna aldım,” diye söylendi. Ateş Krallığı’na pek bağlı sayılmazdı ama Domain’in verdiği kıyafetler tepeden tırnağa yeşildi!
“Amma mızmızlandın,” dedi Blaze kıkırdayarak. “En fazla 1 saate dönerim.”
*
Blaze, koridorları kontrol ede ede Brook’u arıyordu. Şu ana kadar onu ispikleyebilecek birine rastlamamıştı. Neyse ki. Fakat elini olabildiğince çabuk tutması gerektiğini de biliyordu.
Tanrılara şükür Edeline’ın öldürüldüğü gün Brook’un hangi kapıdan içeri girdiğini hatırlıyordu. Yoksa koskoca sarayda işi epey zor olacaktı.
Kapının önüne vardığında derin bir nefes alıp koyu tahtaya tıklattı.
“Kimsin?” Brook’un sesi panikle geliyordu, muhtemelen son olaylardan sonra sinirleri bir hayli bozulmuştu.
“Ateş Varisi, Blaze.”
“Defol git.”
Hadi ama, bu muameleyi hak etmemişti! Sonuçta kızla flört emesini söyleyen babasıydı, o sadece emirlere uymuştu.
“Konu önemli. Ve beni içeri almazsan sonucu ağır olacak.”
“Tehdit mi ediyorsun?”
“Hayır, yardım istiyorum.” Şu geçen kaos dolu 48 saatte ne de çok yardım dilenir olmuştu. Kendisi Ateş Varisi’ydi, bu kadar düşmemeliydi lakin yapabileceği başka hiçbir şey yoktu.
Brook sonunda samimi olduğuna kaanat getirmiş olmalıydı ki kapıyı açtı.
Blaze hızla içeri girip kapıyı ardından kapattı.
“5 dakika bekleyelim. Birazdan önce sen, sonra da ben odadan çıkacağım. Doğruca Toprak Varisi’nin odasına git, hemen alt kattaki koridorda 3. Kapı.”
“Bir saniye,” dedi Brook çatılmış kaşlarıyla. “Başa sar, neler oluyor? Yine flörtleşmek için geldiysen-”
“Onun için gelmedim,” diye lafını kesti Blaze. “Tehlikedesin. Kız kardeşim, birkaç gün önce bir şeyler öğrendi ve bunlar hiç hoşuna gitmeyecek.”
“Kız kardeşin?” dedi Brook sorgularcasına.
“Evet, kız kardeşim Flame,” diye üstüne bastıra bastıra devam etti Blaze. “Su ve Ateş Kralı’nın, senin baban ve benim babam arasında bir konuşmasına şahit oldu.”
“Yani?” dedi Brook omuz silkerek. “İki kralın konuşması neden garip olsun?”
“Konuşmanın içeriği ikimizi de bağlıyor. Sadece ikimizi de değil, anneni ve öldürülme sebebini de.”
Annesinin bahsi geçince Brook’un yüzü gözle görülür biçimde gerildi. “Eğer bu, gizli bir plan falansa tanrılar şahidim olsun ölümün ellerimden olur, Ateş Varisi. Varis olmanı tanımam.”
“İstediğini yapabilirsin,” diye umursamazca cevap verdi Blaze. “Önemsemiyorum. Çünkü yalan söylemiyorum.”
Brook’a konuşma fırsatı vermeden, “5 dakika dolmuş olmalı,” dedi. “Saray koridorlarında kaybolduğum süreyü de hesaba katarsak Flame’e söz verdiğim 1 saat geçti. O sana her şeyi detaylıca anlatır.”
Brook’un içindeki şüphe biraz azalmamıştı. “Kız kardeşinin Toprak Varisi’nin odasında ne işi var?”
“Çünkü dün saldırıya uğradı ve Toprak Varisi bize yardım ediyor. Domain ve ben… eski dost sayılırız.”
“Saldırı?” dedi Brook gözlerini açarak. “Ne saldırısı?”
“Soru sormaktan yorulmuyor musun?” diye ofladı Blaze. “Toprak Varisi’nin odasına git, tüm sorularının cevaplarını öğreneceksin.”
“Gelmem için bana tek bir sebep sun,” diye meydan okudu Brook. “Oyun oynamadığına ikna et beni.”
Blaze gözlerinin içine baktı. “Neden seninle dans etmek istediğimi, aramıczda bir ilişki geliştirmek için neden bu denli ısrarcı olduğumu merak etmiyor musun?”
Brook kollarını göğsünde kavuşturdu. “Çapkın bir pislik olduğun için?”
Blaze başını iki yana salladı. “Senin kadar genç biriyle ilgilenmem, kadınlarla çıkmak umrumda bile değil.”
Brook burnundan inanmadığını belli eden bir ses çıkartsa da Blaze onu takmayarak devam etti.
“Ama tüm bunları yapmamı babam istedi.”
Brook’un tek kaşı havalandı. “Ateş Kralı?”
“Toprak Kralı olacak hali yok,” dedi Blaze gözlerini devirerek. “Sebebini öğrenmek istemez misin? Odama gelip seni, bana aşık etmemi emrettiğinde söylediği yalanı?”
Brook kısa bir süre Blaze’in dediklerini zihninde tarttı. Ateş Varisi’nin lafına göre hareket etmesi ilk başta gözüne hiç akıl karı sayılmazdı. Ama daha yeni annesinin katilini bulup ölümünden bizzat sorumlu olacağının sözünü vermemiş miydi? Evet, fazlasıyla riskliydi fakat alınmaya değerdi.
“Alt katta 4. oda mı demiştin?”
Brook’un ikna olduğunu fark edince Blaze’in gözleri zaferle parladı. “Evet.”
Brook, hızlı adımlarla kendi odasından çıkıp Toprak Varisi’ne tahsis edilmiş odaya vardığında yalnızca iki nefes alımlık an için tereddüt etti ve dosdoğru, kapıyı çalma gereksinimi bile duymadan içeri daldı.
Toprak Varisi Domain ile daha önce görmediği 2 kızın bakışları üstüne toplanmıştı.
Birinin alev rengi gözlerinden kolayca Ateş Varisi’nin bahsettiği kız kardeşi olduğunu anlamıştı. Diğerinin de üzerine giydiği koyu yeşil zırhtan Toprak Varisi’nin kişisel muhafızı olduğunu çıkardı.
Birkaç saniyelik garip sessizliği içeri giren Blaze bozdu. Kız kardeşinin yüzünde gözle görülür bir rahatlama oluşurken, “Pekala,” dedi ellerini çarparak. Sonra Brook’a döndü. “Oturmak isteyebilirsin.”
*
Yaklaşık 1 saatlerini alan Flame’in konuşması -Blaze’in sürekli araya girmeleri ve zar zor kovdukları Toprak Varisi ile muhafızının dinleme çabaları sağ olsun- bitince Brook, azap verecek kadar uzun süre sessiz kaldı.
“Babam zaten annemi…” dili öldürmek, sözcüğüne varamadı.
Başını iki yana salladı. “İmkansız. Gene saçma sapan planlarla-”
“Bak,” dedi Blaze sözünü keserek. “Büyükannen sana Ateş Krallığı hakkında ne anlattı bilmiyorum. Ama düşündüğünün aksine tüm günümüzü diğer krallıkları mahvetmek için hain planlar yaparak geçirmiyoruz.” Duraksadı. “En azından babam dışındakiler yapmıyor.”
“Babasının paçasından ayrılmamışlığıyla nam salmış Ateş Varisi şimdi onun aslında Su Kralı’yla, babamla iş birliği yaptığını mı iddia ediyor?” Tek kaşını kaldırdı. “Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?”
“İnan geçmiyoruz ve söylediğimiz her şey tehlike teşkil ediyor,” dedi Ateş Varisi karşı çıkarak. “Tabii, senin cümlelerin hariç.”
Tanrılar adına, babasının paçasından ayrılmamakla nam salmış mı? Kadınlar cazibesi yüzünden iç geçirmekten buldukları vakitte bunu mu konuşuyorlardı gerçekten?
“Sana neden inanayım?” dedi Brook dürüstçe.
“Ona inanmak için yeterli sebeplerin var aslında,” dedi Flame araya girip. “Baloda yanına gelip dans teklif etti, açıkça reddetmene rağmen çabalamaya devam etti. Sence bunu yılışığın teki olduğu için mi yaptı?”
Blaze öksürdü. “Beni gömmeyi bırakabilir miyiz acaba?”
“Haklısın,” dedi Brook, Blaze’i şaşırtarak. En azından başta şaşırtarak. “Bütün kusurlarını gömsek tüm günümüzü boşuna heba ederiz, vakit harcamaya gerek yok.”
Blaze homurdanıp, “Bana olan özel nefretinin nereden geldiğini bilmiyorum ama artık konuya odaklanabilir miyiz?” dedi.
Brook tam, çünkü gereksiz sinir bozucusun, demek üzereydi ki Flame, “Haklı,” diyerek abisine arka çıktı. “Seni ikna edebilmek için başka ne diyebilirim bilmiyorum. Ama bizden gizli bir şeyler dönüyor ve bunu kabul etmek zorundasın.
Edeline’ın ve Regina’nın ölümünün bu kadar peş peşe olmasının bir sebebi olmalı. Ve kendi kulaklarımla Dylan ve babamın alakası olduğunu duydum.”
“Sana göre kabul etmek zorunda olduğum şey babamın aslında annemin katili olması. Bunu kabullenmemi nasıl beklersin?”
Blaze, “Dinle,” dedi sabrı tükenmiş bir şekilde. “Aynısıyla ben de yüzleşmek zorunda kaldım, senin gibi inkar ettim. Sonuç olaraksa kız kardeşimin hayatı konusuna saatlerce diken üstünde durmaya mecbur kaldım.”
Gözlerini tamamen Brook’unkilere kilitledi. “Düşün, karar ver Su Veliahdı. Ama umarım elini çabuk tutup benim gibi sevdiğinle tehdit edilmek zorunda kalmazsın.”
Su Veliahdı.
Su Varisi değildi fakat hala kralın kızıydı.
Su Veliahdı.
Su Varisi değildi fakat hala tahtın gelecek sahibiydi.
Su Veliahdı.
Su Varisi değildi fakat hala Su Krallığı, onun yönetimi altındaydı. Sorumluluk almalıydı. Unvanı olmasa da bu, unvanı hak ettiğini kanıtlamak için eline geçen altın değerinde bir fırsattı.
Sanırım yeni lakabını sevmişti.
*
“Günün devamını nasıl değerlendireceğiz?” derken kendini yatağa attı Flame. “Brook’un ne zaman karar vereceğini bile bilmiyoruz.”
Flame çaktırmadan pencereden dışarı göz attı. Saat öğleni biraz geçmişti, gece yarısı gözlüyle buluşmasına yaklaşık 10 saat kalmıştı. Tıpkı adamın istediği gibi gidecekti, yalnız. Ne olur ne olmaz diye dünden kalan hançeri de yanına alacaktı.
“Şu an ikimiz de kaçak sayılırız,” dedi Blaze biraz düşündükten sonra. “Ve uykumuzu tam olarak da alamadık. Ben az uyudum, senin de çok daha rahat bir uyku çekmeye hakkın var.”
“Yani?” diye sordu Flame aklına gelen şeyle kalbi hızlanırken.
“Belki uyuyabiliriz?” Blaze yutkundu. “Beraber?”
En son sabah, kısa bir süre beraber yatmışlardı. Beraber uyumuş dahi sayılmazlardı.
“O-olur,” dedi Flame heyecanla. “Eğer istiyorsan?”
Blaze gergin ortamı dağıtmak için sırıttı. “İstemiyor olsaydım sormazdım, değil mi?”
Flame, “Sanırım evet,” diye mırıldandı. O sırada Blaze çoktan yatağa kurulmuştu bile. Abisinin ağırlığıyla duyulan yayların acı dolu inlemesi Flame’in istemsizce gülümsemesine sebep oldu.
“Fazla ağırsın. Misafir yatakları bunlar, umarım kendimizi yerde bulmayız.”
“Ne kadar kusurlu bir insanmışım ben,” diye güldü Blaze. Bir yandan da tek kolunu Flame’in beline sarıyordu. Flame, sırtının abisinin göğsüne değdiğini hissettiğinde donakaldı.
Blaze birkaç uzun saniye boyunca Flame’den gelecek tepkiyi bekledi.
Flame, Blaze’in göğsüne iyice sokulup sadece bulunduğu ortamın sıcaklığına odaklandı. Blaze, kardeşinin rahatsız olmadığını fark edince tuttuğunu fark etmediği nefesini salıverip gözlerini kapadı.
Ümit etmek yasak. Flame için altın kural buydu. Ama belki de sadece tek seferlik akışına bıraksa hiçbir şey kaybetmezdi.
*
Flame, kuruyan boğazı yüzünden su içmek üzere kalktığında Blaze’in horultuları zerre kesilmemişti. Aldığı nefeslerin etkisiyle göğsü inip kalkmasa abisinin yaşadığından şüphe edebilirdi.
Bardağı kafasına dikerken kısa, çok kısa bir an için pencereye baktı. Yukarıdaki dolunayı görünce suyu zar zor yutmayı başarmıştı. O kadar uyumuşlar mıydı gerçekten?
Bir saniye, gece yarısı gözlüyle olan buluşmasını tamamıyla unutmuştu!
Sabahleyin söylene söylene giydiği Toprak Varisi’nin kıyafetlerini çıkarmadığı için şükrederek pencereye yöneldi. Domain’e yakalanmak alabileceği bir risk değildi, ana kapıdan çıkamazdı. Onun yerine camdan inmesi daha güvenli olacaktı.
Ağrıyan bacaklarını pervazdan sarkıtırken son kez Blaze’e baktı. Hala uyuduğundan emin olunca tekrar düşünmeden aşağı atladı.
Sağlıklı biri, aynı düşüşü muhtemelen hasarsız atlatırdı. Fakat sızlayan zavallı kolu ve dünden beri ağrısı bir türlü geçmeyen dizleri yüzünden inlemesini bastırmak için dişlerini sıkması gerekmişti.
“Gelmişsin.”
Başının hemen tepesinden gelen sesle irkilip sahibine baktı.
Karşısındaki, peçesini çıkardığında Flame gene aynı gözlerle baş başa kalmıştı. Alev rengi gözleri onun gece yarısı gözleriyle kesiştiğinde istemsizce soluğunu tuttu. Kabul etmek istemese de bakışlarının biraz çekici -aslında epey
çekici- olduğu yadsınamaz bir gerçekti.
Flame tepki veremeden adam, yaralanmamış kolundan kavrayıp ayağa kalkmasına yardım etti. Tabii, diğer kolunu yaralayan kişinin o olduğunu düşünüldüğünde hangisini tutarsa canının yanmayacağını bilmesini normal karşılaması gerekirdi.
Flame, “İstediğin her şeyi yaptım,” dedi başını dik tutarak. “Yalnız geldim.”
Adam başını iki yana salladı. “Her şeyi değil. Tam saatinde gelmedin.”
Flame kaşlarını çattı. “Ne kadar geciktim?”
“45 dakika kadar.” Ardından yüzü yumuşadı. “Yanlış anlama, ben seni hep beklerim.”
Flame, gerginliğini belli etmemek için parmaklarını kütürdetti. “İsmini söylemedin.”
“İsmimi öğrenmek mi istiyorsun?”
“En azından sana nasıl hitap edeceğimi bilmek istiyorum. Bir sakıncası mı var? İçimden ‘gece yarısı gözlü’ demektense ismini öğrenmeyi yeğlerim.”
Son kısmı sesli söylemiş olamazdı…
Adam kısık sesle güldü. “İsmim River.”
“Cevap vereceğini düşünmemiştim,” dedi Flame şaşkınlıkla.
“Aklındaki her soruyu cevaplamak için buluşmak istedim,” diye yanıt verdi gece yar- River.
“Yanındayken,” dedi Flame pat diye. “Güvende hissetmiyorum.”
“Neden?” River bunu duyduğuna şaşırmış hatta üzülmüş gibi görünüyordu.
“Bana zarar vermek istedin.”
“Senin yaralarını sarmak için an kolladım.”
Flame sinirle alt dudağını dişledi.
“Beni yaraladın.”
“Yaralamak zorunda kaldığım her saniyede daha da kahroldum.”
Gözlerini gözlerine kilitledi. Her dediğine bahane bulmasından nefret etmişti.
“Sen beni öldürmekle tehdit ettin.”
“Seni yaşatabilmek için önce öldürmeliydim.”
Güler gibi bir ses çıkardı.
“Ben hiçbir zaman tam olarak yaşamadım.”
“Bunu sağlamak için önce ölü bir ruhtan kurtulmalıydım.”
Flame son kozunu oynadı.
“Dediklerine güvenmem için hiçbir sebebim yok.”
“O halde ben de sebep veririm.”
“Nasıl?” diye parladı Flame. Sabrının son demleri de bitmek üzereydi. “Bunu nasıl verebilirsin? Güven öylece satın alabileceğin bir şey değil ki! Ayrıca beni neden yaralamak zorunda kaldın?”
“Anlatacağım,” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı River. “Bildiğim her şeyi anlatacağım. Tüm bunları anlatacağım ilk kişi olacaksın.”
Flame devam etmesi için başını salladı.
“Mortem’in Celladı ve Su Varisi için çalışıyorum. Ama hayır, ikisinin de ismini veremem sana. Su Varisi’ni hiç görmedim, Mortem’in Celladı’nı ise sadece sima olarak biliyorum. Ne peçesini ne de kapüşonunu hiç çıkarmadığı için göz rengini bile söyleyemem. Yalnızca kadın, ondan eminim. Dün dizlerini yaralayan oydu. Yapmamam gerektiğini bildiğim halde yaranı sardım. Tekrar özür dilemek istiyorum kolun için. Vicdan azabından mahvoldum ama yapmak zorundaydım. Aksi takdirde seni önemsediğim anlaşılırdı.”
“Neden?” diye araya girdi Flame. “Nedenn beni önemsiyorsun?”
Çünkü aynıyız,” dedi River dudaklarını birbirine bastırırken. “Her yönden ve hiçbir yönden. En son buna da geleceğim.” Ardından devam etti.
“Birkaç yıl önce, Su Varisi bazı şeyler bulmuş. Tam olarak ne olduğunu bana söylemedi ama Dylan, Scrum, Elrod ve Aaric’le ilgili.”
Dylan, şu anki Su Kralı. Scrum, şu anki Ateş Kralı, babası. Elrod, şu anki Toprak Kralı.
Ve Aaric, Hava Krallığı yıkılmadan önce tahtta olan ancak yaşanan felakette hayatını kaybeden Hava Kralı.
“Dylan, Scrum ve Elrod belli planlar oluşturmuşlar. Solaveria’nın tüm geleceğini kapsayan planlar. Hedeflerini bilmiyorum. Lakin diyarın kaderini yok oluşa sürükleyecek hedefleri varmış. Amaçlarına ulaşmaya çalışırlarken yalnız olmadıklarını da biliyorum.”
Dudaklarını ıslattı. “Yıllar önce, Su Krallığı’nın bir lordu vardı, ölünce oğlu lordluk unvanını kullanmaya başlamıştı. Lord Ares. Uzun zaman onlarla beraber çalıştı, ta ki Mortem’in Celladı onu öldürene dek.”
“Hatırlıyorum,” diye mırıldandı Flame düşünürken. “Ama Lord Ares’i Mortem’in Celladı öldürmemişti ki? Kulesinde zehirlenmiş halde bulundu. Kendi tükürüğünde boğulur…” Fark ettiği gerçekle gözleri fal taşı gibi açıldı. “Tıpkı Blaze gibi!”
River, gururla gülümsedi. “Evet, aynı onun gibi. Sanılanın aksine Mortem’in Celladı’nın ilk kurbanı Edeline değildi. Ama Lord Ares’i bilerek anonim şekilde öldürdü, Mortem’in Celladı isminin doğuşundan önce ilk cinayeti oydu. Aslında tüm bu intikam hikayesine Su Varisi ile Mortem’in Celladı başta isimsiz olarak başladı.”
“Neden Lord Ares’i öldürdü?”
“Lord Ares’in arası oğluyla pek iyi değildi. Oğlu baba sevgisini hiç tatmamıştı ve Ares’ten zulüm görüyordu. Su Varisi, Ares’in diğer krallarla -tabii, o zamanlar Dylan kral değildi- çalıştığını öğrenince Mortem’in Celladı’yla beraber bir suikast düzenledi. Sonra oğlu lord oldu, ona sorumluluklarını öğreten ve genç adamın yıllardır hasret kaldığı baba sevgisini veren Aaric oldu.”
Flame, “Hava Kralı’nın ne ilgisi var?” dedi kafası karışmış halde.
“Dylan, Scrum ve Elrod üçlüsünün asıl amacının ne olduğunu bilmiyorum, hiç bilmedim. Ama şunu biliyorum ki bunun için tüm elementlere ihtiyaçları vardı. Ya tüm elementler bir araya gelecekti ya da uyumsuz olanı yok edeceklerdi.”
“Ve Aaric kabul etmedi?” diye fikir yürüttü Flame. Düşündüğü her ihtimal birbirinden beterdi ve sonuçtan korkmaya başlamıştı.
River dilini şaklattı. “Etmedi. Dylan onu krallığıyla tehdit etti fakat Aaric kararından dönmedi.”
“3 kişi koca krallığı nasıl yıkabilir?”
“Aslında bunun anahtarı, Ares’in oğlunun bizzat kendisindeydi. Lord Scott’ta.”
“İsmi biliyorum,” dedi Flame gözleri parlayarak. Nihayet fikir sahibi olduğu bir noktaya gelmişlerdi. “Geçen aylarda ortadan kaybolan lord değil mi?”
River başıyla onayladı. “Aynen öyle. Ares’in onlar için bu kadar değerli olma sebebi basit aslında, Ares Hava Krallığı yapı taşlarından birini ele geçirmiş. Aklınca iki büyüde de ustalaşmaya çalışıp güç peşinde koşmuş. Zehirden ölmek üzereyken taşı saklamayı başarmış. Yalnızca kendi kanından olanın açabileceği bir kilit oluşturmuş. Ki şu an bile, Ares’in yaşayan sadece 2 akrabası var.”
“Scott,” diye tamamladı Flame son cümlesini. “Ya ikincisi?”
“Dylan ve Aaric, Scott için bir süre kapışmış,” diye devam etti River, Flame’in son cümlesini görmezden gelerek. “O zamanlar Su Varisi ve Scott ilişki içerisindeydi.
“Ne?” Kaybolmuş bir lord ve bulunduğu an muhtemelen idam edilecek Su Varisi… Tanrılar adına, şimdilik duydukları bile onu şoka sürüklemeye yetmişti.
“Evet, hatta daha da fazlasıydılar. Nişanlıydılar. Scott, Dylan’ın tarafını seçince aralarındaki her şey bozuldu. Hava Krallığı yıkıldı. Aaric ve o zamanın Hava Kraliçesi Aida öldü. Su Varisi onları uyarmaya çalışırken Hava Varisi Aura en yakın arkadaşının canına kıydı. Theo o günkü felaketten sağ çıkabilirdi belki, eğer Aura çoktan güçlerinin kontrolünü kaybedip onu öldürmeseydi tabii.”
“Bu… korkunç,” dedi Flame zar zor.
“Dediğim gibi, planları için onlara ortak olmayan elementin ortadan kalkması gerekiyordu. Hava Krallığı yıkıldıktan sonra Aura kayıplara karıştı. Yaşadığını sayılı insan biliyor, Su Varisi ve Mortem’in Celladı’yla hala görüşüyorlar ama ben görmedim. Görmek de istemiyorum, korkunç biri olduğunu söylüyorlar. Ayrıca şu sıralar Scott da kayıp çünkü Aura intikam için kaçırdı onu. Hava taşının yerini öğrenmek istiyordu. Eh, aslında taşın Scott’ın üzerinde olduğunu bilmiyordu. Gerçi düne kadar ben de bilmiyordum fakat lord bir aptallık yapıp Su Varisi’yle konuşmaya gelmiş. Eski aşk kuşları sohbet ederken gizlice dinledim. Yoksa ben de öğrenemezdim. Sanıldığının aksine hikâyenin kötüleri Su Varisi ve Mortem’in Celladı değil.”
“Edeline’ı öldürdüler,” diye itiraz etti Flame. “Nasıl iyi olabilirler.”
“Emin misin?” dedi River esrarengiz bir sesle. “Tekrar düşün.”
Flame elini çenesine yasladı. “Dylan yıllardır gizli kapaklı işler çeviriyorsa Edeline bunu biliyor olmalıydı. Dylan zaten karısını öldürmeyi planlıyordu, demek ki Edeline planlarına ortak olmadı. Ve belki de kocasının zaten onu öldürmek istediğini biliyordu?”
Sadece kafasından sallamıştı fakat River’ın, “İyi gidiyorsun,” demeainden cesaret alıp devam etti.
“Edeline varisti, Kraliçe Hillary’nin hükmü bitene kadar Dylan eşinin canına kıyamazdı. Ama varisliğini Brook’a devretmek zorunda kalınca…” Başını iki yana salladı. “Hayır, aklımdaki şeyi yapmış olamaz.”
River, “Haklısın,” dedi Flame’in içini okuyarak. “Edeline kendi ölümünü planladı. Hali hazırda Scott’la olan nişanından ve değişmiş hareketlerinden Su Varisi’nin bir şeyler bildiğini anladı ve onu köşeye sıkıştırdı. O günden tören gününe kadar beraber çalıştılar. Edeline ölümünün daha onurlu olmasını istedi. Tören günü, Mortem’in Celladı tarafından öldürülmeyi kendi istedi.”
“Hepsini idrak etmesi çok zor,” diye iç geçirdi Flame.
“Biliyorum,” dedi River şefkatle. “İstersen başka bir gece tekrar buluşabiliriz.”
“Hayır,” diyerek başını iki yana salladı Flame. “Hemen yapıp bitirelim şunu.”
“Pekala,” dedi River. “Scott tarafını seçti, Hava Krallığı yıkıldı, hayatta kalan çok olmadı. Hava Varisi kurtulmayı başarınca boşlukta kaldı. Henüz yeni Theo’yu öldürmüştü. En yakın dostunun üzerindeki toprak tazeyken ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Anlayacağın kafası karışıktı, varisti lakin ne krallığı vardı ne de halkı. Akıl sağlığı denen şey bence o gün, Aura’yı terk etti.”
“Akıl sağlığı derken…” Flame yutkundu. “Damgadan kaynaklı olan ‘delirme’den bahsetmiyoruz, değil mi?”
“Tam da ondan bahsediyorum. Gücün kontrolünü kaybedince intikam yoluna sürüklendi. Lord Scott hiçbir zaman ortadan kaybolmamıştı. Yıllardır bizzat Dylan tarafından korunuyordu fakat dediğim gibi, Aura onu kaçırmayı başardı. Dün Su Varisi’yle Scott’ın konuşmasını dinleyene kadar öldüğüne emindim. Ancak anlaşılan o ki Aura, yapı taşının yerini öğrenebilmek için Scott’ı alıkoymuş. Muhtemelen işkenceye başvurmuştur.”
“Korkunç,” dedi Flame tüyleri ürpermiş halde. “Ama aklıma yatmayan tek bir konu var, sen tüm bunlara nasıl karıştın?”
“River’ın ifadesi karardı. “Hiç istemedim,” dedi parmaklarını yumruk haline getirirken. “Bana vaat edilen ve yaşadıklarım arasında zerre benzerlik yok. Su Varisi ve Mortem’in Celladı hikâyenin ana kötüleri olmayabilir ama benim hikayemin baş kötüleri. Eğer karıştığım şeyin bu olduğunu bilseydim asla kabul etmezdim.”
Flame, “Anlat,” dedi yumuşakça. “Anlat ki seni anlayayım.”
“Scott’ı ve geçmişini bilmemin bir sebebi var.” Alt dudağını ısırdı. “Onunla babalarımız ortak.”
-BÖLÜM SONU-
Evettt sonda büyük bir bomba olacağını söylemiştimmm
Bölümle alakalı tümmm düşüncelerinizi bekliyorumm
Sonraki bölüme kadar görüşmek üzere <33
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.77k Okunma |
3.31k Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |