
Turan, ultrason kontrolünü tamamladıktan sonra odadan çıktı. Sıla yataktan doğrulmaya çalışırken Turan kabanını alıp kapıda beklemeye başladı. Sıla toparlanıp dışarı çıktığında Turan hızla koridorda ilerlemeye başladı. Ancak Sıla arkasından yetişemediği için, “Bekler misin?” diye seslendi.
Turan, arada bir durup Sıla’nın yanına gelmesini bekledi, ardından tekrar hızla yürümeye devam etti. Sonunda kan alma odasına vardıklarında, Turan sert bir sesle, “Otur, kolunu aç,”
Sıla, itirazsız bir şekilde Turan’ın dediğini yaparak kolunu uzattı. Hemşire işlem yapacakken, Turan onu durdurup, “Ben hallederim,” dedi. Perdeyi çekerek kan alma işini kendisi üstlendi.
Kan alınırken Sıla’nın yüzü solmaya başladı. “Başım dönüyor,” dedi hafif bir sesle.
Turan sakinliğini koruyarak, “Az kaldı,”
Sıla’nın sesi biraz daha titreyerek, “Midem bulanıyor,” diye ekledi oturduğu yerde sersemlemiş bir halde.
Turan, son tüpü doldurduktan sonra hemşirelere dönüp, “Bir su getirin,” diye seslendi. Ardından Sıla’nın ayaklarını kaldırıp onu sakinleştirmeye çalıştı. Birkaç dakika sonra Sıla’nın nefesi biraz normale döndü. Turan, Sıla’yı kolundan tutarak yavaşça ayağa kaldırdı ve dışarı çıkartıp bir sandalyeye oturttu.
O sırada bir hemşire, Turan’a bir kutu meyve suyu uzattı. Turan, elleri hâlâ titreyen Sıla’ya bakarak, sakin bir sesle, “Bu yüzden mi gelmekten kaçıyordun?”
Sıla, sesi titreyerek, “Beni eve götürür müsün artık?”
Turan’ın bakışları yumuşadı, sesi şefkat doluydu. “Tamam, götürürüm ama,” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Gözlerindeki öfke yerini, derin bir anlayış ve sakinliğe bırakmış gibiydi. Elini uzattı ve Sıla'yı yerinden kaldırdı. Kolunu desteklemek için ona uzatırken hafifçe gülümsedi. "Düşme sakın," diye kaldırdı, üzgün bir ifadeyle Sıla'ya baktı. "Saat 9'a geliyor. Eve gidip gelemem. Seni Halelerin yanına bırakayım, öğle arasına doğru çıkış yapacaklar. O arada gelir alırım, öğle arasında götürürüm. Olur mu?"
Sıla, hafif bir gülümsemeyle, “Gitmek istemiyorum. Onlara ayak bağı olurum,”
Turan, sakin bir şekilde gülümseyerek, “Neden ayak bağı olacaksın? Hale seni görünce sakinleşir, Hasan da rahatlar. Aksine, iyi olur onlar için,”
Sıla, içten istemese de mecburen, “Tamam,” diyerek başını salladı. Beraber odalarına doğru çıktılar.
Hale, Sıla’yı görünce yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. “Gittin sandım. İyi ki geldin,” dedi ve Sıla’yı yanına çağırdı. Yatakta uyuyan bebeği kucağına alarak, “Şimdiden öğren,” diyerek bebeği Sıla’ya uzattı.
Sıla, bebeği isteksizce almış olsa da, minik bedeninin kucağında yaptığı hafif hareketleri sevmişti. Bir süre, derin bir dikkatle bebeğe baktı. İçinde, tanımlayamadığı ama onu ısıtan bir his belirdi.
Turan’ın sesi, düşüncelerinden sıyrılmasını sağladı. “Ben gidiyorum,” dedi kapının önünden.
Sıla, hafifçe başını kaldırarak, “Tamam,” diye karşılık verdi. Ardından, tekrar bebeğe döndü. “Adı ne?” diye sordu.
Hale, “Elif,” diye cevapladı.
Sıla, bu ismi duyunca hafifçe gülümseyerek bebeğe baktı. “Çok güzel bir isim,” dedi ve ardından ekledi, “Aynı senin gibi, küçük ve güzel şey,” diye mırıldandı. Parmağını nazikçe bebeğin minik eli arasına uzattı. Bebeğin parmaklarına sarılışı, Sıla’nın içinde daha önce hissetmediği bir sıcaklık dalgası oluşturdu.
Birkaç saat geçmişti. Öğle arasına az kalmıştı ki Turan odaya girip, “Çıkış yapıyoruz,”
Sıla, Hale’yi ve bebeği izlerken yavaşça Turan’ın yanına yaklaşıp, “Biz de çıkar mıyız birazdan?”
Turan, duvara yaslanarak biraz mahcup bir şekilde, “Osman Hoca öğle arasında yemeğe gidelim dedi. Sana sormadım ama kabul ettim,”
Sıla hafifçe gülümseyip, “Hadi ya,” diye cevapladı. Ardından, biraz sıkıldığını belli eden bir tonla, “Eve gitsem daha iyi olacaktı ama... Tatlıyla özür kabul edilir,” diye ekledi, gülümseyerek.
Turan, Sıla’nın beline hafifçe dokunup onu odadan çıkardı. “O zaman istediğin kadar tatlı yiyebilirsin,” dedi gülerek.
Sıla, muzip bir şekilde kaşlarını kaldırıp, “Yok, fazla bir şey yemem. Sonra içeride halay çekiyor,”
Turan, kahkahasını tutamayarak, “Halay çekerken görmek güzel olurdu aslında,”
Aşağı inip Hale ve Hasan’ı evlerine yolcu ettikten sonra, arabaya binip restorana doğru yola çıktılar. Restoranın önüne geldiklerinde, sakin ve sessiz bir atmosfer hemen dikkatlerini çekmişti. İçeri girdiklerinde, yalnızca Osman Bey’in oturduğu masa çevresinde birkaç garson dolaşıyordu.
Sıla ve Turan masaya yaklaşınca, Osman Bey ayağa kalktı ve gülümseyerek, “Hoş geldiniz, gençler,”
Sıla, nezaketle gülümseyip, “Teşekkürler,” diyerek yerine oturdu. Turan da hemen yanına oturup menüden siparişlerini verdiler.
Bir süre keyifli bir sohbet gerçekleşti. Ancak yemekler masaya geldiğinde, konuşmalar yavaş yavaş yerini sessizliğe bıraktı. Çatal ve bıçak seslerinin arasında Osman Bey, başını kaldırarak Sıla’ya baktı ve gözleriyle karnını işaret etti.
“Kaç haftalık?” diye sordu, alttan bir tonla.
Sıla, düşünceli bir şekilde Turan’a döndü. “20 miydi?” diye mırıldandı.
Turan, hafif bir tebessümle başını salladı. “Evet, 20 hafta 3 günlük,” dedi sakin bir tonla.
Osman Bey, elini çenesine götürüp düşünceli bir şekilde sıvazladı. Ardından, biraz tereddüt ederek, “Özel bir soru olabilir ama... Evlenmek için doğumu mu bekliyorsunuz?”
Bu beklenmedik soru, masadaki atmosferi bir anda değiştirdi. Sıla ve Turan birbirlerine şaşkın bir şekilde baktılar. Turan, hafifçe boğazını temizleyip, “Hocam...” diyerek bir şeyler söylemeye çalıştı ama cümlesini tamamlayamadı. Gözleri, utangaç bir şekilde Sıla’ya kaydı.
Osman Bey, sorusunun yarattığı rahatsızlığı fark ederek, hemen toparlamaya çalıştı. “Neyse, cevap vermek zorunda değilsiniz,” dedi, mahcup bir gülümsemeyle. Ardından yemeğine döndü.
Ancak, Sıla’nın yüzündeki gerilim net bir şekilde hissediliyordu. Çatalını tabağın içinde gezdirip duruyor ama hiçbir şey yemiyordu. Turan, Sıla’nın bu durumunu fark etti. Bir süre ona dikkatlice baktıysa da ne düşündüğünü merak etsede sessizce yemeğine devam etmeyi tercih etti.
Masadaki hava, konuşmadan da çok şey anlatıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 32.25k Okunma |
3.13k Oy |
0 Takip |
110 Bölümlü Kitap |