
Öğle saatlerinde kapı çaldı. Sıla yerinden kalkıp kapıyı açtığında, karşısında Osman Bey’i görünce şaşkınlıkla duraksadı.
Eve davet etti ama içini saran huzursuzluk hissi bir türlü dağılmıyordu.
Osman Bey eli kolu dolu gelmişti. Oyuncaklar, kıyafetler, hatta birkaç bebek kitabı… Sıla, kapının eşiğinde durup onları görünce yüzü gölgelenmişti.
"Osman baba, artık bir daha bir şey getirmeseniz olur mu? Ben Turan’a bunları açıklayamıyorum," dedi, sesi kibar ama endişeliydi.
Osman Bey gözlerini kaçırmadan, hafifçe başını salladı.
"Tamam… o zaman şöyle söyle; geldim deme, kargoyla geldi de. Kızar mı ona da?"
Gözlerinde bir umut vardı. Kabul edilme, sadece torununa bir şey verme umudu…
Sıla hafifçe iç çekerek, "Bunları öyle söylerim… ama lütfen, bir daha getirmeyin,"
Osman Bey gülümsedi, kırgın değildi.
"Tamam, söz… ya da bir daha sefere tek tek getiririm. Hem bunlar zaten uzun zamandır birikenler," deyip Alparslan’la oynamaya başladı.
Bir süre sonra Sıla’nın telefonu çaldı. Yanlarından ayrıldı, sesi Turan’a gitmesin diye biraz uzaklaştı. Konuşmaya başlamıştı ki, Osman Bey Alparslan’ı kucağına almış mutfakta geziniyordu, "Bezimiz kirlenmiş," deyince sesi istemeden yüksek çıktı.
Turan, telefonda bu sesi duyunca irkildi.
"Kim o?" diye sertçe sordu.
Sıla panikle toparlanmaya çalıştı.
"Osman Bey… bizi ziyarete geldi."
Turan’ın sesi daha da soğuk ve bastırılmış bir öfkeyle geldi:
"Neden benim haberim yok?"
Sıla yutkundu.
"Akşam konuşsak olur mu?"
Ama Turan kendini tutamadı.
"Benden uzak duracaktı o şerefsiz! Eve niye geldi, sen niye kabul ettin?" diye bağırdı.
Dışarı taşan sesi Osman Bey de duymuştu. Birden durdu, yüzü düştü. Sıla’nın yanına gelip Alparslan’ı uzattı.
"Özür dilerim kızım… ben müsaade alayım," dedi, kırgın ama sakince.
Turan’ın sesi tekrar yükseldi.
"Sesi aç dışarı, duysun!"
Sıla, sesi titreyerek cevap verdi.
"Açtım."
Turan, sesindeki öfkeyi gizlemeden bağırdı:
"Benden uzak dur dediğimde karım ve oğlum da içindeydi! Sen benim evime ne hakla girersin?!"
Osman Hoca konuşmak istedi.
"Haklısın oğ—"
Ama Turan sözünü kesti.
"Bana sakın 'oğlum' deme! Evimden çık git! Bir daha da gelme!" diye bağırdı.
Osman Bey hiçbir şey demedi. Gözleri doldu ama dik durdu. Alparslan’a son bir kez baktı, ardından kapıya yöneldi.
Akşam olduğunda Turan kapıdan içeri girer girmez elindeki kâğıdı mutfak tezgâhına fırlattı.
“Bunca zaman girip çıktığını daha ne zamana kadar saklayacaktın?” dedi, sesi buz gibi ve öfke doluydu.
Sıla, şaşkınlıkla kâğıda baktı. Üzerinde Osman Bey’in ne zaman geldiği, kaldığı süre yazıyordu. İçine bir ağırlık çöktü.
Turan hızla birkaç adımda yanına geldi.
“Sadece Alparslan’ı mı sevmeye geliyordu bu adam?” dedi, sesindeki ton sadece öfke değil, alttan alta ima ve kıskançlıkla örülmüştü.
Sıla, ne demek istediğini tam anlayamadı.
“Ne diyorsun sen?” dedi zor duyulan bir sesle.
Turan gözlerini Sıla’ya dikti.
“Sadece Alparslan’a mı geliyordu… yoksa sana da mı geliyordu?” dedi, kelimeleri yavaş ama daha da ağır bastırarak.
Bu söz bardağı taşırdı. Sıla bir adım geriye çekilip, şiddetle bir tokat attı.
“Kendine gel! Ne ima ettiğine, kime ne söylediğine dikkat et Turan!” dedi, sesi öfke ve kırgınlıkla karışmıştı.
Turan o tokadı yutmadı, kolunu aniden sıkıca tuttu.
“Aylardır geliyor bu adam! Neden geliyor o zaman? Neden sürekli gelip gidiyor?” diyerek onu sarstı.
Sıla gözlerini korkuyla açtı, kolunu çekmeye çalıştı.
“Alparslan senin oğlun olduğu için… hani baban ya senin!” dedi, gözyaşlarını zor tutarak.
Turan dişlerini sıktı.
“Bunu senin de yeni öğrendiğini düşünürsek… başta bilmiyordun ki!” dedi.
Sıla acıyla kıvranarak,
“Bırak kolumu, canım acıyor!” diye bağırdı ama Turan elini bırakmadı.
“Bana yalan söyleme Sıla!” diye bağırdı Turan.
Sıla, sonunda tüm gücünü toplayarak, boğazındaki düğümü zorlayarak,
“Biliyordum!” dedi.
Bıkkınlıkla tekrar etti: “Bırak! Canım acıyor!”
Gözleri dolmuştu, ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
“Bizi hastaneden bıraktığı gün anlattı…” dedi sessizce, kelimeleri dökerken elleri titriyordu.
“Sakladım. Söyleyemezdim ki… söz vermiştim…”
O anda, yukarıdan Alparslan’ın uyanıp ses çıkardığı duyuldu. Sıla, Turan’a bakmadan mutfaktan çıktı.
Turan öfkeyle döndü, bir anda dolabın kapağına tekme attı. Elleriyle saçlarını karıştırıp mutfakta volta atmaya başladı, içindeki öfkeyi bastıramıyordu.
Alparslan annesini görünce neşeyle sesler çıkardı. Sıla bebeğini kucağına aldı, yatağa oturdu. Onun gülümsemesiyle boğazına düğümlenen gözyaşlarını tutamamıştı artık. Sessizce ağladı.
Ama o sırada, telsizi açık unutmuştu. Sıla’nın ağlayışı, aşağıda yankılandı.
Aşağı indiklerinde Alparslan’ın mızmızlandığını gören Turan, yaklaşarak onu almak için uzandı.
“Sıla, ateşi var sanırım,” diyerek mutfağa geçti ama sesi soğuktu.
Turan, Sıla’nın arkasından giderken Alparslan’ın dişlerine bakarak hafifçe gülümsedi.
“Diş çıkarıyor,” dedi.
Alparslan durmadan çırpınıyor, sürekli Sıla’yı istiyordu.
“Seni istiyor. Al istersen, ben yemekleri ayarlarım,” dedi Turan, yaklaşarak.
Sıla, Alparslan’ı kucağına aldı ama çocuk sakinleşmek yerine daha çok ağlamaya başladı. Bunun üzerine mutfaktan çıkıp evde dolaşmaya başladı.
Turan yemeği hazırlayınca, “Gel hadi, hazır. Bir şeyler ye,”
Sıla, “Canım istemiyor, sen ye,” diyerek Alparslan’ın karnını doyurmak için mama hazırlamaya başladı.
Turan sakince,
“Bana kızıp kendini cezalandırmanın manası yok. Gel ye hadi. Yine konuşmazsan konuşma,”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 32.25k Okunma |
3.13k Oy |
0 Takip |
110 Bölümlü Kitap |