
Sıla’nın sesi birden yükseldi.
“Sen ne kadar rahatsın böyle!” Alparslan, annesinin bağırmasıyla korkup ağlamaya başladı.
Ama Sıla durmadı, sinirle devam etti:
“Az önce söylediklerinden sonra seninle aynı masada yemek yememi nasıl beklersin, anlayamıyorum. Baban o senin, Turan! O adam senin için geliyordu… ve senin bize yakıştırdığın şeyi aklım almıyor! Kaldı ki, baban olduğunu bilmesem bile… bunu nasıl düşünebilirsin?”
Turan sakin kalmaya çalışarak Alparslan’ı Sıla’nın kucağından aldı.
“Ben sadece sinirle söyledim. Hiç şüphe etmedim senden ama sürekli geldiğini öğrenince sinirle üstüne geldim. Özür dilerim… Ama sen de benden sakladın,” dedi, kendini tutmaya çalışarak.
Sıla sinirle gülerek, “Nasıl söyleyebilirim sana?” dedi dişlerini sıkarak. “Osman Bey’in baban olduğunu ben sana nasıl söyleyeyim? Söyler misin bana? Nasıl?”
Artık kendini tutmakta zorlanıyordu. Sıla’nın sesi titriyor, kontrolünü kaybediyordu.
Turan, Alparslan’ı kucağında tutarken sertçe,
“Çocuğu korkutuyorsun Sıla, kendine gel,”
Sıla, “Gelmiyorum!” diye çığlık attı.
Bunun üzerine Turan, “Yeter!” diye bağırdı.
Alparslan’ın ağlama sesleri yükselince, Turan onu sakinleştirmek için evin içinde dolaşmaya başladı.
Sıla ise sinirle yukarı çıkıp odada bir o yana bir bu yana yürüyordu. Sinirlerine hâkim olamayıp tuvalet aynası üzerindeki parfüm şişelerinden birini alıp duvara fırlattı.
Şişe parçalandı, camlar her yere dağıldı.
Sıla, dizlerinin üzerine çökerek, sinir içinde ağlamaya başladı.
Turan, kırılma sesini duyunca Alparslan’ı oyun minderine bırakıp yukarı çıktı.
Kapı eşiğindeki cam parçalarını görünce duraksadı. Ardından yavaşça içeri girdi.
Sıla’nın köşeye sinmiş hâlini, titreyerek ağladığını görünce yüzü gerildi.
“Sakinleşip hıncını çıkardıysan, aşağıda bekliyorum,” dedi soğuk bir ses tonuyla ve hiçbir şey demeden arkasını dönüp odadan çıktı.
Bir süre sonra Sıla biraz olsun kendini toparlanmıştı. Yavaşça ayağa kalktı, kırık camların üzerinden geçip merdivenlerden inmeye başladı.
Bacağındaki sızlamayı fark ettiğinde duraksadı.
Cam parçası kesmiş olmalıydı. İnip peçeteyle bastırdı. Yara derin değildi ama hâlâ kanıyordu.
Turan, mutfağın köşesinde oturmuş onu izliyordu.
“Derinse, dikeyim,” dedi, sessizce.
Sıla, gözünü bile kaldırmadan, sinirle gülerek,
“Gerek yok,” dedi. Peçeteyi bastırırken sesi imalı ve soğuktu.
Sıla, mide bulantı hissedince bir an irkildi.
Hiçbir şey yememişti ama karnında kötü bir boşluk ve mideyi sıkıştıran tuhaf bir his vardı.
Derin bir nefes aldı, ama o da fayda etmedi.
Alparslan’ın yanına gidip onunla biraz vakit geçirmeye, dikkatini başka yöne çekmeye çalıştı. Oyuncakları eline aldı, onunla konuştu, gülümsedi... Ama midesi sürekli bulanıyor, başı hafifçe dönüyordu.
Turan’ın köşede sessizce oturup onu göz hapsine almasıysa her şeyi daha da zorlaştırıyordu.
Sıla, kendini bir kafeste gibi hissediyordu.
İçindeki daralma, hem bedensel hem ruhsal olarak iyice artmıştı.
Sıla ayağa kalkıp tezgaha yöneldiğinde yalnızca bir bardak su içmek istemişti. Ama başındaki dönme giderek şiddetleniyordu. Buzdolabına ulaşmak üzereyken gözleri karardı, adımlarının dengesi kaydı. Tezgâha tutunarak ayakta kalmaya çalıştı, ama midesi öyle bir kasıldı ki artık zor dayanıyordu.
Turan, koltuğundan hızla kalkıp yaklaştı.
“İyi misin?” diye sordu, sesi tedirgindi.
Sıla bir an cevap veremedi, gözlerini kapattı.
Turan çoktan yanına gelmişti bile.
Arkasından beline destek olup “Otursan iyi olacak,” dedi yumuşak ama gergin bir sesle.
“Midem...” diye fısıldadı Sıla, neredeyse dudakları kıpırdamadan. Ama ayakta duracak gücü kalmamıştı.
Turan, onu usulca destekleyip banyoya doğru götürmeye başladı. Son adımlarını sürükleyerek attı ve banyoya vardıklarında midesini tutmamıştı. Tüm ağırlığını boşaltırken, boğazındaki yanma ve gözlerinden taşan yaşlarla yere çöktü.
Bir süre sonra derin derin nefes almaya başladı.
Rahatlamıştı ama bitkin düşmüştü. Kalkıp banyodan çıkarken, hâlâ ayakta durmakta zorlanıyordu. Turan kolunu uzattığında elini itip başını eğdi; mutfağa doğru yürümeye çalıştı ama adımları dengesizdi.
“Başın mı dönüyor senin?” diye sordu Turan, ama Sıla cevap vermedi. Sadece ağır adımlarla Alparslan’ın yanına yürüdü ve halının üzerine uzandı.
Alparslan annesini görünce hemen yanına geldi, küçük kollarıyla yüzüne dokundu, saçlarını çekiştirdi. Sıla, minik ellerin sıcaklığını hissediyordu ama o anda hiçbir şeyi istemiyordu.
Alparslan’ın yakınlığı bile onu rahatsız ediyordu. Ama Turan’dan bir yardım, bir dokunuş, bir soru dahi istemiyordu. Kendini taşıyamıyordu ama Turan’a yaslanmayı da reddediyordu.
Turan birkaç dakika sessizce Sıla’yı izledi.
Onun hâli, içinde bir şeyleri çatlatıyordu.
Yanına oturup Alparslan’a uzandı, küçük çocuğun ilgisini çekmeye çalışarak,
"Yukarı çık istersen, biraz dinlen,"
Sıla başını sağa çevirip gözlerini kapadı. Kalkmaya yeltendi, ama bedeninin buna niyeti yoktu. Daha doğrulurken bile başı fena dönmeye başladı. Yarı yolda kalıp tekrar yere indi. Sırtüstü döndü, avuç içlerini gözlerine bastırdı.
Birkaç saniye sonra yeniden doğrulmaya çalıştı.
Bu kez oturabildi, ama sırtını yaslamadan duramıyordu.
Karnı boştu, ama midesi kasılıp duruyordu; her kasılmayla omuzları titriyordu.
Nefesi kesik kesikti, dudakları kupkuruydu.
Turan, Alparslan’ı kucağına alıp yukarı çıktı. Gelen seslerden, kırılan parçaları temizlediği anlaşılıyordu. Sıla ise hâlâ yerde, kendini toparlamaya çalışıyordu. Bir süre sonra Turan, Alparslan’ı uyutup geri döndü. Sessizce yanına yaklaşıp elini uzattı, “Hadi, kalk. Bir şeyler yemelisin,” diyerek masaya oturmasına yardım etti.
Sıla, yemeklere ve mutfağı dolduran ağır kokulara karşı neredeyse tiksinti duyuyordu. Dirseğini masaya dayayıp alnını eline yasladı. Gözlerini sıkarak kapattı. Ağzına bir lokma bile koymadan masada öylece oturdu; sadece Turan’ın yemesini bekledi.
Turan, gözlerini Sıla’ya çevirip kısık bir sesle: “İlaç vermemi ister misin? Ya da… acile gidelim mi?”
Sıla, dişlerini sıkarak yanıtladı: “İstemiyorum.”
Turan başını hafifçe salladı. “Peki,” dedi ve geri çekildi. Sinirinin hemen geçmeyeceğini, bu halin uzun süreceğini biliyordu.
Yukarı çıkmak için yerinden kalktı Sıla. Dengesini kaybeder gibi sendeleyerek kapıya yöneldi. Turan ise olduğu yerden kıpırdamadı, yalnızca ardından bakmakla yetindi.
Merdivenleri zor da olsa çıktı Sıla. Odaya vardığında bedenindeki her yer zonkluyordu. Kendini yatağa bıraktı, ama yatmak bile canını yakıyordu. Buna rağmen, gözleri istemsizce kapandı ve bir süre sonra yorgunluktan uykuya daldı.
Turan, bir süre sonra sessizce yanına geldi. Üzerini örtmek için eğildiğinde Sıla irkilerek gözlerini açtı. Turan hafifçe fısıldadı:
“Üşüme…”
Yavaşça örtüyü üzerine çekti ve onun yanına uzandı.
Sıla, arkasını dönüp gözlerini kapattı. Uyumaya çalışıyordu. O sırada Alparslan uyanıp ağlamaya başladı. Turan yatağın kenarına uzanıp omzuna dokundu:
“Ben bakarım, sen yat.”
Sıla başını yeniden yastığa koyup gözlerini kapattı. Alparslan’ın sesi, Turan’ın ayak sesleri… hepsini duyuyordu ama hiçbiri için bir tepki vermiyordu. Bir süre sonra yeniden uykuya daldı.
Ancak bu sakinlik uzun sürmedi. Turan, biberonu düşürdü ve çıkan ses geceyi yırtarcasına yankılandı. Sıla korkuyla yerinden sıçradı.
“Sakin ol! Sadece biberonu düşürdüm,” dedi, sesi şaşkın ve tedirgindi. Ama Sıla’nın bu kadar korkmasına o da korkmuştu.
Sabah, Turan işe gitmek üzere hazırlanırken sessizce Sıla’ya yaklaştı. Nazikçe, “Ben gidiyorum,” dedi ve yüzüne düşen saçlarını eliyle geriye itti.
Sıla, Turan’ın dokunuşundan rahatsız olmuştu. Gözlerini kapatarak başını yana çevirdi. “Tamam,” dedi kısık ama belirgin bir tonda. Turan, onun bu mesafeli tepkisini hissedince derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı.
“Bir şey olursa ara,” diye ekleyerek odadan çıktı.
Sıla gözlerini hızla açtı. Dudaklarında alaycı bir kıvrım belirdi. “Araymış…” diye mırıldandı küçümseyici bir ses tonuyla. Turan’ın yokluğu ona iyi gelmişti; içi biraz olsun hafiflemiş gibiydi.
Zorla da olsa yerinden kalkıp banyoya gitti. O sırada Alparslan’ın ağlama sesi duyuldu. Hemen beşiğine yönelip onu aldı ve yatağa uzandı. Ama Alparslan’ın huzursuzluğu dinmek bilmiyordu. Sürekli kıpırdanıyor, ağlıyor, kucağından inmek istiyordu.
Saat ilerledikçe, ateşi de artmaya başladı. Sıla, hem midesindeki bulantıyla hem baş dönmesiyle hem de Alparslan’ın bitmek bilmeyen hareketliliğiyle baş edemez hale gelmişti. Tükenmişti ama yine de idare etmeye çalışıyordu.
Öğle arasında Turan eve döndüğünde Sıla hâlâ onun geldiğinin farkında değildi. Alparslan’ın ağlaması evin içinde yankılanırken Sıla, kendi içinde dağılmamak için direniyordu.
Turan sessizce yatak odasına girdi. Yatağın kenarına oturduğunda Alparslan hemen ona yöneldi. Sıla arkasını döndüğünde bir anda Turan’ı gördü ve korkuyla irkildi. Yüzündeki şaşkınlık hızla öfkeye dönüştü.
“Geldiğini niye belli etmiyorsun… Birini mi bulmayı umuyordun burada?” dedi sinirle ve hızla yataktan kalktı.
Turan şaşkınlıkla bakakaldı. Sıla ise gözünü ondan ayırmadan kapıyı hızla çarpıp odadan çıktı. Turan içindeki öfkeye rağmen sessiz kaldı ve Alparslan’la ilgilenmeye başladı.
Bir süre sonra aşağı inerek, “Acile götürelim. Ateşi çok yüksek,” dedi ciddi bir sesle.
Sıla, mutfakta tezgaha dayanmış haldeydi. Ona bakmadan, “Olur,” dedi ve kapıya yöneldi.
Turan önüne geçerek hafifçe sesini yükseltti: “Orada da dik dik konuşma, olur mu?”
Sıla alaycı bir şekilde gülümsedi. “Tabii ki,” dedi; ama gülümsemesi bir anda buz gibi bir bakışa dönüştü.
Turan’a çarparcasına yanından geçip mutfağın kapısından çıktı. Geriye sadece ağır bir hava ve susturulmuş cümleler kaldı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 32.25k Okunma |
3.13k Oy |
0 Takip |
110 Bölümlü Kitap |