
Hazırlanıp hastaneye gitmek için evden çıktılar. Arabada yine sessizlik hâkimdi. Hastaneye geldiklerinde Turan, Alparslan’ı kucağına alıp içeri doğru yürümeye başladı. Sıla, arkasından çantayı alarak onları takip etti.
Kapı önünde birden bir ses duyuldu:
"Benim yakışıklı oğlum gelmiş!"
Ece, neşeyle yaklaşarak Alparslan’ı almak için ellerini uzattı. Turan, bebeği uzatırken,
"Ateşi var Ece teyzesi, bir bakar mısın?" dedi.
Ece, Alparslan’ı kucağına alıp severken,
"Benim aşkıma ne olmuş bakalım?" diye mırıldandı ve onu gıdıklamaya başladı.
Bebek gülmeye başlayınca Ece, Sıla’ya bakarak gülümsedi:
"Bu çocuk çapkın olacak demek!"
Sıla, yorgun bir gülümsemeyle karşılık verdi.
"Sen nasılsın Sılacığım? Solgun görünüyorsun," diyerek Ece, Sıla’ya sarıldı.
"İdare etmeye çalışıyorum," dedi Sıla, sesi de bedeni kadar yorgundu.
"Hem bebek, hem hamilelik… Zorluyor değil mi seni? Çok haklısın," dedi Ece, sırtını sıvazlarken.
"Arada getir buraya bu yakışıklı şeyi, biz bakarız ona," diyerek tekrar Alparslan’ı sevgiyle öptü.
Alparslan, Ece’nin kucağında neşeli sesler çıkararak içeri girdi. Doktor kısa bir muayene yaptıktan sonra odadan çıkıp Turan’ın odasına geçtiler. Sıla muayenesini tamamladıktan sonra Turan’a dönerek,
"Sana oda ayarladılar, yukarı çık. Ben birazdan gelirim,"
Sıla, yorgun ve bezgin bir ses tonuyla,
"Ben eve gitmek istiyorum,"
Turan, kolunu sıvazlayarak,
"Biraz toparlanman için iyi gelir," dedi ama Sıla, kolunu yavaşça çekti.
Turan derin bir nefes alıp yutkundu. Başını kaldırıp bir süre tavana baktı. Sonra cebinden bir kâğıt çıkarıp üzerine kat ve oda numarasını yazdı, Sıla’ya uzattı:
"Alparslan’ı düşünme, Ece halleder. Ben birazdan gelirim."
Sıla sessizce başını sallayıp yürümeye başladı. Asansöre yöneldiği sırada karşıdan Osman Bey geliyordu. Osman Bey yaklaşarak,
"Nasılsın kızım?"
Sıla yorgun ama tedirgin bir ifadeyle,
"İyiyim…" diye cevapladı, göz ucuyla etrafa bakarak,
"Turan görmesin hocam," dedi ve yürümeye devam etti.
Osman Bey onunla birlikte yürümeye başladı.
"O gün… çok mu sinirlendi?" diye sordu alçak sesle.
Sıla bir an durdu, Osman Bey’e döndü. Gözlerini kaçırmadan,
"Geliş gidiş saatlerinizi çıkartmış… güvenlikten almış," dedi sessizce.
Osman Bey mahcup bir ifadeyle, şaşkınlıkla,
"Seni de zor duruma soktum, çok özür dilerim,"
Sıla, gözlerini kaçırmadan sinirle,
"İlişkimizin olduğunu ima etti,"
Osman Bey bir an durdu, şaşkınlıkla Sıla’ya baktı, ardından:
"Kızım..."
Söylediklerini düzeltmeye çalışıyordu ki, bir ses duyuldu:
"Ne konuşuyorsunuz?"
İkisi birden irkilerek döndü. Turan’ı karşılarında görünce kısa bir sessizlik oldu. Sıla alnına elini götürüp sıvazladı, boğazında düğümlenen bir ifadeyle, "Sizi uyarmıştım,"
Turan, Osman Bey’e doğru sertçe döndü:
"Ne konuşuyordunuz?"
Osman Bey hemen atıldı,
"Oğlum, sen beni yanlış anlıyorsun. Ben sade... "
Ancak Turan sözünü kesti, sesi kararlı ve sertti:
"Benden, karımdan, oğlumdan uzak dur! Neresi anlaşılmıyor?"
Osman Bey derin bir nefes aldı, sesi yumuşak ama bir o kadar da netti:
"Sen benim oğlumsun. Onlar da senin kadar canım... Alparslan torunum, karın benim kızım. Turan, istersen benden nefret et ama ben senden ve ailenden uzak durmayacağım."
Turan alaycı bir gülümsemeyle, imalı bir ses tonuyla sordu:
"Eşinizin bundan haberi var mı?"
Osman Bey'in omuzları düştü. Cevap veremedi.
Turan sinsice yaklaştı,
"Olmasını tercih etmezsiniz, değil mi? Bu yaştan sonra..."
Osman Bey’in sesi titredi:
"Eşimi seviyorum. Ama sizi de... çok seviyorum..."
Ardından geri adım attı, uzaklaşmaya başladı.
Sıla öfkeyle Turan’a döndü:
"Sen ne kadar kötü bir insansın..."
Turan, şaşkınlıkla ona bakarak cevap verdi:
"Ben mi kötüyüm? Yıllardır bir yalanın içinde yaşayan ben mi?"
Sıla, öfkeyle arkasını döndü, yüzünde hayal kırıklığı ve kırgınlık karışımı bir ifade vardı.
"Yeter artık!" diye fısıldadı kendine. Adımlarını hızlandırarak yürümeye başladı.
Turan hemen ardından koştu. Sıla durmadı. Kolunu çekip kurtarmaya çalışmadan, yüzünü bile dönmeden yürümeye devam etti.
Turan yanında yürümeye çalışıyordu, sesi yorgun ama ısrarlıydı.
Ama Sıla, hiçbir şey duymamış gibiydi. Gözleri ileriye kilitlenmiş, dudakları sıkılıydı. Turan konuşuyordu, kelimeler havaya savruluyordu ama Sıla’nın umursadığı yoktu. Her adımda daha da uzaklaşıyor, Turan’ın sesi sanki arkasından siliniyordu.
Sıla odaya girer girmez doğruca yatağa oturdu. Gözleri hâlâ öfkeyle parlıyordu. Başını kaldırıp Turan’a baktı:
"Seni tanıyamıyorum artık," dedi, sesi sakin ama içinde kırgınlık saklıydı.
"O adam senin baban. Sadece torununu sevmek istiyor. Seni de seviyor. Ve bunun için senden izin almayacak."
Turan bakışlarını kaçırdı, ama Sıla devam etti:
"Bu şekilde devam edersen... herkesi kaybedeceksin. Özellikle beni."
Sonra bir an duraksadı, gözlerini dikti:
"Babandan bizi kıskanmayı bırak artık. Gerçekten çok itici oluyor."
Turan sertçe karşılık verdi:
"Sadece etrafınızda olmasını istemiyorum. Bizi hak etmiyor."
Sıla, sinirli bir kahkahayla başını salladı:
"Babam gibi konuşuyorsun. Ve ben... babam gibi biriyle olmak istemiyorum."
Tam o anda hemşire odaya girdi. Sıla hiçbir şey söylemeden yatağa uzandı, yüzünü tavana çevirdi.
Turan donakaldı. Sılanın sözleri zihninde yankılanırken ona öylece bakakaldı. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi.
Hemşire içeride sessizce birkaç kontrol yaptı. Kan basıncını ölçerken Sıla gözlerini kapalı tutuyordu, ama göz kapaklarının titremesinden duygularını bastırmaya çalıştığı belliydi.
Turan hâlâ yerinden kıpırdamamıştı. Sılanın son sözleri kulağında çınlıyordu:
"Babam gibi biriyle olmak istemiyorum."
İlk defa... gerçekten yaralanmıştı. İçinde bir şey kırılmış gibiydi. "Babası gibi..." diye geçirdi içinden.
Onun o babadan nasıl kaçtığını biliyordu. Ve şimdi o benzetmenin altında eziliyordu.
Hemşire işini bitirdi, Sıla’ya kısaca gülümsedi.
"Dinlenmeniz iyi olur," dedi yumuşak bir sesle ve kapıya yöneldi.
Tam çıkarken, göz ucuyla Turan’a baktı, sonra hiçbir şey demeden kapıyı arkasından kapatıp gitti.
Odanın içinde bir sessizlik kaldı.
Turan usulca bir adım attı, sonra bir tane daha.
Yatağın ucuna oturdu, başını öne eğdi.
"Sıla..." dedi neredeyse fısıltıyla.
"Ben seni kaybetmek istemiyorum."
Sıla gözlerini açtı. "O zaman değişmek zorundasın Turan. Kırarak, bastırarak sevemezsin. Ben o tarz sevgiden kaçtım. Şimdi yeniden içine çekme."
Turan boğazındaki düğümü yutkunarak bastırmaya çalıştı.
"Değişebilirim," dedi. "Seninle olmak istiyorum..."
Sıla bu kez döndü, göz göze geldiler. Yorgun ama kararlı bir ifadeyle:
"Ben seni seviyorum, Turan."
O an, odanın sessizliği ikisine de dar geldi. Ama ilk defa birbirlerini gerçekten duydukları bir an yaşandı.
Turan, usulca Sıla’nın elini tuttu. Bir an tereddüt etti, ama Sıla elini sıkıca kavrayınca gözleri doldu.
Sessizce başını onun omzuna yasladı, gözlerini kapattı. Zaman bir anlığına durdu sanki.
"Üzgünüm... gerçekten," dedi kısık bir sesle.
Sıla, onun saçlarını usulca okşarken fısıldadı: "Biliyorum."
Bir süre öylece kaldılar. Sıla’nın teni sıcak, nefesi sakindi. Sessizliğin içinde birbirlerini affetmeye çalışıyorlardı.
Sonra Sıla hafifçe gülümsedi: "Senin hastaların yok mu hâlâ?"
Turan gözlerini açtı, dudaklarında mahcup bir ifade belirdi. "Sanırım kovuluyorum," dedi ayağa kalkarken.
Sıla başını sallayıp gülümsedi. "Kovmadım ama... insanları da bekletmen hoş değil."
Turan başını eğdi, hafifçe gülümsedi.
"Doğru diyorsun. Ben gideyim. Ece, Alparslan’ı çocuk bölümüne götürmüş. Keyfi yerinde. Onu düşünme sen."
Kapıya yöneldi. Elini kapı koluna uzattığında Sıla’nın arkasından gelen sesi duydu: "Tamam..."
Turan gülümsedi, kapıyı aralayıp sessizce çıktı.
Sıla gözlerini kapadı. Kalbi biraz daha hafiflemişti. İlaçların etkisi yavaşça zihnine yayıldı.
Yüzünde silik bir tebessümle derin bir uykuya daldı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 32.25k Okunma |
3.13k Oy |
0 Takip |
110 Bölümlü Kitap |