106. Bölüm

99. Bölüm

Gelip geçen biri
okurdayazarda

Birkaç gün sonra Güral tekrar aradı. Sesi, öncekinden bile daha yorgun ve kırıktı.

 

“Annem… ölüyor,” dedi sadece.

 

Sıla, telefonu kapatır kapatmaz Turan’ı aradı. Olanları anlattığında Turan tek kelime etmeden yola çıktı.

 

Sıla, onun gelişini beklerken çocukları hazırlamış, içi yanan bir kadın gibi evin içinde sessizce dolanıyordu. Gebeliğin verdiği yorgunluk bir yana, yüreğindeki yük çok daha ağırdı.

 

Turan geldiğinde fazla vakit kaybetmediler. Hemen yola çıktılar.

 

Uzun, sessiz ve yorucu bir yolculuktu. Çocukların arada sırada uyanıp huzursuzlanmaları, Sıla’nın üzerine binen yükü daha da artırıyordu. Her şey bir rüya gibiydi; ama uyanınca geçmeyen türden.

 

Şehre vardıklarında Sıla hemen Güral’ı aradı. Güral’ın sesi titriyordu.

 

“Evdeyiz…” dedi zorlanarak.

 

“Eve mi gelelim?” diye sordu Sıla.

 

Güral, kısa bir duraksamadan sonra bir adres verdi. “Oraya gelin… Ben de geliyorum şimdi,” dedi ve kapattı.

 

Sıla gözlerini Turan’a çevirdi. “Bir adres verdi, gidiyoruz,” dedi kısık bir sesle.

 

Turan o an anladı. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı. Ama Sıla’nın içinde hâlâ inatçı bir umut vardı, kabullenmek istemeyen bir kalp…

 

Eve vardıklarında Güral kapıda bekliyordu. Sıla’yı görür görmez ona sarıldı ve tüm ağırlığıyla ağlamaya başladı.

 

Sıla, abisinin ağlamasına dayanamadı. Gözleri dolmuştu. “Annem nerede?” diye sordu fısıltıyla.

 

Güral gözlerini kapayıp, sesi titreyerek yanıtladı:

“Yarın… toprağa vereceğiz.”

 

O an dünya durdu.

 

Turan, arabada uyuyan çocukların yanındaydı. Duyduğu sözlerle hemen kapıyı açtı, hızlı adımlarla Sıla’nın yanına geldi.

 

Sıla’nın gözleri bir noktaya takılmıştı, ağlamıyordu. Güral’ın kollarından çıkıp, öylece dikildi. Tepkisizdi.

 

Turan, onu yavaşça kendine çekti. Sarıldı. Ama Sıla kaskatıydı. Ne kımıldıyordu ne de cevap veriyordu.

 

Sadece durmuştu.

Dünya durmuştu.

İçindeki çocuk sessizce annesini kaybetmişti.

 

Sıla, gözyaşlarını içine akıtarak donmuş bir haldeydi. Duyguları, annesinin kaybıyla birlikte sanki bir buz kütlesine dönüşmüştü. Çocukları arabadan alıp eve geçtiler. Sıla, çocukların uyumaları için yatırılan odaya girdiğinde, yatağın ucuna oturdu ve sadece çocuklarını izledi. Bir an bile onlardan uzak kalmaya dayanamayan gönlü, annesinin kendisine beş yıl uzak kalması ve onu ölü bilmesiyle nasıl yıprandığını düşündü.

 

Aşağı indiklerinde Güral salonda oturuyordu. Turan, Sıla'yı hafifçe destekleyerek onu salona gitmeye teşvik etti. Güral'ın karşısına oturdu ve "Babam nerede?"

 

Güral uzun uzun bakıp, "Cenazeye gelmemeni, sonra yanına geleceğini söyledi. Medya falan olacak, biliyorsun. Şu an evde,"

 

Sıla etrafına bakıp, "Bu ev kimin?"

 

Güral, "Senin," dedi, sonra düzeltti, "Yani sizin."

 

Sıla sinirle gülerek, "Evini de, şöhretini de, parasını da, imkanlarını da istemiyorum. Babamın,"

 

Güral, "Biliyorum," dedi, "Ama buraya geldiğinizde kullanmanız için size aldı."

 

Sıla, "Buraya bir daha gelmeyeceğim. Annemi toprağa verip gideceğim. Benim burayla hiçbir bağım yok, senin dışında," dedi.

 

Turan, Sıla'ya bakıp, "Sakin ol hayatım," diyerek elini tuttu.

 

Sıla sinirle, "Onca olandan sonra babalık yapası gelmiş," dedi alaycı bir şekilde ama sinirle.

 

Sabaha kadar evde ağır bir sessizlik hâkimdi. Gerginlik ve acı, duvarların arasına sinmişti adeta. Sıla, bir çocuklarının yanına çıkıyor, bir aşağı iniyor; ne yapacağını bilemez halde evin içinde sessizce dolanıyordu. İçinde kıyametler kopuyor ama gözünden tek bir yaş düşmüyordu.

 

Turan, elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyordu. Hem çocuklarla ilgileniyor hem de Sıla’nın biraz olsun yükünü hafifletmeye uğraşıyordu. Onun bu hâlini izlemek yüreğini parçalasa da yapabileceği fazla bir şey yoktu. Sessizce yanında durmak, omzunu uzatmak ve çocuklarıyla ilgilenmekten başka...

 

Sabah olduğunda Güral cenaze için evden çıkarken, Sıla ikindi vaktine kadar gitmeyeceğini söylemişti. Kalabalık dağılacak, mezarlık sessizleşecekti. Güral, “Bir saate gelirim, çocukları bırak ben bakarım,” dese de Sıla çocuklarsız gitmek istemediğini söyledi. “Yanımda olsunlar,” dedi sadece. Güral bir şey demeden başını sallayıp kapıyı çekip çıktı.

 

Saatler geçmek bilmiyordu. Her dakika, annesinin yokluğunu biraz daha derinden hissettiriyor gibiydi. Öğleye doğru Güral yeniden aradı, ama Sıla fikrini değiştirmedi. Gün ağır ağır ikindiye yaklaştığında, Sıla hazırlandılar ve evden çıktılar.

 

Mezarlığa vardıklarında Sıla arabadan inmedi. Gözleri bir noktaya kilitlenmişti, bedeni sanki orada ama ruhu hâlâ annesinin sesiyleydi. Turan, onu zorlamadı. Oğlanlarla ilgilenip usulca bekledi. Sıla, bir süre sonra derin bir nefes alıp kendini toparlamaya çalıştı. Ardından çocukların ellerinden tutarak arabadan indi.

 

Adımlarını attıkça yüreğindeki sızı büyüyor, içi daralıyordu. Her adım, annesine biraz daha yaklaştığını değil, biraz daha eksildiğini hissettiriyordu. Yorgunluğu yalnızca bedensel değildi; ruhu yorgundu, kalbi yorgundu, gözyaşları bile susmuştu artık...

 

Turan iki oğluyla kenarda beklemeye geçti. Sıla yalnız yürüdü; her adımda ayakları ağırlaştı, kalbi sıkıştı ama yüzü hâlâ ifadesizdi.

 

Annesinin mezarının ayak ucuna geldiğinde, olduğu yere çömeldi. Uzun uzun baktı toprağa, elleri dizlerinde. Dudaklarında zoraki bir gülümseme belirdi. Gözleri kupkuruydu.

 

“Ben geldim anne,” dedi sessizce. Ne sesi titredi, ne de gözünden yaş aktı. Boşluk dolu bir sessizlikti onunki.

 

“Bana kavuşacağın için çok mutluymuşsun,” diye ekledi. Ardından derin bir nefes aldı, başını kaldırıp gökyüzüne baktı.

 

“Seni özlediğimi… seni sevdiğimi unutma,” dedi, ellerini toprağa uzatarak, sanki annesinin elini arar gibi.

 

Tam o anda, arkasından bir ses duyuldu:

 

“O da seni çok seviyordu.”

 

Sıla sesi tanımıştı. Dönmedi. Gözleri hâlâ toprağa kilitliydi ama dudaklarının kenarı alaycı bir şekilde seğirdi. Ardından sinirle bir kahkaha attı.

 

“Sen sevmediğin için tüm sevgiyi kendine topladı,” dedi, öfkeyle ama yorgun bir içlenmeyle.

 

 

Bölüm : 02.05.2025 12:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...