38. Bölüm

37. Bölüm

İsimsiz Biri
okuyan_bir_insan

Mutluluk, heyecan, stres ve daha nice duyguları aynı anda yaşıyordum. Etrafımda uğultulu bir konuşma yaşanırken benim gözlerim her birinde dolanıyordu. Hemen yanımdaki Ateş’e baktığımda ise zaten beni izlediğini fark ettim.

“Rüyadayım sanki,” demesiyle onu onaylayan bir baş hareketiyle, “Ben de öyle hissediyorum,” dedim. “Böyle bir anı yaşayacağımı tahmin etmezdim.”

“İkimiz de fark etmeden birbirimiz beklemişiz bu anı yaşamak için. Şimdi bu anın hakkını sonuna kadar vermeliyiz sevgilim,” diyerek göz kırptı.

Bir sonraki aşamaya geçebilmek için annemden de aldığım işaretle ayaklandım ve “Kahvelerinizi nasıl içersiniz?” diye sordum.

“Kızım hiç zahmet etme hepsini sade yapıver,” diyen Handan teyzeye, “Peki,” diyerek mutfağa doğru yol aldım. İçeri girmeden önce vestiyere bıraktığım çiçek ve çikolatayı da alarak mutfağa girdim.

“Tencere nerede?” diyen Nilüfer’e şaşkınlıkla bakıp, “Ne tenceresi?” diye sordum. O sırada Cemre, Nilüfer’in istediği tencereyi verdiğinde, “O kadar insana cezvede yapacak halin yok herhalde. Hem sen sadece Ateş’in kahvesini yapacaksın diğerleri bizde,” diyerek tencereye önce üç paket kahve boşalttı. Ardından neredeyse ağzına kadar su koyup ocağın büyük gözüne koyarak altını yakmadan önce karıştırdı ve ardından altını yakarak pişmeye bıraktı.

“Ne bakıyorsun kız? Yap hadi müstakbel kocanın kahvesini,” diyen Nilüfer’le anca şaşkınlıktan çıkıp kahveyi yapmaya başladım.

“Tuz koyacaksın değil mi?” diye soran Yasemin’e, “Hayır,” diyerek raftaki bal kavanozuna uzandım. O sırada koşarak içeri giren Asena, “Yetiştim,” diye nefes nefese gelmişti. “Tuz koyuyorsunuz değil mi?”

“Hayır, senin yengeciğin abine kıyamadığından tuz değil bal koyuyor kahveye,” dedi Yasemin. “Nasıl ya?” dedi sevgili görümcem. “Ama abimin ne güzel ağzı burnu kayacaktı. Ben yıllar sonra bunu yeğenlerime gösterip dalga geçecektim.”

“Sendeki bu abi sevgisi her geçen gün gözlerimi yaşartıyor Asena,” diyerek takıldı Nilüfer.

“İnsanın abisi olması böyle bir şey abla,” diyerek kendi de ayak uydurdu sohbete.

“Harbiden sen neden tuz değil de bal koyuyorsun kahveye? Kıyamıyor musun yoksa?” dedi Nilüfer.

“Kahveye tuz koyma işini herkes yanlış biliyor da ondan. Eskiden kahveye tuz koymalarının sebebi benim gönlüm başkasında demek için yapılan bir şeymiş. E benim de gönlümün kimde olduğu belli. Ben şimdi nasıl tuz koyayım kahveye? Ayrıca evet, kıyamadığım doğrudur.”

Son söylediklerimle mutfaktaki herkes gülerken, “Aman da aman, sevdiğine de hiç kıyamazmış,” diyerek dalga bile geçti Yasemin.

“O zaman senin istemen de Murat’ın kahvesine sen tuz koy bebeğim,” diyerek göz kırptım. Pişen kahveyi ocaktan alıp köpüğünü fincana koydum. Ardından cezvenin içine bir kaşık bal koyarak karıştırdım ve fincana döktüm. Ateş’in getirdiği çikolataları da Yasemin’e vererek arkamızdan servis etmesini rica ettim. Tencerede pişen diğerlerinin de kahvesi hazır olduğunda, “Bak şimdi,” dedi Nilüfer. “Sen annenlere, babana ve Ateş’in ailesine kahveleri vereceksin, biz de diğerlerine vereceğiz. Tamam mı?”

“Tamam, hadi bakalım kazamız mübarek olsun,” dedim ve besmele çekerek sakin adımlarla önden ilerledim. Ben önde, Nilüfer hemen arkamda ve son olarak da Yasemin olmak üzere arka arkaya mutfaktan çıktık. Asena biz fincanlara kahveleri dökerken çıkmıştı.

Salona girdiğimizde önce Ateş’in babası ve annesine kahveleri verdim. Ardından babama, anneme ve Gülendam ablaya da verdikten sonra en son Ateş kalmıştı. Tepsiyi kahveyi alması için uzatırken ceketinin iç cebinden küçük bir papatya demeti çıkardı ve tepsiye koydu.

“Ellerine sağlık Nazlı’m,” diyerek kahveyi aldı. Hemen yanına oturduğumda kahveden büyük bir yudum aldı ve tuz değil de içinde bal olduğunu anladığında tebessümü büyüdü.

“Müstakbel eniştemin niye ağzı burnu yamulmadı. Yoksa içine bir şey koymadınız mı?” diye sordu canım kardeşim Tahir.

“Oğlum,” diyerek uyarıcı bir tonda seslendi Gülendam abla Tahir’e ama bu yine durmasını sağlamadı.

“Ne du ya Tahir, Tahir. Ablamu vereceğum, sanki dedum bir şey.”

Son derece Karadeniz ağzıyla yaptığı isyanından sonra babamdan ters bir bakış almasıyla sustu. Babamın attığı bakış yeterli olmuştu. Sohbet eşliğinde içilen kahvenin ardından Haluk amcanın, “Sebebi ziyaretimiz belli. Allah’ın emri, peygamber efendimizin kavliyle kızınız Nazlı’yı, oğlumuz Ateş’e istiyoruz.”

Yaşanan sessizlik ve iç çekmelerin ardından, “Oğlunuz ne iş yapıyor Haluk amca,” diye soran Emre’yle gülüşmeler bir olmuştu. Haluk amca ise hiç bozmadan, “Tamirhane dükkânı var,” diyerek yanıtladı.

“Sigortası var mı?” diye bu sefer de Çağdaş sordu. Yanıtlayan kişi ise yine Haluk amca oldu.

“Var.”

“Evi var mı?” diye bu sefer de Onur sormuştu.

Haluk amca yine cevapsız bırakmadı ve “Var,” dedi.

Tam Tahir bir şey diyecekken ben araya girip, “Çocuklar ne yapıyorsunuz siz?” diye sordum.

“Seni kimlerin eline teslim ettiğimizi öğrenmeye çalışıyoruz ablacım,” dedi Tahir. “Ne yani, sormayalum mi? Evi var midur, arabasi var midur, sigortasi var midur, ne iş yapayi, sağa bakabilecek midur? Bunlar önemli ablacuğum,” dedi ve Haluk amcaya dönüp, “Haluk Bey amcacum oğlunun arabasi var midur?”

Artık hiç kimse dayanamamış olacak ki gülmeye başlamışlardı. Ateş’e baktığımda ise olaylara gülmekle sinirlenmek arasında gidip geldiğinin farkındaydım.

En son dayanamamış olacak ki, “Var,” dedi. “Hepsi var çok şükür. Ablanız benim başımın tacı,” dedi ve bakışları bana döndü. “Ona gözüm gibi bakıp, elini sıcak sudan soğuk suya koymayacağımın da garantisini veririm.”

Gözlerimin içine bakıp söylediği her bir kelimenin garantisini bana bakarken parlayan gözlerinden anlayabiliyordum. Her zaman iyi günlerimiz olmazdı elbette. Zorlandığımız anlarda olacaktır illa ki ama yanımda Ateş olduktan sonra her şeye göğüs gerebileceğim tek kişi de oydu. Benim Ateş’imdi.

Ortam tekrar sessizleşirken, “Ee Agah Bey söz sizin,” diyen Haluk amcayla bakışlar ona dönmüştü.

“Kucağıma alamadım belki, uyurken masallar anlatamadım, saçını okşayamadım ama çok sevdim ben kızımı. Ve biliyorum ki en başından beri yanımda olsaydı da bu kadar zorlanacaktım yine.”

Gözlerim dolmaya başlarken yalnız olmadığımı da biliyordum. Bakışlarımı babamdan çekemiyordum ama diğer herkesin de benim gibi olduğunu biliyordum. Arada duyulan burun çekme sesleriyle de bazılarının sadece gözlerinin dolmadığını anlamıştım.

“Kızım,” dedi babam. “Senin gönlün var mıdır? Son karar senin.”

“Benim gönlüm var baba.”

Babam derin bir iç çekmenin ardından, “O zaman ben de kızımı önce Allah’a sonra da size emanet ediyorum,” dedi ve ayaklandı. Ardından biz de ayaklandığımızda benim yüzüğümü Haluk amca, Ateş’in yüzüğünü de babam taktı. Sıra kurdeleyi kesmeye gelince babam Orhan amcaya bakıp, “Sen kesmek ister misin Orhan abi,” diye sordu.

Bu soruya Orhan amca şaşırmış ben ise sevinmiştim. “Şimdi doğru olur mu ki bilemedim?” diye ikilemde kaldı. Babam ise, “Olur,” dedi. “Sen bunca zaman yanındaydın Nazlı’nın, bu kurdeleyi kesmek senin hakkın.”

Makası aldı ve “O kadar çabuk büyüdün ki şimdi seni böyle görmek gözlerimi dolduruyor Nazlı kızım,” dedi. “Zamanında çok korkmuştum seni üzecek birine gönlünü vereceksin diye ama neyse ki öyle olmadı. Allah mutluluğunuzu bir ömür daim etsin, tamamına erdirsin. Ferah günleriniz olsun inşallah,” dedi ve besmele çekip tam kurdeleyi kesecekken Yasemin, “Makas kesmiyor,” dedi. O sırada nişan tepsisine sırayla koyulan iki yüzlük banknotlara hayretle bakıyordum.

Nihayet para koyma işlemi bittiğinde Orhan amca da kurdeleyi kesti.

Kesilen kurdelenin ardından ailelerimiz ve arkadaşlarımızla tek tek sarılmış, tebrik ve güzel dileklerine teşekkürlerimizi etmiştik. En son sıra Ateş’le birbirimize sarılmaya ve tebrik etmeye geldiğinde babamın bakışlarını kaçırdığını fark ettim.

Ateş’e sıkıca sarılırken o da en az benim kadar sıkı bir şekilde sarılıp, “Güzel nişanlım,” dedi. “Güzel sevgilim, artık resmen nişanlıyız. O kadar mutluyum ki, anlatamıyorum bile.”

“Ben de mutluyum. O kadar mutluyum ki hislerimi anlatacak kelime yok.”

Ardımızdan duyulan öksürük sesiyle hafifçe birbirimizden ayrıldığımızda ortamdaki bazı beyler için fazla uzun sarıldığımızı anlamıştım.

“Hoparlör var mı?” diye sordu Yasemin Cemre’ye.

“Var,” dedi ve salondaki konsoldan orta uzunlukta bir hoparlör çıkarttı. Ardından Yasemin’e verdiğinde, “Ne yapıyorsun Yasemin?” diye sordum. Birkaç saniye sonra hoparlörden yayılan dans müziği sesiyle ne yaptığını söylemesine gerek kalmadan anlamıştım.

“Hadi bakalım ilk dansınızı yapın,” dedi ve aynı zamanda kalkmamız için eliyle de işaret verdi. Diğerlerinin de dans edin ısrarına dayanamayarak dansa kalktığımızda bazı telefonların bizi çekmek için kalktığını gördüm. Onların bu hâline gülüp bu sefer gözlerimin hedefi Ateş olduğunda onun zaten bana baktığını gördüm.

“Çok güzelsin,” dedi iç çekerek. “Ben şimdi her gün bu güzelliği görüp de güne başlayacağım öyle mi?”

“Evlenince öyle olacak. Her sabah beni, her akşam beni göreceksin. Hep ben, sadece ben. Sıkılmaz mısın benden?” diye sordum.

“İnsan nefes almaktan sıkılır mı? Dünyanın en güzel şeyine sahip olmaktan, uğruna öleceğin insanı her gün görmekten, her gün onun kokusuyla uyuyup onun kokusuyla uyanmaktan sıkılır mı insan hiç?”

Bana olan aşkını her anlatışı, her kelimesi ilmek ilmek yüreğime işliyordu. Kaburgalarımın arasında, göğsümün hemen altında atan kalp yıllar sonra artık sadece beni hayatta tutmaya yaramıyor, onu hak eden birini delicesine seviyordu.

Yunan mitolojisine göre eski zamanlarda insanlar dört kol, dört bacak ve iki yüzü olan insanlar olarak yaratılmıştır. Fakat bu insanların sözde güçlerinden korkan Zeus, onları ikiye ayırır ve hayatları boyunca birbirlerini aramalarını sağlamış. Efsane işte. Fakat böyle bir gerçeklik herhangi bir paralel evrende mümkünse şayet ben ruh eşimi bulmuştum.

“Sıkılmaz,” dedim. “İnsan diğer yarısından sıkılmaz. Kalbinden, nefesinden, ruhunun parçasından sıkılmaz elbette.”

Söylediklerimle yüzünde tebessüm oluşurken müzik çoktan bitmiş hatta değişmişti. Diğerleri de bu ana bizimle eşlik ederken sevdiklerimizin de bizimle bu anı paylaşması artık yalnız olmadığımı sonuna kadar hissettiriyordu.

Artık nilüfer çiçeği değildim. Koca kökleri olan bir çınar ağacı da değildim belki ama artık kökleri olan küçük bir fidandım. Suyum sevgi, güneşim sevdiğimin gülümsemesiydi. Günden güne kökleri güçlenecek bir fidandım.

Gecenin sonunda hazırlanan ikramlıklar eşliğinde çaylar içilirken bir yandan da nikâh gününün ne zaman olabileceği hakkında konuşuluyordu. Babam, ‘ne gerek var şimdi bunu konuşmaya. Kızı daha yeni verdik,’ diyor, Haluk amca ise ‘hayırlı iş beklemeye gelmez’ diyerek babama söyleniyordu.

“Ee bey amcalarım,” diye araya girdi Yasemin. “İyi diyor hoş diyorsunuz da acaba önce bir Nazlı’yla, Ateş’e mi sorsanız? Neticede onların düğünü olacak ya, hani belki istediği bir ay, tarih, ne bileyim bir mevsim falan vardır.”

“Kız haklı Haluk Bey,” dedi Handan teyze. “Siz aldınız başınızı gittiniz. Hele bir çocuklara soralım, onlar ne isterler.”

Ateş ve benim kararım ortaktı. Bu yüzden Ateş sözü bana bırakarak, “Nazlı nasıl isterse öyle olsun,” dediğinde bakışlar bana döndü.

“Biz, en kısa sürede evlenmek istiyoruz,” dedim.

“Aceleniz ne kızım? Daha şimdi nişanlandınız,” diyen babama. “Acelemiz yok zaten babacım. Bizim derdimiz zamanla. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu artık biliyoruz. Bu yüzden fazla uzamasını istemiyoruz.”

Bunun üstüne kimse bir şey diyemezken, “Peki madem, siz nasıl isterseniz öyle olsun kızım, önemli olan sizin gönlünüzün nasıl istediği.”

 

*******

 

“Ay anam anam, koptu ayaklarım,” diye sızlanarak ayaklarımı Ateş’in bacaklarının üstüne koydum. Ateş ise sanki her zaman yaptığı bir şeymişçesine ayaklarımın her birinin dizden aşağısına masaj yapıyordu.

Murat’ın çıraklarından biri önümüze taze çayları koyarken ben de biten günün ceremesini çekiyordum.

Nişanlanalı henüz bir hafta olmuştu. Israrla gün almak isteyen Ateş’i bir hafta zor tutmuş, bu haftanın sonunda ise nihayet gün almaya ikna edilebilmiştim. Şu an ise Murat’ın çay bahçesinde bütün gün hastane ve evrak işlerinin koşuşturmacasının acısını ancak şimdi çay içerek çıkarabiliyordum. Karadeniz’li olmak bunu gerektirirdi.

Bu sırada bizim masaya doğru gelen Murat’a, “Murat, senin çocuklar bir de tost atsınlar makineye midem sırtıma yapıştı artık,” dedim.

Murat çocuklara verdiğimiz siparişleri söylemeye giderken, “Çok mu yorulmuş benim bebeğim,” dedi Ateş. Sorusuna cevap vermezken, “Sen yorulmadın mı?” diye sordum.

“Yoruldum ama değdi. Resmen evleniyoruz, hem de bir ay sonra.”

Dediği istemsizce gülümsememi sağladı. Evet, gerçekten de öyleydi. Kış ayında olduğumuzdan mütevellit bir ay sonraya gün bulabilmiş, 26 Kasım 2024 tarihinden itibaren evli bir çift olacaktık. Ve bu durum beni korkutmaktan ziyade gün saymama sebep oluyordu.

Biz kendi halimize dalmışken aniden açılan kapının gürültüsü ile “Geldim, geldim,” diyerek bize doğru koşarak gelen Yasemin bir oldu. Yasemin’in soluk soluğa gelişiyle elinde dolu olan tepsiyle Murat’ta yanımıza geliyordu. Toparlanıp dik bir şekilde otururken Ateş’e de Murat’a yardım etmesi için işaret vermiştim.

Selamlaşıp nihayet yerlerimize geçtiğimizde, “Ee ne yaptınız anlatın bakalım? Halledebildiniz mi her şeyi?” diye sordu.

O sırada sucuklu kaşarlı tostumdan koca bir ısırık aldığım için Yasemin’in bu sorusunu Ateş cevaplamıştı. “Bizden kaçar mı baldız?” dedi ayıp ettin der gibi. “26 Kasım’da evleniyoruz.”

“Ne!” diye yükseldi Yasemin. “Çok erken. Daha düğünün yapılacağı yer bile belli değil. Gelinlik, saç, makyaj. Nasıl ayarlayacağız hepsini? Ben ne giyeceğim?”

Onun bu haline gülerken, “Merak etme, yer tutma işini babamla Haluk baba halledecekler. Kışın düğün yaptığımız için kapalı bir yer olacak haliyle. Diğerlerini de hallederiz bir şekilde telaşa gerek yok.”

“Kız sendeki bu rahatlık beni öldürecek. Daha kına gecesi, bohça var. Allah’ım yapılacak ne çok şey var?”

“Yaso, telaş yapma her şeyi halledeceğiz paniğe gerek yok,” dedim.

Evet, yanlış duymadınız. Az önce Haluk amcadan bahsederken baba olarak bahsettim. En başından beri bana bir baba sevecenliğiyle yaklaşmıştı. Şimdi ise oğluyla evleniyordum. İçimden baba demek geçtiği için de baba olarak bahsetmiştim. Gün içinde bir kez daha Haluk babaya, baba dediğim için Ateş’in üzerinde o tatlı şaşkınlık yoktu ama tebessümü hâlâ yerindeydi.

“Nasıl telaş yapma yahu sen ne,” derken durdu. “Sen az önce ne dedin?” diye sordu.

“Ne demişim?” dedim sanki anlamamış gibi. “Çok şey söyledim hangisinden bahsediyorsun?”

“Sen Haluk amcaya baba mı dedin?”

“Evet, baba dedim ama henüz bundan kendisinin haberi yok.”

“Nazlı,” dedi ve bana sarıldı. Ben de ona sarıldıktan sonra benden geri çekildi ve “Salak,” deyip enseme vurdu. “Bir ayda davetiye, düğün yeri, kına gecesi ve daha aklıma gelmeyen diğer şeyler nasıl hazır olacak?”

“Halledeceğiz Yaso, halledeceğiz.”

Bu muhabbet biraz daha böyle sürerken gün batmış ve hava iyice kararmıştı. Hep beraber kafa kafaya vermiş ve plan program oluşturmuştuk. Bundan sonraki süreç ise sadece o anı beklemekti.

Yasemin, Murat’la beraber çay bahçesinde kalırken, Ateş’le ben ise eve doğru yürüyorduk. “Yarın seni bir yere götüreceğim, sonra da duruma göre alışverişe çıkarız gülüm uyar mı sana?”

“Olur sevgilim,” dedim, elini tuttuğum koluna diğer kolumla sarılırken.

“Heyecanlı mısın?” diye sordu.

“Şu an telaşım heyecanıma ağır basıyor. Her şey yoluna girdiğinde o zaman heyecanlanacağıma eminim. Peki, sen? Sen heyecanlı mısın?”

“Çok,” dedi. “Kaç yıllık hayatımda hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. Tabi bazı anlar hariç,” dediğinde o anları merak ettim. Bu merakımı sesli de dile getirerek, “Nasıl anlar ki o anlar?”

“Seni ilk gördüğüm an, ilk sevgili olduğumuz an, seni öptüğüm, teninin tenime değdiği her an ve en önemlisi de karavandaki o,” derken ağzını elimle kapattım.

“Anladım, demek ki senin heyecan kaynağın benim. Bunu net bir şekilde anladım.”

Birden havalanmamla küçük bir çığlık attım. “Heyecan kaynağım,” dedi ve öptü. “Yaşama sebebim,” dedi ve tekrar öptü. “Sevdiğim, her şeyimsin.”

Ardı ardına öperken bu andan büyük bir zevk alıyor ve aynı şekilde karşılık veriyordum. Güle oynaya evlerimizin önüne geldiğimizde beni kucağından indirdi.

“İyi geceler müstakbel karıcım,” dedi.

“İyi geceler müstakbel kocacım,” dedim.

Ben apartmandan içeri girene kadar kapının önünden ayrılmadı. Eve girip beklemeden duşa girdiğimde yarım saat sonra çıkmıştım. Odamın lambasını açmamla telefonuma gelen bildirim sesini duymam bir olmuştu.

 

Ateş ❤:Saçlarını kurutmadan uyuma, hasta olursun. Ve seni seviyorum. ❤

 

Siz: Ben de seni seviyorum. ❤

 

Benim için uzun geçen zaman diliminde saçlarım kurumuştu. Nihayet kendimi yatağa atabildiğimde çok geçmeden kendimi uykuya bırakabilmiştim.

 

                                                                      *****

 

 

Sabahın erken sayılabilecek bir zaman diliminde uyandığımda gün boyunca bindallı ve gelinlik deneyeceğimi bildiğimden kışlık bir elbise giydim. Saçlarımı ensemde dağınık bir topuz yaptıktan sonra hafif yaptığım makyajın ardından Ateş’in aramasıyla evden çıkmıştım.

“Günaydın sevgilim.”

Ateş’e sıkı bir şekilde sarılırken aynı şekilde karşılık verdi.

“Günaydın bebeğim, çok güzel olmuşsun.”

Sevdiğim bey tarafından beğenilmek hoşuma gittiği için bu iltifatına gülümseyerek cevap verdim. “Teşekkür ederim.”

Elimi sıkıca tutarken, “Hazır mısın?” diye sordu.

“Neye?” diye karşılık verdim ben de.

“Eğer sende istersen evlendikten sonra yaşayacağımız evi görmeye.”

Beklemediğim bu gelişmeyle, “Ne?” diye sordum. “Ay gerçekten mi? Gidelim, hemen hadi.”

Bu hevesli halimi gülerek izleyen Ateş beni arabaya doğru yönlendirerek, “Kendi gözlerinle görmeden bilemezsin,” dedi.

Yanıma oturmasını sabırla bekledikten sonra, “Buraya uzak mı yoksa?” diye sordum.

Arabayı çalıştırırken, “Hayır,” diye cevap verdi. “Evi beğenirsen mobilya bakmaya gideriz. O yüzden tekrar buraya dönmemek için arabayla gidiyoruz gülüm.”

Dediği mantıklı geldiği için bir şey söylemedim. Fakat merakıma yenik düştüğüm için de yol boyunca nasıl bir ev olduğunu sormaktan da geri durmadım. Ateş ise tüm bu meraklı ve heyecanlı hallerimi gülerek izledi.

Yaklaşık on beş dakikanın ardından müstakil evlerin olduğu yere geldiğimizde etrafıma bakmadan duramadım. Ateş, arabayı park ettiğinde hâlâ etrafıma bakıyordum. Motoru durdurmasıyla arabadan indiğimde çok geçmeden yanımdaki yerini aldı. Elimi sıkıca tuttuğunda karşımızdaki eve bakıyordum.

“Burası mı?” diye sordum. Sadece başını onaylar bir biçimde sallamakla yetindi.

Çok güzeldi. Tek bir cümleyle ifade etmem gerekirse kesinlikle çok güzel demek yeterliydi. Ev iki katlı ve bahçeliydi. Çatısı üçgen ve buradan bile görünen çok güzel bir terası vardı. muhtemelen yatak odasında kalıyordu.

“Hadi evimizi görelim,” diyip Ateş’i çekiştirdim.

Dış kapıdan geçtiğimizde bu bahçeye ekebileceğim çiçekleri ve koyabileceğim yemek masasını düşünürken kapıya çoktan varmıştık bile. Ateş anahtarla kapıyı açtığında beni geniş bir salon karşıladı. Tahmin ettiğim gibi boştu. Solda bir kapı ve bir koridor vardı. Kapının mutfak olabileceğini düşündüğümden ilk olarak oraya baktım. Ve bingo. Geniş bir mutfak ve ortada duran ada masayla şahane bir mutfaktı.

Ben evi sessiz bir şekilde gezerken, Ateş’te sessizliğime eşlik ediyordu. Salona bakarken neyi nasıl konumlandırabileceğimi düşünüyordum.

“Ara koridorda ne var?” diye sordum.

“Misafir için yatak odası ve banyo ile lavabo var.”

Merdivenlerden yukarı çıkarken üç kapı karşıladı beni. Soldaki kapıyı açtığımda küçük ve dikdörtgen bir oda vardı. Burası muhtemelen çamaşırlar içindi. Gördüğüm bağlantı yerleri de bunu gösteriyordu.

Hemen yanındaki kapıyı açtığımda burası yatak odasıydı. Sağ tarafta kalan yerin büyük çoğunluğu camdı ve terasında burada olması eve girmeden önceki tahminimi doğruluyordu. Odaya girdiğimde solda bir kapı daha vardı ve burası da ebeveyn banyosuydu. Odanın solunda kalan geniş bir yer vardı. Oraya baktığımda boydan boya gömme dolap olduğunu gördüm.

Yatak odasından da çıktığımda sağ çaprazda yatak odasına nispeten daha uzak kalan odaya girdim. Yatak odası kadar olmasa da geniş bir odaydı. Burada da bir kapı vardı ve orasının da banyo olduğunu tahmin etmek zor değildi.

Belimde hissettiğim kollar ve ensemdeki nefesle derin bir iç çekerek gözlerimi kapadım. Biliyordum ki, kaç yıl geçerse geçsin Ateş’in teni tenime değdiğinde hissettiğim bu iç gıdıklayan his sonsuza kadar aynı kalacaktı.

Boynumun sağına kondurduğu öpücükten sonra, “Beğendin mi?” diye sordu. Ve ardından öpücüklerine devam etti.

“Bayıldım,” diye bildim gittikçe mayışan sesimle. Vücudumun her bir zerresi sanki bu öpücüklere muhtaçmışçasına Ateş’in öpmesi için yer açıyordu.

“Gerçekten mi?” diye sordu.

“Gerçekten.”

Zar zor kollarının arasından dönüp yüz yüze gelebildiğimizde, “O kadar çok beğendim ki, neyi nereye yerleştiririz onu bile düşündüm. Bahçeye güzel bir yemek masası olabilir mesela, yazın orada kahvaltı yapabiliriz. Salona da koltuk tak-” derken lafımı bölen şey Ateş’in dudakları oldu.

Afallamayla geçen iki saniyenin ardından aynı iştah ve tutkuyla öpücüğüne karşılık verdim. Saatler sürse bile doyamayacağım dudaklarından nefessiz kaldığım için ayrıldığımda, “Uzmanlar çocuk odalarının ebeveyn odasından uzak olması gerektiğini söylüyorlar. Bu oda ideal uzaklıkta, yani bence öyle.”

“Bence de, olmadı aşağıdaki odada yatar artık,” dediğimde erkeksi ve beni felfena eden gülümsemesi duyuldu. Odanın boş olmasından dolayı yankı yapan her kahkahası içimde bir yerleri uyardı. Bizim acilen evlenmemiz lazımdı, hem de en acilinden.

“Kesinlikle katılıyorum sana.”

Birbirimize sarılı geçen dakikaların ardından, “Ben öyle çocuk odası dedim ama bu oda çocuk odası olmak zorunda değil Nazlı’m. Eğer istemezsen seni buna zorlamam ki böyle bir hakkımda yok. Buna saygı duyarım.”

“İstiyorum,” dedim. “Ben çocuk istiyorum. Babasının müstakbel kocamın olduğu bir çocuk sahibi olmayı kesinlikle çok istiyorum.”

Rahatlamış gibi görünen ama emin olamayan ifadesini gördüğümde ise, “Ve bu isteğimden gayet eminim,” diyerek daha da rahatlamasını sağladım.

“Seni çok seviyorum ben ya,” dedi.

“Seni baya çok seviyorum ya,” diyerek karşılık verdim.

“O zaman evimiz için mobilya bakmaya gidelim mi?” diye sordu.

“Gidelim,” dedim ve evden el ele çıktık.

Arabaya doğru giderken, “Bu ev ne zamandan beri var?” diye sordum.

“Yaklaşık üç yıldan beri. Annem evleneceğim diye sürekli bir ev sahibi olmam gerektiğini söyleyip duruyordu. Ben de parayı çarçur etmektense yatırım olarak bir ev almayı daha makul bulmuştum. Evi alınca annem kiraya vermeme karşı çıktı. ‘Sen o evi karınla yaşamak için aldın. Şimdi kiraya verip de başkalarının anılarıyla dolmasını sağlama, bırak size özel kalsın,’ diyip kiraya vermemi engelledi ki altını çizmek isterim değil o zamanlar hayatımda birinin olmasını aklımda bile birisi yoktu.”

Yaptığı açıklama ve kendisini savunmasını tatlı bulduğumdan gülümsedim. “Söylemiş miydim?” diye sordum.

“Neyi?” diyerek yanıtladı.

“Anneni çok sevdiğimi.”

Bu dediğime bu sefer Ateş güldü ve “Beni daha çok sevmen önceliğim,” dedi.

“Ee,” dedim verdiği cevaba gülerken. “İlk olarak evimizin hangi eşyasına bakıyoruz?”

“Bu da sorumu?” diye sanki hayret içerisinde sordu. “Tabi ki yatak odası bakmaya gidiyoruz.”

Kahkahalarımın arasından, “Arsız,” diye bildim.

Arabayı nihayet çalıştırıp yola koyulduğumuzda beklediğim ve alıştığım yanıtı verdi.

“Yalnız sana.”

Çok geçmeden büyük bir AVM’ ye geldiğimizde önce kahvaltı yaptık. Sakin ve düğüne kadar neler yapacağımız hakkında konuştuğumuz kahvaltı sonrasında yatak satan bir mağazaya geldik. İçeri girer girmez ise bizi beyaz gömlek ve siyah pantolonlu bir satış görevlisi karşıladı.

“Merhaba, size nasıl yardımcı olabilirim?”

Ateş hiç vakit kaybetmeden, “Yatak odası takımı bakmaya geldik, ebeveyn için olanlardan.”

“Peki, aklınızda herhangi bir model var mı?” diye sordu.

Adamın sorusunu yanıtlayan kişi yine Ateş oldu.

“Ben modelden ya da şekilden anlamam ama sizin elinizde yüksek ve dayanıklı modelden yatak var mı?”

İster istemez utanırken Ateş’in elimdeki elini sıktım. Dayanıklı da ne demekti? Utancımdan her an bayılabilirdim şu an.

“Tabii,” dedi adam. Onun da utandığını anlamamak zor değildi. “Beni takip edin lütfen.”

Adam önden giderken aramızda olan mesafeye dayanarak Ateş’in koluna bir sille yapıştırdım.

“Dayanıklı ne demek Ateş? Utancımdan kulaklarımdan dumanlar çıkacak şimdi. Öyle söylenir mi ya?”

“Ya ne diyecektim? Benim ne hayallerim var o yatakta haberin var mı senin? Hepsini gerçekleştireceğim bir yatak bulmadan buradan çıkmak yok bugün.”

“Nasıl hayallermiş onlar Ateş Bey?” diye sordum. Yangına körükle gidiyormuş gibi hissediyordum. İçimden bir ses alacağım yanıtla daha çok utanacağımı söylüyordu ve o ses beni yanıltmamıştı.

“Gerçekten şu an söylememi ister misin Nazlı’m? Seni nasıl hayal ettiğimi, hatta o kadar çok hayal ettiğim için artık rüyalarımda bile gördüğümü anlatmamı ister misin? Tam şu an ortam da uygunken anlatabilirim ama akşam haberlerinde ‘Evlilik arifesinde olan çift, yatak odası bakmaya giderken birbirlerine olan hasrete dayanamayıp mağazada yangın çıkardılar,’ başlığı altında kendini görmek istemiyorsan bunu daha sonraya saklayabilirim.

“Bunu bir ara anlatmanı o kadar çok isterim ki,” diye aynı arsızlıkla karşılık verdiğimde vücudundan yükselen ateşi avucumda hissedebiliyordum. Ne de olsa körle yatan şaşı kalkardı.

Satış görevlisinin yanına geldiğimizde söyleyeceklerini yutmak zorunda kaldı. Adam bize tam da Ateş’in istediği gibi bir yatak gösterdiğinde Ateş yatağın yanında durdu. Yatak benim kasıklarımın tam hizasında kalırken onun uyluklarında kalıyordu. Bir dizini yatağa bastırdı. Ben de yatağa oturduğumda sert olduğunu anladım. Gayet iyi gözüküyordu ama baktığımız ilk yatağı almak da içime sinmiyordu.

Ateş kendince yatağı incelerken görevli adam yatağı anlatmaya başladı. “Yatağımız bazalı yatak. Geniş ve iç hacmi oldukça yüksek,” derken Ateş adamın lafını, “Yatağımız derken bilader. Türkçe’yi düzgün kullanalım değil mi? Yoksa bazılarımızın başına iş kazası gelebilir.

“Ateş,” dedim uyarı maksatlı. Ateş ise hiç oralı olmadan aynı keskin ve sert bakışlarla adama bakmaya devam etti.

Adam ise “Pardon,” diyerek anlatmaya devam etti. “Yatakla beraber iki yastık, bir çift kişilik battaniye ve bir yorgan da hediye veriliyor. Aynı zamanda yastık ve yorganlar için de bir nevresim takımı yarı fiyatına düşüyor.”

“Peki, tüm bunların totali ne kadar?” diye sordum.

“Yirmi iki bin beş yüz elli,” diyen adamla öylece kaldım. Ardından sadece, “Ne?” diyebildim.

“Bu yatak uçuyor herhalde. Bu fiyat ne kardeşim?”

“Maalesef benim de yapabileceğim bir şey yok yenge. Ben de satıcıyım neticede.”

“Bu iyi ama başka modellere de bakalım,” diyen Ateş ise hiç oralı bile değildi.

Neredeyse bir saatimiz böyle geçerken en sonunda aldığımız yatak yine ilk baktığımız yatak olmuştu. İkinci baktığımız yatak ilkine göre daha alçakmış ‘hayallerine’ uymuyormuş. Üçüncü yatak ise fazla yumuşaktı. Ondan ben bile rahatsız olmuştum. Dördüncü yatak ise küçükmüş. Adamın yanımızda olmadığı anda ‘sevişirken senin düşme riskini göze alamam’ dediği için ufak bir boğulma tehlikesi yaşamıştım. Bazı şeyler su içerken söylenmemeliydi. Beşinci ve son yatağın başlığını beğenmemişti. Bir diğer ‘hayalinin’ baza başlığında geçtiğini söylediği için yatak işini tamamen Ateş’e bırakmaya karar verdim.

Nihayetinde ilk yatağı almış bulunduk. Yatağın düğünümüzden bir hafta öncesinde gelmesi konusunda anlaşmış ve ödemeyi yaptıktan sonra ayrılmıştık.

“Uyuyan devi uyandırdığımı düşünüyorum. Resmen rahat rahat sevişebilmek için yatak aldın az önce.”

Bu dediğime gülüp, “Ben o yatakta uzun bir süre uyumayı düşünmüyorum yavrum. Umarım sen de düşünmüyorsundur.”

“Tabi ki de düşünmüyorum. Hele aklından geçenleri tahmin ettikçe asla.”

Dudaklarıma bir öpücük bıraktığında, “Bir an önce evlenelim, lütfen,” dedi iç çekerek.

Tam cevap vereceğim sırada çalan telefonumun araya girmesiyle istemsizce Ateş’ten ayrıldım. Telefona baktığımda gördüğüm aramayla, “Eyvah,” dedim.

“Ne oldu?” diye sordu hemen.

Bekletmeden açtığım telefonu hoparlöre aldım. “Anneciğim.”

“Kızım neredesin sen? Kaç saat oldu? Nerede kaldın?” diye kızmaya çoktan başlamıştı.

“Geliyorum anne,” derken bir yandan da Ateş’e arabayı sürmesi için işaret ediyordum. “Ateş’le beraberdim. Bana evlendiğimizde yaşayacağımız evi gösterdi de şimdi yoldayız geliyoruz. Siz neredesiniz?”

“Kapalı çarşıdayız. Çabuk gel hadi, geç kaldık geç.”

“Tamam, anne geliyoruz.”

Telefonu kapatır kapatmaz Ateş’in koluna bir kez daha vurdum. “Hep senin yüzünden. Aldın aklımı başımdan bugün annemlerle buluşacağımı unuttum.”

“Benim ne suçum var ya? Ayrıca ne yapacaksınız ki?” diye sordu.

Erkekler. Yorucusunuz.

“Ben şimdi gelin olacağım ya,” dedim. “Gelin olmam için ne gerek?”

“Damat?” dedi.

O da gerekliydi elbet ama “Gelinlik, şaşkın gelinlik,” diyerek yanıtladım. “Gelinlik alacağız, bindallı alacağız, kına, kınada dağıtmak için bir çerezciyle anlaşacağız. Allah’ım anlatırken yoruldum. Acaba yıldırım nikâhı kıyıp tüm bu karmaşadan kurtulsak mı ya?”

“Kesinlikle katılıyorum. Hadi hemen evlenelim.”

Ateş’in dediğine gülmekle yetindim. Böyle bir şey olamayacağını ikimizde biliyorduk. On dakika sonra annemin bahsettiği yere geldiğimizde beraber bir gelinlikçiye girdik. Annem mesaj olarak gelinlikçinin yerini atmıştı.

“Anne,” diye şaşkınlıkla sordu, Ateş. “Sen de mi buradasın?”

“Herhalde oğlum. Asıl sen hâlâ neden buradasın? Çık bakayım dışarı. Yok mu senin işin gücün?”

“İşimde ve de gücümdeyim annecim. Benim artık tek işim müstakbel karım.”

“Tamam, güldük eğlendik. Çık hadi dışarı nikâhtan önce Nazlı’yı gelinlikle göremezsin.”

“Zorunda mıyım?”

Hep bir ağızdan verdiğimiz evet yanıtıyla gitmek zorunda kaldı. Aklının burada kaldığını biliyordum ama yapacak bir şey yoktu. Ateş’in gitmesiyle beraber her şey hızlı bir şekilde ilerlemeye devam etti. İstediğim model belliydi. Bu yüzden görevli bir kadın istediğim birkaç model getirerek seçmemi daha kolay hale getirdi.

İlk modelin omuzları açık, belden tam oturan ve omuzun iki parmak aşağısından başlayıp dirseklere kadar uzanan, derin yırtmaçlı bir modeldi. Giydikten sonra annemin ve Handan annenin karşısına geçtim. Fakat bu model bir gelinlik hareketlerimi kısıtlayacağı için pek beğenmemiştim. Onlar da benimle aynı fikirde olacaklar ki pek bir şey dememişlerdi.

İkinci gelinliği aldığımda askıda çok güzel duruyordu. Kolları uzun ve balon kol diyebileceğim ama dökümlü duran kolları vardı. Belden tam oturan ve cesur bir göğüs dekoltesi vardı. Yırtmacı ise idealdi. Perde açılıp annemlerin karşısına geçtiğimde, “Nasıl olmuş?” diye sordum.

“Çok güzel olmuşsun,” diyen Yasemin ve Nilüfer’in sesini duydum.

“Gelmişsiniz,” dedim tebessümle.

“Geleceğiz tabi şaşkın. Bu an kaçırılır mı?” diyen Nilüfer’e gülerek baktım.

“Kızım,” diyen annem dikkatleri çektiğinde gözlerinin dolduğunu fark ettim.

“Ağlamayacaksın değil mi? Ağlarsan ben de ağlarım bak.”

“Anneyim ben, ağlamaya hakkım var.”

“Çok güzel olmuşsun Nazlı kızım, çok yakışmış.”

Herkes bu gelinlikte hem fikirdi. Fakat diğerlerine bakmazsam aklımın kalacağını bildiğimden diğerlerini de denedim. Üçüncü gelinlik, ikinci gelinliğe çok benziyordu ama ikincisi kadar içime sinmemişti. Son gelinlikte ise bel ve bilek kısmında dantel vardı. Son gelinlikle de karşılarına çıktığımda herkes benimle aynı fikirde olduğu için gönül rahatlığıyla gelinliği almıştım. Burada rahat olmayacak tek kişi Ateş’ti. Gelinliği görünce aklının oynayacağına emindim.

Ödeme kısmına geçtiğimizde annem hiçbir itirazı kabul etmeden gelinliği ödemişti. Bindallıyı da kendisinin alacağını söyleyerek, “Ben kızım için bu zamana kadar hiçbir şey yapamadım. Bundan sonrasını yapmak ise benim bir anne olarak yapmak boynumun borcu,” diyerek ben dâhil kimseye söz hakkı tanımamıştı.

Bindallı seçmek için başka bir mağazaya geldiğimizde gelinliğe nazaran daha kolaydı. Bordo seçtiğim bindallı gümüş işlemeli, dirsekten itibaren bollaşan uzun kollara sahipti ve tacıyla bir bütünlük sağlıyordu. Gelinlikten daha ağır olması şaşırtıcı ve kına gecesiyle düğünün arasına dört gün koymamın ne kadar doğru bir karar olduğunu ise bir kez daha kanıtlıyordu.

En son seçilen kınayla birlikte derin bir nefes almıştık. Gerekli olan tüm diğer şeyler de hazır olduğunda artık geriye kına gecesini beklemek, düğün için de giyebileceğim bir ayakkabı bakmak kalıyordu.

 

*******

 

KINA GECESİ

 

Günler fark edemediğim bir şekilde çabucak geçmiş, şu an kına yapacağımız salonda gelin odasında bindallımla oturuyordum. Bindallıma uygun saç ve makyajımla bu gecenin yıldızının ben olduğumun adeta kanıtıydı.

Çalan kapıya, “Gir,” dediğimde içeri kızlar takımı girmişti.

“Dışarısı ne alemde? Çok kalabalık mı?” diye sordum. Bu bindallının içinde nefes almak sanılanın aksine o kadar da kolay değildi. Bunu yapan insan keşke nefes almamız için alan da verseydi.

“Bence kendi gözlerinle görsen daha iyi olur ama bil diye söylüyorum baya kalabalık, baya.”

Yasemin’in ‘kalabalık’ tanımını gözümde canlandırdığımda korkum daha da katlanıyordu.

“Galiba kusacağım.”

“Sakın,” diyen Yasemin’e baktım. “Bu gecenin yıldızı sensin. Kim ne kadarmış, kaç kişiymiş bunlar senin düşüneceğin şeyler değil. Git ve gecenin tadını çıkar.”

“Dünya hassas mideliler için tam bir cehennem.”

Söylediklerime gülen kızlara baktığımda, “Biriniz bacım,” dedim işaret parmağımı Cemre’ye uzatırken, “Diğeriniz görümcemsiniz. Sizi de göreceğim bu koltukta. O zaman da ben güleceğim hainler.”

Hâlâ bana gülerlerken panik ve stresten tuvalete gitmem gerekmişti. Altımdaki tarlatanı güç bela çıkardıktan sonra işim bittiğinde yine aynı şekilde güç bela giymiştim.

“Bu ne biçim kıyafet ya. Benim dörtte birim kadar. Bu gece bittiğinde kilo vermezsem ben de bir şey bilmiyorum.”

“Söylenme,” dedi Yasemin. “İlk ve son kez giyeceksin. Anı yaşa bebeğim.”

Kapının tıklatılıp içeri birinin girmesiyle dikkatimiz oraya kaydı. Annemi gördüğümde ise bir şeylerin ters gittiğini düşünmüştüm ama “Vakit geldi,” demesiyle artık gecenin başladığını anladım.

Önce kızlar çıktı, arkalarından ben. Ve o andan sonrasını ise her şey olağan hızıyla aktı. Kınam yakılırken Ateş geldi. Mahalle gençlerinin diğer üyeleri de. Gece o kadar güzel geçti ki. günün yorgunluğunu Ateş’in kollarında dans ederken fark edebildim.

“Çok güzel olmuşsun. Kına gecesinde böyleysen düğünde nasıl olacaksın Allah bilir.”

“Teşekkür ederim ve seni temin ederim ki bundan çok daha fazlasını göreceksin,” dedim.

“Sabırsızlanıyorum.”

“Ben de.”

Gece bittiğinde ve en son biz kaldığımızda herkes evlerine gitmek için yavaş yavaş dağıldı. Çok değil, bundan sadece birkaç gün sonra artık her günüm, gecem her anım onunla olacaktı. Ateş’le. Ve ben tüm bu anları yaşamak için sabırsızlanıyordum.

 

Bölüm sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Yazım yanlışları var ise afola.

Bir de şöyle bir ricada bulunmuştum.

Selam, kitabım sayenizde 30.000 okumayı geçti. Bunun için sizlere bir kez daha teşekkür ederim.

Fakat bir ricam var. Aranızda kitap tanıtım sayfası ya da böyle bir sayfaya sahip olan bir tanıdığınız varsa benim "Ateşe Düşen Çiçek" kitabım hakkında da bir reels yapabilir misiniz?

Şimdiden teşekkür ederim.

Eğer bu ricamı yaptıysanız ben görmedim. Bu yüzden eğer yaptıysanız sayfanızı yorumlarda yazar mısınız?

Şimdiden teşekkürler.

 

Bölüm : 27.04.2025 16:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...