39. Bölüm

38. Bölüm

İsimsiz Biri
okuyan_bir_insan

 

‘Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir,’ demiş John Lennon. Sen bambaşka şeyler düşünsen de, hayatın senin için mutlaka başka planları vardı. Mesela benim ilk gün o pazar yerine girme amacım, işletebileceğim herhangi bir dükkân bulmaktı fakat hayat dediğimiz şey bambaşka bir halde karşıma çıkmıştı.

Hayatımı birleştirmek isteyeceğim kadar çok birisini seveceğimi düşünmezdim. Ya da yıllar süren yalnızlığımın son bulacağını da tahmin etmezdim. Şimdi ise düğünden önceki son gecemde baba evinde tüm bu yaşanılanları düşünüyordum. Tek derdi yeni bir iş yeri bulmak olan ben, sadece iş yeri bulmakla da kalmamış hem hayat arkadaşımı hem de ailemi bulmuştum.

Kına gecesinden sonra babam kendisinde kalmam için ısrar etmiş, “Bu zamana kadar yaşayabileceğin bir baba evi veremedim sana, bari düğüne kadar yanımda kal, gelinliğinle baba evinden çık,” dediği için son gecemde babamın evindeki odamda Yasemin’le kalıyordum.

“Ne düşünüyorsun da iç çekip duruyorsun? Güzellik uykumun içine ettin,” diyen Yasemin’in sesiyle daldığım düşüncelerden ancak sıyrılabildim.

Yalandan bir kızgınlıkla, “Odan mı yok kızım? Yürü git odanda uyu güzellik uykunu.”

Yataktan doğrulup benim gibi sırtını yatak başlığına yasladı. “İçine sinmeyen bir şey mi var? Anlat.”

Birbirimizi o kadar uzun zamandır tanıyorduk ki artık nefes alış şeklimizden birbirimizin neyi var neyi yok anlayabiliyorduk. Bu durum bazen korkutucu olsa da birini bu kadar iyi tanımak da herkesin sahip olabileceği bir şey değildi.

“İçime sinmeyen bir şey yok, sadece düşünüyorum öyle. Mahalleye gelişimiz, sonrasında yaşanılanlar falan işte.”

Sorunun ne olduğunu anlamak istercesine bir bakış attıktan sonra, “Beklemediğin şeylerle karşılaştın, yaşanmaması gereken şeyler yaşadın, yaşadık evet ama mutlu değil misin?” diye sordu.

Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. “Mutluyum tabii ki. Sevdiğim adamla evleniyorum, bir ailem var, kendi yuvam olacak. Mutlu değilim desem taş olurum.”

Son dediğimle ikimizde gülerken, “Ama,” dedi. “Korkuyorsun.”

Bazı gerçekler dile döküldüğünde bir yumru olup kursağınıza takılırdı. Her gerçek nasıl mutlu etmez ise bazı gerçekler de sesli söylendiğinde kabul etmek zorlaşırdı. “Bilmediğim, içinde büyümediğim bir şeyi sıfırdan kuruyorum. Bocalarım, altından kalkamam diye korkuyorum.”

Evet, aslında tüm derdim buydu. Ya her şeyi batırırsam; bizi yıpratırsam, ne aile sıcaklığında büyümüş biriydim, ne de iyi bir evliliğe şahit olarak büyümüş biriydim. Aklım ve mantığım elbet düzgün bir evliliğin nasıl olması gerektiğini biliyordu fakat bunu yapamamaktan korkuyordum. Düğün günü yaklaştıkça beynimi kemirip duran korkum buydu. Şu an ise bunu düşünmekten uyku uyuyamıyordum.

“Evlilik müessesesi karakterle yürür, Nazlı. İki tarafın da birbirini sevmesi, güvenmesi ve sadakatli olmasıyla yürür. İster aileyle büyümüş ol, ister köksüz. Eğer insanda bir evliliği yürütebilecek karakter yoksa hangi ortamda büyüdüğünün bir önemi yok. Ve emin ol ikinizde de o karakter var.”

Kısa bir sessizlik olduğunda, “Bu bilgilere nereden ulaştınız hanımefendi?” diye takıldım Yasemin’e.

Yandan bir bakış atıp, “Çok şükür kafam çalışıyor. Böyle kendi kendime evham yapıp kafamda kurmuyorum.”

İyi laf sokmuştu. Bu yüzden söyleyecek bir şey bulamadığım için sessiz kalmayı tercih ettim ama Yasemin’in söyledikleriyle resmen dilim tutulmuştu. “Ayrıca anne baba olmaması gereken o iki insanın çocuğu olarak söylüyorum, siz bu evliliği yürütürsünüz.”

Bu yaşımıza kadar ne ben, ne de Yasemin anne - babamızı aramak gibi bir girişimde bulunmamıştık. Korkumuz ağır basmış, kabul etmek istemeyeceğimiz gerçeklerle karşılaşmak istememiştik. Bu yüzden gururumuza sığınıp, bizi bırakan insanları arayacak halimiz yok diyerek işin içinden sıyrılmıştık. Ama Yasemin’in ‘o’ insanlar demesiyle, “Yasemin,” diyebildim sadece.

Ne demek istediğimi anladı. “Buldum onları ya da onlar beni buldular gibi bir şey. Birbirini sevmeyen ama evli kalmak zorunda olan iki insanın evliliklerini kurtarmak için dünyaya gelen o çocuğum, yani o çocukmuşum. Gördüğün gibi pek başarılı olamamışım ama. Doğduktan dört ay sonra işe yaramadığım için bırakmışlar beni yurda.”

“Nasıl,” diyebildim. “Nasıl öğrendin bunu? Bana neden söylemedin, aptal?” dedim ve sımsıkı sarıldım. Beklemeden Yasemin’de bana sarıldığında, “Çok olmadı, hem ben hiç yaşanmamış varsaymak istiyorum. Hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim,” dedi.

“Yasemin,” diyecekken lafımı böldü. “Gerçekten iyiyim. Hayatımda zerre yeri olmayan insanları da kafaya takmayacağım. Onlar sayesinde dünyaya gelmiş olabilirim ama beni ben büyüttüm. O yüzden onlara karşı zerre bir duygum yok.”

“Ne istiyorlar peki senden? Neden bunca yıl sonra çıkmışlar karşına? Nasıl bulmuşlar seni?” diye sordum.

“Tanımak istemişler,” diyerek ilk sorumu cevapladı. “İkisi de boşandıktan sonra ayrı ayrı hayatlar kurmuşlar ama beni sosyal medyada görünce tanımak istemişler.”

Zaten bozuk olan bir evliliği ‘çocuk kurtarır’ adı altında daha beter yapmak tam bir aptallıktı. Çocuk, bozuk olan hiçbir evliliği kurtaramaz, aksine olan sadece o çocuğa olurdu. Hiçbir çocuk sevgisizliği, değersizlik hissini hak etmez, bir araya bile gelmemesi gereken insanlarla yaşayamazdı, yaşamamalıydı. Bu tıpkı, ‘evlenince düzelir’ gibi salak saçma bir düşünceydi. Her insan evlenmemeli, çocuk yapmamalıydı.

“Nasıl bulduklarına gelecek olursak, beni bıraktıkları yetimhane zaten tanıştığımız yetimhane biliyorsun. Bulmaları o kadar da zor olmamıştır. Sosyal medyada falan da görünce olmayan vicdanları sızlamış herhalde.”

“Sen ne dedin peki, onlar karşına çıkınca?”

Güldü. Ama bu gülüş öyle sıradan ve yalandandı ki onu hiç tanımayan biri bile sahte bir gülümseme olduğunu anlayabilirdi.

“İş yerimde karşıma çıktılar. En başta onları öğrencilerimden birinin velisi sandım, torununu almaya gelen dede – babaanne falan. O kadar ihtimal vermedim yani ama karşıma çıkıp, ‘sen bizim kızımızsın’ dediklerinde beynimden vurulmuşa döndüm. İtiraf etmem gerekirse benim de hikâyemin senin gibi olduğunu sandım ya da öyle istemiş de olabilirim emin değilim.” Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Bir süre ne ben ne de Yasemin konuşmadık ama kısa bir sessizliğin ardından konuşan yine Yasemin oldu. “Her şeyi bana anlattıklarında onları tanımak istemediğimi, bir daha da karşıma çıkmamalarını söyledim. Bence gayet yeterli bir cevap, umarım bir daha karşıma çıkmazlar.”

“Sen gerçekten iyi misin? Hissediyorum canın yanıyor.”

Bu dediğime de sırıttı. Ama bu seferki sahici bir gülüştü.

“Zaten terk edilmiştim ama sebebini bilmiyordum. En azından artık sebebini biliyorum. Değişen hiçbir şey yok. Çok iyi olduğum söylenemez evet ama olacağım. Ve artık uyuyabilir miyiz lütfen? Gelinin en yakın arkadaşı olarak yerine getirmem gereken görevler için uykumu almam lazım.”

“Nasıl görevlermiş onlar?”

“Pistten çocuk fırlatmak gibi görevler.”

 

*******

 

Uykuyla uyanıklık arasındaki o ince çizgideydim. Uyanığım ama değilim, bilincim yerinde ama iki saniye sonra tekrar uykuya dalabilirim yani dalabilirdim. Şayet kulağımın dibinde erik dalı çalmasaydı.

Olduğum ortamı bir an için yadırgamış, nerede olduğumu unutmuştum. Bu da o ince çizgiden kaynaklanan bilincimin henüz tam yerine gelmemesinden kaynaklanıyordu. Sesler daha net gelmeye başladığında güçlü bir ‘Aaa!’ sesi duydum. Ardından topluca şarkının devamını söyleyen topluluğa bakmak için yatakta doğruldum ve sırtımı yatak başlığına yasladım. Karşımda gördüğüm manzara ise beni şaşırtmamıştı ama böyle bir şeyi de görmeyi elbette beklemiyordum.

Tahir, Emre ve Cemre odamın ortasında yatağımın tam karşısında küçük bir çember oluşturmuş oynuyorlardı. Cemre’nin elinde telefon, Tahir’in elinde hoparlör vardı. Bu da sesin neden bu kadar yüksek geldiğini açıklıyordu.

 

“Eller oynasın eller

Diller oynasın diller

Eller ne derse desinler

O dillerini yesinler”

 

Kendilerini kaptırmış bir şekilde hem kendi etraflarında hem de oluşturdukları küçük yuvarlakta dönüp oynuyorlardı. Öyle kaptırmışlardı ki benim uyandığımı bile fark etmemişlerdi. Ben ise uykudan yeni ve pek de hoş uyanamamış bir şekilde sadece onları izliyordum.

Şarkı devam ederken söylemeyi de ihmal etmiyorlardı. Bu enerji nereden geliyordu onu da anlamıyordum. Tıpkı şu an neden odamın orta yerinde erik dalı oynadıklarını anlayamadığım gibi.

En sonunda dayanamayarak olduğum yerde dikleştim. Sırtımı yasladığım yatak başlığından ayırıp dizlerimin üzerinde oturur hale geldim. Yastıkları alıp tamda karşımdaki üçlüye gelecek şekilde fırlattığımda üçü de aynı anda olduğu yerde kaldı. Hoparlör cızırdayarak sustu, hareketleri bıçak gibi kesildi.

Aynı anda bana baktıklarında bana göre çok makul bir soru sordum. “Ne yapıyorsunuz lan siz?”

“Alıştırma yapıyoruz abla,” dedi Emre.

Bu cevap benim için yeterli değildi.

“Kardeşim siz Anadolu ateşi misiniz yoksa folklor ekibi mi? Sabah sabah ne işiniz var lan benim odamda?”

“Aşk olsun abla,” diyerek bu sefer konuşan kişi Tahir’di. “Hatırlatmak isterim ki bugün düğünümüz var ki burada başrol sensin. Ne var yani? Damat tarafına rezil mi olalım ha? Pratik yapıyoruz yani şurada.”

“Odadan çıkmanız için üç saniyeniz var,” diyerek yataktan kalktım ve “Üç,” diyerek geri saymaya başladığımda kapının çarpılarak kapandığını duydum.

Derin bir nefes alıp odaya baktığımda Yasemin’in olmadığını fark ettim. Muhtemelen benden önce uyanmış olmalıydı. Düğünü olan ben, en son uyanan yine bendim. Tarihe düğününe geç kalan gelin olarak girmek istemediğim için yatağımı çabucak toparladım ve duş almak için banyoya girdim.

Hızlı bir duşun ardından saçlarımı hafif kuruttum. Babamın isteği ve daha rahat ederim düşüncesiyle kuaför eve gelecekti. Doğru ve ince düşünülmüş bir fikirdi. Bu yüzden itiraz etmeden kabul etmiştim. Üstüme çıkarması kolay olsun diye kot gömlek ve altıma da gri eşofman giyip odadan çıkarak mutfağa gittim.

Mutfağa girdiğimde herkes buradaydı. Beni gören Emre, “Düğün kombinine bayıldım. Kesinlikle kendi düğününe böyle gelmelisin.”

Masada boş kalan yere geçmek için arkasından geçerken ensesine silleyi çaktım.

“Gülmedim.”

Ensesini tutup ovuştururken, “Ateş abi elinin ağır olduğunu biliyor mu? İmza atılmadan önce sorsam iyi olacak. Şimdi adam bilmiyordur, nikâh memuru sorduğunda hayır diyemez falan ben de bu nikâh kıyılamaz diyip adamı kurtarırım senden.”

Sadece tip bakış atmakla yetindim. O da ona yetti.

“Şaka yaptım şaka. Senin vurduğun yerde gül biter ablam.”

“Çay koy çay, zibidi.”

Sohbet ve düğün telaşıyla geçen kahvaltıdan sonra Yasemin, Cemre ve ben kuaförün gelmesiyle odama çıkmıştık. Modele karar verirken annem de gelmişti. Hem bize fikirler sunuyor hem de dolu gözlerle beni izliyordu.

Saçlarım perçemli olduğu için ona uygun bir saç modeli seçmek oldukça zordu ama sonunda hem gelinliği güzel gösterecek, hem de oynarken beni rahatsız etmeyecek bir saç modeli seçebilmiştik.

Saçı yapmak bile iki saati geçmişti. Ensemin az yukarısında küçük örgülerde olacak şekilde dağınık bir topuz yapılmıştı. Perçemlerim için uçları düzleştirici ile hafif kıvrılmıştı. Taç ise küçük, rengârenk çiçeklerden yapılmıştı. Bu süreçte de anladığım bir diğer şey ise yoran şey evlilik değil onun öncesinde yaşanılanlardı.

“Çok güzel oldun annecim,” dedi, annem.

Aynadan göz göze geldiğimizde ağlamamak için kendini zor tuttuğunu gördüm. Benimle ilgili yaşanan her yeni olayda gözleri doluyordu.

“Ağlama hakkımızı dört gün önce kullandık. Artık ağlamak yok anne.”

“Bakma sen bana,” dedi. “Yaşlanınca duygularına hâkim olamıyorsun. Hepiniz çok güzel oldunuz kızlar, Maşallah.

Solumda kalan kızlara bakabilme fırsatı bulduğumda gördüğüm manzarayla benim bile nutkum tutulmuştu. Yasemin uzun sarı saçlarını düzleştirmiş ve kırmızı tonlarında makyaj yaptırmıştı. Son olarak sürdüğü kırmızı ruju ise güzelliğine güzellik katmıştı. Düğünde giyeceği kıyafette bordo ve koyu kırmızı tonlarındaydı.

Cemre ise beline kadar gelen saçlarına su dalgası yaptırmış, yaşına ve kıyafetine uyacak şekilde hafif makyaj yaptırmıştı.

“Allah Murat’ın yardımcısı olsun. Çocuk bu gece katil olmazsa iyidir.”

Bu dediğime gülen Yasemin, “Bence katil olursa neler kaçıracağını bilir,” diyerek göz kırptı. Bu kısa sohbetimiz de bittiğinde sırada benim makyajım vardı.

Işıltılı ve ne çok abartı ne de çok hafif olmayacak bir makyaj yapılmıştı. Şimdi ise sırada gelinliği giymek vardı. Neyse ki gelinlik ağır değildi ama sırttaki ipleri bağlamak için yardıma ihtiyacım vardı.

Gelinliği giyip odaya geri döndüğümde Yasemin hemen arkamda yerini almıştı. “Adet kırk düğüm atmaktı değil mi Sedef teyze?” diye sordu Yasemin.

“Ne kırk düğümü ya? Doğru düzgün bağla yeter, o da nereden çıktı?”

“Sus kız,” diyerek bana çemkirdikten sonra annemden cevap beklercesine ona döndü ve annem, “Öyle, adet kırk düğüm atmak.”

“Nerenin âdeti o ya? Ben oralı değilim.”

“Ya bırak,” dedi bu sefer. “Zaten damat senin gibi bir kızı kaptı, azıcık sinirlerini bozalım ne var yani?”

“Sen de evleneceksin biliyorsun değil mi? O zaman bu kırk düğümü sana hatırlatacağım.”

Bu dediğime sessiz kalarak birkaç dakika sonra arkamdan ayrıldı. Karşıma geçip bir iki adım uzaklaştığında, “Çok güzel oldun Nazo. Gelinliğe yazık olacak,” diyerek sırıttığında yaptığı imayı anladım. Anlamaz olaydım.

Neyse ki ortamın havasını değiştiren kişi canım kardeşim olmuştu. Kollarımdan tutarak beni yatağa oturttu. “Ayakkabılar nerede?” diye sorduğunda sağ ayağımı kaldırarak göz hizasına getirdim.

Ayakkabı ayağımdan saniyeler içinde çıktıktan sonra nereden çıkarttığını bilmediğim kalemle ayakkabının altına isimler yazmaya başladı.

“Ne yapıyorsun kız?” diye sordu Yasemin.

“Başımdaki belalardan kurtulmak için bütün tuşlara basıyorum.”

Bir anda diğer ayağımdaki ayakkabı da çıkınca şaşkınlık içinde karşımdaki ikiliye baktım. Yasemin’in ne yazdığını tahmin etmek zor değildi ama Cemre’nin kimi yazdığını bilmiyordum.

“Kimi yazıyorsun kız sen?” diye sormam da bundan kaynaklıydı.

“Sülalemdeki bekâr, yaşı tutan bütün erkekleri yazıyorum. Bir an önce başları bağlansın da bana bulaşmasınlar artık.”

Ayakkabıya yazı yazma işi de bittiğinde odadan çıktık. Evin erkekleri ve gelen akrabalarla salon baya kalabalıktı.

“Vay vay vay. Kuzen, bu sen misin?”

Ahmet’in bu sorusuna, “Bak bakalım ben miyim değil miyim?” diyerek cevapladım.

“Vallaha bizim kız, laf sokmasından tanıdım. Sana ne olmuş be bacım?”

“Biraz gelin oldum. Olsun o kadar değil mi?”

“Kızım,” diyerek araya giren kişi babamdı. “Babacım, çok güzel olmuşsun yavrum. Neden bu kadar güzel oldun ki sen?”

Babamın bu dediğine herkes gülmüştü. Bakışlarımız denk düştüğünde neler hissettiğini gözlerinden okuyabiliyordum. Çok keşkeleri vardı ama arada yakalayabildiğim iyi kileri de görebiliyordum.

Kapı çaldığında Emre hızlıca kapıya yöneldi. Ufacık aralık bırakarak kapıyı açtığında, “Yanlış kapı,” diyerek kapıyı yüzlerine kapattı.

Babam, “Emre,” diye yüksek sayılabilecek bir şekilde seslendiğinde kapıyı açmaya yeltendi ki tekrar kapı çalındı. Emre, kapıyı yeniden aynı şekilde açtı. Bu sefer ise “Kapı açılmıyor,” diyerek elini aralıktan uzatarak iki kez aç kapa yaparak niyetini belli etti.

Bu sefer Gülendam teyze, “Oğlum,” dediğinde, “Ne du ya Emre, Emre. Ablamu vereceğum o kada kolay mi alsun elun adami,” diyerek son derece yöresel şekilde isyanını dile getirdi.

Birkaç saniyenin ardından hedefine ulaşmış olacak ki kapıyı tam açıp, Ateş’leri içeriye buyur etti. “Buyurun, buyurun hoş geldiniz.”

Herkesin içeriye girmesiyle selamlaşma faslı yaşandı. Beni ilk kez gelinlikle gören Ateş ise resmen olduğu yerde kalakaldı.

“Nazlı’m,” dedi inanamıyormuş gibi.

“Ateş,” diyerek karşılık verdim.

“Gülüm çok güzel olmuşsun.”

Tam karşıma geçtiğinde beni baştan aşağı süzdü. Yetmedi bir de tam tersi şekilde yeniden süzdü.

“Teşekkür ederim, sen de çok yakışıklı olmuşsun.”

“Senin yanında benim esamem bile okunmaz.”

Bir öksürük sesi aramıza girdiğinde yine etrafımızdaki her şeyi unutmuştuk. Ateş benim yanımda olduğunda etraftaki sesler susuyor, sanki zaman duruyordu. Sadece ikimiz kalıyorduk. O ve ben.

Babam önce damadına yani Ateş’e döndü ve “Bak evlat,” diyerek ciddi bir konuşma yapacağını belli etti.

“Benim bu hayattaki en değerli şeyim evlatlarım. Her birinin gözünden akacak tek damla yaş için o damlanın sebebi olanla beraber dünyayı yakarım. Nazlı, benim gönül yaram içimdeki sızım. Sana güvenmiş, sevmiş. Karşıma çıkardı, elini tuttu. Parmağına yüzüğünü taktı. Yalan yok sana inanmasam kızımla aramın kötü olacağını bilsem bile seni ondan uzak tutmak için elimden geleni ardına koymazdım. Ama ben de iki erkek evlat yetiştirdim. Bir adamın adam olduğunu gözünden bilir, tanırım. Fakat bu demek değil ki elimi kızımın üzerinden çekeceğim. Onun her zaman gelecek bir baba evi olacak. Kızımı üzmeyeceksin, incitmeyeceksin ama oldu da benim kızım bunu yaparsa bana geleceksin. Bu saatten sonra sen de benim evladımsın. Anladın mı?”

Babamın bu konuşmasının ardından Ateş babamın elini öptü. “Size şeref sözü veriyorum. Gözünüz arkada kalmasın. Kızınız benim kıymetlim, yeri de başımın üstünde. Nazlı bu kapıyı hiçbir zaman üzgün bir şekilde çalmayacak.”

“Siz kim ula. Ben evlat diyorum, sen siz diyorsun.”

“Baba,” diyerek kendini düzeltti Ateş.

Babam da, “Hakkınızda hayırlısı olsun,” diyerek sarıldı Ateş’e.

Babamın konuşmasından sonra ortamda bazı burun çekme sesleri duyulurken ortamın sessizliğinden dolayı söylenenlerde net bir şekilde duyuluyordu.

“O nasıl bir konuşmaydı amca? Ben de ağlayacağım şimdi ha buraya.”

Kemal’in dedikleriyle duygusal ortam az da olsa dağılmıştı. Babam alnıma bir öpücük kondurduktan sonra omuzlarımdan bana sarılmıştı. Sırasıyla bütün aile fertleriyle de sarıldıktan sonra evden nihayet çıkabilmiştik ama kapının önünde gördüğüm davul zurna ekibiyle olduğum yerde kalakaldım.

Tokmak üç kere davula vurdu ve zurnayla beraber bir oyun havası çaldığında herkes oynamaya başladı. Yaklaşık yarım saat kadar oynadıktan sonra arabalara binerek konvoy halinde düğün yerine kadar kornalara basarak ilerlemiştik.

Düğün yerinin önüne geldiğimizde ben, Yasemin ve Cemre gelin odasına giderek düğün saatinin gelmesini bekliyorduk.

“Ee, bu gece için var mı heyecan?”

Yasemin’in sorusuyla hafif bir tekme attım. “Cemre’nin yanında ne biçim konuşuyorsun?”

“Emin ol şimdiki nesil bizden çok daha fazla şey biliyor. Dünkü çocuk değil Cemre’de, kazık kadar olmuş kız yani.” Bu noktada duraksadı, “Değil mi kız,” diyerek yanında oturan Cemre’yi dürttü.

“E yani abla. Üniversiteli biri olarak pratikte olmasa da bazı şeyleri teoride biliyoruz.”

“Aldın mı cevabını?” diyerek bana döndü. “Sen soruma cevap ver. Heyecan var mı?”

“Var anasını satayım var,” diyerek istediği cevabı verdim. Heyecan var mıydı vardı. Yalan değildi neticede.

“Harbiden evleniyorsun be Nazo. Kim derdi ki taşındığın mahalleden biriyle aylar sonra evleneceksin, yuva kuracaksın.”

Tuhaftı gerçekten de. Belki de bu yüzden bilemiyorduk çoğu şeyi. Yaşayarak, denilmeyerek öğrenmek gerekiyordu. Her öğrendiklerin seni mutlu etmezdi belki ama her yaşadığın şey seni büyütürdü.

Biz kızlarla sohbeti ilerletmişken kapı çaldı ve içeri Çağdaş girdi.

“Abla, nikâh memuru geldi.”

Ayaklandığımda kızlar da benimle ayaklanmış ve Çağdaş’la beraber kapıdan çıkmışlardı ama kapı kapanmadan hemen önce araya bir el girmiş ve aralıktan Ateş içeri girmişti.

Odaya girdiği andan itibaren yine zaman durmuş tüm sesler susmuştu ve şundan emindim ki aradan yıllar geçse bile bu değişmeyecekti.

“Yavrum,” diyerek arada mesafe bırakmayacak şekilde yaklaştı. “Hazır mısın?”

“Fazlasıyla. Peki, sen? Sen hazır mısın?”

“Her şeyiyle fazlasıyla hazırım sana. İki kişilik hayatımıza, beraber geçireceğimiz ömre.”

Koca bir ömür sevdiğim insanla geçecekti. Baş başa, yan yana hep birlikte. Bu kulağa çok güzel geliyordu. İnsanın tuttuğu ellerde, baktığı gözlerde kendini görmesi gerekiyordu. Ve ben ne zaman bana bakarken parlayan gözlerini görsem kendimi görüyordum.

“O zaman hadi evlenelim.”

Koluna girmem için kırdığı dirseğini nazik bir şekilde tutarak gelin odasından çıkıp salonun girişinde durduğumuzda dans parçamız çalmıştı. Giriş müziği boyunca pistin ortasına yürümüş sözler girince de klasik bir el omuzda bir el elde olacak şekilde dans etmek yerine ellerimi ensesinde kavuşturmuştum.

 

“Değdi saçlarıma bahar küleği

Nazende sevdiğim yâdıma düştü

Her erin bahtına bir güzel düşer

Sen de tek menim yâdıma düştün

Nazende sevdiğim, yâdıma düştün

Sen de tek menim yâdıma düştün

Nazende sevdiğim, yâdıma düştün”

 

Müzik sesi yükseldi ama bizim bakışlarımız bir saniye kesilmedi. Kelimeler ağzımızdan sesli bir şekilde çıkmadı ama dudaklarımızdan çıkan her kelime birbirimiz içindi.

 

“Gözlerim yoldadır, kulağım seste

Seni unutmaram men son nefeste

Ey ceylan bakışlı, ey boyu deste”

 

Sanki bir söz verir gibiydi ağzımızdan çıkan kelimeler. Son nefesimize kadar birbirimizi unutmayacağımıza dair verilen söz. Şu an ise hiç yeri olmadığı halde aklıma vurulduktan sonra Ateş’le konuşmam geldi. Unutma beni demiştim. Hep beni sev demeye gönlüm razı gelmemişti. Bir mezarla yaşamasını istememiştim. Ama beni unutma ihtimali de yakmıştı canımı. Bu yüzden beni unutma diyebilmiştim. Şimdi ise kendi düğünümüzde ilk dansımızı yaparken aynı sözü birbirimize veriyorduk.

 

“Ey taze sevdiğim, yâdıma düştün

Nazende sevdiğim, yâdıma düştün

Ey taze sevdiğim, yâdıma düştün

Nazende sevdiğim, yâdıma düştün”

 

Ortamda güçlü bir alkış duyulduğunda nikâh memurunun sesi de duyuldu.

“Evet, sevgili konuklar. Genç çiftimizi tebrik ediyor ve nikâh akdine geçiyoruz,” dediğinde yerimizi aldık.

“Şimdide güzel çiftimizin şahitlerini davet ediyorum.”

Yasemin ve Murat’ta yanımızdaki yerini aldığında nikâh memuru, “Adınız, soyadınız,” diyerek ilk soruyu bana sordu.

“Nazlı Çiçek Arslanoğlu.”

“Damat Bey, adınız, soyadınız,”

“Ateş Gündoğdu.”

“Tarafımıza müracaat etmiş olup evlenmek istediğinizi talep etmiş bulunmaktasınız. Yapılan incelemeler sonucunda evlenmenize bir engel bulunmamıştır. Siz, Nazlı Çiçek Arslanoğlu, hiçbir etki ve baskı altında olmaksızın hür iradeniz ile Ateş Gündoğdu’yu iyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta kocalığa kabul ediyor musunuz?”

“Evet!”

Ortamda güçlü bir alkış koparken bu sefer Ateş’e sordu.

“Siz, Ateş Gündoğdu, hiçbir etki ve baskı altında olmaksızın hür iradeniz ile Nazlı Çiçek Arslanoğlu’nu iyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta karılığa kabul ediyor musunuz?”

Vakit kaybetmeden, “Evet!” dedi ve tekrar güçlü bir alkış koptu.

“Sizler şahitlik ediyor musunuz?”

Murat ve Yasemin’de, “Evet,” dediğinde nikâh memuru konuştu.

“O zaman ben de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak sizleri karı – koca ilan ediyorum,” dedi.

Deftere atılan imzaların ardından aile cüzdanını bana uzatarak, “Aile cüzdanını da evin reisine veriyorum. Allah bir ömür boyu mutlu etsin. Damat Bey, gelin hanımı öpebilirsin.”

Memurdan cüzdanı aldıktan sonra Ateş’le karşı karşıya durduk. Elleri yanaklarımı kavrarken alnıma sıcak bir öpücük kondurdu. Ben bu kadarla kalacağını sanırken dudaklarıma da aynı şeyi yaptığında afalladım ama karşılık vermekten de geri durmadım.

Birkaç saniye süren bu yakınlaşma tekrar dans müziğinin çalmasıyla kısa sürede toparladık. Bu sefer pistte başka çiftlerde yer alırken çalan şarkıya dikkat ettim. Ateş’in bana evlenme teklifi ederken açtığı müzikti. Müzik listesini ayarlarken dans müziklerinden bir tanesini kendisinin seçmesi için bir teklifte bulunmuştu ama bu müziği seçeceğini tahmin etmiyordum. Zira benim aklıma evlilik teklifinden çok sonrasında yaşananlar geliyordu.

 

“Bende hiç tükenmez bir hayat vardı

Kırlara yayılan ilkbahar gibi

Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı

Göğsümün içinde ateş var gibi

Başını göğsüme sakla sevgilim

Güzel saçlarında dolaşsın elim

Bir gün ağlayalım bir gün gülelim

Sevişen yaramaz çocuklar gibi”

 

Dans müziğinin ardından günlerdir çalıştığımız ve bir Karadeniz kızı olmama rağmen güç bela öğrenebildiğim o dansı yapmaya sıra gelebilmişti. Babamda kaldığım sürece çocuklardan horon tepmeyi öğrenmek istemiş ve kendi düğünümde bizzat oynamak istemiştim. Fakat sandığım gibi tekte öğrenebildiğim bir şey olmamıştı. Hatta Yasemin bile benden önce kavrayabilmişti.

Duyulan horon müziğiyle, “Birazdan şahit olacaklarına hazır mısın?” diye sordum, Ateş’e.

“Sen, horon mu tepeceksin?”

“İzle ve gör,” diyerek göz kırptım. Baştan sona sıra olduğumuzda bizden birçok kişinin olduğunu da gördüm. Hatta öyle ki bir yerde tanımadığım insanlar bile dâhil olmuştu ama Ateş’in gözü bendeydi.

Rize’li olmamıza rağmen duyduğum ilk andan beri kesinlikle oynamak istediğim müzik çaldığında giriş kısmından itibaren hız kesmeden hep beraber oynamıştık.

“Evleri hane hane de

Parlayi Gümüşhane

Evleri hane hane

Parlayi Gümüşhane

Gümüşhane kızlari da

Dünyalarda bir tane

Gümüşhane kızlari

Dünyalarda bir tane”

 

Şarkılar değişti, oyun havaları çaldı. Ben kendi düğünümde çılgınlar gibi oynadım. Alışık olmadığım için hafif yüksek tercih ettiğim topuklu ayakkabılarım ayağımı acıttığında yüksek tabanlı spor ayakkabılarımı giydim.

Oynarken Cemre’nin ayakkabıların altındaki isimler silinmiş mi diye baktığını da göz ucuyla gördüm, bu haline güldüm. Damat halayı çekilirken en başta ben durdum. Kardeşlerimle karşılıklı oynadım. Artık annem ve babam olan Haluk baba ve Handan anneyle karşılıklı kurtlarımızı döktük. Düğüne gelen, Ateş’in akrabaları ve Haluk amcanın asker arkadaşlarıyla tanıştım. Çok düğün görmeyen, gördüklerini de çalışmak için oradan oraya konuşturmaktan unutan ben en çok kendi düğünümde eğlendim.

“Evet, sevgili konuklar şimdi de gelin hanımın arkadaşının isteği üzerine son parçamızı da çalıp geceyi sonlandırıyoruz.”

Şarkının girişiyle bile oynamaya başlarken bunun altından çıkan kişinin Yasemin olduğunu da biliyordum.

“Sen şaka yapıyorsun?” diye bağırarak konuşmak zorunda kaldım. Zira ortam fazla gürültülüydü.

“Hayır, şaka yapmadığımı biliyorsun.”

Nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde karşılıklı iki ekip oluşturmuştuk. Benim hemen karşımda ise tabii ki de Ateş vardı. Şarkının sözleri ise fazlasıyla manalıydı.

 

“Dinle

Bu şarkım sana, dinle

Söyle

Nasıl sevdiğimi, söyle

Müptela oldum aşka seninle

Kayboldum gözlerinde

Uçurumsun sen bu bedende

Her şeyi bırakıp bir köşeye

Yanmaya hazırım ben

Seninle ateşlerde”

 

Şarkı ilerlemiş, bir biz bir onlar söylemişti. Ateş’in her söylediğim kelimeye sırıtarak hatta bir yerde iç çekerek eşlik ettiğine bile şahit oldum. Özellikle ‘ateşlerde yanma’ kısmında neler hissettiğini tahmin edebiliyorum. Hem söyleyip hem dans ederken gözüm babamların masasına kaydığında babamın soğuk su içtiğini gördüm. Onun bu hali gülmeme sebep olurken sanki daha öncesinde anlaşmışız gibi herkes ne yapacağını biliyordu.

 

“Tutsak

Bu gönül sana tutsak

Yasak

Başkası sana yasak”

 

Ateş ise bu ani istek parçadan gayet memnun görünüyordu. Şarkı bittiğinde herkes dağılmaya başlamışken kimseyi umursamadan belime sarılan kollarına boynuna sarılarak karşılık verdim.

“Gerçekten yanacak mısın benimle ateşlerde?”

Şarkıdaki o kısmın dikkatini çektiğini biliyordum. Hak veriyordum da çünkü dikkat çekilmeyecek gibi değildi.

“Daha önce yanmadık mı? Elbette hazırım ve razıyım.”

Aldığı cevaptan memnun olmuş olacak ki gülümsemesi büyüdü. “Var ya,” dedi iç çekerek. “Sen harbiden aklımı alacaksın benim.”

“Bu almamış halim mi?”

Alttan bakışlarımla sorduğum bu soruya net bir cevap verdi.

“Eve gittiğimizde ne kadarının ben de kaldığını bizzat göstereceğim sana, hazır ol.”

Gece bitip vedalaşma kısmına gelindiğinde yıllardır beraber büyümediğimden midir bilinmez o kadar duygusallaşmadım. Herkesin bir telefon uzağımda olduğunu bildiğimdendir belki de ama üzgün olmaktan çok uzak, heyecandan kalp krizi geçirmeye çok yakındım.

Şimdi ise arabada sadece ben ve Ateş vardık. Bundan sonra beraber yaşayacağımız evimize gidiyorduk. Bir süre sadece ikimizin olacağı evimize. Sırf bir gece de olsa beraber kalabilmek için camlara tırmanan hali aklıma geldiğinde güldüm.

“Hayırdır Hanım. Allah neşeni arttırsın da neye gülüyorsun bu kadar?”

“Hanım mı?” diye sordum, kahkahamın arasından.

“Hanım tabi ya,” dedi. “Bugüne bugün hanımımsın artık.”

“O zaman benim de sana beyim mi demem gerekiyor?”

“Sen ne dersen de, en güzelini dersin hatunum,” dedi ve elimi kavrayıp, elimin sırtını öptü.

“Ee, neye güldün az önce?”

Tekrar aklıma gelenlerle gülerken güç bela konuşabildim. “Benimle uyuyabilmek için camıma tırmandığın anlar aklıma geldi de, ona gülmüştüm.”

“Mecnun çölleri aşmış, Ferhat dağları delmiş ben de düz duvar tırmanmışım çok mu?”

“Var ya, hastayım sana şöyle şeyler söyleyip duruyorsun ya çok seviyorum seni,” diyerek bir kez daha aşkımı dile getirdim.

“Yavrum benim,” diyerek aynı yeri tekrar öptü. “Asıl ben hastayım sana. Neyse ki derdim de sensin dermanım da.”

Sohbetle geçen araba yolculuğu evin önüne varmamızla son buldu. İçimde bir huzursuzluk aradım, yoktu. Korku yoktu, heyecan fazlasıyla vardı ama baskın gelen bir duygu daha vardı. Arabadan inip kapımı açtığında ben de arabadan indim.

“Sen böyle kapılarımı açacaksan işin iş söyleyeyim, alışırım sonra hep isterim.”

Aniden beni kucağına almasıyla küçük bir çığlığın ağzımdan kaçmasına engel olamadım. Arabayı kilitleyip eve doğru ilerlerken, “Karım değil misin? Sırtımda da taşırım, kapını da açarım. Karım da karım.”

Kapının önüne geldiğimizde beni indireceğini düşünmüştüm ama “Sağ cebimde anahtarlar gülüm açsana kapıyı.”

Sağ cebinden anahtarı aldığımda kapıyı açabilmem için biraz eğilmek zorunda kaldı. Kilitli kapıyı açtığımda anahtarı deliğinden alır almaz hızlıca içeri girdi ve sırtıyla kapıyı kapadı. Bu sefer de kilitlemem için işaret verdiğinde kilitledim ve sakin adımlarla odamıza çıktık.

Odaya vardığımızda aralık duran kapıyı da sırtıyla açıp içeri girdi ve aynı şekilde kapadı. Yatağın tam karşısına geldiğimizde beni indirdi ve karşı karşıya gelmemizi sağladı.

“Sen gerçekten karım mısın şimdi benim?”

İnanamıyormuş gibiydi. İnsan, başına güzel şeyler gelince ister istemez gerçekliğinden emin olamıyor, sorguluyordu. Ama biz tamamen gerçektik. Artık sen – ben yoktu. Biz vardık. Ve hep olamaya devam edecektik.

“Birkaç saattir karınım, evet.”

“Ben de senin kocanım.”

“Kocamsın,” dedim başımla da onaylayarak.

Belime sarılan ani kollar ve dudaklarıma kapanan dudaklarına gecikmeli de olsa karşılık verdim. Öpüşmemiz nefes kesen bir boyuta geldiğinde ben geri çekilmek zorunda kaldım.

“Önce saçımı açmamız gerek.”

Tokalar artık batmaya, topuz yapmak içinde sıkı sıkıya bağlanan saçlarımın kökleri artık acımaya başlamıştı. Ateş, bana yardım edip saçımı açmaya başladığında sandığımızdan uzun sürmüştü.

“Gemici düğümümü atmışlar, ne yapmışlar ya? Aç, aç bitmiyor.”

Bu söylediği beni güldürürken, “Güzel olmanın zahmetli yanları,” dedim.

“Senin böyle şeylere ihtiyacın yok ki, sen her şekilde güzelsin.”

Söyledikleri en derinlerimdeki kanayan yerlerime dokunurken, “Sen baya baya seviyorsun beni,” dedim.

“E herhalde yavrum,” diyerek harika bir cevap verdi. “Ben seni sevmek için yaşamışım bunca yıl.”

Saçımdaki ellerini çekip, “Bitti,” dediğinde yüz yüze gelecek şekilde ona döndüm.

“Sen,” dedim ve ellerimi omuzlarına koydum. “Bu dünyada başıma gelen en güzel şeysin. Bana bakışın, beni sevişin, hatta varlığın bile o kadar şükür sebebi ki. Çok seviyorum seni. Ve hep seveceğim, her gün, her saniye. Ölünceye kadar.”

Dudaklarına yapışan bu sefer bendim. Şehvetten uzak ama bütün sevgimi anlatmak istercesine öpüyordum. Ateş ise anlamış gibi tüm sevgimi kabul edip, sevgimin üstüne kendi sevgisini ekliyordu.

Eli arkama gittiğinde karşılaştığı uzun ve düğümlerle dolu ipi tuttu.

“Bu ne?” derken de bir hayli şaşkındı.

“Yasemin’in sana kurduğu tuzak ama akıllı sevgilin, arkadaşını çok iyi tanıdığı için bu anı öngörerek komodinin çekmecesine bir makas bırakmış olabilir. Bir bak istersen.”

Bu doğruydu. Eşyalarımı yerleştirmek için birkaç gün öncesinde geldiğimde Yasemin’in böyle bir şey yapacağını tahmin ettiğim için komodine makasta koymuştum.

“Vallaha mı?” derken bir yandan da gösterdiğim komodine doğru gidiyordu. Çekmeceyi açıp söylediğim makası bulduğunda, “Aşkım,” dedi ve birkaç saniyelik dudaklarımı öptü. “Sana söz yaptıracağım gelinliğini.”

İpi kestiğinde geriye sadece fermuarı açmak kalmıştı. Açık olan saçlarımı sağ omzumda toplayıp yavaş yavaş fermuarı açarken hem geriliyor hem de aldığım nefes sanki yetmiyordu. Açtığı fermuar sayesinde açıkta kalan boynuma bir öpücük kondurduktan sonra arkamdan ayrılmadı.

Önce bir şeylerin yere düşme, pardon fırlatılma sesini duydum. Daha sonra kemerinin tokasından gelen sesi ve birkaç kumaş parçasının da yerle buluştuğunu göz ucuyla gördüm. Omuzlarımdan tutup yavaşça beni kendine doğru döndürdü.

“Eğer şimdi hazır değilsen,” lafını bitirmesine fırsat vermeden dudağına ufak bir öpücük kondurdum.

“Sence oradan bakınca hazır değil gibi mi görünüyorum?”

******

 

Yanağımda hissettiğim yumuşaklıkla olduğum yerde irkilirken bir süre için nerede olduğumu bilemedim. Yavaş yavaş gözlerimi açabildiğimde tam karşımda bana gülerek bakan Ateş’i gördüm.

“Hatırı kalır, diğer yanağını da öpmeliyim,” deyip sol yanağımı da öptüğünde az önce hissettiğim yumuşaklık hissinin de ne olduğunu anlamıştım.

“Ne oluyor şu an?”

Henüz ayılamamanın vermiş olduğu alıklıkla sorduğum soruya güldü. Yataktan doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladığımda dün geceden bazı parçalar zihnime düştü. Evlendik, düğün yaptık ve geceyi son derece harika bitirdik.

“Ay biz evlendik.”

Bu tepkime de güldü.

“Evet, güzelim. Bugün karı – koca olarak ilk günümüz. Ve ben muhteşem bir eş olarak güzel karıma efsane bir kahvaltı hazırladım.”

“Ne ara yaptın? Saat kaç ki?”

“Ben yaparım,” diyip göz kırptı. “Ayrıca hemen kahvaltı yapmamız gerek çünkü her yeni evlenen çiftin yaptığı ve bizim de yapmamız gereken bazı şeyler var.”

Bir an için fesat çalışan aklım dün geceki yaşananlara gitse de o anları kovalamam zor olmadı.

“Ne yapacağız ki?”

“Tabii ki de balayı yapmamız gerek.”

Bunu düğün hazırlığı boyunca konuşmamıştık. Ne o sormuş, ne de ben bu konu hakkında bir şey söylemiştim. Yeterince masraf yapmıştık.

“Balayı mı?” diye sordum. “Nereye, nereye gideceğiz?”

“Sürpriz,” dedi sadece. “Hadi kahvaltımızı yapalım ki uçağa geç kalmayalım.”

“Ama çatlarım ben.”

Bana aldırmadan odadan çıktığında ben de bir çırpıda yataktan çıktım. Gerçi bunu yapmam pekiyi olmamıştı. Ani hareket ettiğim için bir anda kasıklarım sızladı. Dün geceyi ele alacak olursak gayet normaldi.

Banyoya doğru giderken dikkatimi çeken bir diğer şey ise iki orta boy valizin kapının hemen yanında duruyor oluşuydu. Daha fazla Ateş’i bekletmemek için banyodaki işlerimi halledip yanına gittim. Aldığım harika kokularla daha çok iştahım açılırken, “Ellerine sağlık, aşkım,” diyip dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım.

“Afiyet olsun gülüm.”

Kızarmış ekmeğime kahvaltılık domates sosu sürerken, “Gerçekten nereye gideceğiz? Söylemeyecek misin?”

“Havalimanına gidince anlayacaksın zaten. Biraz sürpriz yapayım sana olur mu?” diyip göz kırptı.

“Sen nasıl istersen kocacığım?”

“Kocacığın seni yer.”

Sakin bir şekilde yapılan kahvaltının ardından, “Ağrın var mı gülüm,” diye sordu.

“Biraz sızlıyor ama ilaçlık bir şey yok,” dedim.

“Biz yine de yanımıza alalım. Ne olur ne olmaz?”

Beraber sofrayı toplamış ve hazırlanmak için odaya geçmiştik. Ateş, valizleri önceden hazırladığı için hızlıca hazırlanmış ve evden çıkmak için hazırdık.

“Balayımıza hazır mısın bebeğim?”

“Kesinlikle hazırım sevgilim.”

“O zaman, balayımız başlasın.”

 

Evlendik a dostlar. Aklımda o kadar güzel sahneler var ki unutmamak için hepsini telefonuma not ediyorum. Yavaş yavaş sona da yaklaştığımızı söylemek istiyorum. Oy vermeyi ve yorum yazmayı unutmayın. İyi okumalar. Hoşça kalın :))

Bölüm : 15.05.2025 12:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...