
Şimdiden herkesin Kurban Bayram'ı mübarek olsun. Herkese iyi okumalar...
Hayatım boyunca çoğu şeyi düşünmeden yaşamıştım. Mesela hayatıma birisini alır mıyım, onunla evlenir miyim ya da birisini bu kadar çok sever miyim diye hiç düşünmemiştim. Zaten hiç düşünülmeyen çoğu şeyler insanın başına gelmez miydi?
Yanımdaki adamın sağ profilinden baktığımda tek kelimeyle muazzamdı. Esmer saçları şekilli, ağzı burnu biçimli ve güneş gözlükleriyle gizlediği ela gözleri bana fenaydı.
Üzerindeki siyah kazağı, kazağına uyumlu kot pantolonu ve siyah deri montuyla harika duruyordu. Ve bu adam benim kocamdı. Görmemişler gibi, ‘kocam da kocam’ dememek için zor duruyordum. Aslında pek görmüşte sayılmazdım ama bunca zaman kınadığım kocamcılar gibi olmamak için kendimi tutmalıydım.
“Hayırdır hatun,” dedi ve gözlüklerinin üzerinden bakıp göz kırptı ve tekrar yola baktı. Bu yaptığı taş çatlasın üç saniye sürmüştü ama benim kalbimi uzun süre hoplatmaya yetmişti.
“Kocama bakıyorum, hayurdur. Bakamaz mıyım ula.”
Güldü bu dediğime. Ben de ona eşlik ederken, “Tapusu sende istediğin kadar bak,” dedi.
Bu noktada tadım kaçtı. Yüzüm istemsizce buruştu. “Tamam, bu kadar yeterli.”
Buna da güldü.
Birden aklıma geldiği için, “Biz havalimanına arabayla gidiyoruz da bırakabilecek miyiz orada?” diye sordum.
“Merak etme gülüm, arabanın yedek anahtarları Murat’ta. Uygun bir vakitte alacak arabayı.”
“Peki, o zaman.”
Arabada kısa bir sessizlik olduktan sonra, “Gideceğimiz yer nasıl bir yer? İpucu versene,” dedim.
“Hımm,” diye mırıldandı. “Ben daha önce gitmedim ama görmek istediğim bir yer. Senin de seveceğini düşünüyorum. Bu yüzden seninle beraber görmek istedim.”
“Neleri meşhur gideceğimiz yerin?”
“Sabırsızlanma, bileti gördüğünde anlayacaksın zaten.”
“Of, tamam, sabrediyorum, sabredeceğim, sabredebilirim.”
Sakin bir şekilde geçen yolculuğumuzun ardından havalimanına vardığımızda Ateş biletleri aldı. Biletteki varış yazan yere baktım. Ve Kıbrıs yazısını görmemle ufak bir şok yaşadım.
“Şu an gerçekten Kıbrıs’a mı gidiyoruz?” diye sordum.
“Evet, hem bu aylarda daha iyi oluyormuş oralar, hem de senin de seveceğini düşündüm. Nasıl, beğendin mi?”
“Beğenmek mi? Bayıldım, harika düşünmüşsün.” Sıkıca boynuna sarılırken, Ateş’te belime kollarını sarmıştı. Fakat bu söyleyeceklerine devam etmesine elbette engel değildi.
“Kocan düşündü tabii harika olacak.”
Ben bilete öylece bakarken beni tekrar kollarıyla sardı ve göğsüne çekti. Artık nereye gideceğimizi bildiğim için aklındaki planları anlattı. İtiraf etmem gerekir ki balayını ben planlasaydım bu kadar güzel olmayabilirdi.
Aradan yarım saat geçtikten sonra yapılan anonsla uçağa bindik. Hem ilk defa biniyor olmanın heyecanı, hem de bu heyecanı eşimle yaşıyor olmanın verdiği mutluluk vardı. Bir buçuk saat süren bu yolculukta bir yandan sohbet ettik bir yandan beraber müzik dinledik. Kalacağımız otele geldiğimizde neredeyse hiç durmadan, sadece üzerimizi değiştirip odadan çıkmıştık.
“Sen ne ara ayarladın bunların hepsini?” diye sordum.
“Sana evlenme teklifi ettikten sonra çok yeri araştırdım ama en çok burası içime sindi kalacağımız yer, gezeceğimiz yerler falan derken de anca toparlandı.”
“İyi iş çıkarmışsın, tebrik ederim eşim,” dedim göz kırparak.
“Rica ederim, eşim,” diyerek karşılık verdi. Bir kolunu omzuma atıp beni kendine yasladı. Diğer eliyle yanağımı dudaklarına yaslayıp sıkı bir öpücük bıraktı.
Kıbrıs’ın, Girne ilçesindeydik. Bu yüzden gezebileceğimiz yerler burada sınırlıydı. Önceliğimiz, Girne Kalesi oldu. İçi de, dışı da ayrı bir güzeldi. Sonraki yerler de Buffavento ve Aziz Hilarion Kaleleri olmuştu. İtiraf etmem gerekirse bu iki yeri daha çok sevmiştim. Yaptığımız bu küçük gezi sonrası havanın da kararmasıyla otele yakın bir yerlerde akşam yemeği yemiştik.
“Bugün o kadar eğlendim ki sana anlatamam.”
“Gerçekten sevdin mi?” diye sordu.
“Çok sevdim. Bu arada Kasım’da evlendiğimiz için kendimizi bir kez daha tebrik ediyorum. Yazın buralara gelseydik halimiz haraptı.”
Akşam yemeği sonrası ikram edilen çaylarımızı içip bir yandan da sohbet ediyorduk ama Ateş’in dikkati pek buralarda değil gibiydi.
“Ateş, ne oluyor? Sen nereye bakıyorsun kaç saattir?”
Arkamda kalan, Ateş’in baktığı yere baktığımda iki kişinin bizim masaya baktığını gördüm. Tanımadığımız ve pek hoş olmayacak şekilde bakan iki erkek kişisi.
“Ateş,” dedim ama bakmadı. Elini tutup bana bakmasını sağladığımda, “Gidelim,” dedim. “Yabancı memlekette bir sıkıntı çıkmasın lütfen, çıkıp gidelim otelimize hadi.”
Şu an yaşamak isteyeceğim son şey bile olmazdı balayımda kavga etmek. O yüzden Ateş’i güç bela sıkıntı çıkmadan gitmeye ikna etmiştim ki şöyle bir sıkıntı vardı. Çıkış onların olduğu yerde kalıyordu. Yine de umudumu yitirmeyip bir sıkıntı çıkmadan buradan gideceğimize olan inancımı korumak istedim ama aklıma gelen başıma geldi. Biz tam çıkmak üzereyken laf attılar ve her şey o saniyeden sonra oldu.
*******
“Gerçekten ama gerçekten inanamıyorum. Şu an balayımızda nezarethanede olduğumuza gerçekten inanamıyorum. Hayır, inanmak istemiyorum.”
Ateş’le biz bir yerde, Ateş’in dövdüğü adamlar ise hemen yanımızda arada demir parmaklıklar olan başka bir yerdeydi.
“Benim bir suçum yok. Hepsi bu itlerin suçu,” diyerek yan taraftaki adamları gösterdi.
Ona da kızamıyordum. Bana laf atmışlardı. Öyle bir durumda kim olsa gözü dönerdi elbette ama gerçekten bu kadar dönmeli miydi?
“Bizim neden hiçbir işimiz rast gitmiyor ya? Balayımızda nezarete de düşmeyelim.”
“Öyle deme, en azından sorunsuz bir şekilde evlenebildik. Bir de böyle bak. Hem bak anı oldu. Gerçi pek hoş bir anı değil ama kaç kişi balayında nezarethaneye girer ki. İlerde çocuklarımıza anlatırız bunları karıcım, bir de böyle bak.”
“Biz valla bilmiyorduk evli olduğunuzu, bilseydik yapardık?”
Bu ses o adamlardan birine aitti.
“Sabır testi misin sen birader? Evli olduğunuzu bilmiyorduk ne demek?” Sağ ayağımdaki ayakkabıyı çıkarıp karşıya attım. Kafasına denk geldi. “Sorun benim evli olmam mı? Özrü kabahatinden büyük ya.”
Bu sefer beni sakinleştirmeye çalışan kişi Ateş’ti. Kapıdan yüksek bir ses geldiğinde bir polis memurunu gördük. Kapının hemen karşısındaki masasında oturuyordu.
“Sessiz olun!”
Yaptığı uyarının ardından önündeki muhtemelen evrak olan kâğıt işlerine geri döndü. Bu sefer daha sessiz ve sakin olduğunu umduğum sesimle az önceki adama, “Ayakkabımı ver,” dedim.
Neredeyse bir saattir buradaydık ki bizi buraya getiren memur ve bir arkadaşı yanımıza gelip kapıları açtı.
“Baş komiserim bekliyor sizi, yürüyün.”
Biz önde, arkamızda da polis olacak şekilde gösterdiği yere geldik. Masasında baş komiser yazan kişi oturduğu yerden bize baktı.
“Derdiniz nedir sizin?”
Olayı anlattığımızda bu sefer diğerlerine baktı. Ve tekrar bize döndü. “Görgü tanığı olan birkaç kişi ifadenizi doğruluyor. Siz bunlardan şikâyetçi misiniz?”
Aslında şikâyetçi olmak vardı ama bununla uğraşmak istemedim. “Hayır, şikâyetçi değilim. Biz ne zaman gidebiliriz?”
“İfadeleriniz alınmış, şikâyetçide değilsiniz o zaman şunları imzaladıktan sonra çıkabilirsiniz.”
Baş komiserin gösterdiği yerleri imzaladıktan sonra hızlı bir şekilde orayı terk ettik.
*****
3 Ay Sonra
Bugün Şubat’ın 17’ siydi. Yani Ateş’in doğum günüydü. Bugün onun için tüm sevdiklerimiz ve ailemizle beraber bir akşam yemeği yiyecektik. Klasik bir sürprizdi ama klasikler her zaman tutardı.
Bugün sanki doğum gününü unutmuş gibi davranmıştım. Bana çaktırmamaya çalışsa da moralinin bozuk olduğu bir hayli belli oluyordu. Sabahtan beri en sevdiği yemekleri yapmakla uğraşmış, diğer herkesi de oyunuma ayak uydurmaları konusunda tembihlemiştim.
Dün Kafede pasta yapmıştım. Asena’da gelirken yaptığım pastayı getirecekti. Yavaş yavaş herkes gelmeye başlamıştı bile. İlk gelenler ise babamlar olmuştu.
“Hoş geldiniz,” diyerek herkesi içeriye buyur ettim.
Hepsi bir ağız, “Hoş bulduk,” dediler ve kapıda yaşanan ufak bir selamlaşma faslından sonra salona geçtiler.
“Nasılsın güzel kızım, iyi misin?”
Bu sorusuna gülerek yanındaki boş yere oturdum. “Çok iyiyim baba, merak etme gayet iyi ve mutluyum.”
Beni kollarının arasına aldı ve göğsüne yasladı. “Merak etme diye bir şey yok, benim işim sizi merak etmek. Baba olmak böyle bir şey.”
Dedikleriyle elim ister istemez karnıma gitti.
“Gerçekten çocuğun olunca hep merak ediyorsun değil mi? Hiç geçmiyor o duygu, hep aklında nasıl olduğu, iyi mi yoksa kötü mü? Hep böyle mi düşünüyor insan çocuk sahibi olunca?”
“Hep,” dedi tereddüt etmeden. “Çünkü artık sana muhtaç olan biri var hayatında. Öyle sütten kesilince, ayaklanıp yürüyünce bitmiyor hiçbir şey. Evladın kırk yaşına da gelse, hatta çocuğun çocuk sahibi de olsa sen yine anne – baba, o yine senin evladın oluyor.”
Elim karnımda babamı dinlerken zil çaldı. Kimsenin fark etmemiş olmasını umarak kalkıp kapıyı açtım. Gelen Orhan amcaydı.
“Hoş geldin Orhan amca,” diyerek onu da karşılarken bir yandan da montunu alıyordum.
“Hoş buldum, güzel kızım,” dedi ve bir sarılma faslı daha yaşandı. Orhan amca önden içeri girerken son kez zil çaldı ve hemen kapının önünde olmanın avantajıyla zil sesi kesilmeden kapıyı açtım.
Bu sefer Ateş hariç herkes tam kadro buradaydı.
“Kapıda mı karşılaştınız?” diye sordum.
“Öyle oldu valla ama iyi denk geldi. Yoksa abime yakalanabilirdik.”
Asena elindeki benim yapmış olduğum pastayı uzatırken bir yandan da soruma cevap vermişti. Herkes içeri geçip kendi halinde konuşmaya dalmışken ben de hem pastayı hem de son kontrolleri yapmak için mutfağa girmiştim.
O kadar çok yaptığım işle uğraşıyordum ki arkamdan yükselen, “Nazlı!” sesini bile sonradan fark edebilmiştim.
“Ne, ne oldu ya? Ateş mi geldi yoksa?”
“Yok, daha gelmedi de sen nereye daldın böyle? On kere seslendim sana.”
“Kontrol ediyordum eksik bir şey var mı diye, dalmışım. Sen neden geldin?” diye sordum.
“O nasıl soru? Yardıma geldik herhalde. Hem, seni merak ettim. Nasıl, heyecan var mı?” diye sordu.
“Sen de huy oldu ha bu soruyu sormak,” dedim gülerek.
“Sen de soruyu sorduracak şeyler yapıyorsun, ne yapayım?”
Buna da güldüm. Gülerken de cevapsız bırakmadım. “Var valla. Hatta o kadar çok ki düğünümde bile bu kadar heyecanlanmamıştım.”
“Çok normal değil mi?”
“Öyle,” dedim. “Ve heyecanlı olduğu kadar da korkutucu.”
“Kendini hiç öyle düşünmediğin için korkutucu. Kendini öyle hissetmeye başladığın an korkun geçecek. Asıl korkun o zaman başlayacak.”
“Çok motive ettin ya,” dedim, “Çok sağ ol.”
Biz konuşurken çalan zille ortam sessizleşmişti. Herkes salonun girişinde toplanmışken zil bir daha çaldı. Ve bir daha. Kapıdan anahtar sesleri gelirken ben bir adım öne çıktım. Açılan kapıyla Ateş görüş açımıza girdiğinde hep beraber, “Sürpriz,” diye bağırdık.
“ Hoş geldin hayatım,” diyerek yanına gittim ve sarıldım.
Birkaç saniye şaşkınlıktan olsa gerek hareketsiz kalan Ateş tam geri çekileceğim sırada sıkıca sarıldı.
“Aklımı aldın,” dedi. “Işıklar açık olduğu halde kapıyı açmayınca sana bir şey oldu sandım.”
Bir şeyler olmuştu, evet. Fakat bunu gecenin sonunda herkesle birlikte öğrenecekti.
“İyi ki doğdun eşim,” diyerek daha sıkı sarıldığımda anında kolları belimi sardı.
“Unuttun sandım,” dedi fısıldayarak.
“Mümkün mü bu dediğin?” dedim gülerek.
Arkadan gelen yalancı öksürük sesleriyle birbirimizden ayrıldık. Ateş, herkesle selamlaştıktan ve doğum günü tebriklerini aldıktan sonra odaya üzerini değiştirmek için çıktı. Ardından çok geçmeden Ateş’in de aramıza katılmasıyla sofraya oturduk. Yemek yeme faslı sohbet eşliğinde geçerken Ateş onun için yaptığım pastayı da kesti. Şimdi ise sırada en can alıcı kısım vardı.
“Herkes için uygunsa eğer hediye verme faslına geçmek istiyorum.”
Herkes hediyelerini teker teker verip tekrar tebrik ederken sona ben kalmıştım. Elimde ise iki kutu vardı. Biri bana da sürpriz olmuştu ama asıl Ateş’e sürpriz olacaktı.
“Evet, sıra bende,” diyerek giriş yaptım. Ateş’in tam karşısına geçtiğimde diğerine nazaran daha büyük ve geniş olan kutuyu Ateş’e uzattım.
“Aslında hediyen günler öncesinden belliydi.” Bir yandan beni dinliyor, bir yandan da kutuyu açıyordu. “Bunu istediğine birkaç kez şahit olmuştum. Bu yüzden almak istedim.”
Kutuyu açtığında karşılaştığı kol saatiyle gülümsedi. “Teşekkür ederim Nazlı’m,” dedi ve sarıldı, sarıldık.
Sıra elimdeki diğer kutuya geldiğinde, “Düne kadar aslında bu yoktu,” dedim dolan gözlerime engel olamayarak. “Ama kendisini öyle bir anda gösterdi ki sanki bugün doğum günün olduğunu biliyor gibiydi,” dedim.
Dediklerime anlam veremese de kutuyu açtı. Karşılaştığı şeyler ise bir gebelik testi ve bir çift küçük beyaz patikti.
Kutudakileri gören herkes sevinç naraları atsa da benim odak noktam Ateş’ten başkası değildi. Bir kutudakilere bir bana bakarken patikleri eline aldı. O kadar küçüklerdi ki avuç içinde kaybolmuşlardı.
“Ben,” dedi duraksayarak. “Doğru anlıyorum değil mi? Bu patik ve adını bilmediğim şu şey,” diyerek gebelik testini gösterdi. “Ben baba mı oluyorum?”
“Evet,” dedim ağlayarak. Bu noktada kendimi tutamadım. “Baba oluyorsun.”
“Allah!” dedi ve beni sardığı gibi kendi etrafımızda döndürdü.
“Dur!” dedim. “Düşeceğiz şimdi, dur.”
Durdu. Bu sefer sakindi. Başımı ellerinin arasına alıp denk gelen her yere öpücüklerini kondurdu. Kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı.
Bu halimizi gülerek izleyen ailemize, “Baba oluyorum,” diyerek bir kere daha haykırdı.
Benden ayrıldığında erkek erkeğe oluşturdukları kucaklaşma çemberinde sert bir biçimde sevindiler. Ben de ağzım kulaklarımda bu sevinçlerini izledim.
Yanımda hissettiğim bedenle sağ tarafıma döndüm. Annem dolu gözleriyle bana bakıyordu. Hiçbir şey demeden sadece beni göğsüne yasladı. Sıkıca sarılırken ağladığını aldığı kesik kesik nefes seslerinden ve inip kalkan göğsünden hissediyordum.
“Yavrumun,” dedi göz göze geldiğimizde. “Yavrumun yavrusu mu oluyor şimdi? Benim kuzum anne mi oluyor?”
“Öyle oluyor gibi görünüyor,” dedim burnumu çekerken.
Annemim hemen arkasından babam geldi. Gülendam abla, Handan anne ve Haluk baba. Herkesle tek tek sarılıp ‘ben dayımı mı oluyorum, ben amca mı oluyorum’ muhabbetleri yaşandı.
Ortamda birden, “Durun!” diyen Asena’nın sesi yankılandı. “Ben hala oluyorum. Hala baba tarafı demek ve ben kesinlikle baba tarafı olamam, hayır. Bu saatten sonra ben de teyzeyim.”
Herkes ona gülerken sevincimizi yine beraber yaşıyorduk. Gece bitip herkesi evlerine uğurlarken kapıda bir tebrik faslı daha yaşandı. En sonunda evimizde ikimiz baş başa kalırken Ateş beni kucağına aldı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordum gülerek. Bir yandan da boynuna sarılıyordum.
“Ne yapıyormuşum?” dedi, Ateş’te gülerek.
Bu sırada çoktan koltuğa oturmuştuk. Daha doğrusu o koltuğa, ben onun kucağına oturmuştum.
Boşta olan eli karnımda yer buldu. “Burada şimdi bizden bir parça mı var? Bizim çocuğumuz, ikimizin.”
Dolan gözleri cam gibi parlarken zerre saklama ihtiyacı duymaması kalbimde bir yerleri okşuyordu. Baba olacağı için mutluluktan ağlayan bir adamla evliydim. Ben ne kadar dünyanın en şanslı kadınıysam, bebeğimizde dünyanın en şanslı bebeği olacaktı. Çünkü onu canından çok sevecek olan bir babası olacaktı.
“Evet,” dedim. “Senden, benden ve bizden bir parça.”
“İnanamıyorum hâlâ. Bu o kadar mucizevi bir şey ki, inanamıyorum.”
“Öğrendiğimde ben de inanamamıştım.”
“Sahi, sen nasıl öğrendin?”
Aklıma gelenlerle gülümsememi tutamamıştım. Hiç beklemediğim bir anda öğrenmiş ve saatlerce hamile olduğuma inanamamıştım.
1 Gün Önce
“Denizler aştım, geliyorum
İster eğlen benimle
Yüzünü bi’ görsem yeter”
Türlü türlü sebeplerle, açılışını yaptığından beri bir türlü doğru düzgün çalışamadığı kafesindeydi Nazlı. Bazıları kötü, bazıları güzel sebeplerden olsa da uzun süreli çalışmamak ona iyi gelmemişti. Balayından döner dönmez Ateş işe başlamıştı. Kendisi de evde öylece oturmak istemediği için çok sevdiği işine geri dönmüştü.
Evliliklerinin üzerinden neredeyse üç ay geçmişti. Bu üç ayı dolu dolu yaşamış, yaşamaya da devam ediyorlardı. Her sabah evden beraber çıkıyor, Ateş öğle molalarında karısının kafesine gelip beraber öğle yemeklerini yiyor ve akşam yine beraber eve dönüyorlardı.
Dedikodu ve kötü niyeti seven bazı mahalle sakinleri, ‘Daha canım cicim aylarındalar, bu zamanlar geçince asıl o zaman evlilik başlayacak,’ diyerek kendilerince nifak tohumu sokmaya çalışıyor, Handan Hanım’ın okuduğu nazar dualarıyla bu kötü bakışlar def ediliyordu.
Nazlı, kendi hâlinde henüz açmadığı kafesinin mutfağında otlu poğaçaların üzerine sürmek için yumurta sarısı karışımını yaparken, aldığı anlık kokuyla midesinin şiddetli bir biçimde bulandığını hissetti.
Üzerindeki önlüğü çıkarmasıyla tuvalete yetişmesi sadece beş saniye sürmüştü. Sabah yediği ve mutfağa girmeden önce atıştırdığı ne var ne yoksa çıkarmıştı. Arkasında hareketlilik hissetse de bakamadı. İstifra ederken algılayamadığı ses artık netti.
“Nazlı, ne oldu sana? İyi misin?”
Yasemin sorularını sorarken bir yandan da Nazlı’nın atkuyruğu yaptığı saçını önüne gelmesin diye tutuyor ve sırtını sıvazlıyordu.
Nazlı kendini daha iyi hissederken klozetin kapağını kapattı. Sifonu çekip elini yüzünü yıkarken de Yasemin, Nazlı’nın saçını bırakmadı. Dişlerini de daha önceden getirdiği macun ve fırçayla fırçaladıktan sonra tuvaletten beraber çıktılar.
Masalardan birine oturan Nazlı ellerini başına yaslayarak biraz daha kendini iyi hissetmek için bekledi.
“Neyin var senin?”
Karşısında oturup telaşlı gözlerle kendisine bakan Yasemin’e, “Bilmiyorum,” diyerek cevap verdi Nazlı. “Son zamanlarda halsizim iki gündür böyle kusuyorum. Hasta değilim ama ben de anlamadım ki.”
“Hasta değilsen neden kusasın? Kalk hastaneye gidelim ya da ben Ateş’e haber vereyim beraber gidelim hadi.”
Ayaklanmak üzere olan arkadaşını tuttu Nazlı. “Hayır, hastaneye falan gitmek istemiyorum. Zehirlenmedim ya da üşütmedim. Fazla yemek yedim sanırım, kahvaltıdan kalktıktan sonra üç tane poğaça yedim Yasemin. Zaten anlayamıyorum da bir anda iştahım nasıl bu kadar arttı?”
Nazlı kendi kendine anlam çıkarmaya çalışırken Yasemin’in aklına çoktan bazı şeyler gelmişti.
“Koku hassasiyetin var mı?”
Yasemin sorar sormaz yüzü ekşimişti Nazlı’nın. “Az önce poğaçaya yumurta sarısı sürerken midem bulandı. Bu arada sen yapsana onu ya, yumurta bekletmeye gelmez.”
“Kızım, bırak şimdi yumurtayı poğaçayı. Sen en son ne zaman regl oldun?”
“O ne alaka ya?” diye sordu Nazlı.
“Sen dediğimi yap. En son ne zaman regl olduğuna bak,” dedi ve mutfağa doğru gitti.
O sırada telefona düşen bildirimle dikkati oraya kaydığında ekranda beliren bildirim regl uygulamasındandı. ‘Hey, son zamanlarda uygulamaya girmedin. Her şey yolunda mı?’
Uygulamaya girip kontrol ettiği şeyle resmen şok olmuştu. İki haftayı aşkın bir süre gecikmiş ve hiç farkına varamamıştı bile. Nazlı telefona öylece bakarken Yasemin’in sesini duydu.
“Baktın mı?” diye sordu.
Nazlı’nın karşısına geçip yerini aldığında tek bir şey söyleyebildi. “Gecikmişim.”
Yasemin, Nazlı’ya baktı, Nazlı, Yasemin’e. İkisi de Nazlı’nın söylediği şeyle öylece donakalırken, Yasemin birden ayaklandı.
“Bekle beni burada. Sakın, sakın bir yere ayrılma. Ben hemen geliyorum.” Ayaklanması ve dükkândan çıkması bir olurken Nazlı ise öylece kalmıştı.
Ayrılma demese bile bir yere gidebileceğini sanmıyordu Nazlı. Aklına gelenlerle eli karnına gitti. Hiçbir şey hissetmiyordu. Girişin sol köşesinde kalan boy aynasının karşısına geçti. Üstündeki kazağın eteklerini kaldırıp karnına baktı. Her zamanki gibiydi. Belki her zamankinden bir tık şişti ama kilo almıştı. Şimdi bu şişliğin anlamı çok farklı geliyordu. Belki de burada bir can, hayat vardı.
‘Heveslenmemeliyim’ diye düşündü. Olmama ihtimali de vardı. Ama içinde anlamsızca baş gösteren duygu heyecan ve onunla aynı derecede olan korku vardı.
“Burada mısın gerçekten?” Elleri karnında, kendine daha doğrusu aynadan karnına bakıyordu. “Gerçekten burada olabilir misin?”
Kapı aniden açıldı. Ellerini hızla karnından çekti ve arkasını döndü. Yasemin nefes nefese, iki büklüm bir şekilde girmişti.
Montunun fermuarını açıp içinden çıkardığı eczane poşetini Nazlı’ya verdi. “Hemen yap bunları, hadi.”
Gördüğü üç farklı gebelik testiyle, “Neden bu kadar çok aldın?” diye sordu.
“Niyesini, nasılını boş ver şimdi. Hadi git bir an önce yap, gel.”
Nazlı, Yasemin’in dediğini yaparak aldığı gebelik testleriyle hızla tuvalete gitti. Tuvaletin küçük aynasından kendine baktığında bir şey diyemedi. Zihni yeterince gürültülüyken konuşmasına gerek yoktu. Testlerin nasıl yapılacağını okuduktan sonra yapması çok sürmemişti.
Hızlıca yaptığı testleri peçete yardımıyla az önce kalktığı masaya koydu. İkisinin de gözü üç farklı testte gezinirken, “Sence hamile misin?” diye sordu, Yasemin.
Nazlı ise, “Bilmiyorum,” dedi.
“Hamile olmak ister miydin?” diye sordu bu sefer.
Soru farklı, fakat cevap aynıydı.
“Bilmiyorum.”
“Eğer hamileysen ne yapacaksın?”
“Hamile olan insanlar ne yapar ki?”
“Doğururlar.”
Evet, çoğu insan hamile kaldığında doğururlardı. Bu çocukların çoğu ise istenmeyen çocuklardı. Nazlı ve Yasemin’in büyüdüğü yerde fazlasıyla olan çocuklardı bu doğan çocuklar.
Bu anlamsız konuşma, anlamsız olduğunun farkına vardıklarında son bulmuştu. Nazlı ise bu sessizliğe dayanamamış ve korkularını dile getirmişti.
“Ben anne olmak ne demek bilmiyorum Yasemin. Görmediğim bir şeyi eğer varsa ona nasıl hissettireceğim ben? Ben anne nasıl olabilirim Yasemin, bilmiyorum ki. Bir anneyle büyümedim ki ben. Ya iyi bir anne olamazsam, o zaman ne yapacağım. Yirmi dört yıl. Gün değil, ay değil, hafta değil. Yıl, yıllarca anne sıcaklığı bilmemiş, görmemiş bir şekilde büyüdük biz. Aylar önce buldum evet ama ne fark eder ki? Ya yoksa bende annelik duygusu?”
Korkusu ağır basarken sonucu görmeye de korkuyordu. Orada tek çizgi görürse üzülür müydü? Çift çizgi görse sevinir miydi? Bilmiyordu.
“Eğer oradaysa sen, benim görüp görebileceğim en iyi anne olacaksın,” dedi Yasemin. “Bunu çocukluk arkadaşıma değil, bir zamanlar bütün vaktini yurttaki çocuklarla geçiren ev arkadaşıma söylüyorum. Yurttaki bütün çocukların neyi var neyi yok bilen, onlar için sağlıklı abur-cubur hazırlayan, biri düşse düşen kişiden önce yarasına üfleyen sana söylüyorum.”
Bunlar ne kadar yeterli olurdu onu da bilmiyordu. Çocukları sevmekle anne olmak aynı şey değildi, farkındaydı. Konuşurken geçen zamanın farkına varamamış, masanın üstündeki testleri fark edince gerçeklikle tekrar yüz yüze kalmışlardı.
“Ben bakamayacağım, sen bak lütfen,” dedi Nazlı.
Yasemin testlere bakarken yüzünden belki anlarım diye bakıyordu ama zerre bir şey anlayamıyordu. Ya da Nazlı artık neyin ne olduğunu bilemiyordu.
Yasemin, “Nazlı,” dedi gülerek, ardından ayaklandı. “Hamilesin.”
Öylece kalakaldı Nazlı. Ne bir tepki verebildi, ne de bir şey söyleyebildi.
“Hamileyim,” dedi inanamayarak.
“Hamilesin,” dedi, Yasemin dolu gözlerle.
Daha fazla yerinde duramayarak ayaklandı Nazlı. Yasemin, Nazlı ayağa kalkar kalkmaz sıkıca sarıldı Nazlı’ya. Nazlı’nın gözleri ise diğer iki gebelik testine takıldı. Koyu kırmızı ikişer çizgiler dört taneydi.
“Sen çok iyi bir anne olacaksın. Asla şüphe etme tamam mı? Biliyorum, yurttaki çocuklarla ilgilenmekle doğurmak bir değil ama sen içinde bu duyguyu hep taşıdın Nazlı. Hadi, şimdi sana iyi bir doktor bulalım.”
Ardından zaman doktor bulmak ve nasıl olduğunu araştırmakla geçmişti. Arada gözü testlere kaydığında en net ve kırmızı haliyle çift çizgiler görmek içinde bir yerlerin kıpır kıpır olmasını sağlamıştı. Gerçekten oradaydı.
*********
“Öyle işte, Yasemin sayesinde fark ettim diyebiliriz.”
“Baldıza sonuna kadar katılıyorum,” diyerek anlattıklarımdan sonra Yasemin’e hak vermesi dudağımın kıvrılmasını sağlamıştı. Kıvrılan yeri öptü.
“Korktuğunu da biliyorum,” dedi lafının devamında. “Ama senin ne kadar iyi bir anne olacağını da biliyorum. Sen kendinin farkında henüz değilsin ama her şeyinle o kadar iyisin ki, bir çocuğun sahip olabileceği en iyi şey senin gibi bir anneye sahip olmasıdır.”
Söylediği her kelime içimde öyle yerlere dokunuyordu ki sanki çocukluğumun tüm yaraları sarılıyor gibi hissettiriyordu.
“Hiç görmediğim, bilmediğim bir şeyi ben ona nasıl hissettireceğim? Tamam, artık bir annem var. Bir anneye sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu yavaş yavaş biliyorum ama ben bu duyguyla büyümedim ki. Ya çuvallarsam, batırırsam her şeyi, o zaman ne olacak?
“Sen bebeğimize anne olamamaktan mı korkuyorsun?” diye sordu. Sakince başımı sallayarak onayladım. “Bu mümkün değil Nazlı,” dedi.
“Evet,” diyerek derin bir nefes aldığında uzun bir konuşma yapacağını anladım.
“Her kadın anne olamaz. Zaten her kadın da anne olmamalı ama Nazlı sen o kadınlardan biri değilsin. Evet, bir çocuğun büyümesi gereken bir ortamda, sevgi içinde, anne ve babayla büyüyemedin. Bu benim kalbimde de bir yara ama sen bir çocuğa nasıl davranılmaması gerektiğini bilerek büyüdün. Ve eminim ki hiçbir çocuğa, bu karnındaki miniğimizde dâhil olmak üzere sana yapılan şekilde davranmadın, davranamazsın. Ben seni çocuklarla ilgilenirken gördüm. Hepsinin gözünün içine bakıyorsun. Hepsi de sana hayran. İnsan bazı şeyleri iyi yolla ne yazık ki öğrenemez. Sen de, bir insanın bir çocuğa nasıl davranılması gerektiğini değil, nasıl davranılmamasının gerektiğini biliyorsun. Bir çocuğun nasıl sevilmesi gerektiğini, saçını okşamanın, yaralarını sarmanın ya da sadece seni seviyorum demenin bir çocuk için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun.”
Bu noktada derin bir nefes aldı. “Ama yine de ben hazır değilim dersen eğer,” dediğinde sözünü ben kestim.
“O lafı tamamlama. Ben bütün ömrümü sevilmediğim ve istenmediğim düşüncesiyle geçirdim. Bu bir çocuk için o kadar ağır bir düşünce ki, kaldıramazsın. Evet, büyümem gereken şartlarda ya da sevgi içinde büyümedim ama dediğin gibi bir çocuğun asıl ihtiyacının ne olduğunu biliyorum. Bu yüzden ben bu çocuğu istiyorum. Korkum ona, onu ne kadar çok sevdiğimi hissettirememek ama bunu da beraber aşacağız. Biz nelerin altından kalkmadık ki, bunun mu altından kalkamayacağız?”
Ağzını kapattığım ve hâlâ ağzında olan elimi öpücük kondurarak geri çekti. Bir kolu belime sarılı olduğu için rahat bir şekilde uyluğumu sıkarken, diğer eli yüzümü okşuyordu.
“Sen, benim gördüğüm en iyi anne, bebeğimiz de senin gibi bir annesi olduğu için çok şanslı bir velet olacak.”
“Bebeğimize velet diyemezsin,” dedim, gülerek.
Koltuktan tek seferde kalkıp beni kucağından bir saniye bile indirmeden odamıza çıkmaya başladı.
“Şanslı olduğunu söylemiştim. Çocuğa velet bile dedirtmiyorsun.”
Sadece güldüm. Bundan sonra ise sadece gülecektim. Sırada güzel ve kalabalık günler vardı.
********
Hamileydim.
Bu hayatım boyunca alabileceğim en güzel, aynı zamanda en korkutucu haberlerden biri olmalıydı. Daha önce görmediğim bir şeyi nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bazı şeylere sonradan kavuşulsa bile, o şeyin olmadığı yıllar unutulmuyordu.
Bir can vardı içimde. Günden güne büyüyecek; etimden, kanımdan, canımdan bir parça olacaktı.
Hayatımın büyük bir kısmında anne kelimesi, hiçbir zaman yer almamıştı. Anlamı da. Yıllar sonra kavuştuğum sıcaklık bile henüz yabancıyken. Şimdi ben bizzat anne olacaktım.
Hazmetmesi güç ama düşündükçe içimde bir yerleri sızlatan bir duyguydu bu. Görmediğim bir şeyi nasıl yapacaktım? Ben nasıl anne olacaktım? Ya da olabilecek miydim?
‘Olacaksın’ dedi derinlerdeki ses. ‘Yalnız değilsin, yanında seni sevenler var. O var’.
Haklıydı. Ne ben annemdim, ne de yalnız.
Şimdi ise kapısında ‘Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Şebnem Öztürk’ yazan yere bakıyordum. O kadar çok heyecanlıydım ki Ateş’in elini sıktığımı çok sonra fark etmiştim.
“Kalbim ağzımdan çıkacak şimdi,” dedim heyecanımı dile getirerek.
“Benim de gülüm, benim de.”
Beş dakika geçmemişti ki doktorun odasından asistanı çıkıp adımı seslenmesiyle kendimi doktorun karşısında bulmam saniyeler sürmüştü.
“Hoş geldiniz,” diyerek karşısında karşılıklı duran tekli koltukları gösterdi.
“Hoş bulduk,” diyerek gösterdiği yerlere oturduk.
“Şikâyetiniz nedir Nazlı Hanım?”
“Ben iki gün önce gebelik testi yaptım. Üç test de pozitif çıktı. Adetim de iki haftayı aşkın bir şekilde gecikti. Düzenli adet olan birisiyim, testlerde pozitif çıkınca doktor kontrolü için geldik.”
“Anlıyorum,” dedi. “Hemşire arkadaşlar sizden kan almışlar. Birazdan sonuçları çıkar. Sonuçlar çıkana kadar ultrason kontrolü yapalım. Siz içeriye geçin lütfen, ben şimdi geliyorum.”
Ateş’le beraber doktorun gösterdiği yere geçtik. Ben sedyeye uzandığımda Ateş karnımı açmamda yardım etti.
“Tek de yapabilirim biliyorsun değil mi?” dedim gülerek.
“Kazağını sıyırmak da dâhil olmak üzere bundan sonra yaşayacağımız her şeyi beraber yapacağız. Zaten bütün işi sen yapacaksın, bundan sonrakiler bende.”
Doktorun gelmesiyle konuşmamız son buldu. Eldivenlerini taktığında ultrason makinesini çalıştırdı. Elindeki jeli karnıma sıkarken, “Jel elimdeki probun daha iyi hareket edebilmesi için kullanılır. Bebeğe de anneye de hiçbir sakınca olmaz, içiniz rahat olsun.”
Karnıma sıktığı jeli az önce adının prob olduğunu öğrendiğim aletle iyice yayarken ekrana dikkatle baktı. Prob birkaç kez karnımda hareket ettikten sonra bir yerde durdu.
“İlk hamileliğiniz mi?” diye sordu.
“Evet,” diyerek cevapladım.
“Gebeliğin dördüncü haftasındasınız. Bakın tam olarak şurada,” diyerek bir yeri gösterdiğinde ekrana öylece bakıyordum.
“Nerede?” diye sordu Ateş. “Ben bir şey göremiyorum, nerede bebeğimiz?”
“Bakın, şu nokta,” diyerek farenin ucuyla gösterdi bu sefer.
“Ama minicik. Nokta kadar,” diyebildim sadece.
“İlk haftalardayız. Bu yüzden gayet normal, içiniz rahat olsun.”
“İyi mi peki? Bir sorun yok değil mi? Sağlıklı mı?”
Duyacağım olumsuz tek bir kelimeye bile tahammülüm yoktu ama bilmeliydim. Onun için, iyiliği için bilmeli ve ona göre davranmalıydım.
“Şu an için her şey yolunda.”
Prob dediği aleti karnımdan çekti. Üç ultrason görüntüsü çıktısını alıp bana verdi.
“Henüz net bir görüntü değil ama aileler genelde her ay ultrason görüntüsünü alırlar. Bu da sizin miniğin görüntüsü, hazır olunca içeri gelin lütfen.”
Ateş, yanda duran mendillerle karnımı silerken ben de elimdeki görüntülere bakıyordum. Bu tarifi öyle imkânsız bir duyguydu ki yaşamayan bilemezdi.
“Bu bizim mi şimdi?” diye sordum.
“Bizim,” dedi silme işini bitirdikten sonra. “İkimizin.”
Saç diplerimde hissettiğim öpücükle gülümsedim. Sedyeden kalkıp toparlanırken ultrason görüntüsünü de Ateş’e verdim. Şimdi şaşkın ve hayranlık karışımıyla bakma sırası ondaydı.
İçeri girdiğimizde doktor hanım bilgisayarla ilgileniyordu. Bizi fark ettiğinde, “Buyurun lütfen,” dediğinde yerlerimize geçtik.
“Ben de kan sonuçlarınıza bakıyordum. Genel olarak gayet iyi sonuçlar ama tabii size bazı vitaminler yazmam gerek. Düzgün bir beslenme programıyla da diğer sonuçlarınız da kendiliğinden düzelecektir. Hamileliğin henüz başlarında olduğumuz için kese görünmüyor ama bu kötü bir şey değil. Genellikle yerleşme kanaması dediğimiz implantasyon, gebeliğin ilk iki haftasında görülür fakat bu haftalarda da rastlarız. Siz böyle bir durumla karşılaşırsanız hastaneye gelmeyi ihmal etmeyin. Peki, sizin sormak istediğiniz bir şey var mı?”
“Bundan sonra ne olacak doktor hanım? Nasıl hareket edeceğiz?” diye sordu Ateş.
“Alkol, sigara ve zararlı abur cuburlar tüketilmemesi zaten genel olarak bilinen şeyler. Onun dışında ani stres, sinir, üzüntü verici şeylerden uzak durmalısınız. Ağır kaldırmamalı ani hareketlerden kaçınmalısınız. Tabii bir de ilk hamileliklerde düşük oranı oldukça fazla ne yazık ki. İlk üç ay kendinize çok dikkat etmelisiniz Nazlı Hanım ve bu üç ayda birliktelik önermiyoruz.”
“Bunlara dikkat ettiğimiz sürece karıma ve çocuğuma bir şey olmaz değil mi?”
“Merak etmeyin,” dedi doktor. “Çoğu düşüklerin sebebi çoğunlukla anneden kaynaklı değil. Siz dikkat ettiğiniz sürece herhangi bir anormallik olmazsa sekiz ay sonra sağlıkla kucağınıza alacaksınız.”
“Teşekkür ederiz,” dedim.
“Ne demek? Görevimiz. Bir sonraki kontrol önümüzdeki ay Mart’ın son haftası olarak ayarlıyoruz. Birazdan arkadaşım size gerekli reçeteyi ve beslenme programını verecek. Düzenli kullandığınız sürece daha dinç hissedeceksiniz.”
“Sağ olun doktor hanım,” dedim elimi uzatarak.
Aynı şekilde o da uzattığında tokalaştık.
“Rica ederim. Bu kartım,” dedi ve masasındaki kartlıktan bir kart uzattı. “Herhangi bir sorunda ya da aklınıza bir şey takılırsa bana bu numaradan ulaşabilirsiniz.”
“İyi günler,” dedik. Doktorun asistanının verdiği reçete ve beslenme programıyla odasından çıktık.
Ateş, elindeki programı koltukların arasında duran küçük masaya koyarak fotoğrafını çekerken, “Ne yapıyorsun?” diye sordum.
“Bizimkiler torun heyecanıyla kazan kazan yemekler yapıp sana getirmeye başlayacaklar. Ben de şimdiden önlemimi alıyorum. Yapacaklarsa bile doktorun verdiği programa uygun yapsınlar.”
Fotoğrafı çektikten sonra kâğıdı katlayarak cebine koydu. Muhtemelen toplu mesaj olarak attığı fotoğrafın altına, “Doktor bu programa uygun beslenmesi gerek dedi. Yemek yapacaklara duyurulur,” diyerek kalın harflerle yazıp mesajı gönderdi. Ona gülmekle yetindim.
“O kadar heyecanlıyım ki Ateş,” derken bir elim sıkı sıkıya Ateş’in elini tutuyor, diğer elimdeki bebeğimizin ultrason görüntülerinden gözlerimi alamıyordum. Hiçbir şeyi belli olmuyordu. Bir nokta kadardı ama buradaydı. Bunu bilmek bile şükredilmesi gereken bir şeydi.
“Senden bir tane daha olacak. Senin şahit olamadığım anlarını göreceğim. Sekiz ay nasıl bekleyeceğim ben?” dedi.
“Benden bir tane daha mı?” diye sorarken hastaneden çıkmış arabamıza doğru ilerliyorduk. “Kız olacağı ne malum? Belki erkek olacak.”
“Kız erkek ne fark eder gülüm? Bebeğimizin cinsiyeti ne olursa olsun sana benzeyeceğine adım kadar eminim. Senin küçük bir kopyanla beraber yaşayacağız.” Derin bir nefes aldı. “Rüya gibi.”
“Bence sana benzeyecek,” dedim. Arabanın önüne gelmiştik. Kapımı açıp eliyle başıma siper yaparken güldüm. “Arabanın kapısına kafa atmayacağım, merak etme.”
Güldü. “Ayağına taş değmesine bile izin vermeyeceğim, bu daha ne ki?”
Yolcu koltuğuna sağ salim bindiğime emin olduktan sonra kendi yerine geçti. “Kime benzediğinin bir önemi yok. Sağlıklı olsun, bizimle olsun gerisi mühim değil ama tercih edebileceksem eğer sana benzemesini isterim.”
“Haklısın,” dedim tebessüm ederek. Bir elimle de yanağını okşarken, “Sağlıklı olsun, bizimle olsun yeter.
Eczanenin önünde durup reçetedeki ilaçları aldıktan sonra eve dönüş yolundayken gördüğümüz avm ile ikimizde birbirmize bakmıştık. Aklımızdan geçen şeyler eminim ki aynıydı. Başımı sallayarak onayladığımda istikamet avm yolu oldu.
“Hadi gidip bebeğimize bir şeyler alalım.”

Bölüm sonu...
Bebek geliyor... Resmen yuva kurdular. Nazlı'nın korkuları hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorum yazmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 42.82k Okunma |
3.33k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |