“Loki.” Melis’in gözleri heyecanla parlıyordu. “Loki. Beliz bu gerçekten LOKİİİ Bu Loki!” dedi, sona doğru titreyen kulak batırıcı sesiyle delirmiş gibi görünüyordu.
“Melis, saçmalıyorsun,” dedim, ama içimde bir şüphe belirmişti. Elinde tuttuğu karakter kartını bana göstererek, daha doğrusu gözüme sokmaya çalışarak çığlık atıyordu.
“Bu rüya mı, tıpa tıp aynısı. Kızım, şu an evinde lordlar lordu yüce Loki yatıyor.” Fotoğrafı elime tutuşturdu ve hızla adamın yanına gidip hayran bakışlarıyla yüzünü ellemeye başladı. Allah’ım, bu da delirdi.3
Bir elimde telefon dururken diğer elimdeki fotoğrafa baktım. Gözüme giren benzerlik beni rahatsız ederken bakışlarım yeniden adama kaydı.
Hayır, bu benzerlik değildi, Melis haklı, onun tıpa tıp aynısı. Aniden adamın bayılmadan önce söylediği sözler aklıma gelmesiyle gözlerim korkuyla irileşti.
“Lordun Loki’yi tanımadığına göre sana gerçek bir ders vermem gerekecek.”
Gerçekten deliriyorduk. Kesinlikle ikimiz de aklımızı kaçırmış olmalıydık. Hayır, hayır, rüya olmalı bu. Hatta kabus. Hızla Melis’in kolundan tutarak kendime doğru çekmeye çalıştım. “Melis, biz iyi değiliz. Polisi aramamız gerek.”
“Ne polisi, saçmala Beliz.” Elimden aldığı telefonumu yatağa fırlattı.
“Kızım, bana saldırmaya çalıştı diyorum. Ona benzeyen manyağın biri işte. Ona benzemesi hırsız olduğunu gerçeğini değiştirmiyor.”
Melis’i uyararak telefonumu almaya giderken yeniden koluma yapıştı.
“Ya gerçekten oysa?” İnanmazmış gibi ona bakarken elinden kurtuldum.
“Kitap karakterleri gerçek değil Melis.”3
İkimiz de duyduğumuz sesle arkaya döndük. “Kesin sesinizi.” Adamın sert tonlamasıyla Melis çığlık atarak ona doğru adımlamaya başladı.
“Sesi bile aynı kızım.” Gözlerinden kalp çıkan bakışlarıyla adama koşarken onu durdurmak için atıldım.2
“Saçmala Melis, karakter kartının nasıl sesi olabilir?” Melis tam adamın üstüne atlayacaktı ki adam ateş eden bakışlarıyla bağırdı.
“SAKİN OLUN. Bunu sadece bir defa soracağım. Lucas nerede?” İkimiz de yerimizde hareketsiz dururken kendimi tutamadım. Geldiğinden beri Lucasta, Lucas diye beynimin etini yedi.
“Öyle mi, ben daha iyisini soracağım. Lucasta kim?” dememle adamın gözleri öfkeyle parladı.1
“Ben daha da iyisini soracağım. Neden Lucas? Neden ben değil?” Melis’in söyledikleriyle gözlerim inanmakta zorlanır gibi kısılırken, odadaki ani sessizliği bozan yine o adam olmuştu.6
“Lucas’ın yerini söyle, yoksa yemin ederim bu sarışından kızartma yaparım.” Yanında dolaşan kedimi elleri arasında sıkıca tutarken sinirden patlayacak gibiydim.
“Sıkıysa yap, ben de senin adamını vururum, hadi.” Gözlerini kısarken söylediklerimin doğruluğunu tartıyordu. “Demek Lucas senin elinde.”3
“Mieoow.” Güneş’in sesiyle dikkatimi ona verirken, Melis yine saçmalamıştı.
“Doğru, kaldıramaz.” İçeri ne zaman girdiğinden habersiz, Melis’in ev arkadaşı Ada’nın sesiyle üçümüz de ona döndük. Bu ev iyice yol geçen hanına döndü ama. Başlarım böyle işe. Adamın tehditvari sesiyle yeniden ona baktım.
“Demek öyle, yerini söylemeyeceksiniz yani. Peki, o zaman üçünüzü de öldüreceğim ve Ryan’dan zorla kendim öğreneceğim. Senden başlayacağım.” Beni işaret etmesiyle, bir anlığına bile olsa, aklını yitirmiş birinin gözlerindeki o vahşi parıltıyı görmemle tırsmıştım. Sesimi sakin tutmaya çalışarak tane tane konuştum.
“Ryan mı? Pekala, dinle. Sana bir defa soracağım. Kime. Hizmet. Ediyorsun?”5
“Kime mi hizmet ediyorum? Ne demem gerekiyor, Lucifer mi?” Kaşlarını çatarak bağırmasıyla dediklerinde anlam bulamıyordum. Neler oluyordu bu lanet yerde?1
“Sen gerçekten Grondallısın.” Melis yeniden bağırmıştı. Neden herkes bağırıyordu? Ve neden kapıda duran kız bizi seyrediyordu?
“Ben Grondallı değilim. Tereus’luyum.” demişti yüzünü burusturarak.
“Orası da Grondal, salak. Neden bizimle boğuşuyorsun?” Araya girmemle ikimiz de birbirimize şaşkın şaşkın bakıyorduk.
“Siz Lucifer’in adamı değil misiniz?” Kapıda duran Ada’nın anlamsız sorusuyla adam yüzünü buruşturdu. Aklını kaybetmekte olan birinin çaresizliğiyle bize bakıyordu.
“Ne Lucifer’i be. Hayır. Ben Lucası bulmaya geldim.” Üzerimizde gezinen bakışlarıyla sanki aklının ipleri kopmuş gibiydi. Dördümüz de birbirimize anlamsız bakışlar atarken durumun saçmalığını yeni yeni fark ediyordum. Aniden Melis’in sesiyle havadaki gerginlik daha da arttı.
“Ben bu konuşmayı bir yerlerden hatırlıyorum.” Hatırlamaya çalışırken, Ada da ona destek çıktı.1
“Allah aşkına bir susun, aklımı kaçıracağım.” Saçlarımı ellerim arasına alırken odada volta atmaya başladım. Hala yerde oturan ve kendini yüce Lord Loki sanan adam da kalkmıştı.
“Şimdi bana nerede olduğumu söyleyecek misin?” Bıkkın bakışlarıyla karşılaşınca, durumu kendim idrak edemeden ona nasıl anlatacağımı düşünüyordum.
“Melis, Ada’yı kapıya kadar geçirir misin?” Melis gözlerini kırpmadan Loki’ye bakıyordu. Kolumla onu dürtünce ne demek istediğimi anlayıp Ada’ya doğru adımladı. Bir kişinin daha gözünde deli durumuna düşmek istemiyordum. Zaten son zamanlarda da akıl sağlığımın pek yerinde olduğu söylenemezdi.
“Hadi Ada’cım.” Ada, Melis’i çoktan soru yağmuruna tutmuştu ama Melis onu geçiştirdi. “Bu adam gerçekten Lucifer’in adamı mı?”
"Sacmala Ada, Belizin uzak akrabalarından biri,” dedi Melis. Loki’nin gözlerini üzerimden çekmemesinden rahatsız olarak “Ne bakıyorsun?” der gibi bir bakış attım. Sonunda Melis de geldiğinde, konuşmanın zamanı geldiğini anlamıştım.
“Hadi artık anlatın. Daha fazla sabredeceğimi sanmıyorum. Sarışın konusunda ciddiyim,” dedi Loki, bir kaşını kaldırarak parmağıyla kedimi işaret etti. Bakışlarım istemsizce Lokinin çıplak göğsüne kaymasıyla yutkunmuştum.
Yunan tanrısını andıran vücudu, bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibiydi. Bu durum bana hiç yardımcı olmuyordu; sonuçta her gün Yunan tanrısı görmüyorum, değil mi? Nereye baktığımı fark etmiş olacak ki, daha doğrusu nereye baktığımızı fark etmiş olacak ki, elindeki Güneşi göğsüne doğru kaldırarak bedenini kapatmaya çalıştı.1
Bu durum bana komik gelse de dudaklarımı birbirine bastırdım. Melis’inse yüzü düşmüştü; nede olsa manzarasının önü kapatılmıştı, haklı kız.
“O sapık gözlerinizi üzerimden çekin,” dedi Loki.
“Biz de zaten çok meraklıyız kaslarına,” diyerek gözlerimi devirdim ve abimin odasına adımladım.
Böyle olması işi zorlaştırıyordu. O yüzden bir şeyler giymesi her üçümüz için de en iyisiydi.
“Ben şahsen meraklıydım,” Melisin demesiyle kıkırdamıştım. Bu kız gerçekten garipti.
Elimdeki tişörtü yüce Yunan tanrısına fırlattım, o da havada yakaladı.
“Giy şunu. Bir genç kızın odasında böyle dolaşamazsın. Biraz ahlak,” dedim. Elindeki tişörte garip bakışlar atsa da bir hışımla üstüne geçirdi. Galiba Melis’in bakışlarından gerçekten tırsıyordu.1
“Evet, oldu mu? Şimdi anlatacak mısın?” diye sordu sabırsızca.
“Önceki halin daha iyiydi ama bu da idare eder,” dedi Melis. İkimiz de Melis’e öldürücü bakışlarımızı atıkta Melis, susmuş gibi yaparak ağzının fermuarını çekti.3
Sıkıntıyla nefes verirken gözlerim yeniden siyahlarıyla buluştu. Doğrusu kendim bile bu gerçekliyi, belki de onun gerçek olmamasını kabul edemezken bunu sesli söylemek garip geliyordu.
“Tam emin olmamakla beraber senin Prens Loki olduğunu düşünüyoruz. Doğru mu?” Kaşlarını çatarak bu önemsiz bilgiyi geçmemi bekliyordu.
“O zaman Grondar’da yaşıyorsun. Ryan, kuzenin ve düşmanın, doğru mu?”
“Evet de bunları neden söylüyorsun?”
“Çünkü emin olmaya çalışıyorum. Her gün evimin balkonuna gökten prens düşmüyor?” Sabırsızlığına göz devirdim. O da anlamsız bakışlarıyla merakla beni izliyordu.
“Sonuç?” dedi yine sabırsızca. Derin bir nefes aldım. Az sonra sesli söyleyeceğim şeylerin saçmalığına takılmak istemiyordum. Yoksa gerçekten aklımı kaçırdığıma inanacaktım.
“Dünyadasın ve galiba sen bir kitap karakterisin. Hatta galiba değil. Sen bir hayal ürünüsün. Şu an olduğun yer gerçeklik, yani olmaman gereken bir yerdesin.”
Bu sözleri söylerken, Loki’nin yüzündeki şaşkınlık ve inançsızlık karışımı ifadeyi görebiliyordum. Gözleri, ikimizinde üzerinde gezinmişti.
Odanın köşesinde duran eski kitaplık, raflarında sıralanmış tozlu kitaplarla doluydu. Her biri, başka dünyalara açılan kapılar gibiydi. Şimdi ise, bu kitaplardan birinin karakteri karşımda duruyordu.
Biri bana iki gün önce okuduğum bir kitap karakteriyle karşılaştım dese, aklını oynattı sanırdım. Şimdiyse burada durmuş, bir hayal ürününe gerçek dışı olduğuna ikna etmeye çalışıyordum. Hayat gerçekten olağandışı.
Kitaplarda okuduğum fantastik dünyalar, büyülü krallıklar ve efsanevi kahramanlar bir anda gerçek olmuştu.
Prens Loki, Grondar’ın karanlık ormanlarından çıkıp, benim sıradan dünyama adım atmıştı. Böyle söyleyince kulağa ne kadarda masalsı geliyor öyle değil mi? Ama bu ne bir peri masalıydı, ne de Loki beyaz atlı prensdi.
O, karanlık evrenin gölgesinde yaşayan bir varlıktı. Bilinmeyen, lanetli ve yasaklanmış olanın ta kendisiydi. Nefretin vücut bulmuş haliydi; kalbini kumara yatırmış, ruhunu karanlığa teslim etmiş bir iblis.4
Okur Yorumları | Yorum Ekle |