Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın 🎀
Yalanları ne kadar basitleştirmiştim. Gerçeği söyleme düşüncesi bile nefessiz kalmama sebep oluyordu. Korkuyordum. Korktuğum şeyi şimdi çok iyi anlıyordum. Yaşadığım o kadar gerçeküstüydü ki kabullenmekten korkuyordum.
Aklımın bir yerlerinde hâlâ Loki’nin gerçekliğini kabul edemiyordum. Onun elime dolanan elinin ısısıysa tüm inancımı yok etmeye hazır gibi orada kendini hissettirmekten geri durmuyordu. Tüm varlığıyla “Ben gerçeğim,” diyordu. “Ne aklın, ne de kalbin gerçekliğimi inkâr edemez,” diyordu. Sessizce bana meydan okuyordu.
Ben daha ne olduğunu anlayamadan içeri çekilmiştim. Arkamda duyduğum kapının çarpmasıyla kapanan gözlerim aniden irileşti. Gözlerim görebildiği tek şey siyah gömlekti. Gözlerim daha da irileşirken aramızda çok az mesafe olan adama bakma ihtiyacı hissetmiştim.
Gözlerimi yavaşça gömleğinden boynuna, oradan da yüzüne çevirmiştim. Bir eli kapı kolunda, diğer eli hâlâ koluma sarılı olan adamla kapı arasında sıkışıp kalmıştım. Gözlerini kapıya dikmiş, sanki arkasındakini görecekmiş gibi dik dik bakıyordu.
Benim görebildiğimse yalnızca onun kasılan çenesiydi. Çünkü gerisini görmeye boyum yetmiyordu. Ve bunun için şu anlık minnettardım. Görmek istediğim en son şey onun öldürücü bakışlarının hedefi olmak olurdu herhalde.
“Beliz, neredesin?” Abimin yeniden beni seslemesiyle irkilmiştim. Onu izlemeye öyle bir dalmıştım ki neden bu durumda olduğumuzu bile unutmuştum. Abimin sesiyle yüzü görmese bile refleksle hızla onun ellerinden kurtulmuştum. Gözlerimi ondan başka tüm banyoda gezdirirken onun bakışlarının sonunda beni bulduğunu görebiliyordum.1
“Delirdin mi sen? Ya biri gördüyse?” Alçak tuttuğum sesimle ona tıslarken gözlerimi kapıya çevirmiştim. Abimin ayak seslerinin uzaklaştığını duyabiliyordum.
“Birkaç saniye daha öyle durup bağırsaydın, o zaman ailenden saklaman gereken bir yalandan kurtulmuş olacaktın,” demişti sinirle.
“Keşke kurtulsaydım.” İkimiz de aramızdaki gerginliğin farkındaydık ve bunu aradan kaldırmak için şu anlık çaba harcadığımız söylenemezdi. Sözlerimle gözlerinin daha da koyulaştığını görünce elim hızla kapı koluna gitmişti. Buradan ne kadar hızlı kurtulsam benim için o kadar iyi olacaktı.
Tam açacaktım ki elim üzerinde hissettiğim eliyle ona döndüm. Benim buz kesmiş bedenimin aksine onun elinin ısısı tezat yaratırken gözleri birkaç saniyelik ellerime kayarken kaşları çatılmıştı. Aynı şekilde gözleri yeniden yüzüme çıkarken sanki söyleyeceklerini unutmuş gibi birkaç saniye daha siyahları yüzümde gezindi. Bugün o kadar stres ve tedirginlik içindeydim ki ellerimin buz kesmesine şaşmıyordum bile. Hep stresli olduğumda böyle oluyordu.
“Bekle birkaç saniye, gittiğinden emin olalım.” Aralan dudaklarıyla az önce söylemek istediği şeyleri söylemediğini anlamıştım. Daha onu tanıyalı iki gün olsa da benimle tartışma fırsatını kaçırmayacağını ve asla laflarımın altında kalamayacağını öğrenmiştim.
Ama şu anlık bana uyum sağlamaya ve konuyu fazla uzatmama kararı almıştı. Ailem içeride bizi beklerken yapmamız gereken de zaten buydu. Elini yavaşça elimin üzerinden çekerken elimin üzerindeki ısının ani yok oluşu hissiyle aniden irkilmiştim.
Bana garip gelen, birkaç saniye içinde bu ısıyı bu derecede benimsememdi ve varlığına bu kadar ihtiyaç duyarken yokluğunu bu şiddette hissetmemdi. Gitmeme izin verdiğini anlayınca hızla lavabodan çıkarak kendi odama geçmiştim. Ortalıkta kimse olmadığı için şanslıydım. Melis’in neşeli sesiyle tüm ailenin sesleri karışmış, her şey yolundaydı. Birkaç dakika daha odada oyalanırken aniden kapı açılmış, abim içeri dalmıştı.
“Neredesin kızım sen ya? Tüm evde seni arıyorum.” Hafif kızgın çıkan sesiyle sanki telefonumla oyalanıyor gibi yapıyordum.
“Acil bir arama yapmam gerekiyordu abi, balkondaydım.” Hızla anlıyorum der gibi başını sallamıştı.
Salona geçtiğimizde Loki çoktan yerinde oturmuş babamla lafa dalmıştı. Göz ucuyla ona baktığımda bu tarafa kafasını bile çevirmemişti. Gerçekten fark mı etmemişti yoksa görmezden mi geliyordu bilemiyordum. Melis bana doğru eğilirken ona dönmüştüm.
“Neredeydiniz siz, abin bir şeyden şüphelenecek diye anlatmadığım rezil anım kalmadı.” Fısıldayan sesiyle kulağına doğru yaklaşmıştım.
“Az daha abime yakalanıyordum, sonra anlatırım.” Melis şaşırsa da hızla kendini toplayarak başını sallamış, yemeğine dönmüştü. Sohbet düşündüğümden daha uzun sürmüştü. Akşama doğru endişem biraz da olsa azalmıştı.
Bunun büyük sebebiyle Loki’nin davranışlarıydı. Birkaç kez bana olan bakışlarını yakalasam da genellikle öldürücü ve dik bakışlarına maruz kalmadığım için mutluydum. Diğer sebepse Loki’nin ailemle olan davranışlarıydı ki Melis’le beni en çok şaşırtan buydu.
En azından uyumsuzluğunu belli eder diye düşünmüştüm ama o konuyu çok iyi idare ediyordu. Zeki herif. Kendi evreninde sahip olduğu güçlerden biri de kılık değiştirebilme ve uyum sağlama olduğunu biliyordum.
Bu da gösteriyordu ki o ne kadar güçlerine ulaşamadığını söylese de kendi bedeni bunu öylece kabul etmiyor ve yılların tecrübesini konuşturuyordu.
“En son ne zaman İstanbul’a geldin demiştin?” Annemin Loki’ye sorduğu bilmem kaçıncı soruyla yeniden aynı nezaketli gülüşüyle yanıtladı.
“Altı yıl önce,” dedi bana ve Melis’e bakarken. Melis de hızla onu onaylamıştı. “Baya uzun süre olmuş. E yarın işin yoksa bizimkiler dolaştırsın seni. Hem abi kardeş biraz vakit geçirirsiniz,” demişti annem, abime ikaz dolu bakış atarken. Abimin bu bakışlar karşısında zaten hayır diyebilme gibi bir lüksü yoktu.
“Meral haklı oğlum. Hem sıkılmamış olursun sen de,” demişti babam. Melis bu fikri beğenmiş olacak ki gözleri o çocuk heyecanıyla parıldamıştı. Abim önce sıkıntıyla nefes vererek tam itiraz etmeye hazırlanıyordu ki gözlerini Melis’in gülüşüne birkaç saniyelik takılı kalmıştı. Tabii bunu benden başka kimse fark etmemişti.2
Abimin bile Melis’e karşı olan tutumunun farkında olduğunu sanmıyordum. Bu fikri hiç beğenmemiştim. Bir haftayı mümkünse hiç buluşmadan geçirmeyi planlıyordum.
“Olur gideriz. Zaten yarın izinliyim.” Abim de onay verdikten sonra gözler bana dönmüştü. Doğrusu ben gitmek istemiyordum, hatta aklıma birkaç bahane bile gelmişti. Ama abimi Melis ve Loki’yle yalnız bırakabileceğimden emin değildim. Melis zaten abim yanında aklı bir karış havada oluyordu. “Olur,” demiştim isteksizce.
Sesimdeki isteksizliği iki erkek de sezmiş olacak ki, abim ve Loki’nin aynı anda çatılan kaşlarla beni izlediklerini gördüm. Duruşlarının bile aynı olması bir an bana komik gelse de hızla gülümseyip daha içten şekilde onları onaylamıştım.
Abimle ben, Melis ve Loki’yi uğurlamak için kapıya kadar gitmiştik. Abim vedalaştıktan sonra yeniden üçümüz yalnız kalmıştık.
“Sabah görüşürüz.” Hızla Melis’e sarılmıştım. Gözlerim Loki’nin üzerinde gezinirken bir eli cebinde, diğer eliyle çenesini sıvazlayarak duvara yaslanmıştı. Düşünceli görünüyordu.
“İyi geceler kuşum,” diyerek Melis merdivenlere yönelmişti. Aynı şekilde Loki de arkasından adımlarken beni görmezden gelerek gözden kaybolmuşlardı.
Ben de çok meraklıyım sana,” kısık sesle arkasından söylenerek kapıyı kapatıp odama gittim. Uyumak istiyordum. Uzun bir uyku her şeyi halledebilirdi. Onu bana unutturabilirdi. En azından öyle umut ediyordum.
Ta ki masanın üzerine dizdiğim kitapları görünce. Bunu ona verecektim. Sıkıntıyla nefes verip kitabın üzerindeki karakter kartını elime aldım. Parmak uçlarım hafifçe Loki’nin yüzünde gezinirken sanki daha önce fark etmediğim bir değişiklikle gözlerimi kısmıştım.
Gömleğinin altında kalan dövmenin uç kısımları dikkatimi çekmişti. Onu iki gün içinde üç defa çıplak görmüştüm ve göğsünde bir dövme olduğuna adım kadar emindim. Nedense içimde bir şeylerin ters gittiğine dair hisler yakamı bırakmıyordu. Yine bir şeyleri gözden kaçırdığımı hissediyordum.
Gidip kitapları ona verip hızla okuyup bitirmesi ve buradan gitmenin yolunu bulması için onu uyarmak için yukarıya gitmek fikrimden aniden vazgeçmiştim. Nedenini bilmiyordum. Şu an bilmek istediğimi de sanmıyordum.
Aklımdaki fikirleri, kalbimin aptalca bana kurmaya çalıştığı oyunları görmezden gelerek uyudum.
Annemin beni yedinci seslenişinde sonunda uyanmıştım.
***
“Kızım kalksana,” dedi beni biraz daha sarsarak.
“Seni alan üç gün sonra gelip kapıma bırakacak,” dedi kızmış bir tonda, gözlerimi aralarken odanın dört bir köşesine saçılmış kıyafetlerimi topluyordu.
“Günaydın sultanım,” daha gözlerimi güçle aralarken uykulu sesle mırıldanmıştım.
“Öğlen oldu sarı kız,” dedi kıyafetleri dolaba yerleştirirken.
“Sana bu dünyadan zor koca buluruz,” demişti bana takılarak.4
“Düşün bir de başına kalıyorum,” dedim kıkırdayarak. O da gülse de hızla ciddileşmiş bana bakıyordu.
“Hâlâ kalkmadın mı sen?” Gelip yorganı üzerimden atmıştı.
Aniden elleri beni gıdıklamak için karnıma gidince gözlerim irileşti. Bu kadın beni yataktan nasıl kaldırabileceğini çok iyi biliyordu. Sonuçta yılların tecrübesine sahipti. Kıkırtılarım odayı doldururken hızla elinden kurtulup salona doğru koşmuştum.
Şimşek McQueen’li pijamamla salona adımlarken arkamdan gelen anneme takılmaya devam etmiştim.
“Sana okuduğum kitaplardan bir damat getireceğim hatun,” dedim alaycı sesimle salonda oluşan kalabalığa göz ucuyla bakarken. Gözlerim aniden yeniden o kalabalığı bulunca onların arasında görmeyi beklediğim en son kişi Loki’ydi.3
Kıvrılmış dudaklarıyla beni izlerken gözlerindeki hafif şaşkınlık da dikkatimden kaçmamıştı. Sabahın köründe ne işi vardı bunun evimde? Uzun süre üzerimde gezinen gözlerinin neye baktığını merak ettiğim için ben de üzerime bakarken Şimşek McQueen’li pijamamla sanki yeni aydınlanmıştım.
Bu adam neden beni hep sabah uyandığım bu tipsiz halimle görüyordu? Dağınık saçlarım ve giydiklerimle palyaço görmüş gibi bakışlarının üzerinde olmasıyla daha da utanmıştım.
“Sana kitap karakteri bile dayanmaz kızım,” demişti annem salona girerek. Annemin söyledikleriyle yanaklarım alev alırken kaşlarım hızla çatılmıştı.
“Ne alakası var ya anne? O daha şükür etsin ki benim gibi elit, kültürlü, üst tabaka insanı onu seçiyor,” bu söylediklerimle odadakilerden küçük kahkahalar yükselirken Loki hâlâ dudağındaki o hınzır sırıtışla beni izliyordu.
“Kim benim üst tabaka, elit, kültürlü bebeğimi kızdırdı?” dedi odaya daha yeni giren babam, saçıma küçük bir buse kondururken.
“Alt tabaka insanları babacım,” dedim dudaklarımı büzerek babama şikayet eder bir tonlamada. Babam masadaki yerini alırken Lokiyi görünce gülümsemişti.
“Hoş geldin oğlum. Gel geç,” dedi masada sağ tarafındaki sandalyeyi göstererek.
“Kimmiş bu alt tabaka insanları?” dedi babam yeniden bana dönerken. Masadaki zeytinden birini ağzıma atarken omuz silktim.
“Bilirsin babacım, son zamanlardaki kitap karakterleri biraz değer bilmez. Bir yaranamıyoruz,” demiştim Loki’ye göz devirerek.
O kadar iyiliğimiz dokunuyordu ama görmezden geliniyorduk. Sol kaşı hafif havalanan Loki, lafın kime olduğunu anlamış olacak ki sorgular gibi bana bakıyordu.
“Belki de beklentilerin farklıdır. Sonuçta her karakterin senin beklentilerini karşılayarak beyaz atlı prens olduğunu bekleyemezsin.” Loki’nin aniden son derece ciddi çıkan ses tonuyla tüm dikkatleri üzerine çekmişti.
Bu adamda hiç çekinme falan yoktu. Eğer damarıma basarsan kimseyi umursamam diyordu. Gözlerindeki bana attığı meydan okuyan bakışları benden çekip babama çevirdi.
“Sonuçta her insan farklıdır.” dediğinde babam hızla onu onaylamıştı.
“Haklısın, zaten insanları da en çok hayal kırıklığına uğratan beklentileridir. Bazı şeyleri olduğu gibi kabul etmek gerektiğini insan oğlu kolay kolay anlamıyor,” diye konuya dair bakış açısını söylerken Loki’nin tarafını tutması beni biraz kızdırmıştı.
“Kimse kimseyi olduğu gibi kabul etmek zorunda değil. Hele ki o insanın olduğu kişilik etrafındakilere zarar veriyorsa neden insanlar onu kabul etsin ki? Eğer çoğunluğa uymuyorsa demek ki sorun onda.” Dememle Loki’nin gözlerinden aniden öfke bulutları geçmişti. Burada ima ettiğim şey aslında Loki’nin kendi evreninde yaptıklarıydı. Bir şeytan gibi tüm evreni altını üstüne getirirken sorun onda olmadığını bana kimse kabul ettiremezdi.
“İnsanın etrafındaki insanlardan beklentisi olması çok normal. Zaten bu beklentiler standartlarımızı da belirlemiyor mu? O yüzden birini beklentilerini karşılamıyorsa onu kabul etmek zorunluluğun yok.” Bu defa abim benim fikrimi destekleyecek bir fikir söyleyerek masaya oturmuştu.
Abimin konuya girmesi Melis’in de konuya karışmasına sebep olmuştu.
“Ne yani, sırf biri senin beklentilerini karşılamıyor diye onu kolayca hayatından silebilir misin? Peki duygular? Sırf mantığınla ‘Bu insan bana uymuyor,’ deyip, ‘Farklıyız,’ deyip birini yok saymak bu kadar kolay olmamalı. O insanı anlamaya çalışarak gerekirse bazı şeylere tolerans göstererek kabuğunun altındaki kişiyi görmeye çalışabilirsin.” Melis’in ona karşı çıkması canını sıkmış olacak ki kaşlarını çatmıştı.
Tam dudaklarını aralayıp konuşacaktı ki ben hâlâ gözlerini bana dikmiş adama bakarak konuştum. “Eminim ki o kabuğunun altında bir canavar yatıyor. Bir insan asla göründüğünden daha fazlası olamaz. Bir şeytan içinde bir melek gizleyemez, öyle değil mi?” Gözümü bile kırpmadan söylediklerimle gözlerimi kenetlediğim siyahları daha da koyulaşmıştı.
Neden ona karşı içimde öfke vardı? Neyin öfkesiydi bu? Aslında neyin öfkesi olduğunu çok iyi biliyordum. Onun duygusuzluğuydu beni öfkelendiren. Bu adam kendi kardeşinin ölümüne göz yummuştu. Onun arafta yıllarca hapsolmasına razı olmuştu. Kendi canından bir parçayı kolaylıkla silebilmişti.
Tamam, belki kitapta bunun detayları yazılmasa da hiçbir sebep bunu bana doğru gösteremezdi. Yüzsüz gibi bir de araftan çıkmak için kardeşinin ruhundan bile faydalanmaya çalışmıştı. Masadaki herkes konuya aslında kendi acılarından yaklaşıyordu. Fikirler bir konu etrafında dönüyor sanılsa da hepimizin ima ettiği şeyler farklıydı ve bunu yalnız ima ettiğimiz kişinin de alması ayrı bir ironiydi.
Loki elindeki çatalı sesli bir şekilde tabağa bırakırken onu kızdırdığımı anlamak zor olmamıştı. Ne söylemesini beklediğimi bilmiyorum ama bunu söylemesini beklemediğim açıktı.
“Canavarlardan korkar mısın?” Soru muhatabı bendim. Öyle afallamıştım ki şaşkın bakışlar atmaktan başka ne yapacağımı bilemiyordum.
Ben yutkununca onun bakışları gözlerimden boynuma kaymıştı. Onun için cevap açıktı. Korkardım. Kim korkmazdı ki?
Benim suskunluğumla havadaki gerginlik daha da artarken annem ortamı yumuşatmak için ortaya başka bir konu atmıştı. Diğerleri de ona uyarken bir tek ben ve o suskundu. Artık gözlerini benden çekmiş tabağındakilerle ilgileniyordu.
Son bakışı sanki aklıma kazınmış gibi söyledikleri kulaklarımda çınladı.
“Bana bir canavar gibi bakmayı kes.” Ona gerçekten böyle mi bakıyordum? Bir canavar gibi. Kalbimde başkaldıran sızıya anlam veremezken gözlerimi ondan alamıyordum.
Bana bakmasını istiyordum. Benimle konuşmasını, hatta beni azarlamasına bile razıydım. Ama böyle suskunca benden sakındığı gözleri kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu. İnsanları kırmak, üzmek yapmak istediğim son şey bile değilken nedense onu kırdığımı hissedebiliyordum.
O kırılır mıydı?2
İnsan önemsemediği birine kırılır mıydı? O canavarın bir kalbi olduğuna inanmak istiyordum.
Belki bir gün canavar olmadığına da beni inandırırdı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |