14. Bölüm
Okyanus / Hayalden Gerçeğe / 1.3

1.3

Okyanus
okyanuss_s

 

Bölüme geçmeden önce bu kısmı okuyun lütfen. Çünkü kurgunun gidişi için çok önemli. Bildiğiniz gibi bu bölümle tam 13 bölüm yayınladım. Okuma sayıları da gittikçe artıyor, her bölüm ortalama 30-50 arası okunsa da oy sayısı maalesef çok az. Lütfen okuduğunuz bölümlere oy vermeyi ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın. Hayatım çok yoğun olmasına rağmen her hafta bölüm atmaya çalışıyorum. Yazmayı gerçekten seviyorum ama emeklerimin karşılığını görmemek yazmaya olan hevesimi azaltıyor.

 

Ve bu gidiş devam ederse kitap bir kitleye ulaşana kadar bir süre ara verip tanıtım kısmıyla uğraşmayı düşünüyorum. Belki de her bölüm için oy ve yorum sınırı koyarım ki bunu yapmayı gerçekten sevmiyorum. Yine de bu kurguyu ve karakterleri seviyorum. Bu yüzden yazmaya devam edeceğim. Ama bölümlerin ne kadar hızlı gelmesi siz okurlarımın tepkilerine göre değişecek. Umarım beni anlarsınız, niyetim ne sizi ne de kendimi zor durumda bırakmak değil.

 

Sevgiyle kalın güzel okurlarım.💞

Bu uygulama gerçekten beni çok yordu. Neredeyse 1 saattir sadece bölümleri paylaşmak için uğraşıyorum 🤦🏻‍♀️

Diğer uygulamalardan da bana ulaşabilirsiniz.

𝒀𝒐𝒖𝒕𝒖𝒃𝒆: 𝑜𝑘𝑦𝑎𝑛𝑢𝑠_𝑠

𝑰𝒏𝒔𝒕𝒂𝒈𝒓𝒂𝒎: 𝑜𝑘𝑦𝑎𝑛𝑢𝑠𝑠_𝑠

💫

Beni dinlemeden ikimizi de çıkışa doğru yönlendirmişti. Bir anda ani çıkışı beni şaşırtsa da, ben de burada kalmaya zaten meraklı değildim. Etraf fazla karanlıktı, bu yüzden görebildiğim gölgeler gittikçe yok oluyordu. Sonunda adımlarım Lokinin hızına yetiştiğinde, arkadan bize çarpan bedenlerle çığlık atmıştım.

Belime sarılan ellerin ona ait olduğunu bilmeseydim, herhalde şu an karşımdakilere savurduğum yumruklarımdan nasibini alırdı. Aniden saçlarıma dolanan ellerle gözüm dönmüştü resmen. Kimdi bu hadsiz? Çığlıklar daha da yükselirken, Lokinin belime sarılı olan elini tam yanımdan geçerek birinin yüzüne çarptığını hissettim. Bir eli hâlâ elimdeyken, ikimizi de aniden dışarı çekmesiyle gözlerimi parlak ışıklarla kısmıştım.

“Bırak beni, daha onunla işim bitmedi,” deyip ellerinden kurtulmaya çalışsam da, yeniden bizim arkamızdan çıkan bedenlere çarpmıştım. “Abi,” dedim şaşkın sesimle. Yanağındaki hafif morlukla az önce Lokinin yumruğunun nereye gittiğini tahmin etmek zor değildi. Gözlerim Melisi bulduğunda, saçları darmadağındı. Yüzümü buruştururken, abimle Melis de daha kendilerine yeni geliyorlardı.

Dördümüz de birbirimize şaşkın bakışlar atarken, havadaki atmosfer aniden gerginleşti. Abimin gözleri hâlâ elimi tutan Lokiden ellerimize inerken, Lokinin de sert bakışları Melisin elini kavrayan abimden ellerine inmişti. İki erkeğin de kaşları çatılmış, birbirlerine dik dik bakıyorlardı.

“Beliz.”

“Melis.”

Abim ve Lokinin aynı andaki sesiyle, Melisle ben ellerimizi öyle hızlı çekmiştik ki, bu defa boş kalan ellerine bakarken, Lokinin bakışları benim üzerimde gezinirken, abimin bakışları da Melisin üzerindeydi. Bu defa da öldürücü bakışlarını boş kalan eller için birbirlerine dikiyorlardı. Ben abimin yanına geçerken, Melis de Lokinin sağına geçti.

“Neden erken çıktınız?” dedi Melis içine kaçan sesiyle. “Fazla sıkıcı olmaya başladı,” dedi sıktığı dişlerinin arasından Loki. Aralarındaki gerginlik daha da artmadan arabaya doğru gitmiştik. Onlar bizden önde adımlarken, biz arkalarında kalmıştık.

“Bunlar her an yumruk yumruğa birbirlerine girebilir,” demişti Melis. “Farkındayım. Bence gezimizi burada sonlandıralım,” söylediğimde Melisin kedi yavrusu bakışlarıyla karşılaştım. “Galata Kulesi…?” yalvaran sesiyle bu işkencenin daha devam edeceğini anlamıştım.

Galata sokaklarında adımlarken, yine Melis ve abim bizden birkaç adım öndeydi. Melisin ne anlattığını tam duymasam da, gülen yüzlerinden ikisinin de mutlu olduğunu biliyordum. Loki ciddi yüz ifadesiyle onları izlerken, şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bu adam daha olmayan kardeşini bu kadar sahipleniyorsa, Melis onun kız kardeşi olsaydı ondan çekeceği vardı.

Boş boş sokaklarda dolaşmaktan sıkılmıştım. Normalde abimle Melisin arasına girerdim de, şu an baldızlık yapmak havamda değildim ve abimle Melis öyle kolay kolay bir araya gelip sohbet etmezlerdi. O yüzden yalnız bırakarak bu gecelik onlarla uğraşmamak kararı almıştım. Ama Loki için aynı şey geçerli değildi, onunla uğraşabilirdim.

“Kuleye çıkalım mı?” dedim aniden. Bu sırada Melis ve abim bizden hayli uzaklaşmıştı. Loki sonunda gözlerini onlardan ayırıp bana döndü. “Onlara da söyle çıkalım,” dediğinde göz devirdim.

“Bir rahat bırak onları,” Hızla koluna girerek onu sürüklemeye başladım. Etrafta birçok turist ve insanlar vardı. Normalde de kalabalık ortamları seven biri değildim. Bugünse hiç çekilmiyordu. Yukarı belki biraz sakin olabilir diye düşündüm. Aldığım biletler bende olduğu için çok vakit kaybetmeden içeriye girebilmiştik.

20 dakikaya yakın bir süredir ikimiz de sessizce demir korkuluğa yaslanmış manzarayı izliyorduk. Fazla sessizdi. Benim aksime o gökyüzünü izlerken ben başımı bir defa bile gökyüzüne çevirmemiştim. İstanbul’un sokaklarını izlemek, etrafta karınca sürüsü gibi dolup taşan sokaklar daha çok dikkatimi çekmişti. Aslında o günden itibaren asla geceleri yıldızlara bakmaya cesaret edememiştim, ne de bakmak gibi bir niyetim vardı. Ta ki onun sıkıntıyla verdiği nefes tüm dikkatimi dağıtana kadar.

Gözlerim onu bulunca yutkunmuştum. Neden bu kadar kederli görünüyordu? Gözlerim bir süre daha yüzünde oyalandıktan sonra baktığı yere bakmak için başımı kaldırdım. Gökyüzündeki en parlak yıldız olan Kutup Yıldızı’na ilişti gözlerim. Ben de uzun bir süre yıldızı izlemiştim.

“Neden böyle görünüyorsun?” dedim. Aniden verdiğim soruyla ben de şaşırmıştım. Gözlerimi yıldızdan ayırmazken onun bakışları çoktan beni bulmuştu. Şaşırdığını anlamak zor değildi. Ne demek istediğimi tam olarak anlamamıştı.

“Nasıl görünüyormuşum?” dedi sakin sesiyle. Ben de bakışlarımı siyahlarına çevirmiştim. Birkaç saniye daha o siyahlara baktıktan sonra kendimden emin sesimle onu cevapladım.

“Kaybolmuş bir çocuk gibi.” Söylediğimde tuttuğu nefesi vermişti. Şimdi ne dediğimi çok iyi anlıyordu. Belki de yanılıyorumdur ama az önce o gözlerde kaybolmuş bir çocuğun yardım isteğini gördüğüme emindim. O bakışları bilmemem imkansızdı. Bir şey söylemesini bekledim ama dudaklarını bile aralamadı. Benimle konuşmadı. Yalnızca kahve gözlerimde gezindi, siyahları bir süre sonra yeniden aynı yıldızı seyretmeye başladı. Bu defa iç çeken bendim.

“Baktığın yıldız var ya,” elimle onun baktığı yönü göstemiştim. “Seni bana getiren yıldızlardan biri.” Dememle bakışları aniden bana dönse de bu defa ben ona bakmıyordum. Ne saçmalıyordum ben yine? Belki de böyle umursamaz bir şeytanın yanımda suspus olması beni rahatsız ettiği için konuşmak için saçmalıyordum.

“İsmi Kutup Yıldızı. Eğer kaybolduysan ona bakarak yolunu bulabilirsin.” Dedim yine aklıma gelen saçma cümleleri sıralarken. Bakışlarının uzun süre yüzümde gezmesi yanaklarımın ısınmasına sebep olmuştu.

“Bir yıldızla mı bulacağım yolumu?” Sesindeki eğlenen tınıyı duymamla keyfinin az da olsa yerine geldiğini anlamıştım. “Evet.” Dedim kendimden emin bir şekilde.

“Hmm.” Mırıltılı sesiyle dudağının kenarı usulca yukarı kıvrılmıştı. “Siz dünyalılar kaybolduğunuzda yolunuzu bir yıldıza bakarak mı buluyorsunuz?” Sesi gerçekten meraklı çıkmıştı. Bunu söylediğimde küçük bir kahkaha çıkmıştı dudaklarımdan.

“Genellikle harita veya navigasyonu kullanırız.” Dememle kaşları çatılmıştı. Onunla dalga geçtiğimi anladığı için çabuk bozulmuştu. Bozulan yüzüne bir süre daha baktıktan sonra yüzümdeki gülümseme yavaşça solmuştu.

“Ama ben kaybolduğumda hep onunla bulurum yolumu.” Sona doğru ciddileşen sesimle bakışları beni bulmuştu. Yeniden merakla bana bakarken ne demek istediğimi çözmeye çalışıyordu.

“İnsan her zaman yolunu bulamadığı için kaybolmaz. Bazen hayallerinde kaybolur. Bazen düşüncelerinde, bazen birinin yokluğunda. Bazense insan kendinde kaybolur.” Dedim siyahlarına bakarak. Evet, o da kaybolmuştu. Ama bu kayboluşları iyi tanırdım ben. Hem evinin yolunu kaybetmişti hem de düşüncelerinde kendini. Derin bir iç çekerken onunla ilk kez bu denli ciddi bir konuşma geçiyordu aramızda.

“Ya bulamazsam?” dedi düşünceli sesiyle. “O zaman yolu bulmana yardım ederim.” Sesim bir çocuk neşesiyle çıkarken onun dudaklarına buruk bir gülümseme belirmişti.

“Ama sen Kutup Yıldızı değilsin ki?” Sesi alayla çıkarken kaşlarımı çatarak ellerimi göğsümde birleştirdim.

“Bir yıldızdan daha parlak olduğumu bence söylememe gerek yok.” Egolu tavrımla saçlarımı savurarak ona kendimi gösterdim. Gülmemek için yüzünü sabit tutmaya çalışsa da dudaklarındaki küçük gülümseme emareleri ona ele veriyordu.

“İtirazın mı var yoksa?” Bir kaşımı hafif kaldırarak ciddiyetle ona bakıyordum. Bu halim onu daha çok eğlendirmiş olacak ki artık tebessümünü benden gizleme gereği duymuyordu.

“Ona ne şüphe,” dedi sırtını korkuluğa yaslarken yüzünü bana doğru çevirmişti. Bense kollarımı korkuluğa yaslamış, onun aksi istikamette duruyordum. İkimizin de bakışları birbirimizde sabit kalırken ben yeniden gözlerimi gökyüzüne çıkarmıştım.

“O zaman yıldızdan daha parlak olduğuna göre yolumu bulmak için sana bakmamda bir sakınca yok, öyle mi?” Eğlenen sesindeki gizli merak derimin karıncalanmasına sebep olmuştu. Gözlerimi yeniden siyahlarına çevirdiğimde bakışlarımı kaçırmamak için büyük çaba harcamıştım. Çapkın herif. Aklı sıra benimle eğleniyordu.

“Sen yine de yıldızlara bak. Benim sağım solum belli olmaz. Bir bakmışsın seni çıkmaz sokaklara götürmüşüm,” dedim alaycı gülüşümle. Gözleri aniden koyulaşırken yüzünün ciddileştiğini ve merakla baktığını görebiliyordum. Söylediğim bir şeyden rahatsız olmuş gibi düşüncelere dalmıştı aniden. Ciddiyetimi sorguluyordu sanki. Onun bu hali benim de gerilmeme sebep olurken buz gibi soğuk sesiyle irkilmiştim.

“Yapar mısın peki?” Umursamaz görünmeye çalışarak omuz silktim. Yüzümü görmek için bana doğru biraz daha eğilse de, benim gözlerim ondan başka her yerde geziniyordu.

“Evet.” Yanımda duran bedenin gerildiğini buradan hissedebiliyordum. Gözlerini üzerimden çekerken sıcaklığından mahrum kalmışım ki üşümüştüm. Sanki yanlız bakışlarını değil, tüm varlığıyla uzaklaşmıştı benden.

 

Bir hafta sonra

Gezintimizin üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Günler sanki bir işkence olmaya başlamıştı bana. Özellikle son günlerde. Loki ile o akşamdan sonra pek konuşmamıştık. Doğrusu benden kaçtığını bile düşünebilirdim. Kitapları ise Melis’ten almış, okumalarına devam ediyordu. Gerekmediği sürece ne buraya geliyor ne de benimle muhatap oluyordu.

Okumalarına devam etse de Melis’in söylediğine göre hâlâ olay örgüsünü değiştirecek yeri bulamamıştı. Her şey o kadar karışıktı ki. Yaptığı ve değiştirmeye çalıştığı olay yalnız geleceği değil, onun diğer evrenlerdeki varlığını da büyük tehlikeye sokabilirdi. Bu yüzden daha dikkatli olmalıydı. Hatta belirlediği sürenin artık uzanacağını biliyordum. O bilmese bile ben de seriye yeniden başlamıştım.

Değişebilecek ve Loki’nin buraya gelmesine sebep olabilecek tüm olayları not almaya başlamıştım. Bunu yaptığımın sebebini en başta onu buradan göndermek olduğunu sansam da, son günlerde anlıyordum ki tek derdim onun yolunu bulmasına yardım etmekti. Ne kadar bunu ona karşı inkâr etsem de, onun Kutup Yıldızı olmayı sevmiştim.

Yatağımda bağdaş kurarak, diğer sayfaya geçtim. Çalışma masamın üzeri notlarla doluyken yazdığım son notu yapıştırmak için en uygun yer yatağımın başı gibi görünüyordu. Kapının açılmasıyla geleni tahmin etmek hiç de zor değildi. Bu odaya paldır küldür dalan bir odun vardı. O da sevimsiz abim.

“Bu görgü kurallarını evin her köşesine astım. Bari göz ucuyla bak, bir şeyler kaparsın belki.” Bunu gerçekten yapmıştım. Bu odunu evcilleştirmekte kararlıydım.

“Artık çık şu odadan. Küflenip kalacaksın burada,” diyerek yatağımın üzerine atlamıştı. Onun ağırlığıyla yatak çökerken kitaplarım da ona doğru kaymıştı.

“Yine niye geldin? Her gün yedi defa gelip beni delirtmekten yorulmadın mı?” Bir taraftan onunla konuşurken diğer taraftan not alıyordum.

“Nankör fare. Ben olmasam şu odada açlıktan ölürsün. Şu pencereye çıkıp hava al bari.” Beni azarlamaya dünden hazırmış gibi bugün bunu dördüncü söyleyişiydi. Gerçekten haklıydı. Son bir haftadır kendimi odaya kapatıp deli gibi kitap okuyup notlar çıkarıyordum. Hatta duvara olay örgüsünü değiştirebilecek harita bile çıkarıp oklarla duvara yapıştırmıştım. Bu düşündüğümden daha zordu çünkü yapılacak en küçük değişiklik onu yok edebilirdi.

Melis işin ciddiyetini bana anlattıktan sonra daha titizdim. Doğrusu Melis’i bile üç gün önce görmüştüm. Telefona da fazla vakit ayırmadığım için haberim de yoktu. Abimse ben odadan çıkmadığım için yemeklerimi çoğu zaman odama getirirdi. Elimde yazdığım notları görünce iyice bana yaklaştı.

“Sen ne işler çeviriyorsun yine? Bu kadar notu niye çıkardın?” Gerçekten merak ediyordu. Kaşlarını çatarak notlara bakmaya başlamıştı.

Sonra bir şey anlamayıp yeniden yerine bıraktı. “Abi dikkatimi dağıtıyorsun,” diye ciyakladım. “Hadi çık,” onu yataktan itmeye çaplarım boşunaydı. “Ya kızım, bir dur,” diyerek elimden kurtuldu. Yastığı alarak kafasına fırlatmıştım.

“Çık dışarı. Baba-” bağırdığımda hızla koşup eliyle ağzımı kapatmıştı. “Allah’ın cezası, sus. Bir şey sormaya geldim.” Dağınık saçlarımın arasından ona ters ters bakarken sustuğumu anlayarak elini çekmişti.

“Çabuk sor,” dedim sabırsızca. Nasıl soracağını bilmez bir şekilde sol eliyle ensesini kaşımıştı. “Melis’le konuşmuyor musun?” Şimdi belli oldu neden bu kadar kıvrandığı. Sinsice sırıtarak onu daha da kıvrandırma kararı almıştım. Tabii arada ben olmayınca öyle kolay kolay Melis’le konuşamıyor, onu göremiyordu.

“Konuşuyorum,” dedim ciddi tutmaya çalıştığım sesimle. “Peki neden buraya gelmiyor? Niye görüşmüyorsunuz?” Sesi fazla sitemkardı. “Ne bileyim abi. Belli ki abisiyle vakit geçirdiği için buraya sık sık gelemiyor,” dediğimde kaşlarını çattı. Ona daha çok sinir etmek için susmadım.

“Belki de Karan, kız kardeşinin genç bir erkeğin olduğu eve sık sık gitmesini istemiyordur.” Kaşlarını daha da çatarak sinirle nefes vermişti. “Melis’i nasıl gördüğümü biliyorsun. Nasıl böyle düşünür? Melis mi dedi bunu sana?” Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Bilmez miyim onu nasıl gördüğünü. Sanırsın çocuk kandırıyor.

“O söylemedi ama az çok Karan’ın nasıl biri olduğunu gördün.” Onu ismi bile Galata’da olan son konuşmamızı hatırlamama sebep olmuştu. Dudaklarıma konan küçük gülümseme, son bir haftada beni görmezden gelmesini hatırlamakla silinmişti.

“O herifi zaten gözüm tutmuyor benim. Bu zamana kadar o mu vardı Melis’in yanında? Şimdi mi hatırladı kız kardeşi olduğunu?” Şimdi abimi daha çok anlıyordum. Onu sinirlendiren aslında Melis’in abisi varken onu öksüz, bir başına bıraktığı düşüncesiydi. Üniversite yıllarından Melis’le arkadaş olduğum için yaşadığı her zorluğu biliyordum. Başı ne zaman sıkışsa hep biz vardık yanında. Hep biz olduk. Bu yüzden bunca zaman Karan’ın onu görmezden geldiğini düşünüyordu.

“Zaten yakında gider. Çok üstüne gidip Melis’i de üzme.” Bu dediğimi ciddiye almış olacak ki bana karşı çıkmadan onayladı. Ömer tam çıkacaktı ki aklına gelenle durarak bana baktı.

“Bu Karan ajansta işe başlamış, biliyor muydun?” dediğinde hızla ona döndüm. Ne söylüyordu bu? Ne ajansı? Ne işler çeviriyordu bunlar yine?

“Neden bahsediyorsun?” dedim şaşkınca. Yüzüm aldığı hali gören abim bilmediğimi anlamış olacak ki hızla bana açıklama yaptı. “Modellik ajansıymış galiba. Kutlama için bizi de yemeğe davet etmiş Karan. Annem söyledi az önce. Akşama hazır ol,” deyip odadan çıkarken son kez bana bakarak yüzünü buruşturdu. Bense hâlâ şoktaydım.

Bu adam delirdi mi? “Şu pasaklı pijamalarından da kurtul,” deyip çıkmıştı. Bense arkasından baka kalmıştım. Ben burada bir haftadır gece gündüz bunun için çalışırken bu adam ne haltlar karıştırıyordu? Dağınık yatağımın içinden telefonu bulmam uzun çekmemişti. Kaç defa Melis’i arasam da meşgule atmıştı. Gerçekten delirecektim. Telefonumu alarak hızla üst kata çıkmak için asansöre binmiştim. Bastığım ardı ardına zillerle sonunda kapı açılmıştı. Melis’in ev arkadaşlarından biri olan Ada beni görünce şaşırarak garip bakışlar atmaya başlamıştı.

“Melis nerede?” deyip açık kapıdan hızla içeri girip Melis’in odasına adımladım. “Melis,” diye bağırsam da odada kimse yoktu. Tam diğer odalara geçecektim ki Ada’nın sesiyle durdum.

“Melis evde yok, Beliz abla,” demişti ince sesiyle. Bir bu eksikti zaten. “Nerede?” “Bilmiyorum abla. Sabah biz uyanmadan çıkmış. Aradık ama ulaşamadık.” Sıkıntıyla nefes verirken delirmeme ramak kalmıştı.

“Tamam Ada. Bir haber alırsan mutlaka bana haber ver,” deyip çıkarken yeniden asansörün önünde durmuştum. Bu ikisi ne haltlar çeviriyordu? Bu adamın gitmesi gerekirken iyice dünyaya yerleşiyordu. Üstelik bunu bana haber verme zahmetine bile girmemiştiler. Ya kendini ele vererek bir şeyler yaparsa? Bunu nasıl açıklardık? Düşündüklerimle daha da öfkelenirken onun dairesine gitmek için alt kata indim.

Kapı zilini çalma zahmetine bile girmeden yumruklarımla alacaklı gibi kapıya vuruyordum. “Aç şunu,” diye bağırmıştım. Sonunda kapı açıldığında burada yaşayan genç öğrencilerden biri olan Uraz kapıyı uykulu gözlerle açmıştı. Kendisi tıp öğrencisiydi ve bunu uyku mahmuru gözlerinden bile anlamak mümkündü. Burada kalan erkeklerden en aklı başında olan oydu.

“Beliz abla,” beni görünce o da şaşırmıştı. Çünkü son zamanlarda artık öyle çat kapı buraya gelmiyordum. Üstelik saat daha erken olduğu için uyku sersemiydi.

“Nerede o?” dedim tıslayan sesimle.

“Kim?”

“Karan,” dedim adını tükürürcesine. Bu söylediğime daha da şaşırmış olacak ki beni süzdü.

“İçeride,” dediğiyle tam eve dalacaktım ki diğer çocuklarında burada olduğunu hatırlamıştım. Bu saatte içeri dalmam uygun olmazdı. Hele ki Evren gibi ortalıkta yarı çıplak gezen biri varken.

“Çağır gelsin,” dedim sinirle. Uraz bu halimden korkmuş olacak ki hızla içeri girdi. Bense kapının önünde beklemeye başladım. Sinirden tırnaklarımı dişlerken sağa sola adımlar atıyordum. Sonunda açılan kapının sesiyle arkama dönmüştüm ki aklım birkaç saniyelik işlevini yitirmişti. Bu adamın gömlek giymekle ilgili bir sorunu mu vardı? Neden hep karşıma çıktığında o kaslarıyla bakışmalıydım?

Tamam, belki halimden memnun olabilirdim ama hiç odaklanamıyordum. Buraya ne için geldiğimi bile unuturken öfkem yok olmaya başlamıştı. Yanan yanaklarımı hissetmemle sanki kendime gelerek gözlerimi kırpıştırmıştım. Bakışlarım yüzüne çıktığında dağınık siyah saçlarının alnına düşen tutamları arasında gördüğüm uykulu siyahlarıyla büyülenmem birkaç saniyemi almıştı.

Ben onun için geç saatlere kadar uykusuz kalırken onun böyle rahatına bakması öfkemi daha çok harlamıştı. Beni görmeyi beklemiyor olacak ki kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı. Siyahları uzun süre üzerimde gezinirken dudaklarında gördüğüm o sırıtışla aklımı kaybetmiştim sanki.

“Sen var ya hayatımda gördüğüm en bencil insansın. Hatta sen insan bile değilsin, şeytanın ta kendisisin. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen iblis.” Ben sinirle bağırırken onun kaşları çatılmıştı. Tüm bedeni gerilirken bu öfkemin nedenini anlamaya çalışıyordu.

“Ah pardon, güzellik uykunuzu mu böldüm efendim? Sonuçta modellik için bu güzel yüze ihtiyacınız var, öyle değil mi? Sen git uyu, boş ver sen beni.” Alayla gülerken birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi kapatmıştım. “Sonuçta neden kimseyi düşünesin ki? Burası senin evrenin bile değil. Yaptığın en küçük hatanın benim hayatımı alt üst etmesi senin neden umurunda olsun ki?” Bunları kısık sesle söylerken o öfkeyle burnundan soluyordu.

Kapı kolunda olan elini daha da sıkarken çenesi kasılmıştı. “Sen var ya-” daha sözümü tamamlayamadan aralık olan kapıyı büyük bir gürültüyle kapatarak üstüme yürümüştü. Yüzündeki kas seğirirken ben irkilerek geriye adımlayarak aramızdaki mesafeyi açmaya çalışıyordum.

“Beliz,” dedi tıslayan sesiyle. Dişlerini sıkarken kendini sakin kalmak için fazla zorladığını görebiliyordum. “Ne söyleyeceksen sakince anlat.” Ben de onun gibi öfkeyle solurken sakinleşmeye çalışıyordum.

“İşe girmekte nereden çıktı? Bunun üçümüzü de tehlikeye attığının farkında mısın? Ya biri anlarsa, hiç mi düşünmedin bunları?” Öfkeme mani olmaya çalışsam da bu o kadar kolay değildi. Onun şuursuzca yaptıklarının bedeli bizim için ağır olabilirdi. Bakışları gittikçe durulurken yeniden bana karşı olan o soğuk, hissiz siyahları geri gelmişti. Az önce bile bir haftadır bakışlarında ilk defa bana karşı o hissizlikten başka bir şey görmüştüm. Bu öfke bile olsa varlığımın farkındaydı o dakikalarda. Ama şimdi varlığım ve yokluğum bir şey ifade etmiyormuş gibiydi.

“Melis hâlâ anlatmadı mı sana?” dediğinde daha da şaşırmıştım. Benim şaşırdığımı görünce sıkıntıyla nefes çekerek eliyle saçlarını karıştırmıştı. “Neyi anlatacak? Ne işler çeviriyorsunuz siz?” desem de pek umursamamıştı.

“Melis’le konuşsan daha doğru olur. O sana anlatır,” diyerek kestirip atmıştı. İçeri girmek için tam kapıyı açacaktı ki onu kapıyla kendi arama alarak gitmesine engel olmuştum.

İki elimi de kapıya yaslarken şaşkın bakışlarıyla bana dönmüştüm. Aramızdaki boy farkı şu an komik bir durumda görünmemize sebep olsa da hiç umursamadan tehditkâr bakışlarımı o afallamış siyahlarına diktim.

“Bana bak evrenin delisi, ya şimdi her şeyi anlatırsın, ya da-” dediğimde yüzüme doğru hızla eğilmişti.

“Ya da ne yaparsın?” Hissiz bakışlarındaki değişimle derim karıncalanmıştı. Bu adamın bakışları, gülüşü bünyeme zarardı. Hiç hoşuma gitmese de iradem elimden alınmış gibi aniden onun büyüsüne kapılmak korkutucuydu. Böyle anlarda acaba bizi kandırıyor da gerçekten güçlerine hâlâ sahip mi diye düşünüyordum. Yoksa bunun başka açıklaması olmazdı.

“Ya da” dedim siyahlarının büyüsünden kurtulmaya çalışırken. Halinden gayet memnunmuş gibi sırtını kapıya yaslarken yüzlerimiz arasındaki bu yakınlıktan gram rahatsızlık duymuyordu.

“Beliz?” Melis’in sesiyle kendime gelmeye çalışarak ondan uzaklaşmıştım. Demek geldi. Öfkeli bakışlarımın bu defaki hedefi o olduğu için yerinde rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. Arkaya doğru bir adım atacaktı ki parmağımı tehditkâr bir şekilde ona doğru salladım. “Sakın kaçayım deme, bu konuyu konuşacağız. Hem de şu an.” Loki’ye doğru dönerken onun yanından hızla geçerek kapıyı açtım. “İçeri.” İkisine de verdiğim emirle şaşırsalar da beni ikiletmeden girmiştiler.

Buraya girmek istemesem de zaten bizim çocuklar olduğu için çekinmem gereken pek bir şey yoktu. Hepsini evden gönderdikten sonra bu ikisinin ifadesini alabilirdim. Onlar evdeyken konuşmak pek akıllıca değildi. Uraz ve Ali’nin odasına girerek bağırmıştım.

“Kalk koğuş.” Dememle Uraz yatağından yuvarlanarak sırt üstü yere düşerken Ali hazır ola geçmişti. Onların az kabusu olmamıştım. Eski mahallemizde komşumuz olan Hatice teyzenin torunlarıydı. Elimizde büyümüştü keratalar. Aramızda pek yaş farkı yoktu ama çocukluktan mahallede abimle racon kesen dayılar gibi gezindiğimiz için bazen benden tırstıklarını bile düşünüyordum. Çocukluk travmaları olmuştum resmen.

Aslında onlara yaptığım zorbalık değil de tam aksine onları zorbalayanlardan kurtararak kendimden 3-4 yaş büyüklere bile onlar için kafa tutardım. Tabii nankör herifler bunu da beğenmez, arkadaşlarının yanında onları küçük düşürdüğümü söyleyip şikayet ederlerdi. Ben de sırasıyla onları döverdim. Nasıl olsa dayağa alışkındılar. Şimdiki gençlerde hiç ama hiç hayır yok. Büyüt, besle, koru, sonra seni beğenmesin.

“Emredin komutanım.” Ali’nin uyku sersemi sesiyle kahkaha atmamak için yanağımın içini ısırmıştım. Daha gözlerini bile açmamıştı aptal çocuk.

“Hazır ol,” dediğimde Uraz da hızla Ali’nin yanına gitmişti.

“Tüfek omuz,” dedim sert tutmaya çalıştığım sesimle.

“Sağa dön,” emrimle komutumu yerine getirirken bu ikisi hâlâ uykunun etkisinden çıkamamıştı.

“Marş marş,” dediğimde arkama takılarak yürümeye başladılar. Loki şaşkın bakışları bizim üzerimizde gezinirken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Ya yazık çocuklara,” dedi Melis. Onlar da arkama takılırken çapkın prensin odasına dalmıştım. Evren diğerlerinden farklı olarak pek rahat biriydi. Kendisi çocukken de asiydi ama büyüdükçe daha ele avuca sığmaz oldu.

“Kalk asker,” diye öyle bağırmıştım ki diğerlerinden küfürler yükselmişti. Evren irkilerek yatağında doğrulurken sarı saçları arasından gördüğüm yeşil gözleriyle bana bakıyordu.

“Sıraya geç,” dediğimde afallamıştı. Uzun zamandır bunu yapmadığım için artık onlarla uğraşmayacağımı sanıyorsa yanılıyordu. Sadece şu aralar biraz meşguldüm o kadar.

“Beliz, bir rahat bırak Allah aşkına,” demişti uyku mahmuru sesiyle.

“Beliz mi?” Sesim öyle tehditkâr çıkmıştı ki yutkunmasının sesini buradan dahi duymuştum. Hızla U dönüşü yaparak kirpiklerini kırpıştırmıştı.

“Ablam, hadi bir git.” Tam kafasını yastığa atacaktı ki.

“5, 4, 3-”

“Tamam be Allah’ın cezası, geliyorum.” Ben saymaya başlayınca yataktan hızla fırlayarak sıraya girmesiyle yeniden kahkaha atmamak için kendimi zor tutmuştum.

“Hazır ol,” emrimle duruşlarını düzeltmiştiler. Melis de onlar gibi sırada olduğu için çocuklara ayak uydurmuştu.

Beni en çok şaşırtansa Loki’nin de diğerlerine uyum sağlamaya çalışmasıydı. O benden korkmuş muydu? Yüzünde öyle garip bir ifade vardı ki benden korkuyor muydu, deli mi olduğumu düşünüyordu, orası meçhuldü.

“Rahat,” sağa sola yavaş adımlarla yürürken gözlerim hepsinin üzerindeydi. Evren ve Loki’nin çıplak kaslarıyla başımı ayıplar gibi iki yana sallamıştım. Yerde kimin olduğunu bilmediğim iki gömleği onlara doğru fırlatırken havada yakalamıştılar.

“Bir daha sıraya üstü çıplak girerseniz ceza olarak bir hafta akşam nöbetinde olursunuz.” Gözlerimi hepsinin üzerinde gezinirken Loki hâlâ afallamış bakışlarıyla bize bakıyordu.

“Anlaşıldı komutanım.” Hepsinin bir ağızdan konuşmasıyla onlara daha fazla eziyet etmek istemedim. Hepsi mi şapşal olur?

“Şimdi üçünüz de hazırlanıp bizim eve çıkıp, orada kahvaltı yapın. Sakın anneme beni ispiyonlamaya kalkmayın, sonunuz kötü olur.” Uraz ve Ali beni ikiletmeden hazırlanmak için odalarına giderken bizim asi prens yine sitemlerine başlamıştı.

“Onlar gitsin, benim çok uykum var, uyuyacağım. Zaten dün gece de uyuyamadım,” dedi çapkınca göz kırparak.

“Yine ne haltlar karıştırıyordun?” Kim bilir hangi barda sabahlamıştı.

“Aşk olsun Beliz’im, ben öyle biri miyim?” Yüzündeki alaycı sırıtışıyla yatağa atmıştı kendini.

“Sana kaç defa dedim abla diyeceksin bana,” kafasının altındaki yastığı alarak yüzüne vurmaya başlamıştım.

“Beliz, Allah aşkına dur.” Vuruşlarımdan kurtulmak için yataktan hızla çıkmıştı. O yatağın diğer tarafındayken ben de diğer tarafındaydım. Bu yatağın onu dövmeme engel olacağını sanıyorsa yanılıyordu. “Aramızda sadece 11 ay var lan. Ne ablası?” Bana sitemler ederken odanın içinde onu kovalamaya başlamıştım.

“Benimle lan lunlu konuşma lan.” Yastığı kafasına fırlatırken son anda havada yakalamıştı.

“Ama sen konuşuyorsun.” Sesindeki eğlenen tınıyı duyunca bu serseriden adam olmayacağını anlamıştım.

“Bak alırım seni ayağımın altına, ablanım ben senin ablan.” Ayağımdan çıkardığım terliği tam ona fırlatacaktım ki kahkaha attığını duydum.

“Tamam ablamsın, iki gözümün çiçeği.” Hâlâ gülüşlerini susturamazken hazırlanmaya başlamıştı.

“Ha şöyle hizaya geleceksin.” Kendimi beğenmiş sesimle terliğimi yeniden giymiştim.

“Bizi zorbalamak en büyük hobin değil mi?” Hâlâ sırıtırken aynanın karşısında saçını düzeltiyordu.

“Aşk olsun, ben zorba biri miyim?” Dudaklarımı büzerek Melis’e dönmüştüm.

“Değil misin?” Melis’le Evren’in aynı anda konuşmasıyla üçümüzde kahkaha atmıştık. Loki ise hâlâ bize anlamsız bakışlar atıyordu. İşte onlarla uğraşmayı bu yüzden seviyordum. Adamda ne sinir bırakıyorlardı ne stres. Terapiydi resmen benim çocuklarım.

Evren tam çıkacakken Loki’nin yanında durarak kısık tutmaya çalıştığı sesiyle konuşmuştu.

“Eğer seni de zorbalıyorsa bunu bize söylemekten utanma. Bu konuda tecrübeliyiz, sana hayatta kalmanın yollarını öğretebiliriz.”

“Size eziyet mi ediyor?” Loki’nin sesi öyle endişeli çıkmıştı ki Evren bile bıyık altından gülüşünü gizleyememişti. Bu adam ne sanıyordu beni? Oradan şiddete meyilli biri gibi mi görünüyordum?

“Zamanla sen de alışacaksın. Allah kurtarsın abim,” dedi Evren kederli tutmaya çalıştığı sesiyle. Eliyle Loki’nin omzuna dokunarak yalandan onu teselli ettikten sonra o da evden ayrılmıştı. Evet, şimdi bu ikisinin ifadesini alabilirdim.

“Çocukları mı zorbalıyorsun?” dedi şaşkınlıkla büyüyen gözleriyle.

“Bu seni hiiiçç ilgilendirmez. Hobi alanlarım tartışmaya kapalıdır.” Saçlarımı geriye savururken koltuğa oturmuştum.

“Sen gerçekten delirmişsin.” İnanmazmış gibi çıkan sesinin aksine dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı.

“Bunu evrenin en deli iblisi mi söylüyor bana?” Sabır dilercesine nefes alarak gözlerini kapatmıştı.

“İkiniz de oturun şuraya. Sizi unuttuğumu sanıyorsanız yanılıyorsunuz.” Melis otururken Loki arkasındaki duvara yaslanmıştı. Akıllıca benden kaçacak. Nereye kadar benden kaçabilirsin ki?

“Melis, bu bir haftada ne işler çevirdiğinizi noktasına kadar bilmek istiyorum.” Melis endişeyle yerinde kıpırdanarak Loki’ye kaçamak bakışlar atmıştı. Kesinlikle bir haltlar karıştırıyordu.

“Aslında onun bir suçu yok,” dedi hızla. Şimdi de bana Loki’yi mi savınıyordu? Bu yaptığıyla kaşlarım çatılırken konunun nereye varacağını merak ediyordum.

“Beliz sadece bana yardım etmek istedi, hepsi bu kadar. Düşündüğün gibi de korkulu bir durum yok.”

“Melis, şunu doğru düzgün anlatsana.” Sabırsızlığım onu da telaşlandırmıştı. Sabırsızdım çünkü hiçbir şey anlamıyordum.

“Annem…” diyebilmişti yalnızca titreyen dudaklarının arasından. Gözlerini utanırmış gibi benden kaçırınca yutkunmadım. Allah kahretsin, yine aynı şey olamaz değil mi? Lütfen olmasın.

“Melis…” Onun dolan gözleri tüm öfkemi yok etmişti.

“Beş gün önce beni aradı. Yardıma ihtiyacı vardı Beliz. Nasıl onu görmezden gelebilirdim?” Sol gözünden düşen bir damlaya kaç gecenin özlemini sığdırmıştı.

“Allah kahretsin ki ona hayır diyemiyorum. Yalnız ihtiyacı olduğunda beni arayan annem olmasına rağmen ona hayır diyemiyorum. Belki yalandan da olsa onun sesinde bir defa da olsa ‘kızım’ kelimesini duymak için her şeyi yaparım.” Evet, yapardı ve yapmıştı da. Yıllar önce öğrenmiştik annesinin hasta olduğunu.

Melis de zaten bu yüzden aramıştı. Para için. Her defasında parayı alıp ortalıktan yok olurdu. Onun gelişiyle Melis’in açtığı bahçeleri yeniden onun gidişiyle bir zehirli sarmaşığa çevirip dolanırdı onun boynuna. Bir anne kendi evladına nasıl yapabilirdi bunu? Her defasında aynı acıyı nasıl yaşatırdı? “Günler önce Loki’yi çalıştığım ajansa götürmüştüm,” dedi çektiği burnuyla.

“Zaten iş teklifini de orada aldı. Selim Bey ne kadar ısrar etse de kabul etmedi. Sonra annem ortaya çıktı. O zaman Loki de yanımda olduğu için yaşananları zaten kendi gözleriyle gördü. Her şeyi anlatmak zorunda kaldım. Bana yardım etmek için kabul etti bunu, lütfen onu suçlama Beliz.” Şu an aklımda yalnız tek bir şey vardı. O da Melis’in bana gelmemesi. Arkadaşım daha iki hafta önce tanıdığı birinden yardım alıyordu, ama bunları bana açıklama gereği bile duymamıştı. İşte beni üzen buydu. Onun kadar değerim yok muydu?

“Neden bana gelmedin? Neden kardeşine gelmedin Melis?” Sesim öyle sitemkardı ki sanki kırılan yalnız kalbim değil de tüm bedenimdi. Gözlerimdeki kırgınlığı görmüş olacak ki Melis’in de gözlerine çaresizlik çöktü.

“Sana söyleseydim abin de bilecekti. Yapamadım Beliz. Onun yanında başım daha da eğilsin istemiyordum.” İnanmazmış gibi hızla ayağa kalktım.

“Söyleme deseydin söylemezdim. İstemedin hiçbir şeyi yapmadım bu zamana kadar. En azından ne olduğunu anlatabilirdin. Ben salak gibi gece gündüz her şeyi düzeltmenin yolunu ararken siz bayağı iyi ekip olmuşsunuz.” Sesimdeki kırgınlığı umursamadım bile. Çünkü zaten kırgındım. Kardeşimin bana güvenmemesi üstünden geçebileceğim bir şey değildi.

“Beliz, yapma böyle.” Melis’in titreyen sesiyle ördüğüm duvarlarım çatılarken gözlerimi hızla ondan çektim.

“Yeniden güvendiğin zaman bana gel kardeşim,” deyip hızla evden çıkmıştım. Ona kızgın bile kalamıyordum. Ben ona kırgındım. Ve bu en kötüsüydü. Asansörün gelmesini bile bekleyemeyecek kadar sabırsızdım. Merdivenlerden inerken adımlarımı hızlandırdım. Onun gelmesiyle her şey mahvolmuştu. Suçu birini ararken Loki benim için her şeyi omuzlayacak iyi bir kurbandı. Onu suçlamak daha kolaydı. Onu canavar olarak kabul etmem gibi kolaydı.

Arkadan bileğime dolanan elle tüm bedenim buz kesmişti. Bu tenin sıcaklığını nerede olsa tanırdım. Cehennemin ateşiydi tenimdeki. Beni kendine doğru döndürürken gözleri fazla endişeliydi. Kahvelerime diktiği siyahları en derinlerime bakarken bir şeyler anlamaya çalışıyordu. Onda suçladığımı mı bilmek istiyordu?

“Bunu Melis’in izni olmadan sana söyleyemezdim.” Biliyordum, söyleyemezdi. Ama yine de kırgındım.

“Biliyorum, sorun değildir.” Sesim elimde olmadan fazla kırgın çıkmıştı. “Ona karşı biraz daha anlayışlı ol. Yaşadıkları kolay değil. Aslında konunun seninle bir alakası yok.” Anlaşılan söyleyeceği şeyi kafasında tartıyordu. Sonunda benden daha fazla gizlememeye karar vermiş olacak ki konuştu.

“Ömer’le Galata’da geçirdiğimiz gece tartışmışlar. Bir şey söylemedi ama bu yüzden sana söylemekten çekinmiş olabilir.” Loki sakin sesiyle bir şeyleri anlamamı istiyordu. Bu olanlar onu da rahatsız ediyordu değil mi?

 

“Abim bana hiçbir şey söylemedi.” Daha ne kadar şaşırabilirdim? Melis asla abimle tartışmazdı. Şakasına bile olsa yapmazdı. Korkardı onu kırmaktan.

“Onunla konuşmam gerek.” Deyip hızla Loki’nin yanından geçmeye çalışarak Melis’in yanına gitmek istedim. Ciddi bir konu olmalıydı ki abime bile çıkışmış olmalı. Omzumdan tutarak gitmeme engel olan kollarla ona döndüm.

“Biraz yalnız kalmasına izin ver. Şu an ikiniz de iyi değilsiniz.” Anlayışlı sesi ve yeniden gördüğüm hisli bakışlarıyla ona karşı çıkamadım. Beni merdivenlere yönlendirirken kendisi de arkamdaydı. İki elimi omzumda tutarken tenimdeki varlığı sakinleşmeme sebep olmuştu. “Yalnız kalsa daha da üzülmez mi?”

“Hayır, sadece düşünmeye ihtiyacı var. Hatasını anlaması için ona zaman tanı.” Omzuma doğru eğilirken kulaklarıma değen nefesiyle içim ürpermişti. Sırtım onun göğsüne değince adımlarımız durmuştu. Ben ne olduğunu anlamak için etrafa bakınırken kendi dairemize geldiğimizi anlamıştım. Demek o yüzden durmuştu.

Aramızda hiç mesafe yokken omzumun üzerinden kafamı kaldırarak ona baktım. Artık bakışları eski haline dönmüştü. Sanki aniden kaybolacakmış gibi bir daha bakma ihtiyacı duymuştum. Ya yine o buz gibi soğuk siyahları geri gelirse? Neden aniden erimişti ki buzları? Hangi güneş ısıtmıştı onu? Ben düşüncelere dalmış bir şekilde ona bakarken bu halim hoşuna gitmiş olacak ki dudakları kıvrılmıştı.

“Ama sen uyarılarımı hiç ciddiye almıyorsun ki.” Dedi yalandan kaşlarını çatarak, sesini sitemli çıkararak. “Bir erkeğin gözlerine asla bu kadar uzun bakma. Hem de o kahvelerin içi güneş gibi parlarken.” Yine onun büyüsüne kapılmıştım, öyle değil mi?

Ve yine bunu farkında olmadan yapmıştım. Yanaklarımın yandığını hissedince hızla kafamı önüme eğdim. Bu yanaklar ölümüm olacaktı. Utancımdan yanan yanaklarımı görmesine gerek yoktu. Aramıza mesafe koyarak yanımda dururken bastırmaya çalıştığı gülüşüyle ters ters ona baktım. Kapının zilini çalınca ikimiz de beklemeye başladık.

“Yakışmış.” Dediğinde ona dönerek ne söylediğini anlamaya çalıştım.

“Ne?” Gözlerinin üzerimde gezindiğini görünce ben de aynı şekilde kendi üstüme baktım. Allah kahretsin. Yine mi pijama? Evden nasıl sinirle çıktıysam daha ayağımdaki terlikler bile duruyordu. Daha utancım geçmeden yeni rezilliğimle yüzleşirken kıpkırmızı kesildiğime emindim.

Neden şu kapıyı biri açmıyordu? Şu an odama girip yorganımın altına saklanarak nefesim kesilene kadar yastığımı dişleyerek bağırmalıydım. Gözlerini yüzümden çekmek zahmetine bile girmeden o sırıtışıyla halinden gayet memnundu.

“Şu pijamalardan her rengi mi var sende? Kırmızı daha çok yakışmış.” Hâlâ arsızca sırıtması yok mu? O yakışıklı yüzünü dağıtmam için bana fazla sebep sunuyordu.

“Bir kere bu dünyalıların standart giyimleri” saçmalayarak kendimi bu rezil durumdan kurtarmaya çalışmıştım. Tam o sırada kapının açılmasıyla annemin yanından rüzgar gibi geçerek kendimi odama attım. Loki’nin arkamdan alaycı gülüşünü duysam da annemin yanında onunla uğraşmayacağımı bildiği için rahattı. Bu adam hiç mi uslanmayacaktı? Hızla kapattığım kapıya sırtımı yaslarken hızlanan nabzımla elimi kalbime bastırmıştım.

“Sakin ol aptal kalp. Ne o, yoksa bana kalp krizi mi geçirteceksin?” Kendi halime şaşırırken aynada gördüğüm yüzümle dona kalmıştım. Yüzümdeki bu gülümseme de neyin nesiydi? Şu an için anlamak dahi istemediğim hislerin akışına kapıldığımın ilk emarelerini görmüştü gözlerim. Yüzümde aniden solan o küçük masum gülümsemenin silinmesiyle her şeyin hallolacağını sanmıştım. Kendimi suçüstü yakalamış gibi çekinirken izleri asla silemeyeceğimden habersizdim.

İzler asla silinmezdi…

Kalp, yaşanan hislerin izlerini saklar ve en çaresiz zamanında bunları sana hatırlatarak incitmekten çekinmez.

Bunu zamanla öğrenecektim.

 

Bu bölümde içime sinmeyen sahneler oldu, ama daha sonra yayınlayacak vaktim olmayacağı için paylaştım. Belki sonra yeniden düzenlerim. Umarım beğenmişsinizdir. 🎀

 

 

Bölüm : 28.10.2024 18:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...