Merhabalarrr! 💙
Nasılsınız güzel okurlarım?🎀🦭
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın 🫡
Keyifli okumalar 🫶🏻
🌟
Sonunda gözlerimi o gülüşünden ayırıp önüme döndüm. Yenilgiyi kabul etmiyordum. Hele ki onun gibi biri karşısında asla yenilemezdim.
“Bunu iltifat olarak kabul ediyorum,” diyerek diğer kâğıdı elime aldım.
“Gelelim esas konuya. Bence amcanın babana karşı çıkarak Malfi Krallığı’na ettiği saldırıyı değiştirebiliriz. Böyle bakıldığında önemsiz gelebilir ama aslında her şey tam da o gün körüklendi. Aileler arasındaki huzur da o olayla bozuldu. Eğer o olay yaşanmasaydı belki de sen Ryana karşı bu kadar kinli olmayacaktın. Belki de abinin bile ölümüne göz yummazdın.”
Sona doğru sesim öyle nefret dolu çıkmıştı ki ben bile bu öfkeme şaşırmıştım. Birinci kitabı neredeyse üç defa okumuştum. Her defasında belki bir şey kaçırmış umuduyla Lokiyi haklı çıkarabilecek bir ipucu aradım ama yoktu.
Ona canavarmış gibi baktığım için beni suçluyordu ya, bunları öğrendikten sonra ona nasıl bakmamı bekleyebilirdi? Kendi canından bir parçayı ölüme mahkûm etti bu adam.
Kendi hırsına yenilerek kuzenine tuzaklar kurdu. Kendi babasını bile öldürmeye kalkan bir adama nasıl bakabilirdim ben? Düşündükçe hala kanım donuyordu.
Bunlara bahaneler uydurmaya o kadar çok çalışmıştım ki. Benim gibi katı doğruları ve yanlışları olan biri bile onun yaptıklarına anlam kazandırmak için geceler boyu okumuş, farklı yönlerden bakmaya çalışmıştım. Ama olmuyordu. Her şey ortadaydı.
Gel gör ki konu o olunca her şey o kadar da net olamıyordu. Beni ikilemde bırakmakta, düşüncelerimi darmadağın etmekte o kadar iyiydi ki ben bile bazen kendime şaşıyordum. Kitapta Lokinin kendi hayatı hakkında bilgiler o kadar geniş değildi aslında.
Sebepleri olan değil de bir saf kötü karakter gibi yazıldığı açıktı. Buysa konuyu neresinden tutarsam tutayım elimde kalmasına sebep oluyordu.
Son söylediklerimle gerilen bedenin yaydığı o korkutucu enerjiyi buradan dahi hissedebiliyordum. Gözleri düşmanca bakarken ilk defa bu denli nefrete boğulmuştu. Bakışları benim üzerimdeydi ama bana baktığını düşünmüyordum. Şu an o gözlerinin önünden kim bilir neler geçiyordu.
Tarihin tozlu sayfaları aralanırken, bu ona nefretin en koyu halini bir daha yaşatmıştı. Çenesi kasılırken siyahlarını sonunda gözlerime dikti. Birbirine düşmanca bakan iki yabancıdan farksızdık şu an. Az önceki halimizden eser kalmazken, o yavaşça ayağa kalktı.
Sıktığı yumruklarını sanki gizlemek için cebine salarken, o ürkütücü sakinliğiyle bana doğru adımlıyordu. Zamana bile meydan okuyan bu yavaşlık, gittikçe benim için bir işkenceden farksız oluyordu. Bu hallerini hiç sevmiyordum. Ve onu bu hale durmadan iteninde ben olmam ayrı bir ironiydi.
“Beni kendi abimi öldürmekle mi suçluyorsun?” Sesindeki ölümcül tınıyı sezmemek imkansızdı. Sonunda yanıma vardığında, üstten bakan siyahlarıyla beni süzdü. Gülüşü bile kalbimin ritmini değiştiren bu adamın şimdi gölgesiyle bile kalbimi titretiyordu. Şu an ne kadar ürkütücü olduğunun farkında mıydı?
“Bence onun ölümüne göz yumman, onu öldürmenden daha kötü. En azı öldürseydin sırtından bıçaklanmazdı. Ölümünün ardında asıl kimin olduğunu bilirdi.” Korkuyla titreyen kalbimin aksine sesim fazla net çıkmıştı.
Bu aptal cesaret de nereden geliyordu bana? Her an kendini kaybedecek gibi karşımda duran adama karşı bu denli acımasız konuştuğum için sabrını fazla zorlamış olmalıydım. Ama susamıyordum. Yapamıyordum.
Öyle masum gibi davranarak ortalıkta dolanırken, gerçekler aklıma geldikçe içimdeki nefret körükleniyordu. Onu anlamak için uğraştıkça daha da dibe batıyordum.
Tüm kapılarını yüzüme kapatırken nasıl onu anlamamı bekleyebilirdi ki? Sözlerimle gözlerindeki yangın daha da büyümüştü sanki. Bir adım daha atarken geri çekilmemek için kendimi zor tutmuştum. Sakinliği bile bir insanın bu kadar korkutucu olabilir mi?
İşte onun sessizliği bile ölümü andırıyordu. Ben neyime güvenerek şu dilime sahip çıkamıyorsam. Bir de burada yalnızız. Bu düşünce aklıma gelince, iyice aldığım nefes bile zehir oldu bana. Uzun süredir onunla yalnız olmak bile beni rahatsız etmezken, şimdi yine ilk geldiği zamanki gibi hissettiriyordu.
“Bana öyle bakma,” dedi aniden beni afallatarak. Şu anki durumumuzla ne alakası vardı bakışlarımın? Dediğim o kadar şey arasından sadece bakışlarıma mı takılmıştı?
Ben kaşlarımı çatarak ne dediğini anlamaya çalışırken, tam arkamızdaki aynaya takılmıştı gözlerim. Kendi gözlerimdeki nefret bile beni şaşırtırken, artık ne demek istediğini çok iyi anlıyordum.
“Nasıl bakıyormuşum?” dedim, yeniden bakışlarımdaki hissi değiştirme gereği bile duymadan. Sanki yeni farkına varmıştım böyle bakmamın, davranmamın onu incitebileceğinin. Ve bunu sonlandırmak için çaba harcamak istemiyordum.
O an neye yenildiğimi bilmiyorum ama onu incitebilecek şey gözlerimdeki bakışken bunu kullanmak istemiştim. Bu beni kötü biri yapar mıydı? Kalbi buz tutmuş birini incitme çabam beni onun kadar acımasız yapar mıydı?
“Böyle,” demişti kısık ama bir o kadar sert çıkan sesiyle. Gözlerinde saniyelik geçen o yenilgiyi görmüştüm. Sözlerimin değil de sadece bakışlarımın onun canını bu denli yaktığını görmek beni neden bu kadar incitmişti peki? Onun canını yakmaya çalışırken neden kendi kalbime de işkence ettiğimi hissediyordum?
“Bir canavar-” sözlerimi daha tamamlayamadan onun yükselen sesiyle susmuştum.
“Sakın Beliz. Ben seni incitmemek için susarken yapma. Beni geçtim, kendine yapma bunu.” Hayal kırıklığını barındıran gözlerini benden çekince, ilk kez bu denli o siyahlarının üzerimde gezinmesine alıştığımı anladım. Yalnız bakışlarına mı alışmıştım?
Tüm bedenimi ısıtan sıcaklığı peki? Bunlara alışmamış mıydım?
Kimi kandırıyordum ben. Basbaya beni etkisi altına alıyordu. Ve ben bundan hiç olmadığı kadar rahatsızlık duyuyordum. Onun yaptığı küçük şeylerden bile etkilenmek bana yanlış geliyordu. Aramızdaki gerilim artarken benden uzaklaştı. Çıkıp gideceğini sandım ama gitmedi. Beni o durumda yalnız bırakmadı.
Arkasını dönerek balkona çıktı. Belki de ikimiz de hislerimizi fazla abartıyorduk. Son günlerde çok şey yaşadık, ikimiz de suçlayacak birilerini arıyorduk. Aslında burada suçlayan taraf hep ben oluyordum. Her şeyin günahını onun omuzlarına yüklüyordum.
Derin bir iç çektiğini duyunca, benim de omuzlarım düşmüştü. Bu adamın bir iç çekişine kadardı işte benim öfkem. İkimiz de sessizce bir süre durduk. Bir ara yanına bile gitmeyi düşünmüştüm. Kalbi kırık çocuk gibi benden gözlerini saklamasını sevmemiştim.
Bir an öfkesiyle tüm dünyayı yok edecek gibi görünürken, ardından küçük bir çocuk gibi bana sırtını dönmesine hala alışamıyordum. Benim de tüm dengemi bozmuştu. Sıkıntı ve az önce yaptıklarımın verdiği pişmanlıkla ellerimle oynuyordum. Yine ellerim buz kesmişti. O böyle susunca endişem daha da artıyordu. Sonunda fazla dayanamayıp konuştum.
“Karan?” İsmini seslenmemle tüm bedeni kasılmıştı. Sırtı bana dönük olsa bile daha buradan ne denli şaşırdığını anlayabiliyordum. Ona asla yalnızken böyle seslenmezdim. Ama şimdi başka türlü aramızdaki bu kini, öfkeyi dindiremezdik.
En azından bir süreliğine benim için Karan olabilirdi. Belki kendi dünyasında Loki’ydi ama burada Karan’dı. Sırtını bana dönerken, bakışlarındaki şaşkınlıkla yüzüme hafif tebessüm yayıldı. Sanki kalbi kırık bir çocuğu kandırmak için yapılan bir gülüş gibiydi. Gözlerini kısarak bir süre daha bakışları yüzümde gezindikten sonra, ona böyle seslenmemi hiç sorun etmeyerek yeniden odaya girdi.
“Diğer bir olay örgüsü daha var,” diyerek diğer kağıdı da elime aldım. “Senin arafa gitmeni engelleyebiliriz. Eğer senin için yazarı başka bir yol yazmaya ikna edebilirsek belki daha farklı bir hayatın olabilir.” Bu yol onun için daha tehlikesiz gibi görünmüştü gözüme.
En azından gerçekten hayatının değişebilme gibi bir şansı vardı. Sustugunu görünce duvara astığım tüm notları okumuştum. Elbet biri onun için uygun olacaktı. En azından ben öyle düşünüyordum. Elimdeki son notu da okurken artık bir umudum kalmamıştı. Çünkü bu süre zarfında bir kere bile olsun konuşmamıştım. Olumlu ya da olumsuz bir tepki bile vermemişti.
“Beğenmedin mi?” Merakla ona bakarken düşünceli şekilde beni izliyordu. “Seçtiğin tüm olaylarda yalnız benim geleceğimi değiştirmeyi düşünüyorsun.” Durgun bakışlarında sakinlik vardı.
“Ama Beliz, sorun benim geleceğimde değil. Asıl değişmesi gereken geçmişim.” Pek bir şey anlamasam da onu dinliyordum.
“Geleceğin zaten şu anki geçmişin değil mi?” İyice kafam karışmıştı. Başını olumsuz anlamda sallarken karşısında bir çocuk varmış gibi tane tane konuşmaya başladı.
“Belki bir gün sana her şeyi anlatırım ama şimdilik bunu yapabileceğimi sanmıyorum. Bilmeni istediğim tek şey var, o da çoğu şey göründüğü gibi değil. Nasıl bir aileye doğduğumu bilmiyorsun. Nasıl bir evrene sahip olduğum hakkında dahi bir fikrin yok. Doğrusu böyle bir şeyi bilmeni de istemem.” Sona doğru sesindeki yumuşama ve gözlerindeki şefkatle içim titremişti.
Bir şeyler gizliyordu ama ne? Konuşsa dinlerdim. İnan dese inanırdım. Ama bana kendini açmak gibi bir niyeti yoktu. İşte bu da aramızdaki mesafeyi durmadan açıyordu. Kendimi toplayarak yeniden konumuza döndüm.
“Peki geçmişinde neyi değiştirmek istersin?” Sorumu bekliyor olacak ki başını ağır ağır salladı.
“Aslında doğmamı engellemek o kadar da kötü fikir değil.” Ben ciddi bir şey beklerken onun bıyık altından gülerek söyledikleriyle ben de istemsizce gülmüştüm. Bu adamın ciddi kalmakla ilgili büyük sorunları vardı. Ben de onun gibi ciddiyeti bir kenara koyarak aynı alaycı tonlamasıyla devam etmiştim.
“Yani bu kadar ısrarcıysan karşı çıkamam. Tabii annen ve babanın zevkli bir geceden mahrum bırakacağız ama olsun. Sonuçta dünya bir şeytandan kurtulacak.” Son söylediğimin yeni farkına vararak hızla dudaklarımı birbirine bastırdım. Daha az önce adamı kızdırmışken yine şu dilime sahip çıkamamıştı. Acaba kızdı mı diye ona göz ucuyla bakarken söylediğime pek takmamış gibi görünüyordu. Tuttuğum nefesimi rahatça vermiştim.
“Şu kitaplarda sihirler hakkında bir şeyler var mı?” Aniden aklına gelenle duruşunu dikleştirmişti.
“Evet var da ne yapacaksın ki?”
Hızlı adımlarla masamda duran kitabı eline alırken sayfalara göz atmaya başlamıştı. Ben de merakla hızla yanına gidip onun gibi sayfalara göz gezdiriyordum. Aniden dururken bana döndü.
“Galiba ne yapacağımı buldum.” Dediğinde yüzünde o şeytani sırıtışı vardı. Şu an aklındaki tilkilerle şeytani planlar yaptığına emindim.
*
Bulduğu yolu anlatınca delirmiş gibi ona baktım. Ben vur dedim adam öldürmüştü resmen. Tamam onu kurtaracak birilerini getirelim dedim de ormanın ruhunu da çağıralım demedim ya. Bu adam aklını kaçırmış olmalı.
“Sen bizi öldürtmek mi istiyorsun?”
“Ormanın ruhu düşündüğün kadar da korkutucu değil,” dedi beni sakinleştirmeye çalışarak.
“Değil mi?” Sesimdeki alayı sezmiş olacak ki dudaklarının kenarı kıvrılmıştı. Bence gayet de korkulacak biri. Tabii biri olduğuna bile emin değilim. Neye benzediğini dahi bilmiyorum.
“Hem korkarsan tutarsın kolumdan. Merak etme aramızda sır olarak kalır.” Hala dalga geçerken bana göz kırpınca sabır diler gibi gözlerimi kapattım. Benim söylediklerimi bana söylüyordu aklınca. Bu adam benim sınavımdı.
“Ben korkmam, hem hatırlatırım herkes-” ben daha sözümü bitirmeden beni tamamlamıştı.
“Senden korkar.” Gülmemek için yüzünü sabit tutmaya çalışırken aklında abimin anlattığı rezilliklerimin geldiğine emindim.
“Neyse,” diyerek kendimi sakinleştirerek yanına oturarak sakin sakin onu vazgeçirmeye karar almıştım.
“Ruhu falan boş ver ya. Sen haklıydın, doğumunu engelleyerek bu işi kökten çözelim.” Sırıtan yüzüyle beni izlerken başını olumsuz anlamda sallamıştı. Buldu fırsatını hiç kaçırır mı? İlle yalvartacak beni… Derin nefes alarak yeniden ona döndüm.
“Bak, inat etme. Şu işi kökünden çözelim.” Son defa onu uyarsam da hâlâ eğlenerek yerini rahatlıyordu. Adamdaki rahatlığa bak. Sanırsın askerlik arkadaşını çağırıyor.
“Olur, olur.” Onun ciddiyetsizliğinin aksine benim bu ciddilik garipti.
“Olmaz.” Benden günah gitti. Başını yine hayır anlamında sallarken oturduğum koltuktan onun tarafa atılarak ellerimi boynuna sardım. Benim de sabrımın bir sınırı var.
“Seni şu balkondan aşağı atmam konusunda ciddiyetimi birazdan öğreneceksin.” Dağılmış saçlarımın arasından ona doğru bağırmıştım. Bu hareketime şaşırmış olacak ki hızla boynuna doladığım ellerimi bileklerimden yakalayarak kendine doğru çekti.1
“Kızım, sen gerçekten delisin.” Bileklerimi sabit tutmaya çalışırken kahkahalarının arasından boğuk çıkan şaşkın sesiyle beni durdurmaya çalışıyordu. İyice saldırganlaşmama az kalmıştı ki bileklerimin hızlı çekilmesiyle göğsüne düşmüştüm. Hâlâ kesik gülüşleriyle göğsü havalanırken pozisyonumuz benim açımdan hiç iç açıcı değildi.
En azından kalbimin deli gibi hızlanması bunu gösteriyordu. Hâlâ bileklerim onun elleri arasında kaybolurken aniden kalkmaya çalıştığımda beni daha da kendine çekmişti. Bu defa yüzüm boyun girintisine gömülürken onun nefesini saçlarımda hissetmiştim.
Burnuma dolan o hoş kokusu dengemi kaybetmeme nedendi resmen. Ben düştüğüm durumun şaşkınlığı ve rezilliğiyle kızarırken onun rahatlığı her hâlinden belliydi.
“Kalkmak istiyorum.” Titrek nefesim boynuna vururken onun da kısık nefesini saçlarımda hissettim. “Kalkarsan yine beni boğmaya çalışırsın.” Kısık ama eğlenen sesiyle hafif kulağıma doğru eğilmişti. Bu yakınlık nabzımı daha da hızlandırırken onun hissettiğim sıcaklığı tüm bedenimi ele geçiriyordu.
“Yapmam.” İçime kaçan sesimle beni duyduğundan dahi emin değildim.
“Anlamadım?” Sesindeki tondan bile duyduğuna emindim ama şurada Beliz’i zor duruma sokmak varken neden duysun ki? Bir şeye de anında evet desen ölürsün sanki.
“Yapmam dedik ya.” Sabırsızca sesimi yükseltirken yeniden o eğlenen kahkahasını duymuştum. Bileklerimi yavaşça serbest bırakırken kalkacaktım ki yanaklarım aklıma geldi.
Şu an resmen yanıyordum. Bir de beni böyle görürse iyice dalga geçerdi. İki elimde göğsüne bastırarak başımı hızla eğerek kalktım. Ona arkamı dönerken sesi durmama sebep oldu.
“Eğme başını. O gizlediğin yanaklarını zaten görüyorum.” Karşımdaki aynadan göz göze gelirken yüzündeki gülümsemeyle kaşlarım çatılmıştı. Diğer gülüşleri gibi alaycı değildi. Tam aksine şu anki durumumuz için bile fazla içten ve özeldi.
Yine kapılmıştım o gülüşüne. İçimi titreten bir nefes verdiğinde hızla kendimi toplayarak gözlerimi ondan ayırdım. Zaten gördüğünü gördü, fazla saklamaya gerek yok öyle değil mi? Hızla kitap rafıma doğru ilerlerken aynadan son defa onun şaşkın bakışlarını görmüştüm. Elime aldığım iki kalın kitapla ona döndüğümde ne yapmak istediğimi daha yeni anlamış olacak ki gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
“Sakın Beliz. Yapmayacağını söyledin.” Dedi yarı tedirgin yarı gülen sesiyle.
“Ben yalnızca seni boğmayacağımı söyledim. Senin kafana kitap fırlatmayacağım diye bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.” Dedim yüzümdeki sırıtışla. İşte şimdi benden kork Karan efendi.2
Elimdeki iki kitabı da ona doğru fırlatırken hızla koltuktan kalkarak arkasına doğru geçmişti. İki atışımdan kurtulsa da kitaplıktaki kitapları elime alarak odanın dört bir yanına doğru attım. Adam yerinde sabit durmuyordu ki biri isabet etsin.
“Beliz şunları atma.” Dediğinde tam yüzüne fırlattığım kitabı havada yakalamıştı. “Kitaplarım hakkında doğru konuş. Onlara şu diyemezsin.”
“Kitapların yeri rafıdır. Kafama uçuşan şeyler yalnız şu olabilir.” Sırtarak beni sinir etmekten geri durmazken hızla makyaj masamın yanına gitmişti.
“Çekil oradan” diyerek yenisini fırlatmıştım. Bir de aynanın kırılmasını istemiyordum.
Kitaplığımdaki bilmem kaçıncı kitabı ona fırlatırken beni sakinleştirmek için yüzlerce cümle kurmuştu ama hepsi nafile. Çünkü durmuyordum.
Ve işin garip tarafı o da beni durdurmuyordu. İsteseydi hiç de zorluk çekmeden beni durdurabilirdi. Ama yapmıyordu. Hatta bazen yüzünde gördüğüm o gülüşü, beni sinir etmekten aldığı hazdan memnun olduğunu bile düşünüyordum.
“Bak yaralanırsam pişman olursun.” Arsızca yatağımın üzerinde bir doksan uzanırken ayağını ayağının üstüne atmıştı. Elimde son bir kitap kalmıştı ve o kendinden emin bir halde bunu da isabet ettiremeyeceğimi düşünüyordu.
“Sen yaralan da ben pişmanlığa razıyım.” Dediğimde yalancı üzüntüyle dudaklarını büzmüştü.
“Kalbin batsın.” Diyerek elimdeki kitabı tam fırlatacağım sırada sesiyle elim havada kalmıştı.
“Yapma güzelim.”6
Ben duyduğum sözün şaşkınlığıyla dönerken duyduğum acı dolu inlemeyle kendime geldim. Bakışlarım önce onu sonra havadaki elime kayınca kitabı tam fırlattığım esnada konuştuğunu anlamıştım.
Bir saniye daha önceden söyleseydi az önce tuttuğu kafasını kurtarabilirdi ama artık geçti. Eliyle alnını tutarken yatakta doğrulmuştu. Yüzünü buruşturduğunda gerçekten canının yandığını sanki daha yeni fark ediyordum.
Ay, bu adam benim elimde ölecekti. Hızla yanına koşarak elini bastırdığı alnına bakmaya çalıştım.
“Çok mu acıdı? Neresi acıyor? Beni duyabiliyor musun? Başın dönüyor mu? Hastaneye gidelim mi?” Ben telaşla elim ayağım birbirine girerken panikle ona bakıyordum. Bu adamın kafasına fırlattığım ikinci kitaptı.
Yemin ederim sonunda benim yüzümden kafa travması geçirecekti. Aniden kafasını kaldırınca yüzlerimiz fazla yakınlaşmıştı. Ben hâlâ onun alnına panik ve korkuyla bakarken onun gözleri yüzümün her detayında geziniyordu.
Elini alnından yavaşça çekerken gördüğüm kanla gözlerim iyice büyümüştü. Allahım, ben neden böyle şiddete meyilli biriyim? Oysa beni kusursuz, fevkalade biri gibi yarattığına emindim.
“Çok çok çok özür dilerim. Hemen buz getiriyorum.” Ben gördüğüm kanla hızlı geri çekilirken elime dolanan parmaklarıyla ona dönmüştüm.
“Gerek yok Beliz, küçük bir sıyrık.” Diyerek elinin tersiyle kanı silerken siyahlarını benden bir saniye bile ayırmamıştı. Galiba bu paniğim onu da şaşırtmış olacak ki verdiği tepkiden pişman olmuş gibi hızla kendini toplamıştı.
Çok canının acıdığına emindim. Kitabın tam uç kısmı alnına öyle bir çarpmıştı ki acımama gibi bir şansı da yoktu. Bu da yetmezmiş gibi en kalın ciltli kitabı fırlatmam… Gerçekten bazen ayarsız olabiliyordum.
“Küçük bir sıyrık mı? Ölüyordun resmen.” Ben inanmazmış gibi ona bakarken bileğimi elinden kurtarmaya çalıştım.
“Bırakır mısın kolumu, ilk yardım çantasını getireyim bari. Kan kaybından ölmek mi istiyorsun?” Benim telaşım gittikçe zirvelere ulaşırken onun gözlerindeki ifade daha da ılımlı bir hal alırken bileğimi okşayan parmakları tüm dikkatimi dağıtmıştı. Yapma be adam!
Senin şu farkında bile olmadan yaptığın küçük şeyler benim aklımı başımdan alıyordu. Beni yavaşça kendi yanına çekerken gözlerindeki şefkatle içim ısınmıştı.
“Bu kadarcık kandan ölür müyüm sence?” dedi yüzündeki samimi gülüşüyle. O öyle bakınca benim içim gidiyordu. Saniyeler içinde bu kadar duygu değişimi normal miydi?
“Ölmezsin değil mi?” Bir çocukmuşum gibi beni sakinleştirmesine izin vermiştim.
“Ölmem.” Parmaklarının tersiyle hâlâ bileğimin içini okşayarak konuşması iyice beni mayıştırmıştı.
“Ama çok acıdı.” Diğerken gözlerim yine siyahlarına kapılmış gibi dünyadan soyutlanmıştım. Kendimi hızla toplamalıydım.
“Acıdı.” Diyerek yüzünü buruştururken bile hâlâ parmakları bileğimi okşuyordu. Bu adam bunu bilerek mi yapıyordu? Şu an tüm irademin yok olduğunun farkında mıydı?
Bir bilek okşamasına da kendinden geçmezsin be kızım?
Eğer şimdi ondan uzaklaşmazsan benim için işler hiç iyi gitmeyecekti. Sanki rüyadan uyanır gibi irkilerek hızla ayağa kalkmıştım. Bileğimi tutan elleri boşta kalırken çatılan kaşlarıyla önce ellerine sonra bana baktı.
Bu ani uzaklaşmalarımda hep böyle bakardı. Hiç alıştırmadan pat diye indirdiğim duvarlarımı aniden örerdim ona. Bu hallerim beni de korkutuyordu. Kontrolüm dışında olan hislerim beni öyle endişelendiriyordu ki o duvarların arkasına saklanırken onun ne hissedeceğini umursamıyordum bile. Galiba bu beni gerçekten kötü biri yapabilirdi.
Gözlerindeki ifade giderken endişeye çevrilirken beni inceledi.
“Yanlış bir şey mi yaptım?” Sesi kırmaktan korkar gibi şefkatle çıkarken benim duvarlarım bir daha yıkıldı ona.2
Böyle düşünceli olmak zorunda mısın? Böyle güzel bakmak zorunda mısın? Ben aklımdaki çelişkilerle cebelleşirken o iyice endişelenmiş olacak ki hızla ayaklanıp bana yaklaştı. Yeniden beni izleyen siyahlarını görünce yutkunamadım.
O an anlamıştım. Ben bu adama kapılıyordum. Ben daha haftalar önce tanıdığım bu adamın akıntısına kapılıyordum. Kalbim benden gizli onun buz tutmuş kalbine yerleşmenin hayalleriyle yanıyordu.
Kafayı yemiş olmalıydım. Buna engel olmadığı için beynim de delirmiş olmalıydı. Evet kesinlikle kalbim de beynim de delirmiş olmalıydı. Çünkü bunun sonu benim için uçurum olduğu o kadar açıktı ki. Aklımdaki düşüncelerin dehşetiyle ona bakarken gözlerimin ardı sızlıyordu resmen.
Titrek bir nefes verirken o iyice bana yaklaşmış bakışlarındaki endişe artmıştı. Gözlerim yanarken yüzümü avuçları arasına alıp kendine doğru kaldırdığında iyice kendimi kaybetmiştim. Şu an yaşadığım farkındalık bana düşündüğümden daha büyük darbe vurmuştu. Biraz endişeli ama şefkatle bakan siyahlarını gözlerime dikerken baş parmağıyla yanağımı okşamasıyla gözümden bir damla yaş süzülmüştü.
“Özür dilerim. Gerçekten canım acımadı. Yemin ederim sana sızı dahi hissetmedim. Hadi ağlama.” Yumuşak sesiyle yanağımı okşamaya devam etmişti. Artık nasıl görünüyorsam kendini gerçekten suçlu hissetmiş olmalıydı.4
“Ben mi incittim seni? Seni ağlatacak bir şey mi yaptım bilmeden?” O böyle söyleyince iyice ağlayasım geliyordu.
Neden bağırıp çağırmıyorsun ki? Neden bu kadar iyisin? Neden senin için önemliymişim gibi hissettiriyorsun? Bağırıp çağırırsana. Tehditlerini savur. Ölümcül bakışlarınla bak bana. Buz gibi soğuk sesinle bana ördür yine duvarlarımı. Kırmaktan korkar gibi yaklaşma bana. Dünyanın en kıymetli şeyiymişim gibi bakma. İçimi ısıtan gülüşünle gülme bana.
Yoksa ben sana gelirim Karan. Tüm yollar çıkmaz sokaklarına çıksa bile ben sana gelirim.1
Düşüncelerimin içinde kaybolurken içli bir nefes çekerek son kez baktım ona. “Hayır. Bir şey yapmadın.” Darmadağın düşüncelerimin aksine sesim kış rüzgarı gibi buz gibiydi.1
Bu benim sesim miydi? Yine aklım kazanmıştı bu savaşı değil mi? Sanki beni uçurumun tam kenarına sürükleyen kalbimi aklım susturmuş beni çekip almıştı. Kurtarmıştı beni değil mi? Peki kalbim neden bu kadar acıyordu?
Bu sesim onu bile afallatmış olacak ki yüzümdeki elleri bir an gevşemişti. Ne beklediğini bilmiyorum ama bu kadar soğuk olmamı beklemediğine emindim.
Bakışlarımda aynı soğukluk ve düz bir şekilde bakarken o yutkunmuştu. Bakışları tüm yüzümde gezinirken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ben bir adım geriye çekilince yeniden elleri havada kalmıştı.
Kaşları yine aynı hızla çatılırken boşta kalan ellerine bakmıştı. Kolları yavaşça yanına inince gözlerindeki ifadeyi diğerlerinden farklı kılan bir şey daha eklenmişti. Hayal kırıklığı. Ve bunu ekleyen bendim.
“Beliz.” Sesindeki duygu bile içimi titretirken son bir kez daha duvarlarımı ona indirmeden arkamı döndüm. Evet tam da bunu yaptım. Arkamı döndüm ve odadan çıktım. Arkamdaki adamı bir açıklama dahi verme gereği duymadan onu orada bir başına bırakarak gittim.
Şimdilik gitme sırası bendeydi. Zamanı geldiğinde o da gidecekti. Ve o zaman geldiğinde beni arkasında bıraktığı için ona kızmayacaktım.
Bu bölümü karışık playlistimi dinlerken yazdım ve sonuç ortada. 🥲4
Okurken ben bunu hangi kafayla yazdım diyorum. Galiba artık şarkı dinleyerek kurgu yazmayacağım. Aklımda olan gidişattan çok farklı yönde ilerliyorum. Neyse, artık bu bölümlük idare edersiniz, önümüzdeki bölümlerde toplarım olayları.
Oylamayı ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın güzel okurlarım.🌟🎀
Okur Yorumları | Yorum Ekle |