19. Bölüm
Okyanus / Hayalden Gerçeğe / 1.8

1.8

Okyanus
okyanuss_s

 

Merhabalarrr!🌟

Nasılsınız güzeller'im?

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🫶🏻

Keyifli okumalar🤍

 

Yine gülümsüyordu. Ve ben yine o gülüşüne yeniliyordum. Bir süre daha öyle kalırken yeniden masa arkasına dönmüştük. Bu defa Aslı, Evren ve ben konuşurken Mert denen adam da yanımıza gelmişti.

“Beliz değil mi?” Yanıma çekilen sandalyeyle ona dönmüştüm. Yüzündeki samimi gülümsemeyle elindeki içkilerden birini bana uzatmıştı. Nezaket için uzattığı içkiyi alırken ben de onun gibi gülümsedim. Şu an sarhoş olarak bir rezillik çıkartmak istemediğim için tabii ki içmeyecektim. Olumlu anlamda başımı sallarken o da içkisinden bir yudum aldı.

“Karan’la yakın arkadaş mısınız?” diye sorarken yeşil gözleri merakla üzerimde geziniyordu.

“Hayır, pek sayılmaz. En yakın arkadaşımın abisi,” dedim sakin sesimle.

“Yani senin de abin gibi,” dediğinde gözleri arkada bir yerlere takılmıştı. Bu merak da nereden geliyordu?

“Hayır, iki abim var ve bu bana fazlasıyla yetiyor. Yenisine gerek yok.” Sesim biraz tersler gibi çıksa da bunu hemen bastırmıştım. Bu adamda da bir şeyler vardı ama neyse. "Hmm,” düşünceli sesiyle gözleri yeniden beni buldu.

“Anlaşılan abin şu an çok meşgul,” dediğinde gözlerim onun işaret ettiği yöne dönmüştü. Abim Melis’le konuşmaya çalışıyordu ama Melis yüzüne dahi bakmıyordu. Umarım araları bugün düzelirdi. Tam önüme dönecektim ki bize dik dik bakan Karan’la göz göze gelmiştim.

Elindeki bardağı sıkarken Alev’in anlattığı bir şeyleri dinliyordu. Doğrusu dinlediğinden pek emin değildim. Çünkü şu an tüm dikkatinin bizim üzerimizde olduğuna emindim. Bakışmamız uzarken siyahlarının daha da koyulaşmasıyla göz kontağını aniden keserek önüme döndüm.

Yavaştan başımda ağrımaya başlamıştı. Önüme döndüğümdeyse Mert’in bakışlarıyla karşılaşmıştım. Neredeyse varlığını unutmuşken yeniden burada onu görmekle yüzümü buruşturmama engel olamadım. Ne? Böyle gözlerini dikip tüm gece bana mı bakacaktı?

“Herkesin keyfi yerinde, böyle yalnız sıkılmıyor musun?” Bu ne ses tonuydu şimdi. İçkisinden yine bir yudum alırken devam etti. “Eğer seslerden rahatsız olduysan yukarı çıkabiliriz, orası daha sakin.” Ulan ben yemedim şimdi seni?

Sakinmiş. Tam elimdeki içki şişesini kafasına geçirecektim ki Karan’ın bize doğru geldiğini görerek vazgeçtim.

“Olur,” dedim hızla. Mert bile bu kadar hızlı kabul etmeme şaşırırken ben ayaklandım. O da benim gibi kalkarak önden gitmem için bana yol açtı. Bir de Karan’la uğraşamazdım. Tersinin ne kadar pis olduğunu biliyordum.1

Daha ilk karşılaştığımız gün tek bir yumrukla abimin az daha burnunu kırıyordu. Kendi işimi kendim hallederdim. Bu kendime güven de nereden geliyorsa artık.

Yukarıya çıkarken gördüğüm tek şey Karan’ın deli gibi öfkeyle bakan siyahlarıydı. Beş dakikaya işini halledip gelecektim zaten.

Yukarı çıktığımızda belimde hissettiğim elle irkilsem de belli etmeden çıktım. İlerlerken ikimiz de terasa çıktık. Birkaç kişi dışında kimse yoktu. Onlar da çoktan kafayı bulduğu için bir sıkıntı olacağını sanmıyordum. Yanımızdaki masaya göz gezdirirken bıçak ve çatallar dikkatimi çekmişti. İşimi görürdü.1

“İşi zorlaştırırsın sanmıştım ama siz kadınların aynı olduğunu unutmuşum.” Sıcak nefesi enseme vururken eli hâlâ belimdeydi. Yavaşça yüzümü ona dönerken en samimi gülümsememi sundum ona.1

“Aslında pek aynı sayılmayız,” dedim, ben de ellerimi omzuna koyarak.

“Abimler sana söylemedi mi?” Yüzüme en masum ifademi takınırken diğer elimle masadaki çatalı almıştım. Kasları ani bir hızla çatılırken neden bahsettiğimi anlamaya çalışıyordu.

“Neyi söylemediler?”

“Benim biraz garip alışkanlıklarım var da. Ama bunlar senin için sorun olmaz değil mi?” Omzunu okşayınca kendini kaybeden bakışları beni süzdü.

“Nasıl alışkanlıklarmış bunlar?” dedi, yüzünü yüzüme biraz yaklaştırarak. Birazdan sana göstereceğim o alışkanlıkları.

“Kan,” dediğimde şaşkınlıkla kaşları havalandı.

“Ne?”

“Kan seviyorum,” demiştim tüm ciddiyetimle. Oysa afallamış bakışlarıyla bana bakıyordu.

“Kan mı seviyorsun?” Sesindeki şaşkınlık ve afallama gülmeme neden olmuştu.

“Evet. Bir damlacık kanı bana çok görmezsin değil mi?” Bunu derken hiç düşünmeden elimdeki çatalı belimin üzerinde olan eline geçirmiştim.2

Bağırarak geri çekilirken bir kaç damla kan akan elini tutarak bana deliymişim gibi bakıyordu. Ne kıymetliymiş canı. Altı üstü bir çatal batırdın. Oda biraz sıyrık atmış zaten. Neyin tantanası bu ödlek herif.

“Aklını mı kaçırdın sen?” Sinirle bağırarak üzerime geliyordu ki elimdeki çatalı tam boynuna dayayarak onu geri ittim.

“Kan seviyorum diyorum nesini anlamıyorsun. Şimdi kessem seni burada sence birinin haberi olur mu? Bak ikimizde yalnızız.” Diyerek etrafı gösterdim.

Oturan bir kaç adam da gitmişti. Oda benim gibi etrafa kaçamak bakışlar attıktan sonra bana dönmüştü. Çatalı bir az daha boynuna bastırınca gözlerinde gördüğüm korkuyla hiç şaşırmamıştım. Ödlek herif. Muhtemelen psikopat falan olduğumu düşünüyordu. Bırakalım da öyle düşünsün.

“Psikolojik sorunlarım var oğlum benim. Yani anlayacağın hapse falan da girmem. Bak kaç gündür kanda içmiyorum heyheylerim üstümde.” Dediğimde iyice korkuluklara yaslanmıştı.1

“Kan mı içiyorsun?” Titreyen sesiyle gözlerimi devirdim. Bu da iyice vampir belledi bizi.

“Evet beğenemedin mi?” Diyerek onu süzdüm.

“Biliyormusun sarışınların kanı acayip iyi oluyor.” Öyle bir irkildi ki sanırım ona gerçekten yiyecekmişim gibi bakıyordum. Aslında sarışınları hiç sevmem.

“Ben kumralım” Sesindeki çaresizlikle yeniden gözlerimi devirdim. “Biliyor musun, şu an kumraldı, esmerdi hiç fark etmez.” Biraz daha ona yaklaşacaktım ki bağırmasıyla irkildim.1

“Karan,” diyerek hızla beni sağa itip Karan’ın yanına koşmuştu. Ben şaşkınlıkla arkama dönerken korkuluğa yaslandım. Mert tam konuşacaktı ki Karan’ın yüzüne savurduğu yumrukla 1.90 yerde yatıyordu. Beni şaşırtan yumruğundan daha çok yüz ifadesiydi.

Sırıtıyor muydu o? Adam dövmekten mi haz alıyor acaba?1

Adamın üzerinden geçerek bana doğru geldiğinde bu hareketine göz devirmiştim. “Ne gerek vardı şimdi? Ben gayet güzel halletmiştim.” Siyahlarını üzerimden çekmeden yanımda durdu. “Ona ne şüphe,” dudaklarının kenarı usulca kıvrılırken gözleri üzerimdeydi.

Bense yerde yatan adama bakıyordum. “İş aldın başına. Benim için bunu yapmana gerek yoktu.” Gözlerim onu bulunca kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam etti. “Kendim için yapdım.” Dediğinde bir an afallamıştım.

Ne? 

Daha neler?

Mert ona da mı asılmıştı?5

Ay, aklıma çok kötü düşünceler geliyor.

“Senin gibi ama senden de bir o kadar farklı olarak o çatalla sana dokunduğu elini delik deşik etmemek için yumruğumu kullandım. Sonuçta iş arkadaşımın katili olmamı istemezsin.” Demişti sona doğru sesi öldürücü bir tonla kısılırken.

Mert’e yaptıklarımı görmüştü değil mi? Biz daha yukarı çıkar çıkmaz arkamızdan gelmiş ve her şeyi görmüştü. Ama bana güvenmiş ve izlemişti. Kendimi o pislikten koruyacağıma güvenmiş ama yine de beni yalnız bırakmamıştı. Belki farkında değildi ama bu hareketi içten içe beni etkilemişti.

“Evet, kendin için yaptığın o kadar belli ki.” Diyerek yerde yatan adamı gösterdim. Ona bakma gereği dahi duymadan bakışları yalnız benim üzerimdeydi. Bu adam yine neden böyle bakmaya başladı ki? “Demek sarışın seviyorsun?” Beni afallatan sesiyle Mert’e tiksinti dolu bakışlar atmıştı. “N-ne?” Diyebilmiştim yalnızca. Konumuz bu muydu gerçekten?

Ben şaşkınlıkla Mert’e bakacaktım ki bir adım daha bana yaklaşmasıyla gözlerimi ondan alamamıştım. “Seviyor musun? Sarışın?” Her kelimenin üzerine bastırırken benim dikkatim yalnızca aramızdaki bu yakınlıktaydı. Siyahları büyük merak ve ölümcül karanlıkla parlarken bir de kıpırdamamı bekliyordu. Şu an dilimi yuttuğuma emindim.

Kendine gel Beliz. Hani ağırdan alacaktın. Yine yelkenleri suya indirdin. Evet, iç sesim haklı, kendime gelmeliyim. “Hayır, hiç sevmem,” demiştim içime kaçan sesimle. Yüzündeki memnuniyetle bana bakarken, sanki seviyorum desem gidip adamın o sarışın saçlarını bir bir yakacağı gibi bir ifadesi vardı.

Ben kendimi toparlayarak hızla aramızdaki mesafeyi açmıştım. Burada fazla zaman geçirmiştik bile. “İnelim mi?” dediğimde o da beni onaylamıştı. İkimiz de tam çıkacaktık ki yeniden Mert’e baktım. Ay, adam altı üstü bir yumruk yedi, hâlâ baygın. “Buna ne olacak?” Ona dahi bakmadan beni kapıya yönlendirdi.

“Tuna’ya söylerim, gelip alır.” Çok da üstünde durmamıştım. Kendileri hallederlerdi artık. Aşağı indiğimizde abim fazla sarhoş olduğu için dağılmaya karar vermiştik. Ben şoför koltuğunda otururken Karan yanımda ön koltuktaydı. Melisler abimle arkada.

“Melis, affettin mi beni?” Abim hâlâ Melis’in adını sayıklarken tüm yol onu dinlemek zorunda kalmıştık. Karan’ın yardımıyla abimi yatağına yatırırken anne ve babama iyi geceler diyerek yukarı çıkmıştı. Evet, bu günlük bu kadar macera yeterliydi.

*

Bu sabah Melis, ben ve Karan’la küçük bir toplantı yapacaktık. Karan bu ruh çağırma konusunda o kadar ısrarcıydı ki Melis’in de ısrarlarıyla karşı çıkamamıştım. Üçümüz de kafede toplanırken siparişlerimizi verip konuya girdik. “Şimdi ciddi ciddi ormanın ruhunu çağıracağız yani,” dedim keyifsizce.

“EVET. İnanabiliyor musun, ormanın ruhunu göreceğiz,” Melis çocuk heyecanıyla ellerini birleştirirken sıkıntıyla nefes verdim. Ormanın ruhunun ne olduğundan emin miydi acaba? “Çağıracağız da, bir sorun var,” Karan’ın sesiyle ikimiz de ona döndük. “Neymiş sorun?”

“Güçlerimin olmadığını biliyorsunuz. Sihri kendimiz yapmalıyız,” diye beni cevaplamıştı. “Kitaplarda olduğu gibi mi?” Melis’in şaşkın sesiyle ona döndü. “Tam da onun gibi.”

“E yapalım o zaman, ne bekliyoruz?” Melis hızla ayağa kalkıyordu ki onu durdurdum. “Kızım, bir dur, anlatsın.” Melis yerine otururken Karan sıkıntıyla nefes vererek kısık sesle konuşmaya başladı. “Sihri yapabilecek şeylere sahip olduğumuzu düşünmüyorum.” Kahvesinden bir yudum alırken yüzünü buruşturdu. O da benim gibi kahve sevmiyordu.

“Şöyle ki evrenler arası iletişim sağlamak için iki yol var. Birincisi, ruhun kendi güçleriyle diğer ruhun düşüncelerine sızması ki bu benim durumumda imkansız. Daha kendi evrenime sızamıyorum,” diye sona doğru kısık sesiyle homurdanmıştı.

“İkinci yolsa sihirle ruhun bölünmesini sağlayarak aynı anda birkaç evrende var olarak onun yansımasını yaratmak.” Dedikleri biraz kafamı karıştırmıştı. “Eğer paralel evrenlerde yaşadığımızı söylüyorsan ve her bir kişi farklı formlarda diğer evrenlerde varsa neden ormanın ruhu yok? Sonuçta sen bir kitap karakteri gibi bu evrene geldiysen o da öyle gelebilir,” dememle başını sallamıştı.

“Gelemez. O bir ruh. Bölünebilir, çoğalabilir. Ama asla canlı bir bedene giremez. Bu onun varlığına aykırı.” Söyledikleriyle Melis’le şaşkınlıkla onu dinliyorduk. Evrenler gerçekten çok karışıktı. Ve garip olan tarafıysa Karan’ın bu kadar bilgiye nereden sahip olduğuydu. Kitapta çoklu evrenler hakkında tek kelime bile geçmiyordu.

“E sihrin bir tarifi falan yok mu? Ne bileyim, filmlerde falan olur ya cadılar kazanlarına türlü türlü otlar atıp bir şeyler yaparlar.” İkimiz de Melis’e dönerken ben de merak ediyordum. Nasıl yapacaktık bu sihir işini.

“Evet, biraz öyle aslında,” diyerek Karan çekingenlikle ensesini kaşıdı. “Yapmamız gereken bir karışım ve yıldızların hizalandığı günde kehaneti söylemek.” Dediğinde neden bu kadar endişeli olduğunu anlamıyordum. Ne vardı ki burada? Ne lazımsa karışımı bulur yapardık, o da söylerdi.

“Kolaymış bu,” sesimle bana döndü. “Ne gerekiyorsa alıp yapalım işte.” Melis de bana katılırken Karan cebinden bir kâğıt çıkarıp önümüze koydu. Neydi ki bu? “Bu ne?”

“Bulmamız gerekenler.” Gözlerimi ondan çekerek kâğıda dönüp okumaya başladım.

NE? 

Ejderha tırnağı mı?2

Gözlerimi kırpıştırarak yeniden okumaya başlamıştım. Bu ne saçmalıktı. Yok yoktu resmen. “Yılan yumurtası ne? Ben yılanın yuvasına falan girmem haberiniz olsun?” Melis hızla başını sallayarak kâğıda ters ters bakıyordu. Tek sorunumuz bu muydu gerçekten?

Yılan yumurtası en normal şeydi bu kâğıttaki. “Diğerlerini bulduk zaten, bir yumurtamız kaldı.” Onu dinlerken üçümüz de kara kara düşünmeye başlamıştık. Neredeyse bir saattir ne yapacağımızı düşünsek de ortada bir şey yoktu. “Şu ejderha tırnağı çok zor,” demiştim. “Simurg kuşunun tüyünün külü de zor,” demişti hemen ardından Melis.

“Kurbağanın tükürüğünü nereden bulacağız?” Sıkıntıyla kâğıda bakarken Karan düşünceli şekilde yüzünü sıvazlıyordu. “Aslında ejderha yerine kertenkele olsaydı bari onu hallederdik. Şimdi ben nereden bulayım 2024 yılında ejderhayı? Hadi diyelim yılanın yumurtasını bulduk. Kurbağayı da tükürmeye ikna ettik. Ya Simurg kuşunun tüyünü ne yapacağız?”

Melis düşünceli şekilde fikirler üretmeye çalışırken aklıma gelen fikirle hızla yerimden kalktım. “Bulduk kızım,” diyerek sevinçle Melis’in omzundan tutmuştum. İkisi de bana şaşkınlıkla bakarken konuştum. “Neyi buldun tam olarak?”

Gözlerim her birinin üzerinde gezinirken yeniden kağıdı elime aldım. Ne olmuş ki Simurg kuşumuz yok. Bizde tavuk tüyünü yakardık. Sonuçta hepsi kanatlı değil mi? Onları ikna etmek biraz zamanımı alsa da sonunda kabul etmiştiler. Kaybedecek bir şeyimiz yoktu. Deneyecektik, olmazsa başka bir yol arardık artık.

Tek yapmamız gereken listede olan hayvanların en yakın benzerlikleri olan hayvanları bulmaktı. Ve şu an üçümüz de mahalle kasabının önündeydik. Listede olan Troht diye bir hayvanın Karan’ın tarifleriyle keçiye benzediğini bulmuştuk. Şimdi bize Troht ayağı, ah pardon keçi ayağı lazımdı.

Kasapta olan işimiz bitince tüy işini de halletmiştik. Rıza amcanın tanıdığı sayesinde 2 güne yılan yumurtasını da bulmuş olacaktık.

Tabii kurbağa ve kertenkeleyi de bulmalıydık.

4 saatin sonunda listedekileri tamamlamıştık. 3 güzel hayvanda sahiplenmek zorunda kalmıştık tabii. Karan kurbağa sahiplenirken ben de kertenkele sahiplenmiştim. Melis ise hamster. Üçümüz de elimizdeki küçük kafeslerle apartmana girerken rahat bir nefes verdik. Sonunda bitmişti.

“Şimdi ben bunu neyle besleyeceğim?” dedi Karan. Bu soruyu bilmem kaçıncı defadır soruyordu.

“Adam verdi ya bir kavanoz dolusu solucan. Her gün atarsın bir kaç tane yer işte.” Olumlu anlamda başını sallarken Melis kurbağa tarafa bakmıyordu bile. Kurbağayı gördüğümüzden itibaren midesi bulanıyordu. Onu daha da gıcık etmek için Karan’ın elindeki kafesi alarak kurbağaya baktım.

“Acaba öpsem prense dönüşür mü?” Melis kusacakmış gibi yaparken Karan hızla kurbağayı elimden almıştı. Ona döndüğümde çatılmış kaşlarıyla kurbağaya öldürücü bakışlar atıyordu.

“Prense dönüşse öpeceksin yani?” Ben bu hareketiyle afallarken boş kalan ellerime baktım. O şu an beni bir kurbağadan kıskandığının farkında mı?1

“Beliz, senin ağzını çitileye çitileye çamaşır suyuyla yıkamamı istemiyorsan o şeyden uzak dur.” Melis tiksinti dolu bakışlarını kurbağaya çevirmişti.

“Bence de.” Bu uyarıcı sesin sahibi Karan’ın ta kendisiydi. Ne sanıyorlar, kurbağayı öpeceğimi falan mı? Sonunda eve vardığımda uyku mahmuru gözlerle kendimi yatağa attım.

Yarın daha kurbağayı tükürmeye ikna edecektik. Allah’ım bunları sınav olarak mı gönderiyorsun bana?

Kitap karakterleri gerçek olsun diye dilek tuttuğumda bu planlarım arasında kesinlikle yoktu.

 

19 ve 20. Bölümü yarın akşam düzenleyip atarım.

Hadi ben kaçtım🫡

Oylamayı ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın güzel okurlarım.🌟🎀

 

Bölüm : 06.11.2024 14:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...