Merhabalarr🩷
Nasılsınız güzel okurlarım?🦭
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın 🫡
Keyifli okumalar 💫
“Hiç. Sadece kocanın kollarında bir gece geçireceksin.”
Siyahları muzip sırıtışının aksine ciddiyetle parlarken birkaç adım geriye gittim. Bu adam iyice delirdi. Ne saçmalıyordu?
Gözlerim, sözlerinin getirdiği afallamayla şaşkın şaşkın ona dikilirken gür bir kahkaha atmıştı. Keyfi baya yerinde olmalıydı. Gülerken kısılan gözleriyle kaşlarım çatılmıştı.
Aleve de böyle gülmüştü değil mi?
Ne?
İyice saçmalamaya başladın Beliz! Alev de nereden çıktı. Hem gülmüşse gülmüş bana ne ya? Değil mi?
Aaa yeter be! Beni çileden çıkartmak beynimin içindeki sesin galiba en sevimli hobisiydi.
Ama sanki bize daha güzel güldü.
Allahım aklımı kaçırıyorum. Şu beynimdeki sesi susturmazsam gittikçe bakışları derinleşen adam benden şüphelenebilirdi. Kapı kolundaki eli sıkılaşırken bana doğru eğilmesiyle yüzlerimiz arasındaki mesafe azalmıştı.
Ben kafamın içinde kendi kendine gelin güvey olan sesi susturmaya çalışırken aniden gördüğüm siyahlarıyla kendime gelmiştim. Havalan kaşıyla sorgularmış gibi gözlerime bakarken galiba bu dalgınlığım onu endişelendirmişti.
Nereden bilsin ki beynimin içinde her an kıskançlık krizleri geçirerek onun üzerine atlayabilecek bir canavarın olduğunu.
“Beliz?” Yumuşak tutmaya çalıştığı sesiyle kendimi toplamıştım. Suskunluğumla onu daha çok endişelendirmek istemiyordum.
“Kocam olacak beyefendiye söyle onu ancak rüyasında görür.” Diyerek hızla yatağa doğru koşmuştum. Arkamda yarı çıplak halde duran adam şaşkın bakışlarla beni izlerken ne yapmak istediğimi anlamış olacak ki dudağı usulca kıvrılmıştı.
İki kişilik yatak olsa da kollarımı ve bacaklarımı kocaman açarak tüm yatağı varlığımla kaplamıştım. Ne sanıyordu? Bu yatakta onu yatırır mıydım? Yavaş adımlarla üzerime gelirken “Yalnız o yatak benim” demişti.
“Gördüğün gibi şu an benim.” Demiştim tüm ciddiyetimle. Bana bakan bakışları üzerimde gezinirken gülmemek için kafasını yukarı kaldırmıştı. Eminim şu an kahkaha atmamak için büyük bir çaba harcıyordu.
Ne var canım altı üstü yatağa koala gibi sarılmışsam. Gözlerini birkaç saniye kapatıp kendini topladıktan sonra sakin adımlarla yatağa doğru gelmeye başladı.
“Ne geliyorsun? Görmüyor musun ben yatıyorum be adam!” Dağınık saçlarımın arasından gördüğüm tek şey durmak bilmeyen adımlarıydı. Neden durmuyordu? Vallahi yatağa uzandığı an hiç acımam tekmeyi basardım. Bu günlük kalbimin yaşadığı krizler bana yetmişti.
“Karan!” dedim kendimce uyarıcı sesimle. Sanki ben duymuyormuş gibi gelip yatağın sağ tarafında durdu. Yüzüme düşen saçları üfleyerek birkaç tutamını geriye savurmuştum. Kafamın üzerinde durmuş siyahlarını gözlerime dikmişti.
“Uçan tekmem çok acıtır haberin olsun. Abim üç gün kendisine gelememişti. Şimdiden uyarayım da.”
Sona doğru içime kaçan sesimin sebebi üzerime doğru eğilmesiydi. Evet, benden bu kadar. Tuttuğum nefesim, hızlanan kalbim sonum olabilirdi. Belki de konunun kalbimle falan bir alakası yoktu.
Konu bana bu kadar yakın oluşuydu.
Konu gözlerimi kendisine hapseden siyahlarıydı.
Sağ elini kafamın tam yanına koyarken yatakla onun arasında sıkışıp kalmıştım. Tenime vuran nefesiyle ona direnen son duvarlarım da yerle bir olmuştu.
Gözleri tüm yüzümde özenle gezinirken birkaç saniyelik dudaklarımda durduğunda yutkunmuştu. Boynuna kayan bakışlarım, adam elmasının hareketini izlerken yüzüme aniden çarpan gerçeklikle gözlerimi hızla gözlerine diktim.
Ne yapıyordu bu adam? Beni mi sınıyordu? Eğer öyle bir şey yapacaksa yıktığı her duvarımın altında boğardım onu. Boşta olan elleri yüzüme dökülen birkaç tutamı çekerken parmaklarının hafif dokunuşlarıyla kapanmak üzere olan gözlerimi büyük bir dirençle açık tutmayı başarmıştım.
Bir uçan tekmene bakar üzerinden kalkması!
Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırırken parmakları usulca saçlarımı okşamaya başlamıştı.
O böyle saçlarımı okşarsa ben tekme falan atamazdım. Gözlerimi siyahlarından bir saniye olsun bile ayırmazken sanki onun akıntısına kapılmayı çoktan kabul etmiştim. Dudaklarının kenarındaki o küçük kıpırdama tebessümün küçük emarelerini saklamıştı kendisinde.
Öyle alayla gülmüyordu, tebessüm etmek için yapmıyordu. Tam aksine onun da saklayamadığı ve saklamak için can attığı bana karşı zayıflığının izleriydi bunlar. Doğrusu şu an hangimizin zaafları daha büyüktü tartışılırdı.
Tüm algılarımın kapandığını hissettiğim o anda beklemediğim bir şey olmuştu. Hiç beklemediğim bir şekilde üzerime biraz daha eğilirken yüzlerimiz arasında olan mesafeyi biraz daha kapatmıştı.
Kafam yatağa sertçe düşerken, başımın altındaki yastığı hızla çekmişti. Öyle aniden yapmıştı ki, kafamın altındaki boşlukla dünyam şaşmıştı. Üzerimden hızla kalkarken attığı küçük kahkahaların arasından bir şeyler mırıldanmıştı.2
Ben, birbirine girmiş saçlarımın arasından delirmiş gibi tavanı izlerken, az önce yaşadığım utanç ve rezillik dolu anın siniriyle yerimde tepiniyordum. Bu hallerimle kahkahası artarken, yanımdaki şamdanın içinden mumu alarak ona doğru fırlatmıştım.
Ve şansa bak ki, tam isabet ederek kafasına çarpmıştı. Arkası bana dönmüş olsa da, vurduğum darbenin acısıyla inlemişti. Bana dönerken şaşkın ama bir o kadar da gülmemek için direnen yüzüyle bakıyordu.
“Az önce kafama mum mu fırlattın sen?”
“Yatağı fırlatmadığıma dua et sen,” diye çıkışmıştım. Eliyle kafasının arkasını okşarken hâlâ bana bakıyordu. Umarım beyin travması falan geçirmez.
İnanmazmış gibi beni süzerken yeniden dolaba yönelmişti. Açtığı dolabın önünde dikilirken ne aradığını az çok tahmin etmiştim. Yastığı aldığına göre yerde yatacaktı. Tabii üstüne örtecek bir şeyler arıyordu. Ben hâlâ az önceki anın siniriyle burnumdan solurken, yastığı yumruklayarak düzeltmeye başladım.
“Aklın varsa bir daha bana bu kadar yaklaşmazsın. Yoksa o yüzün gerçekten tekmemden nasibini alır.”
“Eğer bir daha yaklaşırsam dudakların dudaklarımdan nasibini alır,” kısık sesle bir şeyler mırıldansa da duyamamıştım.2
Ters ters ona bakarken onu hiç umursamadan yorganı kafama kadar çekerek uyumaya çalışmıştım. Ne hâli varsa görsün. Bu soğukta buz gibi yerde yatsın da sabah her yeri tutulunca aklı başına gelir.
Ama yer çok sağuk olur. Bulduğu şey de çok ince. Onu üzerine örterse ısınmaz ki?
Bu beynimdeki ses şaka mıydı? İstanbul’a döner dönmez yapacağım ilk şey bir psikologa görünmek olacaktı.
Gelip kıvrılsa şuraya. Hem üşümez.
Sabır çekerek kafamın içindeki sesi susturmaya çalışırken, Karan yatağın sağ kısmında olan boşlukta, halının üzerinde kendi için hazırladığı yer yatağına uzanmıştı. Göz ucuyla ona bakarken üzerine hiçbir şey örtmemişti.
Elini kafasının altına koyarken açık gözleriyle tavanı izliyordu. Ben yan yatarak onu izlerken gözlerim çöken ağırlıkla yavaşça kapanmıştı. Bugün çok yorulmuştum.
“Sarı laleleri seviyor musun?” Aniden sorduğu soruyla kapanan gözlerim yavaşça aralanmıştı. Hâlâ bana bakmazken soruyu bana mı sordu diye düşünerek bir süre sessiz kalmıştım.
“Seviyorum,” dedim sakince. Sorduğu soruya anlam verememiştim.
“Laleleri, yıldızları, kitapları, incir reçelini seviyorsun, öyle mi?” Sanki onaylamamı bekliyormuş gibi kafasını bana çevirmişti. Ben söylediklerinin şaşkınlığıyla gözlerimi kırpıştırırken ona baka kalmıştım. Siyahları merakla parlarken gözleri yüzümün her detayında gezinmişti.1
Aslında yıldızları ve kitaplara olan sevgimi fark etmemek için kör olmak gerekliydi, ama incir reçelini nereden biliyordu? Çok severdim ama yiyemezdim. İzlediğim filmin etkisinden olsa gerek, her yediğimde boğazım düğüm oluyor, yutkunamazdım.
Sanki sesim içime kaçmış gibi varlığını unutmuştum. Başımı yavaşça olumlu anlamda sallamıştım. Cevabını almasıyla yeniden önüne dönmüştü.
Beni fark etmediğini düşündüğüm anlarda bile gizli gizli beni izliyordu, öyle değil mi? Bu düşünce bile derimin karıncalanmasına sebep olurken, bu küçük kalbim yine hızlanmaya başlamıştı. Gözlerini yavaşça kapatırken benim uykum çoktan kaçmıştı.
Bir süre daha onun uyumasını seyrettikten sonra üzerimdeki yorganın uç kısımlarını yataktan sallayarak ani hareketle onun üzerine örtmüştüm.
Yorgan yeterince büyüktü, üstelik Karan da yatağa yakınında uyuduğu için ikimize de rahatça yetiyordu. Düzenli nefes alış verişinden uyuduğunu anladığım için ben de gözlerimi kapamıştım. Artık uyumam gerekiyordu.
*
Sabah uyandığımda Karan çoktan uyanmış, aşağı inmişti. Muhtemelen nine kapıyı açmıştı ve o da erkenden uyanmıştı. Kahvaltı için aşağı indiğimde gülücük ve kahkaha sesleri salonda yankılanıyordu.
Herkesin keyfi anlaşılan yerindeydi. Tam merdivenleri inip bizimkilere seslenecektim ki ninenin sesiyle ona dönmüştüm.
“Beliz’im uyanmışsın.” Gözlerim şaşkınlıkla büyürken mutfaktan gelen kokularla iyice aklım başımdan gitmişti.
“Nine?” Şaşkın gözlerle bir masadakilere, bir nineye bakıyordum.
“Efendim yavrum.” Nine elindeki tabaklarla masaya doğru giderken Evren göz kaş hareketleriyle bir şeyler söylemeye çalışıyordu.
“Kafası geri geldi.” Evren’in dudak oynatarak kısık sesle söyledikleriyle Ali ensesine tokat vurmuştu.
“Doğru konuş lan ninem hakkında.” Ali ters ters Evren’e bakarken bunun sonunun nereye gideceğini çok iyi biliyordum.
“Senin nine de benim dedem mi gerizekalı.” Kesinlikle bu defa Evren altta kalamayacaktı.
Kıkıkdayarak ninenin boynuna sarılmış, yanağına küçük bir öpücük kondurmuştum.
“N’oldu kuzum?” Saçlarımı okşarken küçük bir buse kondurmuştu. Geri çekilirken “Hiç, özlemişim seni.” Diyerek hızla masaya göz gezdirdim.
Karan’ın yanında ve Evren’in yanındaki boş sandalyelere göz gezdirdikten sonra Karan’a bakma gereği dahi duymadan emin adımlarla Evren’in yanına oturdum.
“Günaydın alt tabaka insanları.” Neşeli sesimle konuşurken abim yine göz devirmişti. Göz ucuyla Karan’a kaçamak bakış atarken çatılmış kaşlarıyla her hareketimi dikkatle izlediği gözümden kaçmamıştı.
Ne sanıyordu? Dünkü yaptığı adilikten sonra hiç yakınıma bırakır mıydım onu? Daha çok bakaradı. İblis!
En çok sinirimi bozansa bu kadar çabuk yelkenlerimi suya indirmekti. İnsan bir direnir. Hadi onu geçtim, direnmek için bir çaba harcar. Hızla düşüncelerimden kurtulmak için aç kurt gibi masadaki çilek reçeline saldırmıştım.
“Fıstığım?” Evren’in sesiyle gözlerimi ekmeğime özenle sürdüğüm reçelimden ayırarak ona döndüm. Ona dönmemle başını bana doğru yaklaştırarak bir şeyler fısıldadı. Söyledikleri şeylerle kıkırdarken heyecanla yerimde kıpırdamıştım. Ay, bana eğlence çıkmıştı yine.
“Hayır hayır, çayı bacak arasına dök.” Dedim ben de kulağına doğru fısıldarken. Sadece Ali’ye küçük bir şaka yapacaktık. Tabii sonunda Evren’i öldürmese iyiydi.
“Çok fenasın kızım sen.” Evren göz kırparken ben de gülmüştüm.
Karşıma bakmak gibi bir hataya düştüğümde dik dik Evren’e bakan Karan’la karşılaşmıştım. Gözleri Evren ve benim aramda mekik dokurken hem merak hem sinirle bizi izliyordu. Bu hareketlerine göz devirmiştim. Bu da iyice mağara adamına dönmüştü.
“Evren.” Karan’ın sesiyle Evren ona dönerken Karan elindeki ekmeğe reçel sürmeye başlamıştı. Bense son hız ekmeğimi yiyordum.
“Hani fıstık sevmiyordun sen?” Sakin sesindeki öldürücü tınıyı yalnız Evren’le ve benim fark ettiğime emindim. Çünkü diğerleri kendi hallerinde takılıyordu. Evren sanki şimdi neyinse farkına varmış gibi gerilirken gözleri kısa bir süre üzerimde gezindi.
“Sevmem zaten abi.” Bana doğru bakarak, “Ben zaten fıstık sevmem değil mi fındığım?” demişti sırıtarak. Ulan Evren, eceline yürümüyor, koşuyorsun.1
Karan kısık sesle küfür ederken Evren’e en güzellerinden bir bakış yollamıştı. Doğrusu Evren biraz tırsar gibi olsa da benim sesimle yeniden eski haline dönmüştü.
“Yani benim gibi fıstığı sevmediğini mi iddia ediyorsun?” dedim, son parçayı da ağzıma atarak. Dudaklarımı büzüp kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım.
“Aşk olsun fındığım, seni sevmeyen taş olsun.”
“Olsun olsun,” dedim, gözlerim dikkati dağılmış Ali’ye kayarken. Evet, o güzel şakamız için tam zamanıydı. Evren göz kaş hareketi yaparken ne demek istediğimi anlamış olacak ki hızla ayağa kalkmıştı.
“Ben gidip çayı yenileyeyim.” Hızla mutfağa doğru giderken hâlâ bakışları üzerimde olan adama bakmadan yeni ekmek dilimi almak için elimi uzatacaktım ki durdum. Beni durduransa önüme koyulan reçel sürülmüş ekmekti.
Gözlerim hızla onu bulurken siyahlarından beni mahrum bırakmak ister gibi tabağına dönmüştü. Yüzümde aptal bir gülümseme yayılırken benim için yaptığı ekmeğimi elime alıp büyük bir ısırık aldım.
Yüzümdeki gülümsemeye engel olmaya çalışsam da nafileydi. Sanki mideme hücum etmiş binlerce kelebek hissiyle içim bir garip olmuştu. Gözlerim her zerresinde gezindi.
Ekmeğimden yeniden bir ısırık alacaktım ki Ali’nin bağırtısıyla ona dönmek istedim. Zaten sadece dönmek istemekle kalmıştım. Çünkü Evren salağı, Ali’ye şaka yaparak soğuk su doldurduğu çaydanlığı Ali’nin üzerine devirmişti.
Tabii büyük bir kısmını da benim üzerime dökmüştü. Ali de bağırarak kaçmaya çalışırken bana doğru savurduğu koluyla ağzıma götürdüğüm reçelli ekmeğim tam olarak yüzüme yapışmıştı.1
Evet evet, abartmıyordum. Ekmek yavaşça yüzümden düşerken reçel bulaşmış saçlarım ve gözlerimin arasında gördüğüm tek şey Evren’in sırıtan yüzüydü. O sırıtıyor muydu? Şu an ben sinirden köpürürken o sırıtıyor muydu?
“Yandım lan!” Ali bağırarak Evren’in yakasına atılırken ben şoka girmiş gibi yalnızca Evren’e bakıyordum. Az sonra Evren denilen şahıs yer yüzünden silinecekti. Tüm atomlarına kadar onu parçalayacaktım. Dünyanın en iyi mikroskopuyla baksalar bile tek bir atomunu bile bulamayacaklardı.
Evren hâlâ gülerken Ali onun göğsünden vurarak itmişti. Daha sonra ninenin uzattığı peçeteyle üzerini kurutmaya başlamıştılar.
“İyi misin Beliz?” Melis’in gülmemek için zor bastırdığı sesiyle sonunda bakışlar bana dönmüştü. Herkes Ali’ye o kadar odaklanmıştı ki benim reçele bulanmış yüzümün bile şimdi farkına varıyorlardı.
Bense her an patlamaya hazır bir bomba gibi Evren’e dik dik bakıyordum. Patlamam için bir kıvılcım yeterliydi. Ve bu kıvılcımda kendi ölümünü hazırlayan evrenden gelmişti.
“Kırmızı sana çok yakışmış kız,” diyerek kahkaha attığında bir panter gibi üzerine atlamıştım.
“Seni öldürmeyi artık şeref meselesi yaptım. Ya seni öldüreceğim ya öldüreceğim.” Bağırışlarım tüm evde yankılanırken hiçbir şeyi umursamadan ellerimle boynunu daha çok sıktım.
Bacaklarımı beline doladığım için kendimi ona bastırırken ikimiz de büyük bir gürültüyle yere düşmüştük. Etrafımızdaki bağırışları umursamadan sadece nefessizlikten kıpkırmızı olan Evrene odaklanmıştım. Benim derdim yüzüm değil de saçımdaydı.
Açık saçımın ön kısmı reçele bulaşırken bu saçları yıkamak, taramak tam bir işkence olacaktı bana. Onu da geçtim, Karan’ın benim için yaptığı ekmeğimi mahvetmişti. Daha bir ısırık almıştım.
Bunu düşünürken aniden gözlerim dolmaya başlamış, bense hızımı alamayarak ellerimi saçlarına atmıştım. Belime dolanan eller işimi daha da zorlaştırırken Evren’in bağırışları ortamı daha da germişti.
“ÖLDÜRECEK KARAN ABİ YARDIM ET”
“ÖLDÜRECEĞİM. BIRAK DEDİM.” Belimdeki ellerden kurtulmaya çalışırken daha da sıkılaşmış ve aniden havalanmıştım.
“BIRAK, DUYMUYOR MUSUN BIRAK. DAHA ONUN YÜZÜNÜ REÇEL DOLU VANNAYA SOKACAĞIM.” Belimdeki kollar sıkılaşırken beni göğsüne bastıran adamın gülüşleri kulaklarıma melodi gibi gelirken yeniden her zaman seve seve yaptığım o hatayı yapmıştım. Başımı kaldırarak o gülüşünü izlemiş, aniden alev alan sinirim gülüşüyle yatışmıştı.
“Bu planlarını bensiz yaparsan bozuşuruz güzelim.” Kulaklarıma yaklaşan dudakları aralarken kısık sesiyle kendime gelmiştim.2
“Abi şu canavarı at dışarı. Kafayı sıyırmış bu. Alt tarafı reçel bulaştı yüzüne.” Evren’in sesiyle sakinleşen tüm sinir hücrelerim onun sayesinde eski formuna dönmüştü.
“Saçlarımı mahvettin. EKMEĞİMİ SENİN YÜZÜNDEN YİYEMEDİM.” Diye bağırarak hızla Karan’ın kollarından kurtulmuş, abimin yardımıyla ayağa kalkan Evren’in üzerine koşmuştum. Delirmişim gibi bana bakan ev kalkını umursamadan son hız koşarken
Evren hızlı davranarak yukarı merdivenlere yönelmişti. Bu defa abimin kolları tarafından hapsolurken çırpınışlarımı umursamadan beni sandalyeme oturtmuştu. Dolu dolu bakan bakışlarımı gören abim sırıtması iyice sinirimi bozuyordu.
“Tamam ağlama vallahi ben tarayacağım saçlarını söz.” Dediğinde burnumu çekmiştim.
“Söz dedim ya kızım. Hadi yüzünü sil abicim. Ben onun icabına bakacağım. Zaten yetti canıma.” Diyerek yukarını göstermişti. Melis elindeki peçeteyle yüzümü silerken Karan da eline aldığı peçeteyle saçlarımı temizlemeye çalışıyordu. Yukarıdan gelen bağırışlarla anladığım kadarıyla Ali ve abim Evren’i sıkıştırmış olmalıydı.
“Bu manzarayı kaçıramam kankacım. Videosunu çekip sana göstereceğim.” Melis kıkırdayarak nineyle birlikte yukarı çıkarken salonda bir tek onunla ben kalmıştım. Ben başımı yerden ayırmazken reçele bulanmış parmaklarımı izliyordum. Moralım bozulmuştu.
Saçlarımla işi bitmiş olacak ki yeni bir peçete alarak dizlerinin üzerine eğilmişti. Ben kafamı dahi kaldırmazken onun siyahlarını üzerimde hissediyordum. Şu an gerçekten rezil görünüyordum. Yüzümü temizlerken yanaklarıma dokunan parmaklarının ısısıyla sanki varlığını tüm iliklerime kadar hissetmiştim.
Bu rezil durumdan hızla kurtulmak için masadaki peçetelerden birini alıp ben de yüzümü temizleyecektim ki bileğime dolanan parmaklarıyla elimi yavaşça indirerek dizlerimin üzerine bırakmıştı.
Bu hareketi anlamsız bir heyecana kapılmama sebep olurken beni yerle bir edecek hamlesinden habersizdim.
Çenemi parmaklarıyla kavrayıp yukarı kaldırdığında halılarla olan bakışmamı bozmuştu. Ne güzel bakışıyorduk işte, ne giriyorsun aramıza. Gözlerimi yüzüne çıkarırken dibime kadar girmiş adamı sanki ilk defa görüyormuş gibi büyük özenle inceledim.
Siyahları reçel bulanmış yanaklarımda dudaklarımda gezinirken gözlerime uğramamıştı. Ne o?
Yine mi siyahlarını benden esirgiyordu. Bu huyunu hiç sevmiyordum. Hiçbir zaman aramıza aşılmaz duvarlar örmezdi ama görünmez duvarlarını da eksik etmezdi. Ben aklıma gelen reçelli ekmeğimle yeniden burnumu çekerken dudakları usulca kıvrılmıştı.
“Hadi git yıkan.” Yumuşak tutmaya çalıştığı sesiyle sanki bir çocuğu ikna ediyormuş gibi davranışları ılımlıydı. Şu an bir çocuktan farkım yoktu, orası da ayrı bir utanç sebebimdi de neyse. O eline bulaşmış reçeli temizlerken ben de ayaklanmış banyoya gitmiştim.
*
Banyodan sonra abim söz verdiği gibi saçlarımı tarıyordu. Şu an valizlerimiz karavanda kaldığı için saç bakım ürünlerim yanımda değildi. Yanımıza yalnız önemli birkaç eşya almıştık. Bu durum beni zorlasa da abim canımı incitmemek için büyük bir çaba harcıyordu.
“Abii?” dedim sevimli çıktığını umduğum sesimle.
“Hmm?” Abim tam konsantrasyon bir şekilde saçlarımı tarıyordu. Şu an fazla sakin ve ılımlıydı, Melis’le ne için kavga ettiklerini öğrenebilirdim. Kaç gündür meraktan çatlıyordum.
“Melis’le aranız nasıl?” diye sorduğumda saçlarımda olan tarak kısa bir süre hareketsiz kaldıktan sonra yeniden devam etmişti.
“Bilmiyorum abicim,” diye sıkıntıyla nefes vermişti.
“Nasıl yani bilmiyorsun? Neden ikiniz de böyle yapıyorsunuz gerçekten anlamıyorum. Ne kadar acı çektiğini görüyorum ama sana bundan kurtulmanın yolu gösterdiğimde beni tersliyorsun. Bir dinlesen beni.” Hızla sıraladıklarımı abimin uyarıcı sesi bölmüştü.
“Ne Beliz abi. Melis’e karşı boş değilsin, bunu ikimiz de bal gibi biliyoruz. Yapma böyle. Onu da üzüyorsun.”
“Onu üzdüğüm falan yok. Hanımefendi halinden gayet memnun.” Derken sesinde hafif kızgınlık sezmiştim.
“Melis ona böyle davranmandan memnun mu? Abi kör müsün? Sen Melis’e bir adım atsan o sana on adım gelir. Ama sen şu inadından önce bir vazgeç. Dinle şu kalbinin sesini artık.”
“Beliz, daha kaç defa diyeceğim, sen benim için neysen Melis de öyle. Kapat artık şu konuyu.” Sıkıntıyla nefes verirken saçlarımı taramaya devam etmişti.
“Bu söylediğine kendin inanıyor musun abi? Onu seviyorsun.”
“Beliz! Onu hiçbir zaman sevmedim, sevmiyorum ve sevmeyeceğim de. Bunu yapmayacağımı ikimiz de çok iyi biliyoruz.” Sert sesiyle bana geçmişi bir daha hatırlatırken omuzlarım düşmüştü.2
Daha ne kadar geçmişine takılıp kalacaktı. Daha ne kadar o kadının ona yaşattıklarını unutmayacaktı. Kendine duvarlar örerek kendi hislerini inkâr ederek bir yere varamazdı.
“Abi, yaşadıkların hepsi geride kaldı. Bak, üzerinden tam dört yıl geçti. Hâlâ unutamadın mı o kadını?” demiştim onu teselli etmeye çalıştığım sesimle.
“Ben onu sevdim. Ben onu her şeyden çok sevdim be abicim. Bunu bile bile yakma canımı.” Abimin sinir karışık çaresiz sesiyle ona dönerek kollarımı hızla boynuna sarmıştım.
Tam o esnada kapının önünde bir şeylerin kırılma sesiyle hızla kollarımı çekerken abim de çatılmış kaşlarla kapıya bakıyordu.
“Ne oldu Melis, iyi misin? Bırak kalsın, elini keseceksin.” Zeynep ablanın duyduğum sesiyle hızla abime döndüm. İkimiz de aynı şeyi düşünmüş olmalıyız ki hızla kapıya doğru koşmuştuk.
Abim kapıyı açtığında yerde kırılan camları toplayan Zeynep abla ve şaşkın şaşkın merdivenlerden inen Melis’in arkasından bakan Ali’yle karşılaşmıştık.
“Ne oldu?” diye bilmişti abim, gerilen tüm bedenini duvara yaslarken.
“Ben de bilmiyorum, az önce merdivenleri çıkarken Melis ağlayarak indi.” Ali’nin şaşkın bakışlarıyla abim de merdivenlere bakmıştı. Bir saniye daha beklemeden hızla aşağı inmeye başladı.
“Melis? Melis, beni bekle.” Abim Melis’in arkasından seslenirken ben de hızla arkasından gitmiştim. Şu dilime on dakika daha sahip çıksaydım ölür müydüm sanki.
Korktuğum şey yaşanıyordu şu an. Eğer abim şimdi kendi hislerini kabul etmezse Melis’i sonsuza kadar kaybedecekti. Bazı aşklar daha başlamadan bitmeye mahkûmdur.
Umarım canımdan daha çok sevdiğim bu iki insanın sonu böyle olmazdı. Yoksa sebep olduğum bu ayrılığın pişmanlığını ömür boyu taşıyacaktım.
Artık Melis ve Ömer ilişkisine de bir el atayım, destek olayım dedim ama anlaşılan yine köstek olmuşum.
Oylamayı ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın💕
Okur Yorumları | Yorum Ekle |