

Merhabalarrr🎀
Umarım iyisinizdir.
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın 🪼
Keyifli okumalar🤎
"Bazı hikayeler yarım kalır, ne güle güle giden olur ne de hoşça kalan."
Neredeyse akşam olmak üzereydi ve evdeki kasvetli havadan bir şey eksilmemişti. Melis birkaç saat yalnız kaldıktan sonra eve dönmüştü. Özellikle abimi görmemek için hızla odaya geçerek oradan çıkmamıştı.
Onunla konuşup biraz sakinleştirsem de hâli perişandı. Ne kadar toparlandığını bana göstermek için gülümsese de ben ne halde olduğunu görebiliyordum. Akşama kadar abimle Melis birbirinden köşe bucak kaçarken evdeki kasvetli hava beni iyice sıkmaya başlamıştı. Bu ne kadar böyle devam ederdi bilmiyorum.
“Bizim karavanı getirmemiz gerekiyor. Dağın başında öyle sahipsiz bırakıp geldik.” Evren’in sesiyle düşüncelerimden sıyrılırken diğerleri de onu onaylamıştı.
“Ben yakıt işini hallettim. Hasan abi arabasıyla bırakır bizi oraya.” Ali ile ikisi ayaklanırken ben de kalkmıştım.
“Ben de geliyorum.” Sesimle herkes bana dönerken ceketimi giymeye başlamıştım. Tüm gün evde içim şişmişti. Abimle Melis konusu canımı da sıkmıştı zaten. Biraz kafam dağılsın diye onlara eşlik edecektim.
“Emin misin abla? Bak akşam olmak üzere, yine bir aksilik çıkar Allah korusun.” Ali’nin uyarıcı sesini umursamadan omuz silktim.
“Hadi Ali hadi, bir şey olmaz.” Onu geçiştirmeye çalışsam da siyahları beni pür dikkat izleyen adamdan yakamı öyle kolay kurtaramayacaktım.
“Hava soğuk, üstündeki o ince şeyle hiçbir yere gidemezsin.” Kara’nın emrivaki sesiyle istemsizce kaşlarım çatılmıştı. Ne sanıyordu bu adam kendini? Ona doğru dönerken tüm ciddiyetiyle bana bakan siyahlarına dik dik baktım.
“Hadi çocuklar.” Bakışlarımı ondan ayırarak kapıya doğru adımladım. Bu hareketim onu öfkelendirmiş olacak ki çatılmış kaşlarıyla beni izlemeyi bırakıp arkamdan adımlamıştı.
“Ben de geliyorum.” Yanı başımdaki sesiyle gözlerimi devirmiştim. Bir nefes aldır be adam. Gerçekten kafamın içindeki düşünceler beni delirtecekken başka biriyle uğraşmak dahi istemiyordum. Acil bir şekilde abim ve Melis konusunu halletmeliydim.
“Yavru ördek gibi sen de bir ayrılmadın peşimden.” Evren’in sırıtan yüzüyle ters ters ona bakmıştım. Sabah olanları unuttuğumu sanıyorsa yanılıyordu. Bunun hesabını elbet soracaktım ona.
“Kes sesini kertenkele surat.” Diye onu terslemiştim.
“Sen kurban ol benim bu yakışıklı yüzüme.” Sözlerime hiç takılmıyor gibi alaylı tavrı yine üzerindeydi.
“Aynaya bakmıyorsun galiba.” Beni umursamadan abimlere döndü. Salonda birbirlerinden en uzak uçlarda oturan Melis ve abime bakarak konuşmuştu.
“Başka gelen var mı millet?” Abim Melis’e attığı kaçamak bakışlarını çekmişti hızla.
İkisinin de aynı anda “geliyorum.” Demesiyle birkaç saniyelik de olsa göz göze gelmiştiler. O saniyelerde ne yaşandı bilmiyorum ama Melis öfkeyle ayağa kalkıp montunu giyinerek dışarı çıktı. Ardından da abim dışarı çıkmıştı.
Anlaşılan hepimiz toplu gidecektik. Ben kafam dağılır diye giderken yine bu ikisinin tripli hallerini çekeceğime inanamıyordum. İkisinin bu halleri Ali ve Evren’i şaşırtsa da pek önem vermemişlerdi.
4 saat sonra.
“BENİ BU GERİZEKALILARLA YALNIZ BIRAKIP GİDEMEZSİNİZ MEMUR BEY.” Beni duymazdan gelen görevlilerin arkasından baka kalmıştım.
Yana döndüğümde ters ters karşısındaki iki Karadenizli kişiye bakan yarı çıplak Evren ve Ali vardı. Bizi ayıran tek bir şey aramızdaki parmaklıklardı.
Tabii akıllarda soru. Birkaç saatin içinde ne yaşamış olabiliriz ki nezaretteyiz. Artık şaşırmıyordum. Gerçekten şaşırmıyordum. Mıknatıs gibi tüm belaları üzerime çekiyordum sanki. Tabii bu geri zekâlı Evren’le arkadaşlık etmemin de bunda büyük bir payı olabilir.
“Ne bakiyisun, dön önüne uşak!” yanımızdaki parmaklıklar arkasında olan genç adam ayağa kalkarak Evren’e çıkışmıştı. Sanki Evren de bunu bekliyormuş gibi hızla saldırıya geçmişti.
“Ulan senin deden olacak şerefsizle dövecektim de” parmaklıktan yumruklarını adama doğru sallamıştı. “İdris gel buraya, uğraşma torunumla. Haticem kızayi sonra!” 70’li yaşlarında olan dedenin sesiyle Evren ve Ali iyice deliye dönmüştü.
Evren kıpkırmızı kesilirken sinirinden nezarethanede volta atıyordu. “Siktiğimin herifine bak ya hala Hatice’m diyor.” Diye bağırdığında yanındaki genç çocuk da Karadeniz şivesiyle bir şeyler demişti. “Ağzaandavun çıksın”
“Ula uşağum, ne edeysun?” Dedenin sinirli sesiyle genç adam da susmuştu. “Allah’ım delireceğim.” İnanmazmış gibi onlara bakarken saçlarımı ellerim arasına alarak sinirle çekiştiriyordum.
Şaka mıydı bu olanlar? Adının Eymen olduğunu öğrendiğim dede Hatice ninenin yamuklusuydu. Bu bilgiyi öğrendiğim andan sonrası zaten şaka gibiydi.
Eymen dede yıllar önce kendi memleketini Hatice için terk etmiş, daha sonra da kavuşamasa da sevdiği kadına yakın olmak için tüm ömrünü memleketinden ayrı geçirmişti. Üzerinden yıllar geçse de bazı kelimelerinde az da olsa Karadeniz şivesi eksik olmazdı.
Tabii arada geçen onca yıl huyu gibi sözlerine de etki göstermişti. Gençliklerinde sevmişler birbirlerini, ama araya giren aileler yüzünden kavuşamamışlar. Ve üzerinden geçen 50 koca seneden sonra yeniden birbirleriyle gizli gizli buluşmaya başlamışlar. Tabii bunu karavanı almak için yolculuğa çıktığımız zaman öğrendik.
4 saat önce
Cümbür cemaat dışarı çıkarken kapının önünde gördüğümüz karavanla şaşkına dönmüştük. Neler oluyordu? “Bu bizim karavan mı?” Ali’nin şaşkın sesiyle hepimiz karavana doğru yaklaşmıştık.
O sırada sürücü koltuğundan inen genç bir adamla neredeyse 70’lerine gelmiş bir dede inmişti. Mavi gözlerine tezat siyah saç tutamlarını geriye atan adam hızla diğer kapıya koşarak yaşlı dedenin de inmesine yardım etmişti. “Hoş gelmişsunuz.”
Dedenin sesiyle tüm dikkatimiz ona dönerken gözüme fazla tatlı gelmişti. “Sende hoş gelmişsin bey amca da, siz kimsiniz?” Ali karşısında olan iki adamı da süzerken konuşmuştu.
“Hele bi soluklanayum, konuşuruz uşağum.” Dede bize doğru gelirken hepimizi süzerek gözleri arkamızdaki eve kaydı. Uzun uzun baktıktan sonra yeniden bize döndü.
“Sizin arabanızı yol kenarında bulduk. Biraz sorduk soruşturduk, burayı söylediler bize. Allah’ımın işine bak, Hatice’min torunlarıymışsınız” demişti yüzündeki tebessümle. Biz daha söylediklerini tam algılayamazken dede avaz avaz bağırmaya başlamıştı.
“Hatice’m neredesun? İn aşağıya da göreyim gül yüzünü!” Ne saçmalıyordu bu dede? Hepimiz şaşkınca birbirimize bakarken Ali daha fazla dayanamamış olacak ki dedeye doğru gitmişti.
“Ne diyorsun bey amca? Delirdin mi? Ne Hatice’si?” Ali’nin kızgın çıkan sesini tehdit olarak algılamış olan genç hızla dedenin önüne geçerek dik dik Ali’ye bakmıştı. “Ağır ol uşağum. Birkaç adım at geriye.” Diklenen sesi Evren’i de sinirlendirmiş olacak ki Ali’nin yanına gitmişti.
“İdris çekil bakayrum. Hatice’mi kızdıracaksun.” Dedenin sesiyle Ali sinirle yumruklarını sıkmaya başlamıştı. Bu işin sonu hiç iyi yere gitmiyordu. “La vahle. Hala Hatice’m diyor? Duymuyor musun amca nereden tanıyorsun ninemi?” Evren bile delirdiğine göre durum vahimdi demek.
“Karumi elbet tanıyacağum uşağum.” Diyerek Evren’in yanından geçerek eve doğru adımladı. “Hatice neredesun” bağırmaya başladığında nine de koşar adımlarla dışarı çıkmıştı.
“Eymen’im?” Ninenin şaşkın sesiyle söyledikleri bizi bozguna uğratırken Ali ve Evren’in sabrını taşıran son damla olmuştu. “Nine bu demek oluyor?” Ali’nin sert sesiyle dede ona ters ters bakış atmıştı.
“Senun bu uşağlar hep mi böyle?” “Yok Eymen’im şaşırmış çocuklar. Ne iyi edip geldin.”
“Özledum gül yüzünü Hatice’m. Gelmeseydum mi?” Dedenin bu sözlerine nine cilveyle gülerken şok içindeydim..
“Nine ne olduğunu açıklayacak mısın? Yoksa ben bunlara dalayım mı?” Ali sinirden köpürürken Evren’in de ondan bir farkı yoktu. “Kime dalayisun sen ufaklık?” Genç adamın Ali’ye diklenmesiyle olacaklara kendimi hazırladım.
Çünkü alayla gülen Ali’nin sonraki hamlesini az çok biliyordum. Onaylar gibi Evren’e baktıktan sonra İdris denen adama kafa atmıştı. Bir anda çığlıklar etrafı sararken Ali ve Evren tekme tokat İdris’e dalmışlardı.
Abim ve Karan hızlı davranarak onları ayırmaya çalışsalar da nafileydi. Çünkü bu iki adam aklını kaçırmış gibi adama yumruklar savuruyorlardı. İdris’in de boş durduğu söylenemezdi doğrusu. Savurduğu yumruklarının çoğu Evren’in yüzünü buluyordu.
Abim ve Karan’ın müdahalesi bile onları ayıramazken Zeynep abla ve ben de istemsizce olaya el atmak zorunda kalmıştık. Ninenin ah naleleri durumu daha dramatikleştirirken hızla Evren’in yanına koştum.
“Ulan puşt! Bak hala yenge diyor.” Ali öfkeyle savurduğu yumruklar Karan’ın müdahalesiyle pek başarılı olamıyordu. “Oğlum yeter artık. Bırakın çocuğu.” Abim Evren’in kolundan tutup çekiştirirse de Evren, İdris’in ona vurduğu son yumruğun acısını çıkarmak istiyor gibi gözü dönmüştü.
İşte ben de yanlış zamanda yanlış kişiye müdahale yapmamın sonucunda işin rengi değişecekti. Evren’in gömleğinden çekiştirirken beklemediğim bir şekilde kazağının sol kısmı tamamen yırtılmış ve elimde kalmıştı.
Göğsü ortada kalan Evren bile ani şokla dururken herkesin gözü benim üzerimdeydi. Yırtılma sesi düşündüğümden daha yüksek çıkmış olacak ki küfür seslerini bile susturmuştu.
“Özür dilerim.” İçime kaçan sesle bir ona bir bize bakan kalabalığa bakarken, uzak bile olsa etrafta olan komşuların da dışarıya çıkarak bizi izlediğini görmüştüm. Daha ne kadar rezil olabilirdim bilmiyorum?
Gözlerim Karan’a iliştiğinde ‘pes’ dermiş gibi bakarken utançtan başımı yere eğmiştim. Ama maalesef utancım pek uzun sürmemişti. Bunun sebebiyse elimdeki yırtılmış gömleği sertçe alan Evren’in sözleri olmuştu.
“Kızım senin derdin ne? Kör müsün?” Aniden bağırmasıyla önüne dönecekti ki Ali’nin ona her zaman vurduğu tokatlardan birini ben de tam ensesine vurdum.
“Sen kim köpeksin bana bağırıyorsun?” diye bağırdığımda inanmazmış gibi bana bakıyordu. “Yürü git Beliz, elimden bir kaza çıkmasın.” Sabır diler gibi delirmiş tavırlarla yeniden İdris’e dönecekti ki omzunda asılı kalan kazağının diğer kısmını tuttuğum zaman yırtılmıştı.
Evet, bu aptallığı yapmıştım. Karşımda yarı çıplak duran adam bir açıkta olan göğsüne bir de bana bakarken bir aptallık daha yapmıştım. Eğer ilk hamleyi ben yapmazsam bu deli beni gebertirdi. Ne kadar üstünlük kurarsam o kadar iyi.
Sinirle üzerime gelirken ellerimi saçlarına geçirmiştim. Bir günün içinde yaptığım ikinci kavga değilmiş gibi fazla enerjiktim. Ve üstelik ortam daha da karışmıştı. Etrafımızdaki insanların çoğaldığını görmüştüm en son. Tabii Evren yarı çıplak olduğu için etrafta olan genç kızların ince çığlıkları da kaosumuza daha çok renk katıyordu.
Evren’le saç baş birbirimize girerken Ali de İdris’e dalıyordu. Karan’la Melis bizi ayırmaya çalışırken abimle Zeynep abla da Ali ve İdris’le ilgileniyordu. En son duyduğumsa çığlıkların arasında ateş sesleriydi.
İşte o andan sonra tüm algılarım kapanmış gibi etraftan soyutlanmıştım. Sesin kimden geldiğini bilmiyordum ama bilsem bile bir şey değişir miydi, orası da meçhuldü.
Ellerimle kulaklarımı kapatırken hızla yere çökmüştüm. Ses beynimin duvarlarında durmaksızın tekrarlanırken delireceğimi sandım. Susmuyordu. Allah kahretsin ki susmuyordu. Gerçeklikle hayal arasındaki son bağı da kaybettiğimi anlamıştım.
Gerçek miydi bu sesler? Kalbim küt küt atarken bedenim deli gibi titriyordu. Aldığım her nefes zehir olmuştu sanki. Yığılan bedenimi sarmalayan kolların kime ait olduğunu bilmiyordum ama kendimi o kollara bırakmıştım.
Yanaklarımı yakan sıvının varlığını daha yeni fark ederken hıçkırıklarım arasında titrek nefesim yaslandığım bedene çarpıyordu.
“Şşt. Geçti.” Diyerek sırtımı sıvazlayan sesi bile anlayamıyordum. Yüzümü boynuna gömerken beni kendine daha çok çeken bedene sığınmıştım. Kalbimin en derinlerinde hissettiğim bu sıcaklığı tanıyormuş gibi rahatlayıp gevşerken beynim hâlâ tetikteymiş gibi tüm algılarımı devre dışı bırakmıştı.
Ne kadar öylece kaldım bilmiyorum ama yüzümü bir defa da olsun gizlediğim boynundan kaldırmadım. Yalnız kulaklarımı dolduran siren sesleriyle yavaş yavaş gerçekliğe geri döndüğümü anlayabilmiştim.
“İyi misin?” Duyduğum yumuşacık sesiyle yüzümü iyice boyun girintisine saklamıştım. Saçlarımda hissettiğim eli beni mayıştırırken bıraktığı küçük öpücükler iyice aklımı başımdan almıştı. Onu daha fazla endişelendirmek istemiyordum.
Hem böyle ne kadar saklanabilirdim ki? Anladığım kadarıyla gelenler de polislerdi. Silah seslerine olsa gerek komşulardan birinin haber verdiğini duymuştum. Herkesin sesi birbirine karışırken görünmez olmayı ummuştum.
Kafamı yavaşça kaldırdığımda gördüğüm şey bana bakan endişeli ve şefkatli siyahlardı. Bir eliyle saçlarımı geriye çekerken diğer eli sıkıca belimi kavramıştı.
Siyahlarına ne kadar baktım bilmiyorum ama bu durumdan ikimiz de şikayetçi değildik. Tüm yüzümde gezinen bakışları gerçekten iyi olduğumdan emin olmak ister gibi endişeliydi.
“Beliz Yılmaz?” Yabancı bir ses ikimizi çekildiğimiz hayal dünyasından ayırırken yavaşça onun kollarından çıkmıştım.
Bu durumdan memnun olmamış olacak ki hızla kaşları çatılırken boş kalan kollarına kısa bir bakış atmıştı.
“Benim.” Titreyen sesimle bana bakan iki polis memuruna şaşkın gözlerle izliyordum. Evet, bu senaryoyu bir defa daha yaşamıştım. İçimden kendime küfürler ederken sonumuzun yine nezarethanede biteceğine emindim.
Şimdiki zaman.
Anladığım kadarıyla ateş eden Eymen dede olmuştu. Tabii iki taraf da birbirinden şikayetçi olduğu için nezarethanedeydik. Abim avukatla görüştüğünü ve en kısa zamanda buradan çıkacağımızı söylemişti.
Tabii bu zaman zarfında Evren ve Ali parmaklık arkasında bile bir olay çıkarmazsa. Aslında aklım hala Karandaydı. Ben buraya girerken polis memurlarına zorluk çıkardığı için neredeyse o da nezarete atılacaktı.
Onu sakinleştirmek ve çıkacağıma inandırmak benim için hayli zor olmuştu. Adam bilmiyor ki bu konularda tecrübeli olduğumu. Düşüncelerimi bölen Evren’in endişeli sesiydi. “Fındığım?” Yorgun gözlerimi yavaşça kaldırıp parmaklıklara alnını yaslayarak beni izleyen adama baktım.
Tabii ateş sesiyle kendimi kaybederken o da oradaydı. Seslere karşı olan hassasiyetimi bildiği için de endişelenmiş olmalıydı. Sanki saatler önce saç baş birbirimize girmemişiz gibi bir de fındığım diyordu aptal çocuk. Ve ben galiba bu aptal çocuğa hiç küs kalamıyordum.
Benden ses gelmeyince yeniden konuşmaya devam etmişti. “Korkma kız. Birkaç saate kalmaz çıkarız. Olmadı ifademizde konunun seninle bir ilgisi olmadığını söyleriz.” Çocuk kandırır gibi ılımlı sesi istemsizce tebessüm etmeme sebep olmuştu.
Ama dudaklarıma yayılan gülüş hala savaş veren psikolojime fazla gelmiş olacak ki kısa sürdü. Bu denli şiddetli bir nöbet geçirdiğimi hatırlamıyordum. Galiba bunun etkisinden olsa hala tam toparlanamamıştım.
“Abla?” Evren’in gittikçe endişeyle bakan gözlerine bakabildim sonunda. “İyiyim Evren.” Sesimle rahatlar gibi nefes çekerken yeniden o alaycı tavrını takınmıştı.
“Karan abi de baya endişelendi.” İmalı sesiyle iyice ona dönmüştüm. Evren ise parmaklıklara yaslanarak hala gözlerindeki o imayla beni süzüyordu. “Her kes endişelendi.” Diyerek hızla onu terslemiştim.
“Ama herkes seni kolları arasına alarak dakikalarca saçlarını okşayıp öpücükleriyle sakinleştirmedi.” İmalı kısık sesiyle sırıtmaya başlamıştı. Böyle söyleyince kulağa gerçekten garip geliyordu ama başka biri olsa da yapardı.
Yapar mıydı gerçekten? Ben değil de başka biri olsaydı yine onu kolları arasına alıp saçlarını okşar mıydı? Aklıma gelen düşüncelerle kendime şaşırıyordum. Yok artık. Ben hiç iyi değildim.
Bu sessizliği fırsat bilen Evren yine gıcıklığına tam surat devam ediyordu. “Aranızda bir şey mi var yoksa?” Diğerleri duymasın diye bana yaklaşırken sesini kısık tutmaya özen göstermişti.
Ben anlamsız bir şekilde söyledikleriyle gereksiz heyecan ve gerginlik yaşarken yanaklarımın alev aldığını hissedebiliyordum. Hadi ama bu kadar da ondan etkilenmiş olamam. Aramızda bir şeyin olma ihtimalini düşünmek bile beni bu denli heyecanlandırıp utandırmamalıydı.
Evren de bunu fark etmiş olacak ki küçük bir kahkaha atmıştı. “Biliyordum işte, benden kaçar mı kızım.” “İyice saçmaladın Evren. Öyle bir şey yok.” Ters ters ona bakarken ne kadar inkar etsem de bana inanmıyordu. İnanamıyorum.
Gerçekten bu aptal çocuğun diline düştüğüme inanamıyorum. “Evren eğer Karan’ın yanında böyle imalarda bulunursan yemin ederim bu defa seni gerçekten öldürürüm.” Önlemimi almak için çoktan tehditlerimi savurmaya başlasam da onun beni umursadığı söylenemezdi.
*
İfademizi verdikten sonra hepimiz serbest bırakılmıştık. O kadar da büyütülecek bir konu olmadığından zaten çıkacağımızı biliyordum ama asıl sorun çıktığımız zaman yaşanacaklardı. Abimlerin müdahalesiyle Eymen dede ve İdris hemen gitmişlerdi ve Ali de biraz sakinleşmişti.
Eve vardığımızda fazla yorgun olduğum için hızla yukarı odaya çıkmıştım. Uyursam belki daha hızlı toparlardım. Ali ve Evren ise salonda nineden hesap soruyorlardı. Kadın bir ara öyle sinirlenmişti ki aldığı silahını yeniden torunlarına doğrulttuğunda Zeynep ablanın müdahalesiyle yeni bir nezaret macerasının eşiğinden kurtulmuştuk.
“Beliz, bir şeyler yeseydin kızım,” ninenin sesiyle merdivenlerde olan adımlarımı yavaşlatmıştım. “Yok nine. Ben biraz uyuyacağım.” Diğerleri de beni anlayışla karşılasa da geldiğimden beri üzerimden gezinen endişeli siyahlar için aynısını söyleyemezdim.
Melis de birazdan geleceğini söylediğinde onu onaylayarak odaya gitmiştim. Valizimin içinden pijamalarımı çıkarıp giyinirken yüzümdeki dağılmış makyajımı da çıkarıp yatağa girmiştim. Bedenime çöken ağırlığa gözlerim de daha fazla dayanamayıp yavaşça kapanmıştı.
Kapının açılma sesiyle Melis’in geldiğini anlasam da bilincim yavaş yavaş kapandığı için gözlerimi açamamıştım. Yatağın kenarının çökmesini hissetsem de bilincim karanlığa çoktan kapılmıştı.
Saçlarımda hissettiğim elle karanlığımdan çekilirken uyanmamam için bu hafif dokunuşların sahibini bilinçaltım tanımıştı. Saçlarımı okşarken boynuma dokunan parmaklarının ısısı derimin karıncalanmasına sebep oluyordu.
Gözlerimi açmaya çalışsam da yorgunluğa daha fazla dayanamadım. Hayal meyal hatırladığım son şey saçlarıma bastırdığı dudaklarıydı.
*
Yavaşça araladığım gözlerimi kamaştıran güneş ışıklarıyla yeniden kapatmıştım. Anlaşılan Melis uyurken perdeleri açık unutmuş. Birkaç saniye daha öylece hareketsiz yattıktan sonra kıpırdanmaya çalışmıştım.
Belime dolanan elleri fark edince ani yaşadığım irkilmeyle hareketsiz kalmıştım. Gözlerim sonuna kadar açılmıştı. Aklıma gelen düşünceleri görmezden gelerek yavaşça yana doğru dönmüştüm.
Belimdeki kollar daha da sıkılaşırken şaşkınlıkla baktığım adam iyice beni kendine doğru çekmişti. Nefesim kesilirken hızlanan nabzımla durumum hiç iyi görünmüyordu.
Kara’nın burada ne işi vardı? Melis neredeydi? Hangi akılla burada uyurdu? Ninenin de aklı yerindeyken hiç kimse mi fark etmemişti onu? Yoksa ninenin yine aklı gitmiş miydi?
Beynime hücum eden düşünceleri bölen Kara’nın hafif kıpırdanan bedeni olmuştu. Gecenin en koyu tonu olan siyah saçlarının aksine tezat yaratan beyaz teninin görüntüsü hayran olunasıydı.
Uzun kirpiklerinin altında sakladığı siyahlarını görme isteği sarmıştı kalbimi. Az önceki paniğimin aksine şu an fazla sakin ve büyülenmiş gibiydim. Yüzünün her detayında özenle gezinen gözlerim dudaklarında durunca yutkunmuştum.
Neden bakıyordum ki? Hemen kalkıp, onu da uyandırıp neden burada uyuduğunu sormalıydım. Dudaklarında uzun süre takılan bakışlarımı hızla kaçırmıştım. Masum bir şekilde uyuyan adamı gözlerimle daha fazla taciz edemezdim.
O sana uyurken dokunmuştu, hatırlatayım.
Doğru, ben neden dokunmayım ki? Parmaklarımı yavaş bir hızda saçlarına dokunduracaktım ki, ne zaman havalandığını bilmediğim elleri bileğimi aniden kavramıştı. Bu hareketi beni hem afallatmış hem de korkutmuştu.
Öyle aniden gözleri açılarak hareket etmişti ki, kendimi suçüstünde yakalanmış çocuk gibi hissediyordum. Bir tehlikeymişim gibi bana düşmanca gözlerle bakması uzun sürmemişti.
Gördüğü yüzle rahat nefes alırken, ben bakışlarımı siyahlarından çekerek bileğimi sıkan eline bakıyordum. Bileğimi kavrayan kemerli uzun parmakları fazla sertti. Nereye baktığımı fark etmesiyle onun da bakışları hâlâ sıkıca tuttuğu bileklerime kaymıştı.
Yüzünde gördüğüm ani afallama yerini kızgınlık ve nefrete bırakmıştı. Hızla bileğimi bırakırken o öfke dolu bakışları hâlâ ellerindeydi. Sanki bu yaptığı kendisini de şaşırtmış gibi bir hali vardı üzerinde. Aramızdaki yakınlığı açmak için hızla doğruldum.
“Burada ne işin var?” Meraklı gözlerle ona bakarken gözlerim masanın üzerindeki tepsiye kaymıştı. Anlaşılan dün getirmiş olmalı. O da benim gibi yatakta doğrulurken etrafa şaşkın bakışlar atmıştı. Evet, bu haline bakılırsa kesinlikle bilerek yaptığı bir şey değildi.
Sıkıntıyla nefes çekerken sol eliyle alnını sıvazlamaya başlamıştı. Yüzüme bakmazken mahcup bir sesle konuştu.
“Dün yemen için bir şeyler getirmiştim. Seni uyandırmaya çalışırken anlaşılan kendim uyuyakalmışım.” Hızla kelimeleri sıralarken bir yandan da ayaklanarak kıyafetlerini düzeltiyordu.
“Kusura bakma.” Sanki daha fazla burada kalmak istemiyormuş gibi hareketleri ve sözleri o kadar aceleciydi ki, buna anlam veremiyordum. Yanlış bir şey mi yaptım acaba? Ben bu hallerini izlerken hızla kapıya yönelmişti. Doğru dürüst bir şey söylemeden benden kaçıyor muydu?
“Karan?” Afallayan sesim onu bir kaç saniyelik durdursa da eski haline dönerek bana verdiği kısa kaçamak cevaptan sonra çekip gitmişti.
“Kahvaltıdan sonra Melis’e de haber ver. Geri dönmem için bu işi hızla halledelim.”
Söylediği birkaç kelime tüm dünyamı alt üst ederken bir rüyadan ayılmış gibi irkilmiştim. Kalbimde hissettiğim ince sızı sonum olacakmış gibi şiddetleniyordu. Aldığım her solukta daha da nefessiz kalırken kapattığı kapıdan gözlerimi alamıyordum.
Ben onun dalgalı denizlerine daha yeni alışırken aniden kendimi uçsuz bucaksız okyanusunda bir başıma bulmuştum. Beni bilinmez sularının tam ortasına bırakıp gitmişti. Boğulacağımı umursamadan gitmişti.
Yüzüme vuran acı gerçeğin daha yeni farkına varıyordum. O gidecekti değil mi? O gerçekten gidecekti. Ben bunu unutmuş muydum? Hayır. Ama görmezden gelmeyi seçmiştim. Gelecek olan o anı oldukça uzatmaya çalışarak görmezden gelmiştim.
Eğer öyle bir şey yokmuş gibi davranırsam o gerçeğin de yok olacağını sanmıştım. Sıkışan kalbim sinirlerimi daha çok bozarken hızla yataktan çıkmıştım. Az önce üzgün, şaşkın halime bir de öfkem eklenmişti. Öfkeliydim.
Gerçeklikten uzaklaşıp onun hayaline kapılmama izin verdiği için ona öfkeliydim. Ve bu içimdeki kızgınlık durmadan alevleniyordu. Hızla giyinerek ben de aşağıya inmiştim. Zeynep abla ve Melis sofrayı hazırlarken diğerleri de kendi aralarında konuşuyordu.
Gözlerim onu ararken abimle bir yanda oturup konuşurken buldum. Ne kadar da rahat görünüyordu. Hiç mi üzülmüyordu? Ne bileyim, burada geçirdiği anları özlemeyecek miydi?
Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi kendi evrenine öylece dönebilecek miydi? Neden dönmesin? Onu buraya bağlayan ne var? Bağlayan bir şey olsa bile kalır mıydı? Yok olmayı göze alır mıydı? Yok olmamı göze alır mıydı?
Bu hali içimdeki kızgınlığı daha da harlarken ona attığım bakışlar Melis’in de dikkatini çekmiş olacak ki hızla yanımda bitmişti.
“Günaydın?” Melis’e dönerken yarım yamalak bir şekilde gülümsemiştim.
“Ne bu haliniz?” Kısık sesiyle konuşurken ikimize bakıyordu.
“Ne varmış halimizde?” Umursamaz sesimle ben de sofrayı kurmalarına yardım etmiştim.
“Ne mi var?” İnanmazmış gibi bana bakarken yeniden devam etti. “Dün gece ben sizi sarmaş dolaş odada uyurken bırakmıştım, şimdi birbirinizi görmezden geliyorsunuz.” Sona doğru sesini daha da alçaltırken onu düzelttim.
“O beni görmezden geliyor.” Gözlerim Karan’a kayarken yüzündeki gülümsemeyi görmüştüm. Daha fazla buna katlanmayarak arkamı dönüp işime devam ettim.
“Hem sen neden dün gece gelmedin de, onu bıraktın odada? Ya biri şüphelendiyse?” Ona hesap sorarak konuyu değiştirmeye çalışmıştım.
“Merak etme, o işi hallettim ben. Yorgun olduğun için seni rahatsız etmemenin daha iyi olacağını söyledim. Zaten diğerleri de hemen onayladı. Karan da diğer odalardan birinde uyudu dedim.” Beni hızla cevaplarken ben de onu onaylar gibi başımı sallamıştım. En azından bir de bu konuyla uğraşmayacaktım.
“Dün ne oldu?” Bu imalı sesi biliyordum. Yüzündeki o aptal sırıtışı da tanıyordum.
“Bilmiyorum, uyuyordum.” Dedim ifadesiz yüzümle. Dün gece saçlarımda hissettiğim dokunuşla içimin nasıl kıpır kıpır olduğunu hatırlamıştım. Bir de bana şimdi nasıl hissettirdiğine bak.
“Nasıl yani uyuyordun. Öylece gelip yattı mı yanına? Hiç mi bir şey hatırlamıyorsun?” Melis’in peş peşe sorduğu sorular iyice bunalmama sebep oluyordu. Artık dün geceyi düşünmek istemiyordum.
“Evet, gelmiş uyumuş ve şimdi de gidiyor.” Kızgın çıkan sesime bir anlam vermezken çatılmış kaşlarla bana bakıyordu. Zeynep ablanın gittiğini görerek yüzünü iyice görmek için Melis’e döndüm.
“Sabah gitme işini halletmemiz gerektiğini söyledi. Anlayacağın birkaç güne kalmaz gider. Hatta belki bugün bile gider.” Dedim, boğazımdaki yumru konuşmamı zorlaştırıyordu.
“Ne sanıyordun? Gidecekti ve gidiyor. Zaten biz de ona gitmesi için yardım etmiyor muyuz?” Sona doğru sızlayan gözlerim ve titreyen nefesim işimi daha da zorlaştırmıştı. Sanki Melis de bu gerçekliği yeni fark ediyormuş gibi sarsılmıştı.
Evet, bugün bunu halletmemiz gerekecekti. Gitmek istiyorsa gidecekti.
Peki, kal dersem kalır mıydı?
Oylamayı ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın güzel okurlarım.🌟🎀
✰𝒀𝒐𝒖𝒕𝒖𝒃𝒆: 𝑜𝑘𝑦𝑎𝑛𝑢𝑠_𝑠
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |