Merhabalarrr! 🩷
Nasılsınız güzel okurlarım?🦭
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın 🫡
Keyifli okumalar 💫
Düşüncelerim içinde boğulurken daha fazla dayanamayıp mutfaktan çıkmıştım. Bugün bu işi halletmeliydik.
“Fındığım?” Evren’in sesiyle ona dönerken sırıtan yüzüyle karşılaşmıştım.
“Ne var başımın belası?” Yüzündeki gülümseme bulaşıcı gibi beni de güldürmüştü.
“İyi gördüm kız seni. Saçına bir şey mi yaptın bugün, bir ayrı güzel olmuşsun.”
İyi mi görmüştü? Tabii gülen yüzümün aksine kafamın içinde beni delirten düşüncelerden ve kalbimi sızlatan acılardan habersizdi. Bunları beni iyi hissettirmek için yaptığını biliyordum. Dün onu da çok endişelendirmiştim.
Birbirimize saç baş girerdik ama birimize bir şey olsa kendi acımız gibi sahiplenirdik onu. Özellikle Evren’in bende yeri ayrı olduğu gibi, benim de onda olan yerimin bir başka olduğunu biliyordum.
“İyi olduğumu diyemem ama insanlığın başına gelmiş en güzel şey olduğum doğrudur.” Ego dolu sesimle saçlarımı onun yüzüne savururken kahkaha atmıştı.
Aniden ayaklarım yerden kesildiğinde Evren salağının belimden tutarak beni kaldırıp bir çuvalmışım gibi fırlattığını anlamam birkaç saniyemi almıştı. Ani şaşkınlıkla çığlık atarken herkesin gözleri bizi bulmuştu.
Kendisiyle beraber beni de birkaç tur fırlatıp durduğunda öyle gelişi güzel bırakmıştı. Aptal çocuk. Ellerinin belimden çekilmesiyle paytak adımlarla sağa sola birkaç adım atmıştım.
“Evren bak sabah sabah beni delirtme.” Ona doğru ciyaklarken hiç umursamadan masadaki yerini almıştı.
“Eymen dede İstanbul’a gidince ninemi istemeye geleceklerini söyledi.” Evren aynı alaycı tavrıyla yemeye başlarken Ali duyduklarıyla deliye dönmüştü.
“Ne saçmalıyorsun oğlum, ne istemesi?” Ali sinirle kükrerken Evren sırıtmaya başladı. Ben bu gülüşü biliyordum, yine bir bok yedi değil mi?
“İşte ben de onu dedim Alim. Dede dedim, istemeye dedim, ne gerek var dedim. Ben dedim, ninemi dedim, sana verdim dedim.” Hepimiz şaşırmış bir şekilde Evren’in sırıtan yüzüne bakıyorduk.2
“Ne dedin, ne dedin?” Ali inanmaz gözlerle ona bakarken yumruklarını her an Evren’in yüzüne geçirebilmek için hazırda bekletiyordu. Allah’ım bir sabahımız da olaysız geçse dişimi kıracağım.
“Vallahi ne duyduysan onu dedim.” Evren hiç oralı olmazken şaşkınlığın bana verdiği yetkiye dayanarak saçma sapan sözlerle konuya dahil olma gibi bir gaflette bulunmuştum.
“Ay benim küçük, narin, hassas ve orantılı kulaklarım neler duyuyor?” Bir anda gözler beni bulurken Evren bile garip bir şekilde bakıyordu. Ne var ya, altı üstü bir şey dedik.
“O nasıl cümleler Allah aşkına. Nereden buluyorsun bunları?” Abim yine aynı azarlayan tonuyla gözlerimi devirmiştim.
“Bir konuda ciddi olamıyorsun değil mi?” Evren pis pis sırıttı.
“Söyleyene bak.” Dedim onun sırıtan yüzünü taklit ederek.
“Kapa çeneni car car karı.” Masadaki börekten kocaman ısırık alırken tiksinir gibi ona bakmıştım. “Ağzında yemek varken konuşma hayvan herif.”
Hâlâ sırıtırken Ali daha fazla aramızdaki saçma diyaloglara dayanamamış olacak ki Evren’in ensesinden tuttu.
“Az önce ne söyledim demiştin sen?” Tek kaşını kaldırıp ‘söyle de ağzına sıçayım’ der gibi Evren’e bakıyordu.
“Vallahi verdim gitti.” Demişti bir nefeste. Ali tam Evren’e dalacaktı ki ninenin vurduğu bastonla acıyla inlemişti. Hızla kafasını tutup geriye giderken nine tehdit eder gibi bastonunu ona sallamıştı.
“Hele bir parmağını sür torunuma, kafanı kırarım.” Ali buruşturduğu yüzüyle Evren’e ters ters bakıyordu.1
“Nine, o torununda biz balkabağı mıyız? Hem senin bu torununun ne haltlar karıştırdığından haberin var mı?”
Evren onu hiç umursamadan kedi gibi başını nineye okşatıyordu. Buldu tabii arkasında dağ gibi kadını, rahat rahat takılıyor.
“Biliyorum, kendi işine bak kara çocuk.” Ninenin Ali'ni terslemesiyle nine torun bir işler çevirdiklerini anlamıştım. Konuyu pek uzatmadan hepimiz masaya oturmuştuk.
Karan kendi halinde takılırken bu tavırlarına öfkelenmemek elde değildi. Kendimi toplayarak Evren’e döndüğümde hâlâ aç kurt gibi masadaki böreği gömüyordu. Ne mide varmış bunda da.
“Bu işin aslını anlat bakayım?” Üstten bakan bakışlarımla onu süzerken o da bana döndü.
“Neyi anlatayım kızım. İşte sevenleri kavuşturdum.” Dediğinde gözlerimi devirdim.
“Yeme beni Evren. Ne şerefsizliğine borçluyuz bu iyiliğini?” Herkesi kandıra bilirdi ama beni kandıramazdı. Bir iş vardı bu işin içinde. Hem saatler içinde ne değişmişti fikrini.
Benden daha fazla saklayamayacağını anlayarak masaya kısa bir bakış atmıştı. Kimsenin dikkati bizde olmadığını görünce bana doğru eğilmişti.
“Eymen dedenin torununu gördün mü?” demişti kısık sesiyle. Söylediklerine anlam vermezken dikkatle onu dinliyordum. Olumsuz anlamda başımı sallarken yeniden devam etti.
“İşte görseydin anlardın.” Yüzünde anlam veremediğim sırıtışıyla bana bakarken iyice işkillenmiştim. Ne söylüyordu bu?
“Doğru düzgün anlatsana şunu.”
“Adı gibi kendisi de bir içim su. Bir gülüşü var anlatamam. Hele maviş maviş bakan boncuk gözleri…” içi gider gibi konuşmalarına anlam veremiyordum.1
“Yavşak herif. Dedenin torununa mı yavşıyorsun?” Sesimi kısık tutmaya özen göstererek kolunu çimdiklemiştim. Küçük çığlık atarken hızla kendini yana çekmişti.
“Saçmalama kızım, ne yavşaması. Seviyorum onu.” Dediğinde gerçekten şoka uğramıştım. Sevmek ve Evren mi? Bu iki kelime bile bir arada çok absürt duruyordu. Evren’in dilinden bu zamana kadar seviyorum kelimesini ilk kez duymak bile şaşkınlığımı daha da artırıyordu.
“Asıl saçmalayan sensin. Ne sevmesi? Hangi ara gördün de sevdin? Hem kim bu kız?” Art arda sorduğum sorularla sandalyesini iyice bana yaklaştırmıştı.
“Dün siz eve dönünce bilinmeyen bir numaradan arama geldi. Arayan Eymen dedeymiş. İşte gel bizim eve konuşalım falan dedi. Ben de İdris kayınçomu orada iyice sıkıştırıp ağzını yüzünü dağıtırım umuduyla gittim. Aldım ninemin silahını gittim kapısına.” Aniden durarak derin nefesler çekti. Yüzüne yine aptal gülümsemesi yerleştiğinde konuyu yavaş yavaş anlıyordum.
“Kapıyı boncuk gözlüm açtı. Kızı ilk gördüğümde kalbim durdu. Sana yemin ederim, fındığım, kalbim o an durdu. Öyle maviş maviş baktı ki benim aklım şaştı kızım. Sonra bir güldü, sana anlatamam. İşte kalbim o an yeniden attı. Kız bildiğin birkaç saniyenin içinde beni hem öldürüp hem hayata döndürdü. İşte orada öğrendim benim boncuk gözlümün Eymen dedenin torunu olduğunu. İdris de kayınçommuş.” Dediğinde yüzünü buruşturmuştu.
Ben ise ağzım açık onu dinliyordum. Neye şaşırsam bilemiyordum. Evren’in böyle âşık aptalına dönmesine mi? Âşık olduğunu söylemesine mi yoksa daha dün dövdüğü adamın kayınçosu çıkmasına mı?
“Sen ciddisin?” dedim inanamayıp.
“Tabii ciddiyim. Ya Beliz, öyle bir baktı ki ben orada ne söyledim ne dedim bildim mi? Hatırladığım son şey bizim nineyi dedeye vermemdi. Dün geceden gözlerime uyku girmedi be.” Diyerek dertli dertli bana bakarken ben pür dikkat onu dinliyordum.
“Boncuk gözleri aklımdan çıkmıyor. Kızım, benim onu yeniden görmem gerekiyor. Abla ben ondan ayrı kalamam.” Sonda doğru ciddileşen sesiyle ne diyeceğimi bilemiyordum.1
“Evren, ne söylediklerinin farkındasın değil mi?”
“Evet, âşığım diyorum kızım, nesini anlamıyorsun?” İnanmam için bana bakarken ben hâlâ tam emin olamıyordum. Bu çapkın yavşağın âşık olması bile absürt geliyordu bana.
“Bak, bu yavşadığın kızlara benzemez Evren. Eğer niyetin gönül eğlendirmekse yapma. Hepimizin başını yakarsın. İdris’ten önce Eymen dede sıkar kurşunu kafana. Kendin gördün dünkü hallerini.”
Onu uyarmaya çalışıyordum. Sonuçta Evren benim arkadaşım, ona kötü bir şey olsun istemezdim. Her şeyi geçtim, bir kızın hayalleriyle oynamasına izin vermezdim.
“Beliz, ben şerefsizim gibi konuşma lütfen.”
“Öylesin ama.” Dediğimde gözlerini devirdi.
“Bu zamana kadar ne şerefsizliğimi gördün?” diye sorduğunda ben hemen aklıma gelenleri sıralamaya başladım.
“Seni seven kız sırf evlenmek istiyor diye, gerizekalı arkadaşlarınla birlikte evli ve 3 çocuk babasıymışsın gibi oyun kurdun. En son yattığın kızın babası sizi yakalayınca gay numarası yaptın. Sonra abisi sana yavşayınca onunla yatmak bahanesiyle ıssız bir depoya çağırıp oraya kilitledin. Adam üç gün aç susuz orada kalmış. Devam edeyim mi?”2
“Öyle mi yapmışım, az piç değilmişim ben de,” deyip sırıttığında ters ters ona bakmıştım. Bu çocuk hiç adam olmayacaktı.
“Ee, adı ne bu kızın, kaç yaşında?” Doğrusu, Evreni bile dize getiren kızı merak etmiştim. Evrenin ‘aşık oldum’ laflarına pek inanmasam da zamanla görecektik gerçekleri.
“İsmi Su. 19 yaşındaymış. Eymen dede üniversiteye yeniden hazırlandığını söyledi.” Söyledikleriyle ben de başımı ağır ağır sallamıştım. Onun da aniden neşesi kaçmış gibi dalgın dalgın tabağına bakmaya başladı. Evrenin bu halleri hiç hayra alamet değildi.
“N’oldu yine?” deyip omzuna dokunduğumda sanki düşüncelerinden ayrılır gibi bana döndü.
“O güzel yüzündeki gülüşün aksine boncuk gözlerindeki hüzün aklıma geldikçe kalbim sızlıyor,” dediğinde daha büyük şok yaşamıştım. Bu benim tanıdığım Evren miydi? Hızla elimi alnına, yüzüne koyarak ateşine baktım. Beden ısısı da normaldi. Bu adam kafasını mı çarptı?
“Neden ateşim olsun be abla? Burada ciddi bir konu hakkında konuşuyorum.” Beni terslediğinde elimi yüzünden çekmiştim.
“Ne bileyim oğlum, bunlar hiç senlik laflar değil. Birkaç dakika gördüğün kıza hangi ara aşık oldun, hangi ara gözlerindeki hüzne kadar fark ettin anlayamıyorum?” dediğimde dudaklarına küçük bir gülümseme yerleşmişti.
“İnci tanemi gördüğün zaman anlarsın.” Biraz durakladıktan sonra yeniden devam etmişti. “Su ile İdris, anne ve babalarını daha çocukken kaybetmişler. Eymen dede öyle söyledi. Çocukluğundan beri ikisine rahmetli eşiyle bakmışlar.
İkisini de torunu değil de kendi çocuğu gibi görüyor. Bu yüzden İstanbul’a gelirse onları da kendisiyle getireceğini söyledi. Anlayacağın, benim nineyi İstanbul’a gelmeye ikna etmem lazım. Çünkü dedeye nineyi de İstanbul’a götüreceğimizi söyledim.” Dediğinde pes dermiş gibi ona bakıyordum.
Bu kurnazlığıyla burada harcanıyordu. Eminim ki bunların hepsini birkaç dakika içinde düşünmüştü.
“Bu ortaya çıkar ve ninenin haberi olursa iyi bir dayak yiyeceksin, haberin olsun.” Tam önüme dönecektim ki abimin sesiyle gözler bize döndü.
“Sabahtan beri ne fısır fısır ne konuşuyorsunuz siz ?” Abim tek kaşını kaldırmış sorgular gibi bize bakıyordu. O kadar alışık ki Evren’le gizli gizli bir şeyler konuştuktan sonra kıyameti koparmamıza. Bunun için adama da kızamıyordum.
“Öylesine havadan sudan,” dedim takmayarak. Acaba Karan ne yapıyor diye ona bakacakken beni izleyen siyah gözleriyle karşılaşmıştım. Demek beyefendinin dikkatini çekebilmiştim. Benim aksime göz kontağını hızla keserek yeniden Ali ve abimle olan sohbetlerine döndü.
**
Kahvaltının ardından Karan hazretlerinin gönderdiği emrivaki mesajlarla Melis’le ben ormana doğru gidiyordum. Bu işi halletmekte baya kararlıydı.
Dün yağan yağmurdan sonra yer iyice kayganlaşmıştı. 20 dakikalık yolculuğumuzun sonucunda Karan’ın tarif ettiği yere gelebildik. Her yer dağ yamacı olduğu için yukarıya tırmanmak nefessiz bırakmıştı beni.
Gördüğüm küçük nehirle yüzüme küçük bir tebessüm yayılmıştı. Gerçekten muhteşem görünüyordu. Bu manzaradan sonra gözlerim ikinci manzaraya takılmıştı. Baştan sona siyah giyinmiş adama süzdüm.
Ağaca yaslanmış düşünceli bir şekilde elinde fırlattığı küçük şişeye bakıyordu. Yalancı bir öksürükle geldiğimizi fark etmesini sağlarken yanına doğru adımladık. Melis ise aniden ne gördü bilmiyorum ama çığlık atarak koşmaya başladı.
“Yaa mantarlara bakın.” Parlayan gözlerle resmen mantarları yiyecek gibi bakıyordu. Ve evet, tam da Melis’ten beklediğim bir hareketle mantarları ağzına götürecekti, zorla elini durdurdum.
“Sana bilmediğin şeyleri yeme diye kaç defa söyledim.” Elinde sıkıca tuttuğu mantarı almaya çalışırken çocuk gibi dudaklarını büzmüştü.
“Dağ başında ne olduğu belirsiz mantarı yiyip zehirlenmek mi istiyorsun? Bak, bırakırım buraya, kurt kuşa yem olursun.” Mantarı hızla elinden alıp uzağa fırlatmıştım.
Kolundan zorla tutup çekiştirirken dudağı kıvrılmış bizi izleyen adama göz devirdim. Koskoca Samanyolu galaksisinde muhatap olduğum insanlara bak. Sonunda yanına vardığımızda doğrularak ciddileşmişti.
“Ee ne yapıyoruz? Nasıl gönderiyoruz seni kendi evrenine?” Özellikle göndermek kelimesine vurgu yapmak için yüksek sesle söylemiştim. Aniden değişen tavırları beni öyle incitmişti ki bunu bilmesini istemiyordum.
Çünkü beni incitebilecek gücün elinde olduğunu bilirse daha çok ileri gideceğinden korkuyordum. Bu yüzden ben de onun gibi umursamıyormuş gibi davranıyordum.
Aslında o öyle davranmıyordu, gayet açık bir şekilde umursamıyordu. Derin bir iç çektikten sonra elindeki şişeyi bize gösterdi.
“Birkaç gün önce Uraz’la yaptık bunu. Sihir için nehir de var. Birkaç dakikaya halledeceğim.” Dedikten sonra biraz duraksadı. Gözleri yeniden beni bulurken anlam veremediğim bir şekilde bakıyordu.
Korku muydu o? Pek emin değildim aslında. Endişe, öfke, korku, belirsizlik, daha sayamadığım yüzlerle garip duygu gözlerinde olduğuna emindim. Kendisi de kafası karışmış, yolunu kaybetmişti öyle değil mi?
Hep kaybolmuş, çaresiz hissettiği anlarda bana böyle bakardı. Aklıma gelen Galata Kulesi’ndeki sözleri istemsizce gözlerimin sızlamasına sebep olmuştu. Yolunu kaybettiğinde kutup yıldızına bakması gerektiğini ben ona söylemiştim.
Şimdiyse kendisi için seçtiği kutup yıldızına bakıyordu. Ona yolunu bulmasına yardım etmemi ister gibi bakıyordu. Evine gitmek istiyordu. Evi ben olamaz mıydım?
“Ormanın ruhu eğer gelirse neler olabileceğini ben bile kestiremiyorum. Ve eğer gidebilirsem size neler olacağını da bilmiyorum. Özellikle sana.” Demişti gözleri yüzümde gezinirken. Neden bana bir şey olsun ki?
Anlamıyordum. Soru dolu bakışlarla ona bakarken Melis benim de aklımda olan soruları sormuştu.
“Sonuçta giden sensin, bize neden bir şey olsun?”
“Bilmeniz gereken birçok şeyi biliyorsunuz. Onu da geçtim, buraya gelmemde Beliz’de payı var.” Şu an yavaştan tırsmaya başlamıştım.
“Umarım beni ormanın ruhuna yem etmek gibi bir fikrin yok. Sonuçta bilerek yaptığım bir şey değil. Sen de biliyorsun.”
“Biliyorum. Merak etme, halledeceğim. Demem o ki onu gördüğünüzde veya hissettiğinizde korkmayın. Sihrin aldatıcı yönleri çoktur. İlk defa maruz kalanlar için durum biraz can sıkıcı olabiliyor. Sadece direnmeyin.
Ve özellikle aklınızdan geçireceğiniz her fikre dikkat edin. Sihir bunu size karşı kullanmaktan çekinmez. Ve tabii düşündüklerinizin diğerlerinin de beynine yansıdığını unutmayın.”
Dedikleriyle Melis’le birbirimize bakmıştık. Bu fikir yansıma işi hiç hoş olmadı. Allah’ım, sen rezil etme beni. Kankamın gözlerinde de aynı şeyi dilediğini görmüştüm.
İkimiz de başımızı onaylar gibi salladıktan sonra Karan işe başlamıştı. Önce nereden bulduğunu bilmediğim fırça ve küçük beyaz boyayla toprağa garip işaretler çizmeye başlamıştı.
“Bunlar ne?” diyerek merakıma yenik düşmüştüm.
“Gortd’ların hizalandığı noktalar.” İşine odaklanırken beni cevaplamayı da ihmal etmemişti. Tabii dediği her yeni şey bende yeni bir soru yaratıyordu.
“Varlığına bildiğimiz evrenler.”
“Yani varlığını bilmediğin evrenler de mi var?”
“Evet, sonsuz sayıda evren olabilir. Ama önemli olan gerçek yaşamını doğrudan etkileyenler. Bunlar da çocukluktan bize öğretilir. Eğer bu 8 ana evrendeki yaşamlarından biri dahi yok olursa tüm varlığın silinir. Gerçekliğin 8 farklı yüzü gibi düşün.” Doğrusu, söylediklerini anlamak benim için zordu.
“Yani bu senin evreninde de var olduğum anlamına mı geliyor?” Aklıma gelen soruyu sesli söylediğimi daha yeni fark ediyordum. Sanki bu da onu yeni fark ediyormuş gibi yaptığı şeyi durdurmuştu. Biraz düşünceli şekilde sustuktan sonra devam etmişti.
“Muhtemelen varsın. Benim senin evreninde olduğun gibi varsın.”
“Senin dünyanda önemsiz bir kötü yan karakterden başka bir şey olmadığım gibi senin de benim evrenimde önemli bir formunun olmadığı demek.” Bunu söylerken sesindeki kızgınlığı saklayamamıştı.
Söyledikleri bilgilerle aklımda bazı taşlar yerine otururken doğruluğunu anlamak için bir de ona sordum.
“Yani şimdi senin 8 ana evrenin olduğu gibi benim de var, öyle mi? Ve bu aynı değil?” Olumlu anlamda başını salladı.
“Evet, yalnızca senin değil herkesin kendi ana evrenleri ve bir gerçek yaşamı olur. Çok az kişinin 8 ana evreni ve gerçek yaşamları kesişir. Hatta babam böyle bir eşleşmenin imkansız olduğunu söylerdi. Bu zamana kadar yalnız efsanelerde görülmüş bir şey.”
Beni bilgilendirirken yerdeki çizimini neredeyse bitirmişti. Melis ise ortalıkta görünmüyordu, umarım bilmediği otu, yaprağı yemiyordur.
“Ne efsanesi?” Merakla verdiğim sorulara hiç geçiştirmeden sabırla cevaplar veriyordu. Anlamam için özellikle basit bir şekilde anlatmaya çalıştığını görebiliyordum ama bazı şeyler o kadar da kolay anlaşılmıyordu işte.
“Çocukken Kraliçem anlatırdı.” Diye duraksadığında sanki eski günleri hatırlar gibi olmuştu. Büyükannesiyle arasının iyi olmadığını biliyordum, en azından kitapta öyle yazıyordu. Doğru, onun kiminle arası iyiydi ki?
Tüm evreni kendisine düşman etmişti. Özellikle ona büyükanne değil de Kraliçe diyerek araya duvarlar örmesinin sebebi de bu olsa gerek. Ama anlaşılan çocukken araları o kadar da kötü değilmiş.
Acaba ne oldu da araları bu kadar açıldı? Bunların hiçbiri kitapta yoktu. O yüzden deli gibi merak ediyordum geçmişini. Yeniden konuşmaya başladığında dikkatimi toplamaya çalışmıştım.
“8 ana evrenin ve gerçekliğin kesiştiği bir evrende Gölge Avcısı, Işık Ruhuna aşık olur. Öyle ki bu, yaşanılan düzen için kabul edilemeyecek bir hatadır. Gölgeler, ışığın karanlık yansımasıdır ve hep de öyle kalmalıdır.
Gölge Avcısı, tüm tehlikelere rağmen aşık olduğu kadına sevgisini itiraf eder. İlk başta kadın da kurallardan ve düzeni bozmaktan korkar ve gölgeden kaçar. Ama unuttuğu bir şey vardır ki gölgeyi var eden zaten ışıktır. Bu kaçış pek de fayda etmez ve Işık Ruhu da sonunda aşka teslim olur.
İkisi de yasak olanı arzuladıkları için büyülü aşkları pek uzun sürmez. Böylece onların umutsuz aşkları farkında bile olmadan evrendeki düzeni bozar ve kaos başlar. Artık yeni düzen düzensizlik olur.
İki ruh da evrenin kurallarını bozdukları için cezalandırılır ve kendi gerçeklikleri yetmezmiş gibi var oldukları tüm evrenlerde birbirlerini bulamayacak şekilde rüzgarla savrulurlar. Bununla da aynı ana evrene sahip olan ırk ceza olarak yok olur. Efsaneye göre iki genç hala farklı evrenlerde birbirlerini arıyorlar.”
“Ne trajik,” demiştim hüzünlü sesimle. Bu onun da dikkatini çekmiş olacak ki hemen konuştu.
“Basit bir efsane, çok ciddiye alma.” Ama ben çoktan aklımda bu hikaye için yüzlerce senaryo bulmuştum.
“Sence sonunda birbirlerini buluyorlar mı?” Bu sorumu beklemiyormuş gibi biraz şaşırmıştı.
“Hadi ama, sadece fikrini söyle.” Israrlarıma daha fazla dayanamamıştı.
“Bence hayır,” dediğinde yüzüm düştü.
“Bence birbirlerini buluyorlar, hatta sonsuza kadar mutlu mesut yaşıyorlar,” demiştim ona ters ters bakarak.
“Her şey okuduğun kitaplardaki gibi toz pembe sonla bitmez. Bazı şeylerin asla gerçek olmadığını kabul etmek gerekiyor.” Aniden ciddileşen sesini umursamamıştım.
“Hatırlatırım, sen de düne kadar bir kitap karakteriydin ve şimdi gerçeksin,” dediğimde sabır diler gibi gözlerini kapatmıştı.
“O kadar söylediğimden bu sonucu mu çıkardın?”
Ne var ya, hep bir azar. Omuz silkerek ondan biraz uzaklaşarak Melis’e bakınmaya başladım. Bu kız nereye gitmişti?
Karan, anlamadığım bir şekilde hazırladığı sihir karışımından birkaç damla nehre dökmüştü. Döktüğü her damlada suyun üzerinde oluşan küçük baloncuklarla bir şeyler fısıldıyordu.
Öyle ki 8 damlanın sonunda şişede kalan şeyi de kendisi içmişti. Doğrusu bu, midemin bulanmasına sebep oluyordu. Kurbağa tükürüğü dahi vardı içinde. Bunu hızla aklımdan uzaklaştırarak ana odaklanmaya başladım.
Suyun üzerinde olan baloncuklar gittikçe çoğalırken Karan’ın elini hareketlendirmesiyle yön değiştiriyordu.
Anladığım kadarıyla toprağa çektiği o şeyi şu an suyun üzerinde olan kabarcıklara yapıyordu. 8 evreni aynı hizaya getirmeye çalışıyordu. Baloncuklar aniden ateşe dönüşürken irkilmiştim.
Suyun üzerinde yanan alevler görmek pek iç açıcı olduğunu söyleyemezdim. Karan’ın durmadan ellerini havada farklı yönlere sallamasıyla alevler daha da büyüyordu.
Daha sonra yanan alevler maviye çalarak renkleri iyice siyaha döndü. Karanın etrafını saran alevler endişelenmeme sebep oluyordu. Buradan bile bana buran ısısı korkutucuydu.
Sanki bir keçit gibi açılan siyah deliker suyun üzerinde şekil alıyordu. Bu görüntü gerçekten baş döndürücüydü. Çünkü baktığım kara deliklerin çekici etkisini daha buradan hissedebiliyordum.
Bir rüzgar gibi beynime sızan şeyin sihir olduğunu anlamam birkaç saniyemi almıştı. Şimdi o benim de mi kafamın içindeydi? Düşüncelerimi daha sakin tutmalıydım.
Birkaç dakika daha devam eden bu hareketlilik tüm bedenimi sarsan şiddetli bir hisle son buldu. Bir şey göremiyordum. Nehir sakinleşmiş, eski haline dönmüştü.
Karan ise dizleri üzerine düşmüştü. Bu hangi ara oldu bilemiyordum. Ona doğru bir adım atmak istedim ama olmadı. Sanki yerime çivilenmiştim.
Bedenim benim değilmiş gibi hissettirmesi dehşet vericiydi. Gözlerim ellerimi bulduğunda benim iradem dışında bir et parçasından farksız gibi geldi.
Karşımda arkası bana dönük olan ve dizlerinin üzerine çöken adamı yalnızca izlemekle yetindim. Bedenini saran küçük alevleri görmemle korkudan kalbimin duracağını sandım.
Yüzünde, boynunda, ellerinde yıldırım gibi kıvılcımlar parlıyordu. Başını öne eğmiş, parmaklarını toprağa bastırıyordu. Beliren damarları kasılan tüm bedeni benden bir farkı olmadığını gösteriyordu.
Ama benden farklı olarak bu durum onu zorluyordu. Hatta acı bile çekiyor olabilirdi. Ne kadar bedenime dirensem de tek bir adım dahi atamamıştım. Öyle ki bu inadım gittikçe ruhumu da güçsüz düşürdüğünü hissedebiliyordum.
“Direnme,” beynimde yankılanan onun sesiyle irkilmiştim. Öyle ki sesi düşüncelerimin en ıssız köşelerine bile vurabilecek kadar gerçekçiydi.
Konuşmak için olan çabalarım da nafileydi, bu yüzden dediğini yaptım ve varlığımı ona unutturacak kadar sakin durmaya çalıştım. Birkaç saniyeden sonra beynimde daha yılışık ve hırıltılı bir ses yankılandı. O kadar farklıydı ki bir insan sesinden daha çok hayvan sesine benzetmiştim.
“Demek sonunda yolu bulabildin küçük çocuk.” Tüm ruhuma hücum eden korku dalgaları işimi zorlaştırıyordu.
“Şunu kes.” Karanın acı çeker gibi çıkan sesi zihnimin duvarlarında yankılanıyordu.
Onun canını mı yakıyordu? Bu düşünce bile gözlerimin sızlamasına sebep olmuştu.
“Hiç akıllanmıyorsun. Kurallara uymayı öğrenmelisin.” Hırıltılı, kaypak sesinde alaycı bir tını vardı.
“Kes şunu dedim.” Bu defa Karanın sesi daha kısık ve titrek çıkmıştı. İşte o zaman buna daha fazla seyirci kalamayacağımı anladım. Bunu ona yapan kim ve nerede bilmiyordum ama onun canını gerçekten yakıyordu.
Hem de bundan büyük bir haz alarak. Karanın sözlerini çiğneyerek yeniden direnmeye, bedenimi hareket ettirmek için tüm çabamı kullandım. Onunla nasıl konuşacağımı dahi bilmiyordum. Onların seslerini duyuyordum ama ben konuşursam duyar mıydı bilmiyordum.
Öyle ki direnmem karanın acı dolu inleme sesiyle arttı. Aniden bedenimi hissettiğim şiddetli bir ağrıyla ben de dizlerimin üzerine çöktüm.
Sanki tüm kaburgalarım birer birer kırılıyor gibi bir hisse kapılmıştım. Bu gerçek değildi, hayır hayır. Yalnızca sihrin etkisindeydim bu kadar.
“Geri döneceğimi söyledim.” Hala Karanın sesindeki zorlanma gözlerime yaşların akın etmesine sebep olmuştu.
“Artık geri dönmen yeterli değil. Varlığın bir parçası her gün daha da yok olurken geri dönmek seni kurtarmaz. Neden buraya geldiğini unuttun mu yoksa?”
“Gerektiğinde gitmem gerektiğini sen söylemiştin bana.” Bu defa da Karanın bağırmasıyla irkilmiştim. Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum.
“Ve ben de gittim. Yanlış yere gelmemin cezasını bana kesemezsin.” Karanın net sesinin aksine onun alaycı sesi dolandı zihnimde.
“O zaman şu küçük kıza mı kesmeliyim cezayı?” Bu sözleriyle ilk defa doğrudan varlığımdan haberdar olduğunu söylemişti. Ve bu düşündüğümden daha korkutucuydu.
“Onun bu konuyla bir ilgisi yok.” Karanın endişeli sesiydi bu. Gözleri beni bulduğunda alıştığım siyahlarını aradım ama yoktu.
Sarı gözlerindeki kaybetme korkusunu iliklerime kadar hissetmiştim. Benim de ondan bir farkım yoktu. Çünkü ben de onu kaybetmekten deli gibi korkuyordum.
Aniden hayvani bir hırıltı kahkahaya çevrilmişti. Tüm tüylerimi diken diken eden ses delirmeme sebep oluyordu. Dayanılmaz bir hâl almaya başlıyordu artık. Sanki bir canavar zihnimin ruhumun derinliklerini o vahşi pençeleriyle parçalıyor gibiydi.
“Hâlâ anlamadın mı küçük çocuk? Her şey onunla ilgili. Hatta senin varlığın bile.” Duyduğum son şey alay dolu hırıltılı sesti.2
Ne bedenim ne de ruhum bu işkenceye daha fazla dayanamamıştı. Gözlerim gibi ruhum da kendini karanlığın kıyılarına bırakmıştı.
Oylamayı ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın💫
İyi geceler💗
✰𝒀𝒐𝒖𝒕𝒖𝒃𝒆: 𝑜𝑘𝑦𝑎𝑛𝑢𝑠_𝑠
Okur Yorumları | Yorum Ekle |