46. Bölüm

2.7

Okyanus
okyanuss_s

 

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın 🪼

Keyifli okumalar 💫

 

"Bir gün başka bir evrende

yenden tanışalım"

~İçime işleyen ısıyı tanımıştım sanki. Çok kısa sürmüştü bu his ama tanıdığıma emindim. Belki bu dünyaya bağlı olan bedenim unutmuştu ama varlığımın derinliklerinde olan bir şey onu hatırlamıştı.

Hatırladığım tek şey yılan gibi zihnime sızan tanıdık kokuydu. Öyle hafif, yok denecek kadar sihirliydi ki eşi benzeri yoktu. Zihnimdeki görüntülerle kokunun nedenini de anlamıştım.

Sarılalelerin zarifliğinin ve saflığının aksine benim kanlı ellerim tezat yaratıyordu. Gördüğüm tek şey buydu. Kanlı parmaklarımın arasında saflığını yitiren bir demet sarı lale. ~

Kapalı gözlerim zihnime açtığı savaşı kazanır gibi aralanırken bulanık bakışlarımın arasından gördüğüm onun siyah gözleriydi. Endişeli siyahlarıyla kapanmamak için direnen gözlerime yaşlar hücum etmişti.

Zaten bulanık görüyordum. Öyle korkmuştum ki ona bir şey olacak diye. Sıkışan kalbim beni nefessiz bırakırken yanaklarımı okşayan elleri nefes olmuştu bana. Başım dizlerinin üzerindeyken ne kadar süredir baygın yattığımı bilmiyordum.

O siyahlarını görebilme umuduyla gözlerimi biraz daha aralamıştım. Şu an o kadar ihtiyacım vardı ki karanlığıyla beni sarıp sarmalamasına. Pişmanlık dolu gözleri içimi sızlatmıştı.

Dudaklarımdan kopan küçük bir hıçkırıkla daha fazla dayanamamıştım. Resmen kalbimin son atışlarıymış gibi yavaşladığını hissedebiliyordum.

“Özür dilerim…” Çaresizce çıkan sesiyle gözlerimi kapattım. Kar yağıyordu. Yılın ilk karıydı bu hem de. Kalbime de gelen ilk kıştı.

Yüzüme düşen kar taneleri buz tutmuş tenimi bir cam parçası gibi keserken onun alnımda hissettiğim dudakları tüm bedenime ısının varlığını hatırlatmıştı. Dudaklarının ısısına öyle alıştım ki ömrümün sonuna kadar o kollarda o ısıya mahkum şekilde yaşayabilirdim.

Gözlerim yeniden ağır ağır kapanırken titreyen bedenimi daha da sarmıştı kolları. Boynuna gömdüğüm yüzüm yerini hiç yadırgamamıştı. Dudaklarıma hafif tebessüm konarken burnuma gelen kokuyla zihnim alt üst olmuştu.

Yeniden almıştım o sarı lalelerin kokusunu. Kokunun sahibi o muydu? O kadar hafif bir kokuydu ki daha iyi anlamak için burnumu hafifçe boynuna sürtmüştüm.

Ciğerlerime son kez çektiğim kokuyu tanımıştım. Şiddetli bir acı zihnimi ele geçirirken gözlerimden usul usul yaşlar akıyordu. Ruhum acı çekiyordu. Hatta acı içinde kıvranıyordu.

Zihnim bir düşman gibi unuttuğum anıların cezasını kesiyordu ruhuma. Kendi zihnim düşman olmuştu ruhuma. Şimdi daha iyi anlıyordum. Bu hikayede kötü karakter bendim. Masum ve saf olan oydu.

Ellerimdeki kanla onun saflığını yok eden de bendim. Parmaklarımın arasında olan sarı laleler ölüme mahkumdu.

~~~~~~~~~

Gözlerim yavaşça aralandığında kafamın şiddetli ağrısıyla yeniden kapatmıştı. Gözlerimi açarak kısıp etrafımı incelemeye çalışsam da hiçbir şey görememiştim. Her yer karanlıktı.

Bir süre hareketsiz gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Ruhum çekilmiş gibi bir his vardı üstümde. Hatta bir şey hissettiğimi demek bile doğru olmazdı. Zihnim gibi kalbimde de kocaman bir boşluk vardı. Bu hissizlik bir hiçliği anımsatmıştı bana.

Kaç dakika öyle hareketsizce durduğumu bilmiyordum ama boynuma çarpan sıcak nefes beni hayata döndürmüştü. Zihnim hala bulanık görüntülerle doluyken az da olsa karanlığa alışmış gözlerimi yana çevirdim. Bu sefer boynuma vuran nefesi dudaklarıma çarpmıştı.

Hâlâ sessizce dururken, bellerimde hareket eden parmaklar biraz daha kendime gelmemi sağlamıştı. Yanağımda usulca yol alan gözyaşına anlam verememiştim. Bu hiçlik beni boğuyordu.

Umutla bu hissizliğime son vermesi için yüzümü ona biraz daha yaklaştırdım. Nefesleri o kadar yavaştı ki yaşadığını hissetmeye ihtiyacım vardı. Aniden kocaman hiçliğin içinde korkuyu hissetmiştim.

Bu hiçlik bile bana onu unutturamıyordu. Tüm varlığım onu kaybetmekten deli gibi korkuyordu. Ellerim yavaşça yanağına götürdüğümde kısa bir sürede öylece havada kaldı. Dokunursam kaybolur muydu? Ben rüya görmüyordum değil mi?

Gitmemişti.

Yanımdaydı.

Yanındaydım.

Ellerim yavaşça yüzüne dokunurken buz kesmiş parmaklarım tanıdık ısının varlığıyla duraklamıştı. Gerçekti. Yüzünde dolanan parmaklarımı yeniden durduran, belimi sıkıca kavrayarak beni göğsüne çeken adam olmuştu.

Elim öylece yüzünde hareketsizce durmuştu. Kolları bedenimi sararken elleri saçlarımda, belimde gezinmişti. Tanıdık dudakların ısısını saçlarımda hissedince göğsüne daha da sokulmuştum.

Konuşmaya korkuyordum. Konuşmasındansa daha çok korkuyordum. Hiçbir şey duymak istemiyordum. Ben ömrümün sonuna kadar kollarında yaşamaya razıydım.

Pek çok şey hatırlayamasam da Karan’ın acı dolu sesi hâlâ kulaklarımdı. O varlığın ürkütücü sesini ise unutabileceğimi sanmıyordum. Zihnim öyle darmadağındı ki hatırlayabildiğim ve bulanık olan o anılar beni delirtecek gibiydi.

Hiçliğimi yok eden varlığıyla gözyaşlarım daha da artmıştı. Kollarında sessizce ağladım. Sanki benim bile anlayamadığım kalbimi anlamış gibiydi. Ne için ağladığımı dahi bilmezken kalbim geleceğin yasını tutar gibi sızlıyordu.

Dakikalarca süren gözyaşlarım onun küçük öpücükleri ve dokunuşlarıyla daha da artıyordu. Dün de böyle dokunmuştu saçlarıma, sonrasında bir başıma bırakıp gitmişti. Bu defa izin vermeyecektim. Gitmek istese bile asla izin vermezdim.

Dakikalar süren sessizliği bozan onun boğuk çıkan sesi olmuştu. “Bana iyi olduğunu söyle.” Sanki vereceğim cevap onun için her şeyi halledecek gibi önemliydi. Sesi benden bunu duymaya muhtaçmış gibi çıkarken ona daha fazla kıyamamıştım.

Hareketsiz elim hâlâ yanağındayken kafamı kaldırdım. Elim yanağını okşamaya devam ederken yüzüme küçük bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım. “İyiyim.” Kısık sesim onu ne kadar inandırdı bilmiyorum ama gözlerime bakan siyahları titremişti.

Gözlerini yavaşça kapatıp bir süre öyle kalırken ben hâlâ onu izliyordum. Gözlerini aralamadan yanağındaki elimi ellerinin arasına alırken dudaklarına doğru götürdü.

Avucuma bastırdığı dudakları darmadağın olan aklımı da başımdan alırken gözlerimi o yüzünden alamıyordum. “Özür dilerim,” avucuma doğru fısıldarken bir öpücük daha kondurmuştu.

Birbirimizden ne kadar uzak kalmayı denesek bile bunun daha güçlü bir çekimle bizi bir araya getirmesi ne ironik. Sanki birbirimizden kaçtığımız her sokak yine bize çıkıyordu.

Sonunda kendimi biraz daha toparlarken olanları ondan öğrenmek için biraz doğrulmuştum. O da bana uyum sağlayarak doğrularak sırtını yatak başlığına yasladı. Yandaki mumu yakarken oda az da olsa aydınlanmıştı.

Ben ise hâlâ onun kolları arasında başımı göğsüne yaslamıştım. Duyduğum kalp atışları bana gerçekliğin inandırmak ister gibi hızlanmıştı. Neler olduğunu deli gibi merak ediyordum. Nasıl olmuştu da gitmemişti?

Peki buraya nasıl gelmiştik? Bedenimde hissettiğim onlarca acıya rağmen nasıl ayaktaydım? Ateşler içinde yanan bedenin aksine o nasıl ayaktaydı?

Zihnimi ele geçiren soruları ona yöneltmek için derin nefes aldım. Çenesini kafama yaslamış, boşta olan eli bileğimi okşuyordu. Bu hareketini seviyordum.

“Bana neler olduğunu anlat. Artık delirecek gibi hissediyorum.”

Derin bir nefes alarak kendini söyleyeceklerine hazırlıyordu.

“Sihir seni düşündüğümden daha çok etkiledi. Sana defalarca direnme dememe rağmen beni dinlemedin.” Sesi biraz kızgın çıksa da devam etmişti.

“Beni dinlemek bu kadar zor mu Beliz?” Sitem eder gibi sorduğu sorusunu cevaplamakta gecikmemiştim.

“Sen öyle dururken nasıl sakin kalabilirdim?”

“Ben onunla baş edebilirdim.”

“Canın yanıyordu,” demiştim çaresizce.

“Canımı yakıyordun,” demesiyle kafamı kaldırmıştım. Ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum ama gizemli siyahları bana pek yardımcı olmuyordu.

“Hiçbir zaman senin acı çektiğini gördüğüm zamanki gibi yanmamıştı canım. Bana bunu bir daha yapma. Gözlerimin önünde çaresizce beni bunu izlemeye mecbur bırakma.” Sözleriyle yutkunmuştum. Boğazıma oturan yumru konuşmamı engellerken içim giden siyahlarına baktım.

“Sen de yapma,” dediğimde başını ağır ağır sallamıştı. Sanırım bu bir anlaşmaydı. Birbirimizin canını kendimizle yakmayacaktık. Çünkü bu ikimiz için de dayanılmazdı.2

Saçlarımı okşamaya başlayan eliyle gözlerimi o siyahlarından ayırarak yeniden göğsüne yaslandım. Söylemekten çekindiğim o sözcük bile bizi birbirimizden uzak tutamıyordu. Bunu itiraf etmek sanki büyü bozacakmış gibi ikimiz de bunu görmezden geliyorduk.

“Sen bayıldıktan kısa süre sonra Melis geldi. Onun yardımıyla da seni eve getirdik. Tabii çocuklar telaşa kapılmasın diye Melis biraz yalan uydurdu.” Sonunda merak ettiğim konuya girmişti.

“Ne yalanı?” dedim sakince. Umarım saçma sapan bir şeyler söylememiştir.

“Ayı saldırısına uğradığımızı söyledi.” Bu dediğinde sesi güler gibi çıkmıştı. Tam da Melis’ten beklenen gibi.

“Ayıyı görünce korkudan bayılmışsın. Ben de yakında olduğum için sizi görüp kurtarmışım. Melis’in yaratıcı yalanına herkes inandı. Hatta Hatice nine, Ali ve Evren şu an ormanda seni korkutan ayıyı avlamaya gittiler.” Bu defa dudaklarından kaçan kahkahaya engel olamamıştı.

Gülüşüyle havalanan göğsünden kalkarken mum ışığının aydınlattığı yüzüne şaşkınca bakıyordum. Ne ayı avlaması? Sadece birkaç saat bayıldım, yine nasıl başlarına bela alacak bir şeyler yapabilmişler? Kahkaha atarken yüzünü aniden buruşturarak elini kalbine götürmüştü.

Ben çatılmış kaşlarla onu izlerken benim bakışlarımı fark ederek hızla elini çekmişti. Kolunu yeniden belime doladığı zaman hızla onu itmem bu defa onu şaşırtmıştı.

Nasıl bu kadar aptal olabilirim? Adam daha saatler önce acıyla cebelleşiyordu, alevlerin içindeydi. Böyle sapasağlam görünmesi bile şaşırtıcıydı.

“Sana ne yaptı?” Net çıkan sesimin ve çatılmış kaşlarımın aksine kafasını yana yatırmış o güzel bakışlarıyla beni izliyordu.

“Hadi gel,” dedi göğsüne uzanmamı işaret ederken.

“Ne yaptı?” Ben ona karşı direnirken onun bakışları hâlâ gözlerimdeydi. Öyle bakma be adam. Tüm varlığımı unutturacak gibi bakma. Tüm varlığınmışım gibi bakma.

“Hadi güzelim.” Yorgun çıkan sesini umursamadan hızla kendimi topladım.

“Karan?” Sert çıkan sesimle teslim olmuş gibi omuzları düştü.

“Sadece biraz yoruldum o kadar.” Konuyu kestirip atması hiç hoşuma gitmemişti. Üstelik ben daha cevabımı alamazken belimden tutarak beni yeniden göğsüne yasladı. İncinir diye korktuğumdan ağırlığımı bile vermiyordum.

“Benden neden saklıyorsun? Zaten her şeyi gördüm.”

“Ama unutuyorsun.” Dediğinde şaşırmıştım. Haklıydı, yaşadığım şeylerin hislerini hatırlasam da olayları tam hatırlayamıyordum. Ve onun bunu bilmesi garipti.

“Sihrin etkisi bu dünyada uzun sürmez. Yaşattığı her şey bir süreden sonra yok olur. Zamanla her şeyi unutacaksın. Merak etme, burada olduğum için benim üzerimde olan etkisi de zamanla yok olacak.” Bu söyledikleri biraz da olsa beni sakinleştirmişti.

“Peki diğerleri nerede?” Karan yine benimle olduğuna göre kesin Melis diğerlerine yine bir yalan uydurmuştu. Anladığım kadarıyla saatlerdir Karan’la birlikteydim.

“Biz eve geldikten sonra benim durumum pek iyi değildi. Melis ayıyla dövüşürken yaralandığımı söyledi.” Bu söylediğine kendisi de gülmüştü.

“Yuh ama. Bari biraz küçük atsaymış yalanları.”

“Öyle deme ama herkes de inandı.” Hâlâ gülerken o hoş kahkahası kulaklarıma melodi gibi gelmişti.

“Seni yatırdıktan birkaç saat sonra Melis’in hâli kötüleşti.” Dediğinde endişeyle doğrulmuştum.

“Ne oldu Melise?”

“Sakin ol,” dedi hâlâ saçlarımı okşarken. “Galiba ormandan yok olduğu zaman bulduğu bir şeyi yemiş. Zehirlendiğini düşündükleri için Uraz’la ve Ömer’le beraber hastaneye gittiler. Ben de gidecektim de bu durumdayken ve sen evde yalnızken gidemedim.”

“Ya kaç defa dedim yeme o şeyleri. Allah’ım hepsi mi salak olur?” Dediğim de yeniden gülmüştü. Ama haklıyım. Etrafımda olan herkes bir garip.1

Resmen normal insana hasret kaldım. Ben aklıma gelen şeyle hızla Karana dönerken onun beni izleyen siyahlarıyla karşılaştım. Şu an dalıp giderdim de o siyahlarına sırası değildi.

“Peki sen nasıl burada kaldın? Karan en son o vahşi varlık seni götürmek istiyordu,” dedim endişeyle.

Sıkıntıyla nefes verirken bu konuyu açmamdan memnun değildi. Ama bunları da konuşmalıydık.

“O konu biraz karışık,” dedi ensesini kaşırken.

“Nasıl yani?”

“Oraya öylece gidemem. Hele ki gerçek yaşamımdaki bedenim buradayken oraya dönmem zor. En azından onun söylediğine göre böyle.” Gözlerini kısmış ellerini izliyordu.

“Yani gitmeyecek misin?” Sesimdeki umut onun da dikkatini çekmiş olacak ki kafasını kaldırarak bana baktı. İçimi kıpır kıpır eden umudum onun gözlerindeki imkânsızlıkla hızla yok olmuştu.

“Kalmam yok olmam demek. Ait olmadığım bir yerde kalırsam tüm düzeni yeniden bozmuş olurum. Üstelik burada kalmamın senin dünyana yapacaklarını dahi bilmiyorum.

Yani bilmeden olsa bile varlığım senin varlığını tehlikeye atıyor.” Kurduğu her cümle kalbimi daha da kırarken gözlerimi yavaşça indirmiştim.

Ne söyleyebilirdim ki? Her zamanki gibi haklıydı. “Gitmem için bir şeyler düşüneceğini söyledi. O zamana kadar buradaki geleceğini etkilemeden kalabilirim. En azından o bir şeyler düşünene kadar,” demişti sıkıntılı sesiyle.

“Benim geleceğimi etkilediğini de nereden çıkarıyorsun? Eğer yalancı kocama aşık olarak gelecekteki kocamla evlenmeyeceğimden korkuyorsa merak etme. İhanet ettiğim ilk kocam olmaz,” alaycı sesimle yeniden gülmüştü.

Onun yüzündeki gülümsemenin sebebi olmayı seviyordum. “Başka kocaların da mı var senin?” Onun da oyunuma uymasıyla saçlarımı geriye savurarak yerimi rahatladım. Tabii ki vardı. Ne sanıyordu? Okuduğum o kadar kitaptan sonra bekar olduğumu mu?2

“Ne sandın aslan poğaçası. Yani övünmek gibi olmasın ama hepsi de kitap karakteri. Tabii hepsini senin gibi kanlı canlı görmek nasip olmasa da muhteşemler.”

“Yani bir ilkim senin için,” imalı sesini görmezden gelmeliydim. “Onun gibi bir şey işte.” Hızla konuyu değiştirmek için yeni konu bulmaya çalıştım.

“Yani evde şu an yalnız mıyız?” Galiba imalı sesinden kaçarken kendim bilmeden garip bir imada bulunmuştum. Bunu yeni fark etmemle yataktan kalkmak için ayaklandım. “Evet. Yalnızız.” Onun da imalı sesiyle gözlerimi devirmiştim.

Ya o kadar şey yaşadık adamda değişen bir şey yok. Aslında çok şey değişmişti de neyse. Sanki az önce birbirimize sarılan biz değilmişiz gibi aramıza yeniden duvarlar örmeye başlamıştık. İkimiz de bazı hislerin varlığını kabul etmeye hazır değildik.

Bunun sonunu bilirken bu o kadar da kolay değildi. Ama bu durumun böyle çok gidemeyeceğini biliyordum. Aramızdaki bu hisleri uzun süre daha görmezden gelemezdik.

Ben odadan çıkarken o hala yatakta uzanmaya devam etmişti. Yorgun olduğunu anlayabiliyordum. Ve gözüme biraz farklı değmişti. Nasıl desem gözleri bana baksa da, düşüncelerini oyalayan başka şey vardı. Bakışlarındaki ikilem bile gözümden kaçmamıştı.

İçimde garip bir his yakamı bırakmıyordu. Umarım şüphelendiğim gibi benden bir şeyler saklamıyordur. Aslında saklamak için de bir nedeni yoktu. Belki de her şeyi fazla abartıyordum. Merdivenlerden inmemle kapının açılmasıyla Nine, Ali ve Evren içeri girmişti.

Umarım gerçekten ayı avlamamışlardır. “Zaten salaklık bende, seni hangi akılla götürüyorsam.” Ali daha girer girmez Evren’in ensesine tokat atacaktı ki Evren büyük bir hızla eğilerek tokadından kurtulup ninenin arkasına geçmişti.

“Ha yani salak olduğunu kabul ediyorsun. Bu da bir gelişme kuzen.” Alay ederek ninenin arkasında kendisini güvene almıştı. Benim tanıdığım Ali, Evren’e bunları ödettirirdi.

“Tırsak piç çıksana oradan. Çık da ananı-"

“Anamı karıştırma. O senin yengen”

“Babanı-“ Ali sıktığı dişlerinin arasından tıslarken bu defa evren yine alaycı tavrıyla araya girmişti.

“Babamı da karıştırma. O da amcan”

“Ulan küfürde edemiyorum, bir ucu bana dokunuyor.” Ali sinirle homurdanırken Evren son hız Ali’ni delirtmeye devam ediyordu.1

“Böyle küfür etme Alicim sonra yenge kızıyor. Ay pardon enişte diyecektim.” Evren azrail’inle oynuyorsun da haberin yok.

“Şimdi siktim belanı Evren.” Bir hışımda Evrenin yanına giderek ensesinden tutmuştu. Evet, yine kan görecektik. O sırada Melis, abim ve Uraz da gelmiştiler.

Kapıdan girer girmez gördükleri görüntü bile onları şaşırtmamıştı. Evet, toplu olarak bu gerizekalıların hareketleri bize normal geliyordu. Acaba biz mi anormaldik?

Nine, onların bağırışlarına daha fazla dayanamayıp ikisinin de kafasına bastonla vurmuştu.

“Gidin zıbarın yatın. Yarın da siz ikiniz defolun gidin evimden. Ayımı da kaçırdınız.” Sinirle ikisine ters ters bakarken Ali ile Evren korkuyla birbirine sarılmışlardı.

Şu an ninenin elindeki o baston nükleer silahtan daha tehlikeliydi. Galiba ormanda gerçekten ayı bulmuşlardı, yoksa ninenin çocuk gibi bu üzüntüsüne anlam veremiyordum. Allah’ım sen aklıma sahip çık. Çünkü daha kendime sahip çıkamıyordum.

Sonunda merdivende dikilen beni fark etmeleriyle gözlerin odağı ben olmuştum. “Beliz, iyi misin?” Melis’in yanıma koşar adımlarla gelmesiyle hızla ona sarılmıştım.

“İyiyim, merak etme. Asıl sen nasılsın? Dedim sana yeme onları. İlla zehirleneceksin yani.” O hâlâ endişeli gözlerle bana bakarken iyi olduğumdan emin olmak istiyordum.

“Ya tadına bakmak istedim. Bir ısırık aldım sadece.” Dediğinde gözlerimi devirmiştim.

“Eminim bir ısırıktır.” Ormandaki tüm mantarları yememişse ben de bir şey bilmiyorum.2

“Sen de iyi alıştın Karan’ın kollarına.” Evren’in aniden duyduğum kısık sesiyle gözlerim irice açılmıştı. Bu aptal çocuk ne zaman dibime kadar gelmişti?

“Evren, sana elimin tersiyle bir çarparım, 10 cerrah gelse toparlayamaz o yakışıklı yüzünü.” Yandan ona ters bakışlar atsam da bunların Evren’e işlediği söylenemezdi. Bir elini omzuma atarken onunla beraber merdivenleri inmiştik.

“İltifatın için teşekkürler fındığım.”

“Ben kime diyorsam?” Kendi işine geldiği gibi anlıyordu. E haksız da değil. Yakışıklı. Ama salak. Aynı zamanda sümük gibi yapışıyor adam.

“Oğlum bir bırak kardeşimi.” Abim beni Evren’den kurtarırken bu defa abimin kolları arasındaydım. Ama benimki de can. Gelen giden asker arkadaşıymışım gibi sırtıma vurup elini omzuma atıyordu. Zaten kendimi zor taşıyordum, bir de bunların kaslı kollarını taşıyamazdım.

“Çocukken bu böyle değildi, ne maceraları var bir bilseniz,” dediğinde eliyle dağıttığı saçlarımın arasından ona bakıyordum. Neyse zaten kendi tarayacağı için bir sorun yok.

O sırada Karan merdivenlerden inmeye başlamıştı. Attığı birkaç adımda elini kalbine götürürken yüzünü acıyla buruşturmuştu. Biz fark ettiğinde hızla kendini toplamıştı. Benim gözlerimse onun üzerinde endişeyle geziniyordu. Ne oluyordu bu adama? Neden ısrar edip öğrenmedim ki?

Ben düşüncelerim içinde delirecek gibi hissederken abimin sesiyle yeniden ona dönmüştüm. Diğerleri de merakla neyi anlatacağını bekliyorlardı.

“Şimdi çocukken babam bizi hayvanat bahçesine götürmüştü. Tabii şu küçük tırtıl da tüm hayvanların canını okumadan durur mu? Bir ara kafese girmeye bile çalıştı da engelledik. Daha sonra yine girmiş ama bu defa çıkamamış, kafası kafese sıkıştı.”

Bu söylediğinde herkesten gür bir kahkaha kopmuştu. Göz ucuyla Karan’a baktığımda o da sırıtıyordu. Şu an rezil anılarımı Karan’ın yanında konuşmamıza gerek var mıydı ki? Abime ters ters baksam da bana bakmadan devam etmişti.

“Tam iki saat maymunlarla aynı kafeste kaldı. Bir de nasıl iyi anlaşıyor görseniz. Sanarsın kırk yıllık akrabaları. İşte görevliler falan geldi, şunu çıkardık.”1

Şu derken? Sanki herhangi bir eşyadan bahsediyor.

“Babam bunu çocuk arabasına koyarak kemerini de taktı ki kalkmasın. İşte bir süre daha dolaştıktan sonra eve döndük. Annem çocuk arabasına bakınca öyle bir çığlık attı ki tüm apartman gelmişti sesine.

Bir baktık arabanın içinde Beliz’in yerine küçük bir maymun var. Sonra öğrendik ki bu tırtıl biz babamla hayvanlara bakmaya dalarken yeniden kafese girmiş. O maymunu nasıl koymuş yerine hâlâ bilmiyoruz.1

En son annem babam hayvanat bahçesinde bulmuşlar bunu. Görevliler zorla çıkarmış kafesten. ‘Beni onlara götürün’ diye tutturmuştu bir hafta.”

Yeniden kahkahalar yükselirken abime vurarak kollarından çıkmıştım.

“Ben öyle bir şey hatırlamıyorum, yalan konuşma. Çekemiyorsun değil mi beni?” Çemkirdiğimde Evren de yanımdaki boş alana oturmuştu. Resmen iki dev tarafından esir tutuluyordum. İkisi de koluma girerek benim kalkmamı engellemiştiler.

“O zaman daha 3 yaşındaydın. Hatırlamaman normal. Ama bu senin rezilliklerini yok etmiyor.” Abimin sesiyle iyice onu itmeye çalışmıştım.

“Aşk olsun fındığım, bana neden anlatmadın bu kadar hayvan sevdiğini.” İyice kolumu kendine çekerken beni kurtarması için Melis’e yalvaran bakışlar attım.

“Senin gibi hayvanı sevmişim, daha ne istiyorsun.” Kollarımı hızla kurtararak ayaklanmıştım.

“Fındık dedik bağrımıza bastık. Bu da hayırsız çıktı.” Bir süre daha Evren ve abimin rezil anılarımı Karan’ın önünde anlatmalarına şahitlik ettim. Ben bu dünyaya rezil olmak için mi geldim arkadaş. Özellikle Evren, lisedeki en rezil anılarımızı Karan’a her detayına kadar anlatıyordu.

Adamın yanında resmen belalı birine dönmüştüm. Karizmam çiziliyordu şu an. Ama ben Evren’den bunun acısını çok pis çıkarırım. Karan’ın gülerken kısılan gözlerine bazen dalıp gidiyordum.

Ara sıra bakışları beni bulurken ben utana sıkıla gözlerimi kaçırıyordum. Rezil oluyordum şu an. Bir de o meraklı bakan siyahlarıyla uğraşamazdım.

Yemekten sonra yarın yolculuğa çıkma konusunda karar almıştık. Zaten iki gün diye gelmiştik. Bu üç gün içinde yaşamadığımız bir şey kalmamıştı neredeyse ve ben artık buna şaşırmıyordum.

~~~~~~~~~~

Sabah uyandığımda ilk işimiz gelmemek için ısrar eden Evren’le uğraşmak olmuştu. Nineye ne kadar yalvarsa da kadın inatçıydı. Asla İstanbul’a gelmeyeceğini söyledi. Tabii nine gelmezse, Eymen dede de gelmez.

Bu da Su’nun gelmemesi demek. Su gelmediği için Evren de gelmek istemiyordu. Sonunda İstanbul’a döndüğümüzde bir plan kurarak nineyi getirmek için ona yardım edeceğimi söyleyince ikna olmuştu.

Yeniden kaos dolu karavan yolculuğumuzdan sonra İstanbul’daydık. Zaten normal bir yolculuk olsa şaşırırdım.

~~~~~~~~~~

Abimin izni bugün bitiyordu. O yüzden 3 günlük göreve gitmesi gerekiyordu.

“Kendine dikkat et oğlum. Bak yemeğini vakti vaktinde ye. Aradığımda cevap ver. Gece yatarken üzerini ört.” Annem kapının önünde abime nasihatlerini verirken sürekli yüzünden öpüp sarılmayı da ihmal etmiyordu.

“Anne, ben çocuk değilim. 25 yaşım var. Artık alış buna.” Abim annemin ellerinden kurtulmaya çalışsa da nafileydi.

“Ah oğlum, nasıl alışayım. Bir gün başına bir şey gelecek diye ödüm kopuyor. Bıraksan bu işi. Babanın işini devam ettirirsin.” Annem yine aynı konuları açınca abim hızla kendini korumaya geçmişti. Galiba hiç bir zaman abimin asker olmasını kabul etmeyecekti.

Tamam, belki onunla gurur duyuyordu ama abim görevde olduğu günlerde gözüne uyku girmiyordu. Uzun süredir sınır dışında görevleri olmadığı için abim annemi bununla avutabiliyordu.

Ama bunun uzun süre böyle sürmeyeceğini hepimiz biliyorduk. Sonunda abim annemin kollarından kurtulup babamla da vedalaştı.

“Kendine iyi bak oğlum. Allah’a emanet ol.” Babamın da elini öptükten sonra sıra bana gelmişti. Yalan söylemeyecektim, annem kadar bu durum beni de korkutuyordu.

Ama abime güveniyordum. Benim abim sözünü tutardı. Eğer sağ salim döneceğim dediyse dönerdi.

“Küçük hanım,” ona sarılmam için kollarını açmış gülümseyerek bana bakıyordu. Dolu dolu olan gözlerimi hiç umursamadan hızla kollarına girmiştim.

“Sen annemden daha sulu göz çıktın be kızım. Ağlama.” Saçlarıma küçük bir buse kondururken homurdanmıştı.

“Senin için ağlamıyorum. Göz yaşını yüze sürmek cilt için faydalıymış onun için yani. Kendi üstüne alınma.” Göz yaşlarımın arasından söylediklerimle küçük bir kahkaha atmıştı.

“Öyle miymiş?” Sonunda vedalaşmamız bittiğinde açık kapıdan gördüğümüz kalabalıkla hepimizin dikkati oraya kaymıştı. Bizim çocuklarda Ali ve Melis’i görmüştük. “Ben bırakırım abi seni,” demişti Ali.

“Olur aslanım,” deyip Ali’nin omzuna vurmuştu. O sırada abimle Melis’in gözleri kesişmişti. Galiba araları hâlâ düzelmemişti. Melis’in ağlamamak için direnen gözlerini görmemek için kör olmak gerekliydi. Bu ikisinin imkansız aşkı beni öldürecekti.

Bir kırsalar şu inatlarını. Abim Melis’e olan bakışlarını zor da olsa ayırıp önüne dönmüştü. Abi öküzlük yapma be. En azından kıza veda et bari. Melis’in yanından hızla geçerken Ali de arkasına takılmıştı.

O sırada Melis bizimkilerin sorduğu birkaç soruya zorlukla cevap verdikten sonra durumunun o kadar iyi olmadığını anlayarak hızla odaya götürmüştüm.

“İyi misin?” Melis’in yüzüne bakmaya çalışsam da sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi rafımdan bir kitap alarak yatağıma oturdu.

“Bu seriyi okudum. Çok güzeldi.”

“Merak etme. Abim 3 gün süreceğini söyledi,” desem de yine kitap hakkında konuşmaya başladı.

“Erkek karaktere gıcık oldum ama kız karakter çok tatlı.” Hâlâ yüzüme bakmazken kitabı inceliyordu.

“Biliyorsun abim seninle vedalaşmayı sevmiyor. Ama geleceği için. Sonuçta üzülmeni iste-” daha sözümü tamamlayamadan Melis hıçkırarak ağlamaya başladı. Ah abi. Şu kıza çektirdiğin yetmedi mi?

Hızla kollarımı boynuna sararak onu sakinleştirmeye çalışsam da nafileydi.

“Melis, beni de üzüyorsun. Yapma böyle.” Bunu söylediğimde hıçkırıkları daha da artarken ne yapacağımı bilememiştim. İlk defaydı Melis açık açık yanımda abim için ağlıyordu.

“Bir veda etmek bu kadar mı zor? Geleceğini söylemek bu kadar mı zor Beliz?” Kızarmış gözlerle bana bakarken ne diyeceğimi bilememiştim.

“Hiç mi umursamıyor beni?” Dediğinde içim parçalanmıştı.

“Melis…”

“Biliyor musun Ömer giderken ilk defa bana baktı. Gittiğinde hiç bir zaman gözlerime bakmazdı. Öyle bakınca bir umut yarandı içimde. Acaba dedim…” daha fazla konuşamayacağını anlayınca bir süre sustu.

Onu sakinleştirmek için çalışsam da uzun süre kendini toparlayamadı. En sonunda akşam yemeği için annemin seslenmesiyle sofraya geçsek de Melis gitmek istemişti. Ne kadar ısrar etseler de yorgun olduğunu söyleyip yukarı kata çıkmıştı.

Ben de çok üstelememiştim zaten. Masada üçümüz oturunca içim burkulmuştu. Abim olmadan geçecek koca 3 gün. Hepimizin neşesi hafiften kaçmıştı.

Masa arkasında ara sıra birkaç konuşma geçerken konu Karan’a gelince dikkat kesilmiştim. Diğer konuları dinlediğim pek söylenemezdi.

“Gerçekten çok efendi çocuk, bu devirde böyle aklı başında bir genç zor bulunur.” Annemin sözleriyle göz ucuyla ona bakmıştım.

“Bir de ikisi de anasız babasız büyümüş. Kendilerini çok iyi yetiştirmişler,” diyerek babam da annemi onaylamıştı. Konu ne zaman Karan’a geldi ki?

“Merhametli yavrum.” Annem iç çekmişti. “Bakıyorum Karan manevi oğlun olmuş.” Dediğimde hafif gülmüştü.

“Kıskanma kızım.”

“Ne kıskanacağım be onu. Birden bu Karan sevdanız yine niye açıldı?” Dediğimde beni cevaplayan yine annem olmuştu.

“Ben Karan oğlumu zaten seviyordum.”

“Ona ne şüphe anne.”

“Pınar söyledi kardeşinin önümüzdeki yıllık kirasını ödemiş. Babana da gelmiş bizim çocukların önümüzdeki 3 aylık kirasını ödemiş.” Dediğinde gözlerim iyice açılmıştı.

“Karan mı?” Şaşkın sesimi umursamadan annem devam etmişti.

“Apartmanın kedileri için küçük evler almış gördün mü Nazım?” Babam başını evet anlamında sallamıştı.

“Az önce yukarıya çıkarken gördüm onlarla ilgileniyordu.” Babamın sözleriyle ikisi konuşmaya devam ederken ben şaşkınca onlara bakıyordum. Daha bu gün geldik, hangi ara yapmıştı bu kadar şeyi.

Kaç defa apartmandan kedi sığınacakları yapmak için izin almaya çalışsam da çoğu itiraz ettiği için yapmamıştım. O nasıl izin almıştı ki? Masadan hızla kalkarak aşağı inmek için ceketimi giyinmiştim.

“Nereye kızım?”

“Birazdan gelirim anne” Diyerek hızla asansöre bindim. Asansör birinci kata vardığında girişte gördüğüm kedi evleriyle yüzümdeki gülümsemeye engel olamamıştım. Çok güzellerdi.

Özellikle havalar iyice soğuduğu için bu yaptığı büyük bir iyilikti. Benden birkaç metre ötede kedilerle ilgilenen Karan’ı görünce aptal sırıtışımla onu izlemeye başlamıştım.

“Ama çok tatlı,” kısık sesimle gözlerimden kalpler çıktığına emindim. Cebimden telefonu çıkartırken hızla birkaç fotoğrafını çekmiştim. Acaba yanına gitsem mi?

Kedilere öyle dalmıştı ki beni bile fark etmemişti. Bu anı bozmak istemediğim için yavaş adımlarla merdivenlere yöneldim.

Tam adım atacaktım ki onun sesiyle durmuştum.

“Sarışın benim odamda.” Dediğinde ışık hızında ona dönmüştüm.

NEEĞĞ?

HANGİ SARIŞIN?

NASIL SARIŞIN?

BİLDİĞİMİZ SARIŞIN MI?

HEM DE ODASINDA?

KARAN’IN ODASINDA SARIŞIN MI VAR?

Çatılmış kaşlarla onu izlerken o çoktan ayaklanmış bana doğru birkaç adım attı. Acaba az sonra o yakışıklı yüzünü parçalayacağımın farkında mı?

“Şaşırdım. Esmer sevdiğini sanıyordum?” İğneleyici sesimle dişlerimin arasından tıslamıştım. Söylediklerimle ilk önce şaşırsa da sonra dudaklarına şeytani bir sırıtış peyda olmuştu.

Bu hareketi kaşlarımın daha da çatılmasına sebep olurken söyledikleri birkaç gün önce restoranda yaşadığımız o anı hatırlatmıştı bana.

“Biliyor musun sarışın, esmer hiç fark etmez.”

“Öyle mi?” Demiştim sıktığım dişlerimin arasından. “Sever misin? Sarışın?” Ben de onun sözleriyle karşılık verirken küçük bir kahkaha atmıştı. Kaşları çatık küçük bir çocuk gibi onu izlerken onun keyfi yerindeydi anlaşılan.

“Güneş’ten bahsediyorum. Kaç saattir bizde.” Dediğinde utançtan yanaklarım alev almıştı. Kedimden bahsediyordu değil mi? Güneş’e sarışın dediğini nasıl unuturdum?

“Hmm,” mırıldanarak gözlerimi ondan başka her yerde gezdirmiştim. Apartmanın girişinde çiçek mi varmış, hiç fark etmemişim. Aptallığımı saklamak için olandan kaçırdığım bakışlarıma bir son verip konuştum.

“Ben gideyim o zaman.” Diyerek hızla asansöre doğru adımladım.

"Kaç bakalım." Kısık seininduysamda görmezden gelmeyi seçmiştim.

Nerede kaldı bu ya? Yanımda durduğunu anlayınca benimle çıkacağını anlamıştım.

“Melis nasıl?” sorduğunda ona bakmıştım. “İyi olacak.” İyi olmalıydı. Başını olumlu anlamda sallarken ikimiz de asansöre binmiştik. Sessizce ayrılırken konuşmamıştık.

Birbirimize karşı koyduğumuz mesafeler ne kadarda aptalcaydı. Sanki birbirimiz için her şeyi yapabilecek biz değilmişiz gibi aptala oynuyorduk.

Benim kaçak kedimse kim bilir ne zaman evden çıkmıştı. Odama girdiğimde planlarım arasında tek bir şey vardı. Akşama kadar kitap okuyup uyumak.

Sonunda alışık olduğum rutinime dönüyordum. Başladığım yeni serinin ilk kitabını elime alırken yatağıma oturdum.

~~~~~~~~~

Kapının durmadan çalan zil sesleriyle gözlerimi yavaşça aralamıştım. Bu oda neden bu kadar karanlıktı. Yatağımın içinde telefonumu ararken sonunda bulmuştum.

Saat ne zaman 21.30 olmuştu. Yerimde esnerken kapı hâlâ çalmaya devam ediyordu. Neden kimse şu lanet kapıya bakmıyordu? Yerimden uykulu gözlerimi ovuştururken kalkmak için doğruldum. Karanlıktan zor da olsa sonunda yolumu bulup odadan çıkabilmiştim.

“Anne kapıyı neden açmıyorsunuz?” Seslensem de ses yoktu. Kapıdan da artık ses gelmiyordu. Salona baksam da bizimkiler yoktu. Yine neredeydi bu ev halkı?

Sonunda kapıyı açmayı akıl ettiğimde gördüğüm görüntüyle gözlerim iyice açılmıştı.

Bunlar neydi? Gözlerimi yeniden ovuştururken ayılmayı umuyordum.

Kapımın önündeki bir buket sarı lale miydi? Hızla çiçekleri elime alırken yüzümdeki gülümsemeye engel olamamıştım. O göndermişti değil mi? Onu görmek umuduyla etrafa bakınmıştım.

Gittiğini anlayınca hızla odama koşarak telefonumu elime aldım. Bir çocuk gibi içim kıpır kıpır iken karnımda uçuşan kelebeklere anlam vermiyordum.

 

WhatsApp

Evren Kaçağı: İyi misin? Kapıyı çaldım ama açmadın. (21:35)

Siz: Uyuyakalmışım

Siz: Teşekkür ederim

Siz: Çok güzeller 🥹 (21:40)

Evren Kaçağı: Beğenmene sevindim

Evren Kaçağı: Karşıma çıkan çiçekçide görünce seni hatırlattı. Almak istedim

Evren Kaçağı: Artık kocamdan bir sarı lale de almadım demesin

Siz: Hayırdır savaşta mıyız kalbimden vuruldum da (gönderilmedi)

Siz: Lovesal şeyler yaşanıyor şu an (gönderilmedi)

Siz: İyi yapmışsın

Siz: Gerçekten çok mutlu oldum (21:45)

Evren Kaçağı: Sen böyle mutlu olacaksan ben sana lale bahçesi bile alırım (silindi)1

Siz: Ne yazıp sildin? (21:47)

Evren Kaçağı: Hiç, yanlış yazmışım.

Hızla mesajlardan çıkarken çiçeklerimi vazoya koyup yüzümdeki aptal sırıtışla onları izliyordum.

Bir süre daha kitap okuduktan sonra duyduğum şarkıyla sesin nereden geldiğini anlamak için kulak kabarttım. Bu ses de nereden geliyordu?

Kitabımı bir kenara bırakırken duyduğum şarkıyı dinlemeye başladım. Bu şarkıyı duymuştum ama şimdi çalması bir tesadüf müydü?

 

Uykulu gözlerle, döndüm rüyamdan

Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından

Sen olmasan buralara, gelemezdim ben

Sevemezdim bu şehri, anlamazdım dilinden

Nasıl bir sevdaysa bu karşı koyamam

Dayanamam kıskanırım seni paylaşamam

Satırlar uçar gider aklımdan

Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından

Duyduğum her satırı yüzümdeki gülümsememi artırırken içimdeki huzurun yerini garip bir burukluğa bırakmıştı. Geleceğin bilinmezliği yine kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu.

Acaba başka bir evrende, başka bir zamanda ona rastlasaydım nasıl olurdu?

 

Yine bir sonumuz olamaz mıydı?

Yine kadere boyun eğer miydik?

Yine…

Yine âşık olur muydum ona…?

 

Yeniden başlasam, bu sefer korkmadan

Koklayıp birbirimizi, çöpe atmadan

Satırlar uçar gider aklımdan

Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından

 

Not: Benim sınav haftası yaklaşıyor, o yüzden bir hafta yokum. 🥲Geldiğimde haber veririm. Kendinize iyi bakın, güzel okurlarım. 🎀

İyi geceler.✨️

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 24.11.2024 18:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...