Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🤍
Şarkı: Üç kalp ( Şarkının her satırı Ömer'i hatırlattı bana)
"Bir kalpte iki kalp nasıl yaşanır?"
Genç adam son kurşununu kafasına sıktığı kadına baktı. İrisleri titrerken etrafındaki sesler işitilmesi zor bir gürültüden farksızdı onun için. O an rüzgar gibi gelip geçen zaman ona inat durmuştu. Bu acının zamanla bile geçmeyeceğini göstermek iste gibi zamanda genç adama meydan okuyordu.
Az önce öldürdüğü kadının canlılığını kaybetmiş bir çift siyah gözleri hâlâ açık şekilde ona izliyordu. Bu manzara dehşet vericiydi. Yorgun gözleri kapanmak için direnirken titreyen dizleri daha fazla ağırlığını taşıyamamıştı. Aklını kaybetmekte olan birinin çaresizliği vardı üzerinde.
Ve adam yıllarca sevdiği kadının bu gözlerini aklından silemeyecekti. Ne geceler, ne gündüzler asla onu bataklığına çeken siyahlarını unutturmayacaktı. En azından o öyle sanıyordu. Bal gözlerde güneşi tanıyana kadar.
Gitmek için kaç bahanenin arkasına gizlenmem gerekiyordu? Kaç bahane beni haklı çıkarırdı? Niyetim haklı mı çıkmaktı? Hiç sanmıyorum. Yalnızca bana hayal kırıklığıyla bakan bu gözlerin nefreti bir az olsun dinsin istiyordum.
Sıkıntıyla nefes çekip sıktığım yumruklarıma baktım. Gözlerim şu anlık bu manzarayı görmeye hazır değildi. Fenalaşan annemle ilgilenen Beliz’e göz ucuyla bakarken durmadan sorular soran babamın sesi karşısında tüm sabrım sınanıyordu.
O ise bir kenarda oturmuş bu olanların gerçekliğini inkâr edercesine gözlerini bir saniye bile benden ayırmıyordu. Maalesef onu kendime inandıracak tek bir kelimem de yoktu.
Böylece ben de o bal rengi gözlerine her baktığımda yapamadıklarımın altında ezilip yok olmazdım.
Ben de onun bal gözlerini unutacaktım.
“Ömer bunu bizimle daha önce konuşmalıydın. Böyle söylenir mi?” Babam annemden farklı olarak daha sakindi. Biliyordu çünkü eğer bir şeyi kafama koyduysam ondan asla dönmezdim. Kararımı vermiştim. Buradaki herkes kabul edecekti.
“Çok ani oldu baba. Zaten ben de dün karar verdim.” Dediğimde annemin gözyaşları artmıştı. Beliz’in yüzüme bakmamasından az çok bana ne kadar sinirli olduğunu tahmin ediyordum. Bu küçük tırtıl olmadan koça bir yıl nasıl geçecekti? Yüzümü yeniden yana çevirerek babama döndüm.
“Ben kararımı verdim. Ve umarım ne kadar ciddi olduğumun farkındasınız. İyi geceler” diyerek ağır adımlarla salondan çıkmıştım. Arkamda bıraktığım insanların beni anlamasını beklemiyordum.
Tek istediğim karşı çıkmamaları. Eğer zayıflık gösterirsem yıllarca bu kısır döngünün içine hapsolacaktım. Ona bunu yapmaya hakkım yoktu.
Yatağa uzandığımda kafamın içindeki sesler susmazken karanlık odada görebildiğim tek şey geçmişin daha karanlık yüzüydü. Elimdeki kanla yaşamaya alışamamıştım.
Daha ben yapamazken bundan onu nasıl beklerdim? Kaç yıl daha geçmesi lazımdı buna alışmama? Kulağımda çınlayan o silahın sesiyle gözlerimi kapattım.
Daha kaç gece aynı kelimelerle kendimi ikna edecektim?
Duyduklarımı daha algılayamazken annemin fenalaşmasıyla hızla yanına koşmuştum. Gitmek mi? Bu kadar acımasız olmazsın abi. İçimi sızlatan acıyı daha yaşamadan annemi sakinleştirmeye çalışıyordum.
Ani baş kaldıran öfkemle artık onun bu gidişlerine bir bahaneler bulmak istemiyordum. Kaçamazsın abi. Bunu artık anlaman gerekiyor. Kendinden kaçamazsın.
Gözlerimden akan yaşları sertçe silerken odasına giden abimin arkasından baka kalmıştım. Birkaç sözüyle hepimizin hayatını alt üst etmeyi becermişti. Arkasında bıraktığı yıkımın farkında değil mi?
Gözlerim Melis’e iliştiğinde onun da durumunun bizden farklı olmadığını görmüştüm. Bu gece tüm ailenin uzun bir süre daha eski günlerin hasretiyle yaşayacağımızı anlamıştım. Bu zamana kadar hep ben vardım onun yanında.
Annem babam dahi hiçbir şey bilmezken ben topladım abimin paramparça kalbini. Ona bu acıyla nasıl yaşanacağını öğretmiştim ama yaşadıklarını kabul etmeyi öğretmeyi becerememiştim.
Kolay değildi biliyorum. Ama çaba harcamaktan korkarak kaçan bir adama bunu öğretemezdim. Belki Melis öğretirdi. Eğer yine gitmeseydi.
İlk aşkının ihanet kanına bulanmış ellerini onun saf ruhuna dokundurmayı kendine yakıştırmıyordu.
Bir isim ne kadar acıyı nefreti saklayabilir kendinde?
İşte Aslı nefretin ta kendisiydi. Aslı ihanetti. Aslı hayal kırıklığıydı. Aslı abimin ilk ve en büyük pişmanlığıydı. Aslı geçmişin karanlık yüzüydü. Daha askerliğin başlarındayken tutulmuştu ona.
Yarbayın biricik kızı ve abime ilk başta cennet gibi gelen kabusu. Aralarındaki ilişki daha yeni yeni başlarken abim sınır dışında göreve gönderilmişti.
O zaman timin çaylağıydı. Bu görevler hakkında bize bile hiçbir şey söylemezken Aslı’yla birçok şey hakkında konuşuyorlardı. İlk başlarda abim için de bu durumlara alışmak zordu ve Aslı’ya bunları söylemekte bir sakınca görmüyordu.
O gün görev sırasında Aslı’nın babası yarbay Asaf Kurtuluş’un kalp krizinden öldüğünü öğrenmişler ve ardından da bu ölümün arkasındaki gizli sırları.
O gün Asaf Kurtuluş kendi kızının Ermeniler çalışan bir ajanı olduğunu öğrendiği an bu haber onu o kadar derinden sarsmıştı ki yaşadığı ihanete daha fazla kalbi dayanamamıştı. Ama maalesef bunu ondan başka kimse bilmiyordu ta ki Aslı abimin timini pusuya düşürene kadar.
O gün her şey alt üst olmuştu. Abim yaşadığı ihaneti daha kavrayamadan tüm arkadaşlarının kendi gözleri önünde işkence edilmesini izlemişti. Tüm detayları bilmesem de abim ve timde olan tüm arkadaşları o gün oradan kurtulmuştu. Ve bunda en büyük pay abimindi.
O gün Aslı’ya tetiği çeken oydu. Bu zaman kadar yaşananları sormaya hiç cesaret etmedim. Aslı’nın ismini bile yıllardır yanında çekmedim. Abimse hep kaçtı. Bu acıyı dindirebilecek düşüncesiyle yine de aynı şeyi yapıyordu.
Gözlerimi yavaşça araladığımda salonda uyuyakaldığımı fark etmiştim. Dün gece annemi sakinleştirmek için saatlerce onunla konuşup biraz da olsa ikna etmeyi becermiştim. En azından büyük abim Azad’ın da Ankara’da olması içini biraz rahatlatıyordu.
Ama Azad’dan sonra Ömer abimden de uzak düşme fikrine hâlâ alışamıyordu. Dün abimin kapısını ne kadar çalsam da açmamıştı. Anlaşılan konuşmak istemiyordu.
Hafif aralanan gözlerimi yeniden kapatmıştım, başım çatlıyordu resmen. Telefondan ardı ardına gelen bildirim sesiyle yerimde kıpırdanmıştım. Neden şu koltukta uyudum ki?
Tüm bedenim tutulmuştu. Acıyla yüzümü buruştururken telefonu elime aldığımda Karan’dan gelen 10 arama ve 53 mesajla yerimde doğrulmuştum. Ne oluyordu be?
Çalan telefonu hızla açarken cevapladım.
“Al-” daha ağzımı açmadan sıraladığı sorularla afallamıştım.
“Beliz? Neden telefonu açmıyorsun? İyi misin? Melis’in söyledikleri doğru mu? Bak ben Ömer’le konuşacağım. Evdesin değil mi? Sizin kapının önündeyim.” Son söylediğiyle panikle kalkmaya çalışırken gürültüyle yere yığılmıştım.
Allah kahretsin. Yerde yuvarlanan telefonu hızla alırken Karan’ın endişeli sesiyle hızla doğruldum.
“Beliz? İyi misin?” Endişeli sesine son vermek adına konuşmuştum.
“İyiyim iyiyim de. Ne işin var burada? Saat daha sabahın 7’si.”
“Yani?” dediğinde inanmazmış gibi etrafa bakındım.
"Daha hiç kimse uyanmadı. Ne diye alayım seni içeri? Hem abimle konuşmana gerek yok. Kimseyle konuşacağını sanmıyorum.”
“Emin misin?” diye sorduğunda görmese bile başımı olumlu anlamda salladım.
“Sabah erkenden çıktı. Biraz konuştum. İyi olduğunu söylüyor ama hiç iyi görünmüyordu.” Sıkıntıyla nefes verirken gözlerimi kapatmıştım.
“Gerçekten ne yapacağımı artık bilmiyorum.” Çaresiz sesimle onun da sıkıntıyla iç çektiğini duymuştum.
“Bari beni içeri almıyorsun, sen çık. Biraz konuşuruz.” Anlayışlı çıkan ılımlı sesiyle onunla vakit geçirmenin daha iyi olacağını anlamıştım.
“Üstümü değiştirip geliyorum.”
“Gerek yok, pijamalarınla gel. Görmediğim şey değil sonuçta.” Sesindeki muzip tınıyla gözlerimi devirmiştim. Oldu paşam, başka?
“Sen de iyi alıştın. 20 dakikaya geliyorum, aşağıdaki kafede bekle.” Diyerek telefonu kapatıp banyoya girmiştim. Hızla giyindikten sonra sabahın bu saati makyajla uğraşamayacağım için çıkmak üzere montumu giyinip çıkmıştım. Annem bu saate kadar uyanmadığına göre gerçekten buna alışmak için epey bir zamana ihtiyacı vardı.
Sonunda kafede düşünceli şekilde camdan usul usul yağan karı izleyen adamı görmüştüm. Dünden beri yaşadığım tek huzurlu an kesinlikle bu an olabilirdi.
Yanına gittiğimde beni fark etmesiyle kafasını kaldırmıştı. O daha kalkmadan ben hızla yanına oturarak kollarımı boynuna sarmıştım. Birazcık böyle kalsak olur muydu?
Hızla kolları beni sarıp sarmalarken saçlarımda hissettiğim öpücükleriyle yüzümü iyice boyun girintisine gömmüştüm.
“İyi misin?” Fısıltılı kadife gibi yumuşak sesiyle saçlarımdaki elleri çenemi kavramıştı.
“Bilmem.” Porselen kırılganlığındaki sesimle onu cevapladım. Yeniden beni kendine çektiğinde ben de kafamı göğsüne yaslamıştım. Duyduğum kalp ritimleri benim için yeterli huzuru sağlıyordu. Bir süre daha öyle sessizce oturduktan sonra Karan’ın sesiyle başımı hafifçe kaldırmıştım.
“Ömer’le Melis’in birbirlerinden uzak durması daha iyi.” Sesindeki netlik beni şaşırtmıştı.
“İkisi de birbirini seviyor ama?” İtiraz eden sesimle gözleri beni bulmuştu. Yüzündeki keskin ifade gittikçe yumuşarken parmakları nabzımın attığı bileğimde hareket etmeye başlamıştı. Yine başlıyordu.
Gözlerim birkaç saniyelik parmaklarına ilişse de yeniden siyahlarına dönmüştüm.
“Sevmek bazen yetmez. Vazgeçemeyeceğin kadar kaybetmek gerekiyor. Gidemeyeceğin kadar senden gitmesi gerekiyor. Bazı şeyler düşündüğünden daha zor, güneş ışığım.” Ilımlı sesiyle gözlerim daldığım siyahlarından dışarıda yağan kara kaymıştı.
Haklı mıydı? Düşünceli şekilde dışarıyı izlerken alnımda hissettiğim dudaklarıyla gözlerim kapanmıştı.
“Zamanla her şey geçecek.” Başımı usulca sallayarak buna inanmak istemiştim.
~~~
Karan’la konuşmak bana daha iyi gelmişti. En azından o yanımdayken her şeyi toparlayabilecek gücüm olduğunu biliyordum.
“Anne?” Hızla montumu çıkarırken mutfaktan gelen seslerle oraya yönelmiştim. Mutfakta gördüklerime hafif şok yaşarken annemin haliyle her saniye daha çok şaşırıyordum.
“Geldin mi kızım?” Annem hızla tepsiyi masaya bırakırken bana dönmeden yeniden sarmaların içliğini hazırlamaya başlamıştı.
“Geldim de. Bu mutfağın hali ne?” Şaşkınlıkla etrafa bakınırken annem ilk defa gözlerime bakmıştı. Yorgun görünse de bildirmeye çalışan haliyle içim burkulmuştu.
“Ömer için yapayım dedim. Herkesle beraber güzel bir yemek yiyelim.” Yeniden işine dönünce başımı sallamıştım.
“İyi etmişsin. Yardım edeyim.” Diyerek ben de pek beceremesem de bir şeylerin ucundan tutmaya çalışıyordum. Durmadan farklı konular açarak annemin aklını dağıtacak her yolu denemiştim.
“Kapıya bak sen, ben hallederim kızım.” Annemin komutuyla hızla kapıya bakmak için kalkarken yüzüm hamur içindeydi. Kapıyı açtığımda duyduğum küçük çığlıkla ben de bağırmıştım. Yine ne oluyordu?
“Bu ne hal?” Evren’in uzaylı görmüş gibi bakan bakışlarıyla ben de kendime bakıyordum
“Sizlere de merhaba.” Diyerek Evren ve Aliye ters ters bakışlar atıp kapıyı kapatmıştım.
“Sultanım.” Evren annemin yüzünden öperken sesindeki sevinçle annem ilk defa gülümser gibi olmuştu. Şu aptalın geleceğine sevineceğim hiç aklıma gelmezdi.
“Oo Meral teyze, bu muhteşem sofrayı neye borçluyuz?” Ali’nin sesiyle ben hızla koluna vururken Evren de ensesine tokat atmıştı. Abuk sabuk konuşmasa olmazdı değil mi? Annem bunu duyunca hızla yüzü düştü.
“Ömer bu akşam gidecek. Birlikte vakit geçirelim diye düşündüm.” Annem sofrayı hazırlarken Ali ensesini sıvazlıyordu. Kırdığı potun yeni farkına varmış gibi bizi pişman bakışlarla süzmüştü.
“Çok iyi fikir Sultanım. Hatta sen çok yoruldun. Bırak böreği biz hallederiz.” Evren ikimizi de tutup mutfağa sürüklerken annemi de oturması için tembihlemişti.
Böreği zaten ben yapıyordum. Annem de yapmam için izin vermişti ama son 30 dakikadır mutfağı ne hale soktuğumdan haberi yoktu tabii.
Ali ve Evren mutfağın haliyle küçük çaplı şok yaşarken ben merdaneyi elime alıp hamurumun başına geçmiştim. Evet, başarabilirim. Biraz daha gayret.
“Gerçekten çok beceriksiz birisin abla. Kırılmadın değil mi?” Ali’nin korkak gözlerle bana bakmasıyla merdaneyi kafasına fırlatmamak için zor zapt ediyordum kendimi. Sanki ben bilmiyorum. Yüzüme söylemeye ne gerek var şimdi?
“Yok canım, ne kırılması, bükülme özelliği var bende.” Ters ters ona bakışlar attıktan sonra yeniden önüme dönmüştüm.1
“Bu kadar becerikliyseniz gelin siz yapın.” Onlara meydan okuyan sesimle Evren altta kalmadan yanındaki merdaneyi eline almıştı.
“Hamurdan korksak mutfağa girmezdik.” Göğsünü kabartarak afili bir şey söylediğini sanarak merdaneyi un dolu kaba vurmasıyla hepsini dağıtmıştı. Etrafa daha da beter bir hale gelirken ben öksürük krizlerine girmiştim.
“Allah belanı versin Evren.” Diyerek merdaneyi kafasına doğru savurmuştum.
“Bela okuma. Aaağğağ. Acıdı.” Kafasını okşarken önlüğü eline almıştı.
“Acısın diye vurdum zaten.” Üçümüz de hamurla uğraşırken artık tükendiğimi hissediyordum. Olmuyor, olmuyor. İyi ki Evren arada sırada birkaç dedikodu anlatıp moralimi yerine getiriyordu.
“Şakaya vuruyorsun ama durum çok vahim.” Evren’in una bulanmış beyaz yüzüne bakarken gülmeye başladım.
“Ben her zaman hanımefendiyim, kendi haline yan.” Diyerek açtığım yufkayı yukarı kaldırdım. Bence gayet makuldü. Sadece bir iki yırtık vardı o kadar.
Tamam belki 4-5 olabilirdi. Yufkanın diğer yüzünden Evren’i görünce ikisinden gür bir kahkaha yükselmişti.
“Ya yemin ederim imdat” İyice moralimi düşürmüşlerdi. Artık moralimde neye bozulacağına şaşırdı. Cidden bana da yazık.
“Neyse en azından tecrübe oldu.” Diyerek elimdeki yufkayı kenara bıraktım.
2 saatin sonunda üçümüz de rezil bir durumdaydık. Tabii bunun aksine böreğimiz hazırdı. Beklediğimin aksine fena olmamıştı. En azından yenebilirdi.
Mutfaksa bizden daha beter durumdaydı. Abim düne nazaran daha iyi durumdaydı ve annem babamla konuşup akıllarındaki soruları gidermişti. Şu anlık her şey yolunda gidiyordu. Melis gelince nasıl olur orasını bilemiyordum.
Mutfağı da topladıktan sonra herkes masa arkasına geçmeye başlamıştı. Melis ve Karan’ı göremeyince aramaya karar vermiştim. Yine telefonlarım cevapsız kalmıştı ama şu an benim için daha önemli olan Melis’ti.
“Anne ben Melis’i çağırmaya gidiyorum.” Diyerek tam kapıya yönelmiştim ki içeri giren Melis’le salona sessizlik çökmüştü. Kimseden çıt dahi çıkmıyordu. O an aslında Melis’le abim arasında olan şeyin az çok herkesin farkında olduğunu anlamıştım.
“Hoş geldin güzel kızım.” Annemin yanına giden Melis hızla ona sarılmıştı.
“Şimdi daha iyi misin?” Melis endişeli gözlerle annemi yoklarken birkaç muhabbet etmiştiler. Abimle Melis’in gözleri birbirinden köşe bucak kaçarken bu halleri beni delirtiyordu.
Masa arkasında yapılan sohbetler şimdilik herkesin neşesini biraz da olsa yerine getirmişti.
“Hadi bir şeyler ye.” Yanımda oturan Melis’i ikna etmek o kadar kolay değildi . Sonunda böreği bizim yaptığımızı söylediğimde sırf meraktan birkaç ısırık almıştı. Telefonumu elime alıp yeniden mesajlara girdiğimde bir saat önce Karan’a yazdığım mesajları hala okumamıştı.
Siz: Kendi ellerimle börek bile yaptım. Bence bu tarihi anı kaçırma (18.39)
Siz: Şu telefona cevap vermeme konusunu seninle konuşacağız. Haberin olsun (18.40)
Siz: Ümmüselime teyze flörtüyle ayrılmış. (18.46)1
Siz: Şu an çok büyük dedikoduları kaçırıyorsun. (18.47)
Siz: E yuh ama su içerken de aklıma gelme ama (18.56)
Artık sabrımın sınırlarındaydım. Tamam belki dünkü ortadan kaybolmasını önemsememiştim ama bu normal değildi.
Benden bir şey sakladığı fikri içimdeki sıkıntının daha da büyümesine sebep oluyordu. Biraz nefes almak için salondan çıkarken içeriye giren Uraz’la karşılaşmıştım.
“Sen bu saate kadar neredeydin? Ali’den dayak yiyeceksin haberin olsun.” Dediğimde tırsmış gibi salona göz attı.
“Saçmalama oğlum geç içeri.” Uraz montunu çıkarırken ben de dışarı çıkacağım için giyinmeye başladım.
“Karan’a bakacağım.” Diyerek tam kapıyı açacaktım ki Uraz’ın sesiyle şaşkın bakışlarla ona döndüm.
“Karan abi evde yok ki. Yanında bir adamla ara sokakta gördüm az önce.”
“Alt mahalle-” daha sözünü tamamlamadan hızla evden çıkmıştım. Umarım içimdeki bu endişe asılsız olurdu. Adımlarımı daha da hızlandırırken neredeyse koşar adımlarla Uraz’ın söylediği sokağın başına gelmiştim.
Yokuş aşağı adımlamaya başlarken attığım her adımda zihnimin kurduğu senaryolar delirtici bir hal alıyordu.
“Bu gece bitir.” Duyduğum boğuk sesle adımlarım duraklamıştı. İkisinin de yüzünü görmesem de bu karanlıkta bile Karan’ı tanımıştım.
Karan sessizce kafasını elleri arasına alırken yanına gitmemek için büyük bir savaş veriyordum.
“Her geçen gün daha çok yok oluyorsun. Aptal olma. Sen gelmezsen o seni götürmenin bir yolunu bulur.” Duyduğum her sözle sanki ayağımın altındaki yer çekiliyordu. Dünyamı alt üst edecek bu sözlere bir anlam vermek istemiyordum.
“Bir şey söyle artık. Sırf senin için bile beni hayatta tuttu. Bence bu bile sana kafayı ne kadar taktığını görmen için yeterli olmalı.”
Karanlıkta yüzü bulanık olan adamın sinirli sesiyle Karan’ı ikna etme çabalarının aksine Karan’dan kahkaha yükselmişti. Delirmemek için direnen birinin acı çığlıklarıydı bunlar.
“Ne kadar da düşüncelisin abi.” Karan’ın dudaklarından tiksinti dolu çıkan “abi” sözcüğüyle başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
Karan’ı geri götürmek için dönmüştü.
~~~
Benim ilham perilerimi kim aldıysa lütfen geri verebilir mi? 🥺
Bu hafta son bir aydan daha yoğundu benim için. O yüzden bölüm atmam bile mucize.
Eğitim hayatımı bitirip, vahşi yaşama atılarak, kamp hayatına başlamama bu 🤏🏻 kadar kaldı.
Neyse, bu önemsiz bilgileri de verdiğime göre gelelim Ömer'e.
Ani bir kararla Ömer'i hikayeden atma kararı aldım. Nedeni sormayın. Ben de bilmiyorum.
Bence Ömer'le Melis'in birlikte olması için uzun bir zaman gerekliydi. İkisinin de yaşadıkları kolay değil ve bayağı travmaları var.
Yani onların sonunun mutlu veya mutsuz olmasını sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Bir yıldan sonra Melis Ömer'i unutabilir de. Tam aksine, Ömer bu süre zarfında kendi hislerini daha iyi anlayıp yeni bir başlangıçta yapabilirler. Karar sizin.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![]() | @kookie57 3h önce |
![]() | @kookie57 3h önce |
![]() | @zekuss 5a önce |
![]() | @hyunbin777 6a önce |
![]() | @okyanuss_s (Yazan) 6a önce |
![]() | @hyunbin777 6a önce |
![]() | @mavi13 6a önce |