"Eskiden bir yıldızmış
göğünü yitirmiş."
Hayal gibi başlayan bu rüya, gerçekliyin kâbusuyla devam ediyordu. Saniyelik bir anda kaç bitiş geçti aklımdan bilmiyorum. Kaç defa benden gitti. Kaç defa onu bulamadım ve o beni tanımadı...
Bu döngü kabus gibi çökmüştü üzerime. Gözlerimde hissettiğim sızı beni hayata döndürürken yanağımdan yol alan tek bir damla, gideceği gerçekliğini bir tokat gibi yüzüme vurmuştu. Yalnızca konuşup gitme gitme demek istedim.
Boğazımdaki yumru bana engel olmak ister gibi tek bir kelime dahi söylememe izin vermiyordu. Sakladığı sırlar ikimiz arasına ne kadar mesafe koyuyordu farkında değil miydi? Tam ona doğru bir adım atacaktım ki Karan'ın dudaklarından çıkan birkaç kelime, onun kafasında her şeyin bittiğini bana göstermişti.
"2 gün." Sıktığı dişlerinin arasından tıslayan sesi gibi gözleri de nefret doluydu. "Onunla konuşmak için 2 gün ver bana. Her şeyi halledeceğim." Dediğinde sesindeki netlik beni afallatmıştı.
Bu kadar kolay olmamalıydı. Yoksa ben mi çok bencildim? Kalmasını isterken çok mu şey istiyordum? Gözlerime akın eden yaşlar şiddetlenirken geriye attığım bir adımla benim için de birçok şey netleşmişti.
Attığım her adımda bir şey daha bitiyordu. Hani söylemişti ya sevmek bazen yetmez. Vazgeçemeyeceğin kadar kaybetmek gerekiyor, gidemeyeceğin kadar senden gitmesi gerekiyor.
Vazgeçmemesi için beni daha ne kadar kaybetmesi gerekiyordu. Gitmemesi için daha kaç defa ondan gidecektim. İçimde kor gibi yanan ateş, onun bana doğru attığı buz gibi bakışlarıyla son bulmuştu.
Şimdi kalbimi esir alan kış ayazına direnecek gücü bulamıyordum kendimde. Beni bulan siyahlarındaki keskinlik aniden yok olurken, saniyeler içinde panik, endişe, korku, daha sayamadığım onlarca duygu gelip geçmişti.
"Beliz?" Dudaklarından fısıltıyla çıkan adımla sanki kendisini de buna inandırmaya çalışıyordu. İkimiz de öylece sessizce kalıp birbirimize baktık. Tam bir adım atacaktı ki durdu.
Onun duran şeyin bakışlarım olduğuna emindim. Galiba kalbim kabul etmese de aklım gitmesini çoktan kabul etmişti. Şimdi daha iyi anlıyordum. Bunun bir sonu yoktu.
Daha ilk başından burada kalmasının ne kadar tehlikeli olduğunu söylemişti. Bunu bile bile nasıl bir gölge gibi etrafımda dolanmasına izin vermiştim. Belki de bir ışık gibi onu takip eden bendim.
Aramızdaki sessizliği bölen onun adım sesleri olmuştu. Sonunda bir şeylerin kararını vermiş gibi emin adımlarla yanıma geldiğinde bana uzattığı elini sertçe itmiştim.
"Konuşmak istiyorum." Kış rüzgarını andırmayacak kadar soğuk sesimle gözlerimde duygu kırıntılarını arayan siyahlarına baktım.
"Konuşalım. Her şeyi anla-" yumuşak tutmaya çalıştığı sesiyle yeniden ellerimi tutmak istediğinde kendimi geri çektim.
"Seninle değil. Onunla konuşmak istiyorum." Evet, bu acımasız mesafeli sesin sahibi bendim. Artık ne kadar yorulduğumu, tükendiğimi söylemeye kelimeler dahi yetmeyeceğini emindim.
Benden bunu sakladığı gibi başka bir şey daha saklamasını kaldıramazdım. Beni hayallerine inandırmasını istemiyordum. Lucas'la konuşacaktım. Acı olsa dahi tüm gerçekliği ondan duymak istiyordum.
Lucas'a diktiğim bakışlarla hiç oralı olmayarak iki elini ceplerine atarak umursamaz bakışlarla göz ucuyla bana baktı. Siyahlar içinde olan adamın gümüş rengi saçları beyaz teniyle şu an gözümde şeytanı andırıyordu.
Karan, afallayan bakışlarıyla bir bana bir abisine bakarken önüme geçerek abisine diktiğim bakışlarıma engel olmuştu. "Olmaz. Hadi gidelim. Merak ettiğin her şeyi sana anlatacağım."
Bir çocuk ikna etmeye çalışır gibi beni gitmek için arkaya yönlendirmeye çalışırken kollarından çıkarak önümüzde duran Lucas'a doğru adımlamaya başladım.
"Bizi yalnız bırak." Kendimden emin adımlarımın aksine kalbim kanadı kırık kuş gibi titriyordu. Kendimi gereksiz tehlikelere atıyordum ama bunu son koymanın başka yolu yoktu. Beni tatmin edecek cevapların onda olduğunu biliyordum.
Karşısında dikildiğimde bana yukarıdan bakan küçümseyen bakışları aniden arkama kayınca Karan'ın gitmeyip arkamdan geldiğini anlamıştım. Hızla arkama dönerken ona attığım bakışlarımla adımlarını durdurdu.
Umarım uyarımın ne kadar ciddi olduğunun farkındaydı. Sabır diler gibi nefes çekerken saniyelik kapanıp açılan gözlerini yeniden bana dikmişti. "Sadece 5 dakika. Orada durup ikinizi de izleyeceğim."
Gözlerimdeki ılımlı ifade abisine döndüğünde keskin bir nefretle parlamıştı. "Eğer aklından dahi onu incitecek bir şey geçirirsen kendine ölümlerden ölüm beğen." Diyen sesiyle arkasına dönüp tam da dediği yerde durmuştu.
Bizi duyamayacak mesafedeydi ama burada olması biraz da olsa beni rahatlatıyordu. Keskin bakışları ikimizin üzerinde gezinirken yeniden karşımdaki adama döndüm. "Konuş." Emrivaki sesimle küçük bir kahkaha atmıştı.
"Pardon?" Alaycı sesiyle yumruklarımı daha da sıkarken avuç içime batan tırnaklarım artık canımı acıtacak bir hal almıştı.
"Bana bak çakma fırtına, ben senin o evrenindeki ateş kızlarına benzemem. Ya verdiğim sorulara doğru dürüst cevap verirsin, ya da küçük ateş kızına olan ilgini Loki'yle konuşmak zorunda kalacağım. Artık seni ormanın ruhuna mı geri verir, yoksa kendisi mi işini halleder bilemiyorum."
Söylediğim her sözle onun yüzü renkten renge girmişti. Umursamaz tavırları gittikçe yok olurken duruşunu dikleştirerek bana doğru bir adım atmıştı.
Resmen gözlerinden ölüm saçan bu adamı tehdit etmenin ne kadar akıllı bir fikir olup olmadığını sorguluyordum. Beni öldürmezdi değil mi?
"Ne saçmalıyorsun?" Tıslayan sesiyle geriye gitmek istesem de kendimi korkak gibi gösteremezdim.
"Tamam o zaman kardeşinle konuşmam gerekecek bu konuyu." Tam arkama dönmek isterken Lucas'ın bileğimi kavramak için elini kaldırmasını durduran Karan'ın sert sesi olmuştu.
"Lucas!" Resmen kükremişti. Gözlerindeki ölüm sesine de yansırken Lucas kendini hızla toplayarak birkaç adım geriye atmıştı.
"Işık soyunun ne kadar hilekâr olduğunu unutmuşum." Dediğinde aval aval ona bakıyordum. Yine ne saçmalıyordu. Bu sessizliğini yenilgi olarak kabul ederek aklımdaki ilk soruyu sordum. Artık kaçış yoktu.
"Seni Loki için kim gönderdi?" Dediğimde sanki bunu bilmemem onu şaşırtmış gibi bir yüz ifadesi almıştı. Az çok biliyordum ama emin olmalıydım. "Zeil." Beni cevaplamasıyla aklımı kaybetmek üzereydim.
"Neden? Neden durmadan o aptal ruh bir yerlerden çıkıyor? Onun Loki ile derdi ne?" Endişe dolu sesimi umursamadan Karan'a kısa bir bakış atmıştı.
"Ruhlar da yok olur küçük kız. Yanındaki adam kaç yıldır yok oluşunu bekliyor farkında mısın? Böyle kaç ruh vardır? Zeil için böyle ruhların değerini bilsen aklın şaşar." Dediğinde duyduklarımı anlamakta zorluk çekiyordum. Ne saçmalıyordu bu adam.
"Doğru dürüst anlat şunu." Yükselttiğim sesimle gözleri yeniden beni bulmuştu.
"Her şey basit, yok olamayan ruh yeni bir Zeil olur. Öncekinin yerini alır. Loki Zeil'in en kıymetli varisi. Zeil'i kurtaracak, onun yerine geçecek birer şans meleği. Tabii senin için şeytanı değil mi?" Hâlâ alay eden sesiyle üzerine atılıp onu parçalamamak için kendimi zor tutuyordum.
"Onun için yok olmak bir sorun değil. Burada kalıp yok oluşunu bekleyebilir. Peki sen? Sen onun gözlerinin önünde ölümünü izleyebilir misin? Peki o senin yok olmanı kaldırabilir mi? İkiniz de aptalın tekisiniz.
Onun burada kalması yalnız kendi ruhunu değil, seni de yok ediyor. Yaşadığın evrenlerde her gün biraz daha izlerin yok oluyor. Bu da yetmezmiş gibi geleceğini değiştiriyor. Yazılmış olana karşı çıkıyor." Sesindeki beni kınayan tınısıyla duyduklarımı inkâr edercesine başımı iki yana sallamıştım.
"Yalan söylüyorsun." Yine gözlerimin ardının sızlamasıyla ağlamak için direniyordum. Şimdi zamanı değil.
"Gerçeklerden istediğin kadar kaçabilirsin. Ama bu onu asla değiştirmez. Bırak gitsin. Belki orada yok olmanın bir yolunu bulur. Böylece hiç biriniz zarar görmezsiniz. Mutlak gerçekliğe karşı çıkma.
Kendini düşünmüyorsan dünyanı düşün. Bir daha yeniden iki acemi âşığın kararıyla tüm düzeni değiştirmeye hakkınız yok." Sesindeki keskin netlikle sanki bir suçluymuşum gibi bana bakıyordu.
Belki de öyleydim? Her şeyi bu kadar zorlaştıran biz miydik? Arkama döndüğümde Karan'ın çatık kaşlarla bizi izleyen siyahlarına baktım.
Gözlerimdeki yenilgiyi gören siyahlarını saran hayal kırıklığı beni de esir almıştı. "Ona gitmesi için izin ver. Zeil ile konuşup gelmeyeceğini söylemek istiyor. Zeil onu asla bırakmaz. O ise seni asla bırakmaz. Eğer kal dersen kalır. Tüm evrenin alt üst olmasını umursamadan yine seninle kalır.1
Kötüler böyledir işte, gözünü dahi kırpmadan senin için tüm dünyayı feda edebilir. Sence de bu fazla bencilce değil mi?" Lucas'ın bir yılan gibi zihnime sızan sesiyle gözlerimdeki yaşlar daha fazla direnememişti.
Bu hâlimi gören Karan da dayanamamış olacak ki bize doğru adımlamaya başladı. Attığı her adımda kalbim yaptığımızın yanlış olduğunu söyler gibi daha da hızlanıyordu.
Birini sevmek nasıl bencillik olabilir? Onu sevmem onun gibi beni de bencil biri yapar mıydı?
"Ona bunu yapmaya hakkın yok." Lucas'ın fısıltılı sesi Karan'ın tam önümde durmasıyla kesilmişti.
Yüzündeki endişenin sebebi bendim, deli gibi merak ettiğini biliyordum. Ama buna rağmen kendini sakin tutmak için ne kadar çabaladığı da ortadaydı. Eğer burada olmasaydım Lucas'ın boynuna yapışacağına o kadar emindim ki.
Usulca yanağımdan akan yaşlar artık durmuştu. Verebilecek tek bir karar vardı. Peki benim bu kararı verebilecek cesaretim var mıydı?
Yüzümü avuçları arasına alırken hafifçe kafamı kendine doğru kaldırmıştı. Gördüğüm siyahlar hala aynıydı. Şefkat ve sevgi dolu... Şimdiyse korku.
"Bana kızabilirsin, hatta konuşmak istemeyebilirsin. Senden bunu gizlediğim için beni suçlamanda razıyım. Ama düşündüğün şeyi yapmayı aklımdan dahi geçirmediğimi bil." Yumuşak ama bir o kadar da kendinden emin sesiyle gözlerimi yüzünün her zerresinde gezdirmiştim.
Beni bırakıp gideceğini defalarca aklımdan geçirmiştim. Son günlerde resmen kabuslarım olmuştu. Benim bu korkularımı aklına dahi getirmediğini söyleyen adama direnmem nasıl mümkün olabilirdi?
Sızlayan gözlerim yeniden yaşla dolarken yüzümü avucuna gömmüştüm. Kocaman elleriyle tüm yüzümü gizler gibi kafamı biraz daha eğmiştim. Şu an ne kadar çaresiz olduğumun farkında mıydı? Nasıl bu kadar kendinden emin olabilirdi?
Ben daha kendi sevgimi yeni yeni kabullenirken o nasıl beni bu denli sevebiliyordu? Eğer bu gerçek aşksa ben onu nasıl bırakacaktım? Aklımda beni delirmek için yarışan sorulara bir cevap bulamazken dudaklarımdan küçük bir hıçkırık kaçmıştı.
Artık direnmiyordum. Beni kendine çeken kollarında için için ağlamaktan başka elimden bir şey gelmiyordu. O yılan beni öyle bir şeyin içine atmıştı ki saptığım her sokak yokuştu. Artık yolun sonuna varmıştım.
"Ağlama güneş ışığım." Diyen fısıltılı sesiyle yüzümü daha da göğsüne bastırmıştım. Boynuma vuran titrek nefesiyle onun da ne kadar zorlandığını anlayabiliyordum.
Lucas yılanı yanımızdan uzaklaşırken sokak lambasının altında ona sıkıca sarılmıştım. Sanki veda gibi kokuyordu teni. Sarı lalelerin sihirli kokusu sinmişti ellerine. Yıllarca bir demet sarı lalede aradığım koku onundu değil mi?
Tanıdığım sevdiğim koku onundu. Son defa içime çektiğim kokusunu zihnimin her köşesine kazır gibi duraklamıştım.
"Eğer başka bir evren varsa yemin ederim her çıkmaz sokağında seni arayacağım. Ben seni hep bulurum. Hep sana gelirim. Yeter ki gelmemi iste. Ama şimdi olmaz." Dediğimde şiddetlenen gözyaşlarımla başımı iki yana sallamıştım.
Gözlerimi yerden ayırmazken Karan'ın çenemi kavrayan elleriyle buğulu gözlerim dolu dolu bakan siyahlarını buldu. Öyle yapma be adam. Topladığım son cesaret kırıntılarımı da yok etme. Ben sana nasıl git derim.
"O aptalın söylediği iki sözle bunu bana yapamazsın." Sesi bu olanları inkar eder gibi sitemkardı. Buz kesmiş parmaklarımı yüzüne çıkarırken dokundum sıcak teniyle kendimi nasıl bir uçuruma sürüklediğimi anlıyordum. Yüzünde gezinen elimi tutarak dudaklarını avuç içime bastırmıştı.
"Bir şey söylemene gerek yok. Kendini bunun için suçlu hissetme. Bu kararı ben verdim." Hala gözleri kapalıyken avuç içime çarpan sıcak nefesiyle konuşmuştu.
Sadece söyleyeceğim bir söz her şeyi değiştirecekti. Titreyen dudaklarım o lanet sözcüğü söylemek için aralansa da boğazıma oturan yumru beni susturmuştu. Her saniye daha da canım yanıyordu.
"Git" içime kaçan sesimle siyahların ani bir hızla beni bulmasını sağlamıştım. Söylediğimi anlamak istemeyen ifadesiyle kafasını gökyüzüne kaldırırken bir şeylerin kararını verir gibi derin soluklar almıştı.
"Lucas'ı buradan göndereceğim." Diyerek ellerimi kendine doğru çekerken sanki söylediğimi görmezden gelerek bir şeyler sıralamaya başlamıştı.
"Bunları unutalım. Şu an daha önemli meselemiz var." Diye devam ettiğinde titrek sesimle onu beni duyması için seslenmekten başka bir şey yapamamıştım.
"Ömer gittiğinde Melis'in kendini toparlaması zaman alacak. Birkaç şey düşündüm."
"Karan..." diyen sesimi yine görmezden gelmişti. Bundan kaçamazdı.
"Belki Ömer'le konuşursam son defa Melis'le konuşur. Aralarındaki bu sorunu-"
"Loki." Sözlerini bölen sesimle sanki bir rüyadan ayılırmış gibi irkilmişti.
Ona ismiyle seslenmeyi aramızdaki aşılamaz uçurumu gördüğüm gün bırakmıştım. Kendimi ikna etme şeklimdi bu benim. Eğer ismini unutursam gideceğini de unuturdum.
Şimdi bunu hatırlama zamanıydı. Gözlerindeki ifadede gördüğüm kızgınlığın sebebi bendim.
Zamanı durduran o üç harf onu benden almıştı.
"Tek bir bakışınla dahi kalacağımı bile bile bana git mi diyorsun?" Sitemkar sesindeki kırgınlık kalbime daha ne kadar işkence edecekti?
İlk defa ellerimdeki sıcaklığının yok olduğunu hissetmiştim. Yok olmakta olan bir ateşin külleriydi bunlar. Bizden geriye kalanlar gibi. Bir rüzgarla savrulup gidecek kadar bir anıydı.
Parmaklarımın üzerine hafif yükselerek ayakta durabilecek son gücümle dudaklarımı son kez sıcaklığının hasretiyle yanacak dudaklarına bastırdım. Son kez öptüm.
Son kez buz gibi tenim sıcaklığını yitiren yüzünde gezindi. Hafifçe geri çekilirken dudaklarımız arasında küçük bir mesafe bırakmıştım.
"Seni seviyorum." Fısıltılı sesimle yutkunmuştu. Sanki yeni anlıyordu asıl gidenin kendisi olduğunu. Yüzünün her zerresini özenle izledim. Hala bu olanları kabul etmeyen gözleri söylediğim ani itirafla yıldızlara kavuşmayan birinin hüznüyle parlamıştı.
Yanaklarımı bulan elleriyle yavaşça kendimi geri çektim. Artık gitme zamanıydı. Yine boş kalan elleriyle kaşları çatılırken bu defa ki gidenin ben olmadığımı biliyormuş gibi bakıyordu. Ama bu gidişi izleyemezdim.
Eğer biraz daha burada beklersem, o gözlerine bakarsam yemin ederim dünya yansa bile onu bırakmayacaktım. Arkaya doğru attığım birkaç adımla tam Karan bir şeyler söyleyecekti ki Lucas yeniden ortaya çıkmıştı.
"Hadi." Karan abisinin koluna dokunmasıyla öldürücü bakışlarıyla ona dönmüştü.
"Sözünün üzerinde dur. Eğer seni istemezse gideceğini söyledin." Lucas'ın canına susamış gibi umursamaz tavırlarıyla Karan kafayı yiyecekmiş gibi görünüyordu.
Bakışlarının üzerimde olmamasını kullanarak arkamı dönmüştüm. Hızlanan adımlarımla arkamdan seslenen adamı görmezden gelmekten başka yolum yoktu.
"Beliz." Çaresiz sesi daha da uzaktan gelirken bakmamak için ne kadar direnmem gerektiğini bilmiyordum. Artık gözlerimden akan yaşları silmekle bile uğraşmıyordum.
"Sen sevdiğin için o lanet laleleri bile sevdim. Buna rağmen gitmemi istiyorsun." Arkamdan bağıran sesiyle ağlamam şiddetlenirken ellerimi ağzımı kapatarak bir zamanlar kahkahalar yükselen dudaklarımdan şimdi acı dolu haykırışlarımı gizlemeye çalışıyordum.
Duyduğum son şey "Eğer gölgeden ışığını alırsan yok olur." Diye yalvaran sesiydi.1
~~~
Pencereden yüzüme vuran güneşin sıcacık ısısıyla yüzümde tebessüm yaranmıştı. Kışın bu soğuğunda aniden varlığını tüm ihtişamıyla belli eden sarının güzel tonuyla içim ısınmıştı.
Sarı renge olan düşkünlüğüm bir farklıydı. Elime aldığım sarı laleleri az önce su doldurduğum vazoya özenle koyarken burnuma dolan o varla yok arasındaki naif kokusuyla kendimden geçmiştim. Her çiçek güzeldi ama bunların naifliği bence bir başkaydı.
Sanki kış ayazına meydan okur gibi güneşe özenen sarı yaprakları umudun daha bitmediğini hatırlatıyordu bana. Vazoya koyduğum son çiçekle de yüzümdeki gülümseme daha da büyümüştü. Sahi bu pencereye ne kadar da yakışmıştı bu çiçekler.
Evet, duvarların siyah olmasıyla odadaki canlılığı daha belirgindi. Ama duvarlar neden siyahtı? Benim odamın duvarları siyah değildi ki, beyazdı.
Çatılan kaşlarımla sanki olduğum yerin daha yeni farkına varıyormuş gibi gözlerim odayı taramıştı. Simsiyah duvarlar gibi odadaki diğer eşyalar da genelde koyu tonlardaydı.
Yalnızca kitaplıkta olan kitapların solgun renkleri odaya biraz da olsa yaşanmışlık katmıştı. Belki de bu odada yaşayan tek şey o kitapta var olan karakterlerdi...
Önünde durduğum pencerenin ani rüzgarla açılmasıyla uçuşan tüller önümü görmemi engelliyordu. Duyduğum büyük gürültüyle ayaklarımın altında paramparça olan vazoya baktım.
Havanın ani değişmesiyle tüm kasvetiyle odayı saran gölgelerde geziniyordu gözlerim. Tüm çiçeklerim mahvolmuştu. Yavaşça yere çökerken tam elim uzatacaktım ki sarı lalelerin üzerinde damlayan birkaç kan damlasıyla gözlerim ellerime kaymıştı.
Korkuyla hızlanan nabzım algılamamı zorlaştırırken ellerimdeki kanların izler bıraktığı lalelere bakmıştım.
~~~
Aniden açılan gözlerimin görebildiği yalnızca beyaz tavandı. Kanın ve izlerin olmadığı düz bir renk.
Hızlanan nefeslerimi düzene sokmak için birkaç saniye beklemiştim. Neler oluyordu? Bedenimde hissettiğim bu sızı da neydi? Yeniden kapanmaya başlayan gözlerimi zorlukla aralayarak etrafa bakındım.
Boynum çok fena acıyordu. Gördüğüm yeri algılamam neredeyse dakikalarımı almıştı. Ruhumdaki yaralar yetmiyormuş gibi bedenimde hissettiğim bu şiddetli acıyla gözlerimi üzerimde gezdirmeye başladım.
Aniden nefes almamı unutturan manzarayla aklımın bana daha ne kadar oyunlar oynadığını merak ediyordum. Yine mi? Yine mi kâbus görüyordum? Sargıda olan bacağım, çizikler içinde olan kollarımla delirecek gibi hissediyordum. Neler oluyordu?
Kıpırdanmaya çalıştığımda yaptığım her bir hamlede sanki ciğerlerime saplanan kaburgalarım nefes almamı engelliyordu. Benim hastanede ne işim vardı?
Aniden açılan kapıyla başımı çaresizce yastığa atarken umutla gelen kişiye bakmıştım. Artık biri bana ne olduğunu açıklayacak mıydı? Beyaz sayfadan farksız zihnim bana hiç yardımcı olmuyordu.
"Beliz Hanım?" İçeriye giren orta yaşlarında bir hemşireyle kafamı biraz daha ona doğru çevirmeye çalıştım. Kadının yüzündeki gülümseme iyice genişlerken yanıma gelerek birkaç şeyi kontrol etmeye başlamıştı.
Bense sanki konuşmayı unutmuşçasına boş bakışlarla onu izliyordum. Yalvarırım artık biri bana ne olduğunu söylesin.
"Birkaç dakikaya doktor gelecek. Merak etmeyin." Diyen ılımlı sesiyle yeniden devam etmişti.
"Uyandığınızı ailenize haber vereyim." Deyip tam odadan çıkmak için arkasını dönecekti ki hırıltılı kısık sesim onu durdurmuştu.
Meraklı bakışları beni bulurken benim ne kadar merak içinde olduğumu tahmin dahi edemezdi.
"N-ne oldu. B-bana." Zorlanarak söylediğim birkaç kelimeyi sabırla dinlerken yine beni gıcık eden o gülümsemesi yerleşmişti yüzüne.
"Bu sabah trafik kazası geçirdiniz. Ama merak etmeyin, durumunuz şu an iyi."
Ne?
Ne saçmalıyordu bu kadın? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Hiçbir yere gitmediğime eminim. Suskun halimle gitmesi gerektiğini düşünen kadın odadan çıkarken yeniden yalnız kalmıştım. İçimdeki boşluk da neyin nesiydi?
Bir şeyler yanlış gidiyordu. Anlam veremiyordum. Neyi kaçırıyordum? Beyaz tavanı izleyen boş gözlerim zihnime düşen acı dolu birkaç görüntüyle aniden buğulanmıştı.
"K-karan..." titrek sesim boş odadan yankılanırken yanaklarımı yakan ısının nedeni sessiz gözyaşlarımdı. Şiddetlenen ağlamam canımı daha çok yakarken bulanık gören gözlerim duvardaki tarihe takılı kaldı.
Zihnimde hala dönüp duran onun yüzüyle daha neye ağladığımı bile bilmiyordum. Hatırlamak için zihnimin duvarlarını zorlarken kendimi fazla yorgun hissediyordum.
Bir adam nasıl böyle acının nedeni olabilirdi? Ruhum gibi bedenim de daha fazla bu yorgunluğa dayanamazken zihnime bir yılan gibi sızan anıyla o lanet tarihi hatırlamıştım.
Hayatıma girdiği ve onu gördüğüm ilk gün.
Oylamayı ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın✨️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |