59. Bölüm

3.3

Okyanus
okyanuss_s

Oylamayı ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın✨️

 

Karanlıktan korkmuyorum ama bir daha ışığa kavuşamamak beni korkutuyor. Umusuzluk özellikle bu anlarda fazla ağır geliyordu. Sanki ışığı elinden alınmış bir yıldız gibiydim. Öyle küskün, öyle yorgun ve umutsuz.

Pencereden çiseleyen yağmuru izlerken cama vuran damla seslerinde bile bir şeyleri ara gibiydim. Gözümün değdiği her damlada daha hangi anıyı hatırlayacağım diye umutsuzca bakıyordum.

Açıldığını duyduğum kapı bile beni daldığım düşüncelerden ayıramamıştı. Hala garip bir ağırlık vardı üzerimde. Daha uyanalı 10 dakika olmamıştı ama yarı baygın, yarı açık olan bilincime bile bu dakikalar saatler hatta yıllar gibi geliyordu.

Evet, yıllar. Sanki yaşanan aylarım, yıllarım elimden alınmıştı. Tam karşımda duran beyaz önlüklü adamla kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Kolumu kaldıracak mecalim bile yoktu.

Hatta yüzümde bir mimik oynadığından bile emin olmasam da yağmuru izlememe mani olması beni kızdırmıştı. Gözlerimi yavaşça yüzüne kaldırırken orta yaşlarındaki bir doktora kısa bakış atmıştım.

Ardından açılan kapıyla birkaç kişinin daha içeri girdiğini anladım. Melis'in ve annemin sesiyle gelenleri tahmin etmem zor olmamıştı.

"Şimdi kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" Doktorun sorusunu cevapsız bırakırken boş gözlerle Melis ve anneme baktım.

Hemşire gibi doktor da birkaç şeyi kontrol ettikten sonra kağıda bir şeyler karalayıp annemle konuşmuştu. Bu sırada bana yavaşça sarılan Melis ve diğerlerinin konuşması benim için boş bir uğultudan farksızdı.

Garip bir şekilde bu dünyadan soyutlanmış bedenim sanki tüm hislerimi de devre dışı bırakmıştı. Yalnız korkudan başka. Nedense bu koca hissizliğin ardından keskin bir acı hissedeceğimden korkuyordum.

Doktor çıktıktan sonra annem de aynı hızla bana sarılmış, ağlayan gözlerle bana bakıyordu. Evet, üzülmüştü ama neye? Tam olarak neler oluyordu?

Durmadan ağlarken bir şeyler anlatan anneme attığım hissiz bakışları bölen yine cama vurduğunu duyduğum şiddetlenen yağmur sesi olmuştu. Fazlasıyla garipti.

Duyabildiğim, daha doğru his edebildiğim yalnızca yağmurun zihnimin duvarlarında yankılanan sesi idi. Anlayamıyordum ve konuşamıyordum.

Kaç dakika, kaç saat geçti bilmiyorum ama annemin ve Melis'in gözlerinde artan endişe bile beni kendime getirememişti. En son gördüğüm tek şey annemin odadan çıkmasıydı.

Yanımdaki koltukta oturan Melis de sessizliğe gömülürken gözlerimi kapadım. Karanlığın içinde küçücük bir ışık zerresi aradım. Eğer ışığı bulursam gölgeyi de bulurdum.

Karanlık boş zihnimde saatlerce dolaştım. Girdiğim her kapı şiddetli rüzgarın beni ittiği uçuruma açılıyordu.

Karanlık ve hiçlik.

Işığı bulamamıştım ama şimdi etrafta görünen anılar daha aydınlıktı. Işık vardı ama nerede? En son zihnimi zorlayan o anıya yeniden gittim. Hatırlamak için tüm gücümü kullanmıştım.

Zihnimde bir yıldız gibi parlayıp sönen bu isme odaklandım. Aklıma düşen gölgeli yüzüyle bedenime bir elektrik gibi yayılan ısı dalgaları sanki hissizliğimi kıran ilk adım olmuştu.

Acının zihnimin en ücra köşelerine bile sinsi bir yılan gibi sızdığını hissedebiliyordum. Kendi ellerimle hançeri katilimin ellerine veriyordum. En savunmasız anımda canımı yakacağını bile bile hatırlamak için çabalamaya devam ettim.

Zihnime düşen siyah gözlerle ışığı neden bulamadığımı anlamıştım. Bir çift siyah gözde gördüğüm kendi yansımam, gerçekliği tüm acımasızlığıyla yüzüme bir tokat gibi vurmuştu.

Işık bendim.

Gölgeyse her zaman bir adım arkamda beni takip ediyordu. Işığım o siyah gözlerin en karanlık kuyusuna hapsolmuştu. Artık şiddetlenen bu acı dayanılmaz bir hal alıyordu.

Zihnim, kalbim, bedenim, hatta tüm kalbim bir film şeridi gibi gözümün önünden geçen anılarla acıyla kıvranıyordu. Buz kesmiş bedenimin varlığını ilk defa hisseden zihnim neyin eksik olduğunu bulmuştu. Onun kavurucu ısısını özlemiştim.

Onu özlemiştim.

Şiddetli bir sarsılmayla yataktan acıyla doğrulurken havanın yavaştan kararmaya başladığını görmüştüm. Titrek nefeslerim odada yankılanırken gözlerim koltukta uyuyakalan Melis'e kaydı. Uyuyakalmıştım.

Sadece bir kabustu.

Geçti.

Geçti.

Geçti, kendi kendime ne kadar bu kelimeyi sayıklamıştım bilmiyordum. En son yüzümle ellerimi kapatırken akmakta olan gözyaşlarıma teslim olmuştum. Ağlamamla titreyen bedenimi hayata döndüren yanımda hissettiğim Melis olmuştu.

"Beliz?" Korku dolu sesiyle bana sarılırken ben de ona sarılmıştım.

"Eve gitmek istiyorum," bir çocuk gibi mızmızlanan sesimle yüzümü biraz daha kapatmıştım.

"Doktor bu akşam taburcu olabileceğini söyledi. Sakin ol. Ben şimdi Meral teyzeye haber vermeye gidiyorum. O da zaten yeni çıktı." Dediğinde gözleri duvardaki saate takılmıştı.

Aynı şekilde benim de. Aklıma bugünün tarihi gelince kalkmak için hareketlenen Melis'i durduran benim sesim olmuştu. Gözlerim hala duvardaki tarihe takılı kalmıştı. 19 Eylül, bu olamazdı. Bir sorun olmalıydı.

"Melis." Titrek sesimle meraklı gözleri beni buldu. "Bugün ayın kaçı?" Dediğimde sanki garip bir şey sormuşum gibi önce şaşırsa da korktuğum cevabı bana vermişti.

"19'u"

"Hangi ayın?" O kadar aceleyle sormuştum ki soruyu, nefes bile almayı unutur gibi odaklandığım tek şey söyleyeceği kelimelerdi.

"Eylül ayı. Beni korkutuyorsun Beliz. İyi misin?" Melis'in endişe dolu sesi bile yaşadığım şokun etkisinden kurtulmama yardımcı olamıyordu. Neler oluyordu?

Zihnimde o kadar senaryo geçiyordu ki neredeyse delireceğimi sanmıştım. Saçlarımı ellerimin arasına alırken yaşadığım afallamayla sertçe çekiştirdiğimde bile yanan canımı umursamamıştım.

"Beliz?" Melis'in omzumdaki eliyle irkilirken titrek gözlerim onu buldu.

"Delireceğim." Ağlamaklı sesimle iyice endişelenmiş görünüyordu.

"Yalvarırım bana olanları anlat. Artık düşünecek gücüm kalmadı." Çaresizliğim karşısında daha fazla dayanamamış olacak ki iyice bana yaklaştı.

"Neyi anlatayım?" Yumuşak tutmaya çalıştığı sesiyle soğukkanlı kalmaya çalıştığını anlayabiliyordum.

Ama şu an delirmenin eşiğinde olduğumun farkında olduğunu biliyordum. Çünkü durmadan akan gözyaşlarım ve titreyen bedenim onu yeterince korkutuyordu.

"Bana neler olduğunu, Karan'a ne olduğunu? Neden buradayız? Abimle babam nerede?" Durmadan sıraladığım sorulara sırayla cevap vermek için bana baktı.

"Doktor, bu gibi durumlarda psikolojik yardım almanın da iyi olacağını söyledi. Merak etme. Uyanmanı bekliyorduk. Yarın da psikolog randevusu ayarladık." Dediğinde sözlerine anlam veremiyordum.

"Ne gibi durumlar?" Dediğimde Melis biraz duraksasa da yeniden devam etmişti.

"Bu sabah imza gününe gidecektik, hatırlıyorsun değil mi?" Dediğinde Karan'ı gördüğüm ilk sabahı yeniden hatırladım. Tüm geceyi kitap okuyarak geçirmiştim. Daha sonra ise sevdiğimiz yazarın imza gününe gidecektik.

Hatta ben geç uyandığım için aceleyle hareket ederken balkonumun önünde baygın Karan'ı bile fark edememiştim.

"Evet." Diyerek hızla başımı olumlu anlamda salladım. Melis'in yüzünde gördüğüm ani rahatlamayla muhtemelen hafızamı kaybettiğimi sandığını anlamıştım. Ama öyle değildi. Ben her şeyi hatırlıyordum. Hem de tüm netliğiyle.

"Tabii tüm gece kitap okuduğumuz için biraz geç kalmıştık. Bu yüzden sen babanın arabasıyla gitmeyi teklif ettin. Biz de hız-" Daha sözünü tamamlamasına izin vermeden afallamış yüzümle onu durdurdum.

"Ne? Hayır hayır. Biz hiçbir yere gitmedik. Hatırlasana Melis." Dediğimde ikimiz de şaşkınca birbirimize bakıyorduk.

"Hayır gittik. Hatta trafik olduğu için kestirme yoldan gideceğimizi söyledin. Arabayı hızlı kullandığın için-" Biraz duraksadıktan sonra yeniden konuştu. "Öndeki bir arabaya çarptık. Benim durumum iyiydi, ama sen..." dediğinde yeniden duraklamıştı.

"Seni öyle görünce çok korktum Beliz. Şükürler olsun ki ciddi bir şeyin yoktu. Ama tüm gün sayıklayarak ağladın. Hayati bir tehliken yok sadece bacağın sıkıştığı için bir süre üzerine çok basmaman gerekiyormuş. Hatta uyandığında bile o kadar ağladın ki yeniden seni uyutmak zorunda kaldılar." Dediğinde o anıları hatırlamak istemiyormuş gibi başını iki yana salladı.

"Psikolog desteği aldıktan sonra daha çabuk toparlanacaksın. Meral teyzeye ben haber verdim. Biliyorsun Nazım amcanın kalp sorunları var, bu yüzden Meral teyze ona haber vermeden Antalya'dan kendisi yalnız döndü."

Sonunda sustuğunda ben anlattığı bu saçma hikayeye inanmak istemiyordum. Ne yani hepsi bu mu?

"Karan?" Kısık sesimle gözleri beni buldu.

"Kim?" Şaşkın bakışlarıyla birçok şey kafamda oturmaya başlasa da bunları kabul etmek istemiyordum. Saçmalık bu. Böyle bir şey olamazdı. Hayır.

"Loki nerede?" Bağırmamla neredeyse irkilse de hala sakin kalmaya çalışıyordu.

"Sakinleş." Anlayışlı tavırlarına artık dayanamıyordum. Ben artık hiçbir şeye dayanamıyordum.

"Loki nerede?" Ağlamaklı sesimle ne kadar da acınacak bir durumdaydım.

Melis derin bir nefes alırken bir şeyleri kafasında tartar gibi duraklamıştı.

"Kim olduğunu bilmiyorum ama şu adamın adını tüm gün sayıkladın. Annen bu konuyu seninle ayrıca konuşmak istiyor haberin olsun. Benden bir şey saklamıyorsun değil mi Beliz? Eğer hayatında biri varsa-"

"Tamam." Net sesimle onu sustururken gözlerim yeniden duvardaki tarihe kaymıştı. Şimdi anlıyordum. Geçmiş değişmişti.

Hatta geçmiş yok olmuştu. Şiddetli bir ağlama hissi beni ele geçirse de öylece boş gözlerle duvara baktım. Sonra ise Lucas'ın söylediği o sözler yeniden zihnime doldu.

O senin geleceğini değiştiriyor.

Eğer o sabah Loki gelmeseydi ben o imza gününe gidecektim. Aynı şimdi olanlar yaşanacaktı. Yazılmış olan kaderi durmadan değiştiriyorduk.

Loki haklıydı, asıl sorun gelecek değildi. Bizim bile haberimizin olmadığı geçmişimizdi. Ve birbirimizin geçmişi olmuşken geleceğimizi değiştirmekti. Bunu kabullenemezdim.

Gitmesini isterken bu kadarını olacağını bilemezdim. Hayatımdan hiç yokmuş gibi gidemezdi.

Geçen dakikaların ardından içeri giren annemi hastaneden daha çabuk çıkmak için ikna edebilmiştim. Burada daha fazla kalamazdım.

Bu beyaz duvarların arasında boğulacakmış gibi hissediyordum. Hâlâ yaşadıklarımı sindiremezken, abimin görev için Ankara'da kalacağını annem söylemişti. Anlaşılan ne değişse de bazı gerçekler asla değişmeyecekti.

Abim ve Melis'in hikayesinin belki de başlamadan bitmesi ikisi açısından daha iyiydi. En azından daha az acı çekmiş olacaklardı. Peki ya ben? Ben nasıl dayanacaktım buna?

~~~

"Hadi kızım, otur şuraya." Bizim çocukların ve annemin yardımıyla eve çıkabilmiştim.

"Hayır anne, odama gitmek istiyorum." Suratsız yüzüm, yol boyu Evren'in yaptığı abuk sabuk esprilerle bile değişmemişti. Tek istediğim odama gitmekti.

"Ama-"

"Lütfen anne," diyerek onu durdurmuştum.

Evren'in yardımıyla odama geçtiğimdeyse yaşadığım acının asla bitmeyeceğini daha yeni fark ediyordum. Ömrümün sonuna kadar bu pişmanlıkla yaşayacaktım. Onu kaybettiğim gün, kendimi de kaybettiğim gün olarak kalacaktı.

"Fıstığım." Evren'in sesiyle kitaplığımda gezinen gözlerim yavaşça ona kaymıştı.

"Yalnız kalmak istiyorum." Hissiz çıkan sesimde kaç yıkımı gizlediğimi bir tek ben biliyordum. Evren şaşırsada beni ikiletmeden odadan çıkmıştı.

"Bir şey olursa haber ver. Bir telefon uzağındayım, biliyorsun değil mi?" dediğinde yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım.

"Tamam."

Her şey aynı gibi görünüyordu. Hatta 19 Eylül'de dağınık bıraktığım yatağım bile. Sol ayağıma çok basmamaya dikkat ederek kitaplığımda olan kitaplara bakınmıştım.

Ne kadar da aptalmışım. Onsuz yaşayabileceğimi sanacak kadar aptalmışım. Gözlerim "Son Çağ" kitabını ararken her yere bakınmıştım. Neredeydi bu kitap?

Ayağımın acısını dahi umursamadan tüm kitaplığımı neredeyse dağıtmıştım. Yoktu. Hayır.

Lokini bana getiren kitap yoktu. Hayatımı alt üst eden o lanet kitap yoktu. Delirmiş gibi yere saçılan kitaplara bir bir bakarken artık gücümün tükendiğini hissedebiliyordum. Kendimi fazla yormuştum.

"Ne yapıyorsun Beliz?" Ne zaman geldiğini bilmediğim Melis'in sesiyle hızla ona dönmüştüm. Belki de Melis almıştı. Ya da annem toplarken bir yere bırakmış değil mi? Yoksa kitabın buharlaşacak hali yok ya.

"Kitaplarımı bulamıyorum." Melis'in gözleri yerde dağınık duran kitaplara kayarken, onlara zarar vermemek için ihtiyatlı adımlarla yanıma yaklaştı.

"Hangi kitap? Söyle, beraber bakalım."

"Son Çağ. Hatırlıyor musun, dün gece seninle son kitabını okumuştuk. Hatta bugün de o yazarın imzasına gidecektik." Dediğimde, son umut kırıntılarımı da yok eden Melis'in şaşkın yüzü olmuştu.

"Son Çağ mı? Biz öyle bir kitap okumadık. Anlaşılan isimleri karıştırmışsın. Dün okuduğumuz kitap bu." Diyerek tam da önümdeki kırmızı ciltli bir kitabı şaşkın yüzüyle bana uzatmıştı.

O an artık bir şeyleri inkâr edebilecek gücü dahi kendimde bulamamıştım. İşte korktuğum şeyler tam olarak sırasıyla yaşanıyordu. Benim yaşadığım dünyadan tüm izler tamamen silinmişti.

Ve bir lanet gibi onu hatırlayan yalnız bu aptal zihnimdi. Aradaki bilinmeyen binlerce evren, zaman aşımı bile onu zihnimden silememişti. Ve bu benim lanetimdi.

23.35.

Gece yarısına sadece 25 dakika vardı. O lanet 7 takım yıldızının hizalandığı günün bitmesine neredeyse dakikalar kalmıştı. Bir şey düşünmeliydim. Eğer bu gün biterse bir daha asla bir şeyler yapabilecek şansım olmayabilirdi.

Kendime itiraf etmekten çekinsem bile aklımda dolaşan yalnızca tek bir fikir vardı: Yeniden Lokini buraya getirmek. Belki sağlıklı düşünemiyordum ve fazla bencilce davranıyordum.

Bu saatler bile benim onun düşleriyle yaşayamayacağımı anlamama yetmişti. Ama bulamadığım kitapla ateşlenen son umudum da kül olmuştu. Stresimi daha da artıran her dakikayla Melis'i apar topar odadan çıkarmıştım.

Acıyan ayağımı umursamadan balkona adımlarken gördüğüm ışıl ışıl gökyüzü bana umut yerine korku veriyordu. Her şey benim hatamdı.

Hatırlamalıydım. O lanet sözcükleri hatırlamalıydım. Balkonda endişeyle sağa sola paytak adımlar atarken durmadan aklımda kalan kesik kesik cümleleri tekrarlıyordum. Ne yaptığımı kendim de bilmiyordum ama ona gitmenin tek yolu yalnızca o hayatımı alt üst eden kehanetten geçtiğine emindim.

"Yıldızlardan kaç, yıldızların cazibesine kapılma. Kayan her yıldız tuzak kurar sana..." Ardını hatırlayamadığım cümleleri bilmem kaçıncı defadır tekrarlıyordum.

Çaresizce dizlerimin üzerine çökerken yüzümü ellerimle kapatmıştım.

Bitti.

Hatırlayamıyordum.

Hatırlasam bile bir şeylerin değişebileceğini umut etmek aptallık olurdu. Birkaç dakikanın ardından gözlerim yeniden gökyüzünü buldu. Bu ışıl ışıl parlayan gökyüzünde onun bir çift siyah gözlerini aradım.

Saniyelik bir hızla gökyüzünde yanan iki yıldıza takılmıştı gözlerim. Işığı terk ederek gölgeye gömülen iki yıldız. Bir dilek tut. Onu sana getirecek bir dilek tut. Kapanan gözlerimle zihnime doluşan kelimeler fısıltıyla dudaklarımdan dökülmüştü.

Yıldızsız geceleri arzula,

yıldızlardan kaç,

Onlar, evrenin lanetini gizler içinde

Yıldızlardan kaç,

cazibesine kapılma,

Kayan her yıldız, bir tuzak kurar sana.

Kumar oynar kalbinle,

bir dilek sunar,

Birer düş kapanıdır,

seni kandırır.

Seni hayallerinle oyalarken çalar kalbini,

Yıldızsız geceleri arzula,

yıldızlardan kaç.

 

Ancak öyle huzura kavuşur ruhun, rahatlar.

Karanlığa sızan ışık gibi zihnime sızan o boğuk, hırıltılı sesle bedenimin kontrolünü kaybetmiştim. O hayvansı sesi unutamazdım. O lanet ruhu unutmam imkânsızdı.

Siyahın en koyu rengine boyanan zihnimin tüm koruma duvarlarını yerle bir etmişti. Fazla savunmasızdım. Onun pençelerine düşmüştüm. Ve galiba bu sonum olacaktı.

Titrek nefeslerim eylül rüzgarına karışırken zihnimi ele geçirerek tahtına yerleşen ruhun sesi boşlukta yankılandı.

"Yeniden merhaba küçük kız." Alaylı tınısı bile o tüylerimi ürperten sesindeki korkutuculuğu yok edememişti. Buradaydı. Tam zihnimin merkezinde. Ve ben bir cevap dahi vermeyecek kadar güçsüzdüm.

Boğuk kahkahası zihnimin kıyısına vururken ona direnmeyi bırakmıştım. Ne kadar karşı koyarsam üzerimdeki baskısını o kadar artırıyordu. Ne istediğini anlamalıydım. Tabii önce bu konuşma işini çözmeliyim.

"İt herif." İlk deneme için bence berbat bir seçimdi. Ama içimdeki öfkeyi dindirmek öyle kolay değildi. Ve benim bu öfkeyi dindirmek gibi bir niyetim de yoktu.

"Fazla cüretkârsın ve aptal. Koca asırlar bile bu huyunu değiştirememiş." Yılışık sesi zihnime sızarken ardından bıraktığı o ürpertici hisle mücadele etmek çok zordu.

"Defol zihnimden." Yine aptalca bir hamle. Şu an tüm kontrolün onda olduğunu bilerek nasıl bu kadar rahat olabiliyordum?

"Anlaşılan davetsiz misafirliğim seni sinirlendirdi. Ben sevineceğini sanmıştım." Hayvansı sesindeki yalancı üzüntüsü bile iğrençti. Öfkem şiddetlenirken hızlanan nabzım onu daha çok eğlendirmişti.

"Demek küçük aklınla şeytanlık yapacaktın öyle mi? Sence onun bir daha sana gelmesine izin verir miyim? Artık şansınız tükendi." Kendinden emin sesiyle artık dayanamıyordum.

"Bana gelmek isterse onu asla engelleyemeyeceğini ikimiz de çok iyi biliyoruz." diye haykırmıştım resmen. Hiçliğe karışan düşüncelerim zihnimde ona daha ulaşmadan küçük bir kahkaha atmıştı.

"O sana asla gelmeyecek."

O gelmezse ben giderdim.

"Bence o kadar da emin olma." Niyetim onu kızdırmak değildi ama artık sınırı çoktan geçtiğime emindim. Bedenimde hissettiğim şiddetli acıyla iki büklüm olurken yine o sesi zihnimde yankılandı.

"Bir." dedi net sesi. "Sadece sana gelmesini engelleyeceğim bir yaşamı kaldı. Sonunda yok olacak bir ruha dönüşeceksin. Hem de hiç var olmamış gibi. Sevinebilirsin. İkimiz için de o bunu üstlenecek. Tabii senin yok oluşun varlığın gibi acı dolu olacak. Ama sonuca odaklanalım, öyle değil mi?"

Yeniden tiksindiğim kahkahasını duyarken delirmemek için direnen zihnim olanları algılamıyordu.

"Ne saçmalıyorsun?" Uzun sessizliğe gömülürken yeniden bağırmıştım.

"Neden bahsediyorsun?" diye bağırdım. Bu defa keyifli sesini duyduğumda bazı şeyler kafamda oturmaya başlamıştı. Bu lanetin bir sonu yoktu. Ve ben artık bundan asla yakamı kurtaramayacaktım.

"O aptal çocuk hiç akıllanmadan 7 ana yaşamında da aynı yanlışları yaparak sana geldi. Ve bil bakalım bunun sonu nasıl bitti? Galiba bu soru senin için zor oldu." Sözcükleri bilerek uzatırken sabrımı sınıyordu.

"Kanlı kaderlerin sebebi sensin. Yalnız bir şansı kaldı. İstese bile sana gelemez. Senin için harcadığı yüzlerce gerçekliği bana hiç gerek kalmadan bir sözünle silebildin. Aferin ljocht." Tüm dünyam yıkılmışta ben pişmanlıklarımın altına ezilip yok oluyormuş gibi hissediyordum.

Kaç defa onu kendimden uzaklaştırdım? Kaç defa her şeyini bırakıp bana gelen adamı kendi kararsızlığımla kaybettim.

"Seni bir daha asla hatırlamayacak. Bu defa yalnız zihni değil, artık ruhu da unutacak." Sesindeki eminlik, ne yapacağımı şaşırmış zihnimi aptalca yollara sürüklüyordu. Ve belki de bu aptal yollar benim kurtuluşum olacaktı.

Bir deliyi andıracak kahkahalar yükselmişti dudaklarımdan. Daha çok çaresizliği barındırsa da onu küçümsediğimi açıkça belli etmiştim.

"Asıl aptal olan sensin. Sence beni hatırlamasa bile durmadan bana gelen adam, şimdi beni severken her şeyi yok sayıp beni bulamayacak mı? Ha? Söylesene? O zaman senin sonun nasıl olacak? Ahh. Pardon. Senin bir sonun yok, öyle değil mi?

Şu kısır döngüye hapsolmuş bir Zeilsin. Ve tek kurtuluşunun kendi ellerinle bana gelmesine izin vereceksin." Söylediğim son cümlelerden sonra göğüs kafesimin sıkışmasıyla nefessiz kalmıştım.

Dudağımdan süzülen küçük kan damlası sıktığım parmaklarımın üzerine düşmüştü.

Kanlı kaderlerin nedeni sensin.

Eğer şimdi durmazsam beni burada öldüreceğine dahi emindim. Ama yapamazdım. Tek bir çıkış yolum vardı. Beni kendi elleriyle Karana götürmeye ikna etmek. Eğer onun gibi bir şeytanı oynamazsam kaybeden ben olacaktım.

"Aptal ljocht. Öleceksin." Hayvansı sesiyle yeniden dudaklarımdan o küçümseyici kahkaha çıkmıştı.

"Küçük bir anlaşmaya ne dersin Zeil?" Bu defa kelimeleri fısıltıyla sesli söylemiştim. Artık kendi zihnimde bana yer yoktu. Onun karanlık gücü benden kendi ruhumu alıyordu. Geriye bir hiç kalana kadar da devam edecekti.

Son sözlerim dikkatini çekmiş olacak ki bedenime yaptığı işkence son bulmuştu. Kandır onu. Yıldızların düşleriyle kandır. Dilek kapanları kur. Bırak doğduğu yıldızlar sonu olsun.

"Beni ona götür, böylece yersiz bir riskten de kurtulmuş olursun. Düşünsene, yine kendi evreninden kaçıyormuş. Boşuna evren kaçağı demiyorum ona. Ne yapıp eder kaçmanın bir yolunu yine bulur. O zaman elinde olan son ruhu da kaybedersin. Sence böyle bir risk almaya değer mi?" Dediğimde söylediğim aptal kelimelerle kendimi boğmak istiyordum.

Resmen "beni öldür" desem daha iyiydi. Ondan ses çıkmayınca yeniden devam etmiştim.

"Yalnızca 2 ay. İstediğim tek şey onunla daha fazla zaman geçirmek." Tabii ki yalan söylüyordum. Sadece bir şeyler düşünmek için zamana ihtiyacım vardı. Ondan kurtulmanın yolunu zamanla bulacaktım. Küçümseyici gülüşünü duymamla hızla devam ettim.

"Sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edeceğim. Bir düşün, yeni yaşamındaki o gün geldiğinde olanlar tekerrür edecek. Eğer burada olmazsam gelecek değişir.

Nasıl ki o benim geleceğimi değiştirebiliyorsa en azından ben de o evrende onun buraya gelmesini engelleyebilirim." Evet, aptalca bir plandı ama istediğime ulaşmıştım.

Kendi arzuları gözünü kör etmiş birini yenmenin tek yolu, arzularına sizin sahip olabileceğiniz şüphesini yaşatmaktır.

Artık benim de onun kadar kendi zihnimde yer edinebildiğimi hissedebiliyordum. Şimdi şartlar eşitti.

"Asıl seni ona götürmek büyük bir risk olur. Neden bu riski alayım?" Düşünceli sesindeki tereddütü sezdiğimde içimdeki umut daha da artmıştı.

"Beni hatırlamayacak bile. Bu kadar korkak olamazsın. Hem bu riski almak istemiyorsan hafızamı silmen gerekecek. Peki, sen bunu yapabiliyor musun?" Garip bir şekilde bunu yapamamıştı. En azından bu sefer. Ve bu benim kadar onu da şaşırtıyordu. Yavaş aldığı solukları hissedebiliyordum. Sabırlı olmalıydım.

"Bak, ikimiz de risk alıyoruz. Ben onu sonsuza kadar kaybetmeyi göze alıyorum. İkimiz de onun son hayatında bile beni bulup bulmayacağını bilmiyoruz. Benim tek isteğim onunla doğru düzgün vedalaşıp vakit geçirmek." biraz durakladıktan sonra yeniden devam etmiştim.

"Sonra kendi hayatıma kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Başka bir gerçeklikte uzun süre yaşamayacağımı biliyorsun. Artık aşktan yoruldum. Bence hepimiz için de kazançlı bir anlaşma.

Ben Loki'nin geleceğini değiştireceğim, sen de onunla vedalaşmama izin vererek, hayatıma kaldığım yerden devam etmemi sağlayacaksın." Uzun sessizliğin ardından heyecan yerini endişeye ve korkuya bırakıyordu.

Dakikalar geçiyordu. Ve gece yarısı olduğu zaman tüm şansımı kaybedecektim. Onun da başka çıkış yolu olmadığını biliyordum. Birbirimizin geleceğini etkilediğimiz doğruydu. Onun bile değiştiremediği şeyleri yapma gücümüz, tereddüt etmesine sebep oluyordu.

"3 hafta" gür ses zihnime dolduğunda anlayamamıştım.

"Ne?"

"3 hafta süren var. Onun var olduğu tek bir yaşamdaki zamanın bu. Takım yıldızının eşitlendiği gece yine aynı kader yaşanacak. Bu süre senin bu dünyadaki hayatının yok olmasıyla beraber.

Yine de kabul edecek misin? Evrenler arası zaman çocuk oyuncağı değil, ljocht. Yalnızca başka bir gerçeklikte yeniden hayatını sürdürebilirim." Dediğinde sesi fazla ciddiydi. Ve söylediği gerçeklikler umutlarımı bir daha yerle bir etmişti.

"Ailem?"

"Ana yaşamdaki gerçeklikler asla değişmez. Yeni bir dünyada, yeni bir hayata doğacaksın. Belki hayatındaki insanlar değişmez ama unutma ki bu yaşına kadar yaşanan onca anıyı kaçıracaksın. Ve geçmişinden silemediğin onlarca anıyla o hayatı yaşamaya mecbursun."

Onun benim için vazgeçtikleri kadar ben de bazı şeylerden vazgeçebilirdim.

"Sadece 3 hafta" dedim sessizce. Bir ömre bedel olan 3 hafta. Her şeyi halletmek için yalnızca bu kadar zamanım vardı. Tabii bir de halledemezsem kaybedecek bir hayatım...

Dakikalardır kapalı olan gözlerimi yavaşça araladım. Artık zihnimden çekildiğini hissedebiliyordum. Ama bıraktığı boşluğa alışmak zordu. Gözlerimin bana oynadığı oyuna bir anlam veremiyordum.

Elim altındaki kitapların birer sıvı gibi erimeye başlaması sanki dünyadaki tüm fizik kurallarını yok etmişti. Buharlaşan gökyüzüne kaydı gözlerim. Yok oluyordu. Bir kara deliğin içine ışık hızıyla çekilir gibi her şey yok oluyordu.

Kırılan sürahideki suyun hâlâ aynı şekilde kalmasıysa kendimi sarhoşmuş gibi hissettirmişti. Her şey fazla mı garip olmaya başlamıştı?

Umarım beni tanırsın Loki. Çünkü ikimizin de son şansı bu. En son açılan kapıdan Evrenin titreyerek hiçliğe karışan yüzünü görmüştüm.

Şimdi başka bir evrende onu bulma sırası bendeydi.

 

 

 

 

Bölüm : 24.12.2024 13:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...