
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın.
Keyifli okumalar.
(Hata verdiği için bölüm geç geldi, kusura bakmayın)
Zamanı algılamak benim için zordu. Doğrusu, zihnimin bana oynadığı absürt illüzyonlar kadar zor olmaması gerekiyordu. Ama şu anlık her şey garip bir hissiyatla beni terk ediyordu. Tenimi okşayan rüzgarı hissedebiliyordum.
Huzuru değil de, korkuyu hatırlatıyordu bana. Gözlerimi araladığımda karşılaştığım zifiri karanlığa alışmam dakikalarımı almıştı. Saniyeler içinde yaşanan onca şey neden bana uzun zamanmış gibi hissettiriyordu?
İçimi kaplayan hiçliğin ardından sanki olanları yeni yeni kavrıyormuş gibi gözlerimi yeniden sımsıkı kapattım.
Eğer düşündüğüm yerdeysem aklımı kaçırmış olmalıydım. Fazla mı cesurdum, yoksa aptal mı? Tek bildiğim geri dönüş yolumun olmayışıydı. Ve ben birer aptal gibi hiçbir planım olmadan ona kafa tutmuştum.
Tamam, sakinleşmeliyim. Sadece zamana ihtiyacım var. Şu an mantıklı düşünemiyordum. Gözlerim hala karanlıktan bir şey seçemese de elimle etrafı yoklayarak doğrulmuştum.
Başım çatlıyordu. Fazla karanlık ve sessiz bir yerdi. Bu da gittikçe ürkütücü hâl alıyordu. Derin nefesler alarak ihtiyatlı adımlarla ayağa kalktım.
“Buradan çıkmalıyım.” Fısıltı sesimle kendime yalnız olmadığıma ikna eder gibi sessiz adımlarla ilerlemeye başladım. Duvarı bulabilirsem kapıyı da bulabilirdim.
Umarım şu lanet ruh beni kapısı olmayan bir zindana göndermemiştir. Evet, iyi ilerliyordum. Şu anlık attığım adımlarda karşıma bir engel çıkmamıştı. Uzattığım ellerim sert bir şeye temas edince iyice yoklamıştım.
Galiba kapıyı bulmuştum. Ellerimle duvarı yoklarken ayağımın takıldığı fazlalığı göremesem de aşağıya baktım. Ayağımla dürttüğüm şeyin ne olduğunu anlayamayınca mecbur eğilmek zorunda kalmıştım. Çünkü tam kapının önünde olan bu şeyden hızla kurtulmalıydım.
Önce ellerime değen sayfaları iyice yoklarken kitap olduğunu anlasam da parmaklarımın uç kısmına değen kesici şeyin ne olduğunu anlayamamıştım. Biraz daha sağ kısımda olan karanlık gölgeye dokunmaya başladım.
“Bu ne be?” Ellerimin üzerinde gezdirdiğim şeyin ne olduğunu anlayamamıştım. Garipti. Biraz daha yoklamak için gezdirdiğim ellerimin bir pençe sandığım eller tarafından tutulmasıyla çığlıklarım tüm odada yankılandı.
“Aaağğ” Geriye gitmeye çalışsam da ellerinden kurtulamıyordum. Allahım, daha gün yüzü göremeden yine hangi delinin eline düşmüştüm?
Bileklerime sarılan buz gibi parmaklarla irkilirken daha yeni kavrıyordum karşımdakinin bir insan olmasını. Çığlıklarımın arasından yükselen gür sesini bile anlayamamıştım.
“Sus”
Çırpınışlarım nafile olunca kendimden hiç beklemediğim bir şekilde tam olarak neresi olduğundan emin olmadığım bölgesine tekmemi basmıştım.
Duyduğum boğuk küfür ve iniltiden pek uygun olmayan yerine vurduğumu anlamam uzun sürmemişti. Bir dakika, az önce duyduğum ses…
Çırpınışlarım aniden son bulurken onun duyduğum sesini daha yeni algılıyordum.
Tüm bedenim dünyadan soyutlanmış gibi fazla hissizdi. Şaka mıydı bu? Onu bulmuştum. Buğulaşan gözlerim zifiri karanlıkta onu bulmak için bakınsa da hiçbir şey göremiyordum.
Yalnızca tenime vuran nefesiyle algılayabilmiştim olanları. Buradaydı. Tam önümde. Ve ben gerçekten onun pençelerine düşmüştüm. Hâlâ bileklerimi sıkıca kavrayan elleri ani bir hızla beni bırakırken ayaklandığını anlamıştım.
Bense dizlerimin üzerinde boşluğa bakıyordum. Onu bulmanın verdiği garip şaşkınlığı aşamıyordum. Ne yapmalıydım? Onu bu kadar kolay bulabileceğimi düşünmemiştim. Üstelik sanki dilim tutulmuş, beynim düşünmeyi unutmuş gibi aptallaşmıştı.
“Odama girebilecek kadar delirdiğin için sana gerçek bir ders vermem gerekecek.” Onun kendinden emin, egolu sesiyle gözlerimi anlamsızca kırpıştırdım. Bu senaryo sanki bana bir yerlerden tanıdık geliyordu. Hay ben böyle işin.
Yani biraz yaratıcı olabilirdin. Beni görmese bile o lanet ruha içimden küfürler edip göz devirmeyi de ihmal etmemiştim.
Eğer olaylar farklı şekilde yeniden tekrarlanacaksa… Bu da demek oluyor ki… Hayır ya… burada kafasına kitap fırlatılan kişi ben olmuş oluyorum.
Kaç Beliz, kaç.
Bu şimdi kitapla da yetinmez, rafı falan fırlatır kafama. Tam benden uzaklaştığını sezdiğim an hızla tam önünde durduğum kapı koluna gitmişti ellerim. Açılan kapıyla daha ne olduğunu anlayamadığım garip bir ışık çarptı gözlerime. Burası fazla mı ışıltılıydı?
Gözlerim gördüğüm ihtişamlı tasarımı olan tavana takılsa da arkamdan küfürler eden adamla hızla koşmaya başlamıştım. Şimdi değil.
En azından ilk karşılaşmamız böyle olmamalı. Hele ki beni tanımadığı bir evrende kendimi böyle rezil bir duruma sokamazdım.
Koşarken etrafa attığım garip bakışlarla kulede olduğumu anlamam zor olmamıştı. Peki hangi kuleydi burası? Loki’nin kendi kulesi Tereus mu yoksa ailesinin yaşadığı Grondan kulesi?
“Hemen onu bulun. Ölü veya diri bu gece elimde olacak.” Diye sinirle kükreyen sesin sahibinin Loki olduğunu bilmek yaşadığım korkuyu daha da artırmıştı. Bu bahsettiği kişi ben olamazdım değil mi?
Tabii ki bendim. Adama tekmeyi basıp kaçan kimdi? Bir tekme içinde adam öldürülmez ama. Yaslandığım duvardan kafamı hafifçe çıkarırken karanlık gölgelerin dans ettiği yüzüne baktım.
Bu bile gözlerimin aniden buğulanmasına yetmişti. Deli gibi atan kalbime bastırmıştım elimi. Beni tanımaması gerçeği fazla acı vericiydi. Dudaklarımdan çıkan küçük hıçkırıkla hızla ellerimi ağzımı kaparken çıplak göğsüyle muhafızlara komutlar yağdıran adama baktım.
Galiba bu evrende de gömlek giymekle ilgili sorunları vardı. Ne saçmalıyorum ben. Hemen buradan gitmezsem muhtemelen sonum buz gibi zemini olan farelerle dolu zindan olacaktı.
Tabii Loki’nin özel işkence teknikleriyle ödüllendirilmezsem. Aşağı indiğini düşündüğüm merdivenler karanlık olsa da buradan daha güvenli olduğunu düşündüğüm için oraya inmeye karar vermiştim.
Hızlanan adımlarla bir önüme bir arkama bakarken ortam daha da kasvetli olmaya başlamıştı. Etrafta yanan meşalelerin birkaç tanesi yanıyordu yalnızca. Birini alsam fena olmazdı. Tam arkamdaki meşaleyi alıp önüme dönecektim ki çarptığım bedenle küçük bir çığlık atmıştım.
Elimden yuvarlanan meşale ise şu an için yaşadığım şokla unutmuştum. Hayır, hayır. Karşımda çığlık atarak beni yere iten adama buruşturduğum yüzümle bakarken düşmemek için duvara son anda tutunmuştum.
Ben kesin hayal görüyorumdur. Evet, evet kesinlikle. Bu evrenin havası çarptı bana. Allah kahretsin. İkimizin de delirmek üzere olduğuna emindim.
Evet, çarptığı doğru, ama bu evrenin havası çarpmadı. Geri zekalı Evrenin ta kendisi çarptı. Allah’ım, ben tam olarak nerede yanlış yapıyorum?
Yani sorun bende mi orasını da bir çözemedim ki. Tamam, anladım bok gibi dünya çukurunda bununla aynı dünyaya, aynı şehre hatta aynı mahallede doğduk. Bu da yetmedi hayatımın 21 yılını birlikte geçirdik. Ama başka evrende de beni bulmazsın be.
“BELİZ?” Diye sevinçle bağıran Evren sanki ben olduğumu yeni fark ediyordu.
“Şükürler olsun normal birini buldum. Delirdiğimi sandım kızım. Bu nasıl bir ortam? İçkiyi fazla mı kaçırdım? Acil beni ayıltman gerekiyor.” Diye hâlâ yüksek sesle konuşurken ben inanamazmış gibi ona bakıyordum.
“Aptal” diye Firdeviz Hanım’ın sesiyle bağırdığımda korkudan birkaç adım aşağıya inmişti. Etrafı saran dumanı umursamadan hızla yakasına yapışınca Evren hâlâ anlamsız bakışlarla bana bakıyordu.
“Geri zekalı senin burada ne işin var? Sen bela mısın başıma? Aptal, aptal.” Omzuna, karnına vurduğum yumruklarla iyice geriye giderken bir çocuk şaşkınlığı vardı yüzünde.
“Ya kızım bir dur.” Ne kadar geri çekilmeye çalışsa da darbelerimden kurtulamamıştı. Ta ki arkamızdan bağıran sesleri ve önümüzde büyüyerek girişimizi kapayan ateşi görene kadar. Evet, o son galiba bu sondu.
“Bu tarafa gelin.”
“Siz sağ girişi kapatın.” Diye uzaktan boğuk sesleri gelen muhafızlarla Evren’le birbirimize bakmıştık.
“Bittik oğlum. Bizi kıtır kıtır kesecekler.” Diyerek daha da genişleyen yangına bakarken duman öksürmemize neden olmuştu.
“Ne kesmesi ne saçmalıyorsun? Dağ başı mı kızım burası. Telefonun nerede arayalım polisi, itfaiyeyi.” Dediğinde kendi ceplerine sonraysa benimkilerine bakınmıştı.
“Tabii canım arayalım gelsinler. Ama bir sorunumuz var burada telefon çekmiyor. Mecbur uçan bir güvercini çevireceğiz. Artık Allah’ın izniyle ne zaman ulaşır orasını bilmiyorum.” Dediğimde Evren şaşkın şaşkın bana bakıyordu.
“Ne değişik değişik konuşuyorsun öyle?”
Yaklaşan seslerle iyice korkmaya başlamıştım. Düşün Beliz düşün. Yoksa gerçek anlamda bu sonum olacaktı. Bir başka evrende bu salakla sıkışıp kaldığıma inanamıyordum.
Gözlerim etrafı gezinirken yangının diğer tarafına geçmekten başka bir yolumuz olmadığını anlamıştım. Ya burada atlayacaktık ya atlayacaktık. Eğer hızlı davranırsak ateşin o kadar büyük olmadığı duvar kısmından atlayabilirdik.
“Hadi.” Evren’in elinden tutarak ateşe doğru giderken aniden geri çekilmişti.
“Ateşe yürüyorsun farkında mısın?” Delirmişim gibi bana bakan gözlerini umursamadan hızla ateşin diğer kısmına atlamıştım. Eğer acele etmezse buraya geçemeyecekti.
“Çabuk ol Evren.”
“Hayatta gelmem. Ya yanarsam.”
“İnan ki yukarıdaki ateş lordunun elinde türlü türlü işkenceye maruz kalmaktansa yanmayı tercih edersin.”
“Ne?” Şaşkın sözlerini bölen arkasında sesleri yükselen muhafızlar olmuştu.
“Çabuk ol!” Bu Evreni de korkmuş olacak ki hızla beni ikiletmeden yükselen ateşin üzerinden atlarken yanan bacağını kıl payı kurtarmıştı. Hızla üzerimdeki hırkayı çıkarıp ateşini söndürmeye çalışsam da
Evren’in bağırışları bana hiç yardımcı olmuyordu.
Sadece birazcık uç kısmı yanan pijaması için bu kadar bağırdığına inanamıyordum. Büyüyen yangının arasında bulanık yüzünü gördüğüm Loki’yle hızla yüzümü arkaya çevirmiştim. Umarım beni görmemiştir.
“Çabuk olun!” Loki’nin bağırmasıyla kendime gelmem bir olmuştu. Buradan gitmeliydik. Evren’in bağırışlarını umursamadan elinden tutarak nereye olduğunu bilmediğim merdivenlerle aşağı inmeye başlamıştık.
Nefes nefese kalmıştım ama buradan kurtulmalıydık. Aşağıdan yükselen müzik sesini duysam da adımlarımızı durdurmamıştık. Çünkü arkamızda bizi kovalayan muhafız ve en önemlisi bir deli prensten daha beteri olmazdı.
Dakikalarca indiğimiz merdivenler sonunda karanlık bir yere açılırken hiç tereddüt etmeden kendimizi dışarı atmıştık. Keşke biraz tereddüt etseydik.
Karşımızdaki bir grup insanın gözleri bizi bulmuştu. Aniden çalan müzik de kesilmişti. Galiba girdiğimiz yer bir salondu ve şu an anladığım kadarıyla saraylıların eğlence gecesinin tam ortasına dalmıştık.
Soylu oldukları her hallerinden belli olan kalabalığın şaşkın ama bir o kadar da kınayıcı bakışları altında ezilip yok oluyordum. Evren’in sıkıca kavradığım eliyle ikimiz de göz göze gelmiştik.
Şu an burada ne yaşandığını tam anlamıyordu ama hiç iyi bir durumda olmadığımızı gayet iyi anladığı açıktı. Ne yapacaktık şimdi biz? Dakikalar süren sessizliği bozan etrafta gittikçe yükselen fısıltılar olmuştu.
Herkes bize bakıp bir şeyler söylüyor, hatta bazıları elleriyle gösteriyordu. Garip giyimli insanlara aynı onların baktığı gibi şaşkın bakışlar atmaktan başka bir şey yapamıyordum.
Deli gibi atan kalbim yukarıdan gelen gürültü sesleriyle daha da artmıştı. Kapana kısılmıştık resmen. Bu kalabalığın içine dalmamız imkansızdı. Geriye de asla dönemezdik.
Ecel terleri dökerken aklıma yalnız tek bir isim gelmişti. Zeil. O aptal ruh beni bu durumdan kurtarmalıydı.
“Siz de kimsiniz?” Diye soran tok sesin sahibiyle sorgulayıcı bakışlar daha da artmıştı. Çünkü herkes acayip kıyafetlerle tam da eğlendikleri, dans ettikleri salona dalan bu iki gencin kim olduğunu merak ediyordu. Haklılardı da.
“Biz mi?” Diyebildim içime kaçan sesimle.
“Evet” benim titrek sesimin aksine orta yaşlarındaki bir adamın gür sesiyle irkilmiştim.
“Bir şey yap Beliz. Bunların elinde kılıç falan var.” Diye Evren benim arkamda geçerken kısık sesiyle beni daha da telaşlandırmıştı.
“Ne yapabilirim, ben de zor durumdayım.”
“Öğrenci olduğumuzu söyle, belki acırlar.”
“Saçmalama, konu senin fikirlerini almayacak kadar önemli.” Diye onu terslediğimde daha da sesi soluğu çıkmamıştı.
Yar yanında olmak varken dardayım. Geçen saniyelerin ardında tek çıkış yolum olan Zeil’e seslenmekten başka çarem kalmamıştı.
“Cevap ver artık. Beni nasıl Loki’nin tam odasına yollarsın? Delirdin mi sen? Çabuk düzeltmelisin bu durumu. Duyuyor musun beni? Hey aptal ruh, yoksa beni sessize mi aldın? Olmayan şansımı s**eyim” zihnimden zırvaladığım kelimeleri duymasını beklemek zorundaydım.
Belki de delirmiş numarası yaparsam takmazlardı. İyice saçmalıyorsun Beliz.
“Eğer bu duruma bir çözüm bulmazsan gidip Loki’ye her şeyi anlatırım. Duyduğunu biliyorum. Tamam öyle olsun, Loki’ye kendimi tanıtmanın zamanı gelmiştir belki.”
Zihnimdeki kelimeler daha ona ulaşamadan arkamı dönecektim ki bir ses hepimizi şaşkına çevirmişti.
“Prenses Beliz” diye seslenen garip aksanı olan adamla gözlerim iyice açılmıştı. Biriyle karıştırdı galiba. Gözlerim şık giyimli adamı bulurken arkasındaki 7 muhafızla beraber yaptıkları reveransla iyice afallamıştım. Neler oluyordu?
“Keyfini çıkar küçük kız. Tabii yapabilecek fırsatın olursa.” Zeil’in zihnimin derinliklerinde yankılanan sesinin ardından duyduğum o ürpertici kahkahasıyla gözlerim kararmıştı.
Bedenim üzerindeki etkisi beni delirtiyordu. Arkamdaki Evren’e çarpan sırtımla şu andaki varlığı için ona minnettardım. Çünkü ruhumun bile ağır geldiği bedenimi ayakta tutan onun kolları ve varlığının bana verdiği cesaretti.
Bizim gibi şok içinde olan diğerlerinin de fısıltıları aniden kesilmişti. Bunun sebebiyse tam arkamızda olan Loki olduğunu kabullenmek istemiyordum.
Bu defa benim karşımda olan adamlardan başka salondaki herkes saygıyla hafif eğilerek onu selamlamıştı. Çoğunun onu görmeyi beklemediği bakışlarından bile belliydi.
Bazıları korku ve tedirgin bir tavırda onu izleseler de, bazılarının özellikle genç kızların heyecanlı bakışları onun üzerindeydi. Bizim ne durumda olduğumuzu sorduğunuzu duyar gibiyim. Hiç. O kadar da abartılacak bir durum yoktu.
Sadece büyük salonun ortasında dünyalı pijamalarımızla tüm salondakilerin bakış hedefi olduğumuz yetmiyormuş gibi hâlâ üzerine gömlek giymeyen öldürücü bakışların sahibi olan Loki’nin de göz hapsine girmiştik.
Ben şimdi bunu nasıl açıklayacaktım?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |