
Merhabalarr
Umarım iyisinizdir.
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın.
Keyifli okumalar.
Loki’nin kısılan gözleri beni süzerken bakışlarının pijamalarımda fazla oyalandığını fark etmiştim.
Pijama mı? Yine mi? Her evrende bu rezilliği yaşamak zorunda mıydım? Kafası karıştığı her halinden belliydi. Gözlerim onun üzerinde gezinirken aniden bize doğru attığı her adımda kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.
Evet, galiba hazin sonum onun elinden olacaktı. Etrafta duyduğum fısıltılar gittikçe bir dalga halinde tüm salonu etkisi altına almıştı. Herkes olanları algılamaya çalışıyordu.
“Lütfen buradan,” diye bize yolu gösteren, az önce bana prenses diye seslenen kişiydi. Şu an beni nereye götürdüğü hiç fark etmezdi. Yeter ki buradan kurtulayım. O sırada tam önümüzde duran Loki ile gitmek gibi bir şansımız da yok olmuştu.
Kıstığı gözlerinde gördüğüm ifade fazla kasvetli ve ürkütücüydü. Aşık olduğum bakışlarına yakıştıramamıştım bu soğukluğu.
“Sirius. Nereye götürüyorsun misafirlerimizi?” Loki’nin özellikle son kısmına vurgu yaptığı sesiyle gözlerim irice açıldı.
“Kraliçenin İki gün sonra düzenlediği davet için gelen misafirimiz. Dinlenmeleri için odalarına gösterecektim,” diye hala kelimelerin sonunu uzatan o garip aksanıyla cevaplamıştı Loki’yi. Neler dönüyordu burada?
Gözlerim istemsizce çıplak göğsüne kayınca aklıma gelen düşüncelere mani olamamıştım. Bu fiziği nasıl yapmıştı böyle? Kendine gel Beliz. Şu an düşündüğün şey Loki’nin kasları olmamalıydı.
Hızla gözlerimi kaçırırken Loki’nin kuşku dolu bakışlarıyla adının Sirius olduğunu öğrendiğim kişiye bakıyordu.
“Peki ben bu özel konukların kim olduğunu öğrenebilir miyim?” Dişlerinin arasından tıslayan sesiyle gözleri bizi buldu. Üstten bakan bakışları altında rahatsızca yerimde kıpırdanmıştım.
“Leydim Giriuns, krallığın en küçük varisi. Yapılan anlaşmayı duymuşsunuzdur ekselansları.” Dediğinde gözlerim irice açılmıştı. Ne?
“Ne?” Evet, galiba bunu sesli söylemiştim. Şaşkın gözler aniden beni bulurken ben hala bu işin içinden nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Lanet ruh.
Umarım düşündüğüm şey yaşanmaz ve en azından bu evrende olaylar değişir. Eğer değişmezse kitapta okuduklarıma göre buraya gelmemin tek bir nedeni vardı. O da asırlar sonra yönler arasında ilk evliliği gerçekleştirmek.
Aldığım nefeste boğulacağımı sanmıştım. Girdiğim öksürük krizlerini, Evrenin nereden bulduğunu bilmediğim kadehi dudaklarıma götürmesiyle son buldu.
“İyi misin?” Hızla Evreni onaylarken bu defa diğer birkaç kişinin ilgili sorularına maruz kalmıştım.
“İyi misiniz leydim?”
“Evet, evet sorun yok.” İçime kaçan sesimle gözlerim hepsinin üzerinde öylesine gezdirmiştim. Şimdi yalancı kimliğimi öğrenen diğerlerinin de bana olan bakışları değişmişti.
Artık küçümsendiğim bakışları olmasa da korkuyu kesinlikle görebiliyordum. Lütfen düşündüğüm şey olmasın. Gözlerim Loki’yi bulduğundaysa küçümseyici bakışlarına eklenen nefret duygusuyla irkilmiştim.
Siyahları sanki o önemsiz bir şeye bakıyormuş gibi özensizdi. Aldığım her soluk sanki dikenli bir telmiş gibi boğazımı sarıyordu. Eskiden ısısına hasret kaldığım gözlerinin bir bakışıyla beni buza çevirmesine inanamıyordum.
Loki bizden birkaç adım uzaklaşarak arkasından gömlek getiren kişinin elinden hızla almıştı. Üzerine bir hışımla geçirdiği siyah gömleğiyle genç kızlardan garip sesler yükselmişti.
“Demek özel konuğumuz,” dedi yine o imalı sesiyle. Kalbim deli gibi atarken her an beni ele verebilecek kelimeleri söylemesinden deli gibi korkuyordum. Odasındaki kişinin ben olduğumu acaba anladı mı?
Anlamamıştır ya. Sonuçta yüzümü görmedi. Ama o bakışlarındaki şüphe, küçümseme düşüncelerimde o kadar da haklı olmadığımı söylüyordu bana.
Bu da demek oluyordu ki kaderim şu an onun dudağının arasından çıkacak bir söze bağlı. Bunun düşüncesi bile tüm bedenimin ürpermesine sebep olmuştu.
“Evet ekselansları.” Sirius’un aksanlı sesiyle kafam iyice karışmıştı. Ekselansları mı? Bu da ne demek oluyor? Bu evrende gerçekten birer varis mi?
O zaman burası da Grondal Kulesi olmalı. Ve… Bunun düşüncesi bile berbattı. Şimdi kral, kraliçe ve büyük kraliçeyle aynı çatı altında mı yaşıyordu? Ve kuzenleri…
En azından bu evrende ailesi tarafından dışlanmadığını görmek nedensizce içimde sevinç duygusu yaratmıştı. Umarım seviliyordur. Etrafıma kısa bakış atarken sevilme duygusunun yalnız genç kızlar tarafından olduğunu anlamam kısa sürmüştü.
Genellikle diğerlerinin üzerindeki etkisi korkudan öteye geçmiyordu. Yeniden herkesin ani reveransıyla ne olduğunu anlayamamıştım. Arkaya baktığımda Loki’nin anne ve babası olduğunu sandığım kişilerle ben de hızla diğerleri gibi hafif eğilerek onları selamlamıştım.
Tabii Evrenin kolundan tutarak eğilmeye zorlamayı da unutmadım. Ne kadar az dikkat çekersek o kadar iyiydi. Bu kıyafetlerle ne kadar mümkünse artık.
Loki ise yerinden kıpırdama zahmetine dahi girmemişti. Kraliçede gezinen gözlerim özellikle Loki ile olan inkâr edilmez benzerliğiyle irice açılmıştı. Annesine çok benziyordu.
Özellikle o kömür siyahı gözlerini nereden aldığı şimdi belli oldu. Babasıysa annesinin aksine gümüş rengi saçlara ve mavi gözlere sahipti. Gölge yönüne göre fazla renkli biriydi. Lucas ise tam babasına benziyordu.
Aklıma gelen isimle istemsizce gözlerim etrafa gezinmişti. Sahi bizim çakma fırtına neredeydi? Yanımıza yaklaşan kral ve kraliçeyle gözlerimi yere indirdim. Saygılı davranmam gerekiyordu ama nasıl?
“Yıllar sonra seni görmek çok hoş. Annene çok benziyorsun.” Kraliçenin sesiyle bakışlarım beni izleyen samimi gülüşüne takılmıştı.
Evet, fazla sıcakkanlı bir gülüştü. Bunun sebebinin düşündüğü kişi olduğumu sandığı için olduğunu bilsem de ben de aynı samimiyetle gülümsemiştim.
“Erken gelmene çok sevindik. Ryan da çok sevinecek.” Kralın sözleriyle az önce unuttuğum gerçeklik yeniden kalbimin sıkışmasına sebep olmuştu. Kraliçe kadar sıcakkanlı olmasa da dudaklarında gülümsemeyi andıran bir çizgi oluşmuştu.
Anlaşılan bu evrende despot biriydi. Ben şimdi ne yapacaktım? Yüzümdeki gülümseme silinirken kara kara düştüğüm bu çıkılmaz durumu düşünüyordum. Ne kadar aptalmışım.
O lanet ruhtan yardım istemeyecektim. Bana hayrına yardım etmeyeceğini bilmeliydim. Beni öyle bir yalan çukuruna sürüklemişti ki buradan çıkmak imkânsızdı.
“Kıyafetleriniz…” diyen düşünceli sesin sahibi yine kraliçeydi. Benim de gözlerim kendi üzerimde gezinmişti. Bunu nasıl açıklayacaktım?
Kraliçe sanki doğru kelimeleri seçmeye çalışıyormuş gibi görünüyordu.
“Bu balo için garip bir seçim olmuş ama beğendim,” dediğinde ne zaman tuttuğumdan habersiz nefesimi vermiştim. Kötü bir şey söyleyecek diye korkmuştum.
Doğrusu diğerlerinin de garip kıyafetleri dikkatimi çekmişti. Bazıları yeşilin en koyu tonlarında orman gülleriyle süslenmiş elf kıyafetleri giyerken, bazılarıysa kıyametin habercisi olan Puitler gibi şeytan boynuzlu, kırmızı ipek parçalardan oluşan kıyafetler giymişti.
Daha sayamadığım onlarca saraylının kıyafetlerinden bana tanıdık olan bunlardı.
“Acaba siz hangi ırkı temsil ediyorsunuz bu baloda? Doğrusu çıkartmakta zorluk çektim.” Kralın kolundaki elini çekerek bize doğru gelen kraliçeyle endişeyle etrafa bakındım.
Müzik çalmaya başlamış, bazıları yeniden danslarına dönmüştü. Galiba kraliçenin ilgili davranışlarından tehlikeli biri olmadığımızı anlamıştılar. Tabii hala bana dik dik bakan Loki dışında.
Sanki içime işleyen bakışları yalanlarımın ötesindeki her şeyi görüyormuş gibi hissettiriyordu. Birkaç saniyelik kesişen bakışmamıza son veren ben olmuştum.
Oysa vereceğim cevabı büyük merakla bekliyordu. Düşün Beliz, düşün. Söyleyecek bir yalan bulamayınca aklıma gelen ilk şeyi söylemiştim.
“İnsan ırkı,” diyebildim çekingen sesimle. Aslında onlar da birer insan sayılırdı. Yani ben fiziksel bir farklılık görmemiştim. Yalnızca bizden daha uzun yaşamaları ve sahip oldukları güçler dışında.
Yazarın kendince uydurduğu jhin ırkıydı işte. Tüm ırklardan üstün olduğunu sanan aptal insan oğlundan farksızdılar.
“İnsan?” Kraliçenin dudaklarından çıkan şaşkın sözlerle pek akıllı bir seçim yapmadığımı anlamıştım.
“Öyle bir ırk olduğunu ilk defa duyuyorum.” Alaycı sesiyle sonunda konuşan Loki’ye kaymıştı gözlerim. İlk onu gördüğümdeki gibi kendinden emin kibir ve ego dolu tavırları bende yine aynı gıcıklık hissini yaratmıştı.
Duymamışmış. Sanki iki buçuk ayda dünyada yaşayan bendim. Ona göz devirmemek için kendimi zor tutmuştum.
“O zaman tarih bilgilerinizi yenilemeniz gerekecek. Çünkü yaptıklarıyla tarih kitaplarına büyük izler bırakan bir ırk.” Bir nefeste söylediklerime inanamıyordum. Aklımı kaçırmış olmalıydım. Neden şu dilime sahip çıkamıyordum?
Saygılı, hanım hanımcık bir prenses olmalıyım. Düşüncesi bile yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Bu biraz zor olacaktı. Söylediklerimle tek kaşı sorgular gibi havalanmış bakışları yüzümde gezinmişti.
Öldürücü değildi ama pek iç açıcı da olduğunu söyleyemezdim. Daha çok şaşkındı. Tabii bu şaşkınlığının sebebinin aptal cesaretim mi yoksa söylediklerim mi olduğunu bilmiyordum.
“Şu zengin tarih bilginizle o zaman aydınlatın beni. Özellikle giyim kültürüyle,” diyen imalı sesiyle tam önümde durmuştu. Kafamı uzun boyundan dolayı kaldırmak zorunda kalmıştım.
Rahat tavırları beni ne kadar geriyordu acaba farkında mıydı? Titrek nefeslerim durumumun pek iyi olmadığını gösteriyordu.
“Genellikle dost canlısıdırlar, hoşgörülüdürler, empati hisleri yüksek, yardımseverdirler, sabırlı ırktırlar. Üstümdeki kıyafetlerse günlük giyimleri olur,” dedim ben de o dik dik bakan bakışlarına meydan okurken.
Gözünde gördüğüm küçük gülümseme emaresine takılmıştı gözlerim. Saniyelik bir hızda yok olsa da gözlerimden kaçmamıştı.
“Küçük at da civcivler yesin.” Evrenin fısıltılı sesiyle hızla koluna vurup susturmuştum onu.
“Bu ütopik topluma fazla mı sempati duyuyorsunuz, yoksa ben mi yanlış sezdim?” Hala konuyu uzatması paniğimi daha da artırıyordu. Şu konuyu kapat artık.
“Aslında o kadar da ütopik değiller, tabi bazen bencil de olabiliyorlar. Özellikle inatçılık ve önyargı en belirgin özellikleri. Sonuçta hiçbir ırk mükemmel değil.” Konuyu kapatmak adına son sözlerimle gözlerimi o siyahlardan çekmiştim.
“Sizce biz mükemmel bir ırk değil miyiz?” Arkamda duyduğum kadifemsi tanımadığım erkek sesiyle gözlerim ona kaydı. Hayır. En azından şimdi gelmeseydi.
Ryan…
Bu evrendeki yeni kâbusum. Gözlerim kumral saçlarında daha sonra keskin yüz hatlarında gezinmişti. Bu evren içinde fena sayılmazdı. Ama şu an gözümde gereksiz araya giren reklamlarından farksızdı.
Yüzünde çapkın gülümsemesiyle emin adımlarla yanımıza geliyordu. Gözlerim Loki’yi bulduğundaysa öldürücü bakışlarını Ryan’a dikmiş onu izliyordu. Ryan kral ve kraliçeye küçük bir reverans yaptıktan sonra yeniden bana döndü.
“Sizi tanıştırayım. Nişanlın Beliz.” Kraliçenin sesiyle düştüğüm durumun saçmalığıyla gözlerimi kapattım.
“Yönler arası ilk evliliği sizin yapmanıza o kadar çok sevindim ki. Zaman ve Rüzgar yönü evrenin görebileceği en uyumlu çift olacak.” Kraliçenin neşe ve umut dolu sesiyle gözlerim Loki’yi buldu. Evet, buradaki rüzgar yönünün varisi Ryan oluyordu.
Yalancı zaman varisi ise ben. Ve anladığım kadarıyla Ryan hala amcası ve yengesinin gözdesiydi. Yıllarca yasaklanmış yön evliliklerini bile onaylayacak kadar saygı duyuyorlardı. Çünkü bir yön asla başka yöne mensup biriyle sevgi bağı kuramazdı. Tabii zaman ve rüzgar arasındaki uyum ve dostluk da kadimden geliyordu.
Işık ve gölge gibi birbirlerine tezat oluşturmuyorlardı. O yüzden pek şaşırtıcı gelmişti. Loki’nin kasılan yüz hatlarının aksine dudaklarına şeytani bir sırıtış eklendi. Evet, aklındaki tilkilerin harıl harıl çalıştığını ta buradan görebiliyordum.
Şeytanlığı yine üzerindeydi. Gözlerim onu inceler gibi her yüz hattında gezinirken benim tarafa bakma zahmetine dahi girmemişti. Bana doğru attığı adımlarla unuttuğum paniğim yine gün yüzüne çıkmıştı.
Yine ne oldu ya? Neden bana yaklaşıyor? Hem de yüzündeki o şeytani sırıtışıyla. Tam yanımdan geçecekken bilerek omzuma değen koluyla daha ne olduğunu anlamadan az önce Evren’in bana uzattığı kadehi parmaklarımın arasından almıştı.
Yanımda duran Ryan’la aramıza girerken hala yüzündeki o küçümseyici gülüşü hakimdi.
“Umarım yine düğün günü terk edilmezsin kuzen.” Loki’nin Ryan’a doğru söyledikleriyle karşımdaki adam renk değiştirmişti resmen.
Diğerlerinin duyamayacağı bir tonda söylese de benden hiçbir şey kaçmazdı. Az önce elimden aldığı kadehi dudaklarına götürürken kendinden emin adımlarla kalabalığın arasına karışmıştı.
Bense öylece arkasından bakıyordum. Az önce ne oldu öyle? Ryan’ın yüzünü görürken gülmemek için harcadığım çaba gerçekten takdire şayandı. Hayır hayır, böyle bir şeyle gülemem.
Bu duruma epey bozulmuş olacak ki özür dileyerek yanımızdan ayrılmıştı. Aynı şekilde kraliçe de pijamalarıma yaptığı onlarca iltifattan sonra diğer davetlilere katıldı.
Sonunda Evren ve Sirius’la yalnız kalmıştık. Gerçekten çok rahatsız edici bir durumdu. Üçümüz de birbirimize garip bakışlar atıyorduk. Sonunda bu sessiz bakışmamızı bölen Sirius olmuştu.
“Dinlenmek için odanıza çekilmek ister misiniz leydim?” Aksanlı ama bir o kadar net sesiyle biraz ürkmüştüm. Garip bir tipti. Özellikle o kocaman gri gözleriyle sanki insanın gözünün içine bakarken büyü yapıyordu.
Tabii en azından kale içinde olduğumuz için bu o kadar mümkün değildi. Kule için tüm büyü ve sihirler yasaktı. Umarım o kurallar bu evren içinde geçerlidir.
“Çok iyi olur,” dediğini hemen onaylamıştım. Şu an aklımda o kadar soru vardı ki ve yapmam gereken bir plan…
Önden geçmem için eliyle nazikçe hareket yapsa da Evren’le ikimiz sanki yerimize çivilenmiştik. Yol mu biliyoruz da önden gidelim, bu evrenin halkına şimdiden uyuz olmuştum.
“Buyurun leydim.” Dediğinde nazik sesindeki emir sinirlerimi bozmuştu.
“Lütfen önce siz.” Yüzüme yapmacık gülüşümü yerleştirirken o şoka uğramış suratına bakıyordum. Neden hortlak görmüş gibi bakıyordu orasını da anlamadım ki.
“Yol sizin önceliğinizdir.” Sabırlı olmaya çalıştığı yüzünün arkasında nasıl bir yılan gizliyordu acaba?
“Estağfurullah, siz dururken…” Evren’in alaycı sesiyle ensesine tokat atmamak için kendimi zor tutmuştum. Adamın bakışları ikimiz üzerinde gezinirken küçümseyici tavrını gizleme gereği dahi duymuyordu.
Başlarım böyle evrenine de galaksisine de Samanyolu’na da… Daha geldiğim yarım saat olmadı, herkeste bir afralar bir tafralar. Sanırsın Piruta savaşında yardım için mesaj gönderdikleri güvercini ben avlamışım.
Bu olayın yazarın yazdığı evrende gerçekleşmesi de ayrı bir konu ya, neyse. Adam kendini toplayarak yeniden yüzüne gıcık olduğum gülüşünü yerleştirmişti.
“Önden buyurun.”
“Hayır, olmaz, önce siz.”
“Önce siz.”
“Ölümü öp, önce sen.” Evrenin son dediğiyle resmen gözlerim yerinden fırlayacak gibi ona uyarı dolu bakışlar atmıştım. Şu an beni gördüğünü sanmıyordum.
“Önce-”
“Ölümü öp dedim bak.” Hızla Evren’in koluna vurduğumda küçük bir çığlık atmıştı.
“Ne saçmalıyorsun, kendine gel.” Dudaklarımı sabit tutmaya çalışarak kısık sesle Evren’i uyarmıştım. Tabii adama da gülümsemeyi unutmayarak Evren’in kolundan tutup çekiştirdim.
“Rezil herif.” Diye ona göz devirirken Evren’in hiç oralı olmaması beni delirtiyordu. Acaba başka bir evrende olduğunun farkında mı?
Adam bizden bir adım arkada olsa da gideceğimiz yönün komutunu vermesi en azından rezil olmamızı engelliyordu. Kalabalığın içinden geçerken gözlerim onu aramıştı. Ve bulmak neredeyse bir saniyemi bile almamıştı.
Siyahlar içinde onu görmek yüzümde küçük bir gülümseme yarattı. Özellikle yanında kimsenin olmaması dikkatimi çekmişti. Az önce benim elimden aldığı kadehin etrafında uzun parmaklarını gezdiriyordu.
O siyah kirpiklerin altındaki siyahlarını merak etmiştim. Rahat duruşunun aksine yüzündeki bu ortamdan sıkıldığını açıkça belli eden ifadesinde oyalanmıştı gözlerim.
O merak ettiğim siyahlarının aniden beni bulmasına kadar. Attığım adımlar yavaşlarken bakışları nabzımın hızlanmasına, başımın dönmesine sebep oluyordu. Nedense bunun hiç normal olmadığını hissediyordum.
Gerçekten sadece bir bakış mı beni bu hâle getiriyordu? Yoksa bilmediğim daha başka şeyler de mi vardı? Siyahlarında az önceki küçümsemesinden iz yoktu. Ama daha farklı bir his hâkimdi.
Merak? Kuşku? Gizem? Belki de şüphe.
Onun bana diktiği bakışlarının aksine bu bakışmaya son vermiştim. En azından ben öyle yaptığımı sanıyordum. Bu sırada arkamdan bana çarpan Evren’le sendeleyerek yere yüz üstü yapışmaktan son anda kurtulmuştum.
Siyahlarında gördüğüm o eğlenen ifade ve dudağının kenarı hafifçe havalanmış Loki’yle içimden Evren’e küfürler ettim.
“Yürüsene kız.” Evren’in cıyaklayan sesiyle iyice delirmiştim. Şu an ihtiyacım olan tek şey sabırdı.
“Bittin oğlum sen.” Dik dik ona bakarken Evren’in sesiyle kendimi topladım.
“Herkesin ortasında istersen çingene tarafını ortaya çıkarma. Gözler üzerimizde.” Kaş göz uyarısıyla sabır dilercesine gözlerimi kapatmıştım. Artık şu lanet odaya gitmemiz gerekiyordu.
Sirius’un komutlarıyla odaya vardığımızda yukarı dairenin tamamen bize ait olduğunu söylemişti. 2 yatak odası, 1 kütüphane ve 2 tane ne için kullanıldığını anlamadığım garip odalar daha vardı.
Kapının önünde duran muhafızları bize ait olan dairenin dışında durmasını rica edince karşı çıkmamıştı. Ne kadar uzak olurlarsa o kadar iyiydi.
Anladığım kadarıyla da bu muhafız olayı bize özeldi. Genelde kuledeki güvenlik sihirle sağlanırdı. Her dairenin sahibinin kendine ait mühürleri yalnızca odayı değil, oradaki her bir kişinin güvenliğini tam şekilde koruyabiliyordu.
Tabii burada saray halkından olmadığım için sahip olmadığım ama onların sahip olduğumu sandıkları sihirlerimden güya mahrum edilmiştim. Aptal güvenlik kurallarından biri daha.
Sıkıntıyla iç çekerken sonunda bizi bilgilendiren Sirius’un sözleri bitmiş olacak ki çıkmak için izin istemişti. Sonunda.
Evren’le yalnız kaldığımızda ilk birkaç dakika sessizce birbirimize baktık. Eminim onun da aklında onlarca soru vardı ve nereden başlayacağımızı bilmiyorduk.
“Nereden başlamayı düşünüyorsun?” Evren’in merak dolu sesiyle gözlerim odada gezinmişti.
“Başlamasam?” dedim çekingen sesimle.
“Anlamam için bir yerden başlamalısın öyle değil mi? Burası neresi Beliz? Onu da geçtim, neden bu insanlar palyaço gibi giyiniyor? Zevksizliklerinden resmen gözlerim kanadı.” Dediğinde inanmaz gibi ona baktım. Gerçekten onun için en büyük sorun insanların giyiminin zevkine hitap etmemesi mi?
Acaba 3 hafta içinde buradan çıkamazsak gerçek yaşamın alt üst olacağını söylersem nasıl tepki verecekti? Derin nefes alarak onu sakince koltuğa oturtup ellerini tuttum.
“Şimdi söyleyeceklerimi kabullenmekte zorluk çekebilirsin, ama lütfen bana inan. Çünkü bu evrende sığına bileceğim tek Evren sensin.” Dediğimde yüzü ciddileşmişti.
“Beni korkutuyorsun Beliz.”
“Bence de korkmalısın.” Daha en başından yaşananları hiç yalan olmadan anlatmaya başladım. Ne Loki’ye olan hislerimi ne de onun hafızasından silinen ama benim asla unutamayacağım o anıların hiçbirini atlamadan hepsini anlattım.
Doğrusu her söylediklerimde yüzünün aldığı ifade beni de korkutmuştu. Acaba çok mu üstüne gidiyordum? Ya kalpten giderse? Neredeyse bir buçuk saattir durmadan bir şeyler anlatıyordum.
“… muhtemelen seni buraya getiren de o salak ruh. Kafayı bana taktı. Her türlü bu oyundan benim zararlı çıkmam için tüm kartlarını oynadı.” Dediğimde gözlerim boşluğa dalmıştı.
Evren’le birlikte olursam odaklanamayacağımı düşünüyordu ki haklıydı da. Daha geleli birkaç saat oldu ama ben doğru dürüst düşünemiyordum bile. Ya Evren’e benim yüzümden bir şey olursa diye içim içimi yiyordu. Sihir ve garip yaratıklarla dolu bir evrende onu nasıl hayatta tutacaktım?
Çekingen gözlerim Evren’i bulurken bu durum için beni suçlamasından öyle çok korkuyordum ki. Ne söylerse haklıydı. Ama böyle olacağı aklımın ucuna dahi gelmemişti.
“Nasıl yani bir kız için ninemi elin adamına verdim?” dediğinde kaşlarım çatıldı. Anlattığım o kadar şeyden buna mı takıldı gerçekten?
“Öyle bir geri zekalılık yaptın.”
“Yapmam ben öyle şey, kesin senin hatların karışmış, illüzyon görmüşsündür.” Ayağa kalkarak ciddi ciddi bunu inkâr ediyordu.
“Yani bir kitap karakterinin sabahın beşinde balkonuma düşmesi çok normal ama senin nineni başka birine vermen benim hayal ürünüm öyle mi?” Kendi söylediklerimin saçmalığına yüzümü buruştururken yeniden gelişi güzel yatağa uzanmıştı.
“Evet.” Kendinden emin sesiyle afallarken durumu algılamaya çalışıyordum. Evren’in normal biri olmadığını biliyordum ama bu kadarı bana bile garip gelmişti.
“Bence nine konusunda simülasyon hata vermiş.” Deyip bir kolunu kafasının altına koymuştu.
“Bence de.” Aynı şekilde yatağın diğer ucunda oturmuştum.
“Ne yapacağız peki?” Ben kara kara düşünürken Evren’in esnemesi sinirlerimi bozuyordu.
“Bilmem, onu da yarın düşünürüz.” Uyku mahmuru gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu.
“Evren, farkındaysan 21 günümüz var ve biz onun bir gününü salak saçma şeylerle yok ettik.” Diyerek tam ona döndüğümde çoktan uykuya daldığını görmüştüm. Aptal çocuk.
Uyurken fazla masum görünüyordu. Belki de haklıydı, yarın daha temiz bir zihinle bu konuyu düşünebilirdik. Tek sorun hiç uykumun olmamasıydı. Evren’in üzerini örttükten sonra benim için hazırlanmış odaya girmiştim.
Dolabı açtığımda garip kıyafetlere hiç şaşırmadım. Üzerimdeki kirlenmiş pijamalarla uyuyamayacağım için gecelik olduğunu tahmin ettiğim askılı elbiselerden birini alıp Sirius’un gösterdiği banyoya adımladım.
Ben burada nasıl duş alacağım? Tahta döşemeli jakuzi tarzı şeye girmekten başka çarem yoktu. Soğuk suda kaç dakika öyle beklediğimi bilmiyordum. Sanki kendimi cezalandırmak ister gibi özellikle soğuk suya alışmamaya çalışıyordum.
Zaten buz gibi suya alışmakta imkânsızdı. Bedenimi hissizleştiren suyun düşüncelerime de aynı etkiyi yapmasını ummuştum. Yoksa bu düşüncelerle delirmem çok yakındı. Isıyı ne kadar da özlemiştim. Bana daim hatırlattığı o ısıyı çok özlemiştim. Kalbime yayılan ince sızı bedenime yalnızca acıyı hatırlatmıştı.
Buna son vermek adına hızla sudan çıkarken titreyen ellerimle kıyafetlerimi giyindim. Tüm bedenim titrese de bunun sebebinin soğuktan daha fazlası olduğunu biliyordum.
Deli gibi korkuyordum. Bunun bir son olma ihtimali bile dayanılmazdı. Onun olmadığı bir son…
Daralan nefesimle çıplak ayaklarımı dahi umursamadan pencereye doğru adımlamıştım. Neden açılmıyordu şu lanet cam? Titreyen ellerim boynuma giderken zihnime sızan uğultuyla etrafı algılamakta zorluk çekiyordum.
Yeni bir nöbet mi? Hayır, hiç zamanı değildi. Ayakta durmakta zorlandığım adımlarla çıkışa doğru adımlarken düşmemek için duvara tutunmuştum. Her adımda biraz daha bedenime yabancılaşıyordum.
Zorlayarak açtığım kapının önünde kimseyi göremeyince adımlamaya devam ettim. Hava alacağım açık bir yere ihtiyacım vardı, bu kadar. Önümde gördüğüm balkonla adımlarımı hızlandırırken kararan gözlerimle az daha düşecektim.
“Sakinleş. Sadece nefes al. Endişelenecek bir şey yok, endişelenecek bir şey.” Titreyen dudaklarımdan fısıltıyla dökülen kelimeleri defalarca tekrarlamıştım.
Şu aptal kalbim tehlikede olmadığımı anlayana kadar da tekrarlamaya mecburdum. Sonunda balkona vardığımda yüzüme vuran soğuk kış rüzgarıyla tüm bedenim ürperse de garip bir rahatlama çökmüştü üzerime.
Beynimi uyuşturan bu soğuğa minnettardım, tüm bedenimin titremesine sebep olsa bile. En azından her şeyi unutarak beni öldüreceğini hissettiren havaya odaklanmama yardım ediyordu.
Ayakta durmak için taş sütuna bastırdığım titreyen parmaklarıma baktım. Şimdi her şey gözüme daha normal görünüyordu.
“Her şey yoluna girecek…” fısıltılı sesim kış rüzgarına karışırken yanımda hissettiğim karanlık gölgeyle yutkundum.
Gelmişti.
Onun tarafa bakmaya korkar gibi gözlerimi zemine daha çok bastırdığım ellerimi inceledim. Şu an siyahlarındaki bana yabancı o ifadeyi görmeyi kaldıramazdım.
“Titriyorsun.” Dedi kış rüzgarını andırmayacak kadar soğuk sesi.
“Üşüyorum.” Dedim titrek nefeslerimin arasından. Bir bakışıyla içimi ısıtan adama bakmaya şimdi korkuyordum. Üzerimde hissettiğim gözleri sanki rüzgarın daha da şiddetlenmesine neden olmuştu. Islak saçlarımdan birkaç damla ellerime düştü.
“Isınmak için yanlış yerdesin.” Her kelimesinde nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyordu? Nasıl söylerdim ki doğru kişinin yanında olduğumu? Böyle hissiz sesi canımı yakıyordu.
“Belki de yanlış kişinin yanındayımdır.” Gözlerimi yavaşça kaldırdığımda beni izleyen siyahlarında saniyelik gelip geçen bir duygu ilişmişti gözüme. Çelişki. O da anlayamadığı hislerin içinde benim gibi boğulacakmış gibi hissediyordu mu acaba?
Dudakları bir şey söylemek için aralansa da yeniden düz çizgi halini almıştı. Siyahlarına öyle uzun uzun baktım. Belki şu kalbime ısının varlığını hatırlatır umuduyla.
Yüzümü inceleyen siyahları bir şey arar gibi düşünceliydi. Bu bakışlarına daha fazla dayanamayacağımı anlayınca birkaç adım geriye atmıştım.
Belki de gerçekten uyumam gerekiyordu. Attığım her adımda kaşları çatılan adamı umursamadan arkamı dönmüştüm. Gitme zamanıydı. Çıplak ayaklarım buz gibi zeminle her temasında yeniden irkiliyordum.
Sonunda rahat nefes alacaktım ki koluma dolanan ellerle sırtım duvara çarpmıştı. Yaşadığım ani şok afallamama neden oldu. Karşımda bana bir nefes kadar yakın olan adama baktım.
Kıstığı gözleriyle beni izleyen siyahlarına verecek bir cevabım yoktu. Anlamaya çalışıyordu ve kafası fazlasıyla karışmış görünüyordu.
“Kimsin sen?” Sıktığı dişlerinin arasından çıkan soru basitti.
Gerçekten kumdim ben?
Son zamanlarda hayalle gerçek arasındaki kırmızı çizgilerim yok olmuşken bu soruya cevap vermek zordu benim için. Çünkü artık hangi benim gerçek, hangisi hayal olduğunu bilmiyordum. Belki de gerçekten yoktum.
Önemsiz bir dizi, kitap karakterlerinden biriydim. Yazarın keyfine göre şekillenen, benlik duygusundan yoksun, daha kendi varlığının gerçekliğinden dahi emin olamayan bir karakter…
(Bazı kısımları düzenlemeye vaktim olmadı, bu yüzden yazım hataları varsa kusura bakmayın.)


| Okur Yorumları | Yorum Ekle |