
Merhabalarrr💫
Umarım iyisinizdir.
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın.
Keyifli okumalar🪼
“Gerçekten kim olduğumu bilmek ister misin?” Titrek nefeslerimin arasından süzülen sesim bile onun gözlerinin soğukluğunu ve keskinliğini taşıyan kış rüzgârından daha etkili olamamıştı.
Gözlerinde durmadan artan ikilem, onun kadar beni de rahatsız ediyordu. Sızlayan gözlerimi birkaç defa kırpıştırarak kalbimi bin bir parçaya ayıran bakışlarından çekmiştim.
Şimdi tek odaklandığım şey, hâlâ nemli saçlarımı büyüsüyle havalandıran rüzgârdı. Avazım çıktığı kadar bağırıp beni üşüten bakışlarını üzerimden çek demek istiyordum.
Kendini topla, Beliz. Ne için geldiğini unutma. Beni unutacağını, tanımayacağını göze alarak geldim buraya. Şimdi bunun için onu suçlayamazdım.
Sırf âşık olduğum bakışların sıcaklığını deli gibi özlediğim için ağlayamazdım. Gitmesi gerektiğini ben söylerken, gittiği için onu suçlayamazdım. Kalbime yayılan umutsuzluk duygusu dehşet vericiydi.
Belki de her masalın sonu mutlu bitmezdi. Bir şeye başlama fırsatımız olmadan sonumuz olması fikri ne kadar acımasızdı.
“İz.” Dedim aniden. Sanki konuşmamı bekliyormuş gibi gözleri büyük bir merakla devam etmemi bekliyordu.
“İz’im ben. Sadece İz.” Kendimden emin sesimle gece siyahı gözlerinde ışığın izlerini aradım. Onun kalbinden, gözlerinden bir hiçmişim gibi silinmek zoruma gidiyordu. Bıraktığım izleri ona hatırlatmakta kararlıydım.
“İz.” Dudaklarından çıkan düşünceli kısık sesiyle söylediğimi tekrarlamıştı.
Yüzüme yaklaştırdığı yüzüyle kendimi geri çekecek gücü dahi kendimde bulamamıştım.
“Gerçekten ben kim olduğunu bulmadan bu dünyadaki izlerini silmeye başlasan iyi edersin.” Tehditkâr sesiyle aniden duraklamıştı. Gözleri saçlarıma kaydığında benim de gözlerim hâlâ tehlikeli ışıltısıyla parlayan siyahlarındaydı.
Çatılan kaşlarıyla bakışları birkaç saniye nemli saçlarımda oyalandıktan sonra kendini toplayıp tüm ciddiyetiyle yeniden gözlerime baktı. Onun aksine benim dikkatimin odaklandığı şey, bana olan yakınlığından dolayı aklımı karıştıran kokusuydu.
Fazla naif, yok denecek kadar sihirli ama varlığıyla yüzlerce anıyı hatırlatacak kadar acımasız. Üzerine sinen sarı lalelerin kokusuyla aklıma giderken söylediği son sözleri gelmişti.
Senin için o lanet sarı laleleri bile sevdim.
Tenine sinen bu kokudan hâlâ nefret ediyor muydu? Daldığım siyahlarından beni kendime getiren yine o tehditkâr sesi olmuştu.
“Yoksa tüm izlerini kendim silmekten çekinmem. Ve inan ki bunu büyük bir zevkle yaparım.” Keskin sözlerinin aksine gözlerindeki siyahının dahi gizleyemediği kendi yansımamla dudaklarıma küçük bir gülümseme eklenmişti.
İşte aradığım ışık oradaydı. Bana her baktığında onun dahi silmeye gücü yetmeyecek bir ışıktı bu.
“İzler asla silinmez. Bunu kimse öğretmedi mi sana?” dediğimde gözleri dudaklarımda her an silinmeye hazır gülüşüme kaymıştı.
Hayatındaki izlerimi öylece kolay silip atmayacaktın Karan. Sen Karan olmayı öğrendiğin gibi ben de İz olmayı öğrenecektim. Böylece Karan’ın İzi olabilecektim.
Kısılan gözlerinde gördüğüm o duygu umut olmuştu karanlığıma. Kendi içindeki savaşa son vermek adına birkaç adım geriye atmıştı. Derin nefes alıp gözleri beni süzdü.
“Sen mi öğreteceksin İz?” Özellikle İz kelimesinin üzerine basarak söylerken ben omuz silkmiştim.
“Belki.” Dediğimde gözlerinde yine o umursamazlık belirmişti.
“Odana dön.” Emrivaki sesi itirazı katiyen kabul edemeyecek gibiydi. Şu an titrerken ona pek itiraz edecek halde de değildim zaten. Şimdilik beni başından savmasına izin verecektim.
Gözlerimi ondan çekerken bu defa gitmek için karşımda bir engel yoktu. Hızlanan adımlarımla onu arkamda bırakırken bakışlarını hâlâ üzerimde hissetsem de hiç arkama bakmamıştım. Sonunda odaya girdiğimde hiçbir şeyi umursamadan yatağa girdim.
Uyu.
Uyursam unuturdum.
Ya unutursam?
~~~
“BELİZZ? BİTTİK BİZ. ALLAH BELAMIZI VERDİ. O son kızın ahını almayacaktım.” Bağırışlar eşliğinde gözlerimi aralarken oda hâlâ alacakaranlıktı.
Ne oluyordu be? Kısılan gözlerim odada gezinirken aniden açılan perdelerle gözlerimi kapatmak zorunda kalmıştım.
“Uyan artık.” Evren’in omuzlarımdan tutup beni sarsmasıyla bu defa gerçekten kendime geldim.
Yavaşça doğrulurken her an üzerine atlayacak bir panter gibi hazırda durmuştum.
“Beni uyandırmak gibi yaptığın bu affedilmez hatayı telafi etmek için bahane sunmana 5 saniye veriyorum.” Karşımdaki Evren’in anlamsız yüz ifadesi bile benim geri sayımım için engel değildi.
“5, 4, 3-”
“Yine başladı ya. Kes şunu, travmalarımı tetikliyorsun.” Diye bağırdığında duygusuz gözlerle ona bakmıştım. Travma dediği şey, hafta sonları bazen sırf gıcıklığına bilerek onları 5.55’te uyandırırdım. Sonuçta her türlü bir manifesti denemekten zarar gelmezdi.
“2, 1-” tam sıfır diyecekken Evren’in ışık hızına meydan okuyan sesiyle duraklamıştım.
“Sirius denen o adam tam 30 dakika içinde hazırlanıp senin şimdiki nişanlın ve eski kocan, yani başka evrende kocan numarası yapan ama aslında kocan olmayan kocan, onun kardeşiyle ve senin anlattığına göre eski kocanın kardeşinin gizliden âşık olduğu üvey kardeşiyle birlikte yeni nişanlının, daha doğrusu nişanlın olması için Cupit’e gidip ayin gerçekleştirmemiz gerektiğini dedi.”
Bir nefeste söyledikleriyle kendini yatağa atarken ben uykunun verdiği sersemlik yetmiyormuş gibi bir de Evren’in söylediklerini algılamaya çalışıyordum. Daha doğrusu algılayamıyordum.
“Ne saçmalıyorsun be?” diye çıkıştığımda boş gözlerle tavanı izleyip kafasını sallıyordu.
“Biz bittik, bittik.” Durmadan aynı kelimeleri sayıklaması sinirlerimi bozuyordu. Hızla yataktan doğrulurken bu defa onu sarsan ben olmuştum.
“Evren, kendine gel artık. Ne oluyor? Kim gidiyor? Kim kimin kocası? Kim kimin kardeşinin nişanlısı? Anlamıyorum hiçbir şey.”
“Sen bu zekayla o evrenden bu evrene nasıl geldin?” dediğinde göz devirmiştim. Zekama laf ettirmem.
“İstersen zekalarımızı konuşturmayalım. Yoksa zararlı çıkan sen olursun. Sonuçta salaklık sertifikan bile var.”
“Kes.” Diyerek beni eliyle sustururken hızla yataktan kalkmıştı.
“Şu an konu bizim geleceğimiz. Daha doğrusu olamayacak geleceğimiz. Bil bakalım Cupit neresiymiş?” dediğinde kitapla ilgili olan bilgilerimi hızla taramıştım.
Evet, birbirini seven çiftlerin kutsanması için çıktıkları dağ gibi bir yerdi. En son Ryan Emery ile çıkacaktı. Bu kadar abartılacak şey değildi yani.
“Biliyorum.”
“O zaman sihrimiz olmadığı için oraya attığımız ilk adımda başımıza ne geleceğini de biliyorsundur. Sirius söylerken duydum, bu baya büyük sorunmuş.” Evren’in endişeli bakışlarıyla ben de paniklemeye başlamıştım.
Evet, bunu açıklayamazdık. Onu geçtik, açıklayabilecek bir vaktimiz dahi olduğunu sanmıyordum. En son sihrin etkisini üzerimde Zeilin yaptıklarıyla hissetmiştim. Gerçekten korkunç ve dayanılmaz acı vericiydi.
Şimdi o kutsal yer gerçek kimliğimizi anladığı an biterdik. Bir an aklımdan Zeilden yardım istemek geçse de beni bu duruma düşüren onun olduğunu hatırladığımda öfkem artmıştı. İşleri daha da karıştırmasını istemiyordum. Çalınan kapıyla Evren’le göz göze gelmiştik.
“Leydim, yardım için size gönderilen kişileri kabul etmemi ister misiniz?” Sirius’un sesiyle iyice gerilmiştim. Oraya kesinlikle gidemezdim. Loki hayatıma girdiği günden, durmadan yalan söylemem gerekmişti ve hâlâ gerekiyordu. Ne zaman bitecekti bu?
Sirius’un sesi yeniden gelirken hızla üzerime dolaptan sabahlık olduğunu tahmin ettiğim şeyi giyinip kapıyı aralamıştım. Evren’i odamda görmesi pek uygun olmazdı.
“Daha hazırlanmadınız mı leydim?” Gözleri şaşkınlıkla üzerimde gezinirken o aksanlı sesi sinirlerimi bozmaya başlamıştı bile.
Gülümsemeye çalışarak arkasında olan 4 genç kıza bakmıştım. Ellerinde kıyafetler, aksesuarlar ve anlayamadığım garip yapraklar vardı.
Panik dalgası tüm bedenimin kaskatı kesilmesine sebep olurken aklıma gelen yüzlerce isimden yalnızca biri benim rahatlama sebebim olmuştu. Bana yardım edeceğini düşünmek belki aptalcaydı ama denemekten başka bir yolum yoktu.
“10 dakikaya hazır olacağım. Lütfen onları bana verin. Evet, onu da.” Diyerek kızların elindeki kıyafet ve diğer şeyleri alırken aralık kapıdan içeri girecekken Sirius’un kıpkırmızı olan yüzüyle yanlış bir şey yaptığımı anlamıştım.
Ne? Bir bebek gibi beni giydirmelerine izin vereceğimi sanıyorsa daha çok bekler.
“Lütfen salonda beni bekleyin.” Diyerek kapıyı hepsinin yüzüne kapatmıştım. Burada olduğum zaman zarfında Sirius’un sabrını daha çok sınayacağımı biliyordum.
“Gerçekten gidecek miyiz?” Evren’in panikleyen sesiyle elimdekileri yatağa fırlatmıştım.
“Saçmalama, tabii ki hayır.”
“Peki nişan?”
“Halledeceğim.” Diyerek yataktaki şeyi nasıl giyeceğimi, daha doğrusu hangi sırayla giyeceğimi anlamaya çalışıyordum. Evren’e baktığımda ise anlaşılan benden önce davranmış, şık bir şekilde hazırlanmıştı. Belki de onu da oyuncak bebek gibi giydirmişler, bilemiyordum.
“Ne yapıyorsun gökler aşkına?” dediğinde yüzümü buruşturarak ona döndüm.
“Gökler mi? Kendine gel, sen dünyalısın?” diye çıkıştığımda hızla elimdeki şeyi alıp üzerime tutmuştu.
“Ne var, herkes böyle söylüyor. Daha bu güncelleme sana gelmedi mi?” diyerek yeniden o umursamaz tavrını takınırken ben delirecek gibi hissediyordum.
“Birinci şunu giymen gerekiyor, sonra da şu.” Diyerek beni büyük bir sorundan kurtarmıştı.
“Emin misin?” Şüpheli sesimle ona bakarken şu şeyler hakkında gerçekten hiçbir fikrim yoktu. Neden düz bir elbise giymiyorlar ki? Üst üste bu kadar eteğe ne gerek var diye içimden geçirsem de Evren’e güvenmiştim.
“Tabii ki.”
Evren hızla odadan çıkarken ben de hazırlanmaya başladım. İlk kıyafeti Evren’in söylediği sıralamayla giydikten sonra en büyük çilem olan saçlarımı taramıştım. Uçları hafif dalgalıyken ön kısımlarından taç gibi yaptığım dağınık örgülerin içine küçük çiçekler eklemiştim.
Evet, yeşiller içinde güzel olmadığımı söylersem kendime fazla haksızlık etmiş olurdum. Yalnızca elbise gözüme biraz garip geliyordu.
“Evren, sence kesin böyle mi giyiliyor bu? Tamam, güzel gözüküyor da, biraz şey gibi…” dediğimde hızla elimden tutarak beni kendi etrafımda döndürmüştü.
“Muhteşemsin.” Diyerek Sirius’un aksanıyla konuşurken kahkaha atmıştım.
“Sirius’un bunu duyarken ki ifadesini düşünemiyorum bile.” Aklıma gelen isimle panikle kapıya doğru gitmiştim.
“Gidiyorum ben. Sen de salona in.” Dediğimde hızla odadan çıkmıştım.
Adımlarımı merdivenlere yöneltirken etrafta birkaç çalışan dışında kimse yoktu. Özellikle bakışlar hiç hayra alamet değildi. Hatırlamaya çalıştığım odayla koridorda kendi etrafımda dönmüştüm.
Ya odasında değilse? Hangi akla hizmet geldim ki buraya? Derince nefes verirken kendimi toplamak için emin adımlarla dün koşarak çıktığım odaya adımladım. Evet, bu aptallığı yapıyorum.
Dün yaşanan onca şeyden sonra onunla karşılaşmayı göze alacak kadar delirmiş olmalıydım. Dün açık açık beni tehdit etti ve ben sabahına kapısındayım.
Böyle söyleyince de geri dönesim gelmişti. Hızlanan kalp atışlarımla elim inip kalkan göğsüme gitmişti. Diğer elimi kapıya giderken durdum.
“Sakinleş aptal kalp.” Titrek nefeslerimle kendimi sakinleştirme çabalarım bir fayda vermeyince tüm cesaret kırıntılarımı toplayarak bir defa kapıyı çaldım. Sessizliğin sürdüğü saniyeler yumruklarımı daha çok sıkmıştım. Avuç içlerimi acıtan tırnaklarım bile bu sessizliğin verdiği işkenceyi yok saymama yetmiyordu.
Yeniden aynı çekingenlikle kapıyı çaldım. Acaba içeride değil miydi? Ya altı üstü gel ya da git demek bu kadar zor olmamalı. Konuşmak için kendimi hazırlarken görmese bile istemsizce gülümsemeye çalışmıştım. Yani sonuçta bu evren az şeytan değil.
“Kara-, yani şey Loki…” diyerek aniden duraksamıştım. “Acaba prens mi desem? Fazla mı saygısızca oldu? Prens Loki? Ay bu da çok garip. Lord? Ekselansları? İyice saçmaladın.” Kendi kendime konuşurken duyduğum ani sesle küçük bir çığlık atmıştım. Gökte ararken yerde bulmuştum onu. Siyahları şüpheyle kısılırken tam önümde durmuştu.
“Az önce sen kapıyla mı konuşuyordun?” diyen sesiyle arkamdaki kapıya kısa bir bakış atmıştı.
“Daha neler. Sağ melekle küçük bir hasbihal ettik de.” Dediğimde kaşları çatılmış, ne dediğimi anlamaya çalışıyordu. Evet, saçmalıyordum galiba.
“Konuşabilir miyiz?” diyerek sanki sabahtan saçmalayan ben değilmişim gibi yüzüme en masum gülümsememi ekleyerek beklentiyle ona bakıyordum. Bu yüz ifademe dayanamazdı, biliyorum.
“Hayır.” Beni afallatan sesiyle üstten bakan bakışlarını da üzerimden çekerek yanımdan geçip odaya girmişti. Bense yüzüme kapanan kapıyla bakışıyordum.
“Odun.” Kapıyı yumruklamamak için kendimi zor tutarken derin nefesler alıp kapıyı yavaşça aralamıştım. Her ihtimale karşı sihrin garip etkilerine maruz kalmak istemiyordum.
Araladığım kapıdan içeri girdiğimde bir kısmı acık olan perdelerden içeriye sızan gün ışığı dışında odayı aydınlatan başka bir şey yoktu. Nereye gitmişti bu?
Düne nazaran etrafı inceleyebileceğim bir aydınlıktaydı. Özellikle siyah duvarlar odanın kasvetini artırırken sol kısımda olan kitap rafına kaymıştı gözlerim. Şu odadaki tek canlı şey soluk renkli kitaplardaki karakterler gibi gelmişti.
Bu odayı daha önce gördüğüme emindim. Yaşadığım tanıdık hislere anlam veremezken gözlerimi diktiğim kitaplıktan ayırmama sebep olan onun sesiydi.
“Dün buraya nasıl girdin?” dedi tüylerimi ürperten sesiyle. Hızla gözlerim onu bulurken ne zaman camın önüne geldiğini anlayamamıştım. Dün odadaki kişinin ben olduğumu biliyordu. Ve buna rağmen sustu.
Nedensizce bunu yaparken iyi niyetli olmadığını hissediyordum. Camın önündeki masaya yaslanmış, ellerini göğsünde birleştirerek kontrol etmek için büyük çaba harcadığı mimikleriyle beni izliyordu.
Kasvetli hava nefes almamı zorlaştırırken sanki oda daha da küçülmüştü. Bu adam beni çok fazla geriyordu.
Verecek bir cevabım olmadığı için sessizliği seçmiştim. Oysa buna daha fazla katlanamayıp devam etti.
“Sihri aşamazsın. Bu kule içindeki hiçbir mühürlü odaya izinsiz giremezsin. Ve senin bu odaya ikinci girişin.” İmalı sesiyle kaşları sorgular gibi havalanmıştı. Nasıl yani?
Ani yaşadığım şok ve aydınlanmayla onun gözünde şüpheli konumuna düştüğümü biliyordum. İlk odaya girmeme sebep Zeil’di ki bu onun güçlerinde biri için çocuk oyuncağıydı. Ya şimdi? Bana izin verdiğini düşünmüştüm.
Vermeseydi giremezdim. Ama vermediğini söylüyor. İyice kafam karışırken onun devam ederek söyledikleri bu defa öfkelenmeme sebep olmuştu.
“Ve tesadüfe bak, dün üzerinde yaptığım onlarca sihrin hepsi etkisiz kaldı. Zihnine dahi giremedim.” Yüzünden tehlikeli bir ifade geçerken eliyle kasılan yüzünü sıvazlamıştı.
Doğrularak bana doğru attığı her adımda sanki yerime çivilenmişim gibi öfkemi kontrol etmeye çalışıyordum. Ama bu şartlar altında pek mümkün görünmüyordu.
“Yasak olmasına rağmen üzerimde sihir kullandın. Bir de yetmezmiş gibi zihnime mi girmeye çalıştın?” diye dayanamayarak öfkeyle sesimi yükseltmiştim. İkimiz de birbirimize dik dik bakarken yüzündeki hiddetli gülüşüyle beni cevaplamakta gecikmemişti.
“Konuyu çarpıtma. Sence yasaklar umurumda mı? Hatta buradaki bir şeylerin umurumda olabileceğini düşünebiliyor musun?” diyen ürkütücü sesiyle bana doğru bir adım atınca ben de geriye gitme ihtiyacı hissetmiştim.
Bana diktiği siyahlarından gözlerimi ayırırken tam da karanlıkta gördüğüm bir demet sarı lale afallamama neden olmuştu. Hani nefret ediyordu?
Kendi odasının en güzel köşesine koyacak kadar mı nefret ediyordu?
Hatta şu karanlık odada yalnızca onları aydınlatacak kadar perdeleri açacak ve tenine kokusu sinecek kadar mı nefret ediyordu?
Gözlerimin takılı kaldığı yere baktığında ikimizin de baktığı şey aynıydı. Peki gördüklerimiz? Ya hissettiklerimiz?
“Laleleri sever misin?” Buruk tebessümümle ona dönerken onun bakışları hâlâ çiçeklerdeydi.
Ani sorumu beklemiyormuş gibi bir süre sessiz kalsa da bakışlarını yavaşça bana çevirdi.
“Nefret ederim.” O an yutkunamamıştım. Yaşadığım onlarca anı bir zehirmiş gibi boğazımdan geçememişti.
“Hiç mi sevmedin?” Siyahlarına bakan gözlerimde umut yoktu. Verdiği cevabın beni incitmesine izin vermeyecektim. Onları bir zamanlar sevdiğini biliyordum. Benim için olsa bile. Sessiz kaldı. Ve bunun için ona minnettardım. Belki de yanılıyordum. Söyleyeceği tek kelime bile beni alt üst etmeye yetebilirdi.
Hızla kendimi toplarken derin nefes çektim. Artık asıl konuya geçmem gerektiğini biliyordum.
“Ryan’la nişanlanmak istemiyorum.” Pat diye söylemiştim. Karanlık oda bile yüzünün aldığı garip ifadeyi gizleyememişti. Şaşkınlıkla kaşları havalanırken gözlerinde ilk defa kibirli, üstten bakan, en önemlisi nefret yoktu. Bakışlarındaki durgunluk nedensizce rahatlama sebep olmuştu.
“Onunla asla evlenmem. Galaksiler yer değişse bile. Yani anlayacağın bana yardım etmek zorundasın.” Dediğimde derin bir soluk çekmiştim. Karşımdaki adamın afallamış yüz ifadesinden anladığım kadarıyla kesinlikle bunları söylememi beklemediğini görebiliyordum.
Birkaç saniyelik sessizliğin ardından siyahlarını gözlerimden ayırmayarak kafasını yavaşça yana yatırdı. Bedenimde hissettiğim küçük karıncalanma nedensizce rahatsız ediciydi.
Özellikle dün de yaşadığım o baş ağrısını yeniden yaşıyordum. Zihnimin duvarlarını zorlayan şeyi tahmin etmem zor olmamıştı. Dün yaşadığım şeyi anlayamamıştım ama şimdi anlıyordum.
Durmadan zihnime sızma çabaları, özellikle sihrinin bende işe yaramadığını düşünerek her defasında bunu güçlendirmesinin bana neler yaptığı hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Zihnim ve bedenim ona karşı direnirken fazla yorgun ve güçsüz düşüyordu.
“Kes şunu.” İçime kaçan sesimle elim yeniden boynuma gitmişti. Dün yaşadığım şeyin yeniden yaşanması düşüncesi dahi bedenimin kaskatı kesilmesine sebep olmuştu.
Arkamdaki kitap rafına sırtımı yaslarken yere yığılmamak için harcadığım çabadan haberi yoktu. Kaşları çatılırken yüzündeki çizgiler gerilmişti. Sanki daha yeni fark ediyordu ne yaptığını. Belki bilinçsizce yapıyordu bilmiyorum ama bu bana hiç iyi gelmiyordu.
Zihnimin ona verdiği savaşı bitirirken yavaş adımlarla cama doğru ilerlemişti. Açılan perdelerle içeriye dolan güneş ışığı bile bu kasvetli odanın ölü havasını dağıtamamıştı.
Açtığı camla ciğerlerime çektiğim temiz hava biraz daha sakinleşmeme sebep olmuştu. Oysa arkasını bana dönmüş masanın üzerindeki lalelere bakıyordu.
“Sana yardım etmek gibi bir zorunluluğum yok. Benimle bu tarzda konuşmana son defa göz yumuyorum.” Sesi boğuklaşırken bir şeyleri düşünür gibiydi.
“Teklifimi dinlemedin bile”
“Teklif?” diyerek küçümser bir edayla gülmüştü.
“Bu kadar yeter. Herkes aşağıda seni bekliyor.” İtiraza yer bırakmayan net sesiyle gözlerim dolmuştu. Beni hatırladığın zaman bu yaptıklarının hesabını sana ödeteceğim aptal herif.
“Ryan’dan neden nefret ettiğini bilmiyorum ve inan ki şu an umurumda bile değil. Ama sana onu gerçek anlamda yenebilecek bir fırsat sunabilirim.” Bu dediğim dikkatini çekmiş olacak ki siyahları sonunda beni bulmuştu.
“Evlen benimle.” Demiştim kısık sesimle.
Evet, bunu yapmıştım. Gerçekler kitaplarda kurduğumuz hayallerden epey bir farklı olabiliyordu. Kaderimde sevdiğim adama evlenme teklifi etmek de varmış.
Aslında uzun bir bölüm atacaktım. Maalesef birkaç sorun çıktı.
Kurgunun genel gidişiyle ilgili düşünceleriniz neler? Bazen yazdığım zaman fazla saçmalamış olabilirim🥲)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |