70. Bölüm

3.8

Okyanus
okyanuss_s

 

Merhabalarrr✨️

Oylmayaı ve satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın güzellerim🎀

Keyifli okumalar🪼

 

Gölgesi tarafından bile sevilmeyen ışık olmuştum. Gölgenin lanetli ışığı. Korku dolu bakışların nedenini şimdi çok iyi anlıyordum. Durumun farkındalığıyla kendimi uçurumun kenarında hissediyordum. Artık hataya yer yoktu.

Tek bir şans.

Tek bir hayat.

Kalbimi esir alan fırtınalı panik duygusunu boğarak sakince nefes aldım. Soğukkanlı ve ifadesiz olduğunu düşündüğüm yüz ifademle karşımdaki adama bakıyordum.

“Peki öneriniz ne?” dediğimde herkesin odak noktası ben olmuştum. Evet, işler yine planladığımın aksi yönünde gidiyordu.

Evliliği engellemişti ama kendi yöntemleriyle. Aklında yine ne tilkiler dolandığını bilmeliydim. Onun oynadığı bu oyunda her zaman bir adım önde olmam gerekiyordu. Yoksa son gayet açıktı.

“Belki de kendi krallığınıza dönmelisiniz?” diyen Lucas’ın imalı sesiydi. Benden önce onu cevaplayan Loki’nin delici bakışları olmuştu.

“Hiç kimse bu topraklardan çıkamaz. Kararımın ciddiyetini test etmek isteyen buna cüret ederek diğerleri için canlı bir denek olabilir.” Gür sesi sanki salonun içinde değil de hepimizin zihninde yankılanıyordu.

Takındığı bu tavırdan ne anlamam gerektiğini bilmediğim için sessizliği seçmiştim. Birkaç dakikanın içinde herkes dağılırken salonda yalnız üçümüz kalmıştık.

“Beni takip et.” Loki’nin aniden duyduğum sesiyle Evrene kısa bakış atmıştım. Geleceğimden neredeyse emin olan adam arkasına bakmadan adımlarken ben de arkasına takıldım. Ona yetişmek için hızlandırdığım adımlarımı hissetmişçesine o da adımlarını yavaşlattı.

“Salonda yaptığın o gösteride neydi?” Sesimi umursamıyormuş gibi tutmaya çalışarak gölgelerin dans ettiği yüzüne açıklama bekler gibi bakıyordum.

“Anlaşılan yöntemlerim seni rahatsız etmiş” dediğinde omzunun üzerinden bana bakarken o adımlarını bir an durdurdu. Bu defa öne ben geçerken daha ne olduğunu anlamadan hafifçe belimden tutarak beni sağ geçide yönlendirmişti.

Uzun koridorun gittikçe kasvetli havasının sebebini anlamamıştım.

“Sence yöntemlerinin beğenilecek bir şey mi? Hem nereye gidiyoruz böyle?” Sorularımı görmezden gelirken labirent gibi dolambaçlı geçitler başımın dönmesine sebep olmuştu.

Cevap vermesi umuduyla yüzüne baksam da beni cevaplamadan sessiz adımlarla önde ilerlemeye devam etmişti. 9 kapıdan geçtiğimizi saymıştım. İlk başta kulenin yukarısına çıktığımızı sansam da aşağı inen merdivenlerle muhtemelen mahzen gibi bir yerlere gidiyor olmalıydık.

En son geçide vardığımızda önce benim geçmem için eliyle içeriyi göstermişti. Onu bekletmeden içeri adımlarken gördüğüm büyüleyici manzara istemsizce kalp atışlarımı hızlandırmıştı.

Büyüleyici ve güzel kelimesi az kalırdı bunun yanında. Bu kasvetli kulede sanki cennetten bir parçaymış gibi gelmişti gözüme. Özellikle yüzlerle farklı renkte olan çiçeklerde gezinen gözlerimin takıldığı şey sarmaşıkların dolandığı heykel olmuştu.

Cansız bir taş parçasının o gözlerindeki hüznün bu kadar canlı olması mümkün müydü? Tüm dünyanın yükünü o küçük omuzları nasıl taşımıştı? Onu tanıyordum.

Kovulmuş ilk ruh.

İlk tanrıça.

Yüzündeki kanlı tül rüzgara direnir gibi havalanmıştı. Önünden geçen küçük su akıntısına hala damlamaya devam eden kan suda hiç iz bırakmadan yok oluyordu. Kanlı göz yaşları asla iz bırakmazdı.

Onun hüznü asla bitmeyecekti. Onun acısı asla dinmeyecekti. Yerin yedinci katına hapsedilmiş bir tanrıça olarak kendi yarattıkları tarafından cezalandırılacaktı.

Tenimi esir alan ürperti bir anda cenneti andıran bu yeri kasvetli bir ölüm çukuruna çevirmişti. Okuduğum zamanda çok etkilenmiştim ama görmek daha çok etkilenmeme neden olmuştu.

Arkamda hissettiğim hareketle ona döndüm. “Burada ne işimiz var?” Düşündüğümün aksine sesim fazla kısık çıkmıştı. Çünkü onu görmeyi asla beklemiyordum. Kim kendi yarattıkları tarafından asırlarla hapsedilmiş bir tanrıçayı görmeyi bekleyebilir ki.

Bu düşünce nedensizce içimde yeniden onlara karşı garip bir korku ve tiksinti duygusu yaratmıştı. Hiçbir şey söylemeden elini bana doğru uzatmıştı. Bir ona bir boşta olan eline bakarken tereddütle de olsa elimi yavaşça uzun parmakları arasına bırakmıştım.

Yeniden sıcaklığını hissettiğim teni nedense bu defa içimdeki endişe duygusunu yok edememişti.

“Eğer şartlarımı kabul edersen şimdi burada evlenmiş olacağız” dediğinde gözleriyle durduğumuz yeri işaret etmişti.

Yüzündeki ifadeden aklından neler geçtiğini anlamak zordu. Şartlar derken neyi kast ediyordu? Merakla ne söyleyeceğini beklerken elime dolanan parmakları sıkılaşmıştı.

“Bir.” Dedi kendinden emin sesiyle. “Ben söyleyeceğim ana kadar bu ikimiz arasında sır olarak kalacak. Hatta yanındaki o palyaço bile haberdar olmayacak.” Kaşları uyarırcasına havalanırken kimi kastettiğini anlamam kısa sürmüştü.

“Evrenden bir şey giz-“ daha sözümü tamamlamadan devam etmişti.

“İki, gerektiğinde sahip olduğum yönün tüm güçleri sana verdiğimde sorgusuz sualsiz bunu kabul edeceksin.” Bu dediğiyle gözlerim şaşkınlıkla büyümüştü.

Ben onun benim sahip olduğumu sandığı güçleri kullanacağını düşünürken güçlerini bana vermesi fikri bile garip gelmişti. Kıstığı gözleriyle beni inceleyen bakışlarıyla fazla dikkat çektiğimi anlayarak konuştum.

“Tamam” kısık sesimle başımı olumlu anlamda sallarken o bana doğru bir adım atmıştı. Yüzüme doğru yaklaştırdığı yüzüyle siyahlarını tam gözlerime dikmişti. Sanki gözlerindeki o kesinliği ve netliği göreyim diye özellikle her kelimenin üzerine bastırarak söylemişti son sözlerini.

“Üç. Benden bir şey gizlemeyi aklından dahi geçirme.” Delici siyahları altında hızlanan kalbimin sesini duymaması için dualar etmiştim. Uzun uzun bakan siyahları sanki her şeyi anlayacakmış gibi bakıyordu.

Ben hızla onu onaylarken yeniden yanımdaki cansız heykeli incelemeye koyulmuştum.

“Bu bir bağ. Diğer yapılan evliliklere benzemez. Onun önünde yönünü birbirine bağlamaya yemin etmiş ruhlar ona bir adak sunar.”

Dediğinde önce avucunun içinde olan elime, daha sonra heykele kısa bir bakış atmıştı. Bu söylediği biraz beni germişti. Umarım garip şeyler istemezdi.

“Ne gibi mesela?” diye sorduğumda derin bir nefes alarak bana odaklandı.

“O doğru zamanda bunu senden alır. Ne olduğunu da o zaman öğrenirsin.” Dingin sesi beni biraz da olsa sakinleştirse de bu aptalca bir anlaşmaydı. Sonuçta istemediğim bir şeyi de alabilirdi.

Tam o an itiraz edecektim ki yeniden o sakin ılımlı sesiyle konuşmaya devam etti. Sanki özellikle beni korkutmamak için anlayışlı bakan bakışlarına takılmamaya çalıştım. Yoksa eskisi gibi bakan siyahlarından ayıramazdım bakışlarımı.

“Ruh, senin istemediğin ve izin vermediğin bir şeyi senden asla almaz. O bir hırsız ya da iblis değil. O saf olan. Kendi ruhundan bir parça taşıyan hiç kimseye zarar vermez.” Dediğinde ellerimizi yavaş bir ritimle suya damlayan kana doğru yaklaştırmıştı.

Sorun şuydu ki buraya ait biri değilken başıma neler gelebileceğini kestiremiyordum. Gözleri benden onay bekler gibi bakarken ben de kasılmış bedenimi gevşetmeye çalışmıştım.

En fazla ne olabilir ki. Zaten burada toplamda 21 günüm vardı ve ben onun birkaç gününü çoktan yitirmiştim. Geri kalan süredeyse kesinlikle bir şeyler düşünüp bu konuyu halletmeliydim. Beni hatırlamasının bir yolunu bulmalıydım.

Onaylar gibi ona bakarken ikimizin de elini heykele yaklaştırmıştı. Tanrıçanın gözünden düşen tek bir kan damlası tüm bedenimin ürpermesine neden olmuştu. Ben avucumun içinde buharlaşan sıvıyı izlerken Loki’nin duyduğum sesiyle gözlerimi ona çevirdim.

O gözlerini gözlerime dikerek, yankılanan bir tınıyla yemin etmeye başladı.

“Bir gölge gibi daim peşinde olacağım.” Sözleri mahzenin karanlık köşelerinde yankılanırken, içimdeki ürpertiyi daha da arttırdı. Onun ardından ben de sakin tutmaya çalıştığım sesimle yeminimi ettim.

“Zamanın sonsuz döngüsünde gölgeyi takip edeceğim.” Bunu söylediğimde gözlerinden karanlık bir ışıltı geçmişti. Birer zaman yönü taşıyıcısı gibi yeminimi etmeye mecburdum. Onun siyahlarına bakarken içimden geçen gerçek sözler dönmüştü zihnimde.

Birer ışık gibi sana yolunu göstereceğim.” Bunu duymasını o kadar çok isterdim ki.

Sözlerimizin bitmesiyle yeni bir damla daha düşmüştü avuçlarımıza.

“Karanlığımla koruyup, ateşimle iyileştireceğim.” Sözleri bir yemin gibi yankılanmıştı. Hemen ardından ben devam etmiştim.

“Vadettiğim ateşe özgürlük getireceğim.” Sesim yankılanan bir fısıltıya dönüşmüştü. Yeniden aynı şeyi yaparak kendi yeminimi içimden tekrarlamıştım.

Tutsak olmuş kalbinde umudu yeşerteceğim.” Sessizliğimin ardından gözleri anlam veremediğim bir duyguyla parlamıştı.

Bazen o siyahlarının ruhumun ta derinliklerini bile görebildiğini düşünüyordum.

Avucumdaki son damla hiçbir iz bırakmadan yok olurken, onun avuçlarının içinde gördüğüm sarı lekelerle şaşkın dolu bakışlarımla ona baktım. Oysa sanki bu çok normalmiş gibi son sözlerini de söylemişti.

“Sana sonsuz güvenle inanacağım.” Siyahlarını böylesine parlatan şeyi merak etmiştim. Yemin sırası bende olduğunu bilerek zor da olsa gözlerimi beni endişelendiren ellerinden çekerek siyahlarına diktim.

“Sana sonsuz sadakatimle her zaman yanında olacağım.” Yemini bitirense onun avuç içime bastırdığı dudakları olmuştu. Aniden kalbimin ritmini değiştiren dudaklarının ısısını tenimde sanki ilk kezmiş gibi hissediyordum.

Bu hareketi yutkunmama sebep olurken ben afallamış bakışlarımla yavaşça dudaklarını ellerimden çeken onu izliyordum. Bu da törenin bir parçası mıydı? Ne yapmam gerekiyordu?

Kalbim hem gerginlik hem de yaptığı şeyin heyecanıyla deli gibi atarken siyahları biraz da olsa beni sakinleştirmişti. Dikkatimi dağıtan şeyse hala avucunun içindeki o sarı lekeleri gizleyen ellerim olmuştu.

Yavaşça ellerimi geri çekerken boşta kalan elleriyle çatılan kaşları bende tebessüm etme isteği uyandırmıştı. O kesinlikle benim Karanım’dı. Çocuk gibi asılan yüzünü hızla toparlamıştı.

Parmaklarımı avucunun içindeki izlere dokundurduğumda onun siyahları dikkatle yaptığım her bir hareketi izliyordu.

“Bunlar ne?” demiştim endişeli sesimle. Nedensizce bu sarı lekelerin iyi bir şey olmadığını düşünüyordum.

“İzler. Yapılan her bir anlaşmanın bir bedeli vardır. Bugün onunla bir anlaşma yaptık. Ve bunun bedelini ödemek zorundayım.” Sakin sesiyle benim düşüncelerimi daha da çıkmaza sokmuştu.

Nasıl yani ödemek zorundaydı? Bende neden bu izlerden yoktu? Eğer bunu ikimiz yaptıysak neden yalnızca o neyinse bedelini ödemek zorundaydı. Sanki ne düşündüğümü anlamış gibi konuşmaya başladı.

“İkimiz için de bu izleri ben taşıyabilirim. İzler asla silinmez. Sevmediğin birinin izlerini sonsuza kadar taşımanı istemem.” Dediğinde duruşunu dikleştirerek yeniden eski duygusuz yüz ifadesini takınmıştı.

Sanki saniyeler önce yaşanan her bir an silinip giderken hiçbir şey olmamış gibi davranmasına alışamıyordum. O çıkışa doğru adımlarken ben hala yerimde durmuş onu izliyordum. Çünkü bir ışık olarak hala yeminimi daha bitirmemiştim.

“Seni sonsuza dek seveceğim.” Zihnimde yankılanan bu cümleleri bir gün ona söyleyeceğime emindim. Kesinlikle bunu söyleyecektim. Aniden durmasıyla omzunun üzerinden bana bakmıştı. Kıstığı gözleriyle beni incelerken sanki bir şeyleri anlamaya çalışır gibi görünüyordu.

Dudakları bir şey söylemek için aralansa da son anda vazgeçerek benim de gelmem için eliyle işaret etti. Son defa arkamdaki heykele bakarken onu çok bekletmeden arkasına takıldım.

Yeniden aynı dolambaçlı yolları geçerken ben can sıkıntısından aklımda olan soruların cevabını bulmak adına konuşmaya başladım.

“Neden bu evliliği gizliyoruz ki? En güçlü senken bunu herkese göstermen gerekmez mi?” diye sorduğumda adımlarını benim tempoma göre yavaşlatmıştı.

“Niyetim güç gösterisi yapmak olsaydı zaten elimdeki güçlerle bunu yapabilirdim.” Haklıydı. Yalnızca ateş yönüyle bile tüm evrene kafa tutabilirdi ki, bunu defalarca da yapmıştı. Ama yine de mantıklı bir sebep bulamıyordum. Sonuçta benimle hayrına evlenmemişti ya. Elbet bu işten bir çıkarı olmalıydı.

“Evrenini kurtarmak için bu kutsal güçleri topladığını söyle de burada düşünüp bayılayım.” Alaycı sesimle ona yandan bakış atsam da gözlerini labirent gibi farklı geçitleri olan uzun koridordan ayırmıyordu.

“O kadar da iyilik meraklısı değilim.” Sakin sesiyle bana istediğim cevapları vermemesi biraz sıkılmama neden olmuştu.

“Hadi ama o zaman neden bir şeyleri saklıyoruz? Sonuçta ne yapmak istediğini bilmeliyim ki, sana yardım edeyim.” Onun şimdi gidip Ryan’ı sinirden kudurtması gerekirken bu sakinliği ürkütücüydü. Kesinlikle bu fırtına öncesi bir sakinlikti.

Son söylediğim alayla gülmesine sebep olmuştu. “Bana en büyük yardımın o küçük diline sahip çıkman olabilir.” Bu sözlerine göz devirirken yanında yürümeye devam ettim.

“Ne halin varsa gör.” Diye homurdanarak önüme döndüm.

Bir kaç dakikalık sessizliğin ardından yeniden aklımdakileri sorup sormamak konusunda kararsız kaldığım için bir ona bir de oynadığım parmaklarıma bakıyordum. Tam sormak için dudaklarımı aralasam da susmuştum. Zaten cevap vermeyecekti.

“Buradan çıkmamıza 4 dakika kaldı, ne soracaksan şimdi sor.” Diyerek bana bakarken çocukça bir sevinçle gülümsemiştim.

“Gerçekten ışık yönü hakkında söylediklerinde ciddi miydin? Yıllar önce yaşanmış bitmiş bir olay için nasıl günahsız bir ırkı cezalandırmayı düşünürsün?” Sona doğru öfkeli çıkan sesimle ilk defa durmuştu. Bana doğru döndüğünde yüzünde öfkeli bir ifade beklesem de şimdilik sakin görünüyordu.

“Günahsız hiç kimse cezalanmayacak. Söylediğim gibi isyankar bir ruha merhamet etmemi bekleme benden.”

“Kendi hakları için yaptıkları bir başkaldırıyı cezayla cevaplayamazsın.” Yine ona karşı çıkarken o sabırlı olmaya çalıştığı sesiyle beni cevaplamıştı. “Düzeni bozmaya çalışıyorlar.”

“Kendi düzenlerini kurmaya çalışıyorlar.” Dedim.

“Aynı şey.”

“Hayır, değil.” Hızla söylediğine itiraz etmiştim.

“Beni dinlemiyorsun bile. Herkes uyum içinde yaşarken dışlanmış bir ırkın nasıl hoşgörülü olmasını beklersin? Şu an tüm gücü elinde toplamışken neden onları da kendi tarafına çekmiyorsun?” Son söylediklerimle kaşları şaşkınlıkla havalanırken ben devam etmiştim.

“Işık gölgeye zaten düşman olmaz ki. Onlara senin tarafından yapılan hiç bir cezayı gölgeden gelmiş gibi düşünmüyorlar. Eğer bunu yaparsan onlar için yıkıcı bir ateşe boyun eğmiş gölgeden farkın kalmaz.”

Bir şeyleri düşünür gibi görünse de sözlerimi görmezden gelmediğini biliyordum. En azından şimdilik bu yeterliydi. Kendini toplayarak önüne döndü.

“Gitmemiz gerekiyor. Ortalıkta olmamamız dikkat çekmiş olmalı.” Hızlı adımlarla orayı terk ederken ben Evren’in yanına odaya adımlamıştım.

İçeriye geçtiğimde Evren’i bir kızla yatakta basmayı tabii ki beklemiyordum. Altı üstü 30 dakika yalnız bıraktım ya. Ben hızla arkama dönerken kızdan yükselen çığlıklarla yüzümü buruşturmuştum.

“Basıldık.” Evren’in bağıran sesi ise daha beterdi. Allah belanı versin Evren.

“Sapık herif bari bu evrende o libidona sahip çık.” Diye kapıdan çıkarken arkamdan duyduğum seslerle kızın giyindiğini anlamıştım. Bu evren de umarım başımızı belaya sokmazdı.

Ben içimden Evren’e söve söve kapıda beklerken, utançtan kızarmış kız aralanan kapıdan çıkmıştı. Başını öne eğerek anlamadığım dilde bir şeyler söyleyerek utangaç gözlerini yerden çekmeyerek koşar adımlarla yanımdan gitmişti.

Sinirli olduğumu düşündüğüm yüz ifademle odaya dalarken Evren hala gömleğinin düğmeleriyle uğraşıyordu.

“Azgın köpek.” Diyerek ona kınayıcı bakışlarımı atarken yüzündeki çapkın gülümsemesiyle kendini yatağın üzerine atmıştı.

“Bunu elin Lorduyla gizli saklı bir yerlere giden arkadaşım mı söylüyor?” dediğinde yataktaki yastığı kafasına doğru fırlatmıştım.

“Doğru konuş edepsiz. Biz önemli fikir alışverişi için çok gizli bir toplantı yaptık o kadar.” Dediğimde kahkaha atmıştı.

“Eminim toplantı yapmışsınızdır.”

“Evren.” Diye uyarıcı sesimle kahkahaları kesilmişti.

“Tamam ya, demedim bir şey. Sahi, neredeydiniz siz?” Sona doğru ciddileşen sesiyle ona söyleyip söylememek konusunda kararsız kalmıştım.

Sonuçta Loki’ye kimseye söylemeyeceğime dair söz vermiştim. Ama Evrenden bir şey saklamak istemiyordum. Sonunda sıkıntıyla nefes vererek yanına oturdum.

“Hiç, sadece beni bazı konularda uyardı.” Dediğimde Evren olumlu anlamda başını sallamıştı.

“Peki, hal oldu mu evlilik işi?”

“Evet, yani şimdilik Ryan’la evlenmem mümkün değil.” Evren rahatlamış gibi nefes verirken ben aklımda kurduğum planları düşünüyordum. Şimdilik bunu saklayabilirdim.

Odaklanmamız gereken daha büyük konularımız vardı. Anladığım kadarıyla son olanlardan sonra Lucas’la Loki’nin arası iyice açılmıştı. Bu da gösteriyor ki Lucas her an Zeille bir anlaşma yapıp kendini ölüme sürüklenebilirdi.

Eğer Lucas yeniden sonsuz döngüye hapsedilirse, Loki yeniden onu bulmak için yanlışlıkla dünyaya gidebilirdi. Garip bir şekilde şu an bunu engellemek en mantıklı seçenek gibi görünüyordu.

Aslında bir nevi Zeille verdiğim sözü tutacaktım ama bunu bizim için yapacaktım. Eğer Loki beni hatırlamadan benim olmadığım bir dünyaya giderse, son şansımızı da yitirmiş olacaktık.

“Ne düşünüyorsun?” Ben düşüncelerim arasında kaybolurken Evren’in sesiyle kendime gelmiştim.

“Geleceği. Loki’yle Lucas’ın arası daha çok açılmadan onları yakınlaştırmamız gerekiyor.” Dediğimde sanki imkansız bir şey söylüyormuşum gibi Evren’in yüz ifadesi değişmişti.

“O iki kardeşin anlaşması benim birine aşık olma ihtimalimden daha zor.” Evren’in sırıtan yüzüyle sıkıntıyla oflamıştım. Haklıydı. Ama denemekten başka şansımız yoktu.1

“Başka seçeneğimiz yok. Şu anlık Loki’yi bu evrende tutmalıyız. Ve en kısa sürede beni hatırlaması lazım.” İkimiz de düşünceli şekilde duvarı izlerken dışarıda duyduğumuz garip seslerle şaşkınlıkla dışarı çıkmıştık.

“Deprem mi oluyor kız?” Aniden sarsılan yerle ikimiz de birbirimize tutunduk.

Duyduğum fırtınayı andıran sese anlam verememiştim. Ya saniyeler içinde yine ne oldu bu kulede. Biz aşağı inerken Sirius’un telaşlı adımlarla büyük salona doğru adımladığını görmüştüm. İkimiz de onun arkasına takılarak seslerin giderek arttığı yemek salonuna girmiştik.

“Her şey yolunda mı?” Sirius’a sorduğum soruyu yapmacık gülümsemesiyle cevaplamıştı.

“Küçük fjoer (lakap) bu aralar biraz sinirli, leydim” diyerek kendi duruşunu düzelterek içeriye girdi. Tabii ikimiz de salonun ortasında büyülü güçleriyle her şeyi yakıp yıkan Lucas’ı ve kızıl saçlı kızı görmeyi beklemiyorduk.

Lucas yine yüzündeki o çarpık gülüşüyle karanlık ışıltısıyla parlayan mavilerini kızdan çekmek gibi bir niyeti yoktu. Kızın tüm gücüyle yükseltmeye çalıştığı ateş dalgaları sanki Lucas’ın oyuncağıymış gibi onun fırtınasına boyun eğiyordu.

Kontrolsüz deli ateşten daha tehlikeli bir şey varsa o da rüzgarın kurnaz fırtınasıydı. Evrenle ikimiz şoka uğrarken Sirius sanki bu manzaraya her gün şahit oluyormuş gibi temkinliydi.

“Leydim lütfen majesteleri gelmeden hemen buna bir son verin.” Sirius’un ona yaklaşmak istediğini görünce yükselttiği küçük kanatlı ateş toplarını ona doğru savurmuştu. Kızın gözlerinde deli ateşin kıvılcımları beni bile korkuturken, Lucas’ın bu kadar rahat tavırları onu çıldırtmış olmalıydı.

“Bu rüzgar gülünün dersini vermeden hiçbir yere gitmiyorum.” Sirius’a çemkiren sesiyle gözlerini yeniden Lucas’a dikti.

“Bırak enerjisini atsın, kızıl tilki.” Delici mavi bakışları kızı süzerken alaycı edayla gülmüştü. Evet işte o son sözleri söylemeyecekti.

“Hadsiz!” diye bağıran kızın öfkesine son veren Loki’nin gür sesi olmuştu. Herkes sanki gösteri varmış gibi ikisinin etrafına toplanmıştı.

“Kesin şunu.” Yüzünden tehlikeli ifade geçen adama bakarken, kesinlikle korkutucu görünüyordu. Bu evrende iki deliyle uğraşmak zorunda kaldığına inanamıyordum.

Özellikle kule içinde büyü ve sihirlerin yasak olmasına rağmen bu yaptıkları için muhtemelen cezalandırılacaklardı.

“Abi-“

“Seninle sonra konuşacağız, Hestia.” Loki’nin kasılan çenesiyle kızı cevaplarken ben duyduklarımla afallamıştım. Abi mi? Neler oluyordu burada?

Ben daha yaşadığım şoku atlatamadan Loki’nin illüzyonları iyice başımı döndürmüştü. İkisinin güçlerini avucunda hapsederken kapattığı avcunu açarken küçük tatlı kelebekleri serbest bırakmıştı. Lanetli olanı bu kadar güzel bir şeye çevirebilmesi hoşuma gitmişti.

“Bu kulede ikiniz arasında tartışma istemediğimi daha ne kadar söylemem gerekiyor?” Loki’nin sinirli sesiyle az önce adının Hestia olduğunu öğrendiğim kız gözlerini yere dikmişti. Lucas ise aynı vurdumduymaz tavırlarına devam ediyordu.

“Küçük kız kardeşinle minik oyunumuzu sence de fazla abartmıyor musun?” Lucas başını hafif yana yatırarak hala karşısında mahcup şekilde duran kızı izliyordu.

“Odana git Hestia. Sabahki davete gelmen yasak.” Loki’nin net sesiyle kararlı gözleri ikisi arasında gidip gelmişti. İlk defa Lucas’ın yüzünde gördüğüm duygu değişimi beni bile şaşırtmıştı.

Sanki bundan memnun olmamışçasına sert bakışlarını kardeşine dikmişti. Hestia ise ilk itiraz edecek gibi olsa da, bunun faydasız bir eylem olduğunu anlayarak susmuş, küçük bir reverans yaparak hızla salonu terk etmişti.

Lucas’ın gözleri giden kızın arkasından bakarken kardeşine çıkışacağını anlamıştım. Tam olayları çözemesem de şu an aralarında oluşan gerginliğe engel olmak zorundaydım.

“Derdin ne senin?” Lucas’ın ani çıkışmasıyla Loki’nin dudaklarından hiddetli bir gülüş kopmuştu.

“İkinizin tüm kuleyi alt üst etmesine seyirci kalmamı mı bekliyorsun?”

“Bizim anlaşma şeklimiz bu.” Lucas’ın hala arsız gibi cevap vermesiyle göz devirmiştim. Anlaşma şekliymiş. Kule kule değil sanırsın savaş alanı. Kimin nereden ateş topu fırlatacağı belli değil.

“Seni Hestia konusunda son uyarım, abi. Bir daha eğer seni onun yanında görürsem...” sanki yüzündeki ifadeyi kontrol etmeye çalışan tavırlarıyla dik dik abisine bakıyordu.

“Yoksa ne olur?” Lucas’ın Loki’yi alaylı bir edayla cevaplamasıyla onun sabrını ne kadar zorladığını biliyordum. Bu adam ölümüne susamıştı resmen. Evet kesinlikle Loki’nin de sabırlı tavırlarının bir sınırı olduğunu biliyordum.

“Ateşle oynuyorsun.” Loki’nin tıslayan sesiyle Lucas’ın gözlerindeki tereddüttü görmüştüm. Sanki o da daha yeni fark ediyordu karşısındaki adamın sınırlarına oynadığını. Birbirine dik dik bakan iki boğadan farksızdılar şu an gözümde.

Aralarındaki gerilim hattına girmek aptallık olurdu ama öyle bir aptallığı yapmaya mecburdum. Tam Lucas konuşacakken ikisinin arasına girerek dikkatlerini dağıtmıştım.

“Burası fazla mı sıcak oldu?” diyerek hala etrafta uçuşan kanatlı ateş toplarını göstermiştim.

“Hem salonu toplamak da gerekiyor. Bence buradan çıkarsanız işlerini daha çabuk bitirebilirler. Sonuçta yemeye birkaç saat kalmışken kral ve kraliçenin de bu durumdan haberdar olmasını istemezsiniz değil mi?”

Onları uyaran sözlerimi hiç beklemediğim bir ciddiyetle dinlerken anlaşılan mantıklı gelmişti. İlk önce Lucas salonu terk etmişti. Loki ise Sirius’a birkaç emir verdikten sonra çıkmıştı.

Öfkeli göründüğü için ben de arkasına takılmıştım. Hızlı adımlarına yetişemezken onun arkasından aceleyle yetişme çabalarım diğerlerinin fısıltılarına sebep olmuştu.

Şu an kule halkına bir haftalık dedikodu malzemesi verdiğime inanamıyordum. Hiç kimseyi umursamayarak odasına giren adama son anda yetişerek aralık olan kapıdan son anda içeri girebilmiştim.

Girmemle gürültüyle kapanan kapıyla gözleri ani bir hızla beni buldu. Sanki görmeyi beklediği en son şey benmişim gibi afallamış bakışları beni eğlendirmişti. Böyle çat kapı gelmeme alışması zaman alacaktı.

Bunu daha önce yaşamış bakışları sanki bu defa ne isteyeceksin der gibi bakıyordu. Artık karı kocayız, sen benim helalimsin. Aynı odada kalalım deyip alnını öpersem çok mu abartmış olurdum? İyice saçmaladın, adamın kalbine mi insin istiyorsun.

Uzayan bakışlarına “ne var” dercesine bakış atarken bu tavrıma daha çok şaşırmış görünüyordu. Sadece aklımdaki küçük birkaç soruyu sorup zaten gidecektim.

“Bu üç oldu.” Dediğinde bana doğru bir adım atmıştı. Bu defa ona anlamsız bakışlar atan bendim. Yine neyi sayıyordu Allah aşkına.

“Odama üçüncü kez izinsiz girişin.” Diyen sesiyle göz devirmemek için kendimi zor tutmuştum.

“Ama sen yaptığım her şeyi böyle sayarsan biz ilerleyemeyiz.”

“Öyle bir niyetimiz mi vardı?” diyen imalı edasıyla ters ters ona bakmıştım.

“Odun.” Diye mırıldanırken o yatağın üzerindeki gömleği eline almıştı. Bir yere gitmeye hazırlanır gibiydi.

“Bir kız kardeşiniz olduğunu bilmiyordum.” Dediğimde bana döndü.

“O yalnızca benim kardeşim.” Diyen sert sesiyle kafam iyice karışmıştı. Bu kısımlar kitapta yoktu. Belki unutmuş diye zihnimi yoklasam da kesinlikle hatırlamıyordum.

“Aranızda kan bağı yok yani?” Bu soruma kızacağını düşündüğüm için biraz çekinerek sormuştum. Oysa sanki bir şeyleri hatırlamış gibi gözleri boş duvarda oyalanmıştı.

Dakikalar geçen sessizliğin ardından yatağa otururken konuşmaya başladığına biraz şaşırsam da bana güvenip bir şeyler paylaşması fikri hoşuma gitmişti.

“Ateşten kurtardığım ilk ruh.” Dediğinde sesindeki düşünceli tını gözümden kaçmamıştı. Biraz durakladıktan sonra yeniden devam etti.

“Onu yanıma aldığımda daha çok küçüktü. Uzun süre benimle Tereusta kaldı. Yani yalnızca benim kardeşim.” Özellikle kardeşim kelimesinin üzerine bastırarak söyleyip onu böylesine sahiplenmesi bana Melis’e olan bağlılığını hatırlatmıştı.

Nerede olursa olsun o gerçek bir abiydi ve bunu hiçbir gerçek değiştiremezdi. Bana bakan siyahlarına tatlı gülümsememle yanıt vermiştim. Gözlerim komodinin üzerindeki koyduğum laleyi arasa da görememişti. Atmış mıydı acaba?

Tam o sırada masanın üzerindeki küçük su dolu cam kapta gördüğüm tek bir çiçekle gülümsemem iyice genişlemişti. Bu kasvetli odada nasıl bu kadar canlı ve yaşamın, neşenin tüm kaynağı oymuş gibi görünebiliyordu?

Sanki yeniden sarı lalelere aşık oluyormuş gibi aklıma gelen fikirle hızla masaya doğru adımladım. Kağıtlarla dolu masada aradığım şeyi bulmam zor olmamıştı. Bulduğum şeyin kalem olduğuna emin olmam biraz zamanımı almıştı.

Yanındaki mürekkebi de elime alarak hızlı adımlarla yanına giderek oturdum. Oysa dikkatli bakışlarıyla beni izliyordu.

“Elini ver.” Elini vermesi için kendi elimi uzatarak beklenti dolu bakışlarla ona bakıyordum.

Ne yaptığımı anlamadığı için önce kaşları şaşkınlıkla havalansa da sonra hiç tereddüt etmeden söylediğimi yapmıştı. Avucumdaki sağ eline kalemle aklımdaki şeyi çizmeye başladım. Elindeki sarı izler için çok iyi bir fikrim vardı.

Birkaç dakikalık uğraşımın ardından yaptığım çizimi gururla izlemiştim. Elindeki izleri kalemle sarı lalelere dönüştürmüştüm. Özenle yaptığım çizim bence güzeldi. Benim gibi avuç içindeki resme bakarken ne tepki vereceğini bekliyordum.

“İzlerini güzelleştirdim.” Diyerek siyahlarına bakmıştım. Dudaklarının kenarı usulca kıvrılırken, hala avucumun içinde olan elinin ısısını hissedebiliyordum.

Daha bu sabah onları sevmediğini söylerken belki de bunu çizmem biraz onu sinirlendirmiş olabilirdi ama onları sevmeyi öğrenmeliydi. Belki de bir zamanlar sevdiğini hatırlamalıydı.

Hala yüzünde duran gülüşün emareleri sanki beni daha da cesaretlendirmişti.

“Bir rivayete göre eskiden kaybolmuş ruhlar yolunu yıldızlara bakarak bulurmuş. Bazen yıldızsız gecelerde her ruhun yıldızlardan daha parlak umut ışığı ona yolu gösterirmiş. Eğer bir gün yolunu kaybedersen, yıldızlar kadar parlak olan onlara bakabilirsin. Kesinlikle seni evine götürecekler.” Son sözlerimi söylerken parmaklarım bir tüy gibi çizdiğim resmin üzerinde gezinmişti.

Yüzümün her detayında gezinen bakışları karşısında büyülenmiştim adeta ve bunu devam ettiren aralanan dudaklarından dökülen sözleri olmuştu.

“Yolunu bulmak için mutlaka yıldızlara mı bakmalı, bir ışığa da bakarak bulamaz mıyım yolumu?” derken sesindeki büyüleyici tonlaması yetmezmiş gibi, yıldızlar gibi parlayan siyahları da aklımı başımdan almıştı.

Zamanı durduran ikimiz arasındaki bu ana takılıp kalmak istemiştim. Hayatımın sonuna kadar yalnız bu sahne yaşansın. Durmadan o gözlerle baksın bana.

Işığını arayan gölge olsun bana. 4

Gölgesine umud olan ışık olayım ona.

 

 

Bölüm : 05.02.2025 20:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...