71. Bölüm
Okyanus / Hayalden Gerçeğe / 3.9

3.9

Okyanus
okyanuss_s

 

Merhabalarrr💫

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın💕

Keyifli okumalar

 

Fazla inanmamak gerek masallara. Kanmak lazım mutlu sonlara, bir sonun olabileceğine. Bazen umut etmemek gerekiyor geleceğe.

Fazla mı ihtimallere tutunmuştum? Parlayan siyahlarında gördüğüm kendi yansımam saniyeler içinde silinip gitmişti. Saniyelik yaşattığı mutluluğa daha alışamadan öyle kolayca alıp gidebiliyordu.

Gözlerim avcumun içindeki eline takılı kalmıştı. Gözlerindeki yansımam gibi onların da bir gün silinip gidecekti. Ben durmadan onun hayatında kendi izlerimi bırakmaya çalışırken bir şekilde ilk silinen onlar oluyordu.

Zihnimin duvarlarına hücum eden o hırıltılı melodi tüm dünyamı alt üst etmişti. Bu kabustan sıyrılarak sığındığım kozamdan çıkma vaktiydi.

Gelmişti.

Hem de yenilgimi hiç çekinmeden yalnızca sessizliği ile gösterecek kadar acımasız gelmişti bu. Zihnimde mırıldandığı kulak tırmalayıcı bu melodi gittikçe bana işkenceye dönüşüyordu.

Onun siyahlarına bakmaya korkar gibi hızla yanından kalkarak birkaç adım geriye gitmiştim. Bu yaptığım kaşlarını çatmasına neden olurken ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu.

Bense zihnimde bana her an varlığını hatırlatan bu canavarla ne yapacağımı bilmiyordum. Odanın kasvetli havası sanki daha da ağırlaşmıştı.

Varlığını hissedebiliyordum. Sanki görünmez kafese hapsolmuştu bedenim. Titrek nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken zor da olsa siyahlarına baktım. Tam konuşacaktı ki onu susturan benim hızla odayı terk edişim olmuştu.

Bir şeylerden şüphelendiğini biliyordum. Özellikle bakışları beni kendine bu kadar yabancılaştırmışken daha fazla sorun istemiyordum.

Koşar adımlarla odama doğru ilerlerken zihnimden yavaşça çekilen sis bulutunu hissedebiliyordum.

Ama aptal kalbim hala korkudan yerinden çıkacakmış gibi deli gibi atıyordu. Daha ne kadar benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacaktı. Arkamdan duyduğum Sirius’un sesi bile hızlı adımlarımı durduramamıştı.

Sonunda kendimi odaya attığımda titreyen bedenim beni daha fazla ayakta tutamayınca yere çökmüştüm. Şu lanet Zeil’in üzerimdeki etkisi küçümsenecek bir durumda değildi. Tüm benliğini avuçları arasına alıp saniyeler içinde paramparça ederken hiçbir şey yapamıyordum.

Gözlerimde akmamak için direnen gözyaşlarım iyice kendimi güçsüz hissettiriyordu. Kime karşı savaşıyordum? Kime neyi kanıtlıyordum ki ben? Gözyaşlarımı serbest bırakarak hıçkıra hıçkıra ağlamalarımı durduramıyordum.

Daha 2 gün içinde burada yaşanan her şey bana çok ağır gelmişti. Ailemi özlemiştim. Zihnime düşen tanıdık yüzlerle gözyaşlarım daha da şiddetlenmişti. Öylece kaç dakika ağladım bilmiyorum.

Yalnız açıldığını duyduğum kapının sesi beni gerçek dünyaya döndürmüştü. Ellere diktiğim gözlerim yerde diz çöken siyahlığa takılmıştı.

“Fındığım?” Evren’in kırmaktan korkar gibi yumuşak çıkan sesiyle yeni duran gözyaşlarım sanki bunu bekliyormuş gibi yeniden akmaya başlamıştı. Boğazımda oluşan yumru nefes almamı zorlaştırırken ben dolu gözlerle ona baktım.

Sanki görmeyi beklediği en son manzara buymuş gibi hızla sarılmıştı bana. Omzunu ıslatan gözyaşlarımı umursamadan bu deli kalbimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

“Evren...” diyebilmiştim kısık sesimle. Ne olduğunu merak ettiğini biliyordum. Ama şu an kendimi toplamam için bana zaman veriyordu. Gerçekten de bir şeyleri anlatabilecek durumda değildim. Sırtımı sıvazlayan eli yavaşlarken biraz geriye çekildim.

“Ben annemi özledim.” Kısık sesim kendi kulaklarımı tırmalayan gürültü gibi gelmişti. Sanki bunu söylemeye hakkım yokmuş gibi fazla çekingendim.

“Babamı özledim... Abimi, Melisimi, bizim çocukları özledim.” Gözlerimi yere dikerken aklıma gelen tek bir isim içimi sızlatmıştı.

“Evren... Ben Karan’ı özledim.” Diyerek sonunda gözlerine bakmıştım. Beni böyle görmek onu da üzüyordu. Onu üzmek ve çıkılmaz bir duruma sürüklemekse kendimi daha kötü hissetmeme sebep oluyordu.

“Her şeyi halledeceğiz kardeşim.” Diyerek sıkıca sarılmıştı bana. Birkaç dakika daha sessizliğin ardından Evren’in ısrarlarıyla uyumak için yatağa uzanmıştım.1

“Biraz dinlen. Ben odadayım, bir şey olursa seslen.” Onun gidişini izlerken gözlerim boş tavanda uzun süre takılı kaldı. Dinlenmem imkansızdı. Çünkü aklım durmadan buradan en zararsız şekilde üçümüzü de kurtarmanın yolunu düşünüyordu.

Dikkatimi çeken kitaplıkla aklımdaki sorulara cevap bulmak umuduyla ayaklanmıştım. Tutsak edilmiş tanrıça şu an aklıma takılan asıl konulardandı ve tabii ki Zeil.

Onun hakkında bir şeyler bulabilmek için tüm kitaplara baksam da krallığın tarihine dair hiçbir bilgi yoktu. Harcadığım saatler boş giderken Sirius’un bizi yemek için çağırmasıyla büyük salona gitmek için kendime çeki düzen vermiştim.

Büyük ve gösterişli masanın arkasında gördüğüm tanıdık ve bazı tanıdık olmayan yüzlerin arasından gözlerim onu aradı. Yoktu. Sirius’un yönlendirmesiyle Ryan’ın yanında yerimi alırken isteksiz çıkan selamlamasını aynı tonda cevap verip oturmuştum.

Herkes kral ve kraliçenin gelişini beklerken kendi aralarında tatlı sohbete dalmışlardı. Hestia ve Lucas’ın karşı karşıya oturmaları ne kadar akılsızca bir karardı.

Birbirlerinin görüş alanlarından ne kadar uzak olurlarsa bizim ve kule halkı için o kadar iyiydi. Çünkü her an bura savaş alanına dönebilirdi. Hestia dik tuttuğu omuzlarıyla sessizliğini korurken, Lucas tarafa bakma zahmetine bile girmiyordu.

Lucas da yanındaki kızla sohbet etse de mavi bakışlarını kıza dikmekten çekinmiyordu. Uzun masanın etrafındaki kişiler her manada bana yabancıydı ve bu da içimdeki özlemi ikiye katlıyordu.

Yeniden incelemeye koyulurken Ryan’ın karşısında oturan kız özellikle dikkatimi çekmişti. Fiziksel özellikleri bende birini çağrıştırsa da çıkaramamıştım. Onu daha önce de görmüştüm. Ve Ryan’la aralarında gözle görülür bir gerilim vardı. Birbirlerinden aynı anda hem nefret edip hem nasıl yakınmışlar gibi görünüyorlardı, anlayamıyordum.

Belki de fazla kafa yoruyordum. Tam o sırada herkesin ayaklanmasıyla gözlerim gelenleri bulmuştu. Kral ve kraliçenin ardından gelen adamla nabzım hızlandı. Onu her gördüğümde böyle mi olacaktı? Herkes yerini alırken ben gözlerimi kendinden emin adımlarla karşıma geçip oturan adamdan alamıyordum.

“Şimdi daha iyi misin?” Evren’in yanımdaki fısıltılı sesiyle ona döndüm. Onu rahatlatmak adına gülümseyerek konuştum.

“Merak etme. Çok iyiyim.” Diyerek yeniden önüme dönmüştüm. Sessiz geçen yemeği bozan ara sıra kraliçenin neşeli sesi olsa da o da bu kasvetli duvarlar arasında yok olup siliniyordu. Şu an gözüme bu duvarlar daha da aşılmaz görünmüştü.

Aynı ölü sessizliğiyle devam eden yemek bittiğinde rahat bir nefes vermiştim. Loki ise yine olduğu gibi ortadan kaybolmuştu. Bu süre zarfında Hestia ile istemsizce yakınlaşmak zorunda kalmıştık.

Çünkü bir çocukmuş gibi Sirius işleri olduğu için beni Hestia’ya emanet etmişti. Delirecektim gerçekten. İkimiz de ihtişamlı kulede sessizce adımlarken ne o ne de ben konuşmak adına hiçbir şey yapmıyorduk. Doğrusu ondan biraz tırsıyordum.

Şu an istediğim en son şey yeni bir düşmandı. Ama kız, Lucas olduğu zaman sanki deliriyordu. Şimdi o da benim gibi fazla çekingen, ürkek görünmüştü gözüme. Göz ucuyla baktığım kızın güzelliğini görmemek için kör olmak gerekirdi.

Kesinlikle Lucas’la aralarında bir şey vardı. Tabii ki bu her şey olabilirdi. Sonunda durup geniş balkondan gün batımını izlemeye koyulmuştuk. Sessizliği bölense ben olmuştum.

“Bu sabah olanlar seni üzmüş olmalı.” Diyerek sesimi dostane tutmaya çalışmıştım. Konuşmama hafif şaşıran kızın yeşil gözleri beni buldu. Yüzüne yayılan tebessümle konuşmaya başladı.

“Alıştım artık.” Diyerek beni kısaca cevaplamıştı. Konuşmak istemediğini düşünerek bu defa sessizliğimi korumuştum.

“Peki, abimin Ryan’la olan evliliğinize engel olması seni üzdü mü?” Bu defa beni şaşırtan o olmuştu. Sesinde gerçek bir merak vardı. Sorusunda herhangi bir art niyet olmadığını tüm yüz ifadesi açıkça belli ediyordu. O yüzden dürüst cevap vermeye karar verdim.

“Pek sayılmaz.”

“Anlıyorum, onu istemediğinin haberi herkesi şoka düşürürken senin buraya gelmen beni şaşırtmıştı. Sandım ki fikrin değişmiş.” Dediğinde pot kırmamak adına söylediklerini dikkatle dinlemiştim. Çünkü söyledikleri bazı şeyler benim için yeniydi.

Demek ki yine bir şeyleri değiştirmiştim. Acaba buraya gelmeseydim olaylar nasıl gelişecekti? Peki ya gelmemle neler değişmişti ya da değişecekti? İşte asıl konu buydu.

Aklıma gelen yüzlerce senaryodan bazıları sanki birçok şeyi fark etmememi sağlamıştı. Şu an burada oluşum yalnızca Loki’nin değil, birçok kişinin kaderini değiştirmiş olmalıydı.

Eğer diğerlerine de bu kadar büyük etkim varsa, bunu kendi lehimize kullanabilirdik. Tabii biraz zor olacaktı ama kesinlikle Evren’in yardımıyla her şeyi halledebilirdim.

“Burada hiç kütüphane yok mu?” Onunla gezinirken gözlerim özellikle her yeri dikkatle incelese de bir şey bulamamıştım. Kesinlikle önemli kitapların saklandığı bir kütüphane olmalıydı. Sanki garip bir şeyler sormuşum gibi bakışları şüpheyle kısıldı.

“Aslında biraz sıkıldım da, okuma yapmak belki iyi gelir.” Diyerek konuyu toparlamaya çalışmıştım.

“Kütüphaneye yalnız gölge yönünden olan seçilmiş kişiler girebilir. Zaten çatıya istesen de çıkamazsın. Genellikle odandaki kitapları kullanabilirsin.” Söylediği her kelimeyle beni daha ne kadar şaşırtabilirdi? Nasıl yani yalnız gölge yönünden olanlar girebilir? Bu nasıl bir saçma kuraldı?

Bilgiyi yalnızca bir yönün elinde tutmak akıl kârı değildi. Ve kimse de buna itiraz etmiyor muydu? Üzerimdeki şaşkınlığı hızla atıp aklımdaki diğer soruyu dikkat çekmeden nasıl soracağımı düşündüm. Eminim ki tanrıça hakkında bir şeyler biliyordu.

“Ah, çatı katına kütüphane kurmak hangi aptalın fikriyse. Oraya çıkana kadar nefessizlikten ölürüm.” Diye sessizce mırıldandığımda Hestia bunu duymuş olacak ki beni cevapladı.

“Abimin fikri. Bilgiyi yalnızca onu gerçekten hak eden kişinin öğrenmesi gerektiğini düşünür. Bilginin sihirden daha tehlikeli bir silah olduğunu söylerdi. Bu yüzden oraya ulaşmak zor.” Diyen sakin ve bilgece çıkan sesiyle olumlu anlamda başımı sallamıştım.

“Peki ya mahzen? Oraya da mı yalnız seçilmiş kişiler girebiliyor?” Mahzen hakkında neler bildiğini merak ediyordum. Sorumla biraz düşünür gibi olsa da beni cevaplaması gecikmemişti.

“Oraya girmeyi bence kimse tercih etmez. Doğrusu gitmek isteyen kimseyi de görmedim. Duyduğum dedikodulara göre bazıları ruhlar mezarlığı olduğunu söyler, bazıları da tanrıçanın hapsedildiğini.” Sanki önemsiz bir şeylerden bahseder gibi çıkan sesiyle ben daha çok şüphelenmiştim.

Bu adam neler çeviriyordu? Tanrıçayı herkesten saklıyor, bilgiyi kendi elinde topluyordu. Benimle yaptığı bu evlilik, ışık yönüne karşı bu sert tutumu... Aklıma gelen fikirler dağınık yapboz parçaları gibiydi.

Bir şeyler ifade ediyordu ama hala büyük resmi görmem için birçok parça eksikti. Hestia’ya dinlenmek istediğimi söyleyerek yanından ayrılabilmiştim ama arkama takılan iki muhafızdan kurtulmam pek mümkün görünmüyordu. Bunlar yine neden peşime takıldı ki?

Evren’i odada yalnız yakaladığım için neredeyse sevinecektim. Bu gözler daha fazla yasak ilişki kaldırmazdı.

“Yardımına ihtiyacım var.” Büyük gürültüyle kapıyı çarpmamla gözleri beni buldu.

“Şu muhafızlardan kurtulmam gerekiyor.”

“Benim de peşime takıldıkları için kendimi odaya kapattım.” Diyen Evren’in keyifsiz sesiyle şaşırmıştım.

“Sanki kaçacakmışım gibi bir saniye bile olsun gözlerini üzerimden ayırmıyorlar.” Şikayetlerimi bölen yine Evren oldu.

“Kızım, az önce tuvalete benimle gittiler. Sen kendi haline şükret.” Yine neler oluyordu? Evet, yanımızda dolanıyorlardı ama benim ricamla bir süredir bizi rahat bırakmışlardı. Şimdi yeniden sanki suçluymuşuz gibi her adımımızı takip etmeleri rahatsız ediciydi.

“Aklımda bir şeyler var. Bu kulede bizim bilmediğimiz bir şeyler dönüyor. Tüm kitaplara baktım, boş laf kalabalığından ibaret. İnanabiliyor musun, sırf kitaplara ulaşamasınlar diye metrelerce yükseklikte olan çatıya kütüphane kurmuşlar.” Tek nefeste söylediklerimi anlamaya çalışan Evren’e açıklama ihtiyacı hissetmiştim.

“Galiba Loki bu evrende düşündüğümüzden daha kurnaz ve tehlikeli olabilir. Özellikle Zeil ile nasıl bir ilişkisi olduğunu bilmiyorum. Daha bu sabah asırlarla tutsak edilmiş tanrıçayı gördüm.” Benim telaşlı sesim ona da yansımıştı.

“Bu söylediklerine emin misin? Loki hakkında yanıldıysan bunun herkes için neyle sonuçlandığını biliyorsun.” Dediğinde sessizce başımı sallamıştım. Onun hakkında yanılmak... Hayır, bunu düşünmek dahi istemiyordum.

“Bunun anlamanın tek yolu var. O kütüphanede ne sakladığını öğrenmeliyim.”

“Peki, nasıl gitmeyi düşünüyorsun? Şu iki aptal peşimizi bırakmıyor.” Sıkıntıyla nefes vererek ne söyleyeceğimi bekliyordu.

“Bir yolunu bulacağım. Sen Lucas’la Hestia’yı bir araya getirebilir misin?” sorduğumda sanki delirmişim gibi bana bakıyordu. Zaman aleyhime işlerken aklımdaki planları ne kadar çabuklaştırırsam o kadar iyiydi.

“Sen bana neden hep böyle görevler veriyorsun? Ben nasıl yapayım? Hem sabah yaptıkları şov yetmedi mi sana?” Mızmızlanmasını aldırmayarak kolundan çekiştirmeye başladım.1

“Hadi Evren, az laf çok iş. Eğer o ikisi duygusal anlamda yakınlaşırlarsa Lucas bir süre de olsa Loki’yle uğraşmaz. Bir taşla iki kuş. Alt tarafı aşıkları kavuşturacaksın. Enemies to lovers olur işte, ne güzel.” Diyerek onu motive etmeye çalışmıştım.

“Kızım, okuduğun kitaplara aklın gitmesin. İkisi de zır deli. Bunlardan olsa olsa düşmandan düşmana olur.” Diyerek itirazlar etmeye başladı. Kendini acındırmaya çalışsa da yapmak zorundaydı.

“Fazla abartıyorsun.”

“Ya ikisi arasındaki gerilim hattına birinin fırlattığı ateş topuna kurban gidersem?” Yalvaran gözlerinin bende işe yaramayacağını öğrenmeliydi. Sonunda onu çekiştirerek çıkardığımda sanki sürpriz yumurtadan çıkar gibi muhafızlar ikiye katlanmıştı.

Evren’le sessiz anlaşma yaptıktan sonra o aşağı kata, bense bilmem kaç yüzüncü kata çıkmamak için merdivenlere yönelmiştim. Beni uzaktan takip eden kişilerin şimdilik ihtiyacım olduğu için benimle gelmelerine izin verecektim. Umarım Evren gerçekten o ikisinin deliliği yüzünden zarar görmezdi.

Kaç saattir şu lanet merdivenleri tırmanıyordum bilmiyordum. Daha fazla devam edemeyeceğimi anlayınca dinlenmek için sırtımı taş duvara yaslamıştım. Nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken yanımda duran bu kocaman adamlar fazla iyi durumda görünüyordu.

Kaç saattir çıkıyorduk, hiç mi yorulmamışlardı? Çatıya varmama çok kalmamıştı, bu yüzden onlardan kurtulmamın tam zamanıydı.

“Beni burada bekleyin. Birkaç saate döneceğim.” Diyerek ilk olarak ne tepki vereceklerini ölçmek istemiştim. İkisi de benimle göz teması kurmaktan çekinirken sağda duran daha iri yarı adam beni cevaplamıştı.

“Maalesef leydim. Yanınızdan ayrılmamız yasak.” Sözleriyle istemsizce kaşlarım çatılmıştı. Yüzümdeki ifadeyi kontrol etmeye çalışarak ona baktım.

“Yalnız kalmak istiyorum ve bunun yasak olduğunu mu söylüyorsunuz?” Sesimdeki öfkeyi gizleyememiştim. Sessizce gözlerini yere dikmişlerdi.

“Sizi peşime takan kim?” diye sorsam da yine cevap gelmemişti. Anlaşılan sıkı yerden emir almışlardı. Umarım bu senin başının altından çıkmamıştır Ryan. İçimden o gereksize söve söve adımlamaya başladım. Tamam, güzellikten anlamıyorlarsa biraz şiddete başvurabilirdim.

40 dakika sonra

Sonunda aşağıdakilerle işim bitince sakin adımlarla istediğim yere varmıştım. Buraya gelmeye karar verdiğimde birçok şeye hazırlıklıydım. En azından kapıda birilerini görmeyi bekliyordum. Issız koridorda adım seslerim bile ürkütücü geliyordu.

Son basamakta durarak önümdeki kocaman kapıya bakmıştım. Girip girmemek konusunda çok kararsız kalmıştım. Bu kuledeki her şey neden bu kadar ihtişamlı olması yetmiyormuş gibi bir de fazlasıyla korkutucu ve ürkütücüydü hala anlamış değilim.

Sadece birkaç kitaba bakıp çıkacağım bu kadar. Kapıdan geçmek konusunda pek endişem yoktu aslında. Loki’nin söylediğine göre garip bir şekilde şu kapılardan zarar görmeden geçebiliyordum. Bunun nedenini şu an düşünecek vaktim yoktu ama işime yarayacağı kesindi.

Yavaş adımlarla gelip önünde durduğum kapıyı yavaşça araladım. Kapının gıcırtılı sesiyle yüzümü buruşturdum. Yavaşça aralık olan kapıdan girerken bir okuru büyüleyebilecek binlerle kitaplara bakmıştım.

Burası cennetti resmen. İhtiyatlı adımlarla yürürken cam duvarlardan gördüğüm manzara baş döndürücüydü. Evet, bunun manzaranın güzel olmasıyla da ilgisi vardı ama daha çok yükseklik korkutucu derecedeydi.

Camlardan geri çekilirken ciltlerinin üzerinde hiçbir isim yazmayan kitaplara baktım. Tek bir harf bile yoktu. Renkleri bile aynı tondaydı. Hepsi mavinin binlerle tonuna bürünmüştü.

Kendimi kaybetmeme neden olan tozlu raflarda gezmişti parmaklarım. Buradan istediğim şeyi bulmam imkansızdı. İçime dolan umutsuzluğu hızla yenerek elimde kalan birkaç saati iyi değerlendirmeye karar verdim. Öğrendiğim her şey şu an benim için çölde su bulmak kadar hayati önem taşıyordu.

Açtığım her kitabın ilk sayfasındaki simgeleri çözememiştim. Bazıları kadim yazıları hatırlatsa da daha derin anlamı olduğunu biliyordum. Okuduğum her satır kanımı dondururken bu yaşananların gerçekliğini sorguluyordum.

Öyle bir cehennem düşünün ki ayaklarınız altında koca ruhlar mezarlığı, gökyüzüyse gerçekliğiyle sizi zehirleyen bir bilgi yığını.

"...Lanetli olanı hapsettik. Biz sizi ondan koruduk. Yalnız geleceğinizi değil geçmişinizi de şekillendirdik..."

"...Işığın dokunduğu her şey yok oluşa mahkumdur..."

"...Kutsanmış ateşe inanın..."

"...Düzeni bozun, düzeni kendi ellerinizle yerle bir edin. Işığı bu topraklardan sonsuza kadar silin. Asıl düzen eşitsizliktir. Efendiniz ateşe boyun eğin..."

"...Yıldızlardan kaç, yıldızsız geceleri arzula. Işığı yok et. Kendi ateşinle içindeki ışığı karanlığa göm..."

 

Titreyen parmaklarım okuduğum satırların üzerinde gezinirken bu aptal kelimelere anlam veremiyordum. Burada yazan her şey saçmalıktı. Eğer kimse bunları okuduysa... Hayır, hayır.

Resmen insanların kafasını karıştıracak, onları hipnotize edecek türden bilgilerdi. Okuduğum şeyleri sindirmek zordu benim için. Sırtımı raflara yaslarken bu kitapların kim tarafından ve ne için yazıldığını anlamaya çalışıyordum.

Muhtemelen Hestia’nın da söylediği gibi bu kitapları yalnızca gölgenin seçilmiş kişileri okumuştu. Peki neden? Eğer bilgi onlar için bu kadar önemliyse neden sınırlı kişinin elindeydi. Aslında bir nevi bu beni rahatlatmıştı da.

İnsanlar zaten ışık yönüne bu kadar nefret edip korkarken bir de bu aptal cümleleri okurlarsa kesinlikle bu dünyadan izlerini silmek için her şeyi yaparlardı. Bu mantıklı değildi. Burada olan hiçbir şey mantıklı değildi.

Loki de diğerleri gibiydi. O, insanlara merhamet etmeyeceğini kendi ağzıyla söyledi. O zaman bunları saklamanın amacı ne? Ya hapsedilmiş tanrıça? Kaç kişinin ondan haberdar olduğunu merak etmiştim.

Belki de herkes için birer rivayetti. Kafam iyice karışırken gözlerim yeniden raflarda dolanmıştı. Daha birkaç kitap okumuştum ama hava çoktan kararmıştı bile. Hızlı adımlarla ciltleri daha koyu olan kitaplara yaklaştım.

İncelediğim kadarıyla kitabın renklerinin koyu ve açık olması dönemleri temsil ediyordu. Olayların ilk başladığı noktayı bulmak için ne kadar geçmişe gidersem o kadar iyiydi. Küçük sandalyenin üzerine çıkarak en koyu ciltli kitabı elime almıştım. Açtığım ilk sayfada yazılan satırlarla yutkundum.

"...Aradığın ışık değil, gölge. Masumiyet değil, intikamı istiyorsun. Sevgiye değil, senden korkulmasına layıksın. Sen ölümsüz olansın. Onu bul ve yok et. Işığa boyun eğen bir gölge değil, karanlığı aydınlatan ateş ol..." Okuduğum fısıltı kelimeleri bölen tenime vuran sıcak nefes olmuştu.

“Aradığın şeyi bulabildin mi?” diyen onun sesiyle elimdeki kitap büyük gürültüyle yere düşmüştü. Korkuyla hızlanan nabzım sanki 'işte işimiz bitti'der gibiydi. Belki de bitmişti.

Ben ihtiyatlı adımla sandalyeden inmeye çalışırken arkamdaki adam ellerini belime dolayarak bir hamlede beni indirmiş, kendisi de önüme geçmişti. Utançtan mı yoksa korkudan mı bilmiyorum ama kesinlikle siyahlarına bakabilecek cesaretim yoktu.

Bu yüzden gözlerimi yüzüne değil de arkasındaki kitaplara dikmiştim. Şu an karşımdaki adam daha heybetli görünürken gerginlikten parmaklarımla oynuyordum. Acil bir bahane bulmalıydım. Ama şu an beynim tüm fonksiyonlarını durdurmuş en gerekli zamanda beni terk etmiş gibiydi.

“Sana gerçekten inanamıyorum.” Derken ki sesi gerçekten şaşkın çıkmıştı. Tam olarak neye inanamıyordu?. Eğilerek ayaklarımın altındaki kitabı alarak bana uzatmıştı. Ben şaşkınlıkla bir kitaba bir ona bakarken çekinerek de olsa almıştım.

“Başını belaya sokmayacağın bir gün geçirmek bu kadar zor olmamalı.” Sanki çocuk azarlarmış gibi çıkan sesiyle ben de gözlerimi ellerime dikmiştim. Sakinleşmeye çalışır gibi en derin soluğunu alırken gözlerini kısa süreliğine kapatmıştı. Bu gün fazlasıyla yorucu bir gün geçiriyordu galiba.

Sonunda gözlerini açtığında dikkatli gözlerle onu izlediğimi görmesiyle bakışlarımı yeniden kaçırdım. Hadi azarla da sende kurtul bende kurtulayım.

“Sadece iki soru soracağım, kısa ve net cevap ver.” Derken sesini sakin tutmak için büyük çaba harcıyordu.

“Burada ne arıyorsun? Muhafızlar neden baygın ve kanlar içinde?” Gözleri cevap bekler gibi dikkatle beni izliyordu. Bense bu işten en zararsız şekilde nasıl kurtulacağımı düşünüyordum.1

“Şimdi şöyle ki, her şey çok spontane gelişti...” diyerek duraksadığımda devam etmem için iyice bana yaklaşmıştı.

“Nasıl gelişmeymiş o?”

“Anlatayım tam olarak olaylar şöyle gelişti. Benim canım çok sıkıldı, bir çıkayım gezeyim dedim. İşte onlarda öyle takıldılar peşime. O kadar yürüyüşe dalmışım ki bir de ne göreyim gelip çatıya çıkmışım. Yani büyük bir tesadüf. Çatının solundaki sağ girişte kütüphane olduğundan haberim dahi yoktu.

İşte muhafızlardan biri rahatsızlandığı için gitmek istedi. Bilirsin pamuk kalpli biri olduğum için ben de izin verdim. Giderken bir de ne göreyim sen git merdivenlerden ayağın kay, oradan vazoya çarp, vazo sen de gel diğer muhafızın kafasına çarp. Tabii böyle olunca ikisi de büyük gürültüyle merdivenlerden yuvarlandılar.

Çok engel olmaya çalıştım ama beceremedim. Ben de gelmişken yürüyüşüme devam edeyim dedim. Entelektüel kişiliğimin etkisiyle de merakıma yenik düşerek birkaç kitaba bakınmak gibi gaflette bulundum.” Bir nefeste söylediğim saçmalıkla elimdeki kitabı iyice sıkarak göğsüme bastırmıştım.

Her kelimemi dikkatle dinleyen yüz ifadesi durmadan değişirken söylediklerimin hızına yetişemiyordu. Yüzünün aldığı ifadeyle gülmemek için dudaklarımın içini ısırmıştım.

Adamın tüm ayarlarını bozmuştum. Yani gerçeği çok az bir şekilde çarpıtmıştım. Vazo kısmında ciddiydim. Sadece vazonun çarpmasında biraz yardımım dokunmuş olabilirdi.

Konuşmak için dudaklarını aralansa da yeniden susmuştu. Sanki kelimeleri seçmeye çalışır gibiydi.

“Yani tesadüfen oldu her şey, öyle mi?” derken bir kaşı sorgular gibi havalanmıştı.

“Evet.” Bu nasıl eminlik. Kendi söylediklerime kendim bile inanıyordum şu an.

Derin nefes çekerken yüzünde gördüğüm gülümsemenin sebebini çözememiştim. Sinirden mi gülüyordu acaba?

“Şu saçmalığa inanmam için bana tek bir neden söyle.” Yüzünü yüzüme yaklaştırırken ben iyice küçülüp yok olmak istiyordum. Parlayan siyahlarında ne alay ne de öfke vardı. Sorduğu soruda gerçekten ciddiydi. Ve benim cevaplarım da bir o kadar ciddiyetsizdi.

Ne yapabilirim ki? Adama “ben senden şüpheleniyorum, ne sakladığını merak ediyorum o yüzden arkandan işler çevirerek, burnumu her yere sokuyorum” mu diyecektim?

“Bence karın olmam iyi bir neden.” Dediğimde söylediğimin gerçekliğini sorgular gibiydi. Yüzüne yayılan aptal ve inanmazmış gibi olan ifadeden cesaret alarak devam ettim.

“Güzelim de. Ben olsam inanırım yani. Bak şu surata, sence kocasına yalan söyleyecek bir tip var mı?”1

“Sen ciddisin?” dediğinde deli bir gülümsemeyle dudaklarını dişlemişti.

“Evet.” Acaba fazla mı sinirlendirdim? Bu tebessüm hiç hayra alamet değildi. Uzun sessizlikte endişeden kalp krizi geçirecek gibiydim. Konuşup daha da kendimi yerin dibine sokmamak için sustum.

“Tamam. Sen söylüyorsan doğrudur.” Diye söylediği kelimelerle gözlerim şaşkınlıkla büyümüştü.

Ne saçmalıyordu bu adam? Şimdi bana kızması gerekiyordu. 'Ne saçmalıyorsun?' deyip yeri yerinden oynatmalıydı. Ben afallamış bakışlarımla yerimde dururken o yavaşça koluma dokunarak beni kendime getirmişti.

“Şimdi alacağın bir şey varsa al, sonra çıkalım?” Bir de bir şeyleri almamı mı öneriyordu.

“Bu yeterli.” İçime kaçan sesimle onun yönlendirmesiyle büyük kitaplığa kısa bir bakış atarak çıkmıştım. Büyük kapıları kapatırken sihirle bir şeyler yapacak gibi olsa da bana bakarak vazgeçmişti.

“Senden neyi saklıyorsam. Anlaşılan başka yöntemler kullanmak gerekecek.” Diye mırıldandığında pek bir şey anlayamamıştım. Bu kadar merdiveni inme fikri bile şimdiden yorulmama sebep olmuştu.

Ama o benim tarafa hiç bakmadan inmeye başlamıştı bile. Gözlerim birkaç saat önce bayılttığım adamları arasa da yoktu.

“Onları senin için ortadan kaldırdım. Sonuçta herkes benim gibi karım olduğun için sana inanacak değil ya. Ha bir de güzeldin değil mi?” Sanki aklımdakileri okumuş gibi alayla çıkan sesiyle ona göz devirmiştim.2

“Hep bunu yüzüme mi vuracaksın?” Sesim düşündüğümden yüksek çıktığı için gözleri beni buldu.

“Neyi?”

“Bu işte? Ne bilmek istiyorsan açıkça sor.” Diye onu terslediğimde dudaklarından hiddetli bir gülüş çıkmıştı.

“Bu sefer de başka bir bahane uydurup, tatlı olduğunu söyleyip inanmamı istemen için mi?” Bana çıkışmasıyla adımlarımı durdurmuştum. O da gelip tam önümde durmuştu.

“Peki. O zaman gerçekleri konuşalım.” Dediğimde siyahları pür dikkat beni izliyordu.

“Neden yerin altında ölü bir tanrıça, çatıdaysa saçma sapan kitaplar var? Ve neden ikisini de herkesten saklıyorsun? Bu da yetmiyormuş gibi benimle evliliği kabul ettin. Tabii bulmuşsun Ryan için yeni bir silahı, neden kabul etmeyesin değil mi? Yoksa kendi oyunların için harcayacağın ilk piyon mu demeliydim? Söylesene hangisiyim senin için?” diyerek biraz daha ona yaklaştım.

Sözlerimle kasılan yüz hatları benim için yeterli bir cevap değildi. Merak ediyordum ve sorularıma cevap almayana kadar da buradan gitmeyecektim. Artık sır yoktu. Herkes elindeki kartları açık oynayacaktı.

Sanki sözlerimdeki bir şey onu fazla rahatsız etmişti. Kontrol etmeye çalıştığı nefes alış verişlerinden bunu anlayabiliyordum. Bu akşam her şey onun verdiği cevapla yeniden şekillenecekti.

Ve yeniden tüm hayatım bir pamuk ipliyi gibi onun söyleyeceği bir kaç kelimeye bağlıydı.

 

Bir kaç dakikaya yeni bölümün gün ve saatini paylaşırım🦭

Hadi ben kaçtım🫡

Bölüm : 09.02.2025 19:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...