72. Bölüm

4.0

Okyanus
okyanuss_s

 

Merhabalarr🎀

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın✨️

(Bölümü düzenlemeye vaktim olmadı, bu yüzden yazım hataları varsa kusuruma bakmayın.)

~~~

Sözlerimle kasılan yüz hatları benim için yeterli bir cevap değildi. Merak ediyordum ve sorularıma cevap almayana kadar da buradan gitmeyecektim. Artık sır yoktu. Herkes elindeki kartları açık oynayacaktı.

Sanki sözlerimdeki bir şey onu fazla rahatsız etmişti. Kontrol etmeye çalıştığı nefes alış verişlerinden bunu anlayabiliyordum. Bu akşam her şey onun verdiği cevapla yeniden şekillenecekti.

Ve yeniden tüm hayatım bir pamuk ipliyi gibi onun söyleyeceği bir kaç kelimeye bağlıydı.

“Ryan’ın kollarından seni çekip alan benim. Hiçbir planımda seni ona karşı kullanmam yok ve olmayacak da.” Tıslayan sesiyle delirecektim resmen. Söylediğim onca şeyden buna mı takıldı?

“Bu, sorularıma cevap değil.” Diye onu susturduğumda derin nefes alarak daha sakin sesiyle konuşmaya başladı.

“İnan, seni kullanmak isteseydim bu çenenle onu öldürmeni bekleye bilirdim.” Sözlerine göz devirirken bu ciddiyetsiz tavırları iyice beni sabırsız yapmıştı.

“Biraz ciddi ol.”

“Gayet ciddiyim.”

“Ha, ben çok konuşuyorum, öyle mi?” diyerek işaret parmağımla kendimi gösterdim.

“Ben öyle bir şey söylemedim.” Diye itiraz ederek siyahlarını kısmıştı.

“Söyledin, söyledin. Sen kurban ol benim bu sesime be.” Diyerek omzuna sertçe dokunarak yanından geçmiştim. Saniyeler içinde ben onun ayarlarını bozduğum gibi, adam da benim tüm ayarlarımı bozuyordu.1

“Nereye gidiyorsun? Burası kısa geçit.” Diyerek arkamdan seslenip bir yerleri gösterse de ben çoktan inmeye başlamıştım.

“Seninle hiçbir yere gitmem.” Diye bağırdım da boş sesim kule duvarlarında yankılanmıştı. Saniyeler geçen sessizliğin ardından arkamda duyduğum ayak seslerini umursamadan adımlamaya devam etmiştim.

Yanımda adımlasa da ikimiz de konuşmamıştık. Ara sıra dinlenmek için durduğumda bile o sessizliğini korumuştu. Sonunda geldiğimizde kendi odama doğru adımlayacaktım ki bileğime dolanan parmaklarıyla arkama döndüm. Derin bir nefes çektikten sonra sanki önemli bir şey söyleyecek gibi ciddiydi.

“Eğer bir şeyi merak ediyorsan önce bana gel. Bir şeye mi ihtiyacın var, bana gel. Sıkıldın mı? Yine bana gel. Anlaşıldı mı?” Ilımlı bakan gözlerine ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. Her seferinde ona giden bendim, aramıza aşılmaz duvarlar ören yine kendisiydi.

“Sana gelmem için önce ördüğün o duvarları yıkman gerekmez mi?” Onun gibi sesim sakin çıksa da bakışlarım için aynı şeyi söyleyemezdim. Bileğimi yavaşça elinden çekerken bir adım geriye çekildim.

“İyi geceler.” Diyerek arkamda bıraktığım adamın son bakışlarını zihnime kazımıştım. Onu çözmeye, anlamaya çalıştıkça kendimi iyice çaresiz hissediyordum. Fazla zordu.

O karmaşık zihninden neler geçtiğini anlamak belki de imkansızdı. O yüzden artık kalbini anlamak istiyordum. Ne hissettiğini, ona ne hissettirdiğimi öğrenmeliydim.

Önce Evren’in odasına baktığımda mışıl mışıl uyuyordu. Kendi odama giderek yarının daha neler getireceğini düşünerek kendimi uykunun kollarına bıraktım. Tabii zihnimde dönüp duran adamın siyahları buna ne kadar izin verdiyse.

~~~

Perdelerden içeriye süzülen güneşin ışık huzmeleriyle gözlerim yavaşça aralanmıştı. Boş gözlerimi yeni uyanmanın verdiği garip yorgunlukla tavana diktim. Evet, kendimi fazla yorgun hissediyordum.

Bu yorgunluğun artık fiziksel olmadığını anlayabiliyordum. Dakikalar süren sessizliği bozan yine şu lanet kapının çalınması oldu. Yanımdaki sabahlığı üzerime geçirip yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim.

Muhtemelen gelen yine Sirius’du. Açtığım kapıyla karşımda gördüğüm kalabalıkla yine yanılmamıştım. Peşine taktığı dört kızla yine kapıma dikilmişti. Hepsi küçük reveranslarını yaparken Sirius’un bu istikrarlı tavrı beni şaşırtıyordu.

“Leydim—“ ne diyeceğini tahmin ettiğim için hızla onu durdurdum.

“Size de günaydın. Kıyafetleri alayım. Getirdiğiniz için teşekkür ederim.” Diyerek kızların şaşkın bakışları altında kocaman sarı elbiseyi aldım.

“Birkaç saat sonra özel bir davet var. Bunun için sizi hazırlamamıza izin verin.” Diyerek Sirius panik dolu gözlerle bana baksa da onu rahatlatmak adına en samimi gülüşümü yüzüme yerleştirerek konuşmaya başladım.

“Bu gün için özellikle daha özenli olacağım.” Diyerek ondan kurtulmak adına kapıyı hızla kapattım. Dağınık yatağımın üzerine bıraktığım elbiseye uzun uzun baktım. Fazla güzeldi. Eldivenlerde gördüğüm özenle işlenmiş küçük lale desenleri yüzümde küçük bir gülümseme bırakmıştı.

Umut.

Onları bu kadar sevmemin diğer sebebi benim için umudun simgesi olmasıydı. Eskiler sarı çiçeklerin ayrılığı simgelediğini söylerdi. Bu kadar güzel bir şey nasıl ayrılığı, umutsuzluğu simgelerdi. Belki de kendi umutsuzluklarına bir bahane uydurmuşlardı.

Bitmiş bir aşkın yükünü bir laleye yıkmak akıllıca gelmemişti bana. Bu çiçeğin benim için tek anlamı vardı o da umut. Yeniden buz tutmuş kalplere baharı getireceğinin habercisiydi.

Daldığım düşüncelerden ayrılırken hazırlanmak için önce banyo yapmaya karar verdim. Özellikle saç bakım ürünlerimin yanımda bulunmadığını göz önünde bulundurursak bu saçlarla epey bir işim vardı.

~~~

Büyük aynanın karşısında saç tutamlarımı yavaş yavaş taramaya çalışıyordum. Keşke ıslakken tarasaydım diye kendime kızsam da biraz daha fazla uyumak için ıslak saçlarımla uyuya kalmıştım.

Üzerimdeki bu uyuşukluk iyice sinirlerimi bozarken kapıyı çalmadan odaya dalan Evren’e öldürücü bakışlarımı attım.

“Nasıl olmuşum?” diyen yüksek ve neşeli sesiyle odanın içinde adımlayarak kendi etrafında döndü. Aklımdan acaba Evren’i burada bırakıp mı dönsem geçmedi desem yalan olur. Nasıl her ortama bu kadar çabuk adapte olabiliyordu. Aynadan gördüğüm yakışıklı serseriye gülmeye başladım.

“Sakın bana seni Sirius giydirdi deme.” Bir yandan saçlarımı tararken bir yandan da onun çarpık gülüşüyle yanıma gelişini izliyordum.

“Tabii ki hayır. Ne sanıyorsun kız sen beni? Ben iffetli biriyim. Kızlar giydirdi.” Sanki önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi çıkan sesiyle kahkaha attım.

“Hakkını yiyemem, hayatımda gördüğüm en çapkın ve bir o kadar da yakışıklı, şerefsiz kişisin.”

“Teveccühünüz efendim.” Diye göz kırptığında hazır onu yakalamışken tarağı eline tutuşturdum.

“Bir el at ya bu saçlarıma.” Yalvaran gözlerle ona bakarken yerimi iyice rahatlamıştım. Evren sanki elinde saatli bomba varmış gibi tarağı diğer tarafa fırlattı.

“Şimdi hatırladım da benim ocakta yemeğim var.” Diyerek koşar adımlarla odadan çıkarken elime geçen ilk şeyi kafasına fırlattım.

“Kuduruyorsun di mi senden daha güzel olacağım diye. Kudur köpek.” Bağırışlarımı kesen gördüğüm manzara olmuştu. O sırada Evren’in kapıyı açmasıyla attığım şey, kapının önünde şaşkınca bizi izleyen Hestia’nın önüne düşmüştü.

Evren gördüğü kızla kendini toplayarak yapmacık gülümsemesiyle odadan tüymüştü. Ve beni bu saçma durumun içinde bir başıma bırakmıştı. Kapıdaki kızsa ürkek bakışlarla bir bana bir de önündeki tarağa bakıyordu. Yoksa benden mi korkmuştu? Sanki her sabah kuleyi ateşe vermek benim rutinim.

“Merhaba,” diyerek ayağa kalktım.

“Galiba müsait değilsin,” çekingen gözlerle odaya kısa bakış atarken benim gülümsememle onun dudaklarında gülümsemeye benzer bir hareketlilik olmuştu.

“Hayır, hayır. Müsaittim. Evrenle konuşuyorduk, yani önemsiz,” diyerek hızla tarağı yerden alırken onu içeriye davet ettim. Yeşil elbisenin içinde büyüleyici görünen kıza kısa bir bakış atıp yeniden saçlarımı taramaya koyuldum.

“Anlıyorum,” başını olumlu anlamda sallayarak beğeni dolu bakışlarla elbiseme bakıyordu.

“Çok güzeller.”

“Teşekkür ederim.” Bir an aklıma onun gelmeyeceği gelince biraz üzülmüştüm.

“Sirius kimseyi odana bırakmadığını söyleyince abim sana yardım etmem için gelmemi istedi,” dediğinde hızla ona döndüm. Altı üstü bir elbise giyecektim. Fazla mı büyütüyorlardı bu meseleyi?

“Kendi elbisemi kendim giyinebilirim,” sesim düşündüğümden biraz sert çıktığı için hemen gülümsedim. Niyetim kimseyi kırmak değildi, sadece bazı davranışlarına anlam vermiyordum.

“Tabii ki giyinebilirsin, sadece...” Duraksadığında sanki söyleyip söylememek konusunda kararsız kalmıştı.

“Dün elbisenin ön kısmını yanlış giyindiğin için bugün Sirius belki yardıma ihtiyacın olur diye düşündü. Aslında abim buna gerek olmadığını demiş. Giyim tarzının diğerlerinden farklı olduğunu ve bilerek yaptığını söyledi. Ama bilirsin, Sirius’un çenesinden kurtulmak zor,” söylediği her kelimeyle yüzüm utançtan alev alırken şu an deve kuşu gibi kafamı gömmek istiyordum.

Allah belanı versin, Evren. Ya bir de nasıl eminlikle elbisenin öyle giyineceğini söylemişti. Zaten suç bende, ne diye ona inanıyorsam. Utancımı yenmeye çalışarak küçük bir kahkaha attım.

“Evet, bilerek yaptım aslında. Ben hep öyle giyinirim.” Daha kendimi ne kadar rezil edebilirdim.

“Bence çok hoş durmuştu. Hatta bazı kadınlarında az önce senin gibi giyindiklerini gördüm. Sirius delirmiş olmalı,” dediğinde tebessüm etmişti. Umarım son rezil oluşum olur.

Saçlarımla işim bittiğinde Hestia’nin elbiseyi giymeme yardım etmesine izin verdim. En azından şu eteklerin sıralamasını öğrenirsem fena olmazdı.

İkimiz de büyük salona indiğimizde, daha ne için olduğunu bilmediğim bu davetin hazırlığı için herkes harıl harıl çalışıyordu. Diğerlerine mani olmamak için Evren’i aramaya koyulmuştum.

Rezil olmamın bedelini elbet ödeyecekti. Tam bahçeye çıkacaktım ki, arkama takılan yeni muhafızlarla bir an şaşırdım. İkiydiler, beş oldular. Öfkeyle solurken hızlı adımlarımla bahçeye yöneldim.

“Sanki kulelerini yedik,” diye kendi kendime homurdanırken beyazlar içinde gördüğüm adama bakmıştım. Ryan’ı daha önce masada gördüğüm kızla yeniden görmek şaşırtıcıydı. Ben bu kızı bir yerlerden tanıyordum da ama nereden. Düşünceli adımlarla onlara bakarken fazla yaklaşmamaya dikkat ettim.

Bir de Ryan’ın boş çenesini çekemezdim. O da bu sıralar bana soğuk yapıyordu ama neyse. Sanki çok da umurumda. Ben hızla yönümü onların aksi yönünde değiştirdim, ama arkamda duyduğum adamın sesiyle neredeyse sinirden yerimde tepinecektim. Bir şey de istediğim gibi gitsin ya lütfen.

“Beliz?” Ryan’ın şaşkın ve bir o kadar mesafeli çıkan sesiyle arkama döndüm.

“Efendim,” aynı mesafeli tonla ve ifadesiz suratımla ona bakıyordum. Şaşkın sesi gibi bu sefer yüzüne de garip bir ifade yayılmıştı. Yine neyi yanlış yapıyordum. Ah aptal kafam, gelecekteki ‘kocamın’ önünde hafif eğilerek en saygılı selamımı sunmalıydım öyle değil mi? Ryan hızla kendini toplarken ben hala aynı boş bakışlarımla ona bakıyordum.

“Beni orada bekle. Seninle konuşmam gerekiyor.” Bakışlarında yeniden o en nefret ettiğim kibirli ifadesini görmemle kumral saçlarını tek tek yolmak istemiştim. Sakin ol Beliz, sakin. Şu an hiç zamanı değil.

Nedense bugün heyheylerim üzerimdeydi. Fazla huysuzdum. Ona göz devirmemek için neredeyse insan üstü bir güç sarf etmiştim. Ne kadar istesem de ona karşı yüzümdeki bu ifadeyi değiştiremiyordum.

Bu kule halkının üstten bakan, alaycı bakışları beni delirtiyordu. Deli şeytan diyor, Hestia’nin ateş toplarıyla ver şurayı aleve. Ben sabırsızca onu beklerken yanımdaki muhafızlara kısa bakış attım. Eminim bu da onun işiydi.

Bir de öyle hareketsiz heykel gibi duruyorlardı ki bazen içimde canlı olduklarına dair bir şüphe oluşuyordu. Ryan kızla bir şeyler hakkında konuşurken ki yüz ifadesi daha sakindi. Gözlerindeki o tutkuyu buradan görebiliyordum. Gözlerim ikisi arasında mekik dokurken sanki zihnim bir şeyleri hatırlar gibi olmuştu.

Sonunda Ryan kızın eldiven giymiş elinden öperken hareketleri fazla yavaştı. Zihnime düşen ani isimle gözlerim iyice büyümüştü. Ben bunu nasıl kaçırırım? Kafayı Loki’ye o kadar takmıştım ki o kızın İda olduğunu bile fark etmemişim. İnanamıyorum.

Bir zamanlar yazarın Ryan’la İda’nın sevgili yapmasına delirmişken şimdi karşımdaki bu manzarayı sessizce izliyordum. Evet, bir şeyler hissediyordum, hafif bir tiksinti. Bazen o kitabı hangi kafayla okuduğumu sorguluyordum. Aklıma gelen yeni bir bilgiyle bu defa gözlerim iyice büyümüştü. Yok artık.

Bu Ryan, İda ile bir süre sonra ayrılacak. Ve Emery’la sevgili olacak. Kitaptaki olaylara göre bu İda salağı Ryan’ı kıskandırarak geri kazanmak için onun en nefret ettiği adam yani Loki’ye kafayı takacaktı.1

Hayır.

O kadar derdimin arasında bununla uğraşmazdım. Sinirle elbisemin eteğini çekiştirirken Ryan’ın yavaş adımlarla yanıma gelmesini izlemiştim. Bakışları sanki önemsiz bir şeyin üzerinde gezinir gibi kıyafetlerimde gezinmişti.

“En azından bir şeyi doğru yapmayı başarmışsın,” dediğinde ne söylemek istediğini anlamamıştım. Bu nasıl bir tonlamada garip bir imaydı.

“Anlamadım?” dedim, duygusuz tutmaya çalıştığım sesimle. Çünkü sesimdeki siniri yansıtmak istemiyordum.

“Elbiseyi diyorum. Dün herkesin bu rezilliğinden konuşmasından sonra en azından bir şeylerden ders çıkarabilmişsin,” diyerek bana kısa bakış attıktan sonra bakışlarını arkamdaki muhafızlara çevirmişti.

Bense benimle bu biçimde konuşmasının şaşkınlığını yaşıyordum. Biraz daha böyle devam ederse prens falan dinlemeyip üzerine atlayacağımdan haberi yok tabii. Tam konuşmak için dudaklarımı aralayacaktım ki konuşmasıyla beni susturmuştu.

“Zamanı geldiğinde bu evlilik gerçekleşecek. O yüzden davranışlarını buna göre şekillendir. Attığın her adımda önce beni ve soy isimimi düşünmelisin. Senin gibi biriyle adımın anılması senin için onur iken beni küçük düşürecek hareketler yapıyorsun,” gözlerindeki kınayıcı ifadeyle ne yapacağımı şaşırmıştım. Şaka mıydı bu adam? Resmen konuşmama izin vermeden yine devam etmişti.

“Şunlardan da kurtul. Yanında bunlarla gezmek seni güçsüz gösteriyor,” diyerek gözleriyle muhafızları gösterirken söyleyeceklerimi ağzıma tıkmış, arkasına bile bakmadan çekip gitmişti.

Bense neye uğradığımı şaşırmış bir şekilde afallamış bakışlarımla muhafızlara bakıyordum. Asla bu kadar sakin kalmazdım, kalamazdım. Ama bir an öyle saydırınca neye uğradığımı şaşırmıştım resmen. Sanki daha yeni söyledikleri kafama dank ediyormuş gibi bağırmaya başladım.

“Kıçımın prensi. Soy ismini düşünecekmişim. Senin de götün iyice kalktı. Sana öyle bir küfür ederim ki yarısını yarın anlarsın köpek. Ben böyle işin evveliyatını-,” sinirden bahçenin ortasında bağıra bağıra tam küfürler edecekken ağzımın üzerindeki elle tüm hevesim içimde kalmıştı.

Herkes sanki deli varmış gibi bana bakarken muhafızlar ani bağırmamla geriye adımlamışlardı. Ağzımın üzerindeki el Evren’indi.

“Kusura bakmayın. Özür dileriz arkadaş biraz sinirli de. Siz devam edin,” diyerek etrafa yapmacık gülüşler atarken bir yandan da ağzımı sıkıca tutarak beni bir yerlere çekiştiriyordu.

“Bırak gidip bu evrenin kaç bucak olduğunu göstereyim ona. Bırak dedim Evren,” Evren’in kollarından kurtulmaya çalışsam da becerememiştim. Hala sinirden gözüm dönmüşken herkese dala bilecek potansiyeli gördüm kendimde.

“Biraz daha bağırırsan ikimizin de başını yakacaksın.” Sonunda beni bahçenin ücra bir köşesine çektiğinde gözlerime baktı. Bense sinirle hızlanan nefes alıp verişimi düzene sokmaya çalışıyordum. Dakikalar süren sessizliği bozan yine o olmuştu.

“O kromozomlarını s*ktiğim yine ne söyledi?” diye sinirle bahçenin diğer ucuna baktığında biraz da olsa sakinleşmiştim. Neden böyle aptalca davranıyordum. Yüzümü ellerim arasına alırken soluklanmaya başladım. Kendine gel Beliz.

Önemsiz biri için her şeyi mahvetmeye değmez. Ama yapamıyordum. Şu aptal duygularımı kontrol etmek çok zordu. Ryan bağırışlarımı duymasa da birçok çalışan bu duygu patlamama şahit olmuştu. Bu da pek iyi değildi.

“Saçmalayıp durdu işte.” Biraz duraksadıktan sonra pişman bakışlarla Evren’e baktım.

“Özür dilerim. Kendime hakim olamadım.” Sıkıntıyla nefes verirken onun yüzündeki gülümseme biraz da olsa beni rahatlatmıştı.

“Sende de ne sinir varmış arkadaş,” diye kahkaha attığında ben hala olanları düşünüyordum. Resmen tüm moralimi bozmuştu gereksiz yere.

“Tamam asma o suratsız yüzünü. Akşam onun için mükemmel planlarım var.” Evren’in yüzündeki sinsi gülümsemeyi nerede görsem tanırdım. Elini omzuma atarken ben de onunla beraber yürümeye başladım.1

“Neymiş o planların?” merakla ona baktım.

“O işi bana bırak fıstığım.”

Son 2 saatimi Evren ve Hestia ile geçirmiştim. Doğrusu Hestia’nın bu kadar eğlenceli bir kız olduğunu düşünmemiştim bile. Ama kesinlikle iyi arkadaş olacağım bir tipti. Özellikle kendisi ve Loki’nin geçmişi hakkında konuştuğumuzda ne kadar önyargılarım olduğunu fark etmiştim.

Sabah da hiçbir şey yemediğim için açlıktan olsa gerek midemdeki garip sesler geliyordu ama umursamamıştım. O kasvetli kulenin içine açlık bile beni sokamazdı. Şu an bu bahçeye çadır kurup uyumak fikri daha cazip geliyordu.

Üçümüzün keyifli sohbetini ise bölen Lucas olmuştu.

Davet neredeyse 1 saat önce başladığı için büyük salondan yükselen hoş müzik sesleri bahçenin ücra köşelerine kadar geliyordu. Dışarısı ışıl ışıl parlayan bu kulenin içinde ne oyunlar döndüğünü tahmin etmek zordu.

Çarpık aşk hikayeleri, taht savaşları, dışlanan, nefret edilen yönler, saklanan sırlar, solup giden ruhlar... İşte bir zamanlar hayaliyle rüya gibi gelirken şimdi gerçekliğiyle tam karşımdaydı.

Lucas’ın bize yaklaşmasıyla gülümsemeler aniden solmuştu. Sanki üçümüzün de kaçtığı o gerçekliğin ağırlığını onun gelişiyle fark etmiştik. Ellerini geçirdiği gümüş saçlarını gelişi güzel şekilde geriye atarken anlam veremediğim ifadeyle kısılan mavileri Hestia’nın üzerinde oyalanmıştı. Sanki kızın az önceki neşeli hali aniden yok olurken yerine soğuk bakışlı, donuk ifadeli biri gelmişti.

“Ne kadar da uyumlu arkadaş olmuşsunuz siz böyle. Yoksa sevgili kardeşim üçünüzü de mi cezalandırdı?” Alaycı tınısıyla Hestia’nın kaşları çatılsa da sessiz kalmayı seçmişti. Lucas, rahat adımlarla üçünüzün oturduğu çimenlere kısa bakış atarak Hestia’nın yanındaki ağaca yaslanmıştı.

“Anlaşılan davetliler için yaptığın palyaçoluk gösterin bitmiş, şimdi bizi mi eğlendirmeye geldin?” Diye ben de onun tonlamasında konuşmuştum. Söylediklerimi umursamıyormuş gibi yapsa da o yakışıklı yüzündeki sinirle kasılan çenesi keyfimi yerine getirmişti.1

“Eminim gösterimi onlar gibi beğeneceksin.” Kıstığı bakışlarını hızla benden çekerken duyduğum şiddetli gök gürültüsüyle irkilmiştim. Bu da neydi şimdi? Gökyüzünü aniden kaplayan kara bulutlarla birlikte etrafımızı siz sarmaya başlamıştı.

Önce birkaç damla atan yağmur şiddetlenirken gözlerim hızla çakma fırtınayı bulmuştu. Saniyeler içinde şiddetlenen rüzgarla resmen muhteşem havayı mahvetmişti. Şiddetlenen yağmur Evren’le benim elbiselerimi ıslatırken Hestia ve Lucas’a sanki etki dahi göstermiyordu.

Yüzündeki çarpık gülüşüyle bizi izlerken sonunda Hestia da sinirlenmiş olacak ki o öldürücü bakışlarını adama dikmişti.

“Gösterimi umarım beğenmişsindir.” Lucas’ın alaycı sesiyle kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ne hali varsa görsün. Elbet bunun da bedelini ona ödetecektim.

Daha fazla ıslanmamak için Evren’le hızla orayı terk ederken şu lanet kuleye girmek zorunda kalmıştım. O ikisini yalnız bırakmakla umarım yanlış yapmamışımdır. Her an yeni bir doğaüstü felaket yaşanabilirdi. Her yerde gördüğüm özel konuklarla iyice rahatsız olmuştum.

Evren tanımadığım bir kızın arkasına takılırken ben de ıslanmış saçlarımı kurutmak için odama gitmiştim. Zaten üzerime hissettiğim bu bakışlarla orada daha fazla durmam mümkün değildi. Havanın aniden soğumasıyla bedenimin titremesine engel olamıyordum.

Odada şömine olsa da nasıl yakacağım konusunda pek fikrim yoktu. Bu yüzden aynanın karşısına geçerek saçlarımdaki tokalardan kurtulmaya başlamıştım. Saçlarımın aksine elbisenin yalnızca uç kısımları hafif nemliydi. Aynı gün içinde bu saçları iki defa taramalıydım.

Sıkıntıyla nefes verirken kapının çalmasıyla aynadan gözlerim kapıyı buldu. “Gel” Yeniden saçlarımdaki tokaları çıkarırken sonunda saçlarım rahatlamıştı. Kapanan kapıyla gözlerim siyahlara bürünmüş adamı bulmuştu. Aynadan buluşan gözlerimiz tenimde anlam veremediğim karıncalanmaya sebep olmuştu.1

Onu her gördüğümde siyahları üzerimde hissetmek, engellenemediğim bir heyecanın tüm bedenimi sarmasına sebep oluyordu. Gözleri önce saçlarımda, daha sonra elbisemde dolaşmıştı. Parıldayan siyahlarındaki beğeni, elbisemden saçlarıma kaydığında yok olmuştu.1

Bu memnuniyetsizliğinin sebebi saçlarım mıydı acaba? Kendime aynadan bakma gereği duyarken, o sessiz adımlarıyla tam arkamda durmuştu. Gözlerim yeniden onu bulduğunda, bu defa onun her detayını inceleyen bendim.

İkimizin de bundan şikayetçi olduğu söylenemezdi. En azından öyle görünüyordu. Gözlerim uzun süre dudaklarında takılı kalırken, onun dudaklarında gördüğüm gülümsemeyi andıran haraketlilikle gözlerimi kaçırmıştım.

Eline aldığı tarakla gözlerim şaşkınlıkla büyümüştü. Ne yapmak istediğini anlamıştım. Ben pür dikkat onu izlerken, aramızdaki bu sessizlik beni gram rahatsız etmiyordu.

Konuşmadan birçok şeyi anlamasını seviyordum. Önümdeki saçlarımı nazik hareketleriyle geriye atarken, tenime dokunan elinin ısısını düşünmemeye çalışıyordum. Farkında olmadan yaptığı bu dokunuşlarıyla tüm bedenime yayılan bu elektrik akımı yutkunmama sebep olmuştu.

Gözlerimi sonunda ondan ayırıp ellerime diktiğimde, sessizce soluklanmaya başladım. Saçlarımı özenle tararken, o ellerin bu kadar nazik olabileceğini düşünmek ne kadar da garipti. Bu süre zarfında kesinlikle ona bakmak gibi bir niyetim yoktu.

Çünkü üzerimdeki etkisi o kadar büyüktü ki küçük bir hareketinde bile kendimi kaybediyordum. Aslında onun üzerimdeki bu etkisine alışkındım ama bugün fazla sinirliydim. Bu yüzden onu incitmek istemiyordum, belki de beni incitmesinden deli gibi korkuyordum.

Çünkü onun için önemsiz bir lafıyla bile bunu bana yapabiliyordu. Ben de sessizce bu güzel anın tadını çıkarmaya karar vermiştim.

Sonunda saçlarıyla işi bitmiş olacak ki tarağı kenara bırakmıştı. Birkaç saniyelik sessizliği bozan, onun odada da yankılanan iç çekişi olmuştu. Bunu duyduğum an, gözlerim yeniden onu bulmuştu. Asla benden ayırmadığı gözlerini...

İşte benim ona direnmem, ördüğüm tüm duvarları yıkmam bir iç çekişi kadardı. Parmakları incitmekten korkar gibi saçlarımı okşarken yutkunmuştum.

“Çok güzel olmuşsun.” Derin sesiyle konuştuğunda, başını hafif omzuna doğru yatırmıştı. Sanki bu sözleri beni etkilemiyormuş gibi, “Yağmur saçlarımı mahvetti.” Demiştim. Oysa sesim bile cümlenin sonunu getirmeye yetmemişti.

Arkada aniden yanmaya başlayan şömineyi gördüğümde, bunu yapanın o olduğunu tahmin etmek zor değildi. Omuzlarımdan tutarak kalkmamı sağladığında, sessizce beni yönlendirmesine izin vermiştim.

Ben şöminenin önündeki koltukta otururken o da karşımda yerini almıştı. Bana doğru uzattığı ellerine hiç tereddüt etmeden karşılık vermiştim. Avuçları arasındaki buz gibi ellerim, yeniden buluştuğu ısıyla memnundum.

Gözleri uzun bir süre ellerimi izlemiş, ellerimi ısıtmıştı. Şu an yaptığı hiçbir şeyi sorgulamak, bu anın büyüsünü bozmak istemiyordum. Sonunda parmakları bileğime kaydığında yüzümde buruk bir tebessüm yerleşmişti.

Bileğimin üzerinde gezinen nazik parmaklarıyla bu defa iç çeken bendim.

“Neden bu kadar geç geldin?” Ilımlı sesiyle siyahları ellerimden gözlerime kaymıştı. Ryan aptalıyla karşılaşmak istemediğimi diyecek değildim.

“Hava almak istedim.” Kısık sesimle kaşının biri sorgular gibi havalanmıştı.

“Yalnız başına?” Şüphelenen sesiyle hızla onu cevaplamıştım.

“Yalnız değildim. Evren ve Hestia vardı. Ha bir de şu sevimsiz abin.” Dediğimde hızla dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Ya şu dilime biraz sahip çıksam her şey o kadar güzel olacak ki. Duyduğu son isimle kaşları çatılırken yüzünden tehlikeli bir ifade geçmişti.

“Şu ıslak saçlarının sebebi şimdi belli oldu.” Diye tıslarken gözlerini birkaç saniyeliğine kapatmıştı. Bu sevimsiz abisine nasıl katlanıyordu hala anlamış değilim. Yani evlat olsa sevilmeyecek türdendi. Ben abi kardeş onların arasını iyi tutayım derken bunu söylemem pek akıllıca olmamıştı.

“Hadi.” Diyerek kalkmıştı. Kalkmam için bana da elini uzatmıştı.

“Nereye?” Parmaklarımızı birbirine kenetlerken odadan çıkmıştık. Saçlarım eski doğal hallerine döndüğü için şu an daha güzel görünüyordu.

“Daha ilk dansımızı etmedik.” Bu gün beni daha ne kadar şaşırtacaktı.

 

Evet, yine içime sinmeyen bir bölümle geldim.🥲

Vakit buldukça bazı bölümleri yeniden düzenleyeceğim.

Eğer beğenmediğiniz kısımlar veya eleştirileriniz varsa, saygı çerçevesinde belirtmekten hiç çekinmeyin.✨️

Zaten ben de birçok eksiğimin olduğunun farkındayım1

Bölüm : 12.02.2025 22:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...