74. Bölüm

4.1

Okyanus
okyanuss_s

 

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🤎

Keyifli okumalar✨️

Elimi sıkıca kavrayan adamın arkasına takılırken, nedensizce içinde olduğumuz bu durum fazlasıyla gerçeküstü gelmişti. Birkaç kişinin gözleri ellerimize kaydıysa da, kimsenin tek bir laf etmeye cesareti dahi yoktu.

Loki’nin bir bakışıyla muhtemelen başlarına ne geleceğini tahmin ediyorlardı. İkimizi de büyük salona doğru sürüklerken benim durmamla o da durmuştu. Önce kaşları çatılarak ellerimize baktı.

Yüz hatları meraktan öte gerginlikle kasılırken bunun sebebi ona olan bakışlarımdı. Herkesin bizi böyle görmesine nasıl bir bahane uyduracağını merak ediyordum.

“Şu an kuzeninin gelecekteki eşinin elinden tuttuğunun umarım farkındasındır.” Sesimdeki imayı sezdiğinde, önce söylediklerim onu şaşırtsa da ne demek istediğimi anlamasıyla siyahları tehlikeli ifadeyle parladı. Bazı sırları öğrenmenin tam zamanıydı. Bu evliliği neden gizlediğini güzellikle söylemiyorsa, söyletecek bir neden bulabilirdim.

“Kuzenimin eşi?” Sıktığı dişlerinin arasından “kuzenimin” kelimesini tükürürcesine söylemişti.

“Evet. Sonuçta herkesin gözünde böyle değil mi?” Onun damarına basmam ne kadar akıllıcaydı bilmiyorum. Hâlâ elimi sardığı parmaklarını çekmek gibi niyeti yoktu.

Ve biz insanların pek uğramadığı koridorda bu durumda tartışmaya hazırlanıyorduk. Yani ben onu kışkırtmaya çalışıyordum da denebilir.

“Bunu seninle konuştuk.” Sesindeki netlikle konuyu kestirip atmak istese de ben izin vermemiştim.

“Sen konuştun, ben dinledim. Ve şimdi söylediklerinle eylemlerin hiç uyuşmuyor. Bana bunu kimse bilmesin diyorsun. Sonra elimden tutup herkesin önünde dans etmemizi söylüyorsun. Peki benim bundan ne anlamam gerekiyor?” Sesimi sakin tutmaya çalışsam da isyankâr tonumu gizleyememiştim.

Benimle konuşsun istiyordum. Aklında ne varsa anlatsın. Onun sırlarla dolu dünyasında yaşayamadığını görsün istiyordum.

Ben, onun beni sürüklediği bu okyanusta her gün biraz daha boğulurken, kurtulmak için elini uzatmasını istiyordum. Benim kurtuluşum onun kıyılarıydı. Ve o benim kıyılarımı elimden alırken yaşamamı bekliyordu.

Gözlerimdeki bir şeyler sanki onu çekildiği karanlıktan çıkarır gibi afallatmıştı. İlk defa ışığı gören birinin korkusu çökmüştü bakışlarına. Aramızdaki mesafeyi kapatırken, ben bana her yaklaştığında aldığı derin nefeslerle hareketlenen göğsünü izlemiştim.

Sonunda tam karşımda durduğunda parmakları yavaşça elimden ayrılmıştı. Gözlerimi siyahlarına dikerken benden esirgediği şeyin sanki yeni farkına varıyordu. Ve buna rağmen elimi sıkıca tutup beni kurtarmak yerine, o elimi bırakmıştı. Ayrılan ellerimiz hâlâ birbirine yakın dururken, tenime bazen dokunan ellerinin ısısını hissedebiliyordum.

“O zaman sen konuş. Bir gölgeyle konuşur gibi konuş. Peki senin buna cesaretin var mı?” Gözlerinde ilk defa bana karşı kırgınlık görmüştüm. Neydi bu şimdi? Siyahları, sanki bana olan bu tavrı için bile kendine kızıyor gibi kısılmıştı. Bense yalnızca sessiz bir şekilde siyahlarına bakmakla yetinmiştim.

“Ben de öyle düşünmüştüm.” Dediğinde sesi aramıza dünyaları sığdırmış gibi mesafeliydi. Son bakışları, sanki aramıza bu duvarları ören sensin der gibiydi. Bana kıyılarını vaat ederken okyanusta inatla boğulmayı seçen benmişim gibi hissettirmişti.

Sızlayan gözlerimi ondan kaçırdığımda o da bakışlarını üzerimden çekmişti. Bazen aslında beni aydınlatan onun gözleri olduğunu düşünüyordum. Onun ışığı olurken aslında ben onun gözlerinde kendimi bulabiliyordum.

Geriye doğru adımlarken aramızdaki fiziksel mesafeyi açmıştı. Yanımdan geçerek güzel müziklerin, şen kahkahaların yükseldiği salona girmişti. Bense bir başıma dikilmiş arkasından bakıyordum. Kalbimdeki sızı yerini garip bir boşluğa bırakmıştı.

Onunla konuşarak anlaşmayı öğrenmeliydim. Evet, birbirimiz bakışlarından bile ne hissettiğimizi anlarken kelimelerle aramız hiç iyi değildi.

“O zaman sen konuş. Bir gölgeyle konuşur gibi konuş. Peki senin buna cesaretin var mı?” Bu kelimeler aklımda dönüp dururken ne söylemek istediğini anlayamıyordum. Gerçekten biraz daha düşünürsem kafayı yiyecektim.

Salona girip girmemek konusunda fazla kararsızdım. Hava şimdi daha sakindi, yağmur dinmişti. Ama o Ryan ve Lucas köpeğine güzel bir ders vermek istiyordum. O yüzden aklımdaki küçük planlarımı gerçekleştirmek için o salona girmem gerekiyordu. Derin nefesler alarak saçlarımı geriye doğru atmıştım.

Elbisemin eteklerini çekiştirerek düzelttikten sonra sakin adımlarla salona doğru adımladım. Lokiyle olduğum sürece yanımdan ayrılan muhafızlar yeniden arkamda belirmişti. O yüzden onları pek umursamadan açılan büyük kapılardan içeriye girdim. İçimde garip bir panik dalgası yükselmişti.

Muhafızlar benimle beraber içeriye girmedikleri için neredeyse sevinecektim. Çünkü arkamda 4 tane kişiyle dolaşmak fazla dikkat çekici olabilirdi. Bununla bile üzerime dikilen gözleri çok takılmadan kalabalığın arasından seçtiğim Evrenin yüzüyle gülümsedim.

Benim gelişimle yanına topladığı kızlardan kurtulmuştu.

“Kanuni Sultan Süleyman gibi harem mi kurdun kendine?” Yandan attığım bakışlarım karşısında yalnızca gururla göğsünü kabartmıştı.

“Yaptık bir şeyler. Onu boş ver de seninki kara gölge gibi girdi içeriye. Yemin ederim yaydığı elektriği buradan bile hissediyorum.” Evrenin söyledikleriyle gözlerim kalabalığın içinden hiç zorlanmadan onu bulmuştu. Benim üzerimde olan bakışlarıyla iç çekerek önüme döndüm.

“Bu sıralar fazla asabi.” Keyifsiz sesimle diyerek bardağımla oynamaya başlamıştım.

“Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş desene.” Alaycı sesiyle ona göz devirmiştim. Sadece bu güne özel biraz sinirliydim o kadar.

“Bu gece biraz eğlenceye ne dersin?” Bu serseri ne zaman bana böyle bakarsa kesinlikle gecenin sonunu ya nezarette ya da hastanede bitirirdik. Ama kesinlikle çok eğlenirdik. Aslında benim de Ryan için küçük planlarım vardı.

Sinsi bir şekilde dudaklarım yukarı kıvrılırken ilk defa keyfim yerine gelmişti. Evren de ne düşündüğümü anlamış olmalı ki o güzel planlarımızı konuşmaya başladık. Evet, bu gece kesinlikle eğlenecektik. Tek sorun gecenin sonunun nerede biteceğini bizim bile tahmin etmeyişimizdi.

 

20 dakika sonra

“Ne yapacağını anladın mı?” Evren’i besinci uyarışımdı.

“Mala anlatır gibi anlattığın için anlamamak imkansız.”

Arkasından koştuğu kızların boşuna olmadığını bilmek güzeldi. Takıldığı kızlardan birinden cross denen tılsımlı şekerleri almayı başarmıştı.

Daha çok kafayı bulmalarını sağlayan bu şeyi tam bir silah haline dönüştürecektik. Yalnızca bu küçük şeyler onlara çok da büyük etki etmezdi. Hestia’dan yardım istememizle güzel bir karışım yapmamıza yardım edecekti.

Eğer dediği gibi o muhteşem cazibesiyle kızlardan bize lazım olan ouroboros’u da alırsa her şey harika olacaktı. Hestia’nın bize kullanılmayan mutfağı göstermesiyle ikimiz de Evren’i bekliyorduk. Ve sonunda gele bilmişti.

“Getirdim.” Diyen sinsi yüz ifadesiyle ceplerindeki hareket eden küçük çembere benzer şeyleri masaya bırakmıştı.

Sevinçle ellerimi birbirine çırparken Hestia’nın yüzü asılmıştı.

“Ama bunlar canlı.” Diyen endişeli sesiyle Evren’e bakmıştı. Canlı derken?

“Nasıl yani şu şeyler canlı mı?” Çığlıklar atarak masaya koyduğu şeylerden hızla uzaklaşarak arkama geçmişti.

“Ouroboros’lar genelde canlı kullanılır. Ama bunları böyle içeceklerine katarsan anlarlar.” Hestia’nın açıklamasıyla hepimizin yüzü düşmüştü.

“E o zaman öldürelim.” Duygusuz çıkan sesimle neredeyse 1 cm bile olmayan yavaşça sağa sola hareket eden gri ouroboros’lara bakıyordu. Kesinlikle hareket etmeleri dışında canlı bir şeye benzemiyorlardı.

Hayvan desem o da değildi. Yalnızca yakından baktığında baş kısmı kendi kuyruğunu yiyen yılanı andırıyordu.

“Cani karı.” Bu defa Evren, kınayıcı bakışlarla benim arkamdan çıkmış Hestia’ya yaklaşmıştı.

“Ben öldürmem.” Diye omuz çekerek ouroboros’lara taraf bakmıyordu bile. Hestia’ya baktığımda o da hızla başını sağa sola sallamıştı.

“Ben yapamam.” Kızın yüzü hızla kızarırken sanki adam öldür demişim gibi bana bakıyordu.

“Zaten sizinle yola çıkanda kabahat. Ben öldürürüm. Nasıl yapmam gerekiyor?” diye kıza baktığımda derin bir iç çekmişti.

“Gerçekten öldürecek misin?”

Onun cevabını beklemeden yanımda duran tavayı hızla karşımda olan ouroboros’ların üzerine vurmuştum. İkisin de yükselen çığlıklarını umursamadan hareketleri duran yumurcaklara baktım. Zaten onun söylediğine göre şu şeyler “canlı” yenmiyor mu? Şu an benim yaptığım daha insaflıydı bence.

Büyüyle yapılmış bu şeylerin neyse hissettiğini düşünmüyordum. Canlılık dediği şey yalnızca onların işlevini daha etkili yapan bir şeydi.

“Katil.” Evren’in dramatize ettiği duruma yalnızca boş bakışlarımla karşılık verdim.

Yanımdaki kadehlere içine attığım 3 küçük topun her birinin işlevi farklıydı. Kesinlikle bir arada kullanılmaması gereken bir karışımdı. Hestia öyle söylemişti. Fazla kullanım, kişinin kendisini kontrolünü elinden alırken halüsinasyon görmeye, yüksek ateşe, dengesiz hareketlere ve bize gerekli olan en güzel şeyi yapıyordu.

Kendini kontrol edemeyen kişi yalnızca hareketlerini değil, zihnini de kontrol edemez. Üzerindeki sihirli kontrolden kurtulan zihinse kesinlikle o kişi için korkulacak en büyük silaha çevrilmiş oluyordu.

Artık tek gayesi seni hayatta tutmak olan beyin, bunu ters tepki olarak algılar. İşte bu zaman yapmaması ve söylenmemesi gereken her bir şeyi kişi kendini kontrol edemeden söylemiş bulunabiliyordu. Bu sıradaysa benim planım devreye giriyordu.

Ryan’ın çevirdiği tüm dolapları gün yüzüne çıkaracaktım. Bakalım sevgilisi birkaç gün sonra onu terk edeceğini öğrendiğinde ne yapacaktı? Böylelikle kitaptaki olayların gidişini hayli değiştirmiş olacaktık. Umarım İda kendine Loki’yi değil de başka bir kurban seçerdi.

Hestia’nın kadehlere döktüğü içkiyle o küçük yumurcaklar buz misali eriyerek içkiye karışmıştı. Evet işte hazırdı. Ben birini Ryan’a içirirken, diğerini de Hestia Lucas’a içirecekti. Evren’se İda’nın Ryan’la benim yanıma getirmeliydi. Umarım plan başarılı olurdu.

İkimizin de aynı anda bunu yapması dikkat çekebilirdi, o yüzden ilk ben yapacaktım. Mutfaktan çıktığımızda biraz tedirgindim. Muhafızları yeniden kapıda görmeyi beklesem de yoktular. Derin bir nefes çekerken “Anlaşılan peşimi bırakmışlar.” Diye mırıldanmıştım.

Genellikle Loki ve Hestia yanımda olduğunda onlar da yok oluyordu. Bunu duyan kızın gözleri şaşkınlıkla etrafta gezinmişti.

“Kimse seni takip mi ediyor?” Sesindeki endişe ve yüzüne yayılan korkuya anlam verememiştim.

“Tabii ki. Hem de dört tane.” Diye gülerek onu cevapladığımda, Hestia’nın çığlıklarıyla yüzümü ekşitmiştim. “Ne?”

“Bu narin orantılı kulaklarım artık buna dayanamıyor.” Sabahtan beri Evren’in ve Hestia’nın bağırışları sinirlerimi bozuyordu.

“Kim olduğunu gördün mü? Hemen abime söylememiz gerekiyor.” Diye telaşla beni kendi arkasına çekerken sanki bir şeylerden korumak ister gibiydi. Evren’le ikimiz de şaşkın bakışlarla bir kıza, bir de eliyle yapmaya çalıştığı beceriksiz hareketleri izliyorduk.

“Zaten abinin haberi var.” Diye aniden konuştuğumda yeşilleri beni buldu.

“Haberi var mı? Peki, bir şey yapmadı mı?” Sanki böyle bir şey imkansızmış gibi çıkan sesiyle ben de arkasından çıkmıştım.

“Neden muhafızlara bir şey yapsın ki? Yapması mı gerekiyor?” Elimdeki kadehi dökmemeye dikkat ederek adımlamaya başladım. Arkamda rahatlar gibi nefes veren kızın bu hareketlerine anlam vermiyordum.

“Muhafızları peşine takan zaten abim. Ben sandım ki birileri seni rahatsız ediyor.” Söyledikleriyle adımlarım dururken duyduğum şeyi algılamaya çalışıyordum. Sona doğru konuyu kıvırmaya çalıştığını anlasam da şu an tek düşünebildiğim onun bana güvensizliğiydi.

Buna başka bir açıklama bulamıyordum. Sırf beni kontrol etmek ve yaptığım her şeyden haberdar olması için yaptığı bu şey yenilip yutulacak türden değildi. Evren de ani durgunluğumu fark etmesiyle koluma girmişti.

“İstiyorsan birini de Loki için yapalım.” Fısıltı sesiyle konuşurken ben de hızla kendimi toplamıştım.

“Şu an onu görmek isteyeceğimi sanmıyorum.” Olumlu anlamda başını sallarken diğerlerini arkamda bırakıp salona girmiştim. Elimde iki kadeh vardı. Sağdaki benim içindi, yalnız ona içkiyi vermek şüphelenmesine sebep olabilirdi.

Gözlerim kalabalığın arasında Ryan’ı ararken yalnız olması için dua etmiştim. Herkesin içinde rahat olmazdım. Sonunda gördüğüm adamla sakin adımlarımla diğerlerin arasından geçerek yanına gittim. Ona doğru geldiğimi fark ettiğinde önce kaşları şaşkınlıkla havalandı.

Ben ise yüzümde abartılı olmayan gülümsemeyle karşılık verdim. Karşısında durduğumda hafifçe eğilmiştim. Her hareketimle yüz hatları şaşkınlıkla şekilden şekile girerken olacakları düşünmemle keyfim biraz da olsa yerine gelmişti.

“Biraz konuşabilir miyiz?” Sesimdeki bu nazik tınıdan nefret etmiştim. Gözleri önce şüpheyle kısılsa da kısa zamanda o durgun bakışları geri gelmişti.

“Tabii.” Sert sesinden bir şey eksilmemişti. Bu adama nasıl yaklaşırsan yaklaş bu tavırları değişmiyordu. Dudaklarıma mahcup bir gülümseme eklerken elimdeki kadehin birini ona uzattım.

Saniyelik bir anda heyecandan buz gibi olan parmaklarımın arasında olan kadehi çok fazla sıkmıştım. Hiç tereddüt etmeden ona uzattığım kadehi almıştı. Özellikle ellerini kadehi sıktığım parmaklarımın üzerine koyarken hızla elimi çektim. Yüzümdeki bu gülümsemeyi korumak zordu.

“Dinliyorum.” Mesafeli sesi gibi gözleri de arkamda bir yerlere takılmıştı. Ben heyecanla kadehi içmesini beklerken kendimi fazla kasıyordum. Arkada gördüğü manzara onu eğlendirmiş olacak ki dudağının kenarı usulca kıvrılmıştı. Gözlerindeki aynı sinsi bakışlar bu defa beni bulduğunda kadehten ilk yudumu aldı.

Bu iş fazla mı kolay olmuştu? Gerçekten bu kadar aptal birinin ana karakter olmasına şaşırıyordum. Galibiyetin getirdiği sevinçle benim de dudaklarıma eklenen gülümsemeyi o yanlış anlamıştı. Birkaç yudum daha içmesi için onu oyalayabilirdim.

“Düşündüm de bu gün söylediklerinde haklıydın. Daha dikkatli olmaya çalışacağım.” Samimi tutmak için harcadığım çaba işe yaramış olacak ki, karşımdaki adamın gözlerinde ilk defa afallama gördüm.

“Anlaşabilmemize sevindim.” Gözleri yine aynı sinsi ifadesine dönerken, istemsizce onun baktığı yere kısa bir bakış atmıştım. Siyahlarını karşımdaki adama diken Loki’nin bakışlarındaki açık tehditti görmemek imkansızdı. Gözleri beni bulduğunda, sinirden deliren siyahlarının hedefi olmamak için hızla önüme dönmüştüm.

Bu onu daha çok sinirlendirmiş olacak ki, Ryan’ın keyfi iyice yerine gelmişti. Elimdeki kadehten bir yudum alırken, boğazımı yakan sıvıyla yüzümü ekşittim. İğrenç bir şeydi bu. Aniden elindeki kadehi kafasına dikerken gözlerim bu manzarayla büyümüştü. Biraz sonra başına geleceklerden habersiz, kendi sonunu hazırlıyordu. Evet, sonunun Loki’nin elinden olacağını tahmin etmek zor değildi.

“Dans et benimle.” Uzattığı eliyle kadehi kafasına fırlatmamak için parmaklarımı acıyıncaya kadar sıkmıştım. Bana emirler vermesinden nefret ediyordum. Bunu yapmasının sebebi Loki’yi kışkırtmak olduğunu biliyordum. Ve nedensizce içimdeki öfkeye yenilerek ben de bunu istiyordum. Bugün onun sınırlarını yeniden zorlayacaktım.

Ryan’a uzattığım elimle ani bir pişmanlık içimi sarsa da artık çok geçti. Çünkü ikimizi de dans pistinin tam ortasına doğru götürmüştü. Dikkatlerin üzerimizde olması onu gram rahatsız etmezken, benim gözlerim kalabalığın arasında Loki’yi arıyordu.

Acaba Ryan’ı burada böyle bırakıp gitsem çok mu dikkat çekerdim? Az önce durduğu masada onu görememiştim. Gitmişti. Aptal kafam, neden böyle şeyler yapıyordum? Belimdeki sıkılaşan ellerle gözlerim varlığını unutmaya çalıştığım Ryan’ı bulmuştu.

“Kuzenime duyduğun bu ilgiyi ne zaman keseceksin?” Parmakları ellerimi sıkarken artık canımı acıtacak hale geldiğinde kaşlarım çatılarak elimi ondan kurtarmaya çalışmıştım.

Bakışlarındaki bu ani değişimin tek bir sebebi vardı. O da içkinin etkisini gösteriyordu. Evren nerede kaldı? İda’yı çabuk buraya getirmeliydi. Yoksa bu şeyin hiçbir anlamı kalmazdı.

“Saçmalıyorsun.” Diyerek kendimi geri çekmeye çalışsam da o deli bakışları alayla parlamıştı. Alnından yol alan damlalar nefes alıp verişini daha da hızlanmıştı.

“Öyle mi? O yüzden mi bakışlarını ondan alamıyorsun?” Yüzüme yaklaştırdığı yüzüne tiksinir gibi bakmıştım.

“Belki de artık yenilgiyi tatmalısın, Ryan.” Son sözlerimle nefretle bakan bakışları artık kontrolünü tamamen yitirdiğini gösteriyordu. Sert bir şekilde elimi sıkarken birkaç adım geriye atarak beni kendi etrafımda döndürmüştü. İşte iplerin koptuğu an bu andı.

Elimi aniden bırakmasıyla kendimi durduramayarak arkamdaki sert bir bedene çarpmıştım. Az önce Ryan’ın gözlerinde gördüğüm canavarın etkisiyle hâlâ kalbim korkuyla atıyordu. Delirmişti. Öfkeyle inip kalkan göğsün sahibini tahmin etmek benim için zor değildi.

“Belki de bu akşam kulenin altını üstüne ben getirmeliyim.” Kulağıma eğilerek fısıldadı. Yüzümü çevirdiğimde beni izleyen bir çift siyah gözle karşılaşmıştım.

Evet, kesinlikle yapardı.

Ve o zaman buradan bir kişi bile çıkabilir miydi emin değilim. Hâlâ kontrol etmeye çalıştığı yüz hatlarında gezindi gözlerim. Buna rağmen içim giden siyahları fazla güzel bakıyordu.

Yüzlerimiz arasında bir nefes kadar mesafe vardı. İşte bir nefes kadar yakındı bana. Yalnız fiziksel değil sanki her anlamda aramıza koyduğu mesafe buydu. Bunu kapatmak için bana izin vermişti. Şimdiyse gözleriyle benden izin istiyordu. İlk defa bu denli ciddiydi. Sadece bir lafımı bekliyordu.

“Bana güveniyor musun?” dedim onun gibi fısıltıyla. Siyahları yüzümün her detayında gezinirken kısa süre dudaklarımda takıldı.

“Evet.” Derin sesiyle yutkunmuştum.

“Ne kadar?” Sanki cevabı her şeyi değiştirecekmiş gibi çıkmıştı sesim. Elini yavaşça kaldırarak yüzüne dökülen saç tutamlarımı nazikçe okşamıştı.

“Kaybolduğumda sana gelecek kadar.” Sesi tüm algılarımı kapatmıştı. Yüzümdeki buruk gülümsemeyle konuşmaya başladım.

“O zaman bu gecelik kulelerini başlarına yıkmama izin ver.” Dediğimde yüzüne keyifli bir gülümseme eklenmişti. Siyahları gurur dolu beğeniyle parlarken beklentiyle ona bakıyordum.

“Kocanın malı gibi kullan.” Eğlenen sesiyle dudakları bir tüy gibi yanaklarıma dokunmuştu. Evet, buradaki kocam kendisi oluyordu.

“Yardıma ihtiyacın olduğunda bana bakman yeterli. Ben bakışlardan anlarım.” Bana her şeyi unutturan o siyahlarından zorda olsa bakışlarımı çektiğimde, yüzümdeki aptal gülüşe engel olamıyordum.

Başımı onaylar gibi sallayarak Evren’in İda ile dans ederek bize doğru geldiğini görmüştüm. Ryan ise ayakta zor duruyordu. Onun berbat durumunu gören İda hızla

Evren’den kurtularak ona doğru adımlamıştı. Tabii bana sinirli bakışlar atmayı da unutmamıştı. Gözlerim Lucas’ı aradığında ise gördüğüm manzarayla gülümsedim.

Ryan’dan farklı olarak şimdilik duruşunu kontrol edebilse de o da kötü görünüyordu. İda’yı geriye doğru iten Ryan’ın bağırmasıyla müziğin sesi bile kesilmişti.

O zaman eğlence başlasın.

“Ellerini çek.” Diyerek kendini geriye çekti.

“Bitti diyorum. Neyini anlamıyorsun?” Yüzüne alaycı gülüşü eklenince, İda önceden acıdığı adama öfkeyle bakıyordu.

“Bunu sonra konuşuruz.” Ona yaklaşmak için tam adım atacaktı ki, Ryan’ın attığı kahkahayla etrafa baygın gözlerini dikti.

“Ryan.” Kralın kükreyen sesi herkesi sustururken, Evren’le kurduğumuz oyunu izliyorduk. Öldürücü bakışları mavinin en koyu tonuna boyanmıştı. Bu bir uyarıydı. Eğer bir daha ağzını açarsa, bu defa karşısında amcasını görecekti.

Ama bu Ryan’ı daha da sinirlendirmiş olacak ki, “Kralım.” Diyen alaycı sesiyle bir adım öne çıktı. Bu defa bakışlarındaki alay yerini öfkeye, tiksintiye bırakmıştı. Salonun farklı uçlarında birbirine kilitlenen bu adamların tavırları şüphelenmeme neden oluyordu.

“Anlatsana İda.” Dedi, hâlâ gözlerini amcasına dikerken. Kızın suratı renkten renge giriyordu. Kralın ikaz dolu bakışlarını görmezden gelen Ryan devam etti.

“Hadi anlat. Amcam mı daha iyi yoksa ben mi?” Sonuna doğru sert sesiyle bağırdığında irkilen kızın yüzü kireç gibiydi. Neler oluyordu? Çatılmış kaşlarla olayları izlerken, ne ima ettiğini anlamaya çalışıyorduk.

Ryan’ın kan çanağına dönmüş gözleri kızı bulduğunda nefretinin kıza değil de kendisine olduğunu görmüştük. Evet, nefret ediyordu, öfkeliydi, hatta tiksiniyordu. Ama en çok kendinden.

“Odana git Ryan. Sana karşı güç kullanmak zorunda bırakma beni.” Kralın sesi salonda ürkütücü, kasvetli hava yaratmıştı. Ryan ise ona bakmazken, tek odaklandığı karşısında korkudan titreyen kızdı.

Tüm salon onları izlerken, yavaştan fısıltılar yükselmeye başlamıştı. Meraklı bakışlar Ryan’ın konuşmasını bekliyorlardı.

“Konuş.” Salonda yankılanan bağırışlarıyla kızın kolundan tutarak kendine doğru çekmişti.

“Yoksa yattığın adamlar arasında seçim yapmak sana göre değil mi?” Acıyla bağıran adamın sona doğru titreyen sesiyle yutkundum.

Salondaki fısıltılar bile onun sözleriyle kesilmişti. Herkes şok içindeydi. Ne yapmıştık biz? Karşımda her şeyini kaybetmiş birinin çaresiz gözleriyle bakan adam vardı.

 

 

Bölüm : 16.02.2025 19:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...