75. Bölüm

4.2

Okyanus
okyanuss_s

 

Merhabalarrr✨️

Umarım iyisinizdir.

Sizden küçük bir ricam var, güzellerim🎀

Eğer buraya kadar kurguyu okuduysanız bence bu hikayede kalbinize dokunan bir şeyler olmuştur. En azından küçük bir kısmını bile beğendiğinizi düşünüyorum. O yüzden bölüme geçmeden önce bu zamana kadar okuduğunuz bölümlere oy verirseniz sevinirim. Şimdiden teşekkür ederim🤎

 

Bana söyledikleri hatırlayarak içimdeki bu acıma duygusunu yok saymaya çalışsam da beceremedim. Gözlerim kalabalığın arasından seçtiğim adama kaydı. Donuk ifadesiyle olanları izliyordu. Yüzünde tek bir mimik bile oynamamıştı. Ama gözleri her şeyi açıkça söylüyordu.

Evet, Loki bu olanlardan haberdardı. Onun için de can sıkıcı bir durum olmalıydı. Kraliçe ise ayakta durmakta zorlanır gibi elleri tutunacak bir şeyler aramıştı. Bu kasvetli kulede yaşatmaya çalıştığı son umut tohumları da bugün yok edilmişti. Artık o da herkes gibi bu karanlıktan nasibini almıştı.

Ani şokun etkisinin geçmesiyle yeniden dedikodu fısıltıları dalga halinde salona yayılmıştı. Kralın bir hareketiyle içeriye doluşan muhafızlar, Ryan’ı yaka paça yakalamış götürüyorlardı.

Hâlâ Ryan’ın ettiği küfürler ve çığlıklar kulaklarımda yankılanıyordu. Muhtemelen tahtan men edilecekti. Peki ya kral? Her şey öyle sarpa sarmıştı ki eğlence dediğim gece bende yalnızca pişmanlık bırakmıştı. İşleri daha kötü hale getirmekten korkuyordum.

Beni daha çok şaşırtansa kralın da hiç bir açıklama yapmadan çekip gitmesiydi. Bu defa konukların acımasız ve alaycı bakışlarına maruz kalan kişiler kraliçe ve İda olmuştu. Biri yaptığı ihanet için, diğeri ise bu rezilliği engellemediği için yargılanıyordu. Peki bu rezilliğe kim bir son verecekti?

Gözlerin en büyük veliaht olan Lucas’ı arasa da ortalıkta yoktu. Kurnaz tilki muhtemelen içkiyi içse de kendini kontrol edemediğinin farkına vararak kalabalıktan kaçmıştı. Ve şimdi bu olaylara el atacak aklı başında kimse kalmamıştı.

Loki’ye baktığımda ise onun kesinlikle iyi bir seçenek olmadığını anlamıştım. Asla buna müdahale etmezdi. Ryan’ın acı dolu çığlıkları vicdanımı daha da sızlatırken kendime kızmaktan başka bir şey yapamıyordum. Evet, ondan nefret ediyordum. Ama bu işte daha az günahkar olan oydu.

Her şeyin cezası ona kesilemezdi. Muhtemelen zindana kapatılacaktı ve sonra olanları düşünmek bile istemiyordum. Artık onun için her şey bitmişti. Bedenimi saran panik dalgasıyla Evren’i dürttüm.

“Bir şeyler yapmalıyız. Hemen.” Sesimdeki paniğe anlam veremezken aval aval bana bakıyordu.

“Nasıl yani?”

“Bizim yüzümüzden bu durumda. Evet, berbat biri olabilir ama bu kadarını hak etmiyor.” Onu ikna etmeye çalışır gibi konuşsam da Evren hızla başını sallamıştı.

“Saçmala. Bırak ne hali varsa görsün. Bir gerizekalıdan kurtulduk işte.”

“Anlamıyorsun. Amcası onu yaşatmaz. Bu rezilliği yok etmek için her şeyi yapar.” O aptal için düştüğüm durumlara inanamıyordum. Evren’e yalvarır gibi bakışlar atarken daha fazla buna dayanamamıştı.

“Yüce Zeus’un yıldırımları aşkına uğraştığımız şeylere bak. Madem kurtaracaktık, neden bu duruma düşürüyoruz?” Yine saçma sapan konuşmaya başlamıştı. İsyan eden sesini umursamadan hızla yanağından öperek onu susturmuştum.

“Bu evrenin en iyi Evren’i olduğunu söylemiş miydim?” Kedisi yavrusu bakışlarımla ona bakarken hemen yumuşamıştı.

“Tamam tamam, yılışma. Yoksa seninki bakışlarıyla beni öldürecek.” Dediğinde arkamda işaret ettiği yere bakmamıştım. Çünkü kimden bahsettiğini çok iyi biliyordum. Evet, Evren’i bir öpücükle ikna ettim ama ya o? İşte onu nasıl ikna edeceğimi bilmiyordum. Çünkü planımın ana karakteri kendisiydi.

“Peki, ne yapacağız?” Evren’in sabırsız sesiyle gözlerimi kalabalığa çevirdim.

“Kraliçeyi buradan çıkart. Bense Lokiyi ikna etmeye çalışacağım. Herkesin dikkatini dağıtmamız gerekiyor. Böylece Ryan’ın kaçmasına yardım edebiliriz.” Endişeli sesimin aksine o homurdanarak kalabalığın arasına karışmıştı. Evet, galiba gerçek anlamda kuleyi başlarına yıkmamız gerekecekti. Olsun, sonuçta kocamın malı.

Derin bir nefes alarak arkama döndüğümde sağa sola giden insanların arasından geçmeye çalıştım. Kalabalığın arasından bir görünüp bir yok olan yüzünü izliyordum. Bu kısa sürede ne hissettiğini anlamak zordu. Gözlerini bir saniye bile gözlerimden ayırmazken önünde durdum. Ona karşı kendimi biraz mahcup hissediyordum.

Sonuçta Ryan’ı önemsemiyordu ama annesi ve babasının durumundan etkilenmiş olabilirdi. Belki de bu yüzden bana bile kızabilirdi. Çekingen gözlerimle ona baktığım konuşmamıştım. Yardıma ihtiyacın olduğunda bana bak, demişti. Bende bakıyordum. Çünkü eğer Ryan’ın adını çekip yardım istersem kesinlikle kabul etmezdi.

Dudaklarımı tedirginlikle birbirine bastırırken beklentiyle ona bakıyordum.

Siyah kirpiklerin altındaki gözleri yüzümün tüm detaylarında gezinmişti. Ne yapmak istediğimi anlamış olacak ki dudağının köşesinde yarım bir tebessüm belirdi. Başını hafif yana yatırırken yüzüme doğru eğildi.

“Bu kural dışı.” Dediğinde bu durumdan ne kadar rahatsız olsa da yüzündeki o tebessüm hala silinmemişti.

“Sadece küçücük bir yardım.” Diyerek parmaklarımla yapacağı büyük yardımını küçülterek göstermiştim.

“O kadarcık mı?” Diyerek gösterdiğim parmaklarımı işaret etmişti.

“Senin için küçük, evren için büyük bir yardım gibi düşün.”

Derin bir soluk alırken sanki kendini söylediklerine hazırlıyor gibiydi.

“Bunun onunla ilgisi var mı.” Ilımlı sesi “onun” derken sertleşmişti.

“Kısmen.” Mahcup sesimle iyice ona yaklaştım. Gözlerimi tatlı tatlı kırpıştırırken yeniden dudaklarındaki o yarım tebessüm yerine gelmişti. Bundan cesaret alarak devam ettim.

“Sen dedin, kocanın kulesi dedin, başlarına yık dedin, arkandayım dedin, gerekirse ben yıkarım dedin. Demedin mi? Dedin. Dediklerini demedim diyorsam demedim de. Ama dedin.” Bir nefeste söylediklerim bir tekerleme gibi çıkarken onun dudaklarından çıkan küçük kahkaha tüm dikkatimi dağıtmıştı.

Hayır, şimdi hiç sırası değil. Öyle güzel bakıp gülme be adam. Hızla kendini toparlasa da gözlerindeki o gülüşün izi hala duruyordu. Bense karşısında küçük çocuk gibi durmuş bir cevap bekliyordum.

“Sen dedim diyorsan demişimdir.”

“Evet öyle diyorum.”

“Peki, yapalım bakalım bu benim için küçük ‘evren’ için büyük yardımımızı.” Bu defa Evren kelimesine vurgu yapmıştı. Sevinçle yerimde kıpırdanırken hızla koluna girmiş onu tam da planımızı gerçekleştireceğimiz yere götürmüştüm.

“İşte burayı yıkacaksın.” Diyerek Ryan’ın götürüldüğü zindana giden merdivenleri göstermiştim. Önce zemini yıkmalıydı, sonra ise tavanı. Böylece salondakilerin tüm dikkatini dağıtmış olacaktık. Bu sırada umarım Evren kraliçeyi oradan çıkarabilirdi. Zemin yıkılmasıyla aşağı kattaki zindanı da yıkmış olacaktı. Önce ne dediğimi anlamak ister gibi kaşları çatılmış şekilde bana bakıyordu.

“Ne yıkmayacak mısın?” Umutsuzca konuştuğumda dudaklarında deli bir kahkaha yükselmişti.

“Geri çekil.” Onu ikiletmeden geri çekilmiştim. Havada bir şeyi işaret ederken aynı şeyi zemine de çizmişti. Gözleri birkaç saniyelik beni bulurken bir şeylerden rahatsız olmuş gibi kaşları çatıldı. Önce aramıza bir görünmez duvar çekerken gözlerimi kapatmamı işaret etmişti. Gözlerimi kapattığımda duyduğum büyük gürültüye çığlıklar eşlik ediyordu. Gerçekten kuleyi yıkıyordu.

Kulak batırıcı gürültü yüzünden ellerim kulaklarıma gitmişti. Saniyeler içinde hem zeminde hem de yanımda büyük bir delik açıldı. Tozun yüzünden hiçbir şey göremezken aniden etrafımdan kalkan bu şeffaf duvarlarla öksürmeye başlamıştım. Elbisemin eteklerini tutup yanına geldiğimde düşmemem için ellerimden tutmuştu.

Aşağıda duyduğum gürültüden anladığım kadarıyla gidişlerini engellemiştik. Ama Ryan’ın hala ellerinde olup olmadığını bilmiyordum. Ve bundan emin olmak için aşağıya gidecektim. Adımlarımı yıkılmakta olan merdivenlere yönlendirirken belime sarılan sıkı kollar beni engelledi.

“Bunu aklından bile geçirme. Orası tehlikeli.” İtiraza yer bırakmayan sesi bile beni durduramamıştı.

“Sadece bakıp geleceğim.” Sanki çocuk kandırır gibi çıkan sesimle yüz hatları sertleşmişti.

“Ne halt olduğu bilinmeyen mahkumların serbest kaldığı bir yere gitmene izin vermem.” Öfkeyle soluduğu nefesi yüzüme vururken onu sinirlendiren şeyi tahmin edebiliyordum. Ryan için kendimi böyle tehlikeye atmam belki de aptallıktı. Ama eğer ona bir şey olursa bu pişmanlıkla yaşayamayacağımı çok iyi biliyordum.

“Onu ölüme terk ediyoruz.” Sitem eden sesimle bile siyahlarındaki ifade değişmemişti.

“Lütfen..” Gözlerini kapatarak en derin soluğunu alıp sakinleşmeye çalışıyordu. Sanki yüz ifadesi bir şeyin kararını verir gibiydi.

“Bana bunu yaptırdığına inanamıyorum.” Sıktığı çenesi yavaşça gevşerken gözlerini açmıştı. Benimse yüzüme yerleşen galibiyetin getirdiği gülümsemeydi.

“Bunu karşılıklı anlaşma gibi düşün. Eğer buradan çıkıp güvenli bir yerde beklersen ben de o adamı buradan çıkarırım. Yok eğer ben başımı belaya sokacağım diyorsan yemin ederim onu kendi ellerimle öldürürüm.” Bakışlarındaki ciddiyetle sertçe yutkunmuştum.

“Tamam.” İçime kaçan sesimle onu cevapladığımda belimdeki elleri gevşemişti. Önce benim gitmemi beklediği için adımlarıma dikkat ederek buradan çıkmıştım. Çığlıkların çoğalmasıyla yan koridora girmek gibi bir hataya düşmüştüm. Resmen sürü halinde üzerime doğru koşanlarla donup kaldım.

Herkes çıkışa doğru koşuyordu. Muhafızlar davetlilere karışırken kuledeki karışıklıktan kurtulmak için duvara yaslandım. Eğer aralarına girersem beni bile ezip geçerlerdi. Onları bu kadar korkutan şeyse zindandaki mahkumların bazılarının kurtulmasıydı. Ve ben serbest kalan şeylerin ne olduğunu öğrenmek bile istemiyordum.

Gözlerim Evren’i arasa da yoktu. Aslında Loki’nin söylediği gibi buradan çıkacaktım ama Evren’in ne durumda olduğunu bilmeliydim. Hızla insanların aksi yönünde koşarak az önce harabeye dönmüş salona gitmeye çalışıyordum. Bazılarının sertçe beni itmesiyle düşecek gibi olmuştum.

Birkaç dakikaya gerçekten kulenin altını üstüne getirdiğimize inanamıyordum. Sonunda salona zorda olsa kendimi atabilmiştim. Tüm masalar dağılmış, az önce Ryan’la dans ettiğimiz pistin tam ortasındaysa kocaman bir delik vardı. Ara ara tavandan düşen taşlar burayı daha tehlikeli yapıyordu.

“Evren?” Diye bağırarak toz yüzünden göremediğim etrafıma umutla bakmıştım.

“Beliz, buradayız.” Duyduğum sesiyle tuttuğum nefesimi vermiştim. Hızla sese doğru koşarken gördüğüm manzarayla gözlerim iyice büyüdü.

“Ne oldu?” İçime kaçan sesimle baygın halde yatan kraliçenin yanına diz çöktüm.

“Ben geldiğimde bu haldeydi.” Evren’in endişeli sesiyle iyice paniklemiştim.

“Buradan çıkarmamız gerekiyor.”

“Bu kıyafetlerle onu taşımam imkansız. Yardım çağıralım.” Diyerek tam kalkacaktı ki onu durdurdum.

“İstersen bir de kadını kralın kollarına bırakalım. Sana adamın gözü döndü diyorum. İda’yı bile muhafızlar zorla götürdü. Ya kraliçeye de bir şey yaparsa.” Evren de düşünceli şekilde kadına bakıyordu.

“Ne yapacağız? Adamın karısını adamdan saklayası değiliz ya?”

“Aslında tam da onu yapacağız. Loki Ryan’ı kurtarana kadar kraliçeyi bir yerde saklamalıyız.” Evren bana delirmişim gibi baksa da ben çoktan işe koyulmuştum.

“Sen kafayı yemişsin.” Ne kadar bu durumdan rahatsız olsa da tek yolumuzun bu olduğunu o da biliyordu. Ve asıl konu bu kadını nasıl taşıyacaktık. Evren haklıydı, bu kabarık elbiseyle onu taşıması imkansızdı. Zaten kendi elbisesi de rahatsızdı.

“Hadi tut.”

“Böyle mi taşıyacağız.” Hala şikayet etmesiyle gözlerimi devirdim.

“Bir planın varsa söyle yapalım..”

Sonunda ben bacaklarından, Evren de kollarından tutmuştu.

Düştüğümüz durumlara inanamıyordum. Diğerlerinin aksi yöne, yani bahçeye çıkmaya çalışıyorduk. Oradan ise ağaçların daha gürleştiği ve bu gece vaktinde kimsenin pek uğramadığını düşündüğüm yere gidecektik.

Kuleden çıktığımızda dışarıda duyduğumuz çığlıklar hala devam ediyordu. Herkes kuleyi terk ederek ana çıkışa toplaşmıştı.

Dinlenmek için durduğumuzda muhafızlardan şans eseri kurtulabilmiştik. Önümüzdeki çalılıklar karanlık gölgelere karışmamıza yardım ederken hiç zaman kaybetmeden ağaçların arasındaki güvenli bölgemize varmıştık. Kule duvarlarından çıkamazdık. Her yer muhafız kaynarken belki ikimiz aradan sıvışabilirdik ama kraliçeyle birlikte asla.

Daha saatler önce dışarısı ışıl ışıl parlayan kule şimdiden gölgenin karanlığından nasibini almıştı. Baygın yatan kadını uyandırmak çabalarımız bile işe yaramıştı. Dakikalar yalnızca paniğimi daha çok artırıyordu. Belki de bizi bulamıştır. Ya başına bir şey geldiyse? İyice saçmalıyordum. Genellikle kiminse başına bela getirdiği için bu pek mümkün görünmüyordu.

“Ben Loki’ye bakacağım.” Daha fazla bekleyemezdim. Evren’in itirazlarını umursamadan saklandığımız yerden çıkmıştım. Tüm meşaleleri söndürmüştüler. Etraftaki sessizlikten cesaret alarak adımlarımı ana çıkışa yönlendirmiştim. Duyduğum büyük gürültüyle istemsizce yanımdaki ağacın arkasına saklanmıştım.

Ama bu sefer gürültünün sebebi gök yüzünü sanki ikiye bölen mavi yıldırımdı. Karanlık gökyüzünü saran mavi ışıklar kısa sürede yok olurken daha şiddetli bir sesle yeniden belirmişti.

Bu da neydi?

Gölgelere karışan silüetlerle gözlerimi kısmıştım. Bu defa sessizliği bozan zincir sesleri olmuştu. Korkudan hızlanan kalbimin sesini durdurmak ister gibi elimi göğsüme bastırdım. Acı çeken hayvansı seslere ara ara karışan garip boğuk seslerle, sertçe yutkundum.

Galiba serbest kalan mahkumlar hakkında düşünmeliydim. Yaklaşan silüetlerle iyice yerime sinmiştim. Sırtımı yasladığım ağaca umut beslemem ne kadar aptalcaydı. Hırıltılı seslerin zihnimde bıraktığı hissiyat katlanılmaz bir şeydi. Burada kalırsam muhtemelen sonum şu yaratıklar tarafından olacaktı. Kaçmak için en doğru anı kollarken başımı hafifçe saklandığım yerden çıkartmak gibi hatada bulundum.

Gördüğüm tek şey kırmızı gözleriyle beni karanlığına çeken silüetti. Tüm bedenime bir elektrik gibi yayılan korku aniden her şeyi durdurmuştu. Evren’in en lanetli gözlerine bakmışım gibi ruhumun çekildiğini hissetmiştim. İşte saniyeler süren bu dehşet verici ana son veren şiddetli bir patlama sesi olmuştu. Kolumdan çekilerek çarptığım sert bedenle gözlerimi sıkıca kapattım.

Nefes almayı unutan beynim hala aptal gibi bunu devam ettiriyordu. Galiba nefessizlikten ölecektim.

“Aptal ljocht!” diye bağıran sesi algılamakta zorluk çekiyordum. Sanki beni gizlemek ister gibi saçlarımdaki eliyle beni daha çok kendine çeken adama iyice sokuldum. Nefes almayı hatırla, aptal. Nefes al. Sıkıca kapattığım gözlerim iyice karanlığa gömülmüştü. Karşımdaki adamsa sağ koluyla durmadan bir şeyler yapıyordu.

“Onu buradan çıkart,” diye duyduğum boğuk sesle sonunda öksürerek nefes almayı becerebilmiştim. Bu defa ise girdiğim öksürük krizleri nefes almamı zorlaştırıyordu. Geri çekilmeye çalışsam da şu kollardan kurtulamıyordum. Sonunda durumumun iyi olmadığını anlamış olacak ki beni serbest bıraktı ve işte o an dizlerimin üzerine çökmüştüm.

“Siktir,” diye küfürler savuran ses hala kulaklarıma bir uğultu gibi geliyordu. Etrafta duyduğum hayvansı sesler sanki beni kendime getiren bir uyarıcı gibiydi. Sonunda gözlerimi yavaşça kaldırdığımda karşımda görmeyi beklediğim en son kişiyle bakışıyordum.

Beni Lucas mı kurtarmıştı?2

“İyi misin?” diyen adam da benim gibi dizlerinin üzerine çökmüş, kıstığı mavileriyle bir şeyim var mı diye beni yokluyordu. Hala kulak batırıcı hırıltılar ona odaklanmamı engellerken gözlerim karanlığı ateşiyle aydınlatan adamı buldu.

Kuleyi ateşe vermişti.

Arkasında yanan kuleyi umursamadan gökyüzünde yaptığı girdaba odaklanmıştı.

Ateşten bir girdap.

Korkudan o küçük dili yutarken az önce gördüğüm silüetlerin çekildiği bu girdabı izlemek hayatımda yaşadığım en boktan deneyimdi. Kabuslarım olabilecek bir manzaradan gözlerimi alamıyordum.

Karşımdaki bu kişi ne Karandı ne de Loki.

O ateşin efendisiydi.

Ateşin boyun eğdiği tek kişiyken gölgesini kendi elleriyle o canavara teslim etmişti. Gözlerim siyahların yerine gelmiş sarı gözlerini buldu.

Sanki tüm dünyadan soyutlanmış gibi yaptığı şeye odaklanmıştı. Ateşin akışını rüzgarla harlarken girdabın gökyüzündeki görüntüsüyle sertçe yutkundum. Sanki bir kara delik gibi her nesneyi kendi ateşine çeken o şeyin büyüsünden kurtulmak ister gibi yeniden karşımdaki adama baktım.

O kendi canavarını yaratmak zorunda kalmıştı. Ben onu bunu yapmaya mecbur bırakmıştım. Ateşiyle her şeyi yakıp kül etmekten çekinmeyen bir canavar vardı karşımda.

Kalbi olan bir canavar.

Ve ben bu canavarı seviyordum.1

Bu defa bana nefes almayı unutturan oydu. Bu cehennemin ortasında bakışları aniden bana kaydı. Sarıya çalan bakışları saniyeler içinde eski siyahlığını kazanırken bu kısa sürmüştü. Gözlerimi dahi kırpmadan onu izliyordum.

Ne gördü bilmiyorum ama sertçe yutkundu. Karşımdaki bu cehennemi yaratan adamın gözlerinde geçen korkuyu görmüştüm. Şu an ona nasıl baktığımı bilmiyordum, yalnızca gördüğüm bu ana alışmam imkansızdı. Kesişen bakışlarımıza son veren o olmuştu.

Yeniden varlığım onun için gölgesi gibi ateşiyle yanıp kül olmuştu. Dudakları aralandığında sert sesi beni memnun etmemişti. Galiba duymak istediğim şey bu değildi.

“Onları buradan çıkar.” Bu bir emirdi. Ve Lucas şu an küçük kardeşini geri çevirecek cesarete sahip değildi.

Aniden kolumdan tutan adamla ilk defa gözlerimi çekemediğim cehennemden beni ayırmıştı. Sertçe kavradığı elimle beni de kaldırmıştı. İlk başta hala yaşadığım bu saçmalığın şokundayken daha yeni yeni fark ediyordum yaşananları. Hızlı adımlarıyla beni arkasından sürüklerken arkama bakmak gibi yine her zaman yaptığım o hatayı yaptım.

Arkamdaki adamı yarattığı cehennemin ortasında bırakıp gidiyordum. Bununla başa çıkabilir miydi? Onu yeniden kaybetme korkusu bedenimi esir alırken adımlarımı durdurmuştum. Lucas’ın beni bulan memnuniyetsiz yüzünü umursamadan bileklerimi ondan kurtarmaya çalıştım.

“Kardeşini orada bırakıp kaçacak mısın? Bu kadar korkak mısın?” diye bağırdığımda sinirden köpüren adamı umursamadım bile.

“Bırak beni.” Kollarından kurtulup gideceğim sırada yeniden o pençelerine düşmüştüm.

“Korkak ha? Senin gibi deliyi kurtarıyorum. Teşekkürün bu mu ljocht?” Hala sesinde duyduğum o alaycı tonla inanamazmış gibi ona bakıyordum. Bir de o aptal Zeilin bana seslendiği isimle seslenmesi iyice sinirimi bozuyordu.

 

“İşimi zorlaştırma.” Ondan kurtulmak için çırpınışlarımı sonlandıransa aniden ensemde hissettiğim sızı oldu. Yere yığılırken o aptal herif beni tutma zahmetine bile girmemişti. Gördüğüm en son şey Evrenin ve Hestia’nın saç baş birbirine girmesiydi. Şaka mıydı bu olanlar?

Hangi ortamda olalım olsun değişmeyen tek bir şey vardı. Evren her evrende kavga edecek birini mutlaka bulurdu. Gözlerim gibi zihnim de zifiri karanlığa gömülmüştü.

~~~

“Hepiniz delirmişsiniz. Biz burada saklanırken onun neyin içinde olduğunu dahi bilmiyoruz.” Ne kadar itirazlar edip, bağırıp çağırsam da karşımdaki adamlar için bir önem taşımıyordu.

Gözlerimi yeni bir odada açtığımda daha yeni anlamıştım Lucas’ın beni bayılttığını. Resmen 20 saattir zorla bu kuleye hapsedilmiştim. Neymiş Loki Tereus’tan çıkmamıza izin vermiyormuş. Lucas’ın söylediği hiçbir söz bende güven yaratmıyordu. Kafayı yiyecektim. Bu kadar saat neredeydi bu adam.

“Onun gücünü küçümsemeyin leydim. Zaten yeterli yardım da gönderildi.” Diyen orta yaşlarındaki sert mizaçlı adamla gözlerim onu buldu. Çünkü artık Lucas sorularımdan bıkıp çıkıp gitmişti. İşte sorun da buradaydı.

Birkaç mahkumun dışarı çıkması tüm şehri altına üstüne getirmesi bana pek inandırıcı gelmiyordu. Belki de düşündüğümden daha tehlikeli olabilirler ama bu işte kesinlikle bir şeyler vardı. Üstelik takım yıldızının eşitlenmesine tam bir hafta kalmıştı. Yani her an olaylar istemediğim yönde gelişebilirdi. Ve o yanımda olmadıkça içimdeki bu endişe bana rahat vermiyordu.

Sonunda baş muhafız da giderken odada Evrenle yalnız kalmıştık. Tabii kapıda dikilen muhafızları saymazsak.

“Kraliçe nasıl?” Düşünceli sesimle konuştuğumda Evren de daldığı düşüncelerden ayrılmıştı.

“Şimdilik iyi. Ama Lucas’ın söylediğine göre kral her yerde onu arıyor. Galiba haklıydın adamın gözü dönmüş. Ve bulunduğu zaman ilk kellesi giden biz olacağız.” Son sözleriyle yüzünü ekşiten Evrenden gözlerimi çekmiştim. Bir de bununla uğraşacaktık. Saat çoktan gece yarısını geçmişti.

Loki’nin kulesi yalnızca strateji konumuyla değil, hem de ateş soyunun toprakları olduğu için diğer yönler için girilmesi yasak bölgeydi. En azından Hestia öyle söylemişti. Burada gerçekten güvendeydik.

Grondal’ın aksine terk edilmiş kule bana daha samimi gelmişti. Belki de her yerinde onun izlerinin olduğunu bilmek bana böyle hissettiriyordu. Evrenin uykulu sesiyle gözlerim yeniden ona kaydı.

“Hadi git uyu. Dünde hiç uyumadın.” Ilımlı sesiyle beni ikna etmeye çalışsa da uyuyamazdım. İstesem bile kafamdaki bu seslerle uyumam imkansızdı. Benim için endişelenmesine son vermek için ona gülümsedim.

“Birazdan uyuyacağım. Hadi sen git.” Söylediklerime inanmasa da pek üzerinde durmamıştı. Evrenin dışarı çıkmasıyla kendimi dünyanın en yalnız insanı gibi hissetmiştim. Duyduğum bu yalnızlığın verdiği acı fazlasıyla can sıkıcıydı. Yeniden parmaklarımla masanın üzerindeki kadehimle oynamaya başlamıştım.

Öyle kolay sarhoş olmazdım ama bu gece içtiğim kadehleri saymamıştım bile. Bu şeyin bana her şeyi unutturması gerekirken yalnızca onu düşünmemi sağlaması hiç hoşuma gitmiyordu. Sanki evren el birliğiyle bu kızı nasıl delirtelim diye planlar kuruyordu. Belki de çoktan başarılı olmuşlardı.

Çünkü artık zihnim hayalle gerçeklik arasındaki o ince çizgiyi çoktan geçtiğimizi söylüyordu. Yaşananlar bir rüya gibi gelirken acaba bunların hiçbiri yaşanmadı mı diye o lanetli düşünce bir sis gibi zihnime yayılıyordu. Dayanılmaz hale gelen bu anı sona erdirmek adına bahçeye çıktım. Onun odasının tam önünde olan lale bahçesini ilk gördüğümde çok şaşırmıştım.

Hestia’nın söyledikleriyse beni daha çok şaşırtmıştı. Lokin’in özenle büyüttüğü bu çiçeklerin Grondalda’da yasaklanmış bir çiçek olduğunu bilmek garipti. Benim için umut olan çiçekler onlar için lanetli ve ölümcüldü. Işığı yansıtan hiçbir şey bu diyarda kabul edilmiyordu.

Ve nedensizce zihnime düşen o anıyla içime yeniden pişmanlık çökmüştü. Babasının daha küçükken elinden aldığı bu bahçeyi ben de günler önce ondan almaya çalışmıştım. O gün bana sarı lalelere nefret ettiğini söylediğinde onu hayatta tutan son umudunu da elinden alıp gitmekte kararlıydım. Her zaman yaptığım gibi. Ama sesindeki bir şeyler beni durdurmuştu.

'Gölgeden ışığını alamazsın.' İşte bu sözleri zihnimde dönüp duruyordu. Gözlerimi diktiğim çiçekler gecenin karanlığına inat hâlâ o güzellikleriyle parlıyorlardı.

“Gölgeden ışığını alamazsın.” Dudaklarımdan dökülen bu kelimelere engel olamamıştım. Galiba yavaş yavaş sayısını unuttuğum kadehler işe yarıyordu. Parmaklarımı nazikçe okşadığım çiçeklerden ayırdım.

Arkaya doğru atmak istediğim adımda düşecek gibi olmuştum. Derin bir soluk alırken gözlerimi kapatıp ışıktan kaçmak istedim.

“Gölgeden ışığını alırsan yok olur.” Duyduğum sesle gözlerimi açmak istesem de içimi kemiren o korku bana engel olmuştu. Zihnimin bana yine o zalim oyunlarından birini oynadığını düşünmüştüm.

Arkamdaki hareketlilikle gözlerimi sıkıca kapattım. Nedensizce onun varlığını kabul edip de onu bulmazsam toparlanamayacağımı düşünüyordum. Duyduğum iç çekişle gözlerim istemsizce açıldı. Her zamanki gibi kalbimin ona yenilmesi bir çekiş kadar kolaydı.

Tüm cesaretimi toplayarak arkama döndüğümde gözlerim siyahlarını görmenin mutluluğuyla buğulanmıştı. Umarım şu içtiğim şey bana hayal gördürmüyordur. Uzun uzun bakan bakışları bir şeyleri arar gibiydi. Bakışlarımda gördüğü şey onu memnun etmiş gibi rahatlar gibi nefes vermişti.

Bense hâlâ buğulu gözlerimle karşımdaki adamı izliyor, konuşacak cesareti kendimde bulamıyordum. Hiçbir yerinde yara olmaması ve fiziksel olarak düşündüğümden daha iyi durumda olması biraz da olsa beni rahatlatmıştı.

Boynuna sarılmak için harekete geçen ellerimi hızla indirmiştim. Nedensizce ilk o konuşsun istiyordum. Ben deli gibi onu merak ederken, hiçbir haber alamazken ne yaptığını anlatması, en azından açıklamasını istiyordum. Sonunda dudakları aralandığında duyduğum sözler beni memnun etmemişti. Duymak istediğim şeyler bunlar değildi.

“Bu saatte uyuman gerekiyordu.” Sesi fazla sakin ve hissizdi. Yüzündeki donuk ifadesinin aksine yalnız gözleri canlılığıyla parlıyordu. Memnuniyetsiz bakışlarımı ondan çekerek birkaç adım geriye gittim.

İçtiğim şey iyice beni etkisi altına almışken aslında gidip uyumak daha iyi olabilirdi. Ama istemiyordum. Yürümekte zorlanan adımlarımla ondan uzaklaşsam da bir şey yapmamış, yalnızca çatılmış kaşlarıyla beni izliyordu. Kadehteki kalan içkiyi de bitirdiğimde elimdeki bardağı ona doğru fırlattım.

Bunu beklemiyordu.

Ben de beklemiyordum.

Kadeh tam ayaklarının önüne düşerken paramparça olmuştu. Bir santim bile yerinden kımıldamayan adama baktım. Bakışlarımda bu defa gerçekten öfke vardı.

“Delirdin mi? Neden çekilmiyorsun? Ya sana vursaydım?” diye bağırdığımda sertçe yutkunmuştu. Yanaklarımda hissettiğim sıcak sıvıyla daha yeni ağladığımı fark ediyordum. Gözleri yanağımdan yolan o damlayı izliyordu. Tüm duygularımı bana düşman etmeyi nasıl beceriyordu?

“Zaten beni vurmak istemedin mi?” Sesindeki sakinlik beni delirtiyordu.

“İstedim,” dedim, sesimi onun gibi tüm hislerden yoksun tutmaya çalışarak. Belki o zaman bana nasıl hissettirdiğini anlar diye.

“Ama yapmadın,” derken gözleri ayaklarının altındaki parçalanmış kadehe kaymıştı. Yapmamıştım ama ya öfkeme yenilip gerçekten ona zarar verecek şekilde atsaydım?

Sarhoş olduğumu anlamış olacak ki konuşmayı devam ettirmemişti.

“Odana git.” Bu defaki emri vaki sesiyle alayla gülmeye başladım. Karşımdaki adam bir saniye bile olsa bakışlarını benden ayırmazken ben geldiğimiz bu son halimize ağlamak yerine gülüyordum.

“Tam bir gündür ortalıktan yoksun ve bana söylediğin ilk şey bu saatte uyumam gerektiği oluyor. Hiç kimse bana açıklama vermezken bu kuleye hapsediliyorum ve yine sen hiçbir şey olmamış gibi karşıma geçip odama gitmemi söylüyorsun? Gerçekten bu mu?” Her kelimeyle biraz daha ona yaklaşıp gözlerimi siyahlarına diktim.

Öfkeli bakışlarıma sessizliği ile cevap veriyordu. Derin bir soluk alırken onun sabrını sınadığımın farkındaydım.

“Bunları yarın konuşalım, hadi gidelim.” Yavaşça belimden tutup beni kendisine doğru çekmeye çalışsa da ellerinden hızla kurtulmuştum. Ben gayet iyiydim.

“Hiçbir yere gitmiyorum,” dedim titrek nefeslerimin aksine net sesimle.

“Gidiyoruz.” Hâlâ emir gibi konuşmasıyla omuz silktim.

“Gitmiyorum. Hatta...” diyerek uzun elbisemi umursamadan çimenlerin üzerine aniden oturdum. Bu hareketimle kaşları çatılırken şaşkın bakışları beni süzse de umursamadan devam ettim.

“Hatta sabaha kadar burada oturup şarkı söyleyeceğim.” Yüzümdeki meydan okuyan gülümsemeye yalnızca o ürkütücü bakışlarıyla cevap vermeyi seçmişti. Sabaha kadar seni uğraştırayım da gör. Uzun süre siyahlarına baktıktan sonra dudakları o şeytani gülümsemesiyle usulca kıvrılmıştı. Yine aklında ne tilkiler dolanıyordu.

“Öyle mi? Tamam kal.” Dediğinde gözlerim irice açılmıştı. Ne? Nasıl yani? Şimdi beni götürmek için ikna etmeye çalışmayacak mı? Aniden arkasını dönüp gitmesiyle neye uğradığımı şaşırmıştım. Beni gecenin bu saatinde aklım beş karış havadayken bırakıp gidiyor mu?

“Ama kitaplarda böyle olmuyordu.” Arkasından bağırdığımda benim tarafa bakmamıştı bile.

“Bir kitabın içinde olmadığını daha ne zaman anlayacaksın?” Net sesiyle benden uzaklaşırken ayağa kalkmak için yere tutunmuştum. Düşmekten son anda kurtulurken arkasından bağırmaya başladım.

“Bak ormana giderim. Heyy? Ciddiyim. Gidip kurda kuşa yem mi olayım? Sonra demezler mi bu adamın karısı nerede?” Ne kadar arkasından seslensem de bir defa bile durmamıştı. Öyle kitaplardaki gibi aptal kızı oynarsan işte böyle olurdu.

Sıkıntıyla iç çekerken aklıma gelen ani bir fikirle yüzümdeki şeytani gülüşe engel olamamıştım. Sonuçta bir tek onun aklındaki tilkiler çalışmıyor ya. İlk okul çocuğu gibi duruşumu düzeltirken birkaç defa öksürerek daha sonra sesimi kontrol etmiştim. Abimle sorhoş olduğumuzda hep bu şarkıyı söylerdik.

Kaç yıl oldu saymadım köyden göçeli. Mevsimler geldi geçti, görüşmeyeli. Hiç haber göndermedin o günden beri. Yoksa bana küstün mü? Unuttun mu beni?" Diye okumaya başladığımda aniden adımları durmuştu.

Arkasını döndüğünde afallamış bakışları şarkıyı söylerken sallanan bedenimi süzdü. Dudağının köşesindeki o yarım gülümsemeye şaşkınlık belirtisi gibiydi. Fazla komik görünüyordu. Hayatında ilk defa mı arkadaşım eşek şarkısını söyleyen birini görüyordu?

Geri geri adım atarken sesimi daha da yükselterek şarkıyı söylemeye devam ettim.

Dün yine seni andım, gözlerim doldu. O tatlı günlerimiz bir anı oldu. Ayrılık geldi başa, katlanmak gerek. Seni çok çok özledim, arkadaşım eşek" Son kısımlarını özellikle bağır bağır söylemeye başlarken sert sesi bile beni susturamamıştı. Az önceki şaşkın hali çoktan gitmişti.

“Beliz!” Dese bile umursamamıştım. Bana doğru adımlamaya başlarken yüzüme galibiyetin getirdiği gururlu gülüş eklenmişti.

“Her kesi başımıza mı toplamak istiyorsun?” Diyen sesini bastıran benim daha da yükselttiğim sesim olmuştu.

Arkadaşım eş, arkadaşım şek, arkadaşım eşek"

“Beliz!” Aramızdaki mesafeyi kapattığını görünce geriye geriye giden adımlarımı daha da hızlandırmıştım.

“Gidiyoruz hemen.”

“Hiçbir yere-“ daha sözümü tamamlayamadan dünyam tepe taklak olmuştu. Gerçek anlamda her şey tepe taklak görüyordum. Lokin’in beni aniden omzuna almasıyla dudaklarımdan küçük bir çığlık kopmuştu.

“Bu kadar eğlence yeter.” Dediğinde kahkahalarıma engel olamıyordum.

“Delirmişsin sen.” Diyerek beni terslediğinde bile onun sesinde de eğlendiğini sezdiğim tınıyı gizleyememişti.

“Bunu evrenin en deli lordu mu söylüyor.” Ben onun omzunda rahatsızca kıpırdanırken arada şarkıma devam etmeyi de ihmal etmiyordum.

“Kitaplara göre beni kucağına alman gerekiyordu. Fazla kabasın.” Dediğimde dudaklarından küçümseyici bir kahkaha çıkmıştı.

“Sence oradan bakılınca centilmen bir kitap karakterine mi benziyorum?”

“Evet. Başka soru.” Kendimden emin sesimle yeniden o gülüşünü duymuştum. Acaba sarhoş olduğum için mi duvarlarını indirmişti bana? Her halükarda bundan memnundum. Merdivenleri çıkarken sanki omzunda beni taşımıyormuş gibi rahattı.

Bense aklıma gelen karışık playlistemle ona küçük konser veriyordum. Susmam için uyarıda artık bulunmadığı için daha rahattım.

“...Zaten başım dönüyor

Seni fazla kaçırmışım

Dudağından çok iç-" Şarkıyı mırıldandığımda artık gözlerim kapanıyordu. Evet galiba gerçekten çok içmişim. Zihnim karanlığa çekilirken beynim tüm fonksiyonlarını durdurmuştu.

~~~

Sırtımın değdiği zeminle istemsizce gözlerim aralanmıştı. Baygın gözlerim bulanık gördüğü için birkaç saniye yarı karanlık odanın loş ışığına alışmasını bekledim. Anladığım kadarıyla beni odaya getirerek yatıran oydu. Başımın altındaki elini yavaşça çekerken siyahları sonunda gözlerimi buldu.

“Uyu. Zaten sabah hiçbir şey hatırlamayacaksın.” Dediğinde gülümsedim.

“Bu seni öpmem için bir teklif mi?” Dediğimde kaşları bir an şaşkınlıkla çatıldıysa da bana ayak uydurmuştu. Dudağının kenarı usulca kıvrılırken ellerini yatağa bastırarak ikimiz arasındaki mesafeyi yeniden kapatmıştı.

Bu sahneyi bir yerlerden hatırlıyordum. Evet, o rezil gün. Beni öpeceğini sanırken aniden geri çekildiğini hatırladığımda ona şu an bile uçan tekmemi atmak istiyordum. Belki de daha etkili bir şey yapmalıydım. Sonuçta her ikimiz her türlü birbirimize yaptıklarımızın bedelini ödüyorduk. Bence o da ödemeliydi.

Lokin’in konuşmasına izin vermeden ellerimi yüzüne çıkarmıştım. Parmaklarım yüzünün her detayında gezinirken özellikle bakışlarımı o siyahlarından bir saniye de olsun çekmemiştim. İntikamsa intikam.

Onu öpmek için yaklaştığımda aramızda bir nefes kadar mesafe bırakmıştım. Yaptığım bu ani hareket onu nefessiz bırakırken ben halimden gayet memnundum. Kontrolün onda olduğunu sanırken aniden iplerin benim elimde olması onu rahatsız etse de gözlerinden bundan hoşlandığını belli eden ifadeyi de görmüştüm. Acaba ne kadar daha bu yakınlığa direnebilecekti?

Sertçe yutkunurken gözlerini dudaklarımdan ayırıp bana baktı.

“Anlaşmamızı bozdun.” Diyen imalı sesiyle kolları yavaşça boynuna sarmıştım.

“Ne anlaşması?” Onun aksine odaklandığım tek şey dudaklarıydı.

“Bana başını belaya sokmayacağına dair söz verdin.” Gözlerim siyahlarına kaydığında bunun için bana gerçekten kızgın olduğunu görmüştüm. Şu an ne kadar salağa yatarsam bu işten o kadar çabuk kurtulabilirdim.

“Bende B12 eksikliği var biliyor musun? Hiçbir şey hatırlamıyorum.” Önce gözleri ne dediğimi anlamak ister gibi kısılmıştı. Sonra küçük bir kahkaha atarken inanmıyormuş gibi kafasını salladı.

“Bazen başka bir dilde konuşuyormuşsun gibi geliyor.” Bu söylediği istemsizce benim de gülmeme sebep olmuştu. Gözleri gülüşüme takılı kalırken bu defa onun etkisine kapılan bendim.

Beklemediğim bir anda tüm kontrolü tamamen bana vermişti. O zaman bunu değerlendirmem gerekiyordu öyle değil mi? Ona yaklaşmamla kapanan gözlerini fırsat bilerek aniden geri çekildim.1

Afallayan adamın yüzüyle kahkahalarımı zor bastırmıştım.

“Uykum var.” Diyerek yerimi iyice rahatlarken yatağın kenarında oturup bana ters ters bakan adama bakmamıştım bile.

Sonunda kendini toplayıp ayaklandığında odadaki yanan birkaç mumu söndürmeye başlamıştı. Bense gittikçe karanlıklaşan odada onun yüzünde dans eden gölgeleri seyrediyordum. Kalbime saran ani keder, yaz rüzgarının büyülü hüznü gibiydi.

Seni özledim karan.

Seni çok özledim.

Gözlerim kapanırken yanımdaki hareketlilikle onun olduğunu anlamıştım. Ben çoktan uykuya teslim olurken onun hayal meyal hatırladığım sözleri bile hızla zihnimde karanlığa çekilmişti.

“Gideceğim için özür dilerim.” Saçlarımda hissettiğim dudaklarının ısısına şimdiden alışmıştım. Nereden bilebilirdim ki aptal zihnimin unuttuğu sözleri yarın cehennemim olacağını.5

 

Size küçük bir haberim var🦭

Bence kitabın sonuna yaklaştığımızın artık siz de farkındasınızdır🥹4

Finalin ne zaman olacağını size söylemeyi düşünmüyorum. Yani 1 bölüm sonra da final olabilir, 4 bölüm sonra da.

Bunun sebebi kitabın gidişatını benim bile kestirememem. Önceden final duyurusu yapmayacağım.

Yalnızca o bölümün sonunu okuduğunuzda bunun bir "son" olduğunu anlayacaksınız🥲

Bazen geleceğe o kadar odaklanırız ki, anın bize sunduğu çoğu güzelliği kaçırırız. Ben de son dönemlerde yalnızca bu hikayenin sonunu düşünüyorum. Resmen benim için bölüm yazmak işkenceye dönüştü.

O yüzden final tarihini söyleyerek sizi de kendim gibi kurgudan koparmak istemiyorum✨️2

 

 

Bölüm : 22.02.2025 23:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...