80. Bölüm

4.6 (Final)

Okyanus
okyanuss_s

Şarkı: Sertab Erener - Farzet

 

"Farzet hiç tanışmadık buluşmadık. Hiç dönmedin o köşeden"

 

Not: Şive konusunda pek iyi değilim, o yüzden yanlışlarım olabilir 🥲

 

"Melis?"

Bu defa şaşırma sırası bendeydi. Gözlerim bir kâğıtlara bir Karan'a doğru çevrildi. Kesinlikle beklediğim şey bu değildi.

"Onu tanıyor musun?" diye sorduğunda ağır ağır başımı salladım.

~~~ 

Melis hakkında ne bildiğimi sorduğunda, bildiğim önemli şeyleri ona söylemiştim. Özellikle merak ettiği şey aniden ülkeden ayrılmasıydı. Ben, becerebildiğim kadar Melis'in özel hayatına girmeden konuyu ona anlatmaya çalıştım.

"Ona söyleyecek misin?" diye sorduğunda, anlattıklarımı düşündüğünü biliyordum.

"Şimdilik hayır. Anlaşılan gerçekten kafasını toplamaya ihtiyacı var. Bunun için ona zaman tanımam daha iyi," dediğinde ağır ağır başımı salladım. Haklıydı.

Melis şu an kesinlikle bu gerçekleri kaldırabilecek durumda değildi. En azından bunu ona ben söyleyemezdim. Ama arkadaşımın bunu gizleme fikri de hiç hoşuma gitmemişti. Onların aile meselesine giremezdim. Eğer Karan onu görmek için daha hazır değilse, bunu Melis'e söyleyerek yalnızca canını daha çok yakmış olurdum.

İkimiz de düşüncelerimden ayıran, aniden büyük gürültüyle açılan kapı oldu. Gözlerim fal taşı gibi açılmasına sebep olan manzaranın ana karakteri ise Evren'di. Su'nun kolundan tutarak koşarak bize doğru geliyorlardı. Arkalarından ise Eymen Dede, İdris ve Ali içeri daldı. Ne oluyordu yine?

"Fındığım, kurtar bizi," diyerek ikisi de arkama geçtiler. Koşmaktan nefessiz kalmışlardı. Eymen Dede elindeki bastonla bize doğru, daha doğrusu bana doğru koşuyordu.

"Seni ırz düşmanu! Torunumi alup kaçasun ha, öyle mi?"

Baston bana ulaşamadan hızla kenara çekilmiştim. Evren ise boşta kaldığı için Su'nun kolundan tutarak kafede masaların arasında koşuşturmaya başladı.

"Dede, bir dur, gözünü seveyim." Evren'in bağırışları bir fayda vermezken Ali ve İdris de diğer tarafta tartışıyorlardı. Karan'la birbirimize şaşkınca bakışlar attıktan sonra önüme döndüm. Bunlar böyle giderse kafenin altını üstüne getireceklerdi.

"Bırak torunumi! Yoksa kafani bu bastonla kırarim ha!"

"Artık çok geç, dede. Biz evlendik," dediğinde ani bir sessizlik çöktü. Evren az önce evlendik mi dedi? Dede elini kalbine götürürken hızla İdris, Ali'nin yakasını bırakıp adamın yanına koştu.

"Az önce ne halt yediğini söyledin sen?" diye ciyaklayarak hızla yanına koştum.

"Yıldırım nikâhıyla bu sabah evlendik." Ağzım beş karış açık şekilde bir Evren'e bir de arkasında sakladığı kıza baktım.

"Ay bana bi şeyler oluyi! İdris, kalbum duruyi." Dede kendini sandalyeye atarken İdris öfkeli bakışlarını kıza dikti.

"Hemen buraya gel," diye kıza doğru kükrediğinde Evren bir adım öne çıkmıştı.

"Ben hiçbir yere gelmiyorum, abi." Kızın narin, titrek sesinin aksine İdris'in öfkeli bakışlarıyla kardeşinin koluna yapıştı.

"O elini bir yerlerine sokmadan hemen çekiyorsun, kayınço." Evren, İdris'in yakasından yapışarak sıktığı dişlerinin arasından adamı uyardığında şoka girmiştim. Kesinlikle bu benim tanıdığım Evren değildi.

"Hemen," diye bağıran Evren, adamı göğsünden hızla geriye itmişti. Arkada dede, kalbinin durduğuna dair bir şeyler mırıldansa da İdris gözü dönmüş şekilde Evren'e saldırdı. O sırada Ali de İdris'e saldırmıştı. Yine mi ya? Tam onları ayırmak için araya girecektim ki beni geriye çeken Karan olmuştu. Büyük bir itişle ikisini de arkaya savurdu.

"Durun." Bağırmasıyla yeniden araya sessizlik çöktü.

"Evren, bu saçmalığı hemen açıklıyorsun!" diyen Karan, Evren'e uyarıcı bakışlar attı.

"Neyi açıklayayım abi? Zaten her şey göz önünde. BİZ EV-LEN-DİK." Diyerek nikâh cüzdanını yukarı kaldırıp salladı.

"Sikerim seni, orospu evladı-" İdris tam Evren'in üzerine atlayacaktı ki Karan yine onu durdurup yerine oturttu.

"Önce sakinleşin. Artık olan olmuş. Bundan sonra ne yapacağınızı düşünmeniz gerekiyor." Akıllıca çıkan kelimeler diğerlerinde bir etki yaratmamıştı.

"Ben kız kardeşimi o ite bırakmam."

"O it dediğin kardeşinin kocası." Karan'ın uyarıcı sesiyle İdris'in düşmanca bakan gözleri onu buldu.

"O daha küçük." İdris delirmiş gözlerle bize bakarken ellerini kafasının arasına almıştı. Haklıydı. Yalnız Su değil, bence Evren bile evlilik için uygun yaşta değildi. Bu Karan'ın dikkatini çekmiş olacak ki gözleri Su'yu buldu.

"Kaç yaşındasın?" Kız gözlerini yere dikip sessizliğini korurken Karan'ın kısılmış gözleri Evren'i buldu.

"19," dedi Evren, gözlerini İdris'ten ayırmazken.

"Kafayı mı yedin sen? 19 yaşında kızla evlenmek ne? Sen kendin daha 21 yaşına yeni bastın. Evren, bu evcilik oyunu değil." Daha fazla kendimi tutamazken sinirimi bastıramıyordum. Nasıl böyle aptallık yapabilirdi? Öfkeyle burnumdan solurken Evren inanmazmış gibi bana bakıyordu.

"Sen de mi abla?" Hayal kırıklığıyla çıkan sesiyle gözlerimi kırpıştırdım. Gerçekten işin ciddiyetini anlamıyordu.

"Evren, evlendin," dedim üzerine bastırarak. "Bunun ne demek olduğunu anlıyor musun?"

"Ne halt olduğu umurumda değil. Burada kızman gereken daha 19 yaşında kızı sevmediği biriyle evlendirmek isteyen ailesi olmalı." Dediğinde bu defa gözlerimiz diğerlerine odaklandı.

"Ne?" diye aynı anda bağıran Eymen Dede ve İdris olmuştu. İkisinin de kafası fazla karışmış görünüyordu.

"Doğru mu bu, Su?" Sorduğumda, bu defa kız başını sallayarak cevap vermişti. Kocaman mavi gözlerindeki toplanan yaşlar akmamak için direniyordu.

"Bunu da nerden çıkaraysun, torunum?" dedi Eymen Dede şaşkınlıkla.

"Hiç ben sana kıyarum mi? Sen mutlu ol diye 2 aydur memleketumden bile uzak düştum, gül yüzlüm." Eymen Dede'nin hayal kırıklığıyla çıkan sesiyle hemen konuştu.

"Dün gece konuştuklarınızı duydum, dede. Karun amcanın torunuyla evlilikten bahsediyordunuz," dediğinde, gözlerindeki yaşları daha fazla tutamamıştı. İdris elini alnına vururken, Eymen Dede şaşkınlıkla torununa bakıyordu.

"Karun amcanın torununa evlenecek olan benim. Onu da geçtim ya kızım, senin şu kafan çalışmıyor mu? Bu adamın bir tane olsun erkek torunu YOK," diye bağıran İdris'le hepimiz şaşkındık. Ne yani, bu kadar rezillik bir yanlış anlaşılma yüzünden yaşanmıştı?

"Konu çözüldüğüne göre hadi eve gidiyoruz, Su." İdris'in uzattığı elinden kaçarak hızla Evren'in arkasına saklanan kıza baktık.

Evren'in de kesinlikle onu bırakmak gibi bir niyeti yoktu.

"Her şey bir yanlış anlaşılma olabilir ama bu onun benim karım olduğu gerçeğini değiştirmiyor." Evren İdris'e dik dik bakarken sinirden gülmüştüm.

"19 yaşındaki çocuğa 'karım' diyor ya. Oğlum, sen kendin daha çocuksun."

"Şu afilli haklı." İdris'in beni göstermesiyle göz devirdim.

"Tamam, sakin olun. Böyle tartışarak bir yere varamayız. Bir çözüm bulmalıyız," Karan yine araya girdiğinde, Eymen Dede başını salladı.

"Boşaniysunuz." Bastonunu yere vuran dedeyle ikisi de aynı anda

"Asla," diye bağırdı. Şaka mıydı bu?

"Su?" Eymen Dede'nin uyarıcı sesini kız görmezden gelerek dudaklarını küçük çocuk gibi büzdü.

"Boşanmıyorum." Diyerek Evren'e sokuldu. Ay bayılacaktım.

"Boşanmak istemiyorlarsa yapacak tek bir şey var." Hepimizin gözü aniden Karan'a kaydı.

"Düğün yapacağız."

~~~

"Bu saçmalık," diyerek dağılmış sandalyeleri düzeltiyordum. Diğerleri bu fikre ne kadar katılmasalar da yeni çiftimiz bize başka bir seçim bırakmamıştı. Bu akşam isteme vardı. Şimdilik evli olabilirlerdi ama düğüne kadar Eymen Dede torunun yanında kalması konusunda ısrarcıydı. Her şey usulünce olacaktı. Eymen Dede'nin ise kesinlikle düğünü iki yıldan önce yapmak gibi bir niyeti yoktu.

Evren'in somurtan yüzüne baktım. İsteme için herkese haber vermişti. Şimdiyse çıkmak için hazırlanıyordu. Ve bana trip atıyordu. İnanamıyordum gerçekten. Neden onun iyiliğini düşündüğümü anlamıyordu? O benim küçük kardeşim gibiydi. Ve Evren'i en çok ben tanırdım. Daha üniversite son sınıftayken ve kuzenleriyle kiralık aynı evde yaşarken, evliliği hangi akılla düşünebilirdi?

Özellikle ailesinin durumunun iyi olmasına rağmen onlardan para almadığını da çok iyi biliyordum. O da yetmezmiş gibi kızın yaşı da küçüktü. Evet, aralarında yaş farkı az olabilir ama ya şimdiki hisleri bir hevesten ibaretse? Birkaç yıl sonra bu kararlarından pişman olmalarını istemezdim.

"Evren," dedim arkasından koşarak. Beni duymazdan gelmişti.

"Böyle mi yapacaksın gerçekten? Beni görmezden gelerek gerçeklerden kaçmazsın." Önünde durduğumda sessizce beni izledi.

"Onu seviyorum. Umarım kısa sürede hislerimin ne kadar ciddi olduğunu anlarsın."

"Hata yapıp üzülmeni istemiyorum."

"Bırak da neyin hata olup olmadığını kendim öğreneyim." Bana gerçekten kızgındı. Bunda haklı mıydı? Emin değildim. Yanımdan geçip gittiğinde gözlerim bizi izleyen adamı buldu. Bakışlarında her şeyin yoluna gireceğine dair umutları gizliyordu.

"Hadi çık sen de. Akşam için hazırlan." Başımı olumlu anlamda salladım.

"Sende gelecek misin?"

"Evet. Evren gelmem konusunda çok ısrar etti."

Karan'la vedalaştıktan sonra eve geçmeden önce sahilde yürüyüş yapmak karına gelmiştim. Melis'ten hâlâ haber yoktu. Aramalarıma hala geri dönmemişti. Abimse yarın yeni görevi için gidecekti. Evrenle zaten durumlar belliydi.

İç çekerek yürüyüşüme devam ettim. Acaba arkadaşlarımın benden uzaklaşmasının sebebi ben miydim diye düşünmeden edemiyordum. Özellikle kazadan sonra onlarla o kadarda sık sık bir araya gelemiyordum. Birlikte geçirdiğimiz o anlar gözümün önünden gitmiyordu. Hepimizin bir arada olduğu o muhteşem günler...

Geriye baktığımda ne kadar mutluluğa sahip olduğumu bir daha hatırladım. Ailem, arkadaşlarımla doya doya geçirdiğim bir hayatım olmuştu. O anıları özlüyordum çünkü gerçekten özlenmeye değer, eşsiz anlardı. Onları bu zamana kadar hayatımın bir parçası olarak görmüştüm. Ama şimdi daha net anlıyordum.

Evet, belki bu benim hikâyem olabilirdi ama onların da kendi hikâyesi vardı. Ve bu hikâyelerini yazmak için benim hayatımdan çıkmaları gerekiyorsa buna karşı çıkmayacaktım. Bu bencilliği asla yapamazdım. Onları seviyordum. Ve bunu hiçbir şey değiştirmeyecekti.

Son saatlerimi hazırlanarak ve son olanları düşünerek geçirmiştim. Evren, annem ve babamın gelmesi konusunda da ısrar etmişti. Anlaşılan kalabalık bir isteme olacaktı. Sonunda hazırlandığımda diğerlerini bekliyordum. Kapının pervazına yaslanmış ailemin koşuşturmasını izliyordum.

Özellikle annem, abimin takım elbise giymesi için ısrar etmişti. Abimse elindeki kravatla isyan ediyordu.

"Anne, Evren'e kız istemeye gidiyoruz. Neden ben de damat gibi giyiniyorum?"

"Hazırlıklı olmalısın oğlum. Kısmetin nerede geleceği belli mi olur? Bir bakarsın, senin kız istemeni de aradan çıkarırız," dediğinde kahkaha atmıştım.

"Meral, hangi renk kravat takayım?" Babamın annemi seslemesiyle onun yanına gitmişti. 30 yıllık evliliklerinde babam bir defa bile olsa anneme sormadan kıyafet seçmezdi. Gülerek beceriksiz abimi izlediğimde dik dik bana bakmıştı.

"Buraya gel, küçük maymun." Abimin komutuyla yanına gidip kravatı elinden aldım.

"Bu beceriksizlikle nasıl bir time komutanlık yapıyorsun hiç anlamıyorum."

"O bilgiler senin boyunu aşar, küçük hanım," diyerek bağlamaya çalıştığım kravatını gevşetmeye çalışıyordu.

"Yapmasana abi." Elinin üzerine vurduğumda çekmişti.

"Hazır mısınız çocuklar?" Sonunda babamın seslemesiyle hepimiz birkaç mahalle ötede oturan Eymen Dede'nin evinin yolunu tutmuştuk.

İsteme düşündüğümden daha büyüktü. Resmen Evren tüm Bolu'yu buraya çağırmıştı. Su, bu gecede gerçekten bir içim sudan farksızdı. Peri kızı gibi etrafta dolanan kıza baktım. Ve Evren'e parlayan gözlere nasıl battığının bizzat şahidi oldum. Gözler kalabalığın arasında Karan'ı aramıştı.

Bunu bilerek yapmıyordum. Yalnızca bakışlarım her yerde onu arıyordu. Ve bahçenin bir köşesinde küçük bir kız çocuğuyla ilgilenirken onu bulmayı beklemiyordum. Çimenlerin üzerine oturmuş çocuk, derisi soyulmuş küçük ellerini Karan'a doğru uzatmıştı.

Önce ellerini temizleyişini, sonra dudaklarıyla o ellerini üflemesini izledim. Bu sırada bir şeyler söyleyerek çocuğun gülmesine sebep oluyordu. Yanına gitmek istesem de o küçük özel anlarını bozmak istemeyerek yeniden içeriye girdim. Güzel bir baba olacaktı.

"Ee, nasılsınız Eymen Bey?" diyerek ilk lafa giren Evren'in annesi olmuştu.

"İyiyiz kızım. Siz nasılsınız?"

"Teşekkür ederiz efendim. Biz de iyiyiz."

"İdris oğlum, sen nasılsın?"

"Sağ olasın yenge. İyiyiz."

"Sen nasılsın kızım?" Hülya teyze bu gidişle herkesin iyi olacağından emin olacağını anlamış olacak ki, Evren hızla annesinin lafına daldı.

"Anne, hepsi iyi. Vallahi çok iyiler."

Hülya teyze oğluna gözlerini büyüterek uyarıcı bir bakış attığından emin olduktan sonra Hatice Nine'ye doğru döndü. En büyüğümüz oydu, o yüzden kızı o isteyecekti. Ama nedense pek istekli görünmüyordu. Özellikle Eymen Dede'ye attığı dik bakışlara bakılırsa araları bozulmuş olmalıydı. Nine,

Evren'in yalvaran bakışlarına daha fazla dayanamamış olacak ki, konuya girdi.

"Efendim, Allah'ın emri, peygamberin kavliyle Su kızınızı torunum Evren'e istiyoruz."

Araya çöken sessizlikte hiç kimseden çıt dahi çıkmamıştı. Aniden gözlerim kalabalığın arasında siyah takım giymiş Karan'ı buldu. Kucağındaki çocuk boynuna sarılmış, olan bitenleri merakla izliyordu. Karan'sa mızmızlanan çocuğun sırtını sıvazlıyordu. Kesinlikle kimin çocuğu dahi olduğunu bilmediğine emindim.

Özellikle geldiğinden itibaren herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Anlaşılan onun büyüsüne kapılan yalnız benim kedim değildi. Gözlerimiz Karan'la kesiştiğinde, yüzündeki gülümseme büyüdü. İnsanlar üzerindeki etkisinden bihaber görünüyordu. Eymen Dede'nin sesiyle yeniden bakışlarımız oraya döndü.

"O zaman hayırlısı olsun."

"Hayırlısı," diye ona katıldı Hatice Nine.

"Kısmetse olur."

"Tabii, bunlar kısmet işleri."

"Ben anlamadım, şimdi verdiler mi, Nine?"

"Nasipte varsa olur evladım." Nine'nin cevabıyla iyice Evren'in kafası karışmıştı.

"Doğru, bunlar nasip işleri." Aynı şekilde Dede de geçiştirmişti.

"Bu vermek mi?"

"Mukadderat oğlum."

"Tabii, bu işler nasip kısmet."

"Su, verdiler mi seni?" Kızın da kafası karışmış görünüyordu.

"Nine?"

"Bakılır. Olursa olur. Olmazsa başka bir olur."

"Tabii, canınız sağ olsun."

Dede ve Nine arasında geçen bu anlamsız diyalogdan hiçbirimiz bir şey anlamamıştık. Ama galiba bu "evet" demekti.

"O zaman yüzükleri takalım," Evren'in hevesli sesi yine de bölünmüştü.

"Takıla da bilir, takılmaya da bilir. Kısmet oğlum bunlar."

"Kısmetinin önüne geçilmez."

Evren, sinirden kıpkırmızı kesilirken yeni bir felaketin yaşanmasına çok az kaldığını anlamam zor olmamıştı. Hızla yüzükleri alarak ayaklandım.

"Zaten kısmet olmuş, evlenmişler değil mi? Bize de yüzükleri takmak düşer," dedim. Evren'e gözlerimle gelmesi için işaret ettiğimde, önce şaşırsa da hızla yanıma gelmişti.

"Evet, çocuklar haklı. Yüzükleri takalım, bitsin bu iş," Evren'in annesinin desteğiyle dede ve nine isteksiz de olsa onay vermiştiler. Sonunda yüzükler takıldıktan sonra hepimiz rahat bir nefes almıştık. Yanımda duran Evren'in minnet dolu bakışlarına yalnız en içten gülümsemeyle karşılık verdim.

İçerisi o kadar kalabalıktı ki daha fazla duramamıştım. Bahçe daha sakindi. Sessizce gökyüzünde parlayan yıldızları izlemeye başladım. Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde hafifçe yana döndüm. Gelmişti.

İkimizin de gözleri ışıl ışıl parlayan gökyüzündeydi. Tüm büyülü güzelliğiyle kendini sergileyen yıldızların aldatıcı ışıklarına kanmaya hevesliydik. Onlar birer umuttu, öyle değil mi? O zaman neden kanmayalım ki?

Günün yorgunluğunun ardından sessizliği bozan nefes alışverişlerimiz ve hafif esen rüzgâra eşlik eden kahkaha sesleriydi. Tenimi okşayan soğukluk, garip bir rahatlama bırakıyordu gerisinde. Gözlerim yanımdaki bedene kaydığında göğsünde birleştirdiği kollarını buldu.

Daha birkaç saat önce ellerimin üzerinde gezinen ellerini izledim. Sonrasında o ellerinin arasındaki sarı laleleri hatırladım. Tenin sıcaklığıyla her saniye bana yaşamın ne kadar harikulade olduğunu hatırlatıyordu. Özellikle çocuklarla ilgilendiğinde, saçını okşarken ki parmaklarını nazikçe hareket ettirmesini yeniden hatırlamıştım. Onlarla çok iyi anlaşıyordu.

"İyi baba olacaksın," dedim, aniden onu şaşırtan sakin sesimle. Aniden hareketsizleşen bedenin aksine rahat bir şekilde gözlerimi yeniden gökyüzüne çevirdim. Üzerimde gezinen siyahlarını hissetsem de hiçbir şey söylemedim. Sözlerimde neyin onu bu kadar şaşırttığını bilmiyordum. Bakışlarını yavaşça üzerimden çektiğinde, sıktığı ellerine odaklandı.

"Çocukları seviyorum. İyi baba konusunda ise pek bir fikrim yok. Belki de onları büyük bir abi olarak sevmem dahi iyi," düşünceli sesinde gizlediği geçmişin puslu anılarıydı.

Öyle ki bu anılar kolay kolay yakasını bırakacak gibi de görünmüyordu. En azından o geçmişini yok saymaya şimdilik hazır değildi. Konunun ciddiyetinden rahatsız olmuş olacak ki, yüzündeki gülümsemesiyle bana döndü.

"Bence gayet iyi bir anne olursun. Yemek konusunda yardım alman gerekebilir. Ama olsun," pis pis sırıttığında hızla ona dönmüştüm.

"Hiç de bile. Ne kadar hamarat olduğumu söylemeye gerek yok herhalde," diyerek yanmasını benim hatam olarak görmediğim yemeğimi ima ettim. Alaycı gülüşümün aksine sesim aniden ciddileşti.

"Hem ben anne olmayı düşünmüyorum." Kendimden emin bir şekilde konuşurken, onun son sözlerimle yüzündeki eğlenen ifade hemen silinmişti. Saf bir merak hâkim olan bakışlarını gizleme gereği duymasa da konuşmak konusunda seçici olmaya çalıştığını görebiliyordum.

"Mutlu bir ailen var. Annen muhteşem bir kadın. Sevgiyi doya doya tatmış biri için sence fazla keskin cümleler değil mi?" Ilımlı sesiyle iç çektim.

"Aslında konu da bu. Karşılıksız, kusursuz sevginin ne olduğunu ailem bana öğretti. Dediğin gibi, onlar muhteşem. Bize her zaman sevildiğimizi ve hiçbir zaman yalnız olmadığımızı hissettirdiler. Ama ben-" bir kaç saniye duraksadıktan sonra gözlerimi siyahlarına diktim.

"Ben annem gibi değilim, Karan. Ve kimse de babam gibi değil. Onların arasındaki aşktan daha fazlasıydı. Bunu bulabileceğimden emin değilim. Yani bir şeyden sırf bilinmezliği için korkmazsın. Bazen onun nasıl olması gerektiğini bildiğin ve bunu yapamayacağını bildiğin için korkarsın." Kesişen bakışlarımız, sessizce birbirimizi anlamamıza yetmişti. Sebeplerimiz ne kadar farklı olsa da aynı korkuları paylaşmak, ikimiz için de gizli bir teselli gibiydi.

Hava, hafif bir tuz kokusunu beraberinde taşırken rüzgâr usulca saçlarımı okşuyordu. Bu an, yorgun bir günün sonunda zihnimdeki yükleri hafifletmişti.

Aniden gülmeye başladığında şaşkın bakışlarımla ona döndüm. Beni hiç bekletmeden verdiği açıklamayla dudaklarımda alaycı bir tebessüm oluşmuştu.

"Ortak olan şeyin yalnız korkularımız olması ne kadar da garip." Sesindeki alayın sebebi, hayatın bizi alet ettiği bu dolambaçlı yollardı. Onu gördüğüm andan itibaren yolumu şaşırmıştım. Oysa gördüğüm ilk günden itibaren kaybolmuş bir çocuktan farksızdı. Şimdi ikimiz de bu kaybolmuş ruhlarımızın kendi yollarını bulmasını bekliyorduk.

"Sence karşılarında bu kadar engel varken mutlu olacaklar mı?" Düşünceli sesimin sebebi, Evren ve Su'ydu. Evren'in aşkı için savaşmaya hazır olması beni şaşırtan en büyük şeydi.

"Konu aşksa, ihtimalleri zorlamak gerekecek," dedi bilmiş bir edayla.

"Aşk?"

"Aşk," dedi, gözlerime odaklanan siyahlarıyla. Bu tek kelimeyle bile karanlığında sakladığı duyguların derinliğini. İkimiz için de bu kelime fazla masalsı ve bizim dünyamız için pek mümkün görünmediği kesindi.

Okuduğum yüzlerce aşk romanı, izlediğim binlerce filmden sonra bu sözcüğün bende uyandırdığı tek şeyin kahkaha atmak olması ne kadar da ironikti. Fakat sayısız kitapta anlatılan masalsı romantizmin aksine, bu duygunun gerçek hayatın karmaşasında kendini bulan bir mücadele olduğunu anlamıştım.

Belki aşk, hayatın bize sunduğu en zor ama en değerli sınavlardan biriydi. İnsan bu kadar belirsizliğin içinde nasıl aşka tutunabilirdi ki? Belki de bunun sırrı, kaybetmeyi göze alabilmekteydi.

Var olmasını içten içe delice arzuladığın bu şeyin aldatıcı ve delirtici tarafının bolca olduğu bir hastalığa benzetmemin bir açıklaması olamazdı. Ya aşktan aklını kaybedecektin ya da aşkta kendini. Her halükârda bir şeyleri kaybediyordun. O zaman bunun masalsı tarafı neresiydi?

Belki de yaşadığım hayatın bir peri masalı olmadığını kabul etmeliydim. O zaman kalbi olan gerçek bir canavarı sevmem gerekecekti.

"Artık ortak iki noktamız var," dedim, gülümsememin ardından ciddiyetle. Gözlerimiz bir kez daha kesiştiğinde ikimiz de geçmişimizin izlerini birer yansıma gibi birbirimizin yüzünde görüyorduk.

Uzayan bakışlarında içimde sonbahar rüzgârlarını estiren bir şeyler hissetmiştim. İlk gördüğüm andan itibaren tanıdık bulduğum siyahlarının aklımda bu denli iz bırakmasının sebebini hâlâ anlamamıştım.

Ama artık o siyahların hayatımın sonuna kadar bir gölge gibi beni takip edeceğine emindim. Kim bilir, belki de benim rengârenk dünyamın tam tersi olan bu karanlık gölgelere saklanan adamla iyi bir arkadaş olurduk.

Belki...

Belki de daha fazlası...

 

Aramızdaki tatlı sohbeti bölen, aniden evden yükselen çığlık sesleri olmuştu. İkimiz de hızla eve girdiğimizde, meydana gelen kaos ortamına bakıyorduk. Allah aşkına, yine ne oluyordu?

"Asıl ben vermiyorum torunumu sana." Az önce duyduğum, nine'nin bağırışı mıydı? Gördüğüm manzarayla afallamıştım.

"Sen kimsun karı, benim torunumi beğenmiyisun ! Hele bi o hergeleyi yakalayayrum, görursun!"

Karadeniz şivesiyle bağıran Eymen Dede, sinirle parmağını Evren'e doğru sallıyordu. Annemler Hatice Nine'yi tutmaya çalışırken, İdris ve Su da Eymen Dede'nin kolundan tutup çekiştiriyordular.

"Bu iş burada bitmişdur! Hadi toplanun, gidiyuruz Bolu'ya." Eymen Dede'nin sesi evde yankılanırken korkudan geri sıçradım. Sesi öyle güçlüydü ki, sanki evdeki her eşya titremişti.

Su, bir Evren'e bir dedesine bakarken yüzünde belirgin bir mutsuzluk vardı. Gözleri, yardım ister gibi Evren'e döndü.

"Dede, gözünü seveyim yapma." Evren tam dedenin yanına gitmek üzere hamle yaptığında, İdris hızla göğsüne bir itişle onu geri savurdu. İşte her şeyin başladığı nokta tam bu andı. Ali'nin, İdris'e arkadan attığı yumruğu ancak çocuk yere yığıldığında fark etmiştik. Bağırışlar, çığlıklar tüm koridorlarda yankılanırken herkes birbirine girmişti. Kaos, o anın tek hâkimiydi.

Bense, bu rahatsız edici gürültüye hâlâ alışamamıştım. Anlaşılan bu geceyi yine nezarette geçirme ihtimaliyle baş başaydık. Dalgınlığımdan beni ayıran şeyse, Eymen Dede'nin bastonuyla Evren'in peşinden koşması oldu. Ali, her zamanki gibi İdris'e kafa göz girmişti. Onları ayırmaya çalışansa şaşırtıcı bir şekilde sakin görünen Karan'dı.

Birkaç gün içinde adamın tanık olmadığı bir aile olayımız kalmamıştı. Hatice Nine'nin de Eymen Dede'nin peşinden koşması durumu iyice çıkmaza sokmuştu. Bayılmak üzere olan annemi ayıltmaya çalışan abimi söylemiyorum bile.

"Koca koca adamlarsınız. Hiç yakışıyor mu size?" Babamın bağırışlarını kimse umursamazken, duruma el atmamın zamanı geldiğini anlamıştım.

"Öldürmeyen Allah, tahtası eksik akrabalarla sınıyor," diye homurdanarak havada uçuşan yumruklardan kaçınarak ateş hattına girdim. Umarım en az zararla kurtulurum. Hızla Evren'i buradan çıkartmam gerekiyordu. Yoksa Eymen Dede gerçekten o bastonla çocuğun kafasını patlatacaktı.

"Bahçeye koş, Evren!" Bağırışımı duyan Evren üzerime doğru koşmaya başladı. Ne? Delirdi mi bu herif? Arkasındaki iki kana susamış canavarın hedefi beni yapıyordu resmen. Anlaşılan arkadaş seçimlerimi bir daha gözden geçirmem gerekecekti. Hızla koridorun sonuna koşarken toplaşan konukların arasından zorla sıyrıldım. Bugün de rezilliğe doyduk.

"Yine neden kavga ediyorlar?" Koşmaktan nefessiz kalmış olsam da, durmaya niyetim yoktu. Arkamdan yetişen Evren'in sırıtan yüzünü gördüğümde sinirlerim iyice gerildi.

"Düğün tarihinde anlaşamadılar," dedi kesik kesik cümlelerle.

Dedenin yaklaştığını fark ettiğinde, hızla kolumdan tutarak bizi annemlerin yanına doğru çekiştirdi. Yüzümde tamamen şaşkın bir ifade vardı.

"Sırf bunun için mi bu kadar rezillik yaşanıyor yani?"

"Şey... Nine'ye dedenin onu aldattığını ağzımdan kaçırmış olabilirim."

Evren daha sözünü bitiremeden Eymen Dede bastonuyla tam kafasına sert bir darbe indirdi. O sırada nereden geldiğini bilmediğim bir patlama sesiyle geri sendeledim.

Kalbim, korkuyla çarpıyordu ve sesi tam anlamıyla algılayamadan bir çift güçlü kol beni geriye çekti.

Öylesine sıkıca kapattığım gözlerimi açtığımda gördüğüm şey, siyah gömleğin gizlediği öfkeyle inip kalkan bir göğüstü. Öylece sessiz bir şekilde durup algılarım dışında kalan uğultulu seslere odaklanmaya çalıştım. Bu zordu.

Duyduğum yalnızca kulak batırıcı bir uğultuydu. Sorun şuydu ki kulaklarımı kapatarak bundan kurtulamıyordum. Zihnimi işgal eden bu ses, titreyen ellerimle yok edilmeyecek kadar güçlüydü.

Ta ki önümde eğilip gözlerini benimle hizalayan adamı görene kadar. Yüzü beni öyle bir afallatmıştı ki, dünyam tepe taklak olmuştu.

Kalbimi esir alan şiddetli bir acı, buğulanan gözlerimi bir saniye bile kırpmama izin vermiyordu. Sanki kaybolacak bir rüya gibi varlığını hissetmeye muhtaçtım.

Siyahlarındaki girdap, kafamdaki tüm sesleri içine çekerken onu izledim. Bir şeyler söylüyordu. Gözlerindeki endişeyi gördüğüme emindim.

"İyi misin? Beliz?" Sona doğru duyduğum sesiyle, sanki nefes almayı hatırlamış gibi ciğerlerime dolan havanın yakıcılığını hissettim. Zihnime düşen ani bir sızı, saniyeler içinde silinip gitse de üzerimde yarattığı etkiyi yok sayamıyordum. Sertçe yutkunarak dengemi kaybeden bedenimi duvara yaslamak için ondan uzaklaşmaya çalıştım.

Yakınlığının üzerimde yarattığı bu karmaşık hisse anlam veremiyordum. Sarı laleler ve onun bir çift siyah gözleri zihnimi işgal etmişti. Film şeridi gibi gözlerimin önünden geçen bu iki anı, kalbimin ortasında ateş gibi yanan bir sızıyı harlamıştı.

Dengemi kaybeden bedenimi tutarak kendine doğru çektiğinde, gözlerimi siyahlarına diktim. Zihnimi allak bullak eden bakışları, bu bağırışların arasında odaklandığım tek şeydi. Gözlerine nasıl baktığımı bilmiyordum. Ama kesinlikle onu şaşırtmıştı. Ve onu daha çok şaşırtmaya niyetliydim. O bakışların verdiği tanıdık hissi biliyordum.

"Kimsin sen?" Fısıltılı, titrek sesimin aksine ellerimi hafifçe göğsüne bastırdım. Sanki, kalbinin her atışını hissetmeye ihtiyacım vardı. Ellerimin altında hızlanan kalp atışlarını hissedebiliyordum. Tüm canlılığıyla bana meydan okuyordu. Onun varlığında beni şüphelendiren, zihnimi zorlayan bir şeyler vardı. Öyle ki yaşadığım, söylediğim her şey, yaşanmış bir anın üzerinden geçiyormuşum gibi kalbimde tozlu bir iz bırakıyordu. Ve ben bunu kesinlikle sevmemiştim.

~~~

Gecenin sonunu, hiç şaşırmadığım bir şekilde karakolda tamamlamıştık. Hâlâ Hatice Nine'nin yanında silah taşıdığına inanamıyordum. Kadın, resmen daha günler önce "evleneceğim" diye tutturduğu adama öldürecekmiş gibi bakıyordu. En azından kimseye bir şey olmamıştı.

Tüm konuklara rezil olsak da artık o kadar alışmıştım ki, bu yaşananlar bana normal bir aktivite gibi geliyordu. Hatice Nine bir ifadeyle yırtmıştı ama Eymen Dede için durumlar biraz karışıktı. Resmen dediğini yaparak bastonuyla Evren'in kafasını patlatmıştı. Evren'inse kesinlikle şikayetini geri almak gibi bir niyeti yoktu.

Hepimiz yorgun adımlarla karakoldan çıktığımızda gözlerim, arabaya yaslanmış, ellerini göğsünde birleştirmiş düşünceli adamı buldu. Hâlâ burada mıydı? Onu görmemle adımlarım durmuştu.

Silah sesi kulaklarımda yankılanırken içimde hissettiğim korku beni adeta esir almıştı. Kendimi kaybedip ona sorduğum o aptalca soru aklıma geldikçe içten içe kendime kızıyordum. Hangi akla hizmet böyle bir şey söylemiştim ki?

Derin bir nefes alıp sıkıntıyla iç çekerken, onun gözleri önde yürüyen ailemi buldu. Ben ise yüzünde hızla değişen mimikleri dikkatle izliyordum. O an bana hissettirdiği garip duyguyu yeniden hatırladığımda, bedenime elektrik dalgası gibi bir rahatsızlık yayıldı.

Nasıl oluyor da aynı anda bu kadar tanıdık ve bir o kadar yabancı hissedebiliyordu? Ailemin üzerinde gezinip duran endişeli bakışları, bir süre sonra onların arkasında kalan beni buldu. O an verdiği rahatlamış nefes dikkatimi çekti. Umarım bu konuyu açmazdı. Çünkü bu aptalca davranışıma uydurabileceğim hiçbir bahanem yoktu. Sakin adımlarla yanlarına ilerlediğimde, abimle Karan bir şeyler konuşuyorlardı.

"Avukat işini halletmişsin. Eyvallah," dedi abim, Karan'ın omzuna dokunarak. Karan sadece başını sallamakla yetindi.

"Hadi Beliz." Arabaya doğru yönelen abim, bana seslenmeyi de ihmal etmemişti.

"Geliyorum abi."

Sonunda ikimiz yalnız kaldığımızda, derin bir nefes alarak konuşmak için ona döndüm.

"İyisin değil mi?" Karan'ın endişeyle üzerimde dolaşan gözlerini hissedebiliyordum.

"Çok iyiyim," diye cevap verdim, alaycı bir gülüş eşliğinde. Yeni patronumun önünde yaşamadığım rezillik kalmamıştı. Daha ne kadar iyi olabilirdim, Allah aşkına?

"Ben."

"Ben."

İkimiz de aynı anda konuşunca kısa bir süre sustuk. Sessizlik garip bir anın içinde bizi yavaşça sardı.

"Bugün için özür dilerim. Her aile toplantısının sonunda mutlaka yaşanan olaylı nezaret maceramız konusunda seni uyarmalıydım." Sözlerimle sessizliği bozduğumda, yüzünde küçük bir gülümseme belirmişti. Sesimdeki mahcubiyeti gizleyememiştim.

"Bence gayet eğlenceliydi," dedi, gözlerini Evren'in sargılı kafasına çevirerek. O an onu izliyordum. Siyahlarında tanıdık bir şeyler bulabileceğim fikri aklıma nereden gelmişti bilmiyorum, ama yalnızca bakmaya devam ettim. Gözlerimiz bir kez daha kesiştiğinde yüzünde hâlâ o sakin gülümseme vardı.

"Hadi ama, kimse kafasına bastonla vurulurken eğlenmez," dedim, biraz rahatlamış bir şekilde. Galiba düşündüğümden çok daha farklı bir insan olması fikrine çabuk alışmıştım. Ona karşı ördüğüm duvarların ne kadar yersiz olduğunu anlamıştım. Ve nedense, ona karşı önyargılı olduğum için kendime biraz kızıyordum.

Birkaç saniye sessizce, yüzümüzde gülümseme ile birbirimize baktık. Her şey hem sıradan hem de bir o kadar özeldi. Siyahlarındaki girdaba çekilmemek için sakince gözlerimi indirdim ve içimdeki pişmanlığın yavaşça kaybolmasına izin verdim.

"Özür dilerim." Kısık sesimle söylediğim bu sözlere kaşlarını çatarak karşılık verdi.

"Yine mi? Bu ne için?" diye sordu. O bilmese de, aklımda ona karşı olan haksız düşünceler için özür diliyordum. Özellikle ailesiyle ilgili hiçbir fikrim yokken, onun hakkında iddialarda bulunmamın yanlış olduğunu anlamıştım.

"Bu gerçek bir özür. İnsanlara karşı genelde bu kadar önyargılı değilim. Ama sen..." Sözlerim havada asılı kaldı. Duraksadım. Tüm dikkatiyle beni izlerken, sözlerimi tamamlamasına şaşırmıştım.

"Fazla kafa karıştırıcıyım." Bu kelimeleri öyle bir ciddiyetle söylemişti ki, bunun doğru olduğuna kendisi de çoktan inanmış gibiydi.

"Biraz," dedim parmaklarımla bende bıraktığı etkiyi küçülterek göstererek. Oysa hayatıma girdiği andan itibaren bir fırtına gibi tüm gerçekliğimi sarsmıştı. Yüzünde beliren garip ifadeyi fark ettiğimde, bakışlarının ellerime kaydığını gördüm.

Bir an, kısa ama bir o kadar da yoğun bir sessizlikle yüzleşmek zorunda kaldık. Sertçe yutkunduğunu gördüğümde, ellerimi hızla indirip arkamda birleştirdim.

"Karşılaşmamızın biraz garip olduğunu biliyorum," diye başladım sonunda. Sesimdeki hafif gerginlik, onun fark etmeyeceği kadar ince bir çizgideydi. "Ama iyi anlaşabileceğimize eminim. Belki de iyi bir başlangıç yapıp, yeniden tanışabiliriz."

Oyunuma ne cevap vereceğini beklerken içimde küçük bir heyecan kıvılcımı hissettim. Gün boyunca yüzünde beliren o nadir gülümseme, yeniden dudaklarına yerleşmişti. O anda, içimde bir kıvılcımın büyüdüğünü hissettim-umudu andıran bir ateş parıltısı. Siyahlarında bu parıltıyı görmek, benim için neredeyse imkânsız bir mucize gibiydi.

"Bu sefer kafama kitap fırlatmayacağına söz veriyor musun?" dediğinde küçük bir kahkaha dudaklarımdan yükselmişti.

"Söz veriyorum." Dediğimde verdiğim sözün yalnız bir anlaşmadan ibaret olmadığını gelecekte anlayacaktım. O gün söylenen her bir kelime geçmiş ve geçeğimizden gelen bir sır olduğundan habersizdik. Elini bana doğru uzattığında dudakları aralandı. Ama tam o anda onu durduran, yine benim sesim oldu.

"Seni tanımaya yetecek yalnız bir kelime söyle bana," dedim, hafif bir meydan okuma tonuyla.

Dudaklarımı birbirine bastırarak, sabırsızca cevabını bekledim. Başını hafifçe yana eğdi ve gözleri dikkatle dudaklarımdaki gülümsemeyi izledi.

"Gölge."

Bu tanım tam da ondan bekleyeceğim bir şeydi. Siyahlarının ışığı gizleten bir gölge olduğunu görmemek imkânsızdı. Ama bunu dile getirme şekli, sesinin derinliği, söylediklerinin üzerimde bıraktığı etki, hepsi beni sarmıştı. Kalbim, teninin sıcaklığını hissedebilme düşüncesiyle hızlanırken kendimi bu girdabın içinde kaybolmamak için zor tutuyordum.

"İz." Sesim, bir fısıltı kadar yavaş ve sakindi. Sadece söylediğim tek kelime, avucumun içindeki elinin hareketsizleşmesine sebep olmuştu. Koyulaşan gözlerini ve ardından gelip geçen o saniyelik bakışları tanıdığımda, ben de onun gibi nefes almayı unuttum. Birkaç saat önce zihnime düşen bir çift siyah göz, şimdi karşımda aynı şiddetle kalbimi sarsıyordu.

"İz," diye kendi kendine mırıldandığında, parmaklarının bileğimi okşadığını fark etmemiş gibiydi. Siyahlarını titreten bu kelimeyi, sanki bir sırmışçasına tekrar etti.

"İzler bırakmayı sever misin?" dedi. Bu basit görünen sorunun derin anlamlarını sezmemek imkânsızdı.

"Bıraktığım izler silinmediği sürece."

Yavaşça ellerimiz ayrıldığında, vedalaşmak niyetiyle en samimi gülümsememi yüzüne yönelttim. Aynı şekilde sakince bakışlarıyla gitmeme izin verdi. Ellerimde hâlâ teninin sıcaklığını hissediyordum, bu hisse ne kadar da çabuk alışmıştım.

O gece oradan ayrıldığımda, onun kalbinde izler bırakmaya başladığımdan habersizdim. Bu izleri sevmek ya da silmek kararını yalnızca o verecekti.

 

Belki de silerdi.

Belki de severdi.

İşte o zaman...

 

-SON- 

 

Öncelikle bu zamana kadar kurgumu okuyup destekleyen herkese çok teşekkür ederim. Umarım bu yolculuktan benim kadar keyif almışsınızdır.

Final bölümünde nasıl bir şey bekliyordunuz bilmiyorum. Belki de daha aksiyonlu ve olaylı olmasını istiyordunuz. Ancak bundan önceki bölümlerde zaten birçok olay olmuşken daha sakin bir final yazmak istedim.

Yani Eymen Dede ve Hatice Nine olayı dışında yazabileceğim en sakin bölümdü diyebilirim.

Belki size biraz aceleye getirilmiş bir bölüm gibi gelebilir. Özellikle Ömer ve Melis olayı. Ancak zaten birçok sahnenin farklı versiyonunu önceki bölümlerde okudunuz.

Bu yüzden sizi zorlayacağını ve yoracağını düşünmedim. Onlar için yazdığım yeni kurguda olaylar yazdığım en son evrende geçecek, merak etmeyin. Böylelikle kafa karışıklığını da ortadan kaldırmış olacağız.

Evet, bu kitabı yazarken gerçekten keyif aldım. Ama farklı nedenlerden dolayı kaldırmak istediğim çoğu zaman oldu. Ve her şeye rağmen, yine de bunu okuyorsanız demek ki bazı şeyleri aşabilmişim. Umarım okurken siz de keyif almışsınızdır.

Biliyorum, bazı yazım hataları ve mantık hataları olabilir. Hatta yazım dilim acemice gelebilir. Maalesef bunu birden geliştirmem imkansız. Bunun için daha çok yazmaya ve okumaya ihtiyacım var. Zaten burada olma niyetim de bu. Ve bunun için sizin yorumlarınıza ve eleştirilerinize ihtiyacım var.

O zaman, kurgu, karakterler ve olaylar hakkında düşüncelerinizi buraya bırakmayı unutmayın güzellerim.

Bu benim için bir aşk hikayesinden daha fazlasıydı. Aşk biter, ama sevgiyle kurulan derin bağlar asla. Kurduğunuz sevgi bağlarının bir ömür sürmesini diliyorum size.

Çok konuşup sizi daha fazla yormak istemiyorum🥲

Sevgiyle kalın, güzel okurlarım✨️

 

 

 

 

Bölüm : 28.03.2025 20:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...